Bab-ı salatı vitr, el vitru el vetru. Şimdi vel fecr ve leyalin aşr vel şef’i vel vetr”(FECR 1-2-3), şimdi bu ayeti kerimeler mutlak zikredildiğine göre herşeyle ilişki kurulabilir. “Fecr” zaten günün başlangıcı. AllahTeala “ve min şerri gasıkin iza vekab” derken, yani kapladığı zaman gece karanlığının şerrinden diyor, sığınmamızı istiyor. Kime sığınmamızı istiyor? “Rabbul felak”a değil mi? “Kul euzu bi rabbil felak” diyor, “felak” ın rabbine sığınırım”. İşte orada “felak”ın önemine dikkat çekmiş oluyor. “Felak” dediğimiz de “fecr” manasına da geliyor tabi. Onun için bazı tefsirlerde “fecr” “felak” iki şeyin birbirinden ayrılmasından sonra ortadan üçüncü bir şeyin çıkması oluyor. O yönüyle “fatara”dan farklı. İşte gündüzün topraktaki karanlıkla gökteki karanlık fecr ışıklarıyla yarılıyor ortadan bir fecr ışığı çıkıyor. Şimdi dolayısıyla “rabbul felek”a sığınıyoruz, aynı zamanda bir açıdan “rabbul fecr” demektir. Yani o fecrin sahibine. Demek fecr olduğu zaman hakikaten bir rahatlama, bir şey oluyor. Gecenin karanlığından sığınıyoruz. “Ve subhi iza teneffes”(TEKVİR 18) o da onun için dikkat çekmiş oluyor. Nefeslendiği zaman sabaha yemin olsun diye. Şimdi, “vel fecr”: o zaman fecr önemli bir şey. “ve leyalin aşr”, “aşr” ne? Tabi onu bilmiyoruz da sadece tahmin ettiğimiz zilhiccenin ilk on gecesi. Ki tabi onun önemli olduğu zaten diğer ayetlerden de belli o. Zaten haram aylarından bir tanesidir. “Eyyamı malumat”ın da bir ksmının içerisinde bulunduğu gecedir. Yani kurban bayramı günlerinin. Arafat var. Şimdi orada “veş şef’i vel vetr” diyor. Çifte ve teke. Şimdi çift ve tek dediğimiz zaman tabi bütün rakamlar giriyor işin içine. Bir şey ya çifttir ya tektir. Bütünüyle tek olan AllahTeala’dır. Ama şimdi baktığımız zamanda C.Hakk o tek olma kanununu insanlar içerisinde de koymuş. Ondan dolayı bize diyor ki, yani kendi birliğini ifade etmek için; “lev kane fihi ma alihetun illallahu le fesedeta: gökte yerde ilahlar olsaydı Allah’ın dışında fesada uğrardı”(ENBİYA 22). Bizim bunu anlayabilmemiz için bizim kendi hayatımızda bunu denememiz lazım. İşte bir mahallede iki tane muhtar olmaz, bir şehirde iki tane vali olmaz. Onun için sık sık belediye başkanı ile vali yetki kargaşasına düşerler ve birbirlerini bir çok konuda suçlarlar. O onu istemez, o onu istemez. Bazı yerlerde vali ile belediye başkanı aynı kişidir. Bir ülkede iki tane kral olmaz. AllahTeala bunu da bize gösteriyor.
Enes Alimoğlu: Bir tencerede iki koç kafası pişmez.
Abdulaziz Bayındır: Tencere küçüktür de ondan dolayı pişmez. Kazan olsa pişer iki tane koçun kafası.
Katılımcı: Bu bağlamda şey diyebilirmiyiz hocam, kaynağını hatırlamıyorum da bir yerlerde okumuştum. İşte kral diyelim ,halife diyelim bir halifeye başka bir halife karşı çıkarsa ikinci öldürülür.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi birinciyi öldürün de olsa ne olur?
Yahya Şenol: Osmanlı çocuklarının öldürülmesi, padişahın öldürmesi buna mı dayanıyor.
Abdulaziz Bayındır: Hayır buna dayanmaz. AllahTeala haksız yere adam öldürmeyi yasaklıyor. O başka. Şimdi mesele şu, ben burdan şuna gelmek istiyorum: kıldığımız namazların her birinin bir vitri var. Yani “şef’ı”i var iki rekat kılıyoruz dikkat ederseniz, en az iki rekat. Onun, ikinin katı dört rekat oluyor. Bu şef’ı. Ondan sonra “vetr” var. “Vel şef’i vel vetr”. Mesela farz namazların vitri var: akşam namazı. O zaman nafilelerin de vitri olmalı. Vitri olmalı. İşte onu da Peygamber Efendimizin uygulamasından öğreniyoruz. Vitr namazı da orayla alakalı. Onun için mesela salati vusta diyor Allah teala. “Hafızu ales salavati es salatil vusta: namazlara dikkat edin, orta namaza da özellikle dikkat edin”(BAKARA 238) diyor. Onları koruyun, onları kılın diyor. Şimdi orta namazla ilgili çok değişik rivayetler var. Nereden baktığına bağlı. Bir açıdan bakarsın günde beş vakit olduğu için bütün namazlar diğerlerine göre orta olur. Dersiniz ki işte, iki günfüzün aydınlığında iki gecenin karanlığında, bir de sabah aydınlanırken: sabah namazını orta yaparsınız falan. Ama kuranı kerime göre baktığımız zaman orta namazı akşam namazından başka bir namaz değil. Çünkü ayetlerde ilk namaz öğlen namazı. “Akımis salate li dulukiş şemsi”(İSRA 78) diyor. “Dulukul şems” öğlen namazının vaktidir, güneşin batıya kaydığı vakit. Şimdi öğlen namazı ilk namaz, ikindi ikinci namaz, akşam üçüncü namaz, yatsı dördüncü, sabah beşinci namaz. Zaten gündüz iki namaz var, gece üç namaz var. Onun için “akımıs salata tarafeyn nehar: gündüzün iki bölümünde namaz kıl”, peki gece? “Ve zulefen minel leyl”(HUD 114): üç tane zülfesi var onun, gündüze yakın. Gece kılınan namazlar üç. Sabah namazı dediğimiz namaz gece namazıdır. Çünkü gündüz güneşin doğuşuyla batışı arasındaki geçen vakittir. İşte ayetlere baktığımız zaman orta namaz akşam namazından başkası olamaz ayetler açısından. Orta nama dolayısıyla vitre en uygun olan namazdır. Yani tek rekatta olmaya en uygun olan namazdır. Hesap yaptığınız zaman da 1-Zaman olarak orta, 2-Sayı olarak da orta olmasına hiç bir mani yok. Şimdi rekat sayısı en az olan iki; ayetten biliyoruz. Seferi namazla ilgili ayette iki rekat olduğu net bir şekilde belirtiliyor sefer namazının. O iki. Orta namaz olması için üç ve dört rekatlara da ihtiyaç var rekat açısından. Bir kere, 2 asgarisi. Bir tane daha “şef’i” dört olacak. Arkasından vitri üç olur. Bir rekat olamaz çünkü bir rekat ancak istisnai olarak savaş sıradında olabiliyor, başka bir zamanda olamıyor. Şimdi buradan da bütün bunları birleştirdiğiniz zaman namaz rekatlarının da kuranı kerimde olduğu ortaya çıkıyor. Zaten AllahTeala “kitabun uhkimet ayatuhu summe sufsilet” Hud (1) suresinde. “Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış sonra açıklanmış”, “min ledun hakimin habir: hakim ve habir tarafından açıklanmış”(HUD 