Abdulaziz Bayındır: Bugün ramazanı şerifin son dersini yapıyoruz. Allah nesib ederse pazartesi günü ramazan bayramı. Onunla ilgili olarak yapılan hesaplar sitemizde yayınlandı. Biliyorsunuz ramazanın başlangıcında ihtilaf vardı. İhtilafın sebebi, Suudi Arabistan’da hilalin gözükmemiş olmasıydı. Bitiminde de ihtilaf olacağı kesin gibi gözüküyor. Çünkü yine Suudi Arabistan’da hilal gözükmeyecek. Bakalım 30’a tamamlarlarsa bayramı salı günü yapmaları gerekir. 30’a tamamlamaz da 29’da tutar, pazartesi bayram yaparlarsa şunu kesin olarak bilin ki bayramı hesaba göre yapmış olurlar. Çünkü orada bu kameri takvimlerle ilgili her zaman ruyete yani çıplak göz ile görme esasına dayanmadıklarını geçmiş yıllardaki tecrübelerimiz ile biliyoruz. Size daha önce de bu konularda konuşmuştuk. Belki daha sonra ayrıntılı dersler yapılabilir bununla ilgili ama daha çok uzmanlarını ilgilendirdiği için ben sadece genel bilgi ile yetinip bugünkü konumuz olan zekat ve fitreye geçeceğim Allah nasib ederse.
Kur’anda zaman hesabının bütün ayrıntıları verilmiş. Biz, o ayrınılardan bir kısmına çok şükür ulaşabildik. Ulaşabildiğimiz kadarıyla namaz vakitleri hesabını ekvatordan kutuplara kadar yapmak nasib oldu. Ulaşabildiğimiz kadarıyla diyorum çünkü her gün yeni şeyler ortaya çıkıyor kur’anda. Artık siz, bu işi çok iyi kavradınız. Kur’an’ın bir yöntemi var. Yani kur’an kelimesinin bir anlamı var. Kur’an kelimesi, Türkçe karşılığı ‘küme’ demek oluyor. Allah da bu kitabını kur’an olarak açıkladığını ifade ediyor. İsra suresinin 106.ayetinde diyor ki; “kur’ânen faraknâhu li takreehu alen nâsi alâ muksın ve nezzelnâhu tenzilâ”. “Kur’ânen faraknâhu” bunu kur’anlar halinde böldük. Yani kümelere böldük. “Li tekreehu alen nâsi alâ muksın: bunun anlamını insanların zihninde yavaş yavaş toparlayasın diye”. “Ve nezzelnâhu tenzilâ: ve onu böyle parça parça indirdik”. Ama mesela burada gerçekten çok üzücü bir şey: yapmış olduğumuz çalışmalarda kur’an kelimesinin anlamının bilinmediğini gördük. Kur’an kelimesinin anlamının bilinmediğini gördük. Yani bunu burada anlatmamım bugün okuyacağımız zekat ve fitreler ile de çok ilgisi var. Kur’an kelimesi bilinmeyince bakın ayete nasıl mana vermişler. “Hem onu bir kur’an olmak üzere ayet ayet ayırdık”. Ne anladınız? Bir şey anladınız mı? Bir daha okuyorum bak, dikkat edin. Bir şey anladığını söyleyen lütfen ben şunu anlıyorum deyin.”Hem onu bir kur’an olmak üzere ayet ayet ayırdık”. Ne anladınız? Bak, “kur’an olmak üzere ayet ayet ayırdık”. Kur’an olmak üzere ne demek? “Kur’an olmak üzere ayet ayet ayırdık”. Kur’an olmak üzere ne demek? Küme kelimesi bunların kafalarında yok. Onu düşünme , ben şimdi onu söyledim. Böyle bir şey yok. Küme küme ayırdık demiyor ki. Halbuki burada Arapça’sında ayet kelimesi geçmiyor. “Kur’anen faraknâhu” diyor. Bunun aslu şudur: kur’an mastardır. Bu, müfret içinde, cem’i için de kullanılır. Yani tekil için de çoğul için de kullanılır. ‘Kur’anen faraknâhu’nun amili, ‘faraknâhu’dur değil mi? “Faraknâ kur’anen faraknâhu” demektir. Yani “ıdbar alâ şedidati tefsir” dedikleri olaydır Araplar’ın. Yani buradaki şey de “faraknâhu kur’anen” demektir. Bir kere böyle bir anlam arapça bakımından çok yanlış bir anlam. Ama kur’ân kelimesinin anlamını bilmeyince ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Orada ne mana vermiş Şahin? Aynı meal mi? Seninki de aynı. “İnsanlara dura dura okuyasın diye”. Ne yapacak? Dura dura okumak ne demek Allah aşkına. Yani dura dura okumak ne demek? Sisteme uymuyor. Ondan sonra bir de 41.sureye bakın. 478.sayfa. Burada 3.ayerinde diyor ki; “kitâbun: bu bir kitaptır”,”fussilet ayâtuhu: ayetleri ayrılmıştır”. Şimdi “faraknâhu” ile “fussilet” arasında bir faek var mı mana olarak? Mana aynı, sadece kalıp farkı var. Kelimenin farkı var ama manası aynı. “Kitâbun fussilet ayâtuhu: bu bir kitaptır ki ayetleri bölüm bölüm/gurup gurup ayrılmıştır”, ne olarak? “kur’ânen: kur’ân olarak” yani “faraknâhu kur’ânen” ile “fussilet kur’ânen” aynı şey. “Arbiyyen: arapça”. Yani buradaki ayrımları, kümeleşmeyi ancak Arapça esasını kullanarak yapabilirsiniz. Kimin için bunu yaptık? Herkes anlayabilir mi? “Li kavmen yâ’lemun: bilenler topluluğu için”. Peki meale ne vermişler? Diyor ki AllahTeala; bu bir kitaptır ki ayetleri Arapça kur’anlar halinde açıklanmıştır. Arapça ayet kümeleri şeklinde açıklanmıştır. Bilenler topluluğu için. Onu kümeleştirmek için de Arapça’dan tararlanarak oluşturabilirsiniz diyor. Peki manasına ne diyor? Diyor ki; “öz Arapça bir kur’ân olmak üzere ayetleri ayırt edilmiş bir kitaptır”. Ne anladınız? “Öz Arapça bir kur’ân olarak”. Bak burada hiç ayet kelimesi geçmiyor, dikkat ediyormusunuz? “Öz arapça bir kur’an olarak ayetleri ayırt edilmiş bir kitaptır. Ne oldu? Ne anladınız? Öyle anlaşılıyor ki inşallah zamanla ortaya çıkar. Tarihçilerimiz bunları da ortaya çıkarırlar. Ömer(ra)’dan sonra bu yöntem terkedilmiş, zaten ondan sonra da İslam alemine olanlar olmuştur. Bu yöntemi terkettiğiniz zaman problem çözemek hale geliyorsunuz. İşte bu yöntemin terk eden hilal ile ilgili kısmı var. Ona hazırlık olsun diye şey yaptım. 10.surenin 5.ayetini lütfen açalım. Burada Allah şöyle diyor. 209.sayfa. “Huvellezi cealeş şemse dıyâen: güneşi bir ziya”. Ziya yani bir ışık kümesi. Bizim güneşin kendisini görmemiz mümkün değil. Biz, ondan gelen ışıkları görürüz. “Vel kamere nûren: ayı da ışık yapan O’dur”. Bizim ayı görme şansımız yok. Bizim gördüğümüz, aydan bize yansıyan ışıktır. Güneşi görme şansımız da yoktur. Güneşteki o ışık kümesidir. Ziya ve nuruun farkı, birisi ışığın kaynağı diğeri de ışığın yansıdığı aydınlığıdır. Yani ay, ışığın kaynağı değil. Zaten ay, ışığın kaynağı olsa güneş gibi onu her şekilde görürüz. Ama güneş, ışığın kaynağı. Bir çok ayette bunu zaten söylüyor. “Ve kadderahu menâzile: ona menziller oluşturmuştur”. Menazil, iniş yeri ve zamanları ki geliş açısı tercüme etmek uygun olur. Yani güneş ışınlarının bir geliş açısı vardır bir de ayın ışığının geliş açısı vardır. O da mesela ay, mesela şunu ay kabul edin. Şu güneş olsun, şu da dünya olsun. Şimdi güneş burada ayın bu tarafını aydınlatıyor. Aydınlanan taraf dünyadan gözükmüyor. Dünyadan gözükmediği için aydınlanan taraf, biz o zaman ayı göremiyoruz. Buna kavuşum deniyor. Ne demek? Yani üçü: dünya, ay ve güneş aynı hizaya gelmiş oluyorlar. Bu hiza değiştiği zaman, birazcık şöyle olduğu zaman buradaki aydınlık, dünyadan hafifçe gözükmeye başlıyor. O zaman onu yani şöyle bir kenarından yansıyan kısmını gördüğünüz için hilal şeklinde görüyorsunuz. İşte ondan sonra menazil dediği işte o. Yani dünya ile yaptığı açı. Güneş, dünya ve ayın açısının durumuna göre ayı görüyorsunuz. Mesela bir gün oluyor ki ay, dünya burada kalıyor. Dünya burada, güneş burada. Dünya güneşle araya girse zaten tutulma olur. Tutulma değil. Dünya burada, güneş burada. Güneş, ayın aydınlattığı tarafın tamamını biz dünyadan gördüğümüz zaman biz ona dolunay diyoruz. Yarısını gördüğümüz zaman yarımay diyoruz. İşte son kısmını görürsek eski hilal diyoruz falan. İşte bu menazilne göre. Allah, böyle bir menazil belirlemiş. Ne demek menazil? Ay ışığının dünyaya geliş açısı. Peki bunu niye belirlemiş? Onu söylüyor, diyor ki; “li ta’lemu adedes sinine vel hisâb: böylece yılların sayısını bilesiniz” çünkü bu gökteki hilal, bir takvim gibi olur. İşte bir ay oldu dersiniz. Eğer bu açılar falan olmazsa ayı hiç görmeseniz hesap yapabilecek hiç bir kriteriniz olmaz. O tabi bu ay ile ilgili. Bir de güneşten gelen şey var, onu anlatmayacağım. Çünkü o çok zaman alır. Güneş ışınlarının da geliş açısı var. O, çok daha ayrıntılı bilgi veriyor bütün zamanlarla ilgili olarak. Hatta matematik, coğrafya ile ilgili olarak. Son derece ayrıntı veriyor diğer ayetlerle birleştirdiğimiz zaman. Şimdi burada konumuz ile alakalı kısmını sadece anlatıyorum. Diyor ki; ayın ışınlarının dünyaya bir geliş açısını ölçülendirmişizdir. Yani öyle tesadüfi geliş açısı yoktur. Belli zaman dilimlerinde belli geliş açıları vardır. Bunu niye ölçülendirdik? “Li ta’lemu adedes sinine: yılların sayısını bilesiniz” çünkü C. Hakkın Tevbe 36’da belirlediği yıl sayısı kameri aya göredir. Kameri aya göreki yıl son derece önemlidir. Çünkü dikkat edin biz şu anda uzun günlerde oruç tutuyoruz ama güney yarım kürede olan müslümanlar kısa günlerde tutuyorlar şu anda. Bizim kısa günlerde tuttuğumuz zaman da onlar uzun günlerde tutuyorlar. Dolayısıyla ne oluyor? 