Abdulaziz Bayındır: “Ve cealnel leyle ven nehâre âyeteyni fe mehavnâ âyetel leyli ve cealnâ âyeten nehari mubsıraten tebtegu fadlen min rabbikum ve li tâ’lemu adedes sinine vel hisabe ve kulle şey’in fassalnâhu tafsilâ”. Şimdi, yatsı namazı vaktiyle ilgili olarak bugünkü dersi yapacağız. Geçen hafta vakit kalmamıştı. Az önce okuduğum ayet, İsra suresinin 12.ayeti. Orada AllahTeala diyor ki; geceyi ve gündüzü iki ayet, iki gösterge yaptık. Sonra gecenin göstergesini sildik. Gündüzün göstergesini de mubsıra kıldık. Mubsıra demek, gösteren de çevreyi gösteren anlamında da olabilir, kendini gösteren anlamı da olabilir. Yani gündüzün göstergesi var ama gecenin göstergesini kaldırdık. Bunun anlamı şu: gece için mutlaka bir gösterge aramayın. Yani olmazsa olmazı yok. Öyle bir gündüz gibi gündüzü aydınlık aradığınız gibi geceyi karanlık olarak aramayın demiş oluyor. Neden böyle yaptık diyor? “Li tâ’lemu adedes sinine vel hisab: yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye böyle yaptık”. Şimdi bu “li tâ’lemu adedes sinine” yılların sayısı dediğimiz zaman demek ki gece ile gündüzün yapısı, bizim takvim yapmamıza sebep olacaktır. Bir de “vl hisab” dediğine göre, hesabı bilesiniz diye diyor. O da zaman hesabını ortaya çıkarabilmemiz için gerekli. Çünkü bunlar zaman ile ilgili kavramlar. Şimdi burada dünyayı avucumun içine alayım da size göstereyim. Şimdi bu dünya. Gördüğünüz gibi parmaklarımın arasında. Diyor ki AllahTeala ayette; “ve cealnel leyle ven nehâre âyeteyn: gece ile gündüzü iki gösterge yaptık” diyor. “Fe mehavnâ âyetel leyl: daha sonra gecenin göstergesini kaldırdık”. Şimdi dünya başlangıçta şöyle. İlk herhangi bir eğim söz konusu değil. “Fe mehavnâ âyetel leyl” dediği zaman, gecenin işaretini kaldırdık demesi şöyle 23 derece 27 dakikalık eğim hesab edilmiş, bu onu gösteriyor. Dünya böyle bir eğim içerisine girdiği andan itibaren şu da güneş ise bu defa güneş, bu bölgenin tamamını aydınlatmaya başlıyor. O zaman şöyle bir şey söylerler; kutup bölgesinde 6 ay gece, 6 gündüz olan yerler var. Bu tam kutup noktasıyla ilgili bir sözdür ama öyle söylenir. 6 gündüz, 6 ay gece ne demek? Bizim bildiğimiz bir günde hem gece olur hem gündüz olur. Şimdi gecenin işaretini kaldırdık dediği için AllahTeala, o zaman siz, aydınlık gecelerin de olacağını bilin demiş oluyor. Şimdi aydınlık geceler nasıl oluyor? Bu nasıl başlayacak, nasıl bitecek? Beyaz geceler bugün deniyor. Mesela işte defalarca gittik o bölgelere. Orada yaşayan insanlar, beyaz gece terimini kullanıyorlar. Yani çünkü gecenin karanlık dışında bütün özellikleri oluşuyor. Peki şimdi yatsı namazı vakti ile ilgili olarak iki tane ayetimiz var. Zaten 5 vakit namaz ile ilgili iki tane ayetimiz var. Kur’anı kerimde, “ekımis salate” diye başlayan, namazı kıl: kılın değil, kıl. ‘Kılın’ ifadesi olsaydı cemaat akla gelirdi. Cemaat ile namaz kılsak bile hepimiz kendi namazımızı kılıyoruz. Namaz kılarken imamın abdesti bozulacak olsa çekilmesi gerekir. Çünkü herkes kendi namazını kılıyor. Ama toplu halde kılıyoruz ayrı bir konu. “Namazı kıl”. Ne zaman kılacağım ya Rabbi? “Li dulûkiş şemsi” güneşin dulukundan itibaren. Şimdi mesela bu dünya. Güneşin dulûku vaktinde. Dulûk, güneşin işte şurada mesela diyelim ki yukarıdan aşağıya çizgiler görüyorsunuz. Bunlar, boylam dediğimiz şeyler. Niye boylam diyoruz? Güneş, tam tepe noktasından geçerken buluduğumuz yerin boylamından geçiyor. Güneşin dulûkundan yani bulunduğunuz yerin tepe noktasından geçtiği vakitte, “ila gasakıl leyl: gecenin gasakına kadar namazı kıl”. Şimdi gecekin gasakı derken, burada nasıl anlam vermiş? Fatih, bir oku bakalım.
Fatih Orum: “Güneş dönüp, gecenin karanlığı bastırıncaya kadar”.
Abdulaziz Bayındır: Gecenin karanlığı bastırıncaya kadar. Şimdi siz, bu gecenin karanlığı bastırıncaya kadar kelimesini kullanırsanız, kutup bölgelerinde yatsı namazını arayamazsınız değil mi? Karanlık yok. Yani bu mevsimler için söylüyorum. Şimdi bu mevsimde kuzey kutup bölgesinde karanlık yok. 24 saat güneş dolaşıyor. Kışın da güney kutup bölgesinde karanlık yok. O zaman oralarda yatsı namazı olmayacak mı? Değil mi? Diyorlar evet. Bugün mesela bir cemaat, Almanya’da, daha kuzey bölgelerde vakit olmadı diyerek, vakit namazın şartıdır vakit oluşmazsa namaz da kılınmaz diyerek bazı namazları kılmıyorlar. Yatsıyı hiç kılmıyorlar. Konu yatsı ile alakalı olduğu için ayetin diğer kısmını okumuyorum.
Bir de Hud suresinin 114. ayeti var. 11. surenin. Orada da AllahTeala diyor ki; “ekımis salâte tarafeyin nehâr: gündüzün iki bölümünde namazı kıl”. İşte birinci bölümü, güneşin tam böyle mesela burayı siz şey kabul ederseniz. Burayı güneş kabul edin. Bunu da bulunduğunuz yerin meridyeni kabul edin. Güneş, tam bu meridyenin üstüne geldiği zaman tepe noktası yani en yüksek noktaya gelir. Tam tepemizde değil yani. Biraz sonraki ayetten onu da anlayacağız. Buradan batıya doğru döndüğü andan itibaren günün ilk namazı kılınacak. Güneş batana kadar iki tane. Gündüzün iki bölümünde namaz kıl. Ondan sonra da diyor ki; “ve zulefen minel leyli: gecenin gündüze yakın vakitlerinde de namaz kıl”. Zülef, zülfenin çoğulu. Gecenin gündüze yakın. Zülfe yakınlık anlamına geliyor. Gecenin gündüze yakın bölümleri. Gece üç bölümdür. Bunun iki bölümne alacakaranlık diyoruz. Birisi akşamın alacakaranlığı: güneş battığı andan itibaren hava kararıncaya kadar. Bizim bölgelerimiz için konuşuyorum. Şimdi kutup bölgeleri için de konuşacağım Allah nasib ederse. Hava kararıncaya kadar akşamın alacakaranlığı ki bütün dünyada bilinir. Hava tamamen karardığı zaman akşamın alacakaranlığı biter. Akşamın alacakaranlığının bittiğini, küçük yıldızların yani zayıf ışıklı yıldızların görülmeye başlamasıyla anlıyoruz ki bu, astronomların alacakaranlık tanımlarına uyuyor. İşte buna astronomik tan deniyor. Bir de sabahın alacakanlığı var. Bu da yine astronomik tan ile başlıyor. Şimdi akşamın alacakaranlığı ikiye ayrılıyor. Onu da ikiye ayıran, ufukta gözüken beyaz ışık. Enlemesine gözüken beyaz, net bir beyazlıkla ikiye ayrılıyor hem akşam, hem sabah. Biri diğerinin tam simetriği. Sabah da ikiye ayrılıyor akşam da ikiye ayrılıyor. Güneşin batmasıyla başlayan akşam namazı, o beyaz ışığın kaybolmasına kadar yani kızıllığa dönüşmesine kadar devam ediyor. O kızıllığa dönüşmesinden itibaren yatsı namazı başlıyor. Hava iyice kararıncaya kadar yatsı bitiyor. Sabahın alacakaranlığı da ikiye ayrılıyor. Birisine seher vakti deniyor. İşte sahur yemeğinin vakti. Diğerine de sabah namazı vakti deniyor. Şimdi burada ‘zülef’, ‘zülfe’nin çoğulu. Çoğul, arapçada en az üç olur. Burada dört olduğuna göre tamam. “Zülefen minel leyli” dediğimiz dört bölüm. Yani iki alacakaranlığın dört bölmü. Şimdi farz, en az ile sabit olur. Yani üç ile başlar ama sonsuza kadar gider. En az ile olur. Niye en az ile olur? Çünkü çoğun sonu yok, sınırı yok. Farzda kesinlik olması lazım ki kesin olan en azıdır. Çoğulun en azı da üçtür. Öyleyse gece kılınması gereken namaz üç. Zaten diğer İsra 78’in son bölümünde de sabah namazı, diğer namaz vakitlerinden ayrılarak ifade ediliyor. Yani sabahleyin bir seher vakti var. Seher vaktinde neler yapılacağını C. Hakk bize bildiriyor. İşte istiğfar etmek, gec kalkıp teheccüd namazı kılmak falan. Anlatılıyor o. Ama bir de fecr vaktinin ne olduğu da ayrıntılı olarak anlatılıyor. Geçen hafta burada konuşmuştuk onu. Peki şimdi demek gece üçe ayrılmış oluyor bu ayet ile. Üç bölmü var. Ortadaki bölümde gündüzün bir işaretini göremiyorsunuz. Baş ve son bölümler, gündüze yakın bölümler oluyor. Yatsı namazı, ‘gasakıl leyl’e kadar kılınıp bitmesi gereken namazdır. ‘Gasakıl leyl’ olduğu andan itibaren artık yatsı kılınamaz. Şimdi ‘gasakıl leyl’ ne demek? C. Hakk, öyle bir kelime seçmiş ki ‘gasak’ ifadesi ile öyle bir kelime seçmiş ki bu ‘gasak’ kelimesi, mesela bir ayette “illa hamimen ve gassaka” diye geçiyor. Nebe suresinde. Bir ayeti oku.
Yahya Şenol: Geriden alaöım, 21’den. “İnne cehenneme kânet mirsâdâ”.
Abdulaziz Bayındır: “İnne cehenneme kânet mirsâdâ”. İşte rasat yani bekliyor. Gözetleme yeri haline gelmiştir diyor. Evet.
Yahya Şenol: “Lit tâgîne meâbâ”
Abdulaziz Bayındır: Tuğyan eden yani sınırlarını aşanlar için, hadlerini aşanlar için gidip kalacak yer.
Yahya Şenol: “Lâbisine fiha ahkâbâ”.
Abdulaziz Bayındır: Orada çağlar boyu kalacaklardır.
Yahya Şenol: “Lâ yezûkûne fihâ berden lâ şerâbâ”.
Abdulaziz Bayındır: Orada soğukluk ve içecek tatmayacaklardır.
Yahya Şenol:”İlla hamimen ve gassâkâ”(NEBE 21-25).
