Abdulaziz Bayındır: Ara vermiş olduğumuz cumartesi derslerine tekrar başlıyoruz. Önümüzdeki hafta biliyorsunuz Allah nasip ederse kurban bayramı. Dolayısıyla konunun önemi itibatıyla dersimiz kurban. Hac ile ilgili daha önce ders yapmıştık. Gerçi kurban ile ilgili de geçen sene, evvelki seneler ders yapmıştık ama her çalıştıkça her araştırma yaptıkça bir takım yeni bilgilere de ulaşıyoruz. Bu vesile ile onlardan da bahsetmiş olacağız, hem de önceki bilgilerimizi tazelemiş olacağız. Çünkü insan gerçekten unutuyor. Yani ne kadar ne yaparsanız yapın. Biz, anlatan kişiler olmamıza rağmen biz de unutuyoruz. Şimdi Hac suresinin 22.surenin 34.ayetine baktığımız zaman AllahTeala orada diyor ki; “ve li kulli ummetin cealna menseken li yezkurusmallahi alâ mâ razakahum min behimetil en’âm”. Her ümmet için bir mensek yani kurban kesme zamanı ve bir kurban belirledik. Her ümmet için kurban kesme zamanı ve kurban belirledik, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği en’am cinsi hayvanlara Allah’ın adını ansınlar diye. En’an cinsi hayvanlar. En’am cinsi hayvanlar ne demek? O da En’am suresi 143 ve 144’de istersen oradan bir oku sen onları Fatih. En’am cinsi hayvan.
Fatih Orum: Bismillahirrahmanirrahim. “Semâniyete ezvâc mined da’nisneyni ve minel ma’zisneyn”.
Abdulaziz Bayındır: Bak diyor ki; “semâniyete ezvâc”, 8 eş. Mesela eşler deriz değil mi? Karı-koca için eşler deriz. Karı ve kocadan her birine eş denir. Kadın kocası için bu benim eşimdir der. Koca da karısı için eşimdir der. Hayvanlar da böyle eşleşir. Erkekli dişili 8 eş. Peki 8 eş dendiği zaman ne olacak. Devam et.
Fatih Orum: “Mined da’nisneyni ve mineş mâ’zisneyn”.
Abdulaziz Bayındır: Koyundan iki. Yani erkeği ve dişisi. Keçiden iki. Erkeği dişisi. Etti dört. Evet?
Fatih Orum: “Kul âz zekereyni harrame emil unseyeyni emmâştemelet aleyhi erhâmul unseyeyn”.
Abdulaziz Bayındır: Tabi o şeylerde Araplar’ın erkeklere ve dişilere vermiş olduğu farklı konumlar var. Ayeti kerimede ifade ediliyor. AllahTeala diyor ki; Allah bunların hangisini haram kıldı? Erkeğini mi? Dişisini mi? Yoksa bunların hamillerinde taşıdıklarını mı?
Fatih Orum: “Nebbiuni bi ilmin im kuntum sâdıkîn”.
Abdulaziz Bayındır: İddanızda haklıysanız bir bilgi ile gelin, bana haber verin. Arapların yanlış inanışları var. Onunla alakalı olarak şey yapıyor.
Fatih Orum: 144.ayet şöyle devam ediyor: “ve minel iblisneyni ve minel bakarisneyn”
Abdulaziz Bayındır: Deveden iki yani erkek ve dişi, sığırdan iki erkek ve dişi. Dolayısıyla sekiz eş oldu. En’am denen hayvanlar, adı En’am olan surenin 143 ve 144. ayetlerinde belirtiliyor. Koyun, keçi, sığır, deve. Bu dört hayvanın erkeğinden de dişisinden de oluyor. Peki şimdi bu sadece bize mi farz kılınmış oluyor? Diyor ki burada ayette; “ve li kulli ummetin cealna menseken”(HAC 34). Her ümmete. Dünyanın ilk ümmeti kim olabilir? Adem(as) ve O’nun evladı değil mi? İkinci ümmeti? Onu takip edenler. Şimdi her ümmete kurban kesme zamanı ve bir kurban belirledik diyor. Niçin belirlemiş Allah? Allah’ın adını, kendilerine rızık olarak verdiği behimetıl en’am yani koyun, keçi, sığır, deve. Bunların erkeği ve dişisi üzerine ansınlar diye. Şimdi demek ki kur’anı kerimde hayvanların hangisinin kurban edileceği belliymiş. Biz de, koyun, keçi, sığır ve deveyi kurban ediyoruz. O zaman artık, kümes hayvanları kurban edilir mi edilmez mi diye bir şeyden bahsedilemez. Mesela Zahiriler, kümes hayvanlarının da kurban edileceğini söylüyorlar. Hem adı Zahiri, naslara uyarız diyor hem de naslarda olmayan şeyleri söylüyorlar. Şimdi niye her ümmete kurban görevi yüklenmiş? Diyor ki AllahTeala; “fe ilâhukum ilâhun vâhid: sizin ilahınız bir tek ilahtır”. Yani imahınız bir tek ilah olduğuna göre tabiki aynı emri hepsine de verecektir. Adem’e de verecek Muhammed(sav)’e de. Aradaki bütün nebilere de o emri verecektir. “Ve beşşiril muhbitîn: samimi davranan, içten itaat eden kişilere müjde ver”. Şimdi bu, böyle. Hıristiyanlar’ın kurban kestiğini bilen var mı? Yok. Kesmiyorlar. İşte onlar diyorlar ki; İsa, kendisini bizim için kurban etti diyorlar. Şimdi hem İsa, diyorlar yaşıyor ölmedi diyorlar hem kurban etti diyorlar. Yani ne kadar büyük bir çelişki içerisinde olduklarını görün. İsa’yı bir koyun seviyesine indirdiklerine şey..söylüyorlar, kuzu da diyorlar O’na. Yahudiler de bugün kurban kesmiyorlar. Halbuki kitaplatında kurban ile ilgili çok sayıda emir vardır. Şimdi geçende şeyde gördüm, bir internette gördüm. İhsan Eliaçık demiş ki; kurban, Şaman adetidir demiş. İstersen İhsan Eliaçığın mealini getirirmisin. Benim odada. Hac suresiyle ilgili şeyini getir. Şimdi bu son zamanlarda insanları kur’anı kerime yönlendirelim diyoruz ya. Her şeyi sulandıran insanlar çıkıyor malesef. İşte kur’anı kerime yöneldiğiniz zaman kur’an ayetleri hesaplarına gelmediği için bu defa ayetleri kendi arzularına doğru çevirmeye başlıyorlar. İşte Şaman adetidir diyerek kurban diye bir şey yoktur diyor. Zaten namaz diye bir şey yoktur da diyor. Tabiki sapıtma hürriyetleri var, cehenneme gitme hürriyetleri var. Gitsinler de zihinleri bozdukları insanlara da bizim doğruları anlatma görevimiz var. Onlar cehenneme gidiyor diye üzülecek değiliz yani. Hürriyetlerini kullanıyorlar. Şimdi burada AllahTeala bir de Hac suresinin 67.ayetinde bu konuya tekrar değiniyor. Bu ayetlere verdikleri mealler de gerçekten şaşırtıcı. Bir okurmusun 67.ayete nasıl meal vermişler bir görelim.
Fatih Orum: Süleyman Ateş’in. 67.ayet şöyle: “biz, her ümmete uydukları bir mensek (ibadet yöntemi yaptık). Bu işte, seninle asla çekişmesinler. Sen, Rabbine çağır. Kuşkusuz sen, doğru bir yol üzerindesin”.
Abdulaziz Bayındır: Şu işe bir bakar mısınız? Aynı mealde şeyi de oku bir zahmet. 34.ayete nasıl meal vermiş Süleyman Hoca.
Fatih Orum: 34.meal de şöyle: “biz, her ümmet için bir kurban ibadeti koyduk ki Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanların üzerine onun adını ansınlar”.
Abdulaziz Bayındır: Şuraya bir bakarmısınız? “Ve li kulli ummetin cealnâ menseken”. Arapça bilmeye gerek yok. Arapça bilmeyenler de hemen anlar. “Li kulli ummetin cealnä menseken” 34.ayet. Aynı surenin 67.ayetinde aynı kelimeler var. “Li kulli ummetin cealna menseken” aynı ifadeler. Aynı ifadeye biraz önce “kurban” anlamı vereceksin, şimdi de bir “ibadet tarzı” diyeceksin falan. Bu, gerçekten çok giddi manada zihin karışıklığıdır. O da şundan kaynaklanıyor biliyorsunuz: bizde çok ciddi bir sıkıntı var. O sıkıntı da şu: geçmişi olmayan bir din anlayışı var. Yani Yahudi’ye, Hıristiyan’a, Budist’e, Brahmanlar’a, efendim Zerdüşler’e tamamen sizin gerçek ile hiç bir alakanız yok, doğru bir tarafınız yok diyerek onları elimizin tersi ile iten bir yöntem var. Halbuki kur’anı kerimin inmiş olduğu Mekke’deki müşrikler, İbrahim(as)’ın soyundan gelen insanlardı. Ellerinde bir kitap yoktu. İbrahim(as)’a inmiş kitabın olduğunu biz, kur’anı kerimin ayetlerinden öğreniyoruz. Üç tane ayet bunu söylüyor. Mesela Şura suresinin 13.ayeti söylüyor, El Âlâ suresinde var. “Suhufu ibrahimi vel mûsâ”. Ondan sonra En’am suresinin 83 ve devamı ayetlerde var. Şimdi İbrahim(as)’a verilmiş bir kitap var ama elde yok. Yani Mekkeliler’in elinde böyle bir kitap yok. Demek ki kaybolmuş zamanla. Ellerinde böyle bir kitap olmadığı için onlara ümmiler deniyor. Yani kitap olmayan bir şey. Ama bu insanların tamamı İbrahim(as)’ın soyundan gelen insanlardır ve onların da geçmişine hitab ediyor kur’anı kerim. Sık sık İbrahim(as)’dan bahseder, arkasından “ve mâ kâne minel muşrikın” der. Bakın siz, İbrahim’in soyundansınız ama O, müşrik değildi. Hatta “millete ebikum ibrahim” babanız İbrahim’in dini. Yani şunu demek istiyorum. AllahTeala, geçmişteki olumlulara sürekli vurgu yapıyor. Olumsuzluklardan da bahseyor. İbrahim’in dinine girin ama öyle O, sizin dediğiniz gibi değildi. Allah’a tam teslim olan birisiydi diye söylüyor. 34.ayetin mealini oku bakalım. İhsan Eliaçık’ın meali burada. Televizyona çıkıyor diyor ki; kurban diyor, Şaman âdetidir diyor. İslam’da böyle bir şey yoktur diyor. Şimdi bakın yaptığı kendi mealinde nasıl meal vermiş oku bakalım 34.ayeti.
Abdurrahman Yazıcı: İhsan Eliaçık’ın mealinin Hac suresi 34.ayetinin meali: “biz, her ümmet için kurban kesmeyi bir ibadet olarak öngördük ki rızık olarak verdiğimiz hayvanları keserken Allah’ın adını ansınlar. Hepinizin tanrısı tek tanrıdır. O’nun hakkını teslim edin. Kalbi temiz olanları müjdele”.
Abdulaziz Bayındır: Tamam. Teşekkür. Yani şimdi her ümmet için dendiği zaman elbetteki Şamanlar’da kurban kesecekler. Son derece tabii bir şeydir. Elbetteki onlara da bir nebi gelmiştir. Çünkü AllahTeala her topluma nebi gönderdiğini bildiriyor. E bütün nebilere kurban emri verildiğine göre bunlar bir şekilde devam edecek. İşte Mekke’deki müşrik toplum, hac ve umre görevini devam ettiriyordu. Bakın AllahTeala, hac şöyle şöyle yapılır demiyor. O insanlar haccı zaten biliyor. İbrahim(as) da haccın nasıl yapıldığını biliyor. Kabenin temellerini yükselttiği zaman haccın nasıl yapıldığını biliyor ama bilmediği neydi? Yapıldığı yerler değil mi? Yani Safa-Merve nerede? Evet, tamam kabenin temellerini öğrendi yükseltti ama Arafat nerede? “Erinâ menâsikena” diyor. Yani bizim ibadet yapacağımız yerleri bize göster diyor. Tamam, kabeyi gösterdi ama bir de diğer yerleri de görmesi lazım. Onları da gördükten sonra tamam artık hac yapılacak yerler belli olunca, Hac suresinin 27.ayetinde AllahTeala ne diyor? “Ve ezzin fin nâsi bil haccı” insanlar içinde haccı ilan et diyor. Yani tıpkı şunun gibi: diyelim ki Süleymaniye Camii tamir için kapatılmış. Geniş çaplı bir tamirat var, içinde ibadet yapılamıyor. Ve ibadet yapılamadığı için ezan da okunmuyor. Bir gün bakıyorsunuz ki Süleymaniye Cami’nin minareden ezan sesi geldi. Ne anlarsınız? Tamirat bitmiş, ibadete açılmış. Şimdi Süleymaniye Camisi’nden ezan okuyan kişi; “gelin beyler, öğlen namazını kılın. Öğlen namazı dört rekattır. İşte kıbleye döneceksiniz fala filan der mi? Söylediği nedir? Namaz vakti geldi. O minarden de ilan edildiği için haa, Süleymaniye Camisi ibadete açılmış demektir. İbrahim(as)’ın yaptığı da ondan ibarettir. “Ezzin fin nâsi bil haccı”. “Ezzin”, bak ezan-ezzin. Aynı kökten dikkat edin. ‘Ezzin’. Arapça bilmeseniz de bunu hemen anlarsınız. “Ezzin”, “ezan”. Aynı şey. ”
Fatih Orum: “Müezzin”.