33 yıl gibi bir süre içesinde yani bir insanın ortalama yaşadığı bir süre içerisind tüç insanöatın oruç tutma dakikaları aynı oluyor. Dünyanın neresinde yaşıyorsa yaşasın. Ve birisi sıcakta tutyor, öbürü soğukta tutuyor. Sıcak-soğuk tüm mevsimleri dolaşıyor. Ve mevsimlerin tamamında orucumuzu tutmuş oluyoruz. İşte diyor ki; hesabı bilesiniz diye. Bakın burada hesabı bilesiniz diye ben, ayı böyle ölçülendirdim diyor. İçinizde astronom okumuş olan varsa bunun böyle olduğunu zaten bilir. Peki bunu kimin için açıklamış Allah? Diyor ki; “yufassilul âyâti: Allah, bu ayetleri ayrıntılandırır”. Kime? “Li kavmin ya’lemun: bilenler topluluğuna”. Bilen bir kişi değil. Tek bir kişinin başaracağı bir iş değildir. Bir ekip çalışması ile. İşte bugünkü sadece ayı öğrenmeniz yetmez. Çünkü burada ondan bahsetmiyor. Güneşin geliş açılarından da bahsetti. Güneşin geliş açıları: ondan da bahsetmek zorundayım. Kısaca bahsedeyim. Allah, ona öyle bir yapı ortaya koymuş ki. Güneş ışınlarının geliş açısı. Menazil, burada geçiyor işte. Başka ayette daha geçiyor. Güneşin geliş açıları, sabahtan akşama kadar değişir biliyorsunuz. Sabahleyin işte güneş doğduğu zaman, tam doğarken sıfır derecelik açı yapar. Ondan sonra yükselir yükselir tam tepe noktasına geldiği zaman en büyük açıyı yapar. Günün en büyük açısını yapar. Sonra alçalır gider. Peki bu açının büyüklüğü ne kadar? Mesela tepe noktasındayken İstanbul’da, İstanbul kaç derece enlem? 41 değil mi? 41 derece enlem. İstanbul’da bu güneş, 21 Mart’ta 49 derecelik bir açı yapar yer ile. 49 derecelik açı. İşte ayetteki menazil odur. Fakat güneşin açısını hesap etmek kolay değildir. Ondan dolayı başka ayetlerde C. Hakk bunu gölge açısına bağlamştır. Güneşin yer ile yaptığı en büyük açı 90 derecedir. Gölge açısı o güneşin açısını 90’a tamamlar. Şimdi güneş 21 Mart’ta İstanbul’a 49 derecelik açı yaştığına göre gölge açısı kaç eder. İstanbul’un enlemi ne? 41. Bakın C. Hakk niye şeye bağlamış. Eğer güneşin açılarına bağlansaydı İstanbul’un enlemi 49 olması lazım. Güneş geliş açılarına. Eğer güneşin geliş açısına bağlansaydı 21 Mart’ta kuzey kutup noktasına ve güney kutup noktasına güneşin geliş açısı sıfırdır. Oraların sıfır derece enlem olması gerekir. Eğer güneşin geliş açısına bağlansaydı 21 Mart’ta ekvatora geliş açısı tam 90’dır. Çünkü gölgeler sıfırlanır. Ekvator 90 derece, kutup noktası sıfır derece olmalıydı. Şu anda kutup noktasının enlemi kaç? 90 değil mi? Niye 90 biliyormusunuz? Çünkü 21 Mart’ta gölge açısı 90’a çıkar. Güneşin geliş açısı sıfıra iner. Bunu sadec kur’an söylüyor. Bugünkü astronominin bundan hiç haberi bile yok. Birileri yapmışlar diyorlar. Koymuşlar yapıyoruz. Ama ben şundan eminim ki mutlaka Kur’an’ı Kerimden önceki ilahi kitaplardan çıkarılmıştır bu. Biraz aşağı doğru gidilirse. Peki 21 Mart’ta ekvatorda gölge sıfırlanıyor. Ekvator kaç derece enlem? Sıfır. Niye? Çünkü gölge sıfır. İşte şimdi peki İstanbul’u ele alalım. İstanbul, 21 Mart’ta gölge açısı 41 derece. Peki 21 Haziran’da gölge açısı nedir onun? 41-23.5. 41’den 23.5’u çıkarırsanız kaç eder? 17.5 mu? 18,5 mu neyse şimdi hesabı yanlış yapmayayım da. İşte 21 Haziran’da gölge boyu o olur. 21 Mart’tan 21 Haziran’a kadar o güneş tam tepedeyken gölge boyları sürekli değişir. Peki ne yapar? Sürekli kısalır. 21 Haziran’dan 23 Eylül’e kadar sürekli uzar. 23 Eylü’den 21 Aralığa kadar sürekli uzar. Ve 21 Aralık’ta İstanbul’da gölge boyu 41+23.5’tur. Bu da neyi gösteriyor? Gölge boyuna bakarak dünyanın eğimini hesap edersiniz. 23 dakika 27 derelik eğim. Bunu bir yerden öğrenmenize lüzum yok. Alim olmanıza da gerek yok. Gölge açısı ile bunu hesap edersiniz. Bu, gölgenin hergünkü değişimi, sizin yılın hangi gününde olduğunuzu hem kameri ay itibarı ile hem güneş yılı itibarıyla bulmanızı sağladığı gibi dünyanın hangi enleminde olduğunuzu da bulmanızı sağlar. İşte bu ayet, ilgili diğer ayetler tabi bunu anlatıyor. Allah, bize burada şunu söylüyor: bir, güneşin geliş açısı. İki, yere bıraktığı gölge. Çünkü geliş açısını hesab etmek gerçekten kolay değil. Gölgeyi hesab ettiniz mi o 90’dan çıkarırsınız hemen ortaya çıkar. Gölgeyi kolayca hesab edersiniz her yerde. Onun için hesaplar gölgeye göre ama güneş tepeden geçerken ki gölge değil. Ona fey’i zeval denir bizim kitaplatımızda. Zeval gölgesi. Yani güneşin batıya kayma noktasındaki gölge. Astronomide de meridyenden geçerkekki gölge deniyor. Gölgeleri pek kullanmıyorlar da. Şimdi ayın hesabını yapabilmek için ikisini de bilmek gerekiyor. Neyi? Bir, o gün aya gelen ışınların bizimle yaptığı menazil ile güneş ışınlarının o günkü menazil. Yani hangi enlemde, hangi açıda bulunuyor. O hangi açıda bulunuyor. Bütün bunları topladığınız zaman kameri ay hesabını yapıyorsunuz. O hesabı yaptığınız zaman da bugün kameri ay başladı, işte bugün ayın 15’i, bugün ayın 27’si, bugün ayın sonu, işte bayram başladı falan diyorsunuz. Bak dikkat ederseniz anlatması bile o kadar kolay değil yani. Matematik zor bir bilimdir biliyorsunuz. Hele iş astronomiye geldiği zaman biraz daha zorlaşıyor. Bu hesabı yapacaksınız ve bu hesap ile neyi bulacaksınız? Yılların sayısını ve hesabı bulacaksınız. Ayet öyle diyor. Yani menazil. Güneşin ışınlarının gelişi, ayın ışığının gelişi, güneşin pozisonu, ayın pozisonu, dünyanın pozisyonu, bu arada meydana gelen yansıyan ışığın büyüklüğü ve ilk ışığın yansıma zamanı. Bütün bunları birleştirdiğiniz zaman hesabı bulacaksınız. Şimdi bir başka ayette de diyor ki Allah; “eş şemsu vel kameri bi husbân: güneş ve ay bir hesaba göre hareket eder”(RAHMAN 5). Kendi kendine değildir. Bunların hareketleri bir hesaba göredir. Ondan sonra gene bir başka ayette C. Hakk Yasin suresinde diyor ki; “vel kamere kaddernâhu menazile: ayı da menzil menzil ölçülendirdik”. Menzil menzil yani ayın her gün değişen dünyaya yansıyan açıları vardır. Her gün açı değişikliği yaşanır, onu ölçülendirdik diyor. “Hatta âdekel urcûnil kadim”(YASİN 39) o ölçülendirme değişir değişir değişir en son şeye gelir. Kuru hurma salkımı sapına döner. Şimdi kuru hurma salkımı: hurmalar, ağacın üzerinde salkımın ucunda böyle bir tanesi bir çuvala sığacak kadar hurma oluşturabilir. Onun saşı vardır. O sapı da kuruduğu zaman böyle hilal gibi gözükür. Kuru hurma salkımı sapına döner diyor. Ondan sonra da artık gözükmez. Şimdi bütün bunları hesap edebilmek için ne gerekiyor? Bu ayette “kavmin ya’lemun” diyor. Yunus suresi 5.ayette, ben bu ölçüleri koydum ama bu ölçüleri herkes bulamaz. Bunu bilenler topluluğu olacak ki bulsun. Ayın hesabını, matematik coğrafyayı, enlemi, boylamı, şunu, bunu tespit etsin. Efendim takvim şöyle olur, sabah namazı böyle olur, falan, filan. Dediğim gibi biz bunu çok uzun yıllar yaptığımız çalışmalar sonucu ancak bu ayetleri yorumlayabildik ve Allah’a hamdolsun bu sene, bir kaç senedir uyguladığımız takvimin doğruluğu bu sene yapılan sayısız gözlemlerle iyice kanıtlanmış oldu. Ve kutup bölgesinde de iyice kanıtlandı C.Hakka çok şükür. Peki şimdi Resulullah(sav) zamanında Mekke’de, Medine’de bu hesabın yapıldığına dair bilginiz var mı? Bu çok zor bir hesap, kolay bir hesap değil. Bu hesap sadece bilenler topluluğu, bilenler topluluğu sizde yoksa Allah illa gidin bir yerden bir adamlar bulun getirin şu hesabı yapın diye zorlar mı insanı? Ne diyor C. Hakk Hac suresinin son ayetinde? “Ve mâ ceale aleykum fid dini min harac: Allah size bu dinde hiç bir zorluk yüklememiştir”. O zaman “lâ yukellifullâhu nefsen illa vus’âha” Bakara’nın son ayeti. Hiç kimseye, Allah, gücünün üstünde bir yük yüklememiştir. O zaman ne yapılması lazım? Resulullah(sav), ashabına diyor ki; biz ümmi bir topluluğuz diyor. Ümmi: anamızdan doğduğumuz günden beri bu konuda bir şey öğrenmedik. Yani ne ayın ışınlarının dünyaya geliş açılarını biliyoruz, ne güneşin geliş açılarını biliyoruz, ne de bu konuda bir ilim adamları heyetimiz var. Bizim herkesin tek tek bilmesi gerekmez. Çünkü “kavmun ya’lemun diyor. Bilenler topluluğu olacak. Bu yok bizde. Yoksa ne yapacaksın? “İnna ummetun ummiyye” diyor Resulullah. Biz ümmi bir toplumuz. “La nenktubu: yazı yazmaz”,”ve nahsub: hesap yapamayız”. Bak hesap diyor. Bu hesabı yapamıyoruz diyor. Peki o zaman ne yapacaksın? Sadece yapabileceğinden sorumlusun. “Sûmû ruyetihi ve aftiru ruyetihi” diyor. Yapacağınız başka bir şey yok. Bakın diyor, hilali görürseniz oruca başlayın, görürseniz orucunuzu bırakın. Eğer hava bulutlu olur göremezsen o zaman 30’a tamamla. Yapacağın başka bir şey yok. Şimdi peki Resulullah bu sözünü söylerken bu ayetlere aykırı mı konuşmuş? Öyle bir heyeti olmadığı için mecburen öyle söylüyor. Ve gerekçesini söylemiş: biz, bu konuyu bilmiyoruz demiş. Peki şimdi aynı şeyi biraz sonra zekat ve fitre konusunda da göreceğiz. Ömer(ra)’dan sonra benim anladığım kadarıyla, çok kesin olmamakla birlikte. Bilgilerim onu gösteriyor. Ömer(ra)’dan sonra Kur’an’ı anlama yöntemi terkedilmiş. Eğer Ömer(ra) zamanında bu hesabı yapan kişiler olsaydı, O, kesinlikle hesabı yaptırır ve ay takvimini çıkarttırırdı. Yöntem terkedildiği için artık bu ayetlerden hiç bir şey anlaşılmaz olmuş ve herkes indi vetvalar vermiş. İnşallah şûrâ konusunda da çalışma yapacağız yani şûrâ kaybolmuş. Şûrâ dediğimiz, bilmeyenlerle oturup da meşveret etmek değil. Ayetleri bilenlerle oturup, bilenler topluluğunu oluşturup, ilgili ayetleri: Allah’ın indirdiği ayetler ile yarattığı ayetleri beraber okuyup bir sonuca varmak demek. Şûrâ o. Yoksa bilmeyen adamlara soru sormak falan değil yani. Referandum yaptık, kamuoyu yoklaması yaptık, yüze 98’i geçti. Bu bir kandırmacadır. Kim reklamı daha iyi yaparsa o kazanır. O şûra değil yani. Mesela genellikle diktatörler yüzde 99 ile de kazanırlar. Resulullah(sav)’in o söylediği sözün kur’an