1), “ella ta’budu illallah: yanlız Allah’a kul olasınız diye”(HUD 2). Şimdi yanlız Allah’a kul olasınız derken, demek ki Allah’tan başkası eğer açıklayacak olsa onun sözü de Allah’ın sözü sayılmış olacak. Yani Allah tarafından açıklanmış bir açıklama. O zaman o da ikinci bir tanrı olması lazım. Yani herhangi birisinin sözünü Allah’ın sözü yerine koyuyorsanız o da ikinci bir ilah olmuş oluyor, ondan dolayı AllahTeala diyor ki; muhkem kılınıyor sonra açıklanıyor. Demek ki ayetlerin bir kısmı muhkem bir kısmı da onu açıklayan ayetler yani müteşabih olan ayetler. Allah’tan başkasına kul olmayasınız diye. Öyleyse ve Peygamber Efendimizin rolünü de orada net bir şekilde ortaya koyuyor. “İnneni lekum minhu nezirun ve beşir”(HUD 2). Burada bir “kul” mukadderdir De ki Ya Muhammed(sav) onlara: ben de sizin için Allah tarafından bir beşir ve nezirim. Şimdi burada Peygamber Efendimizin rolünü C. Hak çok net bir şekilde ortaya koymuş: beşir ve nezir. Neyi beşir? Allah’ın emirlerini tuttuğunuz zaman dünyada ahirette karşılaşacağınız güzellikleri. Neyi nezir? Yapmazsanız başınıza gelebilecek olanları hatırlatıyor. Şimdi bunlardan dolayı uyarıyor. Şimdi madem AllahTeala burada böyle buyurmuş, benden başkasına kul olmayasınız diye dediğine göre, ibadetleri de bütün incelikleriyle kendisi açıklamış olması lazım. Ve biz bu açıdan hareket ettiğimiz zaman kuranı kerimi bütünlük içerisinde ele alır da açıklamayı AllahTeala’nın koyduğu prensiplerle yaparsak, yani bir muhkem bir de onu açıklayan ayetler. Muhkem muteşabihe ulaşabilmek için de tabiki o aradaki teşabühü sağlayan kelimelerle gideceksiniz, başka şekilde olmaz. “Sümme aleyna beyane”. Sümme aleyna beyane başka yerde de vardı. Diyor ki;”innellezine yektumune ma enzelna minel beyyinati vel huda”(BAKARA 159) diye ayetleri ikiye ayırıyor. Beyyinat ve huda. Beyyinat: Zaten açık ve net. Diyelim ki bir arabaya bindiniz, o sizin beyyineniz. Huda da arabanın gideceği yolu gösteren yoldaki işaretlerdir. Şuradan gideceksin.
Katılımcı: Şu da destekliyor: “Min ba’dina beyyanahu fil kitap”
Abdulaziz Bayındır: “Lin nasi” evet doğru. “Min ba’dima beyyennahu: biz onu açıkladıktan sonra”,”lin nasi: insanlar için”,”fil kitabi: bu kitapta”(BAKARA 159). Gizliyorlar ki bu malesef çok yaygın bir şey.
Enes Alimoğlu: Sonra: “Şehru ramadanellezi unzile fihi kur’anu huden lin nasi ve beyyinatin minel huda”(BAKARA 185)
Abdulaziz Bayındır: İnsanlara doğruyu gösteren ve açıklayan “ve minel huda” Allah tarafından açıklanan. Allah tarafından açıklanıyor. O zaman Peygamber(sav) kuranı açıklıyor falan değil. Açıklamış değil, açıklamayı C.Hak yapıyor. Peygamber(sav)’in yaptığı bizim şimdi yapmaya çalıştığımız yani bize örnek oluyor ya her konuda. O da kitaptan hüküm çıkarma konusunda örnek. İşte falanca dağda maden var, tamam doğru. E ne yapacağız? Bir kere maden var diyebilmek büyük bir ilmi gerektirir. Onu çıkarmak daha da büyük bir ilim ve teknolojiyi getektirir, ekipmanı gerektirir. Kuranı kerim içerisinde C.Hak kitabı ve hikmeti indirdiğini bildiriyor. Kitap bildiğimiz kitap. Hikmet de işte o dağdaki maden gibi kuranı kerimde olan hükümlerdir. Ona ulaşmanın bir takm metodolojisi vardır. Onu da kuranı kerimde Allah beyan etmiş. Şimdi uzun sözün kısası,hep bize derler ki; “efendim hadi bakalım öyleyse namaz rekatlarını kuranı kerimden çıkarın”. Kardeşim çıkaramıyorsan, her vatandaşın işi değildir bu. Bu dağda altın var! Bütün köylüler diyor ki; işte şu dağda altın var. Birisi diyor; varsa çıkarın! O köylünün işi değil kardeşim. Köylünün işi değil o. O şehirlinin işi de değil. Bazen ülkede onu çıkaracak eleman olmadığı için bir başka ülkenin elemanı geliyor. Ama bir kere bunu bileceksin yani. Din ile ilgili herşey kuranı kerimde mutlaka açıklanmıştır. Ben ulaşamamışsam bu açıklanmadığı manasına gelmez. Ben oradan çıkaramıyorsam o dağda altın yoktur denmez ki.
Katılmcı: Şimdi burada işte AllahTeala’nın kuranı kerimi açıklamasıyla bir insan bağlantıları kurarak yani uzman olan bir insanın işte o hükümlere ulaşması da bir açıklamadır. Bu iki açıklamanın arasındaki farkı, insanlar onu karıştırıyor zannedersem.
Abdulaziz Bayındır: Birisi hakiki açıklama birisi mecazi açıklamadır. Yani onu açığa çıkarmadır.
AynıKatılmcı: Mesela örneğin AllahTeala diyor “min ba’dima beyyennahu” Allah açıkladığını ifade ediyor kuranı kerimde. Fakat mesela aynı anda”Kulu veşrabu hatta yetebeyyene lekumul haytul ebyadu minel haytıl esvet”(BAKARA 187) gerçek anlamda ipi yastığın altına koyduğu falan rivayet ediliyor. Peygamber(sav) açıklıyor “haza leyse kezalik” adam böyle değildir, işte bu doğu tarafındaki olan beyazlıktır
Abdulaziz Bayındır: “minel fecr” de var orada
Aynı Katılmcı: Bu da açıklamadır. İki açıklama arasında nasıl bir fark vardır yani.
Katılmcı: Selefiler gibi düşünürsek bir sorun yok. Çünkü Selefiler mesela Peygamberimizin bütün söylediği şeylerin vahiy olduğunu söylüyorlar.
Katılımcı: Böyle düşünmediğimiz içim sorun oluyor zaten.
A.Bayındır: Selefiler onun için hiç bir problemi.çözemiyorlar dikkat ediyorsan. İşin içinden çıkamıyorlar. Yani tam bir kargaşanın içerisinde bunlar hep kalıyorlar ve bunalımlarını size de yansıtıyorlar. Yansıtmaları da sen kafirsin, sen dinsizsiz, kabul etmek zorundasın falan. Yani öyle bir din ortaya koyuyorlar ki hikmetsiz bir din. Hikmetsiz bir din oluyor o da. Yani çok ciddi bir yanılgı o. Şimdi bir kere bu Peygamber Efendimizin yanılmalarını kuranı kerimdeki uyarılmalarını izah etmeleri mümkün değil.
Katılımcı: Çelişkiye düşüyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Evet. Mümkün değil.
Fatih Orum: Bunlar kaderin bir tecellisi diyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Öyle mi? Ne demek kaderin tecellisi?
Fatih Orum: Yani biz yanılmalıydık. Mesela ifk hadisesi için o olay olacaktı, o ayetler inecekti.