Abdulaziz Bayındır: Hamim ve gassak. Soğukluk ve içecek. Bana bir soğuk su getir dediğin zaman buz gibi su olmaz. İçikemeyecek durumda olan su değildir. Normal içeceğin ve seni rahat ettirecek sudur. Bana bir çay getir ama sıcak olsun dediğin zaman böyle fokur fokur kaynayacak değil, değil mi yani? İçilebilecek kıvamda. Hamim olur. Ne? Ya çok kaynar bir sudur yada gassaktır çok soğuk bir sudur. Gassak. Gasak, gassak. Bakın arapça bilmeyen kişi bile anlar. Kelimelere anlam verirken, kur’anı kerim bizim için gerçekten müthiş bir kaynak oluyor. O sözlüklerde asırlar içerisinde meydana gelen aşınmaları kur’anı kerim ile gideriyoruz. Şimdi ‘hamimen’ kaynar su, ‘gassak’ da çok soğuk. Şimdi çok sıcak, çok soğuk. Ortası değil. Şimdi “ila gasakıl leyl” ifadesini kullandığınız zaman 24 saatlik güne oranla en soğuk zamanın olur günün. Günün en soğuk zamanı dediğinizde, şimdi dikkat edin burada akşama kadar en sıcak mevsimde bile gece, gündüze göre en serin vaktine ne zaman girer? İşte o ‘gasakıl leyl’de girer. O ‘gasakıl leyl’, tüm canlıların rahat edebileceği, mesela yazın bir hava olur. Kışın da soğuk çok fazla olduğu için mutlaka ısınacak imkanlar araştırırsınız. Soba yakarsınız, üzerinize kalın giysiler giyersiniz, yorgan örtersiniz. Yorgan yetmez bir de battaniye örtersiniz. İşte o ‘gasakl leyl’, gecenin en soğuk zamanı. Geceyi üç bölüme ayırmadığınız zaman sistem çöküyor ve kutup bölgesinde, bu bölgelerde halletteme imkanı ortadan kalkıyor. Kaldı ki üç bölüme ayıran AllahTeala’dır. Yani Müzzemmil suresinde de var. “Kumil leyle illâ kalilâ, nısfehu evinkus minhu kalilâ, eyzid aleyhi”(MÜZZEMMİL 2-4). Gece kalk, az bir kısmı hariç. Yarısında, ondan biraz azı yada biraz daha ilave et. “Ve rettilil kur’âne terilâ: kur’anı kerimi ağır ağır oku”. Sonra Müzzemmil son ayette de diyor ki; “İnne rabbeke yâ’lemu enneke tekumu edna min suluseyil leyli: senin Rabbin biliyor ki gecenin üçte ikisine yakın bir zamanda ayakta duruyorsun”. Şimdi gecenin üçte biri, neye göre hesap edilecek? Şimdi bugün, herkesin kolunda saat var. Diyecekler ki; akşam güneş saat 6’da mı batıyor? Sabahleyin de 6’da mı doğuyor? 12 saat. 12’yi bölün 3’e, 4 saat. E güzel tamam böyle olsun. Nasıl hesap edeceksin o 4 saatin geçtiğini? Kolunda saat mi var? Kaldı ki kolunuzda saat bile olsa mahalli saati de bulmanız lazım bulunduğunuz yerde. Mesela İstanbul’da biz, şu saatte şu oluyor diyoruz ama İzmit’in saatine göre söylüyoruz. Mahalli saat de uzmanlık ister. Herkes onu hesap edemez. Kolunuzda saat olması bile yetmez o konuda. Dolayısıyla gecenin üçte biri, tabii işaretlerle yani insanların rahatlıkla kavrayacağı işaretlerle olması lazım. Bir de gecejin yarısı kavramı var. Şimdi mesela köylerde yaşayanlar bunu çok rahat bir şekilde anlayacaklardır. Akşam güneş batar. Akşamın alacakaranlığında tamam insanlar yavaş yavaş işte giderler hayvanlarını sağarlar alaca karanlıkta. İşte bazı hayvanları ahırlarına koyarlar yada ağıllarına koyarlar. Etrafı deler, toplarlar. Ne zamana kadar? Karanlık bastırana kadar bütün işlerini bitiriler. Karanlık bastırdıktan sonra artık dışarı çıkılmaz çünkü her taraf karanlıktır gidemezsiniz. Ancak ay ışığı olursa gidebilirsiniz. Şimdi öyle bir zamanda birisi kalkıp evinize gelse ne derler köylüler? Gece yarısında kalkmış gelmiş. Oradaki gece yarısı kavramı, gece saat 12 değil. Saat yok. Gece yarısında kalkmış gelmiş. Niye? Bu saatte gelinmez. Çünkü o saatte yollar karanlıktır. Tehlikeli olur. Yani kendinizi koruyamazsınız. Düşersiniz, kalkarsınız. O saatte camiye gidip de insanlar da gelemez. Bu sebeple insanların hareketlerinin devam ettiği o süre içerisinde, akşam güneş batmasından gasakıl leyle kadar akşam, yatsı namazı bitirilmesi gereken bir namazdır. O bitecek. Ondan sonra gece dinlenme vakti başlayacak, sabaha kadar sürecektir. İşte kur’anı kerim işte az önce ayette okuduk, namazı gecenin gasakına kadar kıl. Allah, gasak kelimesini boşuna kullanmış değil. Gasak kelimesi, bizim ekvatorda da gecenin en serin zamanıdır, kutup bölgesinde de gecenin en serin zamanıdır. O en serin zaman başladığında herkes anlar ki tamam, yatsı vakti bitti. Şimdi bu gasak kavramını kaldırdığınız an kutup bölgesinde siz, yatsıyı nasıl hesaplayacaksınız? O zaman bugünkü durum ortaya çıkar. Şimdi mesela Tromso’da bu günlerde güneş hiç batmıyor. 24 saat dolaşıyor. Hadi siz güneşe göre hareket edin bakalım ne yapacaklar? Akşam namazını nasıl kılacak bu insanlar? Yatsı namazını nasıl kılacaklar. “Ved duha vel leyli izâ secâ”(DUHA 1-2) Duhaya yemin olsun diyor. Duha, güneşin gündüzün salıverdiği aydınlık. Güneş olsa bile gece o duha yok. İşte dün Almanya’dan gelen arkadaşımız anlatıyor. Diyor ki; duha, şu saatte kayboluyor. Bir kaç gün gözlem yaptığınız zaman hemen anlayabiliyorsunuz. İşte dün Kophenag’dan resim gönderen Ömer Bey yazmış. Arkadaşlar fotoğraflar bölümüne koymuşlar. İnşallah bir gün, onların gözlemlerini ana sayfaya koyacaklar. Orada sizler de görürsünüz. Resimler çekmiş. Güneş havada, altına yazmış yani akşam namazı oldu diye. Nasıl? Burada güneş battığı zaman “vel leyli izâ secâ” bak, “vel leyli izâ secâ”. C. Hakk’ın kullandığı kelimelere lütfen dikkat edin. Güneş battığı zaman demiyor. “İzâ secâ” diyor. Gece sakinleştiği zaman. Güneş battığı an ortalığı bir sakinlik sarar değil mi? Hatırlayın güneşin batışını. Orada da güneş havada, akşam namazı olduğu zaman her tarafı bir sukunet kaplıyor. İşte “seca” kelimesi. Ve onu kutup bölgesinde yaşayan arkadaşlarımıza gönderdik. Şuna bakın, buna bakın diye. Artık onlar, iyice anladılar. Güneş havada iken iftarlarını rahatlıkla yapabiliyorlar. Ve gasakıl leyl dediği vakitte de gecenin en şey zamanı artık yani gece yarısı dediğimiz zaman ki artık o saatte tüm tabiat uykuya çekiliyor. Vücudunuz da dikkat ederseniz hararet düşer vücutta da. İnsanın gözleri kapanmaya başlar yani vücudun ısısında düşüş olur. Tabiattaki tüm canlılar şey yaşıyor. Biz, onlara diyoruz ki; tabiata çıkın, bizim yatsının sonu dediğimiz yani ayetin gasakıl leyl dediği ve bizim de rakam ile belirttiğimiz vakitte bakın ki tabiatta bir canlılık görüyormusunuz? Diyorlar ki; çıkıyoruz her taraf uyuyor. Tamam. O zaman hesap doğru. Ne zamana kadar? Seher vaktine kadar. Seher vakti de artık siz de vücudunuza bakarsanız, geçen hafta Dr.Hakan Ertok yayına katılmıştı hatırlarsanız. Seher vaktinin öncesi ile sonrası arasında 2 dereceye yakın hararet farkı olduğunu söylemişti insan vücudunda. Orada da vücut da uyanmaya başlıyor. Uyanınca dört ayrı, Dr.Cengiz Bey var bu hafta tanıştığımız. O konuda çalışıyor. Seher vaktinde vücudun salgıladığı şeyler. Uyku konusu. Dr.Cengiz Bey isyan ediyordu. Diyor ki; seher vaktinden önce sahur yemeği yemek, tıbben cinayettir diyor. İşte bu gasakıl leyl, konumuz yatsı namazı olduğu için o gasakıl leyle kadar namazınızı kılın. Peki güzel. E bunun takvimini yapmayacakmıyız ya Rabbi diye sorarsanız. Evet bu gözlem. Tamam da her gün mü çıkıp gözleyeceğiz? Bunun bir takvimi olmaz mı? Onu da AllahTeala, 10.surenin 5.ayetinde, Yûnus suresi bize anlatıyor. Diyor ki; “huvellezi cealeş şemse dıyâen”. Bunu güneş kabul edin, bu da dünya. Güneşi ziya yaptı ne demek? Bir ışın yumağı, ışın kaynağı. Bizim, güneşin kendini görmemiz mümkün değil. Hatta şurada bakın şu lamba, şurada ışık kaynağı var. Arkasındaki lambayı görebiliyormusunuz? O ışık, lambayı görmenizi engelliyor değil mi? Lambanın kendisini göremiyorsunuz. İşte güneşin kendisini göremiyoruz. Bizim için güneş, bu ışık kaynağıdır. Onu gördüğümüz zaman güneş, tamam. İşte onun ziya olması da yani güneşin ziya olduğunu kavradığınız zaman da tüm hesaplar yerine oturuyor. Şimdi bu bir ışık kaynağı. Peki. “Vel kamera nurân” ayı da diyor, mesela bunu da ay sayalım. Ayı da nur yaptık diyor. Zaten beyaz da gözüküyor. Şimdi nur ne oluyor? Nur da ışık oluyor. Birisi ışığın kaynağı ziya, öbürü de ışık oluyor. Yani sizin ayın kendisini göremezsiniz demiş oluyor C. Hakk. Mesela hilal olduğu zaman da ay aynı büyüklükte, dolunay olduğu zaman da aynı büyüklükte, yarım ay olduğu zaman da aynı büyüklükte. Yani Nasreddin Hoca’nın dediği gibi kırpıp kırpıp da yıldız yapmıyorlar. Bu hep aynen devam ediyor ay. Peki biz niye birisine hilal, birisine dolunay diyoruz? Oradan bize yansıyan ışıklar kadar görüyoruz ayı. Onun için Allah diyor ki; sizin için kameri nur yaptım. Sizin için kamer, gördüğünüz ışıktır. Ondan fazlası değildir yani ay. Ne kadar görüyorsanız ay odur. Bazen hiç görmezsiniz, ay bitmiş olur. Peki bunu böyle yaptı. Ondan sonra da diyor ki; “ve kadderahu: ona”,”menâzile: iniş yerleri takdir etmiştir”. İniş yerleri niye? Şimdi ayın bir yere indiği var mı? Ay, bir yere iniyor mu? Konaklaması var mı ayın? Yok. Ama bizimkiler, bizde ekip çalışması olmadığı için “aya konak yerleri yaptık”. Ne konak yeri kardeşim? Ay, bu akşam yemeği falan galakside mi yiyeceğiz diyecek! Filan yerde top oynamaya gidiyoruz diyecek, nakle yayın var! Öyle bir şey yok. Ay, her zaman aynı ay. Yörüngesinde. “Felekin yesbehûn”(YASİN 40) diyor. Yani kendi yörüngesinde yüzer. Menazil, geliş açıları diye tercüme ettiğimiz, bize gelen güneşin ışınlarıdır. Güneş ışınlarını belli bir geliş açısıyla diyor ölçülendirdik. Onun için güneş ışınlarının aya gelen ışınları ile ayı yarımay, dolunay, hilal görüyorsunuz. Bir de yere gelen ışınları ile ve o ışınların yerde yapmış olduğu gölge ile siz bir hesap yapacaksınız. Peki ne hesabı yapacağız ya Rabbi? “Li tâ’lemu adedes sinine vel hisâb” gene aynı şekilde müteşabih ayet var ya. İsra suresinin 12.ayeti ile Yûnus suresinin 5.ayetinde aynı kelime tekrarlanıyor. “Li tâ’lemu adedes sinine vel hisâb”. “Yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye”. O zaman yılların sayısı ne ile biliniyormuş? Güneş ışınlarının geliş açısıyla. Şimdi geçen hafta da ben size söyledim. Güneş ışınlarının geliş açısı gerçekten öyle enteresan bir şey ki siz birazcık bu konuda uzman olsanız, kendi bahçenize bir yıllık takvimi çizersiniz. Yani bu dört mevsimi ortaya koyan ilkbahar, yaz, sonbahar, kış. Her ayı, her günü. Niye? Çünkü her gün bu açı değişiyor. Güneşin doğduğu nokta her gün değişiyor. Ayeti kerimede C. Hakk, ona işaret ediyor. Ve bu açı, güneşin geliş açısı her gün değişiyor. Güneşin geliş açısının yere bıraktığı gölge, 21 Mart ile 23 Eylül günleri sizin bulunduğunuz yerin enlemini gösteriyor. Dolayısıyla şurada 90 derecelik açı yapıyor, şurada 0 derecelik açı yapıyor. Geliş açısı. Gölge burada sıfır oluyor yani güneşin geliş açısı 90 ise gölge 0 oluyor. O zaman buraya 0 derece enlem diyorsunuz. Burada gölge açısı 90’a çıkıyor, buraya da 90 derece enlem diyorsunuz. Bu da dünyanın yuvarlak olmasını kesin bir zorunluluk haline getiriyor. Yuvarlaklık ne? Her bir noktanın ölçüsünü de veriyor Allah. Şimdi bütün bu ölçüleri bulduğunuz zaman “li tâ’leme adedes sinine vel hisab” yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye. O zaman peki biz neyin hesabını bileceğiz? Bu “zülefen minel leyl” dediği AllahTeala’nın gecenin gündüze yakın vakitlerinin hesabını bileceğiz. E nasıl bileceğiz? Gasakıl leyl ne zaman oluşuyor? O zaman güneşin geliş açısı nedir? İşte -18 derece olduğu tespitlerle ortaya çıkıyor. Çok rahat bu. Peki efendim AllahTeala’nın “hatta yetebeyyene lekumul haytıl ebyadu minel haytıl esvedi minel fecr”(BAKARA 187) fecr tarafından o beyaz çizgi, size net bir şekilde belirinceye kadar. Kızıllık, seher vaktinde var ufukta. Ama o beyaz çizgi en son anda oluşuyor ve uzun süre de kalmıyor. O beyaz çizgi net bir şekilde ortaya çıktığı âna kadar yemeye içmeye devam edin, ufkun aydınlığı önemli değil. Şimdi peki bu, hangi derecede çıkar? O da güneşin geliş açısına göre belirleyeceksiniz. İşte güneşin geliş açısını esas aldığınız an, siz takvim yapabiliyorsunuz. Bak “li tâ’lemu adedes sinine: yılların sayısını”, hesap değişmez. Öyle dakik hesaplar yaparsınız ki işte bu ayetler hesap yapmamızın ölçülerini bulabileceğimiz şeyleri bize gösterdiği için buradan hareketle çok şükür biz, İslam tarihinde ilk defa ekvatordan kutuplara kadar namaz vakitlerinin hesaplarını yaptık. Öyle dakika dakika, her gün değişir. Sabahtan akşama kadar da değişir. Enteresan bir şeydir o güneşin geliş açısı. Yani sabahleyin geliş açısı ile akşamki geliş açısı arasında da fark vardır. Onunla ilgili de çok sayıda ayetler var. Konu dağılmasın diye fazla girmiyorum oralara. Şimdi ona bakarak biz hesabı yapacağız. Ne demek? Vakit hesabını yapacağız. Ama bu iş öyle masa başında oturarak olmaz. İlk takvimi yapan Ahmet Muhtar Paşa diyor ki; ben diyor, hiç gözlem yapmadım diyor. Ee? Bu dediklerim zaten, şu iki ayet okudum ya? İsra suresinin 12.ayeti ile Yûnus suresinin 5.ayetinin meallerini bir okuyun bakayım ne anlıyorsunuz. Peki niye biz farklı anlıyoruz? Allah’ın emrini yerine getirdiğimiz için farklı anlıyoruz. Peki neymiş Allah’ın emri? Bakın Yûnus suresinde C. Hakk diyor ki; “ma halakallâhu zâlike illâ bil hakk” AllahTeala, bunları bir gerçek hesaplar olarak yaratmıştır. Yani bütün bunlar tam hesabı verirler demiş oluyor. “Yufassilul âyati li kavmin yâ’lemûn: vu ayetleri, bilenler topluluğu için Allah açıklar”(YUNUS 5) diyor. Bilen kişi için demiyor. Bilenler topluluğu için. Siz çok iyi bilyorsunuz ki biz, Süleymaniye Vakfı olarak tek başımıza hiç çalışmayız. Şu anda bu arkadaşlar niye buradalar hepsi? Yanlış bir şey söylediğim zaman hemen müdahale ediyorlar sağdan soldan. Çünkü ekip olarak çalışıyoruz. Ama bu namaz vakitleri konusunda biz yetmeyiz mümkün değil. O zaman bu işte fizikçi gerekiyor. Bu işte astronom gerekiyor. Bu işte efendim, ışık konusunda uzman kişiler gerekiyor. Güneş ışınıyla ilgili uzmanlaşmış insanlar gerekiyor. Çok şükür biz, bu ekipleri oluşturduk. Bunlarla yıllarca işte 1976’dan beri ben uğraşıyorum bu konularla ilgili ama C. Hakka sonsuz şükürler olsun, bütün dönemlerde ekip çalışmaları yapmak bize nasib oldu. Her zaman ekiple çalıştık. Tek