dayanağı yok. Derslerimizde, çok iyi biliyorsunuz ki Resulullah sanki o söyledikleri sözleri ayrı bir vahiy olarak almıştır. Bunu niye söylüyorlar. Çünkü kur’ansız sünneti okudukları zaman bir şeyi anlayamıyorlar. Bunu nereden çıkarttı, bir yere dayandıramıyorlar. Dayandıramayınca: “hadisi atalım”, atamıyorlar. “Alalım”, nereye koyacağız. Koyacak yer bulamıyorlar. O zaman diyorlar k; bu, Resulullah’a gelen ikinci bir vahiydir. Peki Cebrail mi getirmiş? Yok, direk Allah tarafından onun gönlüne gelmiş. Allah madem O’nun gönlüne vahyediyordu da Cebrail’i neden araya kattı ki. Cebrail demeyecek mi ben ne yapayım? Gerçekten böyle acayip bir şey. Yani bizim, ilim diye bugün ünivertelerde okutulan, bize okutulan, bize okutulmuş olan yıllarca. Hani biz kendimizi hoca zannederek İstanbul Müftülüğü’nd fetvaya geçtiğimiz zaman bildiklerimizin hiç bir şey olmadığını yıllar sonra öğrendik yani. İlim diye okutuluyor, hiç bir şey yok ortada. Bir çözüm üretemiyorsunuz. İşte bu ortamlarda yetişmiş olan bizim ilim adamı dediğimiz kişiler yani dini bilen kişiler ama bu din, kur’andaki, sünnetteki din değil o geleneksel oluşmuş din. İndirilmiş din değil, oluşturulmuş dini bilen kişiler, sistemi kavrayamadıkları için ne diyorlar; Hilali gözetleyeceksin. E peki hilali gözetleyeceksin de kardeşim yani şurada gözüken hilal burada gözükmez ki. Hesap evrensel olur. Yani bana göre bugün ayın 26’sı, sana göre 25’i, öbürüne göre 24’ü..böyle bir hesap olur mu? Zorynluluk olursa, başka çareniz yoksa ona kimse bir şey demez. Şimdi bunların hiç birisi düşünülmediği için bugün olmuş halâ hesabı yapan yok. Ben, şeyi çok iyi hatırlıyorum. Türkiye’de 1977’de hilal konferansı olmuştu. Ben, o zaman İstanbul müftü yardımcısıydım. Ev sahibi sıfatıyla biz o konferansa katıldık. Bir ilim adamı sıfatıyla değil. O gelenlere yardımcı olmak, işte gelen ilim adamlarına tercümanlık yapmak falan filan. Ev sahibi sıfatıyla bulunduk. Dolayısıyla neler olup neler bittiğini de biliyoruz. O zaman hesabı esas alınması kararı alındı ama bunun bir gerekçesi oluşturulamadı. Çünkü bu ayetleri hiç birisi bilmiyordu zaten. Nedir? Dünyada oluşmuş genel hava, batının baskısı şu bu. Namaz vakitlerinde de olduğu gibi tesadüfen doğru karar alındı. Bilerek alınmadı o karar. Tesadüfen doğru karar alındı. Bakın o günkü yayınlana gerekçeye bakın, bunların hiç birini göremeyeceksiniz. 1977’de yayınlanan yazılara bakın, gereklere bakın, bu gün size anlattıklarım yok orada. Çünkü böyle bir şey bilinmiyordu. Gelen oylamanın en önde olanları ile biz tabi müftü yardımcısı olduğumuz için ilgileniyorduk. Şimdi böyle bir mantık yoktu. Şimdi tesadüfen olduğu için Türkiye ve o toplantıya katılanlar, insanları tatmin edecek bir gerekçe ortaya koyamadıkları için bu dağınıklık hala devam ediyor. Mesela Mekke’de bazı ilim adamları ile bu konuda yaptığımız tartışmaları hatırlıyorum, mesela bana böyle acıyarak bakanlar vardı o sıra. Yani Resulullah böyle diyor, hesap olur mu kardeşim falan filan diye. Ama ben de bunları bilmiyordum ki izah edeyim. O sıra bu ayetleri bilmiyorum. Ben sadece kararı savunuyordum ama beceremiyordum savunmasını. Arkası boş çünkü. Dolayısıyla bugün yapılması gereken, hesaptır. Bunun çok güzl bir gerekçesinin ortaya konması gerekiyor. Araplar’a da bunu söylememiz lazım. Bunlar iyice ortaya konmadan da insanlar tatmin olamıyorlar. Ve bu sebeple de aynı günde oruca başlama ve aynı günde orucu bitirme işi herhalde bir kaç sene daha geçekleşemeyecek gibi gözüküyor. İnşallah burada yapılan çalışmalar güzel bir şekilde yazıya dökülebilir de tüm islam alemine duyurulursa. Biliyorsunuz bizim buradaki çalışmaları herkes ayakta bekliyor, aman bir şey..mesela Diyanet İşleri Başkanlığı ne kadar büyük bir aklı selimi kullanarak bizim çalışmalarımıza yaklaştığını hepiniz biliyorsunuz! Öbürlerinin de aynı aklı selim ile yaklaşacağında şüphe yoktur zaten de en azından biz, bu gerekçeleri şey yapalım. Evet şimdi yani pazartesi günü ramazan bayramıdır. Herhangi bir şüpheye gerek yok. İşte az önce okudum. Daha bir çok ayerlerde var. Allah’ın koyduğu o ölçüleri bugün okuyacak ve kameri ay başlarını hesap edecek, kameri günleri hesap edecek uzmanlar var. Onların çalışmalarını da ben şahsen kendim yani 1977’den bu güne her ramazanda mutlaka takip etmişimdir ve hepside de doğru çıkmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın uygulaması doğru. Bir de bunu Yemen uyguluyor ki ne idi Yemen’deki kişinin adı? Parlementer? Buraya gelmişti ya. O zat, geçende mektup da göndermişti. Sana verdim. Yemen’de bir parlamenter var şu anda. Bu konuları gayet iyi bilen bir kişi. Buraya gelmişti. İki üç gün önce de oğlu gelmişti. Onun gayreti ile Yemen de bunu uyguluyor. Hesabı. Başka daha herhalde Tunus uyguluyor. İnşallah bundan sonra herkes yavaş yavaş bu meseleyi anlamaya başlar.
Şimdi gelelim zekat meselesine. Kur’an’ı Kerime bütüncül yaklaşma, ayetler kümesi ve bilenler topluluğu kavramı Ömer(ra)’dan sonra tamamen unutulmuş. Okumuş olanlarınız lütfen dikkat etsinler, Halife Ömer, istişare edeceği kişilerin Medine’den çıkmasını yasaklamıştı. Yani yeni bir olay geldiği zaman hepsini topluyor, herkes bildiği ayetleri yani bizim bu Süleymaniye Vakfı’nda yaptığımız gibi her hangi bir şeyde toplaşıyoruz. Herkes bildiği ayetleri söylüyor ve bir sonuca varılıyor. “Ve emruhum şûrâ beynehum”(ŞÛRÂ 38) ayetine uygun olarak. İşleri, aralsrındaki şûra iledir. Ama Osman(ra) halife olduğu zaman onların her birini bir göreve göndermiş, meşveret meclisi dağılmış. Dolayısıyla artık ondan sonra zaten dikkat ederseniz problemler bitmez tükenmez bir hal almıştır. O gün bu gün müslümanlar, artık problem çözme yeteneklerini kaybetmişlerdir. İşte bu, zekata da yansıyor. Şimdi bakıyorsunuz ki çıkıyor birileri, şu ayeti okuyor: Bakara suresinin 219.ayetini. “Ve yes’eluneke mâzâ yunfikûn kulil afve: size neyi harcayacaklarını soruyorlar. De ki; artanı”,”kezalike yubeyyinellâhu lekumul âyâti leallekum tetefekkerûn: işte Allah, ayetlerini size bu şekilde açıklar. Belki tefekkür edersiniz”. Tefekkür ne demek? Fikir, düşünme. Sadece bu ayeti düşündüğün zaman tefekkür olmaz. Bunun bağlantılı ayetlerini falan hepsini birden düşünecksin. Şimdi diyor ki; artanın tamamını vereceksin. E peki verdik. Aldın maaşını, maaşım ne kadar? 1500 lira. 1000 lira bana yeter. 500’ünü vereceksin. Ondan sonra? Yani kur’an bir tek bu ayetten mi ibaret? Kur’an kavramı yok ki. Kur’an yok. Bak şimdi buradan okuduk. Az önce ben, zaman almasın diye Yunus suresi 5. ayetin mealini okumadım. Okuyun bakalım anlattıklatımla hiç bir bağlantı kurabilecekmisiniz. Çünkü tek tek aldığın zaman hiç bir şey anlayamazsın. Şimdi burada AllahTeala mesela şöyle söylüyor bir ayette. Enam suresinin 141.ayetinde; “huvellezi enşee cennatin ma’rûşâtin ve gayra ma’rûşât” üstü kapatan, çardaklı diyoruz değil mi ona? Çardaklı bahçeler ve çardaksız bahçeler oluşturmuştur”,”ven nahle vez zer’a: hurmalıklar, ekin”,”,muhtelifen ukuluhu: değişik, yemesi farklı olan”,”vez zeytune ver rummân; zeytin, nar”,”müteşâbihen gayra muteşâbih: bunlar, birbirine benzeyen benzemeyen şekillerde” bunları oluşturan AllahTeala’dır. “Kulû min semerihi: bunun ürününden yiyin”,”izâ esmere: ürün verdiği zaman ürününden yeyin”,”ve âtû hakkahu: hakkını da verin”,”yevme hasâdihi” o hasat gününde hakkını da verin. Hakkı. Tamamı mı acaba? “Ve lâ tusrifû: ama aşırıya gitmeyin”. Hakkını verken de israf etmeyeceksin. Yani fakire yardım yaparken de aşırıya gitmeyeceksin. Bu ne demek? Yani yerken israfı anladık da fukaraya verirken de israf etmeyeceksin demiş oluyor. “İnnehu lâ yuhibbul musrifin: Allah, israf edenleri sevmez”.
Şimdi mesrla İsra suresinin 29 ve 30.ayetini açın, verirken israfın ne demek olduğunu Allah orada anlatıyor. Bak diyor ki; “ve la tec’al yedeke maglûleten ilâ unukık: elini boynuna bağlı yapma”. Şimdi böyle yaptığın zaman el cebe gitmez değil mi? Biz ne deriz? Cebinde yılan olmasın deriz değil mi? Akrep, akrep. Cebinde akrep olmasın falan. Yani başka terimler de vardır. İlla da boyun değil yani. Bir yerde öyle kullanılır, bir yerde başka bir şekilde kullanılır. Yani cimrilik yapma demektir. Peki bunu yapmayacaksın ama “ve lâ tebsuthâ kullel basti: büsbütün de açma”. Büsbütün açmak ne olur? İsraf olur değil mi? Sadece kendimize harcamada israf değil. İyilik yaparken de israf etmeyeceğiz. “Ve lâ tebsuthâ kullel bastı”. Şimdi ne diyor; artanın hepsini vereceksin dendiği zaman ne olur? “Tebsuthâ kullel bastı”. Niye? O gün aç kalırsın demiyor ayet. Diyor ki; “fe tak’ude melûmen mahsûrâ” şimdi oturur, başlarsın kendini ayıplamaya ve çevren kuşatılmış gibi kalırsın. Yada hasret içerisinde kalırsın. Ahh, keşke yaa şunu yapmasaydım der durursun. Bir işe yaramaz ki. Ne yaparsın? Kendi kendini tüketmiş olursun. Diyor ki Allah; “inne rabbekr yebsutur rızka li men yeşau: Allah, tercih ettiği kişiye yada gereken doğru tercihte bulunan kişiye rızkı yayar”,”ve yakdir: ve ölçü de koyyar”. “İnnehu kâne bi ibâdihi habiren basirâ: Allah, kullarının durumundan haberdardır ve her şeyi görür”(İSRA 30).