Abdulaziz Bayındır: Güzel de niye? Yaki şimdi C. Hak hem Peygamber Efendimize o hatayı yaptıracak hem sorumlu tutacak öyle mi? Azarlayacak.
Katılımcı: Hayır şimdi Peygamber Efendimizi genel olarak Türkiye’deki o genelde her şeyi bildiğini söylerler. Hatta uydurulmuş hadislerin hepsine de sahip çıkıyorlar. Yok işte Ebu Hanife’yi haber vermiş, bilmem neyi haber vermiş bunlar hepsi herşeyi bildiğini ve yani ona göre davrandığı. Sanki bir tiyatro oynuyor, öyle olduğunu söylüyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi burada mesela şey de var: “litubeyyine linnasi ma nuzzile ileyhim” var ya, esas insanların sıkıntılı davranmalarına da sebep olan o oluyor. Halbuki orada belki açıklanmasına ihtiyaç var, senin söylediğin sözün
Katılımcı: Ben de cevabını bekliyorum
Abdulaziz Bayındır: Fazla bekleme canım, işin varsa gidebilirsin.
Aynı Katılımcı: Ben önemli görüyorum. Yani insanlar iki açıklama, bu da bir açıklama bu da bir açıklama. Fakat tefsirde kuranı kerimde AllahTeala “mufessiru” dememiş “tubeyuinu” demiş. Burada tefsir ile tebyin iki kavram arasında bir fark olabilir.
Abdulaziz Bayındır: Zaten tefsir kelimesi geçiyor mu?
AynıKatılmcı: Geçmiyor, “beyyine” geçiyor.
Abdulaziz Bayındır: Geçmiyor değil mi ben hatırlamıyorum.
Aynı Katılımcı: Beyan geçiyor. O yüzden yani
Abdulaziz Bayındır: “Sefera” kelimesi geçiyor mesela “bi eydihi sefera”. Ama “seffera”?
Katılmcı: “Fessera”
Katılmcı: “Fessera” ve “sefera” kuranı açıklamayla ilgili
Abdulaziz Bayındır: “Fessera” geçiyordu sanki. “Fassalna” var. “Sefera” var. “Fesere” değil. “Bi eydi sefera” evet. Bak şimdi az önce söylediğiniz belki bubişin en ince noktası. Burada Nahl suresinde AllahTeala diyor ki; “ve ma erselna min kablike ricalen nuhi ileyhim: senden önce elçi gönderdiklerimizin tamamı vahiy alan erkeklerdi başkası değil”. “Fes’elu ehlez zikr: ehli kitaba sorun”. Yani ehli kitabın uzmanlarına sorun. Çünkü sizden önce gelen peygamberlerle ilgili bilgiler tevratta ve incilde var. Nahl 43. “İn kuntun la ta’lemun: eğer bilmiyorsanız”. Şimdi “erselna”nın mefulü öbür ayette geçiyor. “Bil beyyinati vez zubur: beyyinelerle gönderdik ve zubur ile gönderdik”(44). Şimdi “Zübür” n? “Beyyine” ne?
Enes Alimoğlu: Zübür kitaplar. Yazılmış olan hükümler, uhkimet.
Abdulaziz Bayındır: Beyyine de bütün mübeyyenler olabilir. Bak şimdi ben bunu şöyle anlıyorum: şimdi AllahTeala bütün peygamberlere kitap ve hikmet indirdiğini bildiriyor mu? O zaman bu beyyinat ve zübür kitap ve hikmetin bir başka ifadesidir. Zübür kitaplar, beyyinat da onun içerisinde bulunan hikmetlerdir.
Katılımcı: Tefsiren geçiyor bir ayette. ” Ve la yetuneke bi meselin ills ci’neke bil hakkı ahsens tefsira”(FURKAN 33)diye geçiyor.
Abdulaziz Bayındır: Tefsir kelimesi geçiyor değil mi? Bir daha okurmusun
AynıKatılmcı: “Ve la ye’tuneke bi meselin illa ci’nake bil hakkı ahsena tefsira” (FURKAN 33 )
Abdulaziz Bayındır: “İlla ci’nake bil hakkı”. “Sana verdikleri her örneğin gerçeğini biz getirmiş ve en güzel şekilde açıklamışızdır”. Tefsir kelimesi geçiyor demek ki. Tamam. İyi oldu, ben hatırlayamadım. Şimdi bak bunu bir tam anlarsak belki bu konunun ana noktalarından biri değil mi? Bu Nahl suresi 43-44, 16.sure. “Ve ma erselna min kablike illa ricalen”(43) orayı okuduk. Şimdi ırsal ne ile olmuş? “Bil beyyinat vez zubur”(44). Beyyinat ve zübür ile! Yani “bil kitabe vel hikme” demektir. Kitap ve hikmet diyor AllahTeala. Beyyinat ve zübür. Beyyinat aslında “ayatun mubeyyanatun”. Açıklanmış olan ayet olmuş oluyor. Şimdi mübeyyen nasıl oluyor? Mesela hikmet. “Yuallimukumul kitabe vel hikme”(BAKARA 151) diyor. Peygamber onlara kitabı ve hikmeti öğretiyor. Aynı şekilde orada “inneni lekum minhu nezirun ve beşir”(HUD 2) ile birlikte almamız lazım. Şimdi kitabı bildik: kuranı kerim. Buradaki zübürü de bildik: tevrat, incil işte Nuh(as)’a bütün peygamberlere verilen kitaplar. Şimdi bak burada şu da güzel bir şekilde ortaya çıkıyor: bütün peygamberlere kitap verildiğini gösteriyor bu. Enam suresinde 18 tane peygamber sayıyor “ulaikellezine ateynahumul kitabe vel hukme ven nubuvveh”(ENAM 89) öyleydi değil mi? “Kitabe vel hukme”, “el hukum” hikmettir yani. Ve nübüvvet.
Katılımcı: Nübüvvet kitabı almaktan bir üst makamdır.
Abdulaziz Bayındır: Nübüvvet işte kitabı alma yetkisidir. Risalet de onu açıklama görevidir. Birisi alma birisi açıklama. “Nebe” yani haberi alıyor. Yüksek yüce haberi alıyor. Onun için nebi oluyor. Aldığını ki o Allah’a ait sözdür, onu insanlara bildirme emri de olduğu için resul oluyor aynı zamanda. Onun için “nebiyyen resula” böyle ikisi birden. Çünkü nebi olmayan resuller de var. Bir yerde Allah’ın ayetini anlatırsak nebi olmayan resul oluruz. Şimdi, burada beyyinat bütün peygamberlere Allah’ın kitap verdiği ortaya çıkıyor bir kere. Ve hikmet verdiği de ortaya çıkıyor. Bütün peygamberlere. İstisnasız. Zaten az önce srnin dediğin gibi Enam suresinde bunlardan 18 tanesinin adını sayıyor, “ulaikellezine ateynahumul kitabe vel hukme ven nubuvveh”(ENAM 89) diyor. Bizimkisi tam bir şey yani. Gerçekten kitaplarda tutuyorlar Adem(as)’a 30 suhuf diyor. Nereden çıkarıyorsun? 10 suhufmuydu? Ne demek 10 suhuf. 104 kitap derler ona. Sahifelerden her birisi bir kitap oluyor. 10 tane kitap. O zaman Şit(as) 30 tane kitap mı?. Ne oluyor yani, hiç birisi de geçmiyor kuranı kerimde. AllahTeala Adem(as)’a herşeyi öğretti. Küçücük bir kaç yaprağa mı sığdırdı?
Katılmcı: Olabilir, çünkü sekine,kainatın yaratıldığından kıyamete kadar her şey ve kıyametten sonrası öğretildiğine göre, sekine biliyorsunuz öğretmeden geçmiyor yani.