başımıza çalışmadık. Çünkü bu, Allah’ın emri. İşte o ekip çalışmasını yaptığınız zaman kapılar size açılıyor. Çünkü niye? Kim için açıkladığını söylüyor Allah? “Li kavmin yâ’lemûn”. Kavmin yâ’lemûn olmaz ise yani bilenler topluluğu olmazsa bu ayetler anlaşılır mı? Bu ayete göre anlaşılır mı? Mümkün mü yani. Ama bizim şeye bakarsanız, ulema içerisinde ekip çalışması yapan sadece Ebu Hanife olarak anlatılır. O da işte kendi talebeleri ile müzakere edermiş. Çok güzel bir şey. Mesela İmam Ebu Hanife tüccardır. Ekonomi ile ilgili en sağlam görüşleri Ebu Hanife’den bulursunuz. Niye? Çünkü Ebu Hanife, kendisi tüccar olduğu için ekonominin içinde yaşıyor. O, tüm ekonomik faktörler, O’nun için bir topluluk oluşturuyor. Ama Ebu Hanife’nin namaz vakitleri konusunda sağlam görüş ortaya koyması için çağındaki bu konunun uzmanları ile çalışması lazım. Sadece kendi talebeleri yetmezdi. Bizim geleneğimizde böyle bir şey yok. Böyle bir şey olmadığı için de doğru dürüst bir takvim ortaya konamıyor. İşte Ahmet Muhtar Paşa diyor ki; efendim diyor, işte bir astronomik tan vardır. Doğru. Peki astronomik tan ne demek? Mesela “zülefen minel leyl” ne demek? Gecenin, gündüze yakın zamanları ne demek? Şimdi bakın burada Kur’an Yolu Türkçe Meal Ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları diyor. Görüyormusunuz? Yazarlar kim? Hayrettin Karaman, bildiğiniz işte meşhur Hayrettin Karaman Hoca. Mustafa Çağırıcı, İstanbul müftülüğü yaptı bir ara biliyorsunuz. İbrahim Kâfi Dönmez, şu anda 29 Mayıs Üniversitesi’nin rektörüdür. Sadrettin Gümüş, orada tefsir hocasıydı, emekli oldu. Zannedersem 29 Mayıs’ta devam ettiriyor çalışmalarını. Tam emin değilim. Şimdi bu 4 hoca, bu çalışmayı yaptı da fakat kendi aralarında paylaşıyorlar: şurayı sen hazırla, burayı sen al. Bu defa tek tek çalışmış oluyorlar. Gene ekip yok. Burada 4 tane isim var ama ekip yok. Şimdi ekip olmadığı için, bakın şimdi size az önceki ayetlerle ilgili onların şeyini şey yapayım. Bak burda, bu bölümü hangisi yazmış onu bilmiyorum. ‘Ön söz’debelli etmişlerdir. Hud suresinin 114.ayetinde, “ve zulefen minel leyl”, bak önce ayete verdikleri meale bakalım. “Gündüzün iki tarafında”. Gündüzün iki tarafı dediğin zaman bir kere bu işi anlayamamışsın demektir. Çünkü “taraf” kelimesi, İsra78 ile birlikte almazsan olmaz. Neyse, onu atlıyorum. “Gecenin de gündüze yakın saatlerinde namaz kılın”. Yani “zulefen minel leyl”i doğru tercüme etmiş. “Gecenin, gündüze yakın saatlerinde”. Gecenin gündüze yakınlığını nasıl anlarsın? İşte az önce.. güneşin batımından havanın kararmasına kadar. Yada kutup bölgelerinde, havanın sakinleşmesinden gecenin soğuğunun başlayacağı vakte kadar ve tabiatın uyumaya başlayacağı vakte kadar. Burada diyor ki, açıklamada yani. Tefsir ya bu. “Gündüze yakın saatler diye tercüme ettiğimiz “zulef” kelimesi, “zulfe”nin çoğulu olup gecenin, gündüze yakın olan ilk saatlerini ifade eder”. Gecenin, gündüze yakın olan ilk saatleri. Peki ilk saatleri: zulef, 3’ü gösteriyor. İlk saatlerinde kaç namaz kılmak gerekir. En az üç, değil mi? Bu saatlerde kılınması emredilen namaz da yatsı namazıdır. Teke düştü. Akşam da değil. Teke düştü. “Tarafeyin”i.. gerçekten tam trajikomik bir durum. İstersen o kısmı da sen buradan bul, oku. Vakit kaybetmeyeyim de. “Tarafeyin”e ne demişler? Zaten biliyoruz tefsirlerin ne dediğini de yani tesniyeye cemi manası, cem’e rıflet manası.
Yahya Şenol: “Peki gündüzün iki tarafından maksat, gece ile birleşen iki tarafı. Yani başı ve sonu olup tan yerinin ağardığı ve güneşin battığı zamanlardır”.
Abdulaziz Bayındır: Peki tanyerinin ağarması gündüzün tarafı mı? Güneş battıktan sonra gündüz biter, güneş doğmadan önce gündüz değildir. Şimdi şunun iki tarafı dışındaki kısmımıdır? Türkçe olarak yapın. Halbuki arapçada taraf, “nahiyetun min nevahi şey” diye tercüme ediliyor. Bir şeyin bölümlerinden birisi. İlk bölümünün öyle olduğunu zaten şey. Ayeti ayet ile açıklama diye bir mantık malesef bizim gelenekte yok. Halbuki öyle olduğu zaman ne diyor AllahTeala? “Kitabun uhkimet âyâtuhu summe fussilet min ledun hakimin habir” bu surenin başında söylüyor. Hem de enteresan bir şekilde bu surenin başında. Bu bir kitap ki yani Hud suresinin başında. Ayetleri hüküm ifade edecek şekilde indirilmiş, sonra da hakim ve habir tarafından açıklanmıştır. Hakim, habir kim? AllahTeala. Allah açıklamış. Peki niye Allah açıklamış? “Ellâ tâ’budu illallah: Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye”. Peki Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz ne demek? Başkası açıkladığı zaman siz onu Allah’ın açıklaması sayarsınız. Ne demek? Başkası açıkladığı zaman siz onu Allah’ın açıklaması sayarsınız. E şimdi şu garabete bakın. Tesniyeye güneşin doğmasından önce ve batmasından sonra sabah ve akşam namazı diyor deliğ mi? “Tarafeyin”e.
Yahya Şenol: Şimdi onu bir tamamlayayım. İki farklı şey söylemiş. Diyor ki; “gündüzün iki tarafından maksat, gece ile birleşen iki tarafı. Yani başı ve sonu olup tan yerinin ağardığı ve güneşin battığı zamanlardır. Tan yerinin ağardığı bir, güneşin battığı iki. Buna göre gündüzün iki tarafında kılınması emredilen namazlardan biri sabah namazıdır. Diğeri ise güneş batmadan önceki kısım olarak alındığında”, bak şimdi burada şey yapmış “diğeri ise güneş batmadan önceki kısım olarak alndığında öğle ile ikindi”. Bak, üç oldu toplamda. Sabah demişti zaten.
Abdulaziz Bayındır: Tesniye yani iki şey gösterene kaç? Dört namazı oraya yerleştirecek.
Yahya Şenol: “Battıktan sonraki taraf olarak alındığında akşam ve yatsı olarak yorumlanmıştır”. Yine üç yani.
Abdulaziz Bayındır: Zulef ne oldu?
Yahya Şenol: Yatsı dedi ya işte. İkili ifadeden üç namaz çıkardı. En az üç olması gerekenden tek çıkardı. Şapkadan tavşan çıkarmak bu olsa gerek.
Abdulaziz Bayındır: Yok, bu değil. Şapkadan tavşan çıkarmak da bu değil yani. Gerçkten inanılmaz şey var. Peki bu ne yapmış oldu? Kendisini Allah yerine koymuş olmadı mı? Yani C. Hakk, öyle bir söz söylüyor ki “kulle şey’in fassallnâhu tafsilâ”(İSRA 12) diyor. Herşeyi ayrıntılı olarak açıkladık diyor. Yani “uhkimet summe fussilet” ayrıntılı olarak açıklandı diyor. Ayrıntılı olarak açıklanan kitap böyle olur mu?
Katılımcı: Yatsıda oruç açmamız lazım bu anlayışa göre.
Abdulaziz Bayındır: Tabi doğru. Gece bu ise yatsıda. İşte şeyler böyle yapıyor. Yatsıya yakın oruç açıyor Şia. Çünkü Allah’ın vermediği bir yetki kullanılıyor. Yetkisizce işe müdahale ediliyor. Ulema, kendisi kur’anı açıklamaya kalkıyor. İşte gördünüz bakın. Zaten bu kafanın, şu okuduğum Yûnus 5 ile İsra 12’yi anlama şansları sıfır. Tamı tamına sıfır. Şimdi sinirleniyor bir şey yapıyorlar. E buyrun hadi, hodri meydan. Gelin bakalım konuşalım. Bakayım ne anladınız? Anlatın bakalım. Sizin anladıklarınızın gerçekle bir alakası var mı? Burada olduğu gibi. Ama doğru bir şey söylemişler, o işimize yarıyor. Bak diyor ki; “gündüze yakın saatler diye tercüme ettiğimiz “zulef” kelimesi ise “zulfe”nin çoğulu olup gecenin, gündüze yakın ilk saatlerini ifade eder. Bu saatlerde kılnması emredilen namaz da yatsı namazıdır”. Hadi buyurun! Yatsı namazı, gecenin gündüze yakın saatlerinde mi kılınıyor bugün? Gecenin ilk saatlerinde mi kılınıyor? Sabah namazına kadar uzatıyorsun. Peki buraya niye yazdın bunu? Burada bunu yazdıysan bir de şurada da İsra 78’e şöyle mana vermiş: “gündüzün, güneşin gün ortasını aşmasından gecenin karanlığına kadar namaz kıl”. Gecenin karanlığına kadar. Buyur yani. Gecenin karanlığı bastırdı mı gecenin gündüze yakın vakti bitmiş olur değil mi? Yani gündüzü hatırlatan hiç bir şey kalmaz. Tamam. Peki burada “gasakıl leyl”e ne demiş? “‘Gasakıl leyl’, akşam ve yatsıyı ifade eder” diyor. Ne demek? “Hava kararıncaya kadar” bakın “hava kararıncaya kadar”. Yani ‘gasakl leyl’e kadar. Akşam ile yatsı namazı vaktine kadar demek olur değil mi Akşam ile yatsıya ‘gasakıl leyl’ derseniz? Yani öyle yazalım yani buraya. Mesela “gündüzün, güneşin ortasından akşam ve yatsı namazının vaktine kadar namaz kıl” demiş. ‘Gasakıl leyl’e kadar. Yani hava iyice karardığı zaman akşam namazını mı kılacaksın. Bu ne kafa yani. E şimdi bu kafadan takvim bekliyorsunuz. Ben, dün akşam televizyonda şey yaptım. Bana diyorlar sertsin. Bende hiç sertlik yoktur yani. Ya kardeşim, bu kafanın takvim yapması mümkün değil. Allah aşkına ya, çekilin bu milletin önünden de yani hiç olmazsa hani gölge etme başka ihsan istemem. Yapmayın ya! Burada bir yerlerde ‘gasakıl leyl’ yatsı vakti diyordu. ‘Gasak’ kelimesinin iki farklı yorumundan birinin esas alınması halinde, ayette başlıca üç vakit zikredilmiş olduğu sonucu çıktığını belirtip Fahreddin Razi, şu bilgiyi verir diyor. Bu, Fahreddin Razi’den nakledilmiş bilgiymiş. Haa! Kendi görüşleri onu okuyayım. Altını çizmemişim o yüzden okumadım. “‘Gasak kavramı, karanlık demektir. Şafağın tamamının kaybolduğu yatsı vaktini ifade eder”. Şafağın tamamının kaybolduğu yatsı vaktini. Yani karanlık vakit, yatsı vakti. Peki yatsı vaktine kadar namaz kıl. O yatsı vaktinden sonra ne yapacaksın? Yatsıyı kılmayacaksın demektir değil mi? Yani hiç iler tutar tarafı yok gerçekten. Şimdi bunların, yatsıyı da sabah namazına kadar uzatırlar. Onun da ne kadar yanlışlara dayandığını biraz sonra Fatih Hoca’dan dinleyeceğiz. Şimdi bu mantıkla takvim yapamazsınız. İşte Ahmet Muhtar Paşa tutyor diyor ki; -18 derece der bazı şeyler sabah namazı için. Bazıları -19 der. Buna 2.5 derece de ihtiyat kouyuyor 21,5 derece, gecenin tam ortasının da ortasına doğru sabah namazını çekiyor. Yatsıyı da o tarafa doğru çekiyor, millete dinlenme vakti diye bir şey yok. Zaten yatsıyı da sabah namazına kadar uzatıyorlar, ‘gasakıl leyl’ diye bir kavram kalmıyor. Siz, bu mantıkla ne kutup bölgesinde ne müslümanların yaşadığı bölgede takvim yapamazsınız. Bu mümkün değil. Onun için açıklamayı C. Hakka bırakırsanız, işte burada yaptığımız gibi biz burada takvim yaptık, saatlerini belirledik. Dünyanın her tararında bakıyor kişiler, o saatte tabiatın hareketleri ile hah, şu oldu diye kanaati geliyor. Güneş orada görmesine rağmen orucu bozuyor, güneşi orada görmesine rağmen sahur yemeğini yemeye devam ediyor. Ve kutup bölgesinde en uzun oruç 13 saati geçmiyor. Ama şimdi 22, 23 saat oruç tutturuyorlar. Peki tamam. Madem güneşe bağlıyorsunuz da 24 saat güneş havada, 24 saat tuttursanıza. Maden başlamışken devam ettirin kardeşim. Bunun da bir mantığı yok. Yani geçen sene işte ocak ayının 13’ü idi. Bizim oraya gitmemiz vesilesiyle Norveçliler, bir uluslar arası namaz vakitleri ile ilgili toplantı düzenlemişlerdi. Çok sayıda kişiyi davet etmişler. Gelmişlerdi onlar, oraya. Orada tabi birinci gün, konuşmaları falan yaptık. Ben, onlara dedim ki; yarın, sabah namazı rasatına çıkalım dedim. Nered bu? Güneşin hiç doğmadığı Tromso’da. Güneş yok, ben onlara diyorum ki şimdi size imsak rasatı yaptıracağım dedim. Böyle bir şey kimin aklına gelir? Şimdi gittik fecri kazibi gördük orada. Sabahın ilk ışıkları ortaya çıktı seher vakti. Fakat C. Hakk, şimdi Allah’ın bir lutfu tabi, kalın bir bulut geldi ufku tamamen kapattı. Hiç bir ışık gözükmüyor. Bunlar kendi aralarında sohbet yapıyor ama ben bayağa böyle bir acayip oldum. Başladım dua etmeye. Ya Rabbi, ne yaşacağız şimdi. Bunlar, dünyanın her tarafından gelmiş adamlar. Şimdi gidecek konuşacak. Diyecekler ki; işte gittik böyle onlarınkisi de hikayeymiş falan. Bu adamları bir daha burada nasıl toplayacaksınız? Bir de akşamdan da fecri sadığı gözlemleteceğim falan dedim. Onlar kendi aralarında konuşuyor ama ben onlardan ayrıldım. Tek başıma sürekli dua ediyorum. Şimdi o sıra, baktım ki o fecri sadığın doğacağı yerden seher yeli esmeye başladı. Ben bunu yıllarca tabiattaki gözlemlerde artık öğrenmiştim. Dedim; bir dakika beyler! AllahTeala “ves subhi izâ teneffes”(TEKVİR 18) der ya. Sabah, nefeslendiği zaman. Sabahın nefeslenmesi. Seher yelinin esmesi. İşte bakın dedim, şu anda çok tatlı bir rüzgar göreceksiniz. Kış, kutup bölgesi ama o rüzgar üşütmüyor, çok tatlı bir rüzgar esiyor seherde. Herkes hemen evet dediler, hissediyoruz dediler. Tam şimdi kuşların sesini duyacaksınız dedim. Kutup bölgesinde kuş kalmamış tabi. Hep gitmişler kışın. Ama gene de birkaç tane kuşun sesi geldi oradan. O, kuşun sesi gelince hepsine kanaat geldi. Hakikaten. Dedim işte bundan 8 dakika sonra imsaktır dedim biraz sonra göreceksiniz. Çünkü yıllarca yapmış olduğumuz gözlemlerden sonra. Onu da anladılar, geçik beraber sabah namazını kıldık. Bu defa dediler ki, toplantı bitmişti. O gün herkes ülkesine gidecek. Ama Tromso’da bir tane uçak kaşlıyor işte Oslo’ya. Saat 2’de herkes aynı uçakla gidecek. Dediler ki; bir toplantı daha istiyoruz. Çünkü onları çok heyecanlandırdı. Tamam dedik. Hemen bir toplandık. Sabah kahvaltısından itibaren hemen toplantı yapık otelde. Herkes aynı otelde olduğu için. Orada, Oslo’dan gelen Pakistanlı ama oraya yerleşmiş olan ve astronomi konusunda da hepsinden daha bilgili olan bir kişiydi. Kalktı konuştu. Dedi; ya kardeşim, siz buraya geldiniz. Sizi dün dinledik. Bugün de gözümüzle gördük. Söylediğiniz her şey için kur’andan, sünnetten, ulemanın görüşünden, tabiatın hareketlerinden, kuştan, rüzgardan, her şeyden delil getiriyorsunuz. Ya bize takvim gösteriyorlar, diyorlar ki; şu saatte akşam namazı oldu. Oslo da 60 derecelik enlem. Niye bu akşam namazı diyorsunuz? Cevap yok. Peki niye siz, imsak diyorsunuz? Cevap yok. Neden yatsı diyorsunuz? Cevap yok. Sorduğumuzun hiç bir şeyin cevabı yok. Biz böyle dedik böyle oldu. Ama siz, sorduğumuz her soruya bir tek cevap vermiyorsunuz ki. Ayetten de, hadisten de, astronomiden de, ne bileyim işte hayvanların hareketlerinden, hepsinden de cevaplar veriyorsunuz. E tabi. Açıklamayı C.Hakka bırakırsanız, siz, yetkiniz olmayan bir şeye karışmazsanız, ya Rabbi ben kulum sen ne diyorsan ben onu anlamaya çalışırım dersen böyle önünüz açılır. Demezsen ne olur? Şimdi ne oluru anlamaya çalışacağız.