Ondan sonra yukarıda diyor ki Mearic suresinde 24-25. “Vellezine fi emvâlihim hakkun ma’lum: mallarında malum bir hak vardır”. Malum, demek ki belli bir tarafı var bu işin. “Lis sâili vel mahrûm: isteyene vereceksin, mahrum kalana da vereceksin”. Bazıları vardır ki durumunu size söyleyebilir, bazıları da söyleyemez, ikisine vereceksin. Mallarınızda onların da hakkı vardır diyor. Şimdi C. Hakk bir de ölçü koymuş. Yani hepsini birleştirdiğiniz zaman, malum dediğine göre bir şey olması lazım. Diyor ki En’am suresinin 160. ayetinde. 6.sure; “men câe bil haseneti fe lehu aşru emsâliha: kim bir iyilik yapar gelirse on katını alır” diyor. Bire on. O zaman bir lira veren kişi kaç liralık sevap alır? O zaman on lira vermiş gibi olur. Öyleyse artanın tamamını vermiş gibi olur. Yani bir lira verdin mi on lira vermiş gibi oluyorsun. Peki. “Ve men ce bis seyyieti fe lâ yucz illa mislehâ: ama kötülük yapan, yaptığının dengini alır, haksızlığa da uğratılmazlar”. Şimdi bütün bu ayetleri topladığımız zaman önce şunu görürüz: demek ki bir insan, bir verdiği zaman on katı olduğuna göre dokuzu kendisine kalıyor, birini fakir fukaraya veriyor. Birini fakir fukaraya verip dokuzunu kendisinde tuttuğu zaman bu kişi israf da etmemiş oluyor, elini sıkı tutmuş da olmuyor gözüküyor. Bunu Resulullah(sav)’in uygulamasında, gerçi ehli kitapta da öyle. Biliyorsunuz namaz ve zekat, bütün enbiyada vardır. Sadece bizde değil tamamında. Yeryüzündeki bütün insanlarda vardır. Mekke’de de vardı Resulullah elçi olmadan vardı, olması lazımç çünkü orası da İbrahim(as)’ın dinine mensup insanlardan oluşuyor. Sadece bazı şeyleri bozmuşlardı. Ondan dolayı AllahTeala, Hac suresinin 78. ayetinde ne diyor? “Millete ebikûm İbrâhim: babanız İbrahim’in dinine uyun” diyor. Öbürlerine ne diyor? Tevratı uygulayın diyor. Öbürüsüne tevratı, incili uygulayın diyor değil mi? Kaynak gösteriyor. Peki Beyyine suresinde de AllahTeala, bütün nebilere verilen emirden bahsediyor. 81.sureydi galiba. “Ve ma umiru illa li ya’budullah: onlara verilen emir sadece şu idi: Allah’a kulluk edin”,”muhlisine lehud din”,muhlis, samimi olarak yani katıksız hale gererek dini Allah’a has kılarak. Yani Araya kendi görüşlerini katmayacaksınız. İşte Ömer(ra)’dan sonra insanlar, kendi görüşünü Allah’ın dini olarak ortaya koydukları için müslmanlar bu günkü hale geldiler. Kendi görüşün olmaz. Katıksız, dini Allah’a has kılacaksınız. Bir şey söylüyorsan delilini gerireceksin. Kaçıncı sureydi? 98. Ben 81 diye yanlış söylemişim 98’e 5. “Ve mâ umirû illâ li ya’budullhe muhlisıne lehud dine hunefâe: hanifler olarak” yani sağa sola kaymadan, dosdoğru bu dine uyun. Onlara verilen emir sadece buydu. “Ve yukimûs salât: ve namazı tam kılmaları” bütün nebilere verilen emir. Başka, “ve yu’tuz zekâte: ve zekatı vermeleri”. Hepsinde aynı. Onun için mesela bu ölçüler, Resulullah’ın yaşadığı toplumda vardı. Resulullah, bu ekibi kurmada kendisi de problem çözmüyordu. Tek başına çözmüyordu problemi. Niye? Çünkü Allah, Ona bu emri vermişti. Neydi o emir? “Ve şâvirhum fil emr”(ALİ İMRAN 159) bu konuda onlarla istişarede bulun emrini Allah vermişti. Yani onların aklı başında olanlarını topla, yeni bir problemin çözümü onlarla. O şekilde Resulullah örnek oldu. O örnek Ömer(ra)’ın halifliğinin sonuna kadar tatbik edildi. Dikkat edin, orada bitmiştir her şey. Orada onun ölümüyle her şey bitmiştir. Onun şehidliği ile. Sistem çökertilmiş ondan sonra. O hangi ayetti “ve şâvirhum fil emr”? Hatırınızda mı? Evet şimdi. Enbiya 21.sure. Enbiya 73.ayeti Enes Hoca gösteriyor. “Ve cealnahum ” yok yok bu başka bir konu. Az önceki şey ile ilgili değil, değil mi? Yani “şâvirhum fil emr” ayeti değil. Ama onun bir uygulamasını gösteren ayet. “Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ” diyor. Onları ümmetler yaptık. Ümmet, en az üç kişiden oluşuyor değil mi? Yani küçük küçük tıpluluklar. Önderler diyebilriz bugünkü şeyde. “Bizim emrimiz ile doğrulatı buluyorlardı”. “ve evhaynâ ileyhim fı’lel hayrât: hayırlı işleri onların içine fısıldadık”. Yada vahyettik, onlara emretik. Yani başta orada enbiya var burada anlatılan. İbrahim(as) ile mi ilgili bu? Enbiya suresi zaten doğry. “Ve ikâmes salâti ve îtâez zekâh”: onların her birine de bütün nebilere namazı tam kılmak. “Es salat: bu namazı”,”ez zekat: bu zekatı” değişmiyor yani. Ney ise o. Vermeleri emredilmiştir. “Ve kânû len âbidîn: ve bize ibadet ediyorlardı”. Hepsinde namaz ve zekat olduğunun delili olarak şey yaptın.
Zekat nisâbı olarak Resulullah(sav)’dan gelen bir hadis var. Mesela bu da diyor ki; 5 veskten az olan mahsulde sadaka yoktur diyor. Beştenaz olan devede sadaka yoktur. Bütün bunları söylediği zaman ne oluyor? Sen kendini çaresiz halde bırakma diyor ya ayet, bu onun uygulaması oluyor. Resulullah’ın bu söylediği şey. Beş ukiyyeden az miktar gümüşte sadaka yoktur. Beş vesk, değişik şeye geliyor. Mesela bir hesaba göre, Kufeliler’in yaptığı hesaba göre bir ton, Basralılar’ın yaptığı hesaba göre 1200kg. Yani tarım ürünlerinden bir tona kadar olan zekata tabi değil. Bir tondan artarsa zekat veriliyor. Yada bir ton 200. Yani veskin kilo karşılığı. Niye Resulullah bunu böyle yapmış. “Ve atu hakkahu” hakkının ne olduğu ortaya çıkıyor. 1’e 10, bir verdiğin zaman 10 alırsın. Bütün bunları toparladığınız zaman hemen sadece bir tane ayeti alıyorsunuz; efendim artanı verin. Biraz da koministlerin de çok hesabına geliyor. Dünyadan silinecekken hazır bizi destekleyen bir müslüman bulduk diyecekler. Acaba C. Hakk, O’na müslüman diyor mu bilmiyorum ama onları müslüman diyecek tabi. Ondan sonra buradan milletin kafasını karıştırıp duracaklar.
Peki şimdi altın ve gümüşün zakatında da 40’da 1’lik bir hesap var biliyorsunuz. Mesela burada Tevbe suresinin 34-35.ayetine baktığımız zaman sanki bunların tamamını zekat olarak vermek gerekiyormuş gibi anlaşılır. “Yâ eyyuhâllezine âmenû inne kesiran minel ahbâri ver ruhbâni le ye’kulûne emvâlen nâsi bil bâtıl”, ahbar ve ruhbanın çoğu. Ahbar, bilim adamları demek. Ruhban da din adamları yani dindar geçinen kişi demektir. “Bunların çoğu, insanların mallarını batıl yollarla yerler”. Yani bir bilim adamı çıkar bir ürün üretir çıkar der ki işte; bu, çok faydalıdır. Mesela margarin ürettiler, tereyağını attılar bir kenara ve o ilimleriyle milletin hem sağlığını aldılar hem de ceplerini boşalttılar. İşte çeşitli şeyler de yaparlar. Tıpta bu çok fazlasıyla yapılır. İnsanların mallarını haksızlıkla yerler. Peki din adamları ne yapar? Din adamı da cennet satar. Onunla milletin parasını alır. Yani birisi dünyasını mahveder öbürü dünyasını da ahiretini de mahveder. “Ve yesuddûne an sebilillâh: Allah’ın yolundan uzaklaştırırlar bunlar”. İşte ilim adamları da din adamları da Allah’ın yolundan uzaklaştırır ve insanların mallarını alırlar. “Vellezine yeknizûnez zehebe vel fıddate” altını ve gümüşü kenz edip de yani birktirip de Allah yolunda harcamayanlar. Onlara da acıklı bir azabı müjdele. Cehennemde ateşinde onların alınları ve yanları dağlanacak, sırtları dağlanacak. İşte bu sizin kendiniz için sakladığınız mallardır denecek. Bu biriktirdiğiniz şeyin tadına varın diye söylenecek. Hem alınları, hem yanları, hem sırtları dağlanarak tadına varın balalım denecek ahirette bunlara. Çünkü bunların yaptıkları gerçekten bir toplumu perişan eder. Şimdi bakın şurada biz, bir topluluğuz diyelim. Bir para aldınız. Şöyle diyelim bir para. Şuradan para çıkarayım. Şimdi şurada bir 10 lira var. Bu 10 lira yenir mi? Ağızıma atıp yiyebilirmiyim? İçemem de. Ne su ihtiyacımı karşılar ne yemek ihtiyacımı ne elbise olur bana, hiç bir şey olmaz. Hiç kimsenin hiç bir ihtiyacını karşılamaz bu fiziki yapısıyla. Ama kendi rolünü oynamaya başladığı zaman yani mal ve hizmet almaya başladığı zaman her gittiği kişinin ihtiyacını karşılar. Kimin yanına giderse onun ihtiyacını karşılar. Şimdi tabi bu 10 lira az da diyelim hadi 1000 lira deyin 10000 lira deyin ne ise. Şimdi benim şurada 35 lira param var. Benim bir yere 35 lira borcum var, elimde para yok. Mesela işte bankalara bugün borç ödeniyor. Saay kaç? İşte dört. 5’e kadar banka kapanıyor. 35 lira elime geçtiği an ne yaparım? Koşa koşa gider yatırırım. Ne demek? Para en az ona en çok ihtiyacı olanın yanında kalır. Kimin daha çok ihtiyacı varsa. Sanki ateş gibi bir an önce elinden atar. En çok senin ihtiyacın vardı? İhtiyaç paranın kendine değil ki onun göreceği işe. Onun için bir an önce o işte kullanmak lazım. Peki ben şimdi bu para ile gideceğim, diyelim bakkaldan alış veriş yapacağım. Bakkal, bu parayı hemen toptancıya verecek. Toptancı, üreticiye verecek. Üretici işçisine verecek. İşçi gidip borcunu ödeyeck falan filan, akşama kadar bakarsınız ki bu para yüzlerce kişinin işini gördü. Halbuki onun yerine bir elma alsam sadece benim karnımı doyurur ve ikinci kişiye gitmez o. Ekmek alsam sadece ben yerim, ikinci kişiye gitmez. Değil mi? Hadi birisine koparır bir parça verirsem veririm ama bu, para gibi değildir. Şimdi para, kan gibi sürekli dolaşımda olmak zorundadır. Sürekli dolaşması lazım. Kan öyle. Kan, vücutta sürekli dolaşıyor. Kanın içerisinde bağırsaklardan almış olduğu gıdalar var. Hangi hücreye uğruyorsa o hücrenin ihtiyacı olan hazır gıdayı, karaciğerin işlemiş olduğu gıdayı alıyor karaciğerden. Akciğerden de oksijeni alıyor. Gidiyor bütün hücrelerin gıda ve oksijen ihtiyaçlarını karşılıyor kan. Peki orada atık oksijeni ve atık gıdaları da alıyor. Tıpkı çöpçüler gibi çöpleri de topluyor yani. Ondan sonra o çöpleri götürüyor kendi çöp kutularına atıyor. Ondan sonra gidiyor tekrar üretilmiş malı alıyor. Sürekli dolaşıyor. Kanın kendisi de para gibi yenmez içilmez. Peki vücudun herhangi bir yerinde bir kan kaçağı olduğu zaman doktorlar bunu ağır bir hastalık sayıyorlar mı? Bir ödem dedikleri zaman, bir kan birikimi olduğu zaman ağır bir hastalık sayıyorlar mı? İşte bu parayı da birileri biriktirirse o kan birikimi gibi olur. Vücutta dolaşan kan azalır. Vücut artık ihtiyacını karşılayamamaya başlar. Elleriniz ayaklarınız uyuşur, üşümeye başlarsınız hareketsiz hale gelirsiniz. Çalışamıyorum dersiniz, istem yok, yerimden kalkamıyorum dersiniz. İşte ekonomik kriz böyle olur. Ondan dolayı bak Allah ne diyor? Sizmisiniz bunu yapan, tüm toplumu böyle yaptınız çekin bakalım cezanızı. İşte bu sizin alnına, yanına, sırtına. Çok ağır gibi gelir. Değil. Toplumun anasını ağlatır. Onun için bir toplumun bankalardan daha büyük bir düşmanı hayal edilemez. Bak dikkat ediyorsanız bu sömürücüler, bankalar ile sömürüyorlar. Savaşa ne gerek var? Niye savaş yapsın ki aptal mı? Çünkü esas tüm insanları köleleştirmiş. Bir de faiz var ki zaten, aman Allah’ım! Sadece size kısaca şunu söyleyeyim. Ben geçen sene merkez bankasının resmi hesabına, geçen sene değil yani 2013 resmi hesaplarını sene sonu itibarıyla aldım. 2013 yılında herkesin borcunu zamanında ödediğini farz edersek, hiç kimse temerrüte düşmemiş yani borcunu geciktirmemiş. Gegiktireiğiniz zaman faiz böyle acayip bir şekilde artar. Hem de yüzde 1700 faiz yazan bankayı gördüm. Yüzde 1700. Geçen senenin hesabına göre Türkiye’deki mevcut paranın üç katı faiz olarak alınmış bankalar tarafından. Bu resmi, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın resmi hesabı. Türkiye’de dolaşan para, o da hiç kimse temerrüde düşmemişse. Dünya kadar borcunu ödyemeyen insanlar var. Şimdi bu ne yapıyor? Tüm toplumu kendine köle yapıyor. Aptal mı ki gelsin savaşsın? Daha çok çalışmanı ister. Sana yeni iş sahaları açar. Nasılsa ona çalışıyorsun, başkasına değil ki. Dolayısıyla ben gerçekten şu ben müslmanım diyen insanlara hayret ediyorum. Ya sizin dininizden hiç haberiniz yok ya. Hem müslümanım dersiniz hem de öbürlerinin peşinden gidesiniz. Bırakın Allahını severseniz. Bari ikisinden birini söylemeyin. Ya müslümanım demeyin yada şu sömürücülerin arkasından gitmeyin kardeşim ya! Öyle efendim, faizin miktarını azaltacağız falan filan. Böyle azaltma mazaltma yok. Bu neye benzer biliyormusun? Adam kızını çok meth etmiş. Kızım çlk iyidir, çok güzeldir ama birazcık hamiledir. Onun birazcıkı olur mu? Kızını istemeye geliyorlar meth ediyor kızını. Çok iyidir kızım. Şöyle hamarattır ama birazcık hamiledir. Şimdi alır mı adam o kızı? Aynen onun gibi. Yok efndim faiz miktarını azaltacakmış. Şimdi bakın küçücük bir kan kaçağı vücudu ne hale sokuyor. Doktorlar bunu bilir. Ya bir yılda o kanın tamamının üç katı vücuttan alınıyorsa orada vücut diye bir şey kalır mı? Ondan sonra da efendim biz işte şöyle yaptık. Sen ne kadar gelişirsen geliş. Öbür taraft keyif ediyor. Sömürdüğüm adamları daha çok sömürebiliyorum diye. İşte şimdi onun için AllahTeala burada ağır hükümler ortaya koyuyor. Çünkü çok tehlikeli bir şeydir insanların parası ile oynamak.