Abdulaziz Bayındır: “Müezzin”. Ses olarak müezzin deriz. Onda da ezzin. Ses de benziyor bakın. Zaten kelimeler aynı kökten. “Ve ezzin fin nâsi” insanlar içerisinde ikan et. “Bil haccı”, neyi? Haccı ilan et. İbrahim(as) demiyor ey insanlar size hac farzdır demiyor. Sadece haccı ilan ediyor. Peki ilan ettiğim zaman ne olur ya Rabbi? “Ye’tûke ricâlen: onlar sana gelirler” diyor. Yani sen ezanı oku, namaza gelir, korkma. Cami yapmışsın, ezanı okursun, gelir. E kim gelecek? Sanane kimin geleceğinden. Kim duyarsa o gelir. Namaz kılacak olan adam gelir. “Ve ezzin fin nâsi bil haccı” insanların içerisinde haccın ezanını oku. “Ye’tûke ricâlen: yürüyerek sana gelirler”,”ve alâ kulli dâmir: ve bitkin binekler üzerinde gelirler”. “Ye’tine min kulli feccin amîk: bütün derin vadilerden gelirler”. Şimdi Mekke, anakent biliyorsunuz. Ümmül kur’a. Bütün derin vadilerden dediği zaman 360 derece çevresinden oraya ulaşan vadiler. İbrahim(as), o vadilerden birisinden gitmiştir şeye. 360 derece çevresinden. Orası anakent olduğuna göre demek ki dünyanın her yerinden insanlar gelecekler. Bunun manası nedir? Hac ibadeti İbrahim(as) ile mi başlamış oluyor buna göre? Yok. Bak bu kur’anı kerimin ayeti değil mi? Ama malesef kitaplarda biliyorsunuz ne yazar? İbrahim(as) ile başlatırlar. Kabeyi ilk yapan O’dur derler. Kabeyi ilk yapan nasıl O olur? Yeryüzünde mâbed olarak yapılan ilk bina kabe iken o zamana kadar hiç mâbed yokmuydu? Evet zaten bu ayetleri birleştirdiğin zaman bu ortaya çıkıyor. Peki gelecekler de ne yapacaklar? Orada diyor ki ayet; “li yeşhedu menâfia lehum” öncelikle kendileri için menfaatlere şahit olsunlar. Menfaat ne? Biliyorsunuz her senenin dört ayı haram aydır dünya kurulduğu günden beri. İstersen Tevbe 36.ayeti bir oku. Dünyanın kurulduğu günden beri her senenin 4 ayı haram aylardır.
Fatih Orum: Şöyle meali. 9.sure 36.ayet. “Gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısına göre Allah’ın katında ayların sayısı 12’dir”.
Abdulaziz Bayındır: Bak, gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısına göre. Daha insanlar yaratılmış değil. Gökler ve yer yaratıldığı zaman. İnsanlar, ondan çok sonra yaratıldı. “Hel etâ alel insani hinum mined dehri lem yekun şey’en mezkûra”(İNSAN 1). Yani insanın üzerinden çok uzuun zamanlar geçti ki insan ile ilgili herhangi bir bilgi yoktu. İnsan suresindeki ilk ayetlerdir.
Fatih Orum: “Bunlardan dördü haram aylardır”.
Abdulaziz Bayındır: İlk yaratıldığı günden itibaren dört tanesi haram aydır. Bunlar kameri aylar. Kameri ay son derece önemli. Mekke merkez olduğu için herkesin gelebileceği bir yerdir. Dünyanın her tarafından oraya mal gelebiliyor. Eğer güneş takvimine göre bir mevsimde, mesela diyelim ki biz göre yaz olan yada bize göre bahar olan bir mevsimde, orada hac olacak olsa dünyanın tek bir bölgesi zengin olur/satıcı olur, diğerleri alıcı olurlar. Yani dünhanın belli bölgeleri alıcı, belli bölgeleri satıcı olur diyelim. Ama öyle bir sistem ki yılın tamamında dolaşıyor. Biliyorsunuz işte geçen sene hac daha geçti, şimdi biraz daha erkene geldi. Geliyor, geliyor, yılın tamamını dolaşıyor. Öyle bir şey ki dünyanın her tarafındaki üretimlerin oraya getirilip satılmasına imkan veriyor. Bundan dört tanesi haram ayı, yaratıldığı günden beri. Üç tanesi peş peşe geliyor. Zilkade, Zilhicce, Muharrem. Bir tanesi de ayrı, Recep ayı. İşte bu üç ay, insanların, mallarını oraya götürüp geriye güvenle getirebilecekleri haram, haram ay ne demek? Tüm insanların dokunulmaz olduğu aylar. Can güvenliğinin sağlanmasının gerektiği aylar. Şimdi böyle olunca, taa ilk zamandan itibaren orada panayırlar kuruluyor. Tabi dünyanın başka yerlerinde de kuruluyor. Ama orası anakent olduğu için orada da kuruluyor. En büyük panayırlar orada kuruluyor. Diyor ki; gelsinler, menfaatlerine şahit olsunlar. Mallarını getirsin satsınlar, buradan da mal alıp götürsünler. Ondan sonra “ve yezkurusmellâhi” bak şuraya da dikkat edin. “Ve yezkurusmallâhi: ve Allah’ın adını ansınlar”,”fi eyyâmin mâ’lumatin: bilinen günlerde”(HAC 28). Bilinen aylar. Zaten o bilinen aylar kelimesi de geçiyor. “El haccu” Bakara suresinin 197.ayetinde. “El haccu eşhurûm mâ’lumat: hac, bilinen aylardadır”. Bak demiyor ki şu ayda. Yani Mekkeliler’in hac yaptığı günü değiştirmiyor Allah. Ama mesela İbrahim(as) “erina menâsikena” dedi/ibadet yerlerimizi göster dedi. Çünkü onlar, Nuh tufanında kaybolmuştu.
Abdurrahman Yazıcı: Zamanını sormadı.
Abdulaziz Bayındır: Zamanını sormadı, evet. Hangi zamandır diye sormuyor. Çünkü İbrahim(as) da biliyor haccı. Haccı bilmese “erina mensikena” der mi? Çünkü onu, Adem(as)’dan beri bilmeyen yok. Onun için bugün bakın bütün dinler tarihi üzerinde çalışanlar, her dinde bir hac ibadeti mutlaka vardır. Hinduların, Ganj nehrine giderken giydikleri elbiselere bir bakın, bizim hacıların giydiği elbiselere bir bakın. Sonra bir değişiklik olarak şey yapılmış işte: oraya gitmesin diye, çünkü büyük bir ekonomik şey ya. Zamanla insanların zihinleri değiştirilebiliyor ama Hinduların kitaplarında biraz derinlemesine araştırma yapılırsa görülür ki onların da kabeye gelmeleri gerekiyordur. Yahudiler, kesinlikle hac için kesinlikle Kudüs’e değil kabeye gelmeliler. Hıristiyanlar da öyle. Kesinlikle. Zaten bir Yahudi’nin bana telefonda söylediği bir şey: diyor ki; “bizim Yahudiler, kendi kimliklerini gizleyerek hac ve umre için kabeye giderler”. Bundan daha tabii bir şey olmaz. Zamanı? Bilinen aylarda. Şu aylarda demiyor. “El haccu eşhurum mâ’lumat: hac, bilinen aylardadır”(BAKARA 197). Ve ayların isimlerine bakın: Zilkâde, oturma ayı. Uzun yoldan geliyorsunuz yani yerleşik bir hayatta ticaret yapıyorsunuz. Artık hareketlilik sona ermiş oluyor. Zilhicce ne demek? İçinde haccı barındıran ay demek, hac ayı. Muharrem de artık haramlık niye? Hacdan dönen insanlar, mallarını götüren insanlar, artıl orada biraz daha güvenliğin daha yoğun olması gereken bir ay oluyor. Bu üç ay. Ve üç ayın ortası. Dikkat edin. Zilkade ve Muharrem’in ortasında Zilhicce. Hac da Zilhicce’nin ortasına denk geliyor. Zilhicce’nin 9.günü insanlar Arafat’a çıkıyor. 10.günü iniyorlar Arafat’tan, işte Mina, Müzdelife ve diğer günler. Zaten ondan sonra “eyyâmun mâ’dudat” da diyor. Şimdi burada diyor ki ayet. Bak dikkat edin. Herkes gelsin. Geldi. AllahTeala, bütün toplumlara kurban kesme görevi de yüklemiş zaten. Kurban kesme mevsimi bu. Diyor ki burada; “ve yezkurusmallâhi fi eyyâmin ma’lumâtin alâ mâ razakahum min behimetil en’âm”(HAC 28). Bak şimdi 34. ayete bakın: “alâ mâ razakahum min behimetil en’âm” burada da “alâ mâ razakakum min behimetil en’âm”(HAC 34). İşte muteşabih ayet bu. Bu muteşabih ayetler birbirine benzeyen. O benzerlikten hareketle ayetlerin açıklamasına ulaşıyoruz. Biliyorsunuz gelenekte muteşabih neydi Fatih? Bir anlat.
Fatih Orum: Gelenekte muteşabih lafız diye bir kavram vardır. Allah ısrarla muteşabih lafızdan değil muteşabih ayetten, muhkem ayetten bahsetmesine rağmen o ayet, lafız olarak anlaşılır ve kur’anı kerimde bir takım muteşabih lafızlar olduğu söylenir. Muteşabih lafız ile kastettikleri şey de Allah’ın sadece bildiği, insanların asla anlamına vakıf olamayacağı derece kapalı lafızlar denilir. Bu defa peki Allah niçin indirdiği kitapta muteşabih lafızlar yani anlamı asla bilinmeyecek lafızlar koymuştur denildiğinde..
Abdulaziz Bayındır: Hem “kitaben mufassala” diyecek/ayrıntılı açıklanmış kitap diyecek hem anlaşılmayan ayetler koyacak.
Fatih Orum: Bu soruya da şöyle cevap veriyorlar; bu, imtihanın bir parçasıdır. İşte insanlardan kimler sapıtacak, kimler tamam iman ettik doğrusunu Allah bilir diyecek diye böyle bir dolambaçlı yolla böyle bir şey var.