Katılımcı: Çok da büyük olması şart değil. Mesela kuranın hacmine baktığımızda kuran çok da büyük bir hacimde değil yani. Öyle 15 satıra falan bakmıyor.
Abdulaziz Bayındır: Bak şimdi Kuranı Kerime baktığımız için aynı şeyi söylüyorum ben. Kuranı kerim 6000 küsür ayetten ibaret. Bunları Adem(as)’ın öğrenmiş olmadı gerekiyor bu bir. İlaveten Adem(as) yazıyı öğrenmiş, eşyayı öğrenmiş, tabiatı öğrenmiş, her şeyi öğrenmiş yani. Onun biraz daha fazla olması lazım. Dolayısıyla bizim Peygamber Efendimize mesela C.Hak demiyor ki “şerea lekum mined dini ma vassa Ademe” demiyor “vassa bihi nuhan”(ŞURA 13)diyor. Çünkü Adem(as)’ın şartları başka Nuh(as)’ın şartları başka. Adem(as)’ın şartları başlangıçtı, onların çok şey öğrenmeye ihtiyaçları vardı. C.Hakk onlara öğretti. Onlardan tevarüs ettikleri bilgilerin C.Hak ütarafından ayrıca indirilmesine gerek kalmadı yani. Onun için Nuh’a neyi emrettiyse “şerea lekum mined dini ma vassa bihi nuhan”(ŞURA 13) diyor. Nuh’a neyi emrettiyse bize de onu emretti. Benzeri ifade tevratta da varmış. Bir yahudi uzman anlatmıştı İtalya’daki toplantıda. Öyle olması da gerekir, gayet normal yani. Çünkü Nuh(as)’dan itibarenki hükümler Adem(as)’dan önceki hükümler bizi ilgilendirmiyor. Mesela iki kardeş de evlenebiliyor orada başlangıç olduğu için. Ama AllahTeala bir çizgi çekmiş, bundan sonrası sizi ilgilendiriyor demiş. “Şerea lekum mined dini ma vassa bihi nuhan”(ŞURA 13) demiş. Dolayısıyla bunlar şey olamaz. Ayetlerde net olarak görüyoruz yani. Bütün Peygamberlere Allah kitap vermiş. Ve hikmet vermiş. Hikmet az önce söylediğimiz gibi dağın içerisindeki madendir, şurada tarla var, tarlanın çeşitli yani sayısız bitkileri özelliğidir o. Üzerine yapacağın çalışmaya bağlı sana kalmış bir şey. E şimdi kuranı kerim içerisinde de Allah her konunun hükmünü gizlemiştir. Topraktaki şey gibi, soğan atarsan soğan biter buğday atarsan buğday biter gibi. İşte bunu , bu bilgileri Peygamberlerin talim görevi olduğu için Peygamberler bir başkasının yardımına ihtiyaç olmadan bunları çıkarabiliyorlar. Özel görevle görevlendirilmiş. Ama bizim çıkarabilmemiz için ekip lazım. Ekip olmadan olmaz. Diyor ki; “kitabun fussilet ayatuhu kuranen arabiyyen bi kavmun ya’lemun”(FUSSİLET 3). O bilenler topluluğunu oluşturmazsak çıkaramayız. Biz şimdi şurada birlikte düşünmesek Mehmet Hoca az önce onu sormasaydı, Enes Hoca bir takım işte, herkes hiç bir karkıda bulunmazsa ilerleme olmaz yani.
Katılımcı: Akla şöyle bir soru gelebilir: Peygamberimiz(as) özel yetkilerle yada yeteneklerle donatıldığından o hikmeti kullanabiliyor, bunları çıkartabiliyor. O zaman onun çıkardığı şeyleri biz alalım
Abdulaziz Bayındır: Onu zaten alıyoruz, onu zaten alıyoruz da bu mantıklı soruya da şöyle mantıklı bir cevap gelir
Aynı Katılmcı: Belkide mantıklı değil de
Abdulaziz Bayındır: Yok mantıklı soru. Tabiki Peygamber efendimizin o çıkardığı hikmetlerden elbette istifade edeceğiz, etmek zorundayız. Ama işte burada olayın bir yönü şu: o Peygamber Efendimize gelen bir vahiy değil. Yani şuradan eğer siz bir hiç kimsenin üretemediği bir mahsulü şu topraktan ürettiyseniz, bu toprağa o özelliği siz koymadınız. Zaten Allah’ın koyduğu özellikten istifade ettiniz. Peygamberimizin yaptığı o. Yani o kendine vahiy olarak gelmiş değil ama kuranı kerimden öğrendiği bilgileri orada kullandığı için doğru bir çıkarım bir insan fiilidir o. İnsan fiili olduğu için yanılabilir. Mesela sen şimdi altın çıkaracağım diye başka bir madeni çıkarmış olabilirsin. Bir yanılmadır. Aynen onun gibi işte, hadislerdeki yanılmalar da o. Yada bir şeyi eksik yapmıştır yaparken, Bedir savaşında olduğu gibi. Muhammed suresinin 4.ayetini uygulamayınca C.Hak hemen hesap sordu. Şimdi burada Peygamber Efendimiz(sav) bu kendisine öğretilenle bunu almış ya, biz bunları alırız bunları bir kenara atmayız. Ama biz buradan yöntem de öğreniriz. Bunun için AllahTeala diyor ki; “lekad kane lekum fi rasulillahi usvetun hasene”(AHZAB 21). Onun yaptığını ben de yapamazsam usve olur mu? Taklitçilik denir senin dediğin. Peygamberimiz ne söylemişse onu aynen alacaksın bu bir taklit. Tabi güzel bir taklit, Peygamberi taklit etmek büyük bir şeteftir. O ayrı bir şey. Ama ona usve demezler ki. Usve onun yaptığını alacaksın sen de onun benzeri bir şey yapacaksın. İşte burada asıl yapacağımız o. Yani Peygamberimizin o kullandığı yöntemle hareket ederek hükümler çıkaracağız. Yani ayetleri biz şey yaparsak
Katılmcı: Usve’nin yönten olduğu Hz.İbrahim ve yanındakilerde sizin için usve vardır geçen ayetler
Abdulaziz Bayındır: Tabi, yöntem öğretiyor sana. Yani sen onu kullanarak sen de başka şey, mesela o diyelim ki altın madeni çıkarmışsa sen demir madeni çıkarabilirsin. Bilmem aluminyum çıkarırsın şu bu falan filan. İşi genişletirsin yani. Ama örneğin O dur.
Katılmcı: Yazarların yaptığı gibi. Mesela başkasının kitabını çalıp kendi adını yazmak, onun gibi bir şey.
Abdulaziz Bayındır: Çalıp kendi adını yazmak hırsızlıktır. Ama onun yönteminden yararlanarak yaparsan o son derece takdire şayan bir davranıştır.
Abdullah: Şimdi şu ifade var, mesela İbrahim(as)’da soruyor hanımı, Peygamber Efendimize de sorulmuş. Ya Resulallah bu yapmış olduğun şey Allah’tan gelen bir vahiy mi? Emir mi yoksa sen mi böyle düşünüyorsun. İbrahim(as) Hacer validemizi bırakıyor, o diyor Allah mı söyledi yoksa sen mi yaptın bunu diyor. Peygamber Efendimize bazen hani soruluyor Bedir savaşında; bunu Allah mı emretti diye. Şimdi orada Peygamber Efendimiz yine bazı davranışlara itiraz edileceği zaman veya biraz böyle acaba olaki insanlara mantıksız,Hacer validemize de mantıksız geliyor, İbrahim(as), çölün başına koymuşsun otomatikman bir itiraz etme gibi bir şey var. Yani mantıksız geldiği zaman normalde insanın doğasında hemen bir itiraz var ama orada itiraz bir peygambere olunca otomatikman soruyorlar, diyorlar ki; bu Allah’tan mı vahiy mi yoksa sen kafandan mı söylüyorsun.
