ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün, batının İslama etkileri konusunu anlatmaya devam ediyoruz. Bir misafirimiz var. Kendisi Arnavutluk’tan aslen ama Türkiye’nin gelini. Eşiyle beraber burada. Edira İncekara. Kendisi uluslararası çalışan bir avukat. Roma’daki aile hukuku ile İslam’daki aile hukukunu karşılaştıran bir tez çalışması olmuştu. Güzel bir çalışmaydı. Şimdi bu adına İslam hukuku denen hukukun aslında İslam ile tesadüfen bazı bağlantılarının olduğunu bugün bir başka açıdan ortaya koyacağız. Bilhassa kadınlar konusundaki hükümlerin ne kadar yanlış şeylerden kaynaklandığını ve bunun temelinin de Roma hukuku olduğunu burada bizzat görmüş olacağız. Biliyorsunuz bizim bu yaptığımız çalışmaların karşısına çıkamayan çevreler, bir kısım gençleri, bir kısı heyecanını yenemeyen kişileri bize karşı kışkırtarak işte bunlar hadis düşmanı, işte onlar bilmem ne düşmanı falan diye konuşuyorlar. Burada çok açık söylüyorum; onların herhangi birisinin karşımıza çıkıp konuşması mümkün değil. Neden mümkün değil? Yani düşünün ki binlerce insan var. İki kere iki üç eder diye hepsi aralarında anlaşmış. Küçük bir çocuğun yanına da çıkamazlar. Şimdi çocuk iki tane ikiyi koyacak önlerine bunu sayın bakalım üç oluyor mu diyecek. Bunu saymaya kim cesaret edebilir? Ondan dolayı böyle bir durum yaşanıyor. Bugünkü sunumda şunu göreceksiniz, evlenme ile ilgili hükümleri bugün inşallah okuyacağız. Önümüzdeki hafta çocukların evlendirilmesini anlatacağız. Ondan sonraki hafta boşanmayı anlatacağız. Böyle sırayla inşallah gidecek. Tabi biz daha önce bunları sizlere çeşitli vesilelerle anlattık da bu derslerde karşılaştırmalı olarak yani siz gözünüzle göreceksiniz, slaytlarda da göreceksiniz ki bu konularda, kısa özetini söyleyeyim; evlenme ile ilgili bir kız ile erkeğin evlenmesinde kadınları ilgilendiren kısımlarda çok az İslamla bir bağlantısı vardır. Mesela evlenmede bi mihri çıkarın, onun dışında İslamla bir bağlantı bulamazsınız. Şimdi burada göreceksiniz ki inşallah size göstereceğiz ana kaynaklarından göstereceğiz. Göreceksiniz ki bu mezhepler, bugün konu evlenme olduğu için ondan bahsediyorum bu mezheplerin tamamı Hanefisi, Şafisi, Malikisi, Hambelisi. Bugün Zahiri mezhebini almadım. Çünkü bizim dinleyici kitlemiz bu mezhebi bilmez. Bildiklerini aldık. Bunların tamamı, ne herhangi bir ayete ne herhangi bir hadise uymuşlardır. Bir selefi gurup var. Bunlar daha çok Hambeli mezhebini takip ederler. Bizi hadis düşmanlığı ile suçlayanlar lütfen baksınlar. Baksınlar ki bu mezheplerin tamamını toplasanız bizim yaptığımız çalışmanın karşılığındaki değerinin tamamının sıfır olduğunu göreceksiniz. Sıfır. Sıfır on da bir falan değil göreceksiniz. Dolayısıyla ben buradan söylüyorum dikkatle takip etsinler. Öyle sokaklardaki yarım bilgili gençleri değil en güvendikleri ulemalarını, alimlerini çağırsınlar. İlim merkezleri, araştırma merkezi, çeşitli böyle ilginç isimlerle kurulan şeyler var. İşte, İslami ilimler araştırma merkezi, kuran araştırmaları merkezi, bilmem ne, şu enstütü, bu enstütü, onların hepsini harekete geçirsinler bir ilmi cevap arasınlar. Hodri meydan. Bakın bugün müslümanların bütün maddi imkanları onlara akıyor. Büyük büyük binalar, geniş geniş imkanlar, toplantı salonları, istemedikleri kadar elemanları, herşeyleri var. İlimin dışında her şeyleri var. Ama unvanları da var. İşte büyük büyük akademisyenler. Ne bileyim işte kitaplar da yazıyorlar kalın kalın. Tamam güzel. O zaman hodri meydan buyursunlar. Bunu sadece Türkiye ile sınırlı olarak söylemiyorum. Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir adına İslam alimi dedikleri kişi buyursun. Konunun uzmanları buyursun. Bir cümlelik cevap versinler bakalım. Haklımıymışlar? Haksızmıymışlar. Öyle yalan yanlış şeylerle, karşımıza ilimle çıkamadıkları için iftira ile çıkmanın bir anlamı yok. Edlira Hanım, Sen bir başla bakalım. Şu girişini yap.