Abdulaziz Bayındır: Bu insanlar demiyormu ki; sapık olan anasının karnındayken sapıktır. Daha ne imtihanından bahsediyorlar? Evet şimdi bak burada diyor ki AllahTeala. İşte muteşabih ayet bu yani. Ayetler arasındaki benzerlikten hareketle emin adımlarla gidip doğru sonuca ulaşıyorsun. Burada diyor ki; malum günlerde. Bakın, malum aylar. Hac için geldikleri belli. Bu malum günlerin o ayların birisinde olduğu ortaya çıkıyor mu burada? Hac için çağırıyorsun. Hac malum aylarda. Geldiler. Şimdi iş malum günlere indi. Bak falanca gün kurban bayramıdır demiyor Allah. Bütün dinlerde aynı gün. Bütün dinler demiyelim, zaten tek bir din. AllahTeala’nın dini tek. Bütün nebiler, ümmetlerine aynı günde kurban kesme görevini bildirmişler. Çünkü “ve ilahikum ilahun vahid”(HAC 34), bir tek ilahınız var. Aynı ilah. Farklı emir verecek değil ki. Ondan sonra “fe kulu minhâ: ondan siz yeyin”,”ve a’tımul baisel fakîr: yoksul ve muhtaç olanları da doyurun”(HAC 28). Gene aynı görüyormusunuz. Öncekilerle bizimkiler aynı. Aynı hayvanlar kesiliyor, aynı günde kesiliyor, etler aynı şekilde paylaştırılıyor. Kesen de yiyor, öbürleri de yiyor. Peki şimdi o zaman öyleyse Şamanlar tabi ki kurban keseckler. Niye kesmesinler. Bunu başkaları da kesecek elbette. Peki kurban niye kesiliyor? Niye kesildiğini de C. Hakk bize bildiriyor. Bak mesela diyor ki 37.ayette hemen surenin. “Len yenalallâhe luhûmuha ve lâ dımâuhâ”. Yani bunların ne kanları ne de etleri Allah’a ulaşır. Allah, bunların etinde kanında değil ama “ve lakin yenaluhut takva minkum: sizin takvanız ona ulaşacaktır”. Takva ne demek? En büyük takva, şirlikten korunmakdır. Şimdi eski Mısır’da bir boğaya tapma olayı vardı bimiyorsunuz. Onu da Rasim Hoca bulmuştur gayretiyle. Ona teşekkür etmek lazım. Boğaya tapma olayı vardı eski Mısırlılar’da ki bu çok sıklıkla bahsedilir tevratta bundan. Apis deniyor. Apis öküzü. Ve o Bakara suresinde bir tane boğanın kesilmesinden bahsediliyor. Sığır diye tercüme edilir. Halbuki ayet üzerinde dikkatle çalışılırsa onun boğa olduğu ortaya çıkar. Şimdi siz, Mısır’da tanrılaştırılmış olan boğalardan bir tanesini kestiğiniz zaman boğada tanrılık kalır mı? İşte insanların bu tür hayvanlara verdikleri o kutsallık ortadan kalkmış oluyor. Anadolu’da bakın bazı evlerin çatılarında iki tane boynuz gibi şey vardır. Boğa boynuzu gibi yaparlar ön taraflarını. Farkında değiller. Bazı duvarlarda boğanın şu ön tarafına iki tane boynuz ve başının öntarafına çakılır. Hep o verilen kutsallıktan kaynaklanır. Peki orada boğa Hindistan’da ne oldu? Sığıra dönüştü. Hindistan’da, bir Hindu’nun bir tane sığırı kestiğini düşünün. O Hindu’nun çarpılmadığını görecek insanlar. Sığırın kutsallığı kalır mı? Bu son derece önemli. Burada demek ki tabi ben dinler tarihi konusunda bilgim çok kıttır. Mutlaka bu keçi için de, koyun için de, deve için de benzer şeyler vardır. AllahTeala diyor ki; sizden ulaşan o takvadır. Kendinizi koruma. İsrailoğulları o kadar zengin oldukları halde bir tane boğayı kesmek istememişlerdi. Yani bir mal sıkıntısı kalmamış. Çünkü Firavun yok olmuş, Firavun’un bütün hazineleri onlara kalmış. Boğa sıkıntısı da yok ama onu kesmeye elleri gitmiyor. Çünkü çocukluklarından itibaren onun tanrı olduğunu görmüşler. Apis olarak şey yapıyor. Ve orada da anlatılan özellikler öyle özellikler ki Apis’i seçerken aranan özellikler. Rengiyle, şekliyle, hepsiyle. Ve sonunda da kesiyorlar tabi. Kestiler mi yıkılıyor o önceki inanç. İşte bu, bütün ümmetlere emredildiğine göre tabiki Mekke’de de kurban kesiliyor olmalıdır. Ama Mekke toplumunun elinde bir kitap yok. Mesela şey ile ilgili AllahTeala En’an suresinde bütün nebileri anlattıktan sonra “ulâikellezine hedallâhu fe bi hudahu muktedi” En’am suresi 90. ayerinde diyor ki. Bütün nebileri anlatıyor. Adem(as)’dan son nebiye kadar hepsine kitap veildiğinden bahsediyor, hikmet verildiğinden bahsediliyor. “Onlar, Allah’ın kendisine hidayet verdiği kişilerdir, sen, onların yoluna uy” diyor. Onların yoluna uy dendiği zaman yani onların kitaplarına uy demektir. Allah, onlara hidayet vermiş, kitap ve hikmet verdiği kişilerdir diyor. İbrahim(as)’a kitap ve hikmet verildiği belli ama İbrahim(as)’ın kitabı elde yok. Peki Mekkeliler kurban kesiyorlar. Acaba bunların kestikleri kurban, doğru zamanda mı kesiliyor? Bozulmuş mu, bozulmamış mı bir sürü şüpheler ortaya çıkabilir. Şimdi Resulullah(sav)’e Mekke’de ilk inen surede ne deniyor. Kevser suresi biliyorsunuz. Diyor ki; “innâ â’tayna kel kevser: sana kevseri verdik” yani sana çok ikramda bulunduk, çok şey verdik diye tercüme etmek daha uygun. Bu, cennette bir ırmak falan deniyor ama o çok hafif kalır. Sana çok şey verdik demiş oluyor AllahTeala. Gerçekte çok şey vemiş oluyor. Yani biz de bunun zevkini yaşıyoruz. İşte mesela şimdi kur’andaki bu kurban olayını sadece Müslümanlar’a has olarak görmek başka tüm insanlara yönelik bir ibadet olduğunu görmek başkadır. Ama yine de söylemeden geçemeyeceğim, bizim mezheplerde ortaklaşa şu söylenir bu kadar açık ayetler olmasına rağmen; “kur’anı kerimde kurban ile ilgili ayet yoktur derler ve bu ayetleri de hac kurbanı ile ilgilendirirler. Peki hac kurbanı ise sırf, hac yapan kişinin kurban kesmesi gerekir değil mi? Öyle bir görev de olmadığını söylerler. O zaman bu ayetler ne işe yarıyor? Hiç bir işe yaramıyor. Yani insanlar, kitaplarına bu şekilde yaklaştıkları için de güveni zedeliyorlar. İşte Resulullah(sav). AllahTeala ilk emrinde diyor ki; “fe salli li rabbik: namazını rabbin için kıl”. Mekke’de namaz kılan yok mu? Tabi ki var, olmaz olur mu? Çünkü İbrahim(as), kabeyi yaparken “rabbena li yukimus salat” diye dua etti. Ya Rabbi, namazlarını tam kılsınlar diye ben bunu yaptım dedi binaları yükselttiği zaman. Ailesinden bir kısmını oraya yerleştirmişti. Allah da O’nun duasını kabul etmiş. Tabiki onlar beş vakit namaz kılıyorlardı. Ama demek ki namazlarında isteneni yapmıyorlardı. Kevser suresinin bir öncesinde de zaten ne diyor AllahTeala? Bunu söylüyor bir öncekisinde. “E raeytellezi yukezibu bid din” bu din karşısında yalana sarılanı gördün mü diyor. “Fe zalikellezi yedu’ul yetim” işte o kişi yetimi itip kakar. “Ve la yehuddu alâ taâmil miskin” çaresiz kalanlatın doyurulması konusunda da bir teşvikte bulunmaz. “Fe veylun lil musallin” yazık o namaz kılanlara. “Ellezine hum an salâtihim sahun” onlar namazlarından gafildirler. Yani namazın farkında değiller işte. “Ellezinehum yuraun” gösteriş yapıyorlar, Allah için değil. Millet namaz kılmış görsün o kadar. “Ve yemneunel maun” insanlar arasında ufak tefek yardımlaşmayı bile engelliyorlar. Hemen onun arkasından ne diyor Allah, Resulullah(sav)’e? “İnnâ a’taynâ kel kevser” sana çok şey, çok nimetler verdik. “Fe salli li rabbik” onlar gibi gösteriş için değil. Namazı Rabbin için kıl. Bak, namaz kıl emri geldiği zaman namaz nasıldır diye bir soru sorulmadı. Gerek yok ki zaten, herked biliyor. Geçen hafta Fatih ile Erdem Almanya’da idi. Oradaki gençlerden bir tanesi araştırma yapmış. Gerisini sen anlatsana namaz ile ilgili olarak.
Fatih Orum: Evet, buradan Bünyamin Şahin sesimizi duyuyorsa selam söyleyelim. O gencin adı Bünyamin. Almanya’da. Yahudi kaynaklarına iniyor. Yani bizim dinimize Yahudi din adamlarının nasıl baktıklarını, onların bakış açılarını öğrenmeye çalışıyor. Hatta İbranice’de öğrenmek istediğini söyledi. Yahudi din adamlarının yazdığı eserlerden bir tanesinde, işte Muhammed(as)’ın esasında söylediği her şeyi Yahudiler’den öğrendiğini, Yahudi din adamlarından öğrendiğini anlatırken bir yerde şöyle bir ifade kullanmış: hattı Muhammed, beş vakit namazı da Medine’de Yahudiler’den öğrendi. Çünkü onlar, orada namaz kılıyorlardı. Muhammed de oraya gidince gördü beş vakit namaz kıldıklarını, dolayısıyla bugün Müslümanlar’ın kıldığı beş vakit namaz da esasında orjini itibatıyla Yahudiler’e aittir. Bu tür pek çok ifadelere rastladığını söylüyor ki işte onlar karşılaştırıldığında şeiatın aynı şeriat olduğunu, ibadelerin aynı şeyler olduğunu, Müslümanların din adına yaptığı her şeyin, esasında Yahudiler’den alındığını söylüyor ama bunu söylerken de esasında Yahudiler’de de bunların olduğunu söylemiş oluyor kitabın yazarı.
Abdulaziz Bayındır: İşte bizim, onlara tasdikçi olarak yaklaşmamız yani zaten Allah’ın emri de o. Musaddık yani kur’anın onları tasdik ettiği, şeriatın değişmediği aynen devam ettiği şeklinde yaklaştığımız takdirde onlar da Müslüman olma mecburiyeti hissedecekler. Zaten en çok korktukları da budur. Zaten Medine’deki Yahudiler, Resulullah(sav)’in arkasında beş vakit namaz kılıyorlardı. Ne zamana kadar? Söyleyin bakalım? Kıble değişene kadar. Şimdi kur’anı kerimdeki bu tür ayetler, işte geçmiş ile irtibat koptuğu için anlaşılamıyor. Bu kadar açık kurban ayetlerinin anlaşılamaması gibi. Yani bizden öncesi tufan. Kardeşim, İslamiyet’in böyle bir şeye ihtiyacı yok. İslam, tasdik edicidir yok edici değildir ki. Taa Adem(as)’da beri gelen o ana gövdeti koruyor. Sadece hani size bazen anlatıyorum. İşte Almanya’da bir toplantıda Tübingen üniversitesinde, üniversitenin bölüm başkanlarının katıldığı tolantıydı. Orada onlara Allah katında din İslamdır deyince Tubingen Üniversitesi, Katolik fakültesinin bir numaralı ünivetsitesi. Adamlar böyle (işbirliği için toplanmıştık) kağıdı kalemi bıraktı, geriye şey yaptılar. Birbirlerine karşı işaret yaptılar bu ne diyor diye falan. Dedim ki; bir sorun bakayım İslam nedir? İslam dedim, sizin topraklarınızdan çıkıp Karadeniz’e dökülen Tuna nehri gibidir. Dünya kurlduğu günden beri bu nehir, aynı kaynaklardan beslenir ve aynı yataktan gider aynı denize dökülür. Zaman zaman bu nehir bozuluyordu, Allah’ın nebileri gelip temizliyordu. Bundan sonra artık nebi gelmeyecek. Nehir yine bozuldu. Bir bardak su içen zehirleniyor. Bizim görevimiz, bu nehri temizlemektir. Ne kaynaklarını değiştireceğiz ne yatağını değiştireceğiz. Sadece nehri temizleyeceğiz. Öyle deyince, hepsi kağıda kaleme sarıldı. İşte İslam dini bu. Adem(as)’dan beri gelen aynı nehirdir ama sağdan soldan bir takım karışmalar şunlar bunlar, işte zehirli atıklar falan hani karışmış oluyor. Onlar temizlenmiş oluyor. İşte böyle baktığınız zaman kur’anı kerimi anlama imkanınız oluyor. Musaddik olan şey.
Elbetteki Mekkeliler’de kurban kesiyordu. Ondan dolayı AllahTeala diyor ki; “fe salli li rabbike” nasıl namaz kılıyorlarsa aynı şekilde kurban da kesiyorlardı. “Fe salli li rabbik”, “venhar li rabbik” demektir.
Abdurrahman Yazıcı: 44:57-45:05 duyulmuyor.
Abdulaziz Bayındır: Tabi tabi. Açık mı senin mikrofonun? Bilgisayarın değil. Değilse bir daha söyle hadi.
Abdurrahman Yazıcı: Allah için namaz kıl, Allah için kurban kes ifadesi, bir çok ayette yer alan, Mekkeli müşriklerin vâsile, hami gibi isimler verdikleri, işte adadıkları, bunların eti yenmez..
Abdulaziz Bayındır: Kendi kafalarına göre
Abdurrahman Yazıcı: Bir takım kurallar koyarak sanki o bozulmuş kurbanı çağrıştırıyor.
Abdulaziz Bayındır: Mesela bu Allah içindir, bu tanrılarımız içindir.
Abdurrahman Yazıcı: Kurbanın olduğunu ama bozulduğunu. Allah da sadece Allah için kesin.
Abdulaziz Bayındır: Mesela diyor; “hazâ lillah ve hazâ şurekaina” işte bu Allah için bu da bizim araya sokuşturduğumuz aracı tanrılar için diyorlardı. AllahTeala burada Resulullah’a ne diyor? “Fe salli li rabbik: Rabbin için namazını kıl”, başka? “Venhar li rabbik” demektir: Rabbin için kurbanı nahr et. Kurbanı kes. “İnnâ şanieke huvel ebter” yani sana karşı böyle hücum eden, seni sıkıntıya sokan tavırlar içerisinde olanlar: işte asıl ebter olanlar onlardır. Yani soyu devam etmeyecek olanlar onlardır. Sen değilsin. Şimdi burada şu ortaya çıkmış oluyor: yani ebterlik, esasen çoluk çocuğun yaşaması değil. O çizginin yaşamasıdır. Ne olacak yani, senin çoluğun çocuğun yaşamış da Allah’ın yolundan ayrılmışsa ne işe yarar. Ama o çizginin yaşamasıdır. Resulullah(sav)’in oğlu falan yoktu ama o zaman oğullarım var, kızlarım var diye. Kızlarla kimse sevinmezdi de onların döneminde, şu kadar oğlum var diye övpnenlerin hiç birisinin adını sanını da bilmiyoruz. Çoğusunun adını sanını bilmiyoruz ama Resullah halâ en tepelerde saygı gören birisidir.