Abdulaziz Bayındır: Çünkü risaleti gereği yaptığı bir şeye itiraz Allah’a itirazdır.
Abdullah Bayındır: Evet, orada ciddi bir şey var.
Abdulaziz Bayındır: Ama hikmet çıkarması itibariyle olursa o bir insan fiili olduğu için o insana itirazdır.
Katılmcı: Bu gösteriyor ki dolayısıyla Peygamberin söylediği her şey vahiy değildir.
Abdulaziz Bayındır: Tabi sadece kitaptır vahiy olan. Öbürü kitaptan çıkardığı şeydir. Çok güzel bir dometes yetiştiriyorum domates ile ilgili benim yaptığım sadece usulüne uygun olarak tohumu atıp, besleyip neticeyi beklemek. Yoksa o domatesi yapan ben değilim. Ama ben orada yanlış iş yaparsam kötü domates yetiştiririm. Yani işte hormonlu falan.
Abdullah Bayındır: Bu bağlamda bir de kısaca şu Aliİmran suresindeki şeye anlam verseniz hocam, muteşabih, muhkem, tevil
Abdulaziz Bayındır: Onu veririz de bu ayet bitmesi lazım. Bu çok very important. Şimdi burada
Katılımcı: Mumtahine suresinin 4 ve 6. ayetinin ikisinde de, birisinde “kanet lekum diyor”, birisinde de 6. ayette de diyor ki “lekad kane lekum fihim usvetum” 6.ayetinde.
Abdulaziz Bayındır: Hangi sure
Katılımcı: Mumtahine 6.ayette
Abdulaziz Bayındır: O İbrahim(as) ile ilgili. Tabi İbrahim(as) ve etrafındakilerle ilgili olarak. Onu zaten az önce Abdullah da söyledi.
Aynı Katılımcı: “kanet lekum usvetun hasenetun fi İbrahim” o Mumtahine 4.
Abdulaziz Bayındır: 6. da?
Aynı Katılımcı: 6. da “lekum fihim usveten hasenetun”
Abdulaziz Bayındır: “Fihim” de İbrahim ve beraberindekiler işte. İbrahim ve beraberindekiler.
Enes Alimoğlu: Peygamber(as) olsaydı şu hadisleri bize kendisi söyleseydi o sizin sözünüz mü Allah’ın mı diye sorma hukukumuz varken, şu anda bize rivayet edilen her şey vahiydir diye şu hale gelmişiz vallahi değil mi?
Abdulaziz Bayındır: İşte orada biz, aslında neye benziyor biliyormusun
Katılımcı: Çok da sormayabiliriz de. Çünkü Peygamberimizin söyleyiş tarzı burada olsaydı çok rahat belli olur. Onun için sahabe her şeyi sormamış.
Abdulaziz Bayındır: Onu söylesek ayıp kaçmazdı.
Aynı Katılımcı: Sahabe her şeyi sormamış, çünkü belli oluyordu o zaman neyin ne olduğu. Söyleyiş tarzından belli olurdu Peygamberimizin.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi tabiki belli olur. O ayrıdı da. Yani ama orada söyleyiş tarzına rağmen sorsaydın ayıplamazdı yani. Az önce ne konuşuyorduk?
Katılımcı: Hocam ben de bir örnek vereyim mi müsadenizle. Tebük savaşına katılmayanlarla ilgili ayet iniyor ya, geriye kalan üç tanesinin
Abdulaziz Bayındır: Neden affettiğini “afallahu anke..”.
Şimdi şu ayeti okuyalım bak 44. ayet. “Bil beyyinati vez zubur” işte bu beyyinat hikmet oluyor, zubur de kitaplar oluyor. “Ve enzelna ileykez zikra: sana da bu zikri indirdik”. Yani “el kitabe”. “Li tubeyyine linnasi ma nuzzile ileyhim: insanlara beyan edesin kendilerine ne indirildiğini”. Tabiki senin muhatabın olan insanlara yani. “Ve leallehum vetefekkerun: belki tefekkür ederler”. Şimdi şurada “beyyinat” ve “zubur”e beyyinata hikmet manasını verdiğimize göre, burada da “li tubeyyine”de beyan edesin, işte az önce o Mehmet Hoca’nın söylediği o beyan kelimesi bazen mesela işte o “suumme inna aleyna beyane”: orada hakiki manada beyandır. Mesela şu toprak çok güzel patates yetiştirir dediniz. Tamam Allah ona o şeyi koymuş ama siz orada güzel bir patates yetiştirdiğiniz zaman onu da beyan etmiş oluyorsunuz aslında. O toprağa o özelliği koyan siz değilsiniz ama
Katılmcı: Gelir herkes patates yetiştiremez. Patates yetiştirme bilgisi olan için.
Abdulaziz Bayındır: Ancak, tabi herkes yapamaz.
Katılımcı: Öyle bir şey var mı?
Abdulaziz Bayındır: Tabi ben şimdi kendi hayatımdan. Herkes yapamaz ya. Şurada rahmetli babam ben çok hevesleniyordum bizim bir çayır vardı git otlarını sen biç dedi. Öyle bir hevesle gittim ki hiç bir şey beceremedim. Baktım ki hiç olmuyor ya. Tırpanı bir vuruyorum buraya şey yapıyor, bir vuruyorum havalara uçuyor. Öbürleri iki dakikada. Neyse, adam tuttu onlar yaptı. Çon uğraştım yani. Baktım olmuyor. Onun için bilgi.
Enes Alimoğlu: Bu ayeti delil alarak hadislerin hepsinin vahiy olduğunu delil alıyorlar. Şimdi “ez zikr”i kuran ma nuzzile ileyhim” de hadistir diye bir şey söylüyor, beyan diyor. Buradaki “lin nas”olduğu için oradaki ehli zikr olmuyor mu? Baştaki.
Abdulaziz Bayındır: Ben anlamadım. Ha sen az önce onu söylüyordun değil mi? Tamam bunu daha önce de konuşmuştuk tamam. Tabi o da elbette. “Li tubeyyine lin nas” derken
Enes Alimoğlu: “ma nuzzile ileyyim” insanlara indirilen bir şey var o. Maide suresinin 48.ayetinde “minel kitap” var ya, kendinde olanla tasdikle diyor.
Abdulaziz Bayındır: Evet. E şimdi onlara da açıklıyor peygamberimiz ama bize açıklamasına da bir mani var mı? Bir de bu beyan kelimesi birşey konuşmak, anlatmak anlamına da geliyor değil mi? Yani “halakal insan allemehul beyan”.
Katılımcı: Aklımda bir şey var da unutursam diyorum, bekliyorum bayağa oldu. Şimdi bu beyana hikmet dediniz.
Abdulaziz Bayındır: Beyyinat’a
Aynı Katılımcı: Kuranı kerim Allah’ın elçilerine peygamberimize diğer elçilere indirilen kitap, beyyinat ve hikmet bu kitabın kullanma talimatı gibi bir şey.
Abdulaziz Bayındır: Aynen öyle.
Aynı Katılımcı: Bu da Yusuf(as)’ın “rabbuke ve yuallimuke min te’vilil ehadis”(YUSUF 6)”tehvile hadis”de
Abdulaziz Bayındır: Olayları yorumlama, evet.
Aynı Katılımcı: Olayları yorumlama. AllahTeala’nın vermiş olduğu bu yetenek.
Abdulaziz Bayındır: İşte o yeteneğin de kullanılması da aynı zaman da olabilir, evet.