Dört mezhebin dördünde de yani Hanefi, Şafi, Maliki, Hambeli. Dört mezhebin dördünde de yatsı namazının son vakti vardır. Yani hava karardığı an, gasakıl leyl. Zaten ayetler çok açık. Hiç bir şüpheye yer vermiyor. Yatsının son vaktini çok net bir şekilde bildiriyor. Onun yanında AllahTeala her şeyin örneğini de verir kur’anı kerimde. Mesela yatsının sonunun örneği ile ilgili de Nur suresi 58.ayet var. 24.sure 58.ayet. Ben, onu mealinden okuyayım zamandan tasarruf etmek için. “Mümünler, ellerinizin altında olan esirler ile henüz ergnlik çağına girmemiş çocuklarınız, üç vakitte: sabah namazından önce, öğle sıcağında soyunduğunuzda ve yatsı namazından sonra yanınıza girecekleri zaman izin istesinler”. Yatsı namazından sonra. Şimdi ‘gasakıl leyl’ yatsı namazından sonrası değil mi? Fecri sadıktan öncesi de sabah namazının öncesi. Şimdi burada bir vakit oluştu mu? Bak, yatsıdan sonra, sabah namazından önce bir vakit var. Ve hiç bir farz namazın olmadığı ara vakit var. Hiç bir farz namazı yok orada. Peki mezhepler bugün ne yapıyor? Sabah namazına kadar uzatıyorlar sadece Şia uzatmıyor. Bir de bazı Mâlikiler uzatmıyor. Caferi mezhebiyle bazı Malikiler. Caferi mezhebi çok önemli bir mezhepir. Neden? Çünkü Caferiler ile Hanefiler’in görüşleri çok büyük oranda aynıdır. Bazı mezhebe ait ufak tefek şeyleri ayırırsanız büyük oranda aynıdır. Ayıran, onların inanç ile ilgili şeydir. Amel ile ilgili kısımları büyük oranda birliktelik vardır Caferiler ile Hanefiler arasında. Bak burada Allah, açıkça diyor; yatsıdan sonra, sabah namazından önce. Yatsının ne zaman biteceğini de ‘gasakıl leyl’ ile ifade ediyor. Sabah namazından öncesini de ifade ediyor ama bugün yatsı bittiği an sabah namazı başlar diyorlar. Hanefi’de de böyle Şafi’de de böyle. Peki Hanefi mezhebini bize nakleden İmam Muhammed’in sözü ne bu konuda? İmam Muhammed, Kitabul Asl yada El Mebsud diye adlandırılan kitabında şöyle diyor hayız bölümünde; “kadının kanı, yatsı vaktinde kesilirse”. Yatsı vaktinin başlangıcı, ufukta o beyazlığın kızıllığa dönüşmeye başladığı andır. “Bana göre” bana göre diyor, ayete göre demiyor. Kendi görüşüne göre “gece yarısından önce yıkanıp” gece yarısının ne olduğunu şey yaptık. Hani havanın iyice kararması, ‘gasakıl leyl’dir gece yarısı. “Gece yarısından önce yıkanıp namazını kılabileceği bir vakte kadar namazı ve yıkanmayı geciktirmesi uygun olur”. Yani ‘gasakıl leyl’den önce namaz kılabilecekse biraz geciktirmesi uygun olur. Çünkü o saatte namaz kılmak daha faziletlidir diye hadis var. Bana göre uygun olur diyor ama ‘gasakıl leyl’den önce yatsıyı kılmış olması gerekir diyor. Peki İmam Şafi ne diyor El Üm’ünde? İmam Şafi’nin kendi yazdığı kitap. Kendi yazdığı söylenen kitap. Ben oradaki bilgilerin çoğunun O’na ait olmadığını düşünüyorum da. O ayrı ama orada şunu söylüyor. Bu bilgi, kesinlikle ona ait olması lazım. Çünkü kitap ve sünnete yüzde yüz uygun. Diyor ki; “yatsının son vakti, gecenin ilk üçte biri geçene kadardır”. İlk üçte biri. Yani “zulefen minel leyl” yani ilk üçte biri, akşamın alacakaranlığı oluyor. İkinci üçte biri, sabahın alacakaranlığına kadar olan vakit. Üçüncü üçtebiri, sabahın alacakaranlığından güneşin doğmasına kadar. Gecenin ilk üçtebiri geçene kadardır yatsının son vakti. ‘Gasakıl leyl’e kadar. İki ayeti birleştirmiş İmam Şafi dikkat ediyormusunuz? “Gecenin bu bölümü geçince namazın vakti de geçer”. Çok kesin. “Nebi(sav)’den gelen rivayetlerin hepsi, bundan sonra vaktin çıktığı dışında bir şeyi göstermez. Peki İmam Şafi bu kadar net diyor. E Hanefi mezhebini bize nakleden İmam Muhammed bu kadar net söylüyor da Şafiler, yatsı namazının vaktini nereye kadar uzatıyorlar? Hanefiler nereye kadar uzatıyorlar? Ama esas Hanefiler’deki teajikomik durumu biraz Fatih Hoca’dan dinleyelim. Evet, söz sende.
Fatih Orum: Ben, Hocam’ın bıraktığı yerden alayım. Yani Hanefi mezhebinin en erken dönemine ışık tutan kaynak, İmam Muhammed’in El Asl isimli eseri. Matbu bir eser 5 cilt halinde. İmam Muhammed bu eserinde, Ebu Yusuf kanalı ile Ebu Hanife’nin görüşlerini bize aktarıyor. Bu yatsı namazının son vakti nedir diye bir soru soruluyor Ebu Hanife’ye kitapta. O da şu cevabı veriyor; “yatsının vakti, şafağın kaybolmasından gecenin yarısına kadardır”. İbareyi de okuyayım. “Kultu eraeyte vaktel işa’i netahuve” yani yatsı vakti konusunda ne dersin diye sordum. “Kale: şöyle dedi”,”min hıni gaybi şafak ila nısfıl leyl”. İbare bu. Gecenin yarısına kadar. Şafağın kaybılmasından başlar yatsı namazı.
Abdulaziz Bayındır: Şafağın kaybolması dediği, biz de şafak kelimesi dediğimiz zaman sabah anlaşılır. Ama Arapça’da şafak dediğimiz zaman akşam güneşin batmasından havanın tam kararmasına kadar olan vakit. Şafağın kaybolması dediği de o zaten başka sözden de Ebu Hanife diyor; beyazlık diyor. Yani sabah namazının o beyazlığının simetriği ortaya çıkar. O beyazlık kaybolduğu zaman yani kızıllığa dönüştüğü zamandan, nısfıl leyl dediği de havanın kararması. Yani gece yarısına kadar.
Fatih Orum: Bu okuduğum ibare, El Asl’ın birinci cildi 146.sayfasında. Ancak bu ibarede sonra bir ibare daha var hemen devamında. Bu defa diyor ki bir soru ile yine Ebu Hanife’nin görüşü alınıyor. Gecenin yarısı geçtikten sonra fecr doğmadan önce yatsı namazı kılan kişinin namazı hakkında ne dersin diyor. O da diyor ki; ben bunu kerih görürüm. Ama geçerlidir diyor. İbareyi şöyle okuyayım ben size: “kultu eraeyte men sallaha kable en yetlu el fecru badel mada nisful leyl” ne dersin, gecenin yarısı geçtikten sonra ama fecirden önce namazı kılan kişi hakkında? “Kale: şu cevabı verdi”,”yuczihi; bu namaz geçerlidir”,”velakin ekrahu lehu eyyuahirraha ila tilke saa” fakat bu saate kadar geciktirilmesini uygun görmüyorum diyor. Şimdi bu ibare burada var. Kitabul Asl’da var. Şimdi bu ibarenin burada ne anlam ifade ettiğini ilerleyen şeylerde göreceğiz. Ben devam etmek istiyorum. Şimdi Serahsi var. İmam Muhammed’den işte aşağı yukarı 2 buçuk, 3 asır sonra yaşamış kişi. Ölüm tarihi 483 ki Hanefi mezhebinin büyük fakihlerinden birisidir. Bildiğimiz kadarıyla en geniş kapsamlı eserin muhellifi odur. El Mebsud isimli eserin. Şimdi Serahsi diyor ki aynı konu ile alakalı olarak. Yatsı namazının vakti ile alakalı. “Kitapta, gecenin yarısına kadardır yatsı namazının sonu diyor” diyor. Şöyle ibare: “fakat kale fil kitâb ila nısfıl leyl” yani biraz önce okuduğumuz ibareye atıfta bulunuyor. Diyor ki; İmam Muhammed, El Asl’da Ebu Hanife’den hareket ile yatsı namazının sonunun, gecenin yarısına kadar olduğunu söylemiştir diyor. Bu ibareyi aktardıktan sonra bu defa bir yorum yapıyor, diyor ki; “ancak bundan kastedilen şey, yatsı namazının geciktirilmesinin mubah olduğunu açıklama kabilindendir diyor. Şöyle ibare: “vel muradu ve yani vakti ibadeti tehir”. Bunu da daha sonra şöyle açıklıyor. Diyor ki; yatsı namazı, Ebu Hanife’nin dediği vakite kadar kılınırsa en faziletli vakit budur. Keşke bu vakit içerisinde kılınsa. Ebu Hanife, bunu söylemek istedi. Mustehab vakti belirtmek istedi. Ama bu, fecrin doğuşuna kadar devam eder dedikten sonra bir örnek veriyor. Diyor ki; mesela bir çocuk, fecir doğmadan önce, sabah namazı girmeden önce buluğa erse, o çocuk, o günün yatsı namazını kılmak zorunda. Kıldığında da geçerli. Ve yine işte bir bayan, adeti sabah namazı vakti girmeden kesilse, o vakitte yine yatsı namazını kılmak zorunda diyerek idrak vakti diye bir kavram geliştiriyor. Şimdi bu kavramın ip uçlarını da yani Serahsi’nin söylediği bu sözlerin ip uçlarının da biz, Serahsi’den daha önce yaşamış yine bir Hanefi falih olan Cessas’da görüyoruz. Cessas bunu ilk kez kullanıyor. Cessas, aynen diyor ki; evet Ebu Hanife böyle demiş ama bu mustehab vakti kastedmiş.
Abdulaziz Bayındır: Böyle demiş dediği yani ‘nısfıl leyl’de yatsı biter.
Fatih Orum: Biter demiş ama..
Abdulaziz Bayındır: Kur’ana uygun söylemiş ama.
Fatih Orum: Burada kastedilen şey, esasında mustehab vakti açıklamak diyerek Ebu Hanife’nin bir nevi orada niyetini okuyor. Sonra Cessas, işte Serahsi’den daha önce yaşamış olan bu adam diyor ki; biraz önce verdiğimiz örnekleri veriyor. İşte bir çocuk buluğa erse şöyle olur, bir kadın böyle olsa böyle olur ve Serahsi, Cessas’daki o ifadeleri taşıyor Mebsud isimli eserine.