Bu sure kurbanla ilgilimidir, değilmidir? Yani sonraki Hanefiler, bu sureyi kurbanla ilgilidir diye kitaplarına koymuşlardır. İlk Hanefiler’de yok. Mezheplerin en başlangıcında ayet bağlamı hiç birisinde yok. Onun için Resulullah’ın Medine’deki uygulamalarına bakarak, işte bazısı sünnet diyor bazısı vaciptir diyor ama ayete baktığınız zaman ne sünnet ne vacip. Farzdır. Peki şimdi “fe salli li rabbike venhar”, gerçekten bu namaz ve kurban mı? Bu sure biliyorsunuz Mekke’de inmiştir. Kevser suresi. Peki Mekke’de inen bir başka ayet bunu bize açıkça gösteriyor. En’am suresinin 162, 163.ayetlerine bakalım. Bak diyor ki; kul inne salâti ve nusuki ve mahyaye ve memati lillahi rabbil alemin”. De ki; benim namazım, nüsuküm. Az önce mensek kelimesi geçmişti yani kurbanım. Keseceğim kurbanlar, yaşamam ve ölmem, alemlerin rabbi olan Allah içindir. “İnne salati lillah” öyle düşünün arapça bakımından. Ne dedi ayette; “fe salli li rabbik” dedi değil mi? “Fe salli li rabbik” emirdir. Ondan sonra diyor ki; “la şerike leh: Allah’ın bir ortağı yoktur”,”ve bi zalike umirtu: ben, böyle emir aldım”. Allah’ın ortağı yoktur dendiği zaman yani Allah’tan başkası için namaz kılınmaz, Allah’tan başkası için kurban kesilmez, ortağı yok. Maun suresiyle birleştirirseniz. Bak “ve bi zalike umirtu: ben, böyle emir aldım”. Böyle emir aldım dediğine göre bu emrin olduğu bir ayet olması lazım değil mi? İşte “fe salli li rabbik” ayeti, Rabbin için namaz kıl. “Venhar: kurban kes” “li rabbik” demektir. Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Bu surenin bu ayetlerden önce Rrsulullah’a indiğini gösteriyor. Peki ne zaman olduğu belli mi? Ne zaman olduğu belli mi bu kurbanın? Ne zaman kesilecek? Hayır, hayır. “Fe salli li rabbike venhar: Rabbin için namaz kıl, kurban kes” zamanı belli mi? Yok. Peki “innes salati ve nusuki ve mahya ve memati li rabbil alemin la şerike leh ve bi zalike emirtu ve ene evvelıl muslimin: benim namazım, kurbanlarım,yaşamam, ölmem alemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur, ben böyle emir aldım. Ben, müslümanların ilkiyim”. Burada zamandan bahis var mı? Ne zaman kesileceği var mı? Yok. O zaman burada henüz bilgi tamamlanmamış. Onun için Resulullah’ın mesela Mekke’de kurban bayramında kurban kestiğine dair hiç bir rivayet yoktur. Yani hicretten önce. Çünkü size artık iyice öyle alıştınız yani kur’anın bir metodu var biliyorsunuz. Taha suresinin 114.ayetinde Allah şöyle diyor; “fe tealellâhul melikul hakk”, hak melik olan yani tüm yetkiyi elinde bulunduran Allah çok yücedir. “Ve lâ ta’cel bil kur’ani min kabli ey yukda ileyke vahyuh” kur’anla acele etme. Kur’an, ayetler topluğuydu. Bütün ayetleri içerisine alması itibarıyla buna kur’an dendiği gibi konu konu ayetler topluluğu da kendi içinde kur’andır. Dolayısıyla bu kur’anın içerisinde çok sayıda kur’anlar vardır. Sayısız kur’anlar vardır. Her bir konu ile ilgili ayetler kümesi vardır. İşte tıpkı bizim bu cep telefonunda olduğu gibi. Cep telefonunda bir tane şey var. Gerçi bunu kapattım da siz biliyorsunuz burada rakamlar var. Sıfırdan 9’a kadar toplam 10 tane rakam var. O rakamlardan bazen sıfırdan sonra en son rakamı çeviriyorsun, bazen ilki. Yani rakamlar kümesini oluşturduğun zaman istediğin kişiye ulaşabiliyorsunuz. Burada da işte o ayetler kümesi oluştuğu zaman istediğin noktaya ulaşıyorsun. Şimdi bir adamın yedi rakamlı telefonu var. Altı rakamını bilseniz de yedinciyi bilmeseniz o adama telefon edebilirmisiniz? Yada yedinci rakamı da sonda mı, ortada mı, başta mı onu da bilmiyorsanız hiç bir şekilde edemezsiniz. Defalarca denersiniz, denersiniz belki biraz sonra da kapınıza polis gelir milleti rahatsız ediyorsun diye. İşte aynı şekilde Allah diyor ki; “ve lâ tâ’cel bil kur’ân”. O kümeleşmiş ayetler ile hemen acele ile hüküm verme, “min kabli ey yukda ileyke vahyuhu: bu kur’anın vahyi sana tamamlanmadan önce”. Vahiy tamamlansın ondan sonra hükmünü ver. Şimdi Hac suresi Medine’de inmiş olan bir suredir. O surede, malum günlerde dediği zaman o malum günler Resulullah için de geçerli olması lazım değil mi? O zaman kurbanın hangi günlerde kesildiğini hemen anlar mı? Kurbanı Allah için kes belli. Hangi hayvanların kesileceği de belli. Orada okuduk Hac suresinde. Hangi günde kesileceği de belli. Öyleyse ne yapması lazım Hac suresi indikten sonra? Artık kurban kesmesi gerekir. Çünkü tamamlanmıştır küme. Allah için keseceğin belli. Keseceğin gün belli. Keseceğin hayvan belli. Etini ne yapacağın belli. Çünkü o şeyde diyor ki. Hac suresinin 36.ayetini okuyalım. Burada biraz daha ayrıntı veriyor Allah. “Vel budne cealnâhe lekum”. ‘Budn’, buralarda büyük baş hayvan diye tercüme etmişler. Gerçekten arkadaşlar ben şey yapıyorum yani kur’anı kerimin bu metoduna uyulmadığı takdirde ne kadar büyük yanlışlar yapıldığını her gün görüyorum ve ondan dolayı da ciddi manada üzülüyorum. Artık son zamanlarda etraftan herkes söylüyordu fazlaca önemsemiyordum ama şimdi artık çok önemli olduğuna inanmaya başladım. Allah nasip ederse gelene gidene çok daha az vakit ayırarak şu meali bitirmeye çalışacağım Allah nasip ederse. Çünkü çok ciddi yanlışlar var. İnanılmaz yanlışlar var. Şimdi şuraya bakarmısınız. Diyor ki; “vel budne cealnâhe lekum min şeairillâh: budn’u da sizin için Allah’a kulluğun simgelerinden yaptık”. Şimdi budn’e ne mana vermiş Süleyman Ateş? Sadece Süleyman Ateş değil de geleneğin tamamı öyle. Farklı bir mana veren ben şu ana kadar rastlamadım. Siz rastladınız mı? Ben hiç rastlamadım. Doktora yaptırdım bu konuda. Doktorayı yapan İsmail Narin’de bulamadı. Yok. Diyor ki; “biz, kurbanlık develeri de size Allah’ın işaretlerinden yaptık. Onlardan sizin için hayır vardır. Onlar ön ayaklarını sıra halinde yere basmış durumdayken üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları yere düşünce, canları çıkınca onlardan yeyin. Kanaat edene de isteyene de yedirin”. “Vel budne”. Peki diğerlerine behimetil en’am. Bak yukarıdaki ayet ile arasındaki farkı görebiliyormusunuz? Yukaıda ne dei Allah? Dedi ki; bütün ümmetlere kurban zamanını ve kurban görevini yükledik ki Allah’ın kendisine rızık olarak verdiği behimetil en’am üzerine Allah’ın adını ansın. Behimetil en’amın ne demek olduğunu da En’am suresi 143-144’de Allah teker teker açıkladı. E peki Muhammed ümmeti değişir mi? Arkasından diyor ki “ve ilahikum ilahun vahid: hepinizin ilahı bir tek ilahtır” diyor. Değişen bir şey yok ki. Bir tek ilah ise bizim de aynı hayvanları kesmemiz lazım. E şimdi sen burada büyük baş hayvan nasıl desin ‘budn’ kelimesine? Peki deveye niye budn denir? İri gövdeli olduğu için. Budn kelimesinin arap sözlüğündeki anlamı şu. İyi arapça bilenler bakarlarsa görürler. “El musinnu”. Musin ne demek? Bedeni gelişmesini tamamlamış. Yani koyun ise, bedeni gelişmesini tamamlamış koyun. Sığır ise, bedeni gelişmesini tamamlamış sığır. Deve ise, bedeni gelişmesini tamamlamış deve. Ondan dolayı Resulullah(sav), musin olmayanı kesmeyin demiştir bu ayetten dolayı. Deve 5 senede bedeni gelişmesini tamamlıyor. Sığır 2 senede. Bak sene ayetlerde yok. Ondan sonra insanlara bırakıyor. Uzmanları baksın. Bedeni gelişmesini ne zaman tamamlamış olur bu hayvan? Ben uzman değilim de aklıma gelen, buluğa erdiği gibi. Çünkü insanlara bakarak öyle söylüyorum ama hayvanlarda uzmanı olanlar başka bir şey söyleyebilir. Benim bilebildiğim bir şey değil. Onlarla birlikte çalışmak lazım. Bu konuda bir çalışma yapmadık doğrusu. Bedeni gelişmesini tamamlamış hayvanlar. O zaman demek ki biz, yavruları kurban olarak kesmeyeceğiz. Bu hayvanların yavrularını. Belli bir şeye çıkacak. Bak işte yaşını da belirtiyor tamam mı? “Cealnâhe lekum” sizin için şey yaptık. Bak aynı hayvanlar ama bedeni gelişmesini tamamlamış olması lazım. Ondan dolayı şu kadar yaş, işte, kapak atmış olmalı sığırlar falan deniyor. Şimdi bütün bu ayrıntıları verilmiş mi? “Cealnâhe lekum” da denmiş mi? Müslmanların nasıl yapacağı. İşte ondan sonra Resulullah(sav) kurban kesmeye başlamış. “Ve lâ tacel bil kur’ani min kable en yukda ileyke vabyuhu: o kur’an ile hüküm vermek için acele etme vahyi tamamlanıncaya kadar”(TAHA 114). Mesela 7 rakamlı telefonda bütün rakamları öğren ondan sonra telefon aç. Hemen şimdi tuşlara basma, iki tane daha rakam söyleyeceğim. Belki bunu başa koyman gerekir, bunu ortaya koy. Değil mi? Aynen onun gibi. Bu ayetler de tamamlanınca artık Allah’ın verdiği akıl ile tamam diyorsunuz ki; kurban ile ilgili bütün bilgiler toplandı. Demek ki aynı Mekkeliler’in kestiği zamanda kesmemiz lazımmış. Allah için kesmemiz lazımmış. Koyun, keçi, sığır, deve onlardan birisini kesmemiz lazımmış. Bedeni gelişmesini tamamlamış olarak kesmemiz lazımmış diyorsunuz.
Fatih Orum: Bir şey sormak istiyorum? Şimdi siz anlatınca kafama takıldı. Biz hani hep bir şeyin altını çiziyoruz. Önceki şeriatler ile son şeriat arasında herhangi bir fark yok öz itibarıyla diyoruz. Resulullah da işte sizin derste okuduğunuz En’am suresinin 90.ayetinde, öncekilerin yoluna uyması emrediliyor. Dolayısıyla yine derste de bahsettiniz Mekkeliler’in de kurban kestiğini o dönemde. En’am suresinde. Şimdi Resulullah’a bu konu ile ilgilü syet kümelerinin tamamı gelmemil olsaydı bile önceki şeriata tabi olarak zaten haccı da kurbanı da yerine getirmesi gerekmezmiydi? Eğer yapmadıysa Mekke’de bunu-hem hac hem kurban-bununla ilgili herhangi bir rivayet yoksa, şayet bu iki ibadete has olarak yani bunun imkan nispetinde emniyet olsun, yeterlilik olsun, acaba bunları Medine’ye kadar bunlar gerçekleşmediği için bunlar yapılamamış olabilir diye düşünebilirmiyiz? Yani bunlar aslında güç yetirilseydi yapılmalıydı denilebilir mi?