Evet şimdi ticaret mallarının zekatı. Ticaret mallarının zekatı 40’da 1 bilyorsunuz. Tarım ürünlerinin zekatı 10’da 1. 10’da bir tamam, tamamı gibidir ayeti var. 40’da 1? Nereden çıktı? Ticaret malları niye 40’da 1. Şimdi ticaretle uğraşanlar şunu çok iyi bilirler: ticaret, tehlikenin en çok olduğu sahadır. Hele sanayiye girdiyseniz o büsbütün tehlikedir. Şimdi ben hem tüccar hem sanayiciyim. Ticaretin içinde doğdum şu anda da sanayicilik de yapıyorum. Arada sırada gidip, bir senedir fabrikaya gitmedim ama yapıyorum arada sırada. Gidemiyorum daha doğrusu işlerin yoğunluğundan. Dolayısıyla bu işin ne olduğunu işin içinden Allah’a hamdolsun bankalara 20 seneden fazla danışmanlık yaptığım için onu da içten biliyorum olayları. Kur’an’ı kerimde yani ayetlere bütünlük içerisinde bakma mecburiyeti var ya. Ondan dolayı şey yapıyoruz. AllahTeala kur’anda faiz ile zekatı karşılaştırır. Faiz ile zekatı karşılaştırırsa yani mesela elmalar ile armutlar birbirine benzetilir mi? O başka, o başka. Elma başka, armut başkadır. Karşılaştırma, aynı şeyler arasında yapılır değil mi? Mesela der ki C. Hakk, bir ayette. Bakara 276’da der ki; “yemhakllâhur ribâ yurbis sadakât” Allah, faiz gelirlerini daraltır, sadakaları arttırır. “Yurbi”, “riba” artma anlamına geliyor. “Yurbi” arttırır demektir. Yani o sizin gelişmek istediğiniz şey zekattadır. Faizde değil. Az önce dedim ya size; geçen sene resmi rakamlara göre Türkiye’deki mevcut paranın üç katı bankalara gitmiş. Hiç kimse temerrüde düşmemeleri şartıyla. Temerrüt hesabı ayrı. Ama zekat devreye girdiği zaman herkesin parası bir kere cebinde kalıyor, kimse almıyor. Faizi kaldır. Bir de insanlara, zenginler fakirlere sürekli imkan aktaracakları için devre dışı kalan bir tek insan olmayacak. Mesela faizin yapmış olduğu nedir? Faiz, sürekli ekonomik faaliyet yapan ögeleri ekonominin dışına iter. Sürekli dışına iter. Mesela siz, borcunuzu ödeyemezsiniz, çevrenizde görürsünüz, koskoca fabikası var adamın bakarsınız batmış. İçinde mal var, arsa var, alet var, edevat var ama onu çevirecek likid dediğimiz yani sıvı deniyor. Ona likid denmesi kan gibi yani. Onun dolaşımını sağlayacak para olmadığı için küt diye adam şey yapmış, oradaki tüm işçiler işsiz kalmış, kendisi işsiz kalmış ve ekonominin dışına atılmış. İşte bakın bir çok kimse borcunu ödeyemediği için evinden barkından oluyor. Bir de işini kaybederse artık ölümlerden ölüm beğen. Ama zekat, ekonominin dışına atılan yada atılacak durumda olan kişileri ekonomiye kazandırıyor. Adamın borcu var ise zekattan borcu ödeniyor. O zaman fabrikası çalışmaya devam ediyor. Çalışıyorsa zaten bir sene sonrs aldığı borcun on katını zekat olarak verir o. Yeter ki çalışsın. Dolayısıyla ekonominin dışında kalacak olanlar sürekli ekonomiye kazandırılırken, faiz, insanları sürekli ekonominin dışına itiyor sürekli bunalım sürekli sıkıntı. Dolayısıyla diyor ki AllahTeala; siz gelişmek istiyorsanız bunun yolu zekattır, faiz değil. Öyleyse aynı şeyler arasında olması lazım. O zaman faiz malları ne ise zekat malları da o olması gerekir. Tarım ürünlerini ayırdık: ayetlerde okuduk. Peki şimdi siz, ya şu tarlanı bana faize verirmisin denir mi? Tarla faiz ile tutulur mu? Ona kiralama derler değil mi? Faiz yok. Faiz olması için bir şeyi ona vereceksşn mesela 35 lira verdim, senden 40 lira isterim. Yani verdiğimin aynısını fazlasıyla istediğim zaman ona faiz derler. Bu da ancak ticarete konu olan şeylerde ve parada olur. Yani birisine dersin ki bana 10 kilo buğday ver 11 kilo vereyim. Bu faiz olur işte. İşte şu kalite kumaştan 100 metre ver ben sana 105 metre vereyim. O da faiz olur. Yani faiz ancak likid mal dediğimiz dolaşabilen mallarda ve standart mallarda olabilir, başkasında olmaz. İşte buna da ticaret malı deniyor. O zaman burada şöyle bir ifade kullanıyor AllahTeala; “ya eyyuhâllezine âmenû lâ te’kulur ribâ ad’afen mudâafeh: müminler, kat kat katlanan faizi yemeyin”(ALİ İMRAN 130). Kat kat katlanan faiz. Faizde kat kat katlanma özelliği var demek ki. Biz, bunu gayet iyi biliyoruz. Bugün yüzde 10, ödeyemediğin zaman işte temerrüt meselesinde yüzde 20’ye sonra yüzde 40’a. Dedim ya ben, bir bankanın yüzde 1700 temerrüt faizi tahakkuk ettirdiğini gözümle gördüm. Bizzat biliyorum. Artıyor, artıyor, artıyor. Bu, faizin özelliği. Faiz, bu yapıda bir şeydir. Şimdi burada ad’âfen mudâafeh” kelimesi bizim için önemli. Mesela burada bir şey söylüyor. “Ad’âfen mudâafeh” dedi ya. Faiz için söylüyor. Bunu zekat için de söyleyecek C. Hakk. Aynı kelime. “Ad’âfe” arapça bilenler için mesela diyor ki Rum 99’da. 30.sure 39.ayet; “ve mâ âteytum min riben li yerbuve fi emvâlin nâsi fe lâ yerbû indallâh: insanların malları içinde artsın diye faize verdiğin şeyler”. Faizli krediyi muflis bir adama verirler mi? Malı olacak ki versin. Zengine verirler. Bazı böyle..ben, neyse bir şey demiyeyim. Kendine ‘hoca’ diyen bazı kimseler çıkıyorlar, “efendim işte Resulullah zamanında faiz fakire verilirdi, onun için yasaktı”. Yaa, Allahtan kork! Bak ayet ne diyor; “insanların malı içinde artsın”. Adamın malı olacak. Geri ödemeyi garanti etmeden hangi akılsız bir adam faiz ile borç verir. Hatta bir kaç katı da fazlasını alır ki ne olur ne olmaz, rehin olur. “İnsanların mallatı içerisinde artsın diye faize verdiğiniz şey Allah katında artmaz”. Allah, o artışı kabul etmez demiş oluyor. Ama “ve mâ ateytum min zekâtin: zekât olarak verdiğiniz şeylere gelince”. Hayır, hasenat. “Turîdune vechallâhi” Allah rızasını isteyerek veriyorsun. O insanın kişiliğine dokunmuyorsun, piskolojisini bozmuyorsun hiç bir şekilde. Toplumda rolünü tam yapıyor. Boynunu eğmiyor, başı dik oluyor. Allah rızası olduğu için burada. “Fe ulâike humul mud’ifun”. Mud’ifler onlardır. “ad’âfen Mudâafeh”. Hani “Ve yurbis sadakât” ile “mud’ıfun” aynı kelime. Bak, ‘riba’ya karşı “yurbi”, “ad’âfen mudaâfeh”e karşı “mud’ıf” diyor ayetleri birleştirdiğiniz zaman. Peki “mud’ıf” ne demek. Bakın şimdi şurada arapçada “dıf” kelimrsi var, ‘iki kat’ demek oluyor. Şimdi mesela en eski arapça sözlükte “ad’âfen”: “şey’in ad’âfen ve deaftuhu mudaâfeten ve daaftu tatifen ve huve iza zâde alâ aslıhi fecealehum mislihina vekder”. Yani aslına bir ilave yapıyorsun iki kat yapıyorsun ve daha fazla. En azı iki katı yani. Tamam mı? Şimdi “ad’âfe” iki kat oluyor işte burada. Bir veriyorsunuz mudaâfe: iki. Peki “ad’âfen mudaâfeh” ne olur? En azı mudaâfe: iki. “Dı’f” o ikinin bir tanesine deniyor. Dı’feyn denir onun için şeye. “Ad’âf” da ikinin en az bir katı olmuş oluyor. İkinin en az bir katı ve daha üst katları. İkinin en alt katı kaç eder? 4 eder. O zaman zekat veren kişi, 10 lira verdiği zaman diğer hayır yapanlara göre 4 kat hayır yapmış sayılıyor. Yani para ve ticaret mallarını veren kişi. Mesela tarım ürünlerinden veren kişi 1 verdiği zaman 1’e 10 alıyorsa para ve ticaret mallarından zekat veren kişi 1 verdiği zaman o 1, 4 sayılıyor. 4’ün 10 katı ne yapar? 40 eder. Peki o zaman 1 verdiği zaman 40 vermiş sayılıyor değil mi? Tarım ürünlerinden 1 veren 10 katı aldığı için, 1 verdiği zaman 10 vermiş sayılıyor ama “ad’âfen mudaâfeh”den “dı’f” bir şeyin en az iki katına denir. Yarısına da “dı’fetn” dendiği zaman öyle şey yapılıyor ama “ad’âf” ikinin en az iki katı olmul olur. “Fe ulâike humul mud’ıfun” diyor, zekat verenler mud’ıf olanlardır yani en az ikiye katlayan kişilerdir, 4 kat verenlerdir demiş oluyor. O zaman 4 kat vermiş sayıldığına göre para ve ticaret malları verenler. 4’ün 10 katı da 40 eder. Öyle ise 40’da 1 oranı da burada C. Hakk tarafından işaret ediliyor. Tekrar edeyim mi? Yani bu oranları buradan çıkarıyoruz ama çıkar zaten bunda problem yok. Asıl mesele şu: bu zaten, Adem(as)’dan beri olan bir şey. Bütün toplumlarda bilinen bir şey. Niye kur’anda yok? Olmasına gerek yok ki. Kur’an, önceki ümmettelerden anlatıyor ya. Araştırın bulun kardeşim. Müslümanlar, iyi bir dinler tarihçisi yetiştirmedilerse günahı onlarda.