EDLİRA İNCEKARA: Günümüzün insanının en büyük sıkıntısı aslında kuran eksenli bir hayat yaşamamasıdır. Bunun doğal sonucunda da İslam hukuku adı altında dinimize sokulan, neredeyse onun literatürünün yapı taşları haline gelen fakat ne gerçek İslam’la ne kuranla ne de peygamber uygulamasıyla alakası olmayan geleneksel İslam hukuku uygulamalarının karşısında pasif ve çaresiz kalmasıdır. Bir tarafta fıtratın ve aklın gereği olarak iman etmek ve bu imanın gereklerini yaşama dürtüsü, diğer tarafta ise uygulaması neredeyse imkansız, akla mantığa uymayan, günümüzün ihtiyacına cevap vermekten uzak, ahlaki ve manevi ihtiyaçlarımızı da karşılamayan geleneksel İslam hukuku normları. Özellikle İslam’ı yeni tanıyan ve araştırmak isteyen insanların karşısına çoğu zaman maalesef bu normlar ve onların etrafında örülen bir zihniyet çıkmaktadır. Aynı zamanda hayatını inancına göre programlamak isteyen insanların çoğu da bu normlar karşısında genellikle çaresiz kalmaktadır. İslami olarak lanse edilen bu normlar aynı zamanda dokunulmaz bir hüviyete bürünmektedir ve eleştirilemez, tartışılamaz, üzerinde fikir yürütülemez kabul edilmektedir. Bu durumda farklı mezhep ve görüşler arasında derlemeler veya seçimler yaparak çoğu zaman da doğru cevabı aramaktan vazgeçerek az buçuk kabul edilebilir çözümler veya fetvalar verilmektedir. Fakat bu çözümler de kalıcı ve ihtiyaçları karşılayıcı, en önemlisi de kurana dayalı olmaktan uzak. Özellikle dikkat çeken ve günün yoğunlaştığı bir konu olan müslüman kadın konusu kuran ekseninden en uzak olan, çelişkileri ve çıkmazları da en fazla olan konulardan biridir. İster sosyal, ister ailevi, ister siyasi hayatta kadın, geleneksel islami kurgunun en büyük madurudur. Özellikle tez aşamasında Hocam ile beraber incelediğim kuran ayetleri ve peygamber uygulaması, kadın konusunda mezhepler hukukunda tamamen farklı hükümler içermektedir. Kur’an’daki hükümler derlenip, hukuk sistematiğine sahip bir çalışmaya dönüştüğünde kadının hukuki, ailevi, sosyal ve siyasi statüsü ile alakalı ortaya çıkan normlar günümüzün hukukunun bile çok ötesinde, tüm sorunlara çözüm sunacak nitelikte, koruyucu, progresif, zaman ve coğrafyadan bağımsız bir hukuk alanı oluşturmaktadır. Gerçek ve ideal İslam hukuku da budur. Bu hukukun karşısında da kuran ve sünnet kaynaklı olmayan fakat geleneksel mezhepler hukukunda yer alan hükümlerin çoğunun uyumsuzluğu açık ve net bir şekilde göze çarpmaktadır. Fakat her ne kadar mezhepler hukukunun çok hükümlerinin kuran ve sünnete dayanmasalar da birçok müslüman tarafından kutsal ve balayıcı kabul edilmekte ve etkilerini de sürdürmektedir. Günümüzün müslüman dünyasının en büyük çıkmazlarından birisi de bu durumdan kaynaklanmaktadır. Bu durumda, kuran ve sünnete dayanmayan bu hükümlerin tarihi, siyasi ve sosyal arka planını irdelemek, bu hükümlerin esas kaynağını bulmak ve mezhepler hukukuna nerden ve nasıl geçtiklerini tespit etmek bu sorunun çözümü için çok büyük bir önem arz etmektedir. Birçok araştırmacı mezhepler hukukundaki hükümlerle olan benzerlikten yola çıkarak İslam hukukunun aslında Roma hukukundan veya Bizans hukukundan türediğini ortaya atmıştır. Bu çalışmaların çoğu oryantalistler tarafından dile getirilmiş ve meselenin özüne inmeden çözüm sunmaktan uzak, daha çok kıyaslayıcı ve iyi niyetten yoksun kaldığı için genellikle müslümanlar