Abdulaziz Bayındır: Mekke’de de bir koyun alabilecek durumdaysa yapmalıydı. Tabi şimdi bunlar bize şey de veriyor yani o günkü Medine’deki Yahudiler’in durumunu da bize bildirmiş oluyor. Yahudiler’de şöyle bir şey var. Diyorlar ki; kurbanı kesmenin bir de yeri var diyorlar. O da Kudüs’deki beyt-i makdis. Beyt-i makdis yıkıldı kurban keseceğimiz yer kalmadı diyorlar ve kurban kesme işini bırakıyorlar bunlar. Dersin başında da söyledik, Hıristiyanlar da diyor ki; İsa, bizim için kendini kurban etti. Onlar bırakıyor kurban işini. Onun için mesela bir Yahudi’nin, bir Hıristiyan’ın kestiği hayvanı hiç düşünmeden yiyebilirsiniz. Niye? Çünkü onlar, İsa için kurban kesmezler. Yani kurban kesme işini bırakmışlar, yok onlarda kurban kesme işi. Yani ilahları için kurban kesmezler. İlahları vardır. Meryem’i ilah yapmışlardır, İsa’yı yapmşlardır, bir sürü havarileri yapmışlardır ama onlar için kurban kesme adetleri olmadığında dolayı onlar, herhangi bir hayvanı kestikleri zaman hiç şüphe etmeden yiyebilirsiniz. Çünkü Allah’tan başkası adına kesmemişlerdir. Ama Mekkeli kestiği zaman Allah’tan başkası adına kesmiş olabilir. Orada Allah’tan başkası adına kestiği kesin değilse yiyebilirsiniz Mekkeli’nin kestiğini. Mesela namaz kılıyorlardı ama kurban kesmiyorlardı Medine’de. Kurban kesiyor olsalardı Resulullah gene Medine’ye kadar kesmemiş olurdu. Medine’de gördüğü zaman kesecekti. Yani bu, onların bu durumunu da teyid etmiş oluyor aynı zamanda bu ayetler. Ayetler kümesi tamamlanmadan hüküm verilmiyor. Sık sık verdiğimiz bir örnek var. Evinizde su var, demlik var, ateş var, her şey var. Sabahleyin çay yapacaksınız çay otu yok. Birisi gitsin çay otu alsın, ben çay suyu koydum kaynamaya başladı. Ne der diğerleri? Ne acele ediyorsun ya. Daha gideceğiz, alıp geleceğiz aceleye gerek yok denir değil mi? Hemen suyu kaynatmana lüzum yok. Hangi ayetin önce hangi ayetin sonra indiğinin de bir önemi yok. Yani isterseniz önce çay otunu almış olun,su da hazır olsun. Ateş yoksa demleyemezsin. Ateş var, demlik var, çay otu var, demleyecek adam var, su yok ise yine demleyemezsin. Ateş var, demlik var, su var, çay otu var, demleyecek adam yoksa yine demleyrmezsin. Dolayısıyla hangi ayet önce inmiş hangi ayet sonra inmiş hiç önemli değil. Öncelik sonralığın bir önemi kalmıyor C. Hakk’ın koyduğu bu metod ile.
Önce dedi ki; gelsinler, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği behimetil en’am üzerine Allah’ın aeını ansınlar. E peki ellerinde behimetil en’am yoksa ne yapacaklar? Yada onu alacak imkanları yoksa? Onun için borca girmelerine gerek yok. Bak mesela namaz kılmada öyle değil. Namaz kılacaksın diyor. Yoldayım, bir yere yetişmem lazım? O zaman yürüyerek kıl diyor. Tren durduramam? Binili olarak kıl. Atımla gitmem lazım? Atının üzerinde kıl. “Fe inhıftum fe ricalen ev rukbana” itiraz yok. E karşımda düşman var? Yine kılacaksın. Bir rekat da olsa klacaksın. Yolcuyum? Yocusun, düşman varsa bir rekat da olsa kılacaksın. Oruç, sadece hasta veya yolcuysan tutmayabilirsin, yoksa tutacaksın. “Efendim ağır işlerde çalışıyorum”. Çalış, tutacaksın. “Ateşin karşısında çalışıyorum”. Çalış, tutacaksın kardşim. Hiç. Ama bu, onun gibi değil. Onun için bak burada ne diyor? “Ve li kulli ummetin”. Her ümmet için diyor, her ümmet için bir kurban kesme zamanı ve kurban oluşturduk. Her ümmete namazın emredildiğini söyleyen ayet de var. Ne diyor? Beyyine suresinde “Ve ma umiru illa li ya’budullahe muhlisıne lehud din” dini Allah’a hasrederek samimiyetle ona kulluk etmeleri emredilmiştir. Başka? “Ve yukimus salat” ve namazı tam olarak kılmaları, “ve yu’tuzzekat”(BEYYİNE 5) ve zekatı vermeleri. Ümmet kelimesi yok. E peki teker teker mesela işte onlardan birisi olan Musa(as)’a “ve ekımis salâte li zikri”(TAHA 14) diyor. Benim zikrim için yani kitabımı anlayabilmen için namazı kıl diyor. Anlamak için kıl. Kıl! Tek kişiye hitab eden ‘kıl’. Ama burada “ve li kulli ummetin” diyor. Her ümmete diyor. Şimdi mesela ben, ümmetin bir ferdi olarak bir tane kurban kessem ümmetten hiç kimse kesmemiş olsa, ümmeti Muhammed kurban kesmiş olur mu? Yani farz yerine gelir mi? “Ve li kulli ummeti” her ümmet için diyor. Ümmetin her ferdi için demiyor. Her ümmet için bir kurban görevi. Bir kişinin kesmesi yeter mi? Görev yerine gelmiş olur. Bak Resulullah(sav) de öyle yapmıştır yani. Medine’de kaldığı 10 yıl boyunca Resulullah’ın kurban kestiğine dair ayetler var. Mesela Müslüm’de Resulullah(sav), koç bizde Erzurum’da toklu derler. Resulullah, bir koçu bir tane koç yani yan yatırıyor ve kesiyor. Diyor ki burada, bakın ifadeye bakın; “Allahumme tekabbel min Muhammedin: ya Rabbi, bunu Muhammed’den kabul et”. Tek bir koç. “Ve âli muhammedin: Muhammed’in ailesinden”. Eşleri var, kızları var. Ailesinden. Başka? “Ve min ummeti muhammedin: ve Muhammed’in ümmetinden kabul et”. Demek ki ondan başka kurban kesen yokmuş. Tek bir koç bakın. Müslin, Edâhi şeyinde var Sahih-i Müslim’de. Ayet ile birebir örtüşüyor yani. Kur’an-sünnet bütünlüğü meselesi ortaya çıkıyor ya. Zaten siz, bu ayetleri birlikte bir araya getirdiğiniz zaman Resulullah’ın bütün söz ve uygulamalarının onların birlikte değerlendirmesi sonucu olduğunu çok net görürsünüz. Eğer bir yanlış rivayet var ise hemen kendini belli eder zaten. Diyor ki işte; “Allahumme tekabbel min Muhammedin: Ya Rabbi, Muhammed’den kabul et”. Kendisi bir. “Ve min âli Muhammedin: Muhammed’in ailesinden”, “ve min ummeti Muhammedin: ve Muhammed’in ümmetinden”. Aslında kendisi de o ümmetin bir parçası, ailesi de o ümmetin bir parçası ama böyle daha ayrıntılı bir ifade kullanmış oluyor ve kesiyor onu. “Li kulli ummetin cealna menseken” az önce ne dediniz? Öyle gözüküyor dediniz. Demek ki öyleymiş.
Abdurrahman Yazıcı: Sahabenin kestiğine dair rivayetler var.
Abdulaziz Bayındır: Var, var da sahabe tabiki kesmiş. Ama öyle olduğu da olmuş. Onu söylemeye çalışıyorum. Tabi sahabe kesmiş. Burada sahabenin kestiğine dair rivayetleri atladım, sadece bunu aradım buldum diğer rivayetlerin aradında. Elbette ki kesmiş sahabe. Ama gün gelmiş mesela veda haccında 100 tane büyük baş hayvan kesiyor. Onlardan bir tanesini bir sığırı eşleri için kesiyor. Eşlerinin sayısı kaçtı? Şimdi 7 kişiden fazlasına olmaz deniyor. Ve bu veda haccı. Tamam mı? Veda haccı. Veda haccında kesiyor. Bu da Buhari’de olacak. Aişe validemize et getiriyorlar. Bu nedir diye soruyor. Bakın bir de burada şu var. Aişe validemizin haberi yok. Bu ümmetimden, ailemden falan derken onlara da sormuyor. Niye? Çünkü her ferdin ayrı ayrı ibadeti değil. Oku hadisi.
Abdurrahman Yazıcı: “Fe lem ma kunna bi minen: biz, Hz.Aişe ile Mina’daydık”. “Ûtitu bi lahnun bakarın: bize bir sığır eti getirildi”,”fe kultu mâ haza: bu nedir diye sordum”,”kalu dehha Resulullahi(sav) an ezvacihi bil bakara”.
Abdulaziz Bayındır: Bak, Resulullah, eşleri adına bir sığır kesti diyorlar. Soruyor; bu nedir? Haberi yok. Şimdi bayram geliyor. Ya şimdi haberi olmadan acaba eşimin adına kesebilirmiyim, kardeşime, oğluma hep şey yapılır ya. Onların rızasını almam lazım mı? Bu, veda haccı biliyorsunuz Resulullah’ın ümmetine veda ettiği hac olduğu için adına veda haccı deniyor. Ondan sonra 3 ay yaşadığı rivayet edilir değil mi? Üç ay. Hicretin 10.yılında. Üç ay yaşamıştır. Rebiulevvel’de vafat etmiştir. İşte Muharrem, Cemaziyelevvel, Cemaziyelahirğ onsan sonra Rebiyyulevvel geliyor. Resulullah, eşleri için bir sığır kesiyor. Şimdi burada biliyorsunuz şey var yani Hanefiler der ki; büyük baş hayvan anca 7 kişiden kurban olur der. 82 gün yaşamış diyor veda haccından sonra. Ve zaten veda haccında inen ayeti biliyorsunuz. Neydi o? “El yevme ekmeltu lekum dinekum: bugün, sizin dininizi olgunlaştırdım”. Artık ondan sonra hükümlerde değilme yok. Artık orada son şeklini alıyor değil mi? Maide suresinin 3.ayetinde son şeklini alıyor. Ve orada “dehha resulullah” kurban bayramı kurbanı kesti. Kurban bayramı geliyor biliyorsunuz. Kurban bayramı dolayısıyla memlekete gidiyoruz. “Efendim, yolcuya kurban kesmek gerekmezmiş diyorlar”. Yolcuya kurban kesmek gerekmez ifadesi kullanılabilir mi? Hac suresinin günü belli eden ayetinde, herkes memleketinden kabeye geliyor kurban bayramı kurbanını orada kesiyor. Belli günlerde. Hac kurbanı değil o. Kurban bayramı kurbanı. Resulullah(sav)’in de kestiği kurban, kurban bayramı kurbanıdır. Dehha kelimesi işte geçiyor yani kurban bayramı kurbanına udhiyye denir. Şimdi Hanefiler ne diyor biliyormusunuz burada? Diyorlar ki; niye udhiyye denmiş? Duha vaktinde kesildiği için. İlla kendi mezheplerini haklı çıkaracaklar ya. Duha vaktine kuşluk vakti, kuşluk vaktinde kesildiği için udhiyye denmiş. Peki? Siz diyorsunuz ki; büyük baş hayvanlar 7 kişi adına kesilir diyorsunuz. Peki bu konuda dayanağınız nedir? Hanefiler’in Hidaye diye biliyorsunuz çok meşhur kitabı vardır. Tahavi’nin Şerhu Meani’l Asar’ında da aynı şey var. İbaresini de görürüz kendimiz. Çok ilginç şeyler var bakın. Hudeybiye için geleneksel Siyer kitaplarında, Resulullah hacca mı gitti, umreyemi Fatih?
Fatih Orum: Gelenekte umreye gittiği söyleniyor.
Abdulaziz Bayındır: Umreye gitti diyorlar. Hanefi kitaplarında da umreye gittiği söylenir. Peki umreye gittiyse diyorlar ki; Resulullah, Hudeybiye’de kurban bayramı kurbanını kesti. Bir sığır 7 kişi için, bir deve 7 kişi içindir orada söyledi. Kardeşim, siz değilmisiniz yolcuya kurban vacip olmaz diyen adam? Siz bunu nasıl delil alıyorsunuz, bir. Siz değilmisiniz o zaman umreye gitti diyen? Umrede var mı kurban bayramı kurbanı? Peki kurban bayramı günleri gidiyor ise siz bilmiyormusunuz Mekke’de, Medine’de hac aylarında umre yapmak en büyük günah sayılıyordu. Evvela şunu bir düzeltin kardeşim. Umreye gitti nasıl diyorsunuz? Hacca gitti orada. Ayrıca, Resulullah’ın görmüş olduğu rüya üzerine gittiğini biliyoruz. O rüyayı Fetih suresi anlatıyor. 48. sure 25.ayet.(27. ayet olacak) Diyor ki AllahTeala orada; “ve kad sadakallahu resuluhur ru’ya bil hakk”. AllahTeala, o resulün duasını hak rüya diye tasdik etmiştir. Gördüğü rüya tamam. Hac için gittiniz geri döndünüz ya. “le tedhulunnel mescidel haram: mescid-i harama gireceksiniz”,”in şaellah: Allah’ın tercih ettiği günde” Sizin önünüzü açacağı gün. “Aminin: güven içinde”. Şimdi güven yok işte engellediler. Peki nasıl girecekler mesci-i harama? “Muhallıkıne ruusekum: saçlarınızı tıraş etmiş olarak”. Umreye gidenler, mescid-i harama saçlarını traş etmiş olarak mı giriyorlar? Umre bittikten sonra traş edilmiyor mu? Mescid-i harama saçı traş etmiş olarak girmek için Arafat’tan inmek lazım, şeytan taşladıktan sonra saç traş edilir biliyorsunuz. Ondan sonra girilir mescid-i harama. Bu ancak hacılar için söz konusudur. “Ve mukassırine: yada kısaltmış olarak”. Kardeşim, ne oluyor yani! Kur’ansız bir ilimin, insanları nereye getirdiğini görüyormusunuz? Yani İslam diyoruz, ne oluyor kardeşim. Siz, kendi kafanıza göre nasıl hüküm verirsiniz? Bu rivayet hadis kitaplarında var. Buhari’nin dışında hepsinde var. Buhari’den başka hepsi bu hadisi tahric etmiştir.