Abdulaziz Bayındır: Sanki Ebu Hanife’nin görüşüymüş gibi anlaşılıyor.
Fatih Orum: Şimdi Serahsi, bunu söyledikten sonra diyor ki, orada bir ifade kullanıyor. Mebsud’da. “Bizim, yatsı namazının fecrin doğuşuna kadar yani sabah namazına kadar devam ettiğini söylememizin bir delili var, bir sebebi var” diyor ve hatta bu delil, Şafi’ye de bir huccettir. Çünkü diyor ki Serahsi; Şafi, gecenin ilk üçte birine kadardır yatsı namazının vakti diyor. Bunu derken de Cibril hadisini delil getiriyor ama bizim Şafi’ye karşı ileri süreceğimiz bir delil var diyerek bir rivayetten bahsediyor. Bu rivayetin ben şimdi metnini okuyacağım.
Abdulaziz Bayındır: Cibril hadisi konusunda da ben sizi kısaca bilgilendireyim. Bu sahih bir hadistir. Buhari’de ve diğer kaynaklarda var. Cebrail(as), Mekke’de Resulullah(sav)’e kabenin yanında-müslümanlar da ona uyarak namaz kılmışlar-ki gün namaz kıldırıyor. Birinci gün namazı ilk vaktinde, ikinci gün namazı son vaktinde kıldırıyor. Yatsı namazını ikinci gün diyor ya “hine zehebe suluseyil leyl” gecenin üçte biri geçerken kıldırıyor. İmam Şafi, gecnin üçte biri bitti mi şey biter diyor ya. Ve ondan sonra diyor ki; ya Muhammed, bunlar, senin ve senden önceki ümmetlerin namaz vakitleridir. Namaz, bu vakitler arasındadır diyor. Bu vakitler arasında. Başını ve sonunu bildiriyor. Sonu bu. E şimdi İmam Şafi, Cibril hadisine dayanmıştır diye söylüyor ki o Cibril hadisi, okuduğumuz ayetlere yüzde yüz uygun olan bir hadistir. Yani kitap sünnet bütünlüğü açısından, hikmet olması açısından tamı tamına ayetlerin uygulanması niteliğindedir. Evet şimdi devam et.
Fatih Orum: Serahsi, Hocam’ın bahsettiği hadisten hareketle İmam Şafi böyle diyor ancak bizim bu konuda delilimiz var derken şu ifadeyi kullanıyor; “ve lena hadisu Ebu Hureyrete(ra): biz, Ebu Hureyre’nin Resulullah’tan rivayet ettiği bir hadise göre amel ediyoruz” diyor. Ve şunu söylüyor, hadis olarak şu ifadeyi kullanıyor:”ve ahiru vaktil işai hine yaklehu fecr”. Resulullah böyle dedi diyor. Çünkü Ebu Hureyre bunu rivayet etti. “Yani yatsının son vakti, fecrin doğduğu andır”.
Abdulaziz Bayındır: Bugünkü uygulamaları işte.
Fatih Orum: Bunu söylüyor. Ondan sonra diyor ki; bir nevi bu, Şafi’ye duyrulur diyor. Burada böyle bir rivayet var. Şimdi Serahsi’den aşağı yukarı 1 buçuk asır sonra yaşamış, yine büyük bir Hanefi fakih olan bu defa Mervinani, El Hidaye isimli eserinde aynen Serahsi’nin bu ifadelerini alıyor. Metini taşıyor. Diyor ki; Şafi, yatsı namazının gecenin ilk üçte biri kısmıyla mukadder olduğunu, sınırlandırıldığını söylüyor. Cibril hadisine dayanıyor. Hayır, böyle değil. Fecre kadar devam eder. Çünkü Ebu Hureyre’den rivayetle Resulullah şunu demiştir diyor ve biraz önce zikrettiğimiz rivayeti söylüyor. Yani Mervinani’ye kadar bu şekilde devam ediyor. Şimdi asıl bundan sonra başlıyor iş.
Abdulaziz Bayındır: Mervinani dediği de çok önemli. Orada Hidaye, Osmanlı, Fatih Sultan Mehmed’den son zamana kadar resmen medreselerde okunması emredilen, kanunen mecbur kılınan bir kitaptır. Bugün de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütün eğitim merkezlerinde baş kitaptır. Yani ben onlara bir eğitim merkezinde şunu söylemiştim; Hidaye’yi terketmezseniz hidayete eremezsiniz. Şimdi bakun niye öyle söylemişim dinleyin.
Fatih Orum: Şimdi Mervinani ile çağdaş olan yine Hanefi fakihlerinden büyük bir isim Kâsani. O da Hanefi fıkhının en önemli temel taşlarından birisidir. Bedaiu’s-Sanai’fi Tertibi’ş-Şeari isimli fıkıh eseri var. Aynen Mervinani’nin ifadelerini o da metne taşıyor. Yani Serahsi ne diyorsa Mervinani onu söylüyor.
Abdulaziz Bayındır: Zaten aynı bölgenin insanları bunlar.
Fatih Orum: Mervinani ne diyorsa Kâsani de aynı ifadeleri kullanıyor ve bu hadisi dile getiriyor. Şimdi yine bir Hanefi fakih olan Zeylai var. Zeylai, Hanefi bir fakihtir ve bunun Nasbu’r Raye isimli, El Hidaye’de yani biraz önce sözünü ettiğimiz Mervinani’nin fıkıh kitabı olan El Hidaye’de geçen hadisleri ele alıyor tahkik ediyor. İşte bu hadis sahih midir, nerede geçer, bununla delil getirilir mi diye bir eseri var. Şimdi burada Mervinani (Zeylai olacak, Hoca yanlış söyledi) diyor ki; bu rivayet, işte biraz önce söylediğimiz sabah namazı girene kadar yatsı devam eder şeklindeki rivayet: ben, bunu hiç bir yerde görmedim diyor. Garip bir rivayettir diyor. Bunu söylüyor ama bunu söyledikten sonra bir şey söylüyor. Çok önemli bir ipucu veriyor. Peki bu rivayet nereden geldi? Nasbu’r Raye diyor ki; ben, bunu hadis kaynaklarında..
Abdulaziz Bayındır: Sen daha önce Mervinani dedin. Zeylai olacak.
Fatih Orum: Ben, bunu hadis kaynaklarında görmedim ama bunu Tahavi’nin eseinde bu ibareyi gördüm diyor. Tahavi de Zeylai’den, Mervinani’den, Serahsi’den daha önce en erken dönemlerde yaşamış. Daha önce Şafi imiş, sonra Hanefi olmuş.
Abdulaziz Bayındır: 313’müdür ölümü? Sanki öyle olması lazım.
Fatih Orum: 321. Şimdi diyor ki; ben, bunu Tahavi’nin ibaresinde gördüm diyor. Nasbu’r Raye’nin müellifi Zeylai. Ve aynen Tahavi’ni Meani’l-Asâr isimli eserindeki bu konu ile ilgili ifadeleri metne taşıyor Zeylai. Şimdi Tahavi orada bir takım rivayetler aktarıyor. Ancak şimdi bakın ben burada bu Şerhu Meani’i Asâr yani bu Tahavi’nin o konu ile ilgili ifadelerini burada satır satır hatta dedim; ya böyle olmaması lazım. Yani kendimden şüphelendim. Sağolsun Fehmi arkadaşımız, bunun Türkçesi var tercümesi. Onu da buldu getirdi. Acaba dedim yanlış mı anlıyorum. O kadar acayip ki. Şimdi Tahavi, bu eserde şunları yapmış: esasında yatsı namazının son vaktinin gecenin ilk üçte biri ile bittiğini veyahut gecenin yarısına kadar devam ettiğini..
Abdulaziz Bayındır: Ama yarısı demek de aynı şey.
Fatih Orum: Aynı şey. Bütün bu ibareleri taşıyor ancak diyor ki sonra; ya diyor, ben ibarelere baktım topladım, toparladım. Bazıları diyor ilk üçte biri diyor. Bazıları gecenin yarısı diyor. Ben buradan anladım ki diyor bu, sabaha kadar devam eder. Şimdi böyle bir ifade kullanıyor. Bu ifadeyi kullanırken diyor ki; “enne ahıru vaktil işai hine yetluhul fecr”. Bu ibare yani Serahsi’nin, Mervinani’nin, Kasâni’nin, Ebu Hureyre’nin Resulullah’tan rivayetidir diye zikrettiği hadis..
Abdulaziz Bayındır: Hadis değil, söz.
Fatih Orum: Söz. Tahavi’nin kanaati.
Abdulaziz Bayındır: Burada Ebu Hureyre’den bahis yok. Ama Ebu Hureyre şamar oğlanı. Nasıl olsa itiraz etme şansı yok.
Fatih Orum: Hocam şimdi burada Tahavi’nin eserinde, Ebu Hureyre’den yapılan rivayerlerde “sulusul leyl” ifadesi geçiyor. Doğru ifade.
Abdulaziz Bayındır: Ebu Hureyre’den gelen rivayette zaten o konuda farklı bir tane hadis rivayeti yok. Yani o ‘gasakıl leyl’den sonra yani gecenin ilk üçte birinden sonra yatsının kılınabileceğine dair tek bir rivayet yok. İşte böyle bir rivayet uydurulmuş. Ama böyle bir rivayet sabah namazı için uydurulamamış bile yani.
Fatih Orum: Şimdi Nasbu’r Raye’nin müellifi Zeylai, ben bu ibareyi Tahavi’nin eserinde gördüm deyince işte Tahavi’ye baktık ve Tahavi diyor ki; ben, bu rivatlere baktığımda bu galiba fecre kadar devam ediyor diye bir ifade yapıyor. O ifadedeki şeyi bizimkiler hadis olarak alıyorlar. Şimdi burada da bitmiyor olay. Yani Nasbu’r Raye’de Hanefi bir fakih olan Zeylai bunu diyor. İbni Hacer var, meşhur Şafi muhaddislerinden.
Abdulaziz Bayındır: El Askalani.
Fatih Orum: Evet. Onun Ed Dirayeiu fi Müntehibi Tahrici Ehadisu’l diye tıpkı Zeylai’nin çalışması gibi Hidaye üzerine bir çalışması var. İbni Hacer de diyor ki; Hanefi eserlerinde geçen bu ibare, hadis eserlerinde yoktur Tahavi’nin eserinde vardır sadece. Tahavi’nin sözü olarak, görüşü olarak. Şimdi bu defa yine bu Hidaye’nin şarihlerinden yani Hidaye’yi detaylandıran, müdellel hale getiren, onun kritiğini yapan önemli Hanefi fakihlerinden Ekmeleddin Bâberti diye bir fakih var.
Abdulaziz Bayındır:Bazıları buna Bayburtlu derler. Ama ıspatlayamadılar tabi.
Fatih Orum: Şimdi Bâberti çok ilginç bir şey söylüyor. Diyor ki; kitapta yani El Hidaye’de yatsı namazının sonunun fecrin doğuşuna kadar olduğuna dair ibare var diyor. Çünkü Ebu Hureyre’den rivayetle Resulullah böyle demiştir diyor. Bâberti bunu söylüyor. Sonra diyor ki; ama gel gör ki İmam Şafi, yatsıyı, gecenin ilk üçte birlik kısmı ile sınırlandırmıştır diyor, sonra bir ifade kullanıyor. Diyor ki; şimdi ne yapacağız? İmam Şafi, Cibril hadisini delil getirerek gecenin ilk üçte biridir diyor. Biz de Ebu Hureyre’den hareketle böyle bir hadis kullanıyoruz diyor. Şimdi iki hadis arasında tearuz oldu diyor. Tearuz dediği, aynı konu ile ilgili iki tane farklı rivayet. Hükümleri farklı. Şimdi ne yapacağız diyor.
Abdulaziz Bayındır: Çatışma çıktı.
Fatih Orum: Çatışma. Gelin bunların arasını bulalım diyor ve şunu söylüyor. Diyor ki; öncelikle bu konuda tam noktasal bir ifade kullanan rivayet, bizim Ebu Hureyre’den yaptığımız rivayettir diyor. Çünkü Ebu Hureyre’den yapılan rivayette, artık sonu budur diye ibare var. Yani “hine yatlahul fecr” ifadesi. Oysa İmam Şafi’nin Cibril hadisinde böyle bir ibare yok. Ne var orada? Resulullah’a birinci gün şu vakitte kıldırdı, ikinci gün bu vakitte kıldırdı. E sonu yok ki. Oysa biz biliyoruz devam ediyor. Çünkü o Cibril hadisinde Resulullah’a Cebrail, sabah namazını da işte “hine esfere” ifadesini kullanıyor. Bu vakitte kıldırdı ama biz biliyoruz ki güneş doğana kadar devam ediyor.
Abdulaziz Bayındır: O vakitte kıldırdığı zaman selam verirken de güneş doğuyor tabi. İsfar vakti, sivil tan dedikleri vakittir.
Fatih Orum: Bunları söyledikten sonra diyor ki; sonuç itibatıyla bu arızadan bu tearuzdan bizim rivayetimiz salimen çıkmıştır ve öncelenmesi gereken rivayet budur diyor. Bunu söylüyor. Bu defa yine Hanefi fakihlerinden Hidaye’nin şârihlerinden El Ayni diyor ki
Abdulaziz Bayındır: El Ayni, Antepli’dir o zat.
Fatih Orum: Bedrettin El Ayni. Bâderti ile de çağdaş bunlar. Şimdi diyor ki; Bâderti, bu iki rivayet arasında tearuz olduğunu söylüyor diyor. Ve aynen ı ifadelerini alıyor sonra şu ifadeyi kullanıyor, diyor ki: ya kardeşim, birisi hadis, birisi hadis değil. İki şey arasında nasıl tearuz olur diyor. Bu ifadeyi kullanıyor. Ya Cibril hadisi denilen şey, sahih bir hadistir. Oysa bizim Hanefi mezhebinde ileri sürülen Ebu Hureyre’den Resulullah’a nisbet edilen rivayetin aslı astarı yok. Bu iki şey nasıl tearuz olur. Ve Bâberti bunları nasıl tearuz varmış gibi bunların arasını telif etmeye çalışır diyor. Bunu söyleyen, yine Hanefi fakîhi. Ama şunu söyleyelim; Ayni bunu derken, Ayni, yatsı namazının sonunun sabah namazına kadar devam etmediği görüşünde değil. Devam ediyor diyor. O, şey hadisini kullanıyor: bir namazın vakti, ancak diğer bir namaz girdiğinde çıkar.
Abdulaziz Bayındır: O da trajikomik. Nasıl söylüyorlar anlaşılır gibi değil.