Enes Alimoğlu: O zaman “ma unzile ileyhim”: o insanlara indirilen bir şey var, Peygamber(sav)’e ayrıyeten zikir indirilmiş ki o insanlara indirileni açıklasın diye. İndirilen iki şey var burada. İkisinin aynı şey olduğu çıkıyor.
Abdulaziz Bayındır: Bir daha söylermisin ben kaçırdım
Enes Alimoğlu: “Ma nuzzile ileyhim” insanlara indirilen bir şey var. Peygamber(sav)’e zikir olarak. Bu zikirde insanlara indirileni açıklıyor.
Abdulaziz Bayındır: Aynı şey tabi. İkisi de aynı.
Katılımcı: Ayetin siyakında başta ehli kitaptan bahsediyor. Sana bu kuranı indirdik ehli kitaba indirileni açıklıyor “musaddikan lima beyne yedeyh” yani kuran neyi tasdik ediyor yani. Tümünü tasdik etmiyor
Enes Alimoğlu: Daha önceki incil, tevrat doğrudur demiyor. Yani kuranda olan kendinde olanı tasdik ediyor.
Abdulaziz Bayındır: Yani kuran tevrat ve incilin hangi hükmünü tasdik ediyorsa doğru olan o. Evet az önce Fatih bir şey söylüyordu, neydi o?
Fatih: Ali İmran suresinin başındaki ayetler.
Abdulaziz Bayındır: İlk ayeti mi diyorsun? 7.ayeti diyorsun.
Fatih Orum: Şimdi hocam, bu Fatih Bey’in size şu anda sorduğu soru. Kuranda bu ayet var, size de diyor ki; Hocam bir açıklama yaparmısınız. Şimdi mesela beyyine tebyini bu şekilde alabiliriz. Söyleyecekleriniz farklı bir şey olmayacak.
Abdulaziz Bayındır: Orada ne ise olanı anlatmak.
Fatih Orum: Belki hani biz o irtibatı kuramadığımız şeyleri siz irtibat kurarak, ilişkilendirerek
Abdulaziz Bayındır: Var olanı göstermek.
Katılmcı: Konuların anlaşılması açısından bazen örnekler veriliyor onun için.
Fatih Orum: Peygamberimize atfedilen açıklamalar bu tür açıklamalarsa buna zaten itiraz mümkün değil.
Abdulaziz Bayındır: Ona da zaten açıklama deniyor.
Fatih Orum: Ama şu oluyor, işte kuranın müphemi var, mücmeli var, müşkili var, eksikleri var, genel hüküm koymuştur, teferruat eksikleri var, işte bunlar Peygambere verilen bu tebyin göreviyle yapıldığında işte o zaman kayma başlıyor.
Abdulaziz Bayındır: Burada çok büyük bir cinayet işleniyor yani. Ufak tefek bir problem değil. Olanı gösterdiğin zaman bak işte, şöyle söyleyeyim; hani diyor ya AllahTeala işte “fe lemma tegaşşaha hamelet hamlen hafifen fe merret bihi” erkek eşiyle ilişkiye girdiği zaman kadın hafifçe bir hamile olur ve onunla yürür gider. “Fe lemma eskalet”: ağırlaştığı zaman “deavallahe rabbehuma lein ateytena salihan le nekunenne mineş şakirin”: dua eder Ya Rabbi sen bize bir evlat verirsen sana şükredeceğiz teşekkür edeceğiz derler”(ARAF 189). “Fe lemma atahuma salihan ceale lehu şurakae”: Allah salih bir evlat verince artık ona ortaklar koşmaya başlarlar”.(ARAF 190) Tabi benim oğlum iyi olur demeye başlıyor. Bu defa vereni unutarak kandisini devreye sokuyor, oluyor müşrik işte. Şimdi şey de aynen oluyor. Yani siz kendiliğinizden C. Hakkın ayetlerine bir şeyler katmaya başlarsanız kendinizi Allah’ın yerine koymuş olursunuz. Ne diyor AllahTeala; “kitabun uhkimet ayatuhu summe fussilet min ledun hakimun habir: ayetleri muhkem kılındı hakim ve habir tarafından açıklandı ki”, “ella ta’budu illallah: Allah’tan başkasına kul almayasınız diye”. Şimdi açıklamayı da Allah yaptığına göre söz kendisinin. Mesela siz buradasınız konuşuyorsunuz. Mesela Haşim sen burada konuşuyorsun, senin yanında da Fatih senin sözünü açıklamaya çalışıyor, razı olurmusun? Senin anlatmak istediğini açıklayabilir mi Fatih? Açıklayamaz. Sen türkçe konuşuyorsun O da türkçe konuşuyor. Açıklayamaz. Şimdi AllahTeala heryerde var hazır ve nazır, her şeye gücü yetiyor. Siz kalkıp Allah’ın sözünü açıklıyorsunuz. Senin adına bir şey konuşur da sen ses çıkarmazsan o söz senin sözün olmuş olur değil mi? Şimdi birisi Allah’ın herhangi bir sözünü açıkladığı zaman Allah’ın sözü olmuş olur o açıklanan da. Ona uyarsanız o zaman Allah’a uymuş olursunuz. Allah öyle bir şey demediğine göre, o zamsn ikinci bir ilah olmuş olur. “Ella ta’budu illallah” diyor: Allah’tan başkasına kul olmayasınız diye. E şimdi ondan sonra “inneni lekum nezirun ve beşir”: benim görevim de Allah tarafından gelenin nezir ve beşiri. O zaman peygamberin açıklaması nedir? Allah’ın yaptığı açıklamaları göstermektir. İşte çocuk sahibi gibi. Bakın Allah bize ne güzel bir evlat verdi, ya Rabbi sana şükür falan demek başka, tabi canım benim evladım başka şekilde mi olacaktı falan demek başka haşa.
Şimdi bu şeyi de, “huvellezi enzele aleykel kitab”. Bu ayeti anlamak için isterseniz örnekle gidelim. Bakara suresinin 180.ayetini siz kendiniz açın. Ben buradan gideyim siz oradan şey yapın.
“Sana bu kitabı indiren Allah’tır”.”Minhu ayatun muhkematun hunne ummul kitab: onun bir kısmı muhkem ayetlerdir ki kitabın anası, temeli odur”. Yani ana direk o. Yani herşey gelecek ona bağlanacak demektir. “Ve uharu muteşabihat: diğer ayetler de ona benzeyen ayetlerdir”. (ALİ İMRAN 7)
Katılımcı: Zemahşeri aynı şey yapmış.
Abdulaziz Bayındır: Ne demiş?
Aynı Katılmcı: Asıl kitap muhkemat,ama muteşabih tuhmelul muteşabihat aleyha ve turaddu ileyha” muteşabihler
Abdulaziz Bayındır: Oraya kadar diyorlar da ondan sonrasını diyemiyorlar. O çok güzel. Ona hamledilir, ona döndürülür diyorlar da ondan sonrasında kalıyorlar
Enes Alimoğlu: Müteşabih değil de müştebihat ve muhtemilat.
Abdulaziz Bayındır: İşte muştebihat dedin mi değişiyor. Müştebihat böyle benzer gözüküyor ama benzemiyor. Muteşabih başka. Tam benzemediği için şüpheye düşüyorsun.
Katılımcı: Orada o anlamda değil yani. (48:59:49:07 arası anlaşılmıyor, sesler üst üste biniyor) korunmuş diyor.
Abdulaziz Bayındır: Peki öbürüne ne diyor? Muteşabihata ne diyor?