Evet şimdi fitreye sıra gelince. Fitre ile ilgili olarak sen bir özet yapsana. Fitre ile ilgili mezheplerde neler söyleniyor.
Yahya Şenol: Evet fitre, sadakayı fıtır olarak geçiyor fıkıh kitaplarında. Fakat Türkçe’ye bu, fitre şeklinde geçmiş. Mezhepler yani fıkıh mezhepleri, Hanefiler, Şafiler, Malikiler, Hambeliler, Zahiriler bunu, farklı şekillerde değerlendirmişler. Yani hükmünü. Fitre nedir? Farzmıdır, vacipmidir, sünnetmidir diye.
Abdulaziz Bayındır: Ve neden dolayı?
Yahya Şenol: Ve neden dolayı. Şimdi Şafi, Maliki ve Hambeliler, üçü, fitrenin farz olduğunu söylemişler. Demişler ki; fitre vermek farzdır. Niçin farz peki? Bu konuda bir hadis rivayeti var. O hadis rivayetinde ibare de şöyle: “farada Resulullahi zekatel fıtri” diye devam ediyor. Allah’ın resulü, fıtır sadakasınıni farz kıldı. Buradaki bu “farada: farz kıldı” ifadesinden yola çıkarak bunlar diyorlar ki: fitre vermek farzdır. Arapça okuyabilenler için birinci gösterilen hadis. “Farada Resulullâhi zekâtel fıtri tuğraten lisarihi” diye devam ediyor. İşte oradaki “farada” ifadesinden, bunlar, farz olduğunu söylüyorlar. Hanefiler ise diyorlar ki; bu konuda biz bir ayet göremiyoruz. Bu farz olduğunu söyleyenler de ayet göstermiyorlar zaten, bu hadisi delil gösteriyorlar. Haneler diyorlar ki; ayette biz bir işaret göremediğimiz için bir hadis rivayetinden yola çıkarak biz bir şeyin farzlığını kabul edemeyiz. Ayetten delil bulmamız lazım. Ayetten bulamıyoruz, hadiste de farz ifadesi var, çok güçlü. O zaman bu, sünnetten bir kat yukarıda ama farzdan da bir kat aşağıda vacip. Zaten o yüzden bu tip sıkıntıları aşmak için vacip diye bir kategori oluşturuluyor Hanefi mezhebinde. Diğer hiç bir mezhepte vacip diye bir kategori yok. Onlarda vacip, farz ile eş değer. Vacip dedikleri onların farz. Ama Hanefiler diyorlar ki, bu tip daha bir çok örnek var. Vitir namazı, bayram namazı, hepsini hanefiler, hadis ile sabit olduğu için bunlar diyorlar ki; evet çok kuvvetli ama hiç bir zaman farz seviyesine yükselemez. Niye? Çünkü ne kadar sahih hadis olursa olsun bu şeyi subutu zannidir. Zanni bir şeyden de farzlık kesin olarak söyleyemeyiz biz. O yüzden Hanefiler de bunu vacip olduğunu söylüyorlar. Netice itibarıyla farz olduğunu söyleyen de vacip olduğunu söyleyen de bu rivayetlere dayanıyor. Farz olduğunu söyleyen Şafi, Maliki, Hambeliler, herhangi bir ayete dayanmadıkları gibi vacip olduğunu söyleyen Hanefiler de herhangi bir ayete dayanmıyorlar. İkisinin de kaynakları şu gördüğünüz birinci sıradaki hadis. Bunun haricinde bunun sünnet olduğunu da söyleyenler var. Onlar da kimmiş? Bazı Maliki mezhebi mensupları ile Zahiri mezhebi mensupları. Bunlar da bunun sünnet olduğunu, kuvvetli sünnet, sünneti müekkede olduğunu söyliyorlarmış ama bunlar fıkıh kitaplarında pek öyle büyük bir yer tutmuyor. Bir de Ebu Bekir El Esam diye bir fakih var. Buna nispet edilen bir görüş var. O da demiş ki; evet farzdı bu. Mutezile mensubuna mensup. Farzdı ama zekatın farz kılınması ile birlikte fıtır sadakasının da hükmü kaldırıldı, nesh edildi diye bir görüş var. Ona atfedilen. Fıkhi görüş olarak bunlar. Hüküm olarak. Daha sonra kime verilmesi falan daha sonra görürüz.
Abdulaziz Bayındır: Benim masada Ömer Nasuhi Bilmen’in ilmihâli var getirsene.
Şimdi burada da gerçekten çok ilginç bir örnek yaşamış olacağız. Yıktın hanemi eyledin viran varayım sahibine haber vereyim heman. Kur’an kavramı kayboldu, dersin başında konuştuğumuz gibi. Ömer(ra) zamanındaki şûrâ kayboldu. Kur’an’ı açıklamakta problemler çözmek için oluşturulan ekipler kayboldu, yöntem unutuldu. Yöntem unutulunca insanlar Kur’an’ı ve Resulullah’ın uygulamasını anlayamaz oldular. Sünneti ayrı bir kaynak olarak görmeye başladılar. O, ayrı kaynak olunca, bu defa ulema da onu temsilen devreye girince kendileri de birer kaynak olmaya başladılar. İşte kıyas dediler, icma dediler, istihsan dediler, çeşitli şeyler ortaya koydular falan. Yani her şeyin yolu var. Yani öyle bir hal almıştır ki (zaten siz her derste burada görüyorsunuz) siz, istediğiniz her şeyin fetvasını fıkıh kitaplarında bulabilirsiniz. Yani mesela ben şahsen dört mezhebin dördüne göre de asla faiz sayılmayan ama gerçekte yüzde yüz faizli olan bir bankayı kurarım. Dört mezhebin dördüne göre de faizli değil ama gerçekte yüzde yüz faizli bir bankayı kurarım ve dünyanın en rahat çalışan bankası olur. Ne biçim bir şey. İşte şimdi burada onun bir başka şeyini göreceğiz. Kur’ansız bir İslami ilim diye adlandırılan ilim aslında ana bağlantısından kopmuş, ne yapacağını şaşırmış bir kişinin görüntüsünü şey yapıyor. Şimdi bakın Kur’an’ı kerimde Bakara suresinin 184.ayetine bakarsak. Hatta 183’ten itibaren okuyalım. Allah burada şöyle diyor; “yâ eyyuhâllezine âmenû kutube aleykumus sıyâmu kemâ kutibe alellezine min kablikum: müminler, size oruç farz kılındı, tıpkı sizden öncekilere farz kılındığı gibi”,”leallekum tettekûn: belki böylece kendinizi koruyabilirsiniz”(BAKARA 183). “Eyyâmen mâ’dûdât: sayılı günlerde tutarsınız bunu” ki bir sonraki ayette onun ramazan ayı olduğu ifade ediliyor. “Ve men kâne minkum meridan ev alâ seferin: içinizden kim hasta yada yolculuk halinde olursa”,”ve iddetum min eyyâmin uhar: oruç tutmayabilir, tutmadığı günler sayısınca başka zamanda orucunu tutar”. Başka günlerde tutar..”Ve alellezine yutikûnehû: o oruca güç yetirenlere” hasta yolcu da güç yetirir. Güç yeriremeyen guruptan değildir. Çünkü orada “ve entesûmû hayrun lekum diye bitiyor ayet. Hasta yada yolcu oruç tutarsanız sizin daha hayırınızadır. Geçende bir arkadaşımız diyordu ki; ben hastalarıma oruç tutmamayı tavsiye ediyordum. İşte bizim Hakan Ertok katılmıştı bir cumartesi hatırlarsanız. Tavsiye ediyordum çünkü çok erken sahur yeniyor. Şimdi bizim takvimimizde seher vaktinde sahur yenince de hastalarıma son derece faydalı olduğunu gördüm. Şimdi ondan dolayı tevbe ediyorum, Allah beni affetsin niye öyle yapmışım diyor. Çünkü bu, onu gösterir. “Ve entesûmû hayrun lekum: oruç tutmanız sizin hayrınızadır. Ben size söylüyorun; biz, eskiden hep ekiplerle çalışyık şimdi de ekiplerle çalışıyoruz da eski dostlarımızın yüzde doksandan fazlasının yiç yanımıza yaklaşmadığını da görüyoruz da. O ekiple çalışmaların bir kısmını da biz bir ara Süleymaniye Camiinde bir program başlatmıştık ramazanları. Mesela işte ekonomi konusunda Sabahattin Zaim Hoca’yı çağırmıştık konuşmuştu. İşte tıp konusunda Asaf Ataseven Hoca’yı çağırmıştık. Şimdi aklımda kalan. Hep uzman kişileri çağırdık, Süleymaniye’nin kürsüsüne çıkarttık konuşturduk onları. Allah rahmet eylesin ikisi de rahmetli oldu. Allah ikisine de rahmet eylesin. Asaf Hoca, Vakıf Guraba’nın baş hekimiydi o zaman. Asaf Hoca çıktı Süleymaniye’nin kürsüsünde bütün hastalıkları saydı. Eh işte olabilir, dediği bir tek ülserli hasta. O tutmayabilir dedi. Diğerleri işte şöyle faydalıdır, böyle faydalıdır tutsunlar dedi indi aşağıya. Bu ayeti okudum, Asaf Hoca bak senin dediğini ayet tasdik ediyor. “Ve entesûmû hayrun lekum” diyor ama Allah, oruç tutmanız hayırlıdır diyor ama Allah Teala diyor ki; “Allah size sıkıntı vermek istemiyor” diyor. Sen işin bu tarafını da düşünsene. Ben onu bilmiyordum dedi. Yani burada şunu anlatmak istiyorum: hasta ve yolcu, oruç tutmaya gücü yemeyen değil. Gücü yeter ama Allah kolaylık olsun diye bir ruhsat vermiştir. Öyleyse ne diyor AllahTeala; “ve alellezine yutikûnehû: o oruca gücü yetenlere gerekir”, yani o sayılı günler ki o da “şehru ramadan: ramazan ayı”. Ramazan ayında oruca gücü yetenler o ayın tamamında yolculuk yapmış tutmamış olabilir ama gücü yeten gurubundandır. Hasta da olabilir ama gücü yeten gurubundandır. Gerekir, ne gerekir? “Taâmu miskin: bir miskini doyurmak gerekir” Fidyeyi unuttuk: “fidyetun taâmu miskin: bir miskini doyuracak fidye gerekir” diyor. Fidye ne demek? Fidye demek, bir şeydeki eksiği kapatacak yardım demektir. Oruçta ne eksiklik var ki fidyeye gerek oluyor? Ne eksiklik var oruçta? 