Abdurrahman Yazıcı: “Kale nehar ma Resulullah(sav) bil hudeybiyeti (1:21:29 bir kelime anlaşılmadı)an sebatin vel bakarati en sebatin”.
Abdulaziz Bayındır: Bak diyor ki; Hudeybiye’de Resulullah(sav) ile beraber deveyi 7 kişi için, sığır için 7 kişi için kurban kestik diyor. Ya kardeşim! Sen, Hudeybiye ile ilgili rivayeti kabul ediyorsun ki bunu Resulullah değil kestik diyor sahabe. Bize Resulullah böyle emretti demiyor. Peki Resulullah’ın kendisinin hacda kendi eşleri için kesmiş olduğu kurban ile ilgili rivayete diyorsu ki; yok, hacda kurban kesilmez diyorsun. Niye? Onlar yolcuydular. Peki delil aldığın Hudeybiye’de yolcu değillermiydi? Hac olmak zorunda, başka yolu yok yani. Bak şimdi öyle olması gerekir. Hadis kitaplarını kur’an ile birleştirdiğiniz zaman hadisi de doğru anlıyorsunuz. Birleştirmedin mi hadisi de anlamak imkansızlaşıyor.
Abdurrahman Yazıcı: Nesai de hac demiş.
Abdulaziz Bayındır: Şeyd umre yazmazlar mı Hudeybiye ile ilgili? Hep bize öyle öğretmediler mi şimdiye kadar? İşte onu delil alır, 7 kişiden. Tamam güzel de Resulullah öyle yapmamış? Öyle yapmamış işte. Demek ki olabiliyor. Zaten gene Resulullah’tan gelen sahih hadislerden birisi var.
Abdurrahman Yazıcı: 10 diyen de varmış Hocam.
Abdulaziz Bayındır: 10 diyen. Tabi o rivayetler de var da yani biraz tutarlı olmak lazım. Ben, onu söylemek istiyorum. Tekrar edeyim. Bak Hudeybiye ile ilgili rivayeti, bir büyük başın 7 kişi için kurban bayramı kurbanı olarak kesileceğine dair delil alıyorsa Hudeybiye’deyken onların hepsi seferiydi. Yolcuya kurban vacip değildir diyemezsin. Zaten ayet ile sabit bu. Ayette sabit olan bir olay bu. Hani desen ki hadisler yanlış rivayet falan filan (ki) diyemezsin. Niye diyemezsin? Çünkü Fetih suresinin 23.ayeti olacak(doğrusu 25 olacak) “humullezine keferu ve saddukum anil mescidil harami vel hedye ma’kufen ey yebluga mehilleh”. İşte kafirlik yapan onlar. Gerçekleri örtenler onlar. Sizi mescid-i haramdan engelleyen onlar. Hudeybiye’den engelemişlerdi. Ondan sonra ve sizin götürmüş olduğunuz kurbanların, kurban kesim yerine ulaşmasını engelleyen de onlar. Çünkü ayette okuduk ya. Gelsin burada kessinler dedi ya. Hacca gelenler orada keser. Ama oraya bırakmadınız. Kurban bayramı günü geldi mecburen kesecekler. Resulullah(sav) kesti, diğerleri de kesti. Onun için 70 kadar kurban.
Abdurrahman Yazıcı: “Sebine bediyetin sebinetin reculin kulli bediyetin an aşretin”.
Abdulaziz Bayındır: 10 kişiye bir hayvan, 7 kişiye bir hayvan. Ama orada 1500 kişi olduğuna dair rivayetler var. Siz, ne kadar 10 kişiye deseniz 700 eder, yarıdan fazlası gene kurban kesmemiş oluyor. Şimdi tutarlar bunu o kadar çok yanlışlar var ki üst üste binen. Efendim burada işte muhsar kılan kişi kurban göndemek mecburiyetindedir derler. Nasıl mecburiyet? Bunlar zaten kurban bayramı kurbanı olduğu..hem bir taraftan diyorsun kurban bayramı kurbanıdır, ona göre hüküm bina ediyorsun. Öbür taraftan da diyorsun ki; yok, muhsarın kurbanıdır. Muhsarın kurbanı ise bunların hepsinin orada 1500 tane kurban kesmeleri lazım. Yani her defasında tekrarlamak zorunda kalıyoruz. Ama inşallah duyanlar olur. Elhamdulillah, Müslümanlar yavaş yavaş duymaya başladılar çok şükürler olsun. Bu olaylar sebebiyle de biraz daha fazla duyacaklarını düşünüyorum şahsen. İşid olayı, El Kaide olayı, diğer şeyler. Bunlar neye yarayacak biliyormusunuz? Ya kardeşim bu gelenek zaten aynıydı. Şimdi epey bir zamandır insanlar gelenekten koptukları için zannediyorlardı ki gelenek doğru. Gelenek aynı kardeşim değişen bir şey yok. Siz bir görün İslam bu değil. Arkadaşlar Amerika’dan Suriyeli bir hanımın videosunu göndemişlerdi. İngilizce konuşuyor, alt yazılı. Kadın isyan ediyor. Siz, bu adamların dediğine bakmayın, İslam budur diyor. Çünkü İslam’ı gelenekten öğrenmiş haberi yok. Bunların nebileri diyor altı yaşındaki kız ile evlenmiştir diyor. Benimle falanca tartıştı, yok 9 yaşındaydı diye şey yapıyor. Tabi dinleyigiler de gülüyorlar. Sanki 9 yaşında olduğu zaman şey yapacakmış da. Benimle 9 yaşında diye tartıştı bir Pakistanlı hanım diyor. Halbuki kur’anı kerime baktığınız zaman bir kızın buluğa erip reşit olmadan evlenmesi imkansız. Hadisler de öyle. Bizim müslümanlar biraz akıllanmalılar. Yani başkalarını tenkid ederken çok rahat tenkid ediyoruz. İşte Yahudiler şöyle yapmış, Hıristiyanlar böyle yapmış diye. Ya kardeşim, sizin önünüzde bir örnek var. İncil var. Allah’ın kitabı olduğuna inandığımız ve inanmak zorunda olduğumuz incil var. Bu insanlar, incilin bir bölümü olarak Pavlus’un ve Petrus’un mektuplarını bugün incilin içine koymuşlar mı? Nasıl ki onlar incilin içine koyabiliyor da bizimkiler Buhari’ye, Müslim’e koyamıyorlar? Onlar, incilin içine koyduklarını çok büyük bit zevkle anlatıyoruz. “Bizde olmaz öyle şey”. Nasıl olmaz? Resulullah demedi mi siz de aynı yoldan gideceksiniz diye? İşte okuduk ayetleri. Ayetler, Allah’tan ki kur’anı kerimden çıkarılmamış ama dikkate alındığı yok. İbadet diye bir olay var. Ve bunlar, ikinci asırda olmuş şeylerdir. Bizde de aynıdır. Aynı seyir bizde de devam etmiştir. Çok şükür ki elimizde kur’an var ve bunları size delilli olarak anlatabiliyoruz. Bugün, kilisenin kutsallığını sağlayan bir şey var. Yine incilin içerisine koymuşlar. İsa(as), vefatının 3. gününde mezarından çıkıyor. İncil kime gelen kitaptı? İsa(as)’a değil mi? Çıkıyor, ondan sonra diyor ki; göklerde ve yerde bütün yetki bana verildi. Gidin diyor, benim ve babam kutsal tuh adına insanları talebe yapın. İşte şunları, şunları söyleyin. Ondan sonra İsa’ya bütün yetkileri verin. İsa’nın bedenidir kilise diyorlar. Kiliseyi de şahsı msnevi yapıyorlar. Bizim bazı cemaatlerde şahsı manevi dedin mi biliyorsunuz akan sular durur onlarda. Çünkü aynı yapı onlara monte edilmiştir. Ondan sonra şahsı manevi oluşuyor. Kilisenin bedinden ibaret oluyor İsa. Dolayısıyla göklerdeki ve yerdeki bütün yetki onlara verilmiş oluyor. Biliyorsunuz bizimkiler de kainat imamı oluyorlar. Aynı şey. Hiç değişmez. Mantık aynı mantıktır, kafa aynı kafadır. Peki onlar yaptığı zaman büyük bir zevkle anlatıyoruz. “Adamlar incilin içine koymuşlar”. Kardeşim, o incilin içerisine koyuyor da seninkiler o hadis kitaplarının içine koyamaz mı? Hadislere de vahiy diyorlar tabii. Hakikaten inanılır gibi değil. Şimdi Allah’a şükür siz, bizi dinleyen kişiler olarak meseleyi gayet iyi biliyorusunuz. Bilmeyenlere anlatmak biraz sıkıntılı. Nebi ve resul kavramları var biliyorsunuz. Nebi, vahiy olan ve uygulayan. Resul de alınan vahyi tebliğ eden. Vahyi alan her zat tebliğ ile de görevli olduğu için her nebi aynı zamanda mecburen de resul olacak. Resul olmayan bir nebi mümkün değil. Resul, Allah’ın elçisi demektir. “Mâ aler resûli illel belâg: elçiye sadece tebliğ görevi düşer”(ANKEBUT 29). Bir şey ilave etse, çıkaracak olsa Allah diyor ki Hakka suresinin 45.ayetinde; onun şah damarını koparırım diyor. Yani cezası ölümdür. Hata yapamaz. Peki nebi olarak bir uygulamada hata yaparsa? Yapar, tevbekar olur. Nitekim işte Bedir savaşında Resulullah hata yapmış, Mekke’yi feth etmesi gerekirken edememiş yaptığı yanlışta dolayı. Enfal 67’de C. Hakk bunu bildiriyor. Ne zaman (ki) Mekke’yi feth etmiş Nasr suresi ile tevbesini etmiş. “İzâ câe nasrullahi fel feth” Allah’ın yardımı gelir de ve fetih olursa, Mekke’yi feth edersen. “Veraeyten nâse yedhulûne fi dinillahi efvâce” insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini görürsen “fe sebbih bi hamdi rabbik” Rabbin’in hamdi sebebiyle O’na boyun eğ yani Allah herşeyi güzel yapar. Bak boyun eğ, sanada bir tevbe imkanı verdi bak Allah. “Vestağfirhu: O’ndan bağışlanmanı dile”. O zaman Resulullah tevbe edebilmiştir. Bedir’den o zamana kadar tevbesi için şartların olgunlaşması. Peki Resul olarsk hata yapamaz ama nebi olarak yapabilir. Peki bütün söz ve uygulamalarını “ve enihkum beynehum bi mâ enzelallâh” diyor C.Hakk. Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet diyor Maide 49’da. Allah’ın sana gösterdiği şekilde aralarında hükmet diyor. Hata yapabilir. Hata yapabildiği için de zaten.. Nisa 105.ayetmiş Allah’ın gösterdiği şekilde yani Allah’ın gösterdiği metod ile hükmet diyor. Yani dolayısıyla Resulullah’ın söz ve uygulamaları, nebi sıfatı ile yaptığı şeylerdir. Resul sıfatıyla olanların tamamı ayettir. Şimdi İmam Şafi tutyor, resulü nebi olarak tanımlıyor, nebiye de resul diyor. Biliyorsunuz bizim gelenekte nebi, bir önceki resule indirileni tebliğ ile görevlidir. Nebiye resul görevi veriyor. Resule nebi görevi veriliyor. Nebi hata eder, resul edemez ederse Allah O’nu öldürür. Onun için resule itaat Allah’a ittattır. Resul kavramını nebi için kullanarak nebiye itaat Allah’a itaattır diyerek o ayeti buna delil getiriyor. Buna “evec” denir. Kimsenin farkedemediği bir şekilde Allah’ın ayerlerini saptırmak denir. Nebiye resul görevi yüklüyor. Resule itaati emreden ayerleri nebinin sözleri için geçerli sayıyor. Bu defa hata edebilen mesela kadınlar için ne diyor? “Ve lâ ya’sıneke fi ma’ruf” (MUMTAHİNE 12) diyor. Doğru kararlarında sana karşı çıkmayacaklar, yanlş kararlarında çıkabilirler diyor. Yanlış karar. Ondan sonra da mecburen ismet sıfatını vermek zorunda kalıyorlar. Öbür ayetlerin faraza diyorlar. Böyle bir şey yapmaz ama falan diye. Yani Allah’ın ayetlerindeki haşa gördükleri yanlışları da düzeltmeye başlıyorlar. Yani sistemlerine ters düşen ayetleri bütün şey yapıyorlar. Ondan sonra ne diyor arkasından? Sünnet de ayet ile eşdeğerdedir diyor. Eşdeğerde diyor. Aynıdır diyor. Tek farkı var: hadisler namazda okunmaz, onun için haviy gayrı metluvdur diyor. Ondan soinra da diyor ki; kur’an sünneti, sünnet de kur’anı nesh edemez diyor. Niye? Aralarında saldırmazlık anlaşması var! Sen benim sınırıma girme, ben senin sınırına girmeyeyim. Bu ne demek ya. Tam bir şirk değil mi? İki ayrı ilah mı var? Çünkü aralarında uyuşmazlık olacak. Ondan sonra da diyor ki; kur’an, sünneti nesh eder dersek. Bu dediklerim, İmam Şafi’nin Er Risale adlı kitabındadır. Orada arzu edenler okuyabilirler. 