tarafından ciddiye alınmamıştır. Burada vurgulamamız gereken nokta ise bu çalışmalarda esas alınan hukukun kuran kaynaklı gerçek İslam hukuku değil mezheplerin görüş ve hükümlerinden oluşan hukuk olmasıdır. Mezhepler hukuku sınırlı bir coğrafya ve zaman diliminde hüküm ifade edebilen, zamanın, mekanın, ihtiyaçların, yabancı hukukun ve hatta siyasi iradenin de etkisiyle oluşturulan geleneksel İslam hukukudur. Geleneksel İslam hukuku, siyasi irade tarafından da uzun zamanlar için geçerli, değişmez ve bağlayıcı hukuk sistemi olarak kabul edildiği için müslümanlar tarafında da dinin bir parçası olarak algılanmış ve ister istemez bu hukuk sisteminin görüş ve hükümlerine yöneltilen eleştirileri de müslümanlarca İslam’ın hükümlerine yöneltilmiş eleştiriler olarak algılanmış ve tepkiyle karşılanmıştır. Kur’an’a dayanan ve peygamber uygulamasında hayat bulan gerçek İslam hukukuysa tamamen kendine özgü, vahye dayalı, zaman üstü ve toplum üstü niteliğe sahip, insanoğlunun hem maddi hem manevi tüm ihtiyaçlarına cevap verecek mahiyette bir hukuk sistemidir. Asıl kaynağı kuran olduğu için gerçek İslam hukukunu ne Roma, ne Bizans, ne başka yabancı hukuk sistemlerinden etkilenmiş olduğu ileri sürülemez. Gerçek İslam hukuku, başka hukuk sistemleri ile ancak insanın fıtratından veya ilahi bir tecelli olan duygusundan veya vahye dayanan eski dinlerden kalan hükümlerden kaynaklanan benzerlikler gösterebilir. Fakat bir insan çalışması ürünü olan ve belli bir toplumun sayılı ihtiyaçlarına cevap vermek üzere siyasi iradenin etkisi ile de şekillenen mezhepler hukuku maalesef gerçek İslam hukukunun tüm bu niteliklerini taşımaktan uzaktır. Neticede mezhepler de birer hukuk ekolüdür. Ve her hukuk ekolü gibi yaşadığı zamanın ve toplumun ihtiyaçlarını ancak karşılayabilir. Maksadımız, İslami hukuk ekollerini, kurucularını, onların takipçilerini kötülemek ve eleştirmek değildir. Fakat tekrar vurgulamak istediğimiz, yabancı hukuk sistemleriyle benzetilen ve İslam hukukunun da bu sistemlerin derlenmiş bir ürünü olarak gösteren görüşlerin esas aldığı aklın İslam hukuku değil tam da bu mezhepler hukukunun uygulamalarıdır. Mezheplerin kuruluşlarının tarihi ve siyasi arka planına baktığımızda günümüze kadar gelen yazılı hukuk çalışmalarının çoğunun Abbasiler döneminde yapıldığını fark ediyoruz. Bu dönemin en önemli özelliklerinden biri de Bağdat’ı dünyanın ilim merkezine dönüştürmek isteye halife Harun Reşid’in farklı ilim ve tercüme komisyonları kurması ve onları desteklemesidir. Günümüze kadar gelen ve dünyaya tekrar Arapçadan çevrilerek yayılan klasik Yunan filozoflarının eserleri, ilmi ve hukuki çalışmalar da bu dönemde tercüme edilmiştir. Roma hukuku gibi sistematize bir hukuk sistemi kurmak isteyen Abbasiler, ve aynı zamanda merkezi bir hukuk sistemi kurmak isteyen Abbasiler, Yunanca’dan Roma hukuku eserleri olan bir çok çalışmayı da tercüme ettirmiştir. Ve bu çalışmalar da hukuk ilminin dayanağı olarak kullanılmıştır. Aslında Roma hukukunda mevcut olan ama kuranda kesinlikle yeri olmamasına rağmen geleneksel İslam hukukunda yer bulan, özellikle kadının hukuki statüsü ile ilgili bazı görüş ve uygulamaları inceledikten sonra Roma hukukunun dünyada birçok hukuk sisteminde olduğu gibi geleneksel mezhepler hukukunu da etkilediği çok net ortaya çıkacaktır. Hocam, Roma hukukunda kadını anlatmaya başlayayım mı?