187.ayeti açalım. Niye fidye istiyor C. Hakk? Bir eksiği kapatmak için bir yardım yapmamızı istiyor. Bir fakiri doyurmamızı istiyor. Bakın 187.ayeti okuyun, orada işte oruçlu bulunduğunuz günlerin gecelerinde size eşlerinizle ilşkiyi şey yaptı. Yeyin için tan yeri ağarana kadar falan dedi. En sonunda diyor ki Allah; “tilke hududullâh: bu, Allah’ın çizdiği sınırlardır”. Yani yeme, içme ve cinsel ilşki sınırlardır. Yemek orucu bozar, içmem orucu bozar, cinsel ilişki orucu bozar. Güzel. “Fe lâ takrabûhâ: o sınırlara yaklaşmayın diyor. Bak bazı yerlerde sınırları aşmayın denir yani cinsel ilşkide bulunmayın, yemeyin, içmeyin demektir değil mi? Yaklaşmayın dendiği zaman ne anlaşılır? Cinsel ilşkiye götürecek şeyler de yapmayın demektir değil mi? Yemeye ve içmeye yaklaştıracak şeylerden de uzak durun demektir. Peki insanlar, ramazan ayı boyunca yeme, içme ve cinsel ilşkiden uzak kalmazsa zaten oruç gidiyor. Ama yaklaşmama konusunda herkes başarılı mı? Orada bir eksik kalıyor. İşte o eksiğin giderilmesi için C.Hakk, oruca gücü yetenlerin tamamından bir fidye istiyor. Şimdi Resulullah(sav) ne demiş. Mesela ben, bu hadisleri okuyunca sahabenin ne kadar iyi yetiştiğini gözümle görmüş gibi oluyorum. Buhari’de geçen bir hasis var. Altı çizili olan kısma bakarsanız, orada diyor ki; “farada resulullâh(sav) zekatel fıtrı” fıtır zekatı. Fıtır ne? Mesela iftar diyoruz değil mi? Akşam napıyoruz? Orucumuzu bozmuş oluyoruz. Ramazan bayramına ne deniyor? Fıtır bayramı. Niye? Oruç tutmama bayramı yani orucu bozduğumuz bayram oluyor. İşte fıtır zekatı ne demiş oluyor? Artık oruç tutma görevi bittiği zamanki zekat oluyor. Bunu Resulullah farz kıldı, “tuhraten lis saim: oruç tutanın temizlenmesi için”. Neden temizlenecek? Hatırlayın? Yaklaşmayın dendi ya “fe lâ takrabuhâ”. Sınıra yaklaşma eylemleri yapmış ise ondan doğacak mahzurdan temizlenmek. Onun için burada zengini fakiri olur mu? Erkeği kadını olur mu? Oruç tutan herkes için söz konusu. Diyor ki bak “tuhraten lis saim minel lağvi”. Boş işlerle, boş şeylerle meşgul oluyor. Halbuki sen, ibadet ile meşgulsün. “Ver rafesi”. Rafes nedir? Rafes kelimesinin esas anlamı, cinsel içerikli kaba sözler demektir ama cinsel ilşki manasına da kullanılır, burada o anlamda kullanılmıştır. Bunlardan uzak kalmamış olabilir. İşte onun için temizlik. Bak Resulullah, bak ayette geçen kelime “uhılle lekum leyletes sıyâmir refesu ilâ nisâikum” aynı kelime. Farz kıldı diyor. “Tu’meten mesakin: miskinlere de yiyecek olsun diye”. Ayette geçen kelimeye bakın “taâmu miskin” diyor. Oradaki mesakin çoğul sadece. “Taâm”,”tu’me” aynı zaten. Arapça bilmeye lüzun yok, sesten de anlaşılır. Bak şimdi burayı alıyor Resulullah, orayı alıyor, birleştiriyor ve sözünü söylüyor, o da oluyor hikmet. Resulullah farz kıldı ne demekti? Resul-nebi farkını hatırlayın. Kur’anda olanı söyledi demektir, kendinden bir şey söylemedi. Onun için bak, bu rivayette resul kelimesini kullanıyorlar. Raviler biliyor bunu. Yoksa bir insan farz kılabilir mi? Ama Allah’ın resulü olarak ayetleri çünkü bize söylüyor. “Men eddahe kable salati fe zekatun makbuletun: kim namazdan önce onu öderse”. Hangi namaz bu? Bayram namazı. Ne zaman kılınır bayram namazı? Kuşluk vaktinde yani güneşin o ışığını vermeye başladığı vakit. İlk doğduğu zaman ışık vermez güneş, ondan sonra vermeye başlar ki ufuktan 5 derece kadar yükseldiği vakittedir o. “Ve men eddar bade salati fe hiye sadakatun mines sadakat: namazdan sonra verirse sadakalardan bir sadaka olur”. Peki bu kelimeyi niye söylemiş Resulullah? Peki namazdan önce dediğimiz zaman bayram namazından önce güneş doğmuş olur değil mi? Peki ramazan ne zaman bitiyor? Hatırlayın, gece gündüzden önce gelemez değil mi? Önce gündüz sonra gece. O zaman ramazanın sonu, bayram günü güneş doğana kadardır. Bayram günü güneş doğdu mu ramazan bitti. Öyleyse bak “ve alellezine yutikûnehû” da: ona gücü yeten. Hu: Oruca. Tamam. Akşam güneş batınca oruca gücünüz yettiği anlaşılır. Güzel. Ama ramazanın bitmesi açısından düşünürseniz öyle ama mezheplerde bu açıdan iki bakış var. Hanefiler diyor ki: ramazan bayramında fecir ile birlikte diyor çünkü onlar günü fecir ile başlatıyorlar. Meseleyi anlamışlar, günün başında bir sıkıntı var. Şafiler ve diğer mezhepler diyor ki; ramazanın son günü güneş batmasıyla farz olur. Tamam. Bu görüşleri güzel. Tam bu ayetin hükmü. Bu kadarını anladılar da niye anlamamışlar ona ben hayret ediyorum gerçekten. Evet şimdi bakın burada bunu söyledi. Ondan sonra da şunu söylüyor yine Resulullah(sav), şöyle bir rivayet de var. O, üçüncü hadise bakın. Orada da diyor ki. Birincisi Buhari’de imiş. Bu, Ebu Davud’ta imiş. Üçüncüsü Buhari’de. “Enne resulullah(sav) farada zekâtel fıtri saen min temrin: Resulullah, fitreyi farz kıldı. Hurmadan bir sa”. Sa dedikleri, bir su kabı gibi bir kap işte böyle. Birbuçuk litrelik yada üç litrelik. Birbuçuk değil, üç litrelik bir kap. Ondan doldurup veriyorsun. Ondan sonra “ev saen min şairin: yada arpadan bir sa”,”alâ kulli hurrin ev abdin: bütün hür ve esirlere”. Mümin ise ibadet ise, ona da ona da. Farketmez. “Zekerine unsa: erkek olsun kadın olsun hepsine”,”minel müslümin: müslümanlara”. Bak hür, esir, ister erkek ister kadın olsun bütün müslümanlara. Çünkü orucu tutan onlardır, öyleyse zekatı onlar verecek. Peki burada zenginlik fakirlik var mı? Ayette de yok dikkat ediyormusunuz? Oruca gücü yetenler. Bak hadiste de yok. Şimdi Resulullah, kur’anda olanı aynen anlatmış mı? Peki şimdi ortada bir rivayet var. Biz o rivayeti almıyoruz. Niye almıyoruzu da buradan görelim. Gene aynı şekilde gelen rivayette diyor ki. İkisi de İbni Ömer rivayeti. Biri diğerine ters düşüyor. Çünkü ayetle de birleştireceğiz. Bakın orada diyor ki aynı şeyi söyledikten sonra küçüğe ve büyüğe diyor. “…vel kebiri”(bir kelime anlaşılmadı 1:39:44)ifadesini katıyor. Küçüğe de büyüğe de diyor. Yani çocuklara da. Çocuklar sorumlu mu? Sorumlu olmaysn bir kişiye “ve alellezine yutikûnehû” denir mi oruca gücü yeten diye? Denmeyeceğine göre o zaman çocuğa fitre verilmeyecektir. Ondan dolayı ortadaki hadisi almıyoruz. Bak diğer hadisleri alıyoruz. Niye onları alıyoruz? Çünkü o ayetle birebir uyumlu. Ama diğeri uyumlu değil. Peki böyle olunca ramazan bayryamı günü oruca gücü yeten ister yolculuk veya hastalıktan dolayı tutmamış olsun ister tutmuş olsun, ramazan bayramında bir fakir doyuracak yiyecek verecek. Bak orada bir sa hurma. Demek ki bir sa yani üç kiloluk bir kabın içerisine dolan hurma bir adama yetiyormuş yani bir fakire. O kadar arpa, bir fakire bir gün yeriyormuş. Mesele o değil ki. O zamanda bir fakir o şekilde doyuyormuş. Ona bakmayacaksın. Ama bugün ona bakılıyor. Efendim hurma kaç kuruş. Ben mesela yıllarca İstanbul Müftülüğü’nde fitreleri hesap ediyordum. Milleti mısır çarşısına gönderiyordum, hurmadan şu kadar, efendim buğdaydan şu kadar.. bilmiyordum ki bunları. Ondan sonr Türkiye’de hurma pahalı olduğu için zenginler hurmadan versin diyorduk, fakirler şundan versin. Değil kardeşim, mesele o değil. Bir fakirin doyumu. Bir fakirin doyumu mesela Türkiye’de kimse hurma yemiyor, üç tane ekmekle doyar mı? Doyar. Üç ekmek parası. Bir günde başka hiç bir şey, katık matık olmadan ne kadar ile doyuyor onu hesap edersiniz ona göre verirsiniz. Efendim fitreler niye az? Az değil ki, fakir doyumu. Yani çaresiz kalmış bir adamın doyumu kadar. Öyle sistem koymuş ki AllahTeala, o çaresiz adam da verecek çünkü. O da verecek. O zaman o, hem alacak hem verecek. Öbürü sadece verecek. O zaman ramazan bayramında herkes ne yapmış olacak? Birbirlerine yardımcı olmuş olacaklar. E şimdi siz, bütün bunları bilmdiniz mi birisi diyor ki; efendim para olmaz. Haa öyle mi? Sen şimdi parayla lokantaya gittiğin zaman karnını doyuramazsın öyle mi? E doğru, parayı tabağına doldurursan yiyemezsin! O manada olmaz ama o para bütün o işleri görür. Buğday, arpa, hurma. Bu üçü. Ya bırakın Allah’ınızı severseniz, “taâmu miskinin” i görmüyormusunuz? Hadiste de “tu’meten lil mesakin”i görmüyormusunuz. Çaresiz kalmış bir adamın doyurulması.
Şimdi sonuca geliyoruz. Demek ki pazartesi Allah nasip ederse bayram. Herkesin asgari mesela ben zannediyorum bir adama bir günde üç ekmek yeter diye düşünüyorum ama üç ekmek parası verdiniz mi kurtulur. Peki küçük çocuklardan dolayı verecekmiyiz? Vermeyeceğiz. Efendim hadis var! Bak şimdi Hanefiler, bu hadisi alıyorlar küçük çocuklar için: efendim ondan sonra şey yaparlar. Mesela ben, ramazan bayramı günü doğmuşum. Herkes camiye gitmiş. Onlar camideymiş. Herkes camideyken ben doğmuşum. Onun için babam, benim fitremi vermiş. Niye? Camiden çıkmadan önce doğduğumdan dolayı. Hamilelere yok.
Enes Alimoğlu: Okumadığınız hadislerden. İbni Ömer’den Nâfi rivayet ediyor. Bir tanesinde “alâ hurrin ve abdin ev zekerin ve ünsa” diyor. Öbüründe “01:43:49 anlaşılmadı”. Buhari’de devamında diyor ki Nâfi. Nâfi de zaten İbni Ömer’in azadlı kölesiymiş. Nâfi diyor ki; İbni Ömer, çocuklara bile fitre verirdi. Benim çocuklarıma da verirdi şeklinde bir rivayet var. Demek ki sonradan ilave edilmiş.