100.sayfada. Tabi baskılara göre değişir. Diyor ki, bak şuna dikkat edin; kur’an, sünneti nesh eder dersek recm cezasının olmaması gerekir diyor. Ondan sonra sünnet de kur’anı nesh etmez diyor ama aynı yerde “huzu anni huzu anni kad cealallahu innes sebile” benden alın, benden alın. Allah onlar için benden yol aşmıştır diye rivayet edilen Ubade İbnu Sâmid hadisini alıyor, bir tek hadisle üç tane ayeti mensuh sayıyor. Yürürlükten kalkmış sayıyor. Nisa suresinin 15,16. ayetleri, Nur suresinin 2.ayetinin evliler ile ilgili kısmını mensuh sayıyor. Hani sünnet ayeti nesh etmezdi? Az önce onu söylemiyormuydu? Ne oldu? Ondan sonra ikinci bir gerekçesi var orada İmam Şafi’nin. O zaman diyor, faiz ile ilgili olan hadisleri de ayetlerin nesh etmiş olması gerekir. Allah’a çok şükür ben, İmam Şafi’nin faiz görüşünü çok iyi bildiğimi düşünüyorum. Bizi, Ticaret Ve Faiz kitabına da yazdım zaten onu. Bakın bugün, İmam Şafi’ye göre asla faiz olmayacak bir şekilde bütün faizli bankalar işletilebilir. Bankaların hiç bir şeyini bozmayacaksınız. Sistem aynı sistem. Tek şeyi var, size borç verdim demeyecekler. Sana 1000 lira borç veriyorumğ bir yıl sonra sen bana 1100 lira getirirsin derse faiz olur ama 1000 lirayı bir yıl sonra ödeyeceğin 1100 liraya karşı sattım dersen faiz olmaz. Şafi mezhebinde bu böyledir. Niye böyle biliyormusunuz? Ayetleri hiç dikkate almadan Resulullah(sav)’in 6 mal hadisini merkeze almış. O hadis, muhteşem bir hadistir. Ama Resulullah’ın o hadisi, alım satım görüntüsü altındaki faizi yasaklamak için söylenmiş söz. Faizin etrafındaki bir koruma çemberi. Siz, çevreye çekilmesi gereken koruma çemberini toparlar sa tarlanın ortasına koyarsanız tarlayı koruyabilirmisiniz? Resulullah’ın koruma çemberi olarak söylediği o hadisi merkeze almış, sistemini ona göre kurmuş. Öyle bir saçma sistem ki. Bakın bu efendim neymiş? Para, aslında altın ve gümüş imiş. Onun dışındaki paralar, para değilmiş. Onun için bugünkü kağıt paralar, borç verdim dersen faiz olur ama sattım dersen bir şey yok. Benzer şeyler diğer üç mezhep için de söz konusu da şu anda İmam Şafi’nin görüşü olduğu için onu anlatıyorym. Ondan sonra diyor ki; mesela aileler arasında çok basit yardımlaşmalar. Mesela siz köydesiniz. Siz, inek yeiştiriyorsunuz. Birisinin de tarlasında domstes vsr. Adamın canı domates çekiyor. O domates yetiştiren de sabahleyin çocuğuna süt içirmesi gerekiyor. Komşu diyor, şuradan bana bir litre süt ver ben de sana akşam dönerken iki kilo domates veririm. Bu, faizdir diyor. Düşünebiliyormusunuz? Desen ki; komşu bana iki tane ekmek ver, bende şu anda ekmek yok. Yiyeceğiz. Tandırı yaktım daha sonra ben sana sıcak ekmek vereyim. Faiz olur. Niye? Araya zaman giriyor. Ya kardeşim, bu sistem bozulur diyor. E tabi bozulacak. Bu, sistem değil ki bozulmasın. Buna sistem mi denir? Bugün, adına İslam bankası denen ve İslam ile uzaktan yakından alakası olmayan bu kurumların arkasındaki zihinsel yapıyı işte böylece görün. Öyle bir sistemi bozuyorlar ki nebiye resul, kavramı değişririyor. Mesela kadına erkek diyor, erkeğe kadın diyor rolleri değiştiriyor bütün, sistemi bozuyor. Orada kadın erkeği herkes bildiği için sistem bozmak biraz zordur da ama burada kolay. Vatandaşın haberi yok ki. Ve bugün işte öyle bir noktaya gelimiştir ki, bu İşid dedik ya. İşid dolayısıyla o kadın anlatıyor. Diyor ki Amerika’daki kadın; işte ben şimdi hürriyetime kavuştum diyor. Kadınlara yapılan, hiç kimsenin itiraz edemeyeceği zulümler anlatıyor. Ama hepsi de kur’an ve sünnete aykırı ama hepsi de doğru. Bu vesileyle onun için hepinize ben söylüyorum. Bak böyle bir fırsat bir daha şey yapmaz. Lütfen bütün imkanlarımızı harcayalım. Ne kadar imkanımız varsa, ne yapabileceksek. Şu an dünyanın her tarafından bizi dinleyenler var. Allah’a çok şükürler olsun son zamanlarda dinleyenler bayağa arttı. Bütün dinlere bunu anlatalım. Çok şükür bizim sitelerimizde sizin ihtiyaçlarınızı karşılayacak kadar malzeme vardır. Eksikler varsa bize bildirirsiniz. Ve bunu fırsat bularak geleneksel din anlayışını tamamen ortadan kaldırıp Allah’ın kitabına ve Resulü’nün sahih sünnetine yönelelim. O zaman din ile bilim arasında, din ile fıtrat arasında, din ile dünya arasındaki tam bütünlük gözükecek ve tüm dengeler yerine gelecektir. Aksi takdirde bu şekilde yaşama şansı yok. Dün bir haber çıktı. 126 tane alim, İşid’in başkanına bir mektup gönderiyor. Bulabilirmisin? Ama mektubun orjinalini, ben Cemal’e söyledim Cemal bulamadı. El Cezire’nin sitesinde gördüm arapçasını ama mektubun kendisi yok. Türkiye’den de bazı alimler imza atmışlar. 10 tane ülkeden mi diye bir şey söylüyordu. Bulursan orada görürüz. İşid’e nasihatte bulunuyorlar. Abdurahman bulana kadar bir şey söyleyeyim de. Diyor ki; sen diyor işte hani Ezidiler’in hanımlarını cariye olarak aldılar ya. Odalık falan kullandılar. Diyorlar ki; ittifakla cariyelik kalkmıştır, bunu alamazsın. Hangi ittifaktan bahsediyorsun? Birleşmiş Milletler kaldırınca mı ittifakla oluyor? Ya bunu gerçekten bu insanlar söylediyse bu adamlara açık ve net ilan ediyorum ben de buradan hepsine ki onların büyük çoğunluğu bizi tanır zaten. Bunu söyleyen bir kişi Müslüman olamaz. Tekrar ediyorum. Böyle bir yazının altına imza atan kişi Müslüman olamaz! Derhal tevbekâr olsun. Kim kaldırmış ittifakla? Varmıydı ki kaldırıldı? Yani siz getirin ayetlerin içine yerleştirin cariyeliği kelimeler sokuşturarak. Az önce olduğu gibi işte. Resule nebi diyorsun. Bak işte şu en beğendiğim meallerden birisidir. Süleyman Ateş’in meali. Defalarca size okumuştum. Şuradan okuyayım. Bak diyor ki “şayet öksüz kızlarla evlendiğiniz takdirde onlar hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız size helal olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. O kadınlar arasında da adalet yapamayacağınızdan korkarsanız bir tane alın yahut ellerinizin altında bulunan cariyelerle yetinin”. Ne demek yetinin? Onlarla zaten ilşkiye giriyorsunuz yeter. Gözüne dizine dursun derler Erzurum’da. Gözünü toprak doyursun derler. Yetmiyormu ki gelmil bir tane kadınla evleniyorsun. Bak, yetinin. Nereden buldunuz bu yetinin kelimesini? Size anlatmıştı. Bundan bir kaç sene evvel bir karı koca,içerideki benim odaya gelmişlerdi. Suudi Arabistan’dan Er Riyad üniversitesinden. Kadın, orada Arap Dili Edbiyatı Ana Bilim Dalı başkanı. Kadına bu ayeti verdim, şu ayete bir meal ver dedim. O da yetinin diye mana verdi. Farkında değil. Ezberlemiş çocukluktan itibaren ya. Dedim nereden buldun yetinin kelimesini? Bir daha bakarmısın. Aaa dedi, böyle mana mı verilir dedi bu ayete. Arapçayı da iyi biliyor ya onlarla konuşmak çok kolay. Şok oldu kadın, şaşırdı kaldı. İlk defa görmüş. Bu ayete sen, bu manayı nasıl veriyorsun deyince hemen uyandı. Ondan sonra işte seni bizim üniversiteye davet edelim falan. Hay hay dedim. Ama edemezsiniz dedim. Ne demek edemeyiz? Adam da zenginmiş tabi. O da biraz şey etti yani. Ama yapamadılar. Şimdi siz, ilgili ayetlerin hepsinin anlamını bozun ondan sonra bütün mezhepler ittifak etsin ki o Ezidiler’den alınan kadınları cariye olarak erkekleri de köle olur, oradaki esirler öldürülür diye hepsi de ittifak etsin, bunların tamamı yüzde yüz kur’ana aykırı olsun. Ondan sonra da Birleşmiş Milletler efendim köleliği cariyeliği ittifakla yasakladı desin. Böyle bir din olur mu? Bu kimin dini? Bu, Allah’ın dini değil de başka birisinin dini. Böyle bir belgenin altına imza atan bir kişi müslüman olabilir mi? Hangi dinin alimlerisiniz lütfen söylermisiniz? Gerçekten böyle yazdıysanız. Yok efendim, işte alimler birliği falan filan. Hadi oradan! Bütün dünya bir araya da gelse iki kere iki üç eder dese üç mü eder? Birleşmiş Milletler karar alsa, bütün meclisler karar alsa, bundan sonra iki kere iki üçtür dese, üç mü edecek? Değişir mi gerçekler? Buldun mu?
Abdurrahman Yazıcı: Şey var Hocam: Türkçe sitelerde sadece bir paragraf var, Arapça sitelerde biraz daha fazlası var.
Abdulaziz Bayındır: Varsa bir bakalım. Arapça sitenin adını da ver.
Abdurrahman Yazıcı: Mesela Cezire’de.
Abdulaziz Bayındır: Ben, El Cezire’de dün gördüm. Mektubun tamamını okuyamamıştım. Tamamına ulaşamadım. Okuyamadım değil de ulaşamadım. İstersen sen ibareyi oku, ben tercüme edeyim.
Abdurrahman Yazıcı: 126 alimin İşid’e katşı bir şey yaptığını bildiriyor. Daha sonra şöyle bir ifade var. “Ademu cevazu ilanıl hilafe min duni icmail umneti islamiyye”.
Abdulaziz Bayındır: Ümmetin icması olmadan halifeliğin ilan edilmesi caiz değildir falan demişler. Ya kardeşim, adamın gücüp varsa yapar. Yoksa yok. Bir zamanlar rahmetli Erbakan Hoca, 1983’tü galiba. Tarihi hatırlayamayabilirim. 82 ihtilalinden sonra bunları Zincirbozan’a almışlardı bilirsiniz, hatırlarsınız. Oradan daha yeni çıkmış. Beni Ankara’ya davet etti, gittim. Oturduk konuştuk. Kendisinin, Müslümanlar’ın emiri olduğunu söylemeye çalıştı. Dedim ki; Hocam, öyle ben emirim demekle emir olunmaz dedim. Emir olan kişi yani Müslümanlar’ın lideri. Lider olan kişi öyle bir durumda olmalı ki bazıları bu bizim liderimizdir diyerek gönlünden itaat eder, bazıları da “ya ben bu adamı hiç sevmem ama ne yapayım güç bunun elinde” der, zorla itaat eder. Sen şimdi seni sevenlerin, sana biat etmesini istiyorsun. Sen dedim sadece seni seven bir kaç kişinin gurup başkanısın o kadar. Başka bir şey değilsin. İlk karşılaşmamız. Daha sonra bir kaç kere daha görüştük bir daha çağırmadı Allah rahmet eylesin.
Abdurrahman Yazıcı: Alimler diyor şu noktaları vurguladılar şeylerinde. Bunlar da şunlarmış: “la yecizu fik islsmi katlun nefsil beriye ve la yecizu katlu suferai bit talil katlus”..
Abdulaziz Bayındır: Bak şimdi. “İslam’da suçsuz kişileri öldürmek caiz değildir”. Ya kardeşim! Böyle bir cümle söyleme. De ki; esirleri öldürmek caiz değildir. Bunu diyebiliyormusun?
Abdurrahman Yazıcı: “Ve la yecuzu katlus suferai”. O da geliyor. O yok.
Abdulaziz Bayındır: O yok. Diyemez onu. Diyemez çünkü onların hepsinin mezhebinde bu vardır. Esirler öldürülebilir derler. Ama kur’anı kerimde asla yoktur. C. Hakk, ya ksrşılıklı yada karşılıksız serbest bırakacaksınız demiştir.