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen beraber anlatalım. Ben şimdi ayetleri şey yaparken sen müdahale et. Bugün, kadınların evlendirilmesi konusu üzerinde duracağız biraz sonra göreceksiniz. Mezheplerin tamamının delil aldığı bir ayet var. Animasyonda görüyorsunuz. Bu şeyden önce kısa bir giriş yapayım da. Allah, Bakara suresinin 228.ayetinde diyor ki; “ve lehunne mislullezi aleyhinne bil ma’ruf: kadınların lehlerine olan marufa göre aleyhlerine olanın tam dengidir” diyor. Yani hak ve sorumluluk dengesi vardır diyor. Bu ayet, boşanma ile ilgili bir ayettir. Arkasından “ve lir ricâli aleyhinne dereceh” diyor. “Ama erkeklerin kadınlara göre bir dereceleri vardır”. O dereceleri üstünlük müdür, nedir? Ayetlerin devamına baktığınız zaman kadınların da erkeklerin de boşama hakları var kuranda. Onu daha sonraki derslerde göreceksiniz ki bu kadınların boşama hakkı, Edlira Hanım’ın bahsettiği Abbasiler döneminde elinden tamamen alınmıştır. Biraz sonra Roma’da kadına nasıl bakıldığını göreceksiniz ve bunun etkisini, Anadolu’yu bilenler bilirler. Ben şahsen rahmetli annemi dinlediğim çocukluk günlerimi hatırlıyorum da ne kadar ızdırap çekerdim. Yani o bizim köyde yaşanan aile hayatını anlatırken. Herhalde sizin birçoğunuz da bunu bilirsiniz. Şimdi bunun kaynağı İslam gibi gösteriliyor. Kadınların boşama hakkı tamamen kadınların elinden alınmıştır. Yerine uydurma bir şey verilmiştir. Onu daha sonra göreceğiz inşallah. Bu ayette erkeklerin bir üstünlükleri varmış gibi gözüküyor ama değil. Onun detayını da okuduğumuz zaman görürsünüz ki kadınlara çok ciddi manada koruma sağlanmıştır. Onu yaşadığınız zaman görürsünüz. Bu bir derece yani vasıf farkıdır yani miktar farkı değil. Evlenmede, biliyorsunuz daha önce burada defalarca konuşmuştuk bir erkeğin nikahsız olarak bir kadından yararlanması imkansızdır. Ama Abbasiler döneminde oluşturulan yine Roma’da büyük bir ihtimal alınan kölelik ve cariyelik Roma’da var değil mi? Kölelik ve cariyelik bizde yok. Hani siz biliyorsunuz burada esirlerin öldürülmesi ile ilgili meleklerle alakalı bir ayeti, iki tane kelime çekip delil aldıklarını biliyorsunuz. Aslında bu deliller sonradan alınmıştır. Hukuk önceden konuyor, ondan çok sonra gelen alimler de bunu İslami görünüme büründürmek mecburiyetinde oldukları için müslümanlara karşı işte bir iki tane kelime buluyor: Allah şöyle buyurmuştur. Nasıl olsa insanların kuran okuması da geleneksel olarak yasaklanmıştır. Bir de o zaman zındıklık diye bir kavram üretilmiştir o dönemde. Bu zındık kelimesi Arapça değildir. Zındık demek, yerleşik görüşe aykırı görüş ortaya koyan kişi demektir zındık. Yerleşik düzene aykırı olarak koyduğu görüşü kuran ile sünnet ile ıspatlasa bile öldürülür. Şimdi böyle bir yapıyla bu yapı korunmuş tabi. Açın bütün mezheplerde bu zındıklık vardır. Zaten kafirin öldürülmesi de o zaman ortaya çıkmış bir şeydir. Şimdi orada kölelik ve cariyelik ihdas edilmiş. Bunun hiç bir delili yoktur. Ama bütün mezhepler ittifakla kabul eder bunu. Aykırı görüş belirten kimse yoktur. Kurandaki ilgili ayerlerin tamamının anlamı saptırılarak buna fırsat verilmiştir. Halbuki esir kadınlarla evlenmek ile hür kadınla evlenmek arasında şekil farkı