Fatih Orum: Sonra, bu Ayni’den sonra yine Hanefi fakihlerinden İbnul Hûmam var. Fethu’l Kadir eseri, yine Hidaye’nin şerhlerinden. O da önemli bir fakihtir. Abdurahman Hoca’nın hemşehrisi. Sivasi. O da diyor ki; Ben, bu hadisi hiç bir yerde göremedim. Ancak bizim Hanefi fakihleri, bunu kullanıyorlar diyor.
Abdulaziz Bayındır: O da, dik duruşlu bir kaç kişi tanırım ben hayatımda. Birisi Nasbur Raye’nin yazarı diğeri Abdurahman’ın hemşehrisi.
Fatih Orum: İbnul Humam da şeydir: sabah namazına kadar devam ettiriyor. Biraz önce söylediğimiz hadisle.
Abdulaziz Bayındır: Ama korka korka. İbnul Hûmam’ın şeyini ben biliyorum. Yazar, yazar, yazar, bakarsın ki İbnul Hûmam, o yazdıklarına inanmıyor. Sonra öyle bir üstü kapalı cümle yazar ki orada dersin ki haa tamam işte. Çünkü asıl anlatmak istediğini mutlaka bir kaç cümle ile anlatır sonunda. Ve ondan dolayı da zaten O’nu, bir çok kimse dışlamıştır.
Fatih Orum: Şimdi Hocam, burada şunu söylemeyi unuttum ben. Ayni, Bâberti ondan sonra Fethu’l Kadir’in sahibi İbnul Hûmam, bu hadis nerede geçse hep Tahavi’ye bir şekilde atıfta bulunuyorlar. Yani bu adamlar esasında bunun, Tahavi’nin bir sözü olduğunun farkındalar.
Abdulaziz Bayındır: Öyle bir şey var yani. Esas şeyi anlıyorsun. Çünkü o zaman öyle bir baskı var ki siz, öyle ehli sünnetin yerleşik görüşüne aykırı bir söz söylediğiniz zaman size zındık diyor ve sorgusuz sualsiz öldürüyorlar. Peki bu adamı niye öldürdün, kafir mi? Hayır diyor. Münafık mı? Değil. Bunun içi de dışı da müslüman. Peki niye? Yerleşik görüşe aykırı, zındık diyorlar zındık. Gerici diyerek hapse atarlardı ya bir ara. O zaman da zındık diyerek öldürüyorlar. Başındaki kılıcı görünce, adam da şeyi tam olarak yazamamış.
Fatih Orum: Şimdi Hanefi mezhebinin dışında acaba başka bununla ilgili bu tespiti yapan var mı diye şöyle ayak üstü bir tarama yaptım. Şimdi bu Mubarek Fûri’nin Tirmizi şerhi var Tuhvetu’l Ahvezi. Aynen bu tesbiti o da yapıyor. Diyor ki; Şafi mezhebinde ‘sulusul leyl’ ile mukayyettir. Ancak daha sonra işte bu fecre kadar devam ettirilmiş. Nitekim işte Hanefi camiası böyle bir Ebu Hureyre kanalıyla Resulullah’a nisbet ettikleri böyle bir rivayetten bahsederler. Ancak bu rivayet, Tahavi’nin sözüdür diyor. Diğerleri de yani daha sonraki şarihler de bu tesbiti yapıyorlar. Ondan sonra, Tahavi bunları söylemiştir dedikten sonra Mubarwk Fûri şu ifadeyi kullanıyor kendisi; “kultu la şekke fi enne kelimet tahaviyyi haza hasenun lev kâne fi haza hadisun merfuhun sahihun velakin lem ecid hadisen merfuan sahih”.
Abdulaziz Bayındır: Bu söz güzeldir de keşke bir hadis bulunsaydı diyor. Ama bu konuda bir hadis yok diyor. Yani O da sabaha kadar uzamasından hoşlanıyor ama delil yok. Olsa dükkan senin ama yok. Sizden esirgeyecek halimiz yok ya.
Fatih Orum: Şimdilik bu aşamada.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi bunların dayandıkları bir hadis var. Müslim’de geçen bir hadis. Ona dayanıyorlar. Resulullah(sav), ashabı ile birlikte bir seferde ki Tebuk seferi olma ihtimali çok yüksek. Gece, sabaha kadar yol yürüyorlar. Sabaha yakın yani seher vaktinde inip birazcık yatıyorlar. Öyle oluyor ki Resulullah bineğinden düşecek gibi oluyor. Sonra biraz dinleniyorlar. O sırada sahabeden Bilal(ra)’ı diyorlar ki; sen yatma bekle. Bizi sabah namazına kaldırırsın, vakit geçmesin. Çünkü hepsi yorgun. Gece yol yürümüşler. Bilal(ra) da uyuya kalıyor. Güneşin ışınları vurunca uyanıyor. Sonra Resulullah(sav) de kalkıyor. Hadi buradan gidelim diyor. Biraz yürüyorlar. Biraz yürüdükten sonra abdest alıyorlar ve sabah namazını cemaat ile kılıyorlar. Cemaat ile kıldıktan sonra da Resulullah, sahabenin kendi aralarındaki konuşmalarını duyuyor. “Feceale baduna yehmisine badın ma keffaretun masenane bi tefisina fi salatina”. Demişler ki; ya bu namaza karşı bir yanlışlık yaptık, bir aşırılık yaptık. Bunun keffareti ne olacak acaba? Birbirlerine fısıldıyorlarmış. Bunun cezasından nasıl kurtuluruz diye fısıldarken Resulullah(sav) araya giriyor. Müslim’de geçen hadiste. “E ma lekum fiye usvetun: ben, size örnek değilmiyim” diyor. Benden alacağınız bir örnek yok mu? Ondan sonra şöyle diyor; “e ma innehu leyse fin nevmi teflitun”. Bqkın diyor, uyuya kalmış olmakta bir aşırılık yoktur. Çünkü sizin elinizde bir şey yok. Uyuyorsun yani. Uyuduğun zaman ölü gibisin, yapacağın bir şey yok. “İnnemet tefritu: aşırılık şudur”. İfrat değil tefrit. Kusur doğru. Bu hep katışıyor. İfrat ve tefrit doğru. Burada bir kusur yok diyor. Bir kusurunuz yok, hatanız yok. Kusur şu olur: “ala men lem yusalli salate: bu namazı kılmayan kişi kusur yapmış olur”. Çünkü uykuda geçmiş ya. Uyumşsunuz uyanmışsınız, eğer bu namazı kılmazsanız. Ne zaman? “Hatta yecie yakdus salatıl uhra: diğer namazın vakti gelinceye kadar”. Şimdi o saatte bir namaz yok. Diğer namaz dediği öğlen namazı. Öğlen namazı vakti gelene kadar eğer bu namazı geciktirirseniz, kusur odur diyor. “Fe men feale zalike: kim böyle yapar, uyuyakalırsa”,”fel yusalliha hıne yentebihu: uyandığı zaman o namazı kılsın”. “Fe iza kane kadu fel yusalliha inde vaktiha: uyandığı zaman namaz kılsın, ertesi gün de vaktinde kılsın”. Yani alıştırmasın böyle kendisini uyumaya. Bir kere olur tamam. Ertesi gün de vaktinde kılsın. Tedbirini alsın erken yatsın. Şimdi hadis bu. Bu hadisten ne yapıyorlar? Bütün bağlamından koparıyorlar, şunu alıyorlar. Diyorlar ki. Bakın, o kadar ayetleri bir kenara bırakıyorlar, o kadar sahih hadisleri, Resulullah’ın uygulamasını bir kenara bırakıyorlar, bu hadisi bağlamından tamamen koparıyorlar, diyorlar ki; işte “innemet tefritu: kusur şudur”,”ala men lem yusalli salate”, ‘salate’den bütün namazları kastediyorlar. “Hatta yecie vaktus salatil uhra: bir namazı, diğer namazın vakti gelinceye kadar geciktiren kişinin yaptığı kusur olur”. O zaman yatsı namazını sen sabah namazı vakti girene kadar geciktirirsen kusurdur diye oradan yorum yapıyorlar. Peki öyleyse yatsı namazının vakti sabaha kadar uzar diyorlar. E peki farzdelim ki sizin bu mantığınız doğru. Hiç bir şey uymuyor ama bakalım mantığın kendi içinde uyumluluk var mı? Bu olay, sabah namazı ile alakalı. Peki siz, şunu diyormusunuz: sabah namazını öğlene kadar kılabilirsiniz. Öğlen namazı vakti girene kadar kılması caizdir diyebiliyormusunuz? Esas diyecekseniz bunu demeniz lazım değil mi? E peki bunu diyemiyorsun da niye sabah namazı ile ilgili olan bir hadisi yatsı namazı için kullanıyorsun? O kadar ayetleri bir kenara atıyorsun. İşte şimdi hami sık sık tekrarlıyoruz ya. Gerçekten Abbasiler’in başlangıcı, İslam’ın bitişi. İşte bak burada gözünüzle görüyorsunuz. Hanefi mezhebi böyle oluyor. Ebu Hanife’nin bir alâkası var mı? Şafi mezhebi de böyle. İmam Şafi’nin bir alakası var mı? Hambeli mezhebi de böyle. Ahmed Bin Hambel’in de bir ilgisi yok. Bunların hepsinin rivayetleri burada var ama sorulara vakit kalsın diye şey yapmıyorum. Ne oluyor? Kur’âna uymazsınız. Sünnete uymazsınız. Efendim fıtrata uymazsınız. Ondan sonra ben şu mezheptenim diyorsunuz, mezhebinizin imamına da uymazsınız. Peki siz neye uyuyorsunuz? Bir de buna din diyorsunuz. Tıpkı bugün Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaptığı gibi. Kültür, gelenek. Neymiş, icma oluşmuşmuş! Yani din oluşturuyorlar. Yeni bir din oluşturuyorlar. Gerçekten, onların geçen sene yayınlamış olduğu, o bize karşı cevap olsun diye yayınladıkları bildiri bir ibret vesikası olarak kalması gereken birşeydir. Ben Müslüman’ım diyenler ne hale gelmişler diye görmek için. Şimdi bugün de sanki bu iş Süleymaniye Vakfı’nın ortaya koyduğu bir şeymiş gibi Süleymaniye Vakfı’na karşı olacağım diye kur’âna, sünnete, fıtrata, her şeye karşı çıkarlar. Bağlı oldukları mezheplere karşı çıkarak, kendi yazdıkları kitaplara karşı çıkarak-işte burada okuduk-her şeye karşı çıkarak mesela imsak vaktinde inat ediyorlar. Haklı olabilecekleri tirilyonda bir bile ihtimal yok. Ama nedir? Efendim arkalarını devlete karşı verince, insanlar güçten yana. Sonra da vatandaş da çok kolay, diyor ki; biz, diyanete bağlıyız. Diyanet dini diye bir din yok. Öyle bir din varsa gidin bağlanın. Allah’ın dini var, Allah’ın kitabına bağlanmak zorundasınız. Bakın mesela Resulullah(sav) geldiği zaman Hıristiyanlar’ın kiliseleri vardı. 450’de kesin olarak ayrılmışlardı. Doğu kiliseleri ile diğerleri. Katolik kilisesi, Ortadokslar, hepsi ayrılmıştı. Ve o kiliseler konsillerle yeni bir din oluşturmuşlardı 2. Asırdan itibaren. Bizimkiler de öyledir, 3.asırdan itibaren oluşanı şey yapıyoruz. Tam Hıristiyanlar’ın yaptığı. Ramazandan önce Diyanet İşleri Başkanlığı konuşmasında onlar var. 3. Asırdan itibaren diyor. Hıristiyanlar da aynı şeyi yapıyorlar. Onların oluşturdukları mezhepler var ve onların konsilleri var. O konsillerin yerine, bizimkiler ne diyor? İcma diyor. Burada icma da yok. Farzetki var ama icma kelimesini kullanıyorlar. Vatandaş, var zannediyor. O da yok zaten. İcma diye bir şey yok zaten. Şimdi peki bu konsillerin kendi içinde bir tutarlılığı var. Adamlar diyor ki; Antakya’da toplaştık, şu şu kişiler toplantıya katıldı, şu şu kararları aldık diyorlar. Efendim Efes’te toplaştık şu tarihte, şunlar şunlar katıldı, şu kararı aldık. İznik’te toplandık, şunlar şunlar katıldı, şu kararları aldık. Kadıköy’de toplandık, şunlar katıldı, şu şu kararları aldık. Peki sizin böyle bir şeyiniz var mı? Var mı? Sen, icma konusunda çalıştın: var mı böyle bir şey? Yok. E peki bu insanlar, bu kadar teşkilatlı çalıştılar bir Katolik kilisesi oluştu, Ortadokslar oluştu, efendim doğu kilisleri, onlar bunlar oluştu da AllahTeala ne dedi bunlara? Kur’anı kerim indiği zaman bunların hepsi oluşmuştu. Maide suresinin 68.ayetimiydi. 69’mu. Kaçıncı? 68, evet. Diyor ki burada AllahTeala; “kul yâ ehlel kitâbi: de ki; ey ehli kitap” hepsine birden söylüyor. “Lestum alâ şey’in hattâ tukimut tevrâte vel incil: tevratı ve incili ayakta tutmazsanız hiç bir temeliniz olmaz”. Yani sizin o konsilleriniz, sizin o kiliseleriniz falan benim için hiç bir şey ifade etmez diyor Allah bak. Hiç bir temeliniz olmaz diyor. Peki şimdi bir nebi gelseydi müslümanlara ne derdi? Ey Müslmanlar, kur’âna uymadığınız sürece hiç bir temeliniz olmaz. Peki bugün karşımızda bulunan ve gerçekten inanılır gibi değil yani, Diyanet İşleri Başkanlığı değil sadece. Ne kadar tarikat ne kadar cemaat ne kadar dîni sivil toplum kuruluşu varsa sanki bir siyasi tercih gibi topyekün, bu ne kendi yazdıkları kitaba uyar bırakın yani icmalarına da uymaz. Şimdi Abdurahman söyledi ya. Ne mezheplerine uyar. İşte az önce okuduk, uymuyor. Ne mezheplerine uyar. Okuyun İslam Ansiklopedisi’ni Diyanet’in kesinlikle aykırı ona. Ne astronomi bilgisine uyar, hiç bir şeye uymaz ama güç bende, ben ne dersem o olur. Şimdi bu Yahyalar’ın dersine girdiğim zaman benimle ilgili bir tenkitleri oldu. Bir anlatsana Yahya, neydi o? Beni anlatıyorlardı.
Yahya Şenol: Mezuniyet yıllarında da vardı. Hocalardan inciler diye koymuşlar. Baş tarafta yazıyor: Abdulaziz Bayındır: Ben, demokrat bir adamım, ben ne dersem o olur. O kadar demokratım.