Abdulaziz Bayındır: Sonradan ilave edilmiş belli. Şimdi bütün bunları yapınca fitrenin ne olduğu ortaya çıkıyor. Zaten hadiste de Resulullah söylüyor. Ama siz, ilgili ayetlere falan bakmadınızmı meseleyi anlamıyorsunuz. Bakın Ömer Nasuhi Bilmen ritreyi nasıl anlatıyor. “Fitre sadakası, ramazan ayının sonuna yetişen ve temel ihtiyaçlarından başka en az nisab miktarı mala sahip bulunan”. Nereden çıkardın bunu ya? Nereden çıkatıyorsun? Din icadına hakkın var mı? Ayette, hadiste temel ihtiyaçlar falan filan öyle bir şey yok. Fakir de vereck zengin de verecek diyor. Neye dayanıyorsun? Sadece Hanefiler ama söylüyor işte. Zahiriler de mi söylüyor. Ben zaten bu zahiri mezhebine hiç akıl eteiremiyorum. Hem ayet hadise uyarız derler hem hiç bir şeye uymuyorlar. Bazen uyuyorlar da bir çok zaman uymuyorlar. Diyor ki; efendim vacip olan bir sadakadır diyor. Vacip diye bir kavram çıkarıyorlar. Yahya anlattı. “Buna, yanlız fitre de denir. Diyor ki; fitre sadakasının vacip olması, zekatın farz kılınmasından öncedir. Orucun farz kılındığı yıla rastlar”. Lafa bak! Doğru tespit etmişler de sebebini tespit.. Zaten oruç ile beraber emredilmiş. Ayete bağlantı kursana. E tabi sen “ve alellezine yutikûnehu” ya “la yutikûnehu” diye mana verirsen, olumluyu olumsuza çevirirsen elbette ortalığı yıkarsın. Oruca gücü yetenler bir fakiri doyursun diyecek Allah. Ona siz, gücü yetmeyenler diyeceksiniz, o zaman da fidye midye bir sürü lüzumsuz şeyler ortaya çıkaracaksınız. Yani oruç tutmayanlara para verdireceksiniz falan. Ondan sonra “her gün” kelimesi ilave edecksiniz o araya. Bak burada ne diyor bak; “bu, bir yardımlaşmadır. Orucun kabulüne” Resulullah öyle mi diyor? Orucun kabulüyle ne alakası var? Allah emretmiş yapmışım, bir de gideceksin kabul edildiğine dair belge alacaksın ki dosyana koyasın. Yarın ahirette ne olur ne olmaz! Tevbe estağfurullah. Nereden çıkardın orucun kabulünü? “Ve can çekişme ile kabir azabından kurtuluşa”. Vaazlarda işe yarar bunlar ama Allah katında hiç bir işe yaramaz. Bir yoldur diyor. Böyle işte, anlatılıyor. Daha bir çok şeyler var. İşte fitre, kişinin başının vergisidir. Bir yerde var da şimdi onu göremedim burada. Demek ki herkes, zengin fakir ayrımı olmaksızın oruç tutacak yaşta olan, hastalığı dolayısıyla yada başka bir meşru sebepten dolayı tutmsmışsa da gene verecek. Bsyramın 1. günü bir fakir doyuracak kadar vermemiz lazım. Peki daha fazlasını versek? Tabi Allah diyor ki; “fe men tetavvâ hayran fe huve hayrun leh” ayette söylüyor. Bir hayrı kim ki daha fazlasıyla yaparsa kendi hayrına olur. Ne kadar fazla verirsen o kadar sevabın artar diyor. Sorular mı?
Yahya Şenol: Şeyi sormuşlar daha çok. Hani illa ki bayram sabahı mı verilmeli? Bir iki gün önceden verilemez mi? Çok kişi aynı soruyu sormuş.
Abdulaziz Bayındır: Yani mezheplerde bu, önceden verilebilir görüşü ağırlık basar. Ben şahsen verilmrye bir engel.. O zaman farz olur. Bir borcu önceden verilmeye ben şahsen engel görmüyorum. Sizin düşünceniz var mı? Önceden olabilir.
Yahya Şenol: Zekat için de mesela Abdullah Bin Abbas bir gün soruyor Resulullah’a; normal hesap yaptığım ay gelmedi benim ama önceden veremezmiyim diyor. Verebilirsin diyor.
Abdulaziz Bayındır: Bir mani gözükmüyor önceden vermek için.
Yahya Şenol: Bir de şöyle sorulmuş: oruca güç yetirenler dendiği için zengin de fakir de oruç tutan herkes verecek bunu, anladık. Peki diyor her iki gurup da vermesi gerekirken neden sadece fakirlere verilmesi gerekiyor?
Abdulaziz Bayındır: Miskin taâmı da ondan dolayı. Miskini doyurmak diyor ayet. Miskin yani çaresiz kalmış kişileri doyurmak. Zenginlere verilmez ki.
Yahya Şenol: Fitre, ramazandan sonra verilebilir mi peki?
Abdulaziz Bayındır: Borcu ödemiş olursun ama esas olan bak Resulullah burada diyor. Önceden verirseniz.. Ne demiş burada? Diyor ki; kim ki namazdan önce verirse tam mskbul olan odur diyor. Ama sonradan verirse sadakalardan bir sadaka olur. Sonradan da verecek demektir.
Yahya Şenol: Vakıf ve derneklere verilebilir mi?
Abdulaziz Bayındır: Vakıf ve derneklerin bünyesinde eğer o şeyler varsa yani bizim Süleymaniye Vakfı, ben mesela yıllardır buradayım hiç bir şey yediğini göemedim! Duvarlara muvarlara şey yapıyoruz da yemek yemiyor, bir şey yapmıyor. Bir gün acıkyım da demiyor. O zaman vakıf ve derneklerin bünyesinde böyle barındırdıkları yada yardım ettikleri kişiler varsa onlara verilir tabi. Ama vakfın ve derneğin ihtiyacı için harcansın diye verilmez.
Yahya Şenol: Bir hanımın kolundaki altınlar, gelir getirmediği halde neden zekâta tabi oluyor?
Abdulaziz Bayındır: Şimdi bu altın ve gümüş diye özellikle ayette okuduk ya. Altın, gümüş ve para. Az önce ben size parayı gösterdim. Şimdi şu para benim cebimde kaldığı sürece bir gelir sağlar mı? Ama bunun yerine bir tohum toprağa atsam o tohum sürekli gelişir. Altın ve gümüşün yani paranın. Para deresek daha..çünkü altın ve gümüş paradır. Altın ve gümüşün/paranın saklanmaması gerekir. Sürekli dolaşımda olması lazım. Evet sen, sakladığın zaman sana bir gelir getirmiyor ama bir sürü insanın mesela falancanın iş sahibi olmasına, filancanın üretim yapmasına, falancanın mal ve hizmet almasına sebep olacak o hareketliliğe engel oluyorsun, sen de onun cezasını ödeyeceksin.
Yahya Şenol: Zekat hesabı yapılırken kişi, bir aylık mı yoksa önündeki bir yıllık ihtiyaçlarını mı düşecek. Nasıl hesap edeceğiz bunu diyor. Mesela adam kiracı, bir yıl ödeyeceğim kiraları düşecekmiyim?
Abdulaziz Bayındır: Bir yıl içerisinde onun borcudur. Tamamını düşmesi lazım.
Yahya Şenol: Bir sonraki hesap zamanına kadar bütün borçlarını düşecek.
Abdulaziz Bayındır: Zaten O, kira ödüyorsa bir yıllık düşecek. Ama başla borçları varsa mesela bir adam ev alıyor, 10 yıl borçlanmış. Bütün borçlarını düşecek. Tamamını düşecek. O borç ondan talep edilir.
Yahya Şenol: Diyor ki adam; ben çalıştığım için borcu rahat bir şekilde ödeyebiliyorum. Ama ona rağmen kıyıda köşede de birikmiş, işte 20-30 bin lira var.
Abdulaziz Bayındır: Borcuna hahsub etmesi lazım. Çünkü o zaman gitsin bir an önce kapatsın. Borçtan bir an önce kurtulsun.
Yahya Şenol: Aylık olarak ödenen emekli maaşına zekat düşer mi demiş.
Abdulaziz Bayındır: Emekli maaşına değil de ondan artan paranız var ise ona düşer.
Yahya Şenol: Bir adamın 5 evi olsa ama hiç birini kiraya vermese yada gelir getirecek şeyde kullanmasa bunlara zekat düşer mi?
Abdulaziz Bayındır: Bunlar, likid mal denen guruba girmez. Yani ticaret malı değil. Şimdi şöyle ben söyleyeyim; ev, ticaret malımıdır, değilmidir? Mesela şu gömlek ticaret malımıdır? Benim sırtımda olduğu sürece ticaret malı değildir. Benim gardolapta ise ticaret malı değildir. Ama mağazada ticaret malıdır. O mağazadaki adamın sırtına giydiği de ticaret malı olmaktan çıkar. Şimdi ben bir inşaatçı isem, ev üretip satıyorsam, bekim ürettiğim bütün evler, yaptığım inşaatlar ticaret malıdır. Üreticiyim. Ama onu ben almışsam yani kiraya vermemişsem o ticaret malı değil. Oradan eğer kiraya vermiş bir gelir alıyorsa onun zekatını verir, onun dışındaki vermez. Bak şöyle düşünün: bu şahıs, ona, o dairelere para verip alarak zaten kendi elindeki likidleri topluma kazandırmıştır. Orada çalışan işçinin maaşının verilmesine vesile olmuştur, oradaki ne bileyim işte çimentosudur, kumudur, demiridir falan filan üretenlere desteğini zaten vermiştir. Şimdi de toplumda ev ihtiyacı olan kişilerin ihtiyacını karşılayacak bir şey vardır. Kiralanacak eviniz olmaz ise cebinizde ne kadar para olursa olsun sokakta kalır adam. Ama insanların sokakta kalmaması için, ortada bir ev de üretilmiş orada var. Kiracı bulamamışsa vereceği bir şey de yoktur. Kiracı var ise alacağı kiraları ihtiyacı için harcar, artan kısımların da zekatını verir.
Yahya Şenol: Ev almak için biriktirilen paranın zekatı olur mu?
Abdulaziz Bayındır: Ev almak için biriktirilen paranın zekâtı olur. Çünkü ev alıp almayacağın belli değil ama para olduğu kesindir. Aldıktan sonra da sana zekat verilir. Borçlu kalmışsan verilir.
Yahya Şenol: Zekâtı taksitlendirmek mümkün mü? Bir miktarını bu ay, bir miktarını sonraki ay şeklinde.
Abdulaziz Bayındır: Olabilir. Yani elinizde verebilecek şeyiniz yoksa parça parça verebilirsiniz.
Yahya Şenol: Bir de Peygamberimiz zamanında insanlardan zekat ile beraber ayrıca bir vergi alınıyormuydu?
Abdulaziz Bayındır: Zekat ile beraber başka bir vergi yok.
Peki böylece sonuna geldik. Bayramın üçüncü günü saat 11’demiydi bayramlaşma? Çarşamba günü saat 11’de bayramlaşma var. Vakti olanları bekliyoruz inşallah. Hepinize hayırlı bayramlar diliyoruz. AllahTeala, ibadetlerimizi kabul eylesin. İslam aleminin bu kötü durumundan kurtulması için de C. Hakka niyaz ederim. Geçende bir toplantıda şey yaptılar. Günde 1000 kişi ölüyormuş, 900’ünü müslümanlar birbirini öldürerek şey yapıyorlarmış. Bak günde! Şimdi şöyle bir kıyaslayın, Gazze’de kaç gündür şehid olan sayısı kaça çıkmıştı? 1000 civarında. Bak hepimiz kan ağlıyoruz, üzülüyoruz. Ama her gün oluyor hiç farkında değiliz. Onun farkındayız. Günde 900 müslüman biri diğerini öldürüyor. Bu, İslam alemi için yüz karası. Gerçekten İslam aleminin yeniden Müslman olmaya ihtiyacı var. Kur’ana yönelmeye ihtiyacı var ve C. Hakka şükür, AllahTeala “amma ni ni’meti rabbike fe haddis” diyor ya, Rabbinin nimetini konuş. Şu anda AllahTeala’nın şu vakıfa verdiği nimet, İslam aleminde bir başka yerde yok. Dünyada bir başka yerde yok. Çok şükürler olsun İslam alemini bu dardan çıkaracak olan formüllerin tamamı bu vakıfta üretilebiliyor. Çünkü C. Hakk, o yöntemi bulmayı lutfetti, o yönteme göre problem çözüyoruz. Ama hepimiz el birliği ile şu hizmeti genişletmeye çalışalım. Bu hizmette bir şekilde yer alalım. Ne olursa olsun. Çünkü İslam aleminin kurtuluşu burada, başka bir yerde değil. Müslümsnların önce müslüman olmaya ihtiyaçları var. Bunu el birliği ile yapalım. Allah hepinizden razı olsun. Hayırlı bayramlar diliyorum sağolun.