Abdurrahman Yazıcı: “La yecizu katlus sahafiyin”.
Abdulaziz Bayındır: Gazeteciler ve şeyler öldürülemez diyor. ‘Sufera’ dediği, elçiler. Gazeteciler oraya elçi olarak gelmiştir öldürülemez. Hadi tamam güzel. Kardeşim, elbetteki öldürülemez. Bu doğru ama orada söyle de ki; esirler öldürümemez. Onu demen lazım senin esas.
Abdurrahman Yazıcı: “Ve la yecizu tekfir illa limen sarraha bil kufri”.
Abdulaziz Bayındır: “Kafir olduğunu açıkça söyleyenlerden başkasının kafirliğini ifade etmek de caiz değil”. Ya senin görevin mi bir adamın kafir olup olmadığını söylemek? Ancak Allah’ın bileceği bir iştir. Sanane adamın dininden imanından. Sanki öyle bir görevi varmış kabul ediyor, ondan sonra tekfir..çünkü sen kafirsin diye öldürüyor ya. Çünkü hepsi kafirin öldürüleceğine fetva veriyor ya.
Abdurrahman Yazıcı: ” Ve la yecizul İsatu nasara bihi tarika”.
Abdulaziz Bayındır: Hangi yolla olursa olsun Hıristiyanlar’a zarar vermek caiz değildir”. Bir ayrıntıya girsene. Hangi Hıristiyanlar? Adamlar savaş sırasında diyor. Sen, savaş hukukunu anlatmıyorsun ki burada.
Abdurrahman Yazıcı: “Ve la yecizu rıfnu fil islami bade imtiaihi”.
Abdulaziz Bayındır: Nasıl bir ifade ise! Diyor ki; “artık kölelik cariyelik bitmiştir. Artık İslam’da bundan sonra köle cariye alınamaz”. Kim bitirmiş köleliği, cayeliği? Hanginizin mezhebinde kim bitirmiş ya! Kölelik, cariyelik varmıydı ki bitsin? Bunu siz sokuşturdunuz. Az önce Süleyman Ateş’in mealinde okuduğum gibi. Diyanet’in meali de aynı. Siz bunu sokuşturdunuz bütün ayetlerin manasını bozarak. Emeviler’den sonra. Ondan sonra hadi bakalım biriniz mezhebinden şey yaşın bakalım. Niye bir tane kitabı referans veremiyorsunuz, bir tane ayeti referans veremiyorsunuz? “Bade imtiaihi” ne demek? Kim sonuçlandırmış bunu? Birleşmiş Milletler yasaklamış. İşte bu, tarihselciliktir. Tarihselciler nasıl anlatıyor Fatih sen daha iyi bimiyorsun.
Fatih Orum: Yani işte bir iki cümle ile ifade etmek gerekirse; Kur’an’ı Kerim, belli bir zamanda, belli bir coğrafyaya indi. Dolayısıyla onların bir takım ihtiyaçlarını, sorunlarını giderdi. Biz, onun asıl altunda yatan ruhu yakalayıp onun söylediği kurallara, şekillere bağlı kalmadan tekrar yorumlamalı ve önümüze bakmalıyız. Tarihselcilik bu.
Abdulaziz Bayındır: Yani onlar demek istiyor ki; Batılılar, Resulullah’ı Allah’ın nebisi saymaz, kur’anı Allah’ın kitabı saymaz. Ama batıda Müslümanlar’ın derhal ama bir saniye beklemeden yapmaları gereken şey, batıda İslam doktorası yapanların hepsini geri çekmektir. Çünkü onlar, bunların kafasını bozuyorlar. Çok istisnalar hariç. Kur’an’ı Allah’ın kitabı saymayan, Resulullah’ı Allah’ın nebisi saymayan bir insanın yanında kelam, fıkıh, tefsir doktorası mı yapılırmış? İşte geldilermi bunu yaparlar. Tabi burada kur’an Allah’ın kitabı değildir diyemiyorlar. Muhammed, Allah’ın resulü değildir derler ise kim onları ilahiyat fakültelerinde çalıştırır hoca olarak? Onun için diyorlar ki; işte efendim Allah, o zamanki işte belli çağdaki, belli zamandaki şeye göre indirmiştir. Aslında Muhammed’in sözüdür diyeckler olmuyor işte. Türkiye’deler ya. E ondan sonra da Ebu Hanife’nin sözü de kur’andır. Bunu söylüyorlar ayen. İmam Şafi’nin ki de kur’andır. Şimdi de bizim sözümüz kur’andır. Bizim toplantıda demedi mi ki Allah kulunun ağızıyla hükümlerini ortaya koyar meşhur bi hoca. İmam Gazali’yi örnek vererek.
Abdurrahman Yazıcı: Yine aşağıdaki şeyleri de içeriyor diyor fetva. Şunlar, şunlar şu içerdiği şeyler de. “La yecizu islami el ikrar aled din”.
Abdulaziz Bayındır: İslam’da zorla müslüman yapmak yokmuş. Evet İslam’da ikrah, dinde zorlama yok ama ben dinden döndüm diyen adama, geri dönmezsen öldürürüm demiyormusun sen? Neye dayanıyorsun? Allah’tan korkmaz! Tevbe estafrurullah! Ya bu yeni bir din oluşturulmuş. Sünni, Şii, ikisinin de kur’an ile ilşkisi yüzde on ya vardır yada yoktur. Sahih sünnet ile ilşkisi.
Abdurrahman Yazıcı: Kadınların ve çocukların haklarını ellerinden almak caiz değil. “Ve la yecizu ikametul hududul min duni icraati tutummul adaleti ver rahme. Ve la yecizul musle..”
Abdulaziz Bayındır: Yeter artık o kadar. Vakit çok doldu.
Abdurrahman Yazıcı: Bir de şey diyor Hocam; kabirleri ve sahabenin kabirlerini, peygamberlerin şeylerini yıkmak caiz değil.
Abdulaziz Bayındır: Kabirleri yıkmak da doğru değildir falan. Neyse. Tabi ufak tefek doğruları var. Hepsi yüzde yüz yanlış değil. Evet şimdi bir iki suale de cevap verelim de.
Fatih Orum: Şöyle bir soru sorulmuş Hocam. Bu hehalde çok kişinin kafasını katıştıran bir soru. Vekalet ile kurban. Aynen ben okuyayım. “Vekalet ile zor durumdaki insanlara bağışladığımız kurbanlarımızdan biz yiyemiyoruz. Hal böyle iken ilgili ayette geçen kesen de yesin emrine karşı mı gelmiş oluruz? Kısaca vekaletle bağışladığımız kurbanlarla bu ibadetlerimizi yerine getirmiş oluyormuyuz?
Abdulaziz Bayındır: Vekaletle bağışlanan kurban ile o ibadetler yerine geşlmiş olur ama tabi yaşadığımız yerlerde de hiç olmazsa bir iki tane kurban kesilmeli. Yiyin meselesi, yiyebilirsiniz demektir. Yani bir emir olarak değildir. Sadece mubah olarak. Çünkü “ve iza haleltum festâdû”(MAİDE 2) yani ihramdan çıktığınız zaman avlanın. İhramdan çıkan hiç kimse avlanmak için gitmiyor. Avlanabilirsiniz demektir. Bu da yiyebilirsiniz demektir. O kurbanlar olur.
Fatih Orum: Bir başka soru şöyle. Hac ibadeti için Mekke dışından gelenler, neden namazlarını orada seferi olarak kılmıyorlar diyor.
Abdulaziz Bayındır: Resulullah(sav), şeyden önce üç gün kalmıştır Mekke’de. Arafat’a çıkmış ve dönmüştür. O zaman seferi namaz kılmış. Mekke’nin fethinde de 17-18 gün galiba kalmıştır. Ama orada Huneyn’e gitmiş yani sabit olarak kalmamış, sürekli hareket halinde olmuştur. Böyle bir seferi sayılır. Mekkeliler, Arafat’a çıkan Mekkeliler, Mina’da da Arafat’ta da namazlarını seferi olarak kılmışlardır geri dönene kadar. Ama bugün gidenler, uzun bir süre kalıyorlar. Yani Resulullah’ın kaldığı bir süre kadar değil uzunca bir süre kalıyorlar. O bakımdan yani o konudaki çalışmalarımız henüz netleşmedi ama bende hasıl olan kanaat, seferiliğin üç gün ile sınırlandırılmış olmasıdır. Onu daha sonra inşallah delilleriyle şey..kesin olarak söylemiyorum. Şu andaki kanaatim. Yoksa arkadaşlarımızla oturup meseleyi bir enine boyuna tartışmış değiliz. Şimdi halk arasında da misafir kaç gündür derler? Üç gün. Bu bir fıtrat şeyi. Resulullah da orada öyle yapmış. İnşallah bu konuda çalışmalarımızı..şimdi fazla kalacak kişilerin Arafat’ta ve Mina’da gene seferi kılmaları gerekir de çıkmadan önce uzun süre orada kalanlar tam kılarlar.
Fatih Orum: Gerektiğinde bir küçük baş hayvanı birden fazla, büyük baş hayvanı 7’den fazla kişinin kesebileceğine dair bilginin teyidini istiyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Resulullah(sav)’in uygulamaları öyle. Yani Hudeybiye’ye dayandırıyor 7 şeyleri. Evet o rivayet var ama Resulullah’ın uygulaması olarak değil. Biz, böyle yapardık diyor. Veda haccında Resulullah, eşleri için bir büyük baş hayvan kesmiş. Bu sahih bir rivayet olarak, tabi kurban bayramı kurbanı olarak kesmiş. Dolayısıyla 7’den fazla olduğu kesin.
Abdurrahman Yazıcı: Öğrencilerden para topluyorlar kurban alacağız diye.
Abdulaziz Bayındır: Tabi o bir gurup biliyorsunuz milletten ooo! Sen 50 kuruş ver sen 100 kuruş. Yeter ki para ver, mühim değil. Yeter ki para ver. Onların arzu ettikleri para. Yoksa kurban olsa da olur olmasa da.
Fatih Orum: Peygamber için de kes falan diyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Resulullah için de kestiriyorlar kurban, falan için, filan için, ölmüşler için. Ya bu yaşayanlarla ilgili, ölenlerle ilgili değil.
Katılımcı: Veda haccında Peygamber efendimizin yaşayan eşlerinin sayısı kaç?
Abdulaziz Bayındır: Benim hatırlayabildiğim kadarıyla 11 olması lazım.
Katılımcı: O zaman tamam. Ben de acaba yaşayan eşlerinin saysı 7 miydi de öyle fetva verdiler diye düşündü. Teşekkür ederim.
Abdulaziz Bayındır: Yaşayan eşlerinin sayısını 11 olarak hatırlıyorum. Yanlış olabilir ama ben öyle hatırlıyorum. Yüzde yüz emin olarak söylemiyorum ama hatırladığım öyle.
Fatih Orum: Bir de şöyle bir soru var: Şafi mezhebinde, gırtlak çıkıntısının üst tarafından boğazlama yapılırsa kesilen hayvanın eti yenmez diye bir şey okudum. Bunun dayanağı varmıdır?
Abdulaziz Bayındır: Şimdi bu gırtlak çıkıntısının üstünden kesilirse zaten hayvan kesilmez ki oradan. Gerçi uzman değilim ama. Yani hayvan kesilmesi: atar damar, toplar damar. Atar damar kesilse yeter. Ben tabi uzman değilim. Onun için yanlış bir şey söylemiş olabilirim. Hayatımda bir tane kurban kesmişimdir. İkincidi nadib olmadı zaten. Hep kesiyor kardeşlerim falan. Ama bu vesile ile tekrar edelim. Kur’anı kerimde anlatılan, şu göğüs kemiğinin üstündeki o ‘V’ şeklinde olan kısma bıçağın saplanması. Üçgen şeklinde bir bıçağı oraya sapladığınız zaman yani o “nahr” denen şey odur. İster küçük baş, ister büyük baş olsun. Ayaktayken kesilsin deniyor ki hayvanlar kesildiğini asla farkedemez. Ama bugün çok hayvanlara eziyet çektiriliyor. Veteriner olan ve bizi dinleyen dostlarımız bunu yaparlarsa çok iyi olur. Yada bu işi bilenler, iyi kasaplar. Yani tam göğüsün üstüne bir bıçak saplasınlar. Hayvan, öldüğünün farkına varmaz. Hayvanı ne yatırmaya gerek var, ne efendim şuna..ayaktayken. Çok kısa sürede zaten iki, üç saniyede olur. Bizde bir video var. 30 saniyede adam, 20’nin üzerinde deve kesiyordu. Halbuki biz, ilk hacca gittiğimiz zaman bir deve keselim dedik, kaç kişi uğraştık, uğraştık başaramadık. Bir tane Arap’a söyledik. Geldi anında kesti. Hiç dakika makika yok. Hemen gelir gelmez kesti adam. Tamam mı? Peki. Allah hepinizden razı olsun. Derslere yeniden başlamış olduk. Unutmayın bakın hepimize çok büyük görev düşüyor. Böyle bir fırsat kolay kolay ele geçmez. Bu vesileyle dinimizin ne olduğunu tüm insanlığa anlatalım. Allah hepinizden razı olsun. Hayırlı bayramlar diliyorum.