Abdulaziz Bayındır: Ben, demokrat bir adamım. Ben ne dersem o olur. Bugün o nokta değil mi? “Efendim, bizim Diyanetimiz var”. Gidin bakalım Allah’a bu şekilde hesap verebilirmisiniz? Verin bakalım hesabınızı verebiliyormusunuz? Ve bunun arkasında duranların tamamı, C. Hakka bunun hesabını veremez. Herkes ayağını denk alsın. Şimdiden uyarıyoruz. Şimdi soru cevaba geçebiliriz.
Yahya Şenol: Soru cevaba geçmeden şimdi hala içimde benim yatsının son vakti ile ilgili mühmel bir vakit olduğu konusunda şey var ama bu sabaha kadar uzatanların da benim delil getireceğim hadisle uzaktan yakından alakaları yok. Sürekli söylediğim şey var ya. Resulullah’ın Arafat’tsn Müzdelife’ye inip akşam ile yatsıyı orada birleştirmesi olayı. Yaklaşık, bugün bile 2 saatten önce inilmiyor oraya. Dolayısıyla hani orada artık ne ile takdir edeceğiz hala bilemiyorum ama bir yarım saatlik mi desek, bir saatlik mi, mühmel bir vakit var gibi. Hani siz sürekli söylüyorsunuz ya. Bugün Türkiye’de Diyanet ezanları okunduğu vakit yatsı çıktı, kılmayın. Ama şimdi bizim imsakiyeye de bakıyorum yatsı namazı ezandan 10 dakika sonraya da devam ediyor. Dolayısıyla uyuşuyor sanki bu hadisle beraber. Yani o gün yatsı okunduğunda millet namazı bırakmasın bence. Gitsin yine camide de olsa kılsınlar. Erken kılarlarsa zaten problem yok. Ama şu vakitte çıkmıştır diye net onu ezana bağlamak konusunda hala şey var. “Sulusul leyl” de onu gösteriyor. Üçte biri çıkmakta olduğu sırada Resulullah hala namazda.
Abdulaziz Bayındır: İşte son an.
Yahya Şenol: Ama yine namazda işte. Namazı kesmiyor. Dolayısıyla bir geçiş var orada. Ama ne kadar bilemeyeceğim. Belki yarım saat.
Abdulaziz Bayındır: Yok, yarım saat yok. Orada Allahu ekber dediğiniz andan itibaren, zaten sabah namazı ile ilgili olarak da sahih hadis vardır. Siz, Allahu ekber deyip namaza başladığınız anda güneş doğsa namazınızı tamamlarsınız. O çok kısa bir süredir. Bir de bizim takvimimizde, isterseniz bir bakın. Bizdeki bugün sabah namazında..
Yahya Şenol: Oradan bakılabilir İstanbul’da yatsı namazı kaç diye.
Abdulaziz Bayındır: Yok, Diyanetin takvimine bakın.
Katılımcı: Ezan okunduktan sonra 5dk daha var.
Abdulaziz Bayındır: Ezan okunmaya başladığı andan itibaren. Bittikten sonra değil. 5 dakika kadar bir vakit oluyor. Mevsimlere göre değişiyor o. Normaldir. Onun kaynağı şu: Diyanet İşleri Başkanlığı, yatsı için 17 dereceyi esas alıyor. Yatsının başlangıcı için. Biz de bitişi için 18 dereceyi esas alıyoruz ‘gasakl leyl’den dolayı. O 1 derecenin dakikaya dönüşümü mevsimlere göre değişir. Yazın 5 dakikayı geçer, kışın 4 dakikaya kadar iner. Oradaki o okadarlık birşeydir. Ha, bir insan yatsıda ezan okunduktan sonra camiye gidince zaten ezan, o 5 dakikayı alır. Arkasından da yatsı namasının ilk sünneti kılınır ki bunun hiç bir delili yoktur biliyorsunuz. Yani yatsı namazı ilk sünneti diye bir namaz yoktur. Ama Hanefiler diyor ki; maden yok, öyleyse mustehaptır diyorlar. Evet aynen bunu söylüyorlar yani. Madem yok, mustehaptır diyorlar. Bunu gene Nasbu’r Raye’de Zeylai anlatıyor. Şimdi onu da kılıyorlar ve yatsı namazının vakti tamamen çıktıktan sonra yani Allahu ekber deyip başlayıp da kalan kısmını diğer vakitte kılmıyorlar. Yatsı namazının vakti tamamen bittikten sonra kılıyorlar. Şeye gelince: o Müzdelife meselesi. Arafat’tan Müzdelife’ye iniş. Mesela Abdullah Bin Ömer’in şöyle bir şeyi vardır: ‘nısfıl leyl’e kadar oraya ulaşacaklarsa orada kılarlar diye bir rivayeti vardır ki bu konuda esas rivayet A. Bin Ömer’e aittir. Ona baktığınız zaman görürsünüz. Bir de şu var: yani benim zihnimi öteden beri karıştırmıştır. Şimdi Yahya’nın zihnini karıştırdığını söylediği şey. Benim zihnim çok netleşmiş değil Yahya gibi. Orada, O’na hak vermemek mümkün değil ama orada şu var. Bakara suresinin 199.ayeti olabilir. “Fe izâ efadtum min arafâtin fezkurullâhe indel meş’aril haram” diyor. Arafattan aşağıya doğru aktığınız zaman ‘meş’aril haram’da Allah’ı zikredin. Yani namaz kılın emri var. Bu ayeti A. İbni Ömer’in o rivayeti ile birleştirdiğiniz zaman eğer ‘nısfıl leyl’den önce yani yatsı vaktinin bitmesinden önce Müzdelife’ye varacaksanız orada yatsı namazını kılarsınız. Orada yatsı namazını kıldınız mı, Allah’ın Müzdelife’de sizin için emrettiği görevi yapmış olursunuz. “Fezkurullâhe indel meş’aril haram” diyor ya, ‘meş’aril haram’da Allah’ı zikredin. Tamam namazı kıldık. Çünkü ‘yuzkurullâhe’ ile ifade edilir. “Yuzkurulâhe kıyâmen kuûden ve alâ cunubikum”(NİSA 102) ayeti kerimelerinden namaz kılma emri olduğu anlaşılır. Yatsıyı orada kıldıkmı vaktinde, artık Müzdelife’de kalmamıza gerek yok. Doğru ineriz aşağıya. Nitekim Resulullah, yatsıyı orada kılanlardan, isteyenlere müsade etmiş ve gitmelerini şey yapmış. Diğerleri orada dinlenmiştir. Yayıp dinlenmişler. Ama yatsıya yetişemediğiniz takdirde sabah namazını orada kılma mecburiyeti vardır. Çünkü “yuzkurullâhe” emri var ya. Orada mutlaka bir namaz kılacaksın. Yatsıyı kıldın, tamam inersin. Yatsıyı kılamadıysan sabah namazını kıldıktan sonra ineceksin. Bunun da Resulullah(sav)’in hayatında bizim için delili var. Tay kabilesinden bir kişi, hacca yetişmek için gece gündüz yürüyor geliyor. Arafat’a geliyor bakıyor ki müslümanlar yok. Geç kalmış, kimse kalmamış. Geliyor, Müzdelife’de yetişiyor Resulullah(sav)’e ve Resulullah ile sabah namazını Müzdelife’de kılıyor. Adam soruyor, diyor ki; ya Resulallah, ben bu kadar şey yaptım benim haccım oldu mu diyor. Sadece tepelerde dinlenebildim. Yani vadilerden koşa koşa geçtim ama ancak geldim, size burada yetiştim. Diyor ki Resulullah(sav); “bugünde Arafat’ta bulunup burada bizimle bu namazı kılan”. Bu adam sabah namazını kılıyor Resulullah ile. “kim kılarsa”,”fe kad kada tefesehu: ‘tefes’ini yerine getirmiş olur”. Yani Arafat vakfesi ile Müzdelife vakfesini yapmış olur diyor. Yani orada mutlaka bir vakit namaz kılma mecburiyeti var. Eğer ‘nısfıl leyl’den önce oraya yetişilirse ki gecenin ilk üçte biri bitmeden oraya yetişilirse akşam ile yatsıyı birlikte kılarlar. Tamam. Vakfe tamam olmuş olur. Ama öyle değilse mutlaka sabah namazını orada kılmak gerekir.
Yahya Şenol: Bugün için mümkün mü yetişmek? Bugün için ben zaten kesinlikle mümkün olmadığını düşünüyorum. Bugün bile mümkün değil.
Abdulaziz Bayındır: A. Bin Ömer’in rivayerine göre yetişmişler.
Yahya Şenol: Olabilir mi yani? Ne ile gitmişler iki buçuk saatlik mesafeyi?
Abdulaziz Bayındır: İki buçuk saatlik mesafe değil. Yok yok. Senin dediğin Mekke’ye kadar. Mekke’ye kadar. Arafat ile Müzdelife’nin arası o kadar değil. Mina ile Arafat’ın arası 15km olması lazım. Ben öyle hatırlıyorum. Yani şimdi bu A. Bin Ömer’de ‘nısfıl leyl’ ifadesi var. Evet. Kaldı ki bu namaz vakitlerini bildiren ayetler de son derece açık. Hadisler de açık. Orada en fazla şöyle bir şey akla gelebilir: belki burası için bir istisna akla gelebilir ama oraya bakarak namaz vakitleri konusunda konuşma yapılmaz. Müzdelife ile Arafat arası. Tamam şimdi sorulara geçelim.
SORU: Van’dan bir kişi sormuş: yatsının ilk vakti girince batı ufkundaki kızıllığın tamamen kaybolması mı gerekiyor. Yok yok. Batı ufkundaki kızıllık tamamen kaybolmaz. Batı ufkunda, ufuk boyunca uzanan ‘beyazlık’ kaybolduğu zaman. Beyazlık, kızıllığa dönüştüğü zaman yatsı vakti girer.
SORU: Manisa’dan bir kişi sormuş; batı ufkunda karanlığın başlamasını -18 derece olarak öğrendik.
Abdulaziz Bayındır: Karanlığın başlaması: tabi o zifiri karanlık. Yani batı ufkunda artık en küçük yıldızlar da gözükmeye başlar.
SORU: Anladığım kadarıyla bu durum ancak optik aletlerle gözlenebiliyor.
Abdulaziz Bayındır: Yok yok, optik aletlere hiç gerek yok. Siz bakıyorsunuz küçük yıldızlar.. zaten hadislerde anlatılıyor. Yıldızları gördünüz mü bitti. Zaten hava serinliyor. Alete gerek yok. Vücut, onu hissediyor.
Abdurahman Yazıcı: 8-9km
Abdulaziz Bayındır: Hah! 8-9km.
SORU: Cevap verilmiş ona. Çünkü sormak istediği: çıplak gözle nasıl anlayacağız diye sormuş.
Abdulaziz Bayındır: 1 buçuk saat sürer. Altı kilometre 1 saat sayılır. 5km mi? 8 km. Bir buçuk saat.
Yahya Şenol: Akşam güneş battıktan sonra o yol..
Abdulaziz Bayındır: İyi ya, ‘nısfıl leyl’den önce oraya yetişirse diyor. Ama namaz vakitlerini anlatan ayet o değil.
SORU: Almanya’nın kuzeyinden bir soru var. Biefeld’den. Yaklaşık 53 derece kuzey enlem. Aydın Bal, söylemiş. Hocam, Süleymaniye takvimine göre yalancı fecr vaktinde yani 4:15 gibi kuşlar ötmeye başlıyor. Şimdi ramazan dolayısıyla her gün gözlemliyoruz. Akşam da tam namaz vaktinde güneşi gözlemledik çıplak gözle. Güneşe bakılmıyordu. O nehar güneşte vardı. Bu normalmidir?
Abdulaziz Bayındır: Akşam için mi diyor onu? İftar vaktiyle ilgili soruyor.
SORU. Akşam namazı vaktinde güneş vardı diyor.
Abdulaziz Bayındır: Olacak tabi, elbette. Güneş olacak. Bak şimdi ayeti kerime ne diyor “summe etimmus sıyâme ilel leyli”(BAKARA 187), ‘leyl’e kadar orucu tamamlayın diyor. Leyl, geceye kadar. Geceyi de C. Hakk, güneşin batışı diye tanımlasaydı kutup bölgesinde yaşayan mesela şimdi Tromso’da yaşayan müslmanların oruç tutması imkansızlaşırdı, hiç batmıyor güneş.
Katılımcı: Çıplak gözle görülemiyordu diyor.
Yahya Şenol: Biraz önce dediniz ya. Güneş var ama duhası yok. Bunun tersini söylüyor.
Abdulaziz Bayındır: Güneşin duhası: güneşe bakmakla alakalı değil o dua. Güneşin duhası, ayrı bir ışıktır. O farklı bir şeydir. Güneşe bakılma meselesi değil. Orada bu arkadaşlarımız şuna baksınlar: akşam namazı diye ilan ettiğimiz vakitte, ortalığı bir sakinlik sarıyor mu? Şöyle: dalgalı denizin dalgasının durması gibi. Bir sakinlik sarıyor mu ona baksınlar. O ‘secâ’ kelimesi..
Yahya Şenol: Bakıp bakmama değil yani.
Abdulaziz Bayındır: Orada güneşi esas almayacaksınız. Güneşin ışığına bakmayacaksın elbette. Yani güneşin ışığı zaten o batış sırasında “gurûb” kelimesine de ben baktım, ‘gurûb” kelimesi, etrafı saran beyazlık ve o üzerinden mesela dişler üzerinden akan suya da gurûb diyorlar. Beyaz su, dişleri daha parlak gösterir. Dişlerin üzerinden akan su, dişleri daha parlak gösterir. Dolayısıyla güneşin parlaklığına değil o anda çevreyi bir rahatlığın sarıp sarmadığına bakacaklar. Sanki dalgalı denizde denizin dalgasının durması gibi bir rahatlama var mı yok mu? Secâ diye C. Hakk’ın ifade ettiği kısım var mı yok mu ona baksınlar.
Yahya Şenol: Akşam güneş battıktan sonra akşam namazının vakti geliyor. Ne zamana kadar devam ediyor bu? Daha önce-sanki ben yanlış mı hatırlıyorum-kırmızılık kaybolunca beyazlık başlıyor, yatsının vakti başlıyor.
Abdulaziz Bayındır: Orada sürekli mesele üzerinde çalışınca, işte ayeti kerime beyazlığa dikkat çekiyor ya sabah namazında. O kızıllık, sabahleyin ilk andan itibaren oluyor zaten. “Hatta yetebeyyene lekumul haytul ebyad” akşam da onun tam simetriği oluyor. Akşamda da o beyaz çizgi dağılıp da onun yerini kızıllık aldığı zaman akşam namazının vaktinin bittiğini şey yapıyorsun. Hatta şunu da söylüyorlar: ufuk çizgisi kaybolduğu zaman. O saatte ufuk çizgisi de net gözükmemeye başlar.