Aynı Katılımcı: Okumak istemiyorum
Abdulaziz Bayındır: İstemiyorsun tabi ya, gördünmü? İşte şimdi burada şuna bakın, o Hud suresinin ilk ayetinde okuduk. AllahTeala dedi ki orada; “kitabun uhkimet”, uhkimet nedir? “Ayetun cu’ilet muhkemetin” öyle değil mi? Ayatun muhkematun demektir uhkimet. Bu bir kitaptır ki muhkemdir ayetleti. Orada iki türlü ayet olduğu rahatlıkla anlaşılabiliyor mu? “Kitabun uhkimet ayatuhu: bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem oldu”. “Summe fussilet: sonra açıklandı”, ama iki gurup ayet var. Birisi muhkem birisi de onu açıklayanlar. Çünkü açıklayan da AllahTeala. Şimdi burada da bakıyorsunuz yine iki. Zaten hepsinde öyle gidiyor. Diyor ki “huvellezi enzele aleykel kitabe minhu ayatun muhkemat” bir kısmı muhkem ayetlerdir. “Hunne ummul kitap: kitabın anasıdır”. “Ve uharu muteşabihat: diğerleri muteşabihtir benzerler”. Öbür ayetle karşılaştırırsak mufassilat olur. Yani bu ayetleri açıklayan ayetlerdir.
Fatih Orum: Tam zıddına yani, muteşabihler asla açıklanamaz
Enes Alimoğlu: O zaman o “uharu muteşabihat” olduğu için açıklanamaz ayetler çok oluyor.
Abdulaziz Bayındır: Ana ayet az müteşabih çok. “Kitabu mubin” olurmu? Ana her zaman azdır. Bir yerde bir tane ana vardır ama çoluk çocuk diğerleri çoktur.
Katılımcı: Mukatil Hocam muteşabihata “uharu muteşabihat yusebbiku ba’dukum ba’da” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Ama o da bir işe yaramıyor ki. İşimizi görmüyor yani.
AynıKatılımcı: Hiç olmazsa
Abdulaziz Bayındır: O aslında hiç kimsenin içine yatmıyor, bu tarif ama böyle söylüyorlar. Baştan birisi bir şey söylemiş herkes onu tekrarlıyor.
Hakan: Şöyle bir sorun var yanlız. Geçmişe baktığımızda nasıl olur da şuanki anlayışa ulaşamamışlar yani. Olamaz, böyle bir tarihimiz olamaz. Ondan böyle doğru bir tanım varmıdır yokmudur falan şu şöyle demiş, böyle bir şey de var.
Abdulaziz Bayındır: Bu batılıların bize buhtanı biliyormusun? Bir kısım batılı müellifler bize iftira etmişler. Ispatla onu. Yada bazı siyasiler, bir kısım medya. Kardeşim kitaplar ortada, doğru söyleyen bir tane bulursan getir. Biz şu ana kadar bulamadık yani.
Enes Alimoğlu: Doğrusu buysa niye onlar ulaşamamış.
Hakan: Ulaşmışlar ulaşmamışlar çom önemli değildir. Keşkesi de yok çünkü geçmiştir. Yanlışsa yanlıştır, doğruysa doğru.
Abdulaziz Bayındır: Ama mühim, çok mühim. Bende aynen senin gibi böyle çok hayret ediyorum. Şimdi niye bu Bakara 180’i açtırdım? Dün bizim öğrencilere bir not yazayım diye tekrar onun üzerinde çalıştım da. Ya ayeti öyle bir hale getirmişler ki. Mesela bakın orada ne diyor ayeti kerime? Diyor ki; “ya eyyuhellezine amenu”, vasiyet ayeti. “Ey müminler”, işte burada hepimiz “kutibe aleykum”. Sizden birine ölüm geldiği zaman, geriye mal bırakmışsa. Ne olur geriye mal bırakan ölmek üzeremidir, ölmüşmüdür. Ölmüştür, ölmezse zaten bırakmış olmaz ki. Şimdi hiç bir sağa sola gitmeden orada ne yazmışsa o şekilde mana verelim. “Kutibe aleykum: hepinize farz kılındı” hepimize. Ne zaman farz kılınıyor:”iza hadara ehadekumul mevtu: sizden birisi öldüğü zaman”. İçimizden biri ölürse hepimizin görevi. C.Hakk bize görev yüklüyor. Ne zaman yüklüyor:”in tereke hayran: geriye mal bırakmışsa”. Peki bize yüklenen “kutube” naibi faili nedir? El vasiyyetu: vasiyet. Ben başkasının malıyla ilgili vasiyette bulunabilirmiyim? O zaman “el vasiyyetu lil valideyni vel akrabin”. Şimdi madem AllahTeala diyor ki bir yerde muhkem bir yerde açıklanmış diyorsa, bak bakalım kuranı kerimin neresinde “el vasiyyetul lil valideyni akrabin” var. Anne, baba ve akrabaya vasiyet nerede var bak bakalım işte. Madem Allah böyle diyorsa araştıracaksın. Sen kendi kafana göre niye bir açıklama yapmaya çalışıyorsun ki. O zaman bakıyorsun ki C.Hakk Nisa suresinde diyor ki;”yusikumullah: Allah size vasiyet ediyor” diyor. Ondan sonra “fi evladikum” en yakınları değil mi evlat. Ondan sonra “ve li ebeveyhi diyor” anne, babası diyor. Arkasından eşini, en yakınlarının hepsini sayıyor, sayıyor en sonunda 12.ayette diyor ki;”vasiyyeten minallah”: Allah’tan bir vasiyet. O zaman “el vasiyyetu lil valideyni vel akrabin” başka yerde var mı kuranı kerimde? Yok.
Hakan: Bu iki ayetle birbirini açıklamış oluyor.
Abdulaziz Bayındır: Bak Allah da burada öyle diyor zaten. İşte muteşabih diyor, benzerliği başka nasıl bulacaksın? Vasiyetse orada da vasiyet var. “Lil valideyni vel akrabin” ise, orada da aynısı var. Başka yerde de yok zaten. O zaman ne diyeceksin? Çok rahat bir şekilde; ey müminler size farz kılındı, sizden biriniz öldüğünüz zaman geriye mal bırakmışsa, bırakmamışsa zaten yapacak bir şey yok. Anne, baba ve en yakınlarınıza olan o vasiyet size farz kılındı. Yani Allah’ın yaptığı vasiyet. Ne demek? İfası farz kılındı demektir. Zaten bu her dilde vardır. İfa kelimesi zaten takdir edilecek mecburen.
Fatih Orum: Yada başka bir ihtimal daha var. Bunun hadisle nesh edildiğini söyleriz hanefilerde olduğu gibi.
Abdulaziz Bayındır: Hepsi söylüyor, hanefiler değil. Onu söylemeyen hiç kimse yok.
Fatih Orum: Hanefilerin usulünde var Serahsi’nin usulünde varo ayet nesh edilmiştir Peygamberimiz “la vasiyyetu varisin”
Katılımcı: Bir kısmı neshedilmiştir diyemiyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Ama hiç birisi işin içerisinden çıkamıyor.
Katılımcı: Nisa suresindeki miras ayetleri nesh edilmiş diyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Hiç alakası yok halbuki. Neyse şimdi, ondan sonra da diyor ki AllahTeala “hakkan alel muttakın”: bu muttakilerin üzerine C. Hakkın yüklediği bir görevdir. Bunu siz yerine getirin diyor. Yani aileye bırakmayın ey müminler. Zaten onlar o anda şeyle de meşguldürler. İçlerinde bir takım kurnazlar vardır. Bir kısmı cenazenin ağlayla sızlamayla meşgulken öbürü mal kaçırmanın şeyi içerisindedir. Dışarıdan müslümanlar müdahale etti mi hepsi biter.