Yahya Şenol: Güneş battığında kızıllık olur.
Abdulaziz Bayındır: Bak, kızıllıktan bahsetmiyoruz. Güneş battığı zaman kızıllık olur. Bir müddet sonra o kızıllığın olduğu yerde enlemesine bir beyazlık oluşur. İşte o beyazlık dağıldığı zaman yatsı vakti girer. İşte ona birinci şafak deniyor. Sen doğru söylüyorsun: mesela geçen seneler o şekilde diye düşünüyorduk ama içimizde bir takım şüpheler vardı. Bu defa Ebu Hanife’nin, diğer bir çok mesela A. İbni Ömer’in ve ilgili ayerlerin ifadeleri üzerinde biraz daha durunca..
Yahya Şenol: 01:52:17 duyulmuyor.
Abdulaziz Bayındır: Tabi tabi. Beyazlık diyor ama o beyazlığı biz anlayamıyoruz. O beyazlığı ufuktaki aydınlık zannediyoruz. Beyazlık çok net gözleniyor. Vakfın üst katına çık, bu akşam da görürsün.
Yahya Şenol: Hadislerde şafakla ilgili açıklama var mı?
Abdulaziz Bayındır: İyi ya işte kırmızı şafak, beyaz şafak diye ayırıyorlar. Zaten biz, bu kitaplara takıldığımız için-az önce de gördünüz-biz yıllarca fecri kazibi kurt kuyruğu diye aradık bulamadık.
Yahya Şenol: 01:52:59 duyulmuyor.
Abdulaziz Bayındır: “El hamletu” diyen hadis mi?
Yahya Şenol: Tabi. İbni Ömer’den gelmiş. Nebi(sav) dedi ki diyor, “eşşafaku el humretu ve iza gabe şafaku vecebeti ves salatu”.
Abdulaziz Bayındır: Hangi kitap bu?
Yahya Şenol: Neylul Evtar. Şevkani.
Abdulaziz Bayındır: Sen şimdi İbni Ömer’in diğer hadislerine bak bu hafta içerisinde göreceksin. İbni Ömer’in kendisi diyor ki; o, beyazlıktır diyor.
SORU: Nebe suresindeki ‘gassak’ kelimesiyle alakalı. Bu meallerin neredeyse tamamı, gassak kelimesine irin manası veriyormuş Nebe suresinde.
Abdulaziz Bayındır: Öyle değil. Baksınlar şeye. Bak, hamim-gassak. Onun için biz bunu kelimenin anlamı lugatta zaten soğuk ifadesi var da. Bak diyor ki; “lâ yezûkûne fiha berden ve lâ şârâbâ”(NEBE 24). ‘Bard’, soğukluk. Bir soğukluk tatmayacaklar. Bir şarap da yani içecek, bildiğiniz manada içecek bir şey de tatmayacaklar. Ama gene tadacaklar: hamim ve gassâk. Şimdi ‘hamim’e çok sıcak diyecek, ‘gassak’a irin diyecek. Bunlar, birbirlerinin zıdları olan kelimelerdir. Evet bu meallerde öyle yazıyor ama mesele öyle değil.
SORU: Almanya’dan bir soru var Hocam. Sabah ve yatsı namazlarında camiler diyanete uymadığı için bizler, cemaat sevabını alamıyoruz. Ne yapmamızı tavsiye edersiniz. Eşime imamlık yapamayacağımı söylüyorlar. İmamlık yapabilmek için arka safta bir çocuk, sonraki safta eşin olması lazım diyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Onu diyenler öyle yapsınlar. Eşine imamlık yapamayacak da kime yapacak yani? Tabiki yaparsın eşine imamlık.
SORU: Antep’ten bir soru var. Allah resulünden sonra kabe hiç bir zaman gayrı müslümlerin eline geçmedi. Peki bu zamana kadar hangi imam, neden yatsı namazını geç kıldırmaya başlamış olabilir ki şu an geç kılınıyor diyorsunuz?
Abdulaziz Bayındır: Ya neyse, o insanların sözü. Eğer inanç konusunu C. Hakk’ın tanımladığı gibi tanımlarsan, AllahTeala, bir tek ayeti örten kişilere ne diyor? Kafir diyor. Bir tek ayeti örten. Yani anlatması gereken yerde anlatmayan kişiye C. Hakk, kafir diyor. Şimdi AllahTeala’nın koyduğu kurallara göre bakarsan mümin bulmak çok zor olur.
SORU: Şimdi bir kaç tane soru var. Aynı soru olduğu için hepsini bir sorayım. Sizin söylediğiniz vakitler böyle ise Diyanet ile nasıl baş edeceğiz ve Diyanet bunu neden böyle yapıyor bile bile?
Abdulaziz Bayındır: Diyanet ile baş etmenize gerek yok. Siz, kendiniz Allah’ın emirlerine uyun gidin. Onlar da uyarlarsa uyarlar, uymazlar ise C. Hakk, elbetteki cezasını verir.
SORU: Vitir namazındaki alışılmış üçüncü rekatta tekbir ve elleri salma, daha sonra tekrar kıyamda durma ile alakalı bilgi verebilirmisiniz demiş.
Abdulaziz Bayındır: Vitir namazında Hanefiler’in yaptığı şekilde bir rivayeti ben hatırlamıyorum. Yani Allahu ekber diyor salıveriyor, ondan sonra kunut dualarını okuyorlar. Siz hatırlıyormusunuz Hanefiler’in yaptığına? Yani Hanefiler’in bu yaptığına uygun bir rivayet ben hatırlamıyorum. Yani vitir namazında AllahuEkber deyip ondan sonra kunut dualarını okumak. Ben şahsen hatırlamıyorum. Benim bildiğim rivayetlerin hepsinde rükûya varılır, rükûdan kalkılır, kunut duası ondan sonra okunur. Ki bunu Şafiler, o şekilde yapıyor. Öyle bir rivayet hiç hatırlamıyorum yani. Kendi kitaplarında çok şey var. Az önce işte hadis diye yazdıklarını okuduk da o ayrı bir şey. Kendi kitaplarında, kan abdesti bozar diye yazıyorlar ama başka hiç bir kitapta yok. Dolayısıyla esas rükûya varılır, rükûdan kalkılır, kalktıktan sonra ellerinizi açar dua edersiniz Allah’a. Ondan sonra da devam edersiniz.
SORU: Almanya’nın kuzeyinden tekrar bir soru gelmiş. Aynı kişi. Hocam, sorumu sabah ile ilgili bölümüyle ilgili cevap alamadım. Fecri kâzibin ortalarında 4:15 gibi kuşlar ötmeye başlıyor. Bu normal bir şey mi?
Abdulaziz Bayındır: O zaman biz, o kısmı anlayamadık. Yada kaçtı.
Yahya Şenol: Erken olmuş. Fecri kâzibde ötmüş.
Abdulaziz Bayındır: Zaten fecri kâzibde ötecek. Hep onu anlatıp duruyoruz. Biz, bu arkadaşlarımıza sürekli şunu söylüyoruz. Fecri kâzib dediğimiz seher vaktinde, sizin vücudunuz uyanır, tüm tabiat uyanır. Yavaş yavaş kalkarlar. Ne olur işte, tek tük kuş sesi duyarsınız, hayvanların hareketlerini görürsünüz tek tük. Sonra fecri kâzibin ilk vakitlerinde fazla bir hareket olmaz. Yani o ışınların dünyaya yeni gelmeye başladığı vakitte. Yavaş yavaş hareket ve bir müddet sonra fecri sadık yaklaştığı zaman kuşların ötüşü artar. Ötüşü artar ve 7-8 dakika kalınca şeye doğu tarafından tatlı tatlı rüzgar esmeye başlar. Ondan sonra gene kuşlar öter. Feci sadıkta da öter ama fecri kâzibde mutlaka tabiat uyanır. Zaten bu kokuda geçen hafta Hakan Ertok arkadaşımız, tabip olan Hakan Ertok konuşma yaptı. TV8’de de konuşacaktı, uçağı rotar yaptı yetişemedi. Bir de Doktor Cengiz Güney var. O konuda çalışmalar yapıyor. Bir makale, dün akşam ismini Cevdet diye yanlış telaffuz etmişim. Cengiz Güney. Bir makale hazırlıyor. İnşallah o makalesi bu hafta bitecek. O saatte tabiatın, hayvanların uyanışı, kendisi o konuda uzmanmış. Ve vücuttaki değişimler, tüm canlılardaki değişimler konusunda bilgi verecek. Dolayısıyla bu arkadaşlarımızın tespitleri fecri sadıkı göstermiyor, fecri kâzibi gösteriyor. Bu arkadaşlarımızın bize gönderdiği şeylerle oradakini öğrenmeye çalışıyoruz. Biz, o bölgede yaşamıyoruz ki. Ama onlara söylediğimiz şu; bizim, seher vakti dediğimiz vakit ile yatsının son vakti dediğimiz vakit arasında tabiatın uyuyup uyumadığına bakın diyoruz. Hepsi de diyor ki; uyuyor. Bütün mesele o. Seher vaktinden itibaren yani fecri kâzibden itibaren tabiat uyanmaya başlar. O da onu söylüyor zaten. Başka bir şey söylemiyor.
SORU: Bursa’da imam, 5 dakika erken ezan okunduğu için akşam ezanını kaza ettirdi. Kazaya gerek var mı? Orucu mu kaza ettirdi? Tamam, orucu kaza ettirmiş.
Abdulaziz Bayındır: Diyanet İşleri Başkanlığı açıklama yapmış. Diyanet takviminde, 7 dakika mutlaka konur. Yani akşam namazı dendiği zaman, akşam namazı mutlaka 7 dakika önce olmuştur. İftar, 7 dakika önce olmuştur mutlaka. Onu zaten söylüyorlar şeyde de yazıyorlar. Bunda da ayıplanacak bir şey yok. Çünkü Tuzla’daki kişi de kendisini İstanbul’da sayıyor, efendim Silivri’deki kişi de İstanbul’da sayıyor. Bu kadar büyük bir yer için tek bir takvim. Öyle olunca mecburen biz de öyle yaptığımız zaman mecburen koyuyoruz onu. Başka çaresi yok yani. Biz mesela en son noktayı esas alarak şey yapıyoruz ki en batıyı esas alarak yapıyoruz ki insanların ibadetlerine bir şey olmasın. Yani biraz gecikmek olur ama erken olmaz. Bu böyle olduğu için D. İşleri Başkanlığı açıklama yapmış zaten. O beş dakika önce orucu açmakla vaktinden önce açmş olmuyorlar. En az iki dakika sonra açmış oluyorlar. Dolayısıyla ne namazı iadeye gerek var ne de orucu.
SORU: Son bir soru Ankara’dan. İki yıldır sizin takviminizi kullanıyorum. Ancak iftar ederken her seferinde doğuya baktığımda o koyuluğun başlangıcını tam göremediğim için Diyanet’in ezanını bekliyor ve ezan okununca iftar ediyoruz.
Abdulaziz Bayındır: Son cümleyi bir daha okurmusun?
SORU: Doğuda, güneş battığında koyuluk başlar diye bir şey anlamışlar herhalde. Ancak iftar ederken her seferinde doğuya baktığımda o koyuluğun başlangıcını tam göremediğim için Diyanetin ezanını bekliyor ve ezan okununca iftar ediyoruz.
Abdulaziz Bayındır: Batıda güneş kaybolduğu zaman doğuya baktığınız zaman zifiri karanlık değil karanlığın başlangıcıdır. Biz, şu ana kadar ters tarafa bakacak. Çünkü batı tarafında çoğu zaman bir engel olur, bir dağ olur, bir bina olur, bir şey olur, güneşin battığını göremezsiniz. Ama doğu tarafında karanlık başladığı için arkadaşımız iyi bakıyor, doğru bakıyor ama ben şu âna kadar bu konuda bir yanlşlık tespit edildiğini görmedim. İsterse tatmin olması için bir gün güneşin batışını takip etsin açık bir alana çıkarak. Eğer yanlış bir şey görüyorsa bize bildirsin. Hemen müdahale edelim.
Katılımcı: Çok sayıda teşekkür mesajları var Hocam çalışmalarınızdan dolayı.
Abdulaziz Bayındır: Peki biz de teşekkür ederiz. Allah razı olsun. Şimdi ezan okunacak. Böylece hepinize teşekkür ederiz. Bir dakika! Buradan da soru var.
Zeynep Hanım: Tabi şimdi söyleyeceğim şey, tabi bizim kendimize bağlı bir durum. Kışın akşam ve yatsı namazları için olan vaktin toplamı bir saat yada bir saat on dakika oluyor. Gerçek vakitlere baktığımızda. Yatsı sonuna kadar, akşam başından. Bu vakitler içerisinde hem akşam hem yatsı namazını kılmak bazen, işte işten dönüş, yolda olmak vs. gibi nedenlerle belki ikisini birden kaçırabilecek durumda oluyoruz. O zaman ne yapacağız? Yani 1 saat 10 dakikada insan, işinden çıkıp evine gidemeyebilir.
Abdulaziz Bayındır: Evet. Şimdi zaten akşam ile yatsının birleştirilmesini biliyorsunuz. Birleştirme olayları gerçekten hele 45derece enlemde yazın, çok büyük bir önem taşımaya başlıyor dinlenmeye vakit kalması için. Birleştirilebilir. Baktınız ki yetişemeyeceğiz, o zaman yolda da kılabilirsiniz. Yani bir problem yok. Hani biliyorsunuz kuran ne diyor Bakara 238; korkarsanız yürüyerek yada binili olarak namazınızı kılın diyor. Vakit geçmesinden korkarsanız öyle de olur.
Zeynep Hanım: Peki bir de diyelim ki akşam ve yatsı namazını birleştirmeye niyet ettik. Çünkü yoldayız mesela, eve gelmek üzereyiz. Ama eve geldik, yatsı ezanı okunmaya başladı. Hem akşamı kılacağız hem yatsıyı kılacağız. Akşama başladık, yatsı ezanı bitmeden yatsı namazına başlayamadık, Allahu ekber diyemedik. Ne olacak?
Abdulaziz Bayındır: Yok. Yatsı ezanı başladıktan sonra bir 4-5 dakikalık daha vaktimiz var. Diyanetin yatsı ezanı ile bizimkisinin arasında 4-5 dakikalık fark var yani bitişi arasında.
Zeynep Hanım: Peki diyelim ki o 4-5 dakikalık son âna kaldık. Hem akşamı hem yatsıyı kılmak durumundayız. O zaman vaktin geçeceğini biliyoruz. Eninde sonunda kılarız ama o yatsı namazını.
Abdulaziz Bayındır: İşte orada unutmadan dolayı olmuşsa kılarsınız. Ama bilerek geciktirdiyseniz, o zaman günahkär olursunuz.