Katılımcı: Nasıl defin işlemleri otomatik olarak yapılıyor devlet tarafından her şeyi. Defin işlemleri gibi miras taksim işleride devletin bir birimi tarafından
Abdulaziz Bayındır: Defin emredilmiyor ama miras taksimi emrediliyor. Muttakiler üzerine bir görevdir. Şimdi ben baktım tefsirlere. Mesela Keşşaf diyor ki; “kutibe aleykum” hepsini toplarsak, detaylara inmeyelim de. Çünkü çok vakit alır. Kutibe aleykum diyorlar “kutibe ala ahadikum” diye değiştiriyorlar ayeti. Aleykum dedim mi uymuyor çünkü. Size farz kılınmıştırı birinize farz kılınmıştıra çevirmişler. Çok sayıda tefsire baktım, Keşşafa baktım, işte o Nesefi’ye baktım ne bileyim sayamam isimlerini. Ebu Suud’a baktım, o kadar çok tefsire baktım bir tane dedim. Fahrettin Razi, Ebu Müslim El Horosani’nin çok güzel bir tefsiri olduğunu şey söylüyor, tenkid ediyor İbni Kesir. İbni Kesir’in yazdığıyla güzel değil, dedim İbni Kesir yanlış aktarmıştır. Razi’ye baktım ki doğru aktarmış. Bir tane doğru tefsir bulamadım. Hepsinde işte ortaklaşa “kutibe aleykum” “kutibe ala ahadekum” şeklinde anlamlaştırılmış. “iza hadara ahadekumul mevtu” “iza hadarahul mevtu” diye değiştirilmiş. Ondan sonra “el vasiyyetu lil valideyni vel akrabun” “el isau” şeklinde değiştirilmiş. “Vasiyette bulunması” diye. Ondan sonra “hakkan alel muttekın”e de zaten mana verememişler. Bu nasıl olacak, bu çünkü uymuyor bir şeye. Öylece onu orada bırakmışlar. Sonra bakmışlar ki bu hiç bir şeye benzemedi, hepsi de demiş ki bu ayet mensuhtur. Nesh edilmiştir demişler. Peki nesh edecek nasih lazım, nasih lazımsa o zaman demişler Nisa suresi 11-12.ayet ama o tutmamış. Tutmamış, niye tutmamış? Şimdi oraya yazmışlar ama oraya yazmışlar. Teberruken yazmışlar. Çünkü Nisa 11-12. ayetlerde anne baba akrabaya miras var ama vasiyet de var. “Min ba’di vasiyyetin” de var. Ebu Müslim El İsfahani diyor ki canım ikisini de yapsın diyor. Hem mirastan pay alsın hem vasiyette bulunsun diyor. Şimdi, sonda bir tek çıkış yolları var “la vasiyyeti li varisin” hadisiyle nesh edilmiş diyorlar. Ya bu nasıl oluyor Peygamber tabi olmaktan çıktı metbu haline geldi. Ne oldu? Kuranı kerim açıklamayı C.Hakk üstlendiği halde siz açıklamaya yelteniyorsunuz. Ve elinizde hiç bir delil yok. Hiç bir delil yok. Halbuki bu ulema, efendim muhkeme sağlam, açık, işte şaibesiz ayet. Öbürüne anlaşılmaz ayet demeseydi gayet basit, gayet kolay. Bu ayeti ben açıklamayacağım kardeşim bu ayeti Allah açıklamıştır, nasıl açıklamıştır diye baksaydı hepsi rahat rahat bulurdu. Arapçayı bizim kaç katımız daha iyi biliyorlar. Ama bulamıyorlar işte. Tamam yani o muhkem muteşabih öyle.
Şimdi devam ediyoruz. “Fe emmellezine fi kulubihim zeygun: kalplerinde kayma olanlar”, “fe yettebiune teşabehe minhu: o ayetlerden bir tanesine uyarlar”(ALİ İMRAN 7). Çünkü ikiside aslında muteşabihtir, muhkem de muteşabih, birbirlerine benzeyen dediğine göre bu buna benziyorsa bu da buna benziyordur. Sen babana benziyorsan baban da sana benziyordur değil mi?
Katılmcı: Sadece benzeyene uyarlar
Abdulaziz Bayındır: Hangsi hesaplarına gelirse. Ama genellikle ana ayete uymuyorlar. Mesela Talak suresinde talakı anlatan bütün hükümler var onu hiç kimse almıyor. Ama “et talaku merretan”ı alıyorlar “et talaku” daki elif-lam’a eğer ahd için dersen Talak suresini göstereceği için ahd demiyorlar cins diyorlar. Cins dediğin zaman talak iki tane değil üç tane, bu defa tutmuyor ayete bir ilave yapıyorlar. Merre kelimesi bir zaman dilimini ifade ediyor, bir anda birden fazla talak mümkün değil, o zamsn merreyi değiştiriyorlar talkatan diye değiştiriyorlar. Bu defa diğer ayetlerin hiç birisine bakmıyorlar. Baksalar bir tek ona bakabiliyorlar. Şimdi bunlar iyi niyetle yapılmış şeyler mi?
Katılmcı: Hocam bu muhkem ve muteşabihi nasıl ayır edeceğiz?
Abdulaziz Bayındır: Sen bakacaksın, bir ayet bir konuda muhkem bir başka konuda muteşabih olur. Yani bir konuyu tam güzel şekilde anlatan ayet muhkemdir, onu açıklayan da onun muteşabihidir. Mesela şimdi şu ayet muhkemdir mirasın taksimi açısından muhkemdir. Hangi açıdan? Mirası taksim etme görevi açısından o muhkemdir. Onu açıklayan ayet Nisa suresindeki. Sen eğer mirasın taksimi konusuna bakıyorsan bu defa o muhkemdir.
FatihOrum: Bilip bilmeme açısından pratik bir değeri var mı acaba. Bağlantı kurulduktan sonra
Abdulaziz Bayındır: Bağlantı kurulduktan sonra ana ayet hangisi önemli değil. Sen yeterki kafanda onu şey yap.
Katılmcı: Belirli ayetler muhkemdir diğerleri muteşabihtir diğer ayetlere de baktığımızda “uhkimet ayatuhu summe fussilet” dediğine göre demek ki muhkemin bir yeri olmalı. Yani merkezdir o diğerleri etrafında şekilleniyor.
Abdulaziz Bayındır: Şüphesiz, onu sen bulursun hemen
Katılımcı: Eğer emir ayetlerde hangi ayette temel emir
Abdulaziz Bayındır: Ana emir onda ise
Katılımcı: Talak konusunda talak suresinde
Abdulaziz Bayındır: Olay tam anlatılıyor, muhkem odur.
Katılmcı: “Ettalaku merretan” da talak suresindeki talağa işaret ettiği için “et talaku merretan” ayeti muteşabih.
Abdulaziz Bayındır: Ona bağlamak mecburiyetindesin.
Katılımcı: Bu daha çok akıl yürütmeklemi varılabilir yoksa gene ayetler..
Abdulaziz Bayındır: Akıl yürütmeden varamazsın ki. İşte Peygamberimizin örnekliği burada ortaya çıkıyor.
Serkan: Nuzul sırasına göre varabilirmiyiz?
Abdulaziz Bayındır: Nuzul sırasının sıhhat derecesi nedir Serkan? Nüzul sırası önemli olsaydı Allah Teala sureleri ona göre dizdirirdi. Bizim için kuranı kerimin tamamı inmiştir. Artık ilki sonu yok kardeşim.
Katılmcı: Beyyine ile mubeyyen arasındaki fark
Abdulaziz Bayındır: Hiç farketmez biri önce biri sonra da olabilir hiç farketmez.