yoktur. Esir kadın da koruması altında bulunan ailenin izni ile evlenebilir. Esir kadının da namusunu koruması önşarttır. Öyle odalık olan bir kadın için böyle bir şey söylenemez. Ondan sonra bakirelerle ilgili olarak Nur suresinin 33.ayetini isterseniz şey yapalım bir Kur’an’da olayın hangi noktalara geldiğini görmek için sen de ayetin malini oku. Nur suresi kuranın 24.suresi biliyorsunuz. Bu 24.surenin 32 ve 33.ayeti evlenme ile alakalıdır. Burada diyor ki Allah; “içinizden evli olmayan ister bekar ister dul olsun onları evlendirin. Esir olan kadın ve erkeklerden de uygun durumda olanlarını evlendirin” diyor. Evlendirme görevi. Yani esirleri de evlendirin diyor. “Eğer fakir olurlarsa Allah onları kendi ikramıyla zenginleştirir. Allah’ın ikramları gelmiştir. Her şeyi görür”. Ondan sonraki ayette diyor ki; “velyesta fifillezine lâ yecidûne nikâhan hattâ yugniyehumullâhu min fadlıh: evlenme imkanı bulamayanlar, Allah kendi ikramıyla onun ihtiyacını karşılayıncaya kadar iffetli davransınlar”. “Vellezine yebtegûnel kitab” kitap, bir sözleşme yapmak isteyenler yani ister erkek olsun ister kadın olsun esir kadın veya erkekler evlenmek isteyebilirler. Evlenmek istedikleri zaman yanlarında bulundukları aileye gider derler ki; kendisiyle bir sözleşme yapalım serbest bırakın. Kadın ise serbest bırak ben evlenmek istiyorum. Benimle evlenecek kişi ile oradan alacağım mihir ile size fidyemi öderim ya da erkek der ki; ben çalışayım kazanayım. Çünkü ayet evlenme ile alakalı. Çalışmamla evlenecek imkanı bulurum. Sonra da size yavaş yavaş fidyemi öderim. Şimdi bunun örneğini daha bir ay önce kadar bulabildik. İstersen o meali bir okusana. Sadece o cümleyi, bak ne diyorlar. Yani “vellezine yebtegûnel kitâbe mimmâ meleket eymânukum”.
FATİH ORUM: “Elleriniz altında bulunanlardan (köleler ve cariyelerden) mükatibe yapmak isteyenler ile eğer kendilerinde bir hayır, kabiliyet ve güveninirlik görüyorsanız hemen mükatebe yapın”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mükatebeyi açıklamış mı?
FATİH ORUM: Evet. “Mükatebe: köle veya cariye ile efendisi arasında yapılan bir akit olup, bu akitle köle veya cariye belli bir bedel ödediği takdirde efendisinden kendisine hürriyetini vermesini ister veya aynı teklifi efendisi ona yapar. Üzerinde anlaşmaya varılan bu bedel hazır ise köle bu bedeli hemen ödemek, değilse efendisinin kendisine tanıdığı bir süre içinde temin ettikten sonra ödemek şartıyla hürriyetine kavuşur”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Beni Mustelik esirlerinden Cüveyriye, esir olarak bulunduğu bir aile ile böyle bir sözleşme yapmış. Demiş bırakın beni. Beni herkes alır demiş. Ben bir çıkayım benimle herkes evlenir. Kendisine güveniyor kızcağız. Sözleşme yapıyor, Resulullah’a geliyor. Diyor ki; ben ailemle sözleşme yaptım evlenmek istiyorum. Beni Mustalik kabilesinin kızıyım diyor Cüveyriye. Ve Resulullah, Ona evlenme teklif ediyor, evleniyor ve müslüman olmadan evleniyor rivayetlere göre. Bunun böyle olması da gerekiyor aslında. Bunun araştırmasını Harun Ünal Hoca yaptı. Kurana baktım, böyle bir olayın örneği olması lazım dedim araştırdı buldu bunu. Onu inşallah daha sonra evlilikte din farkı diye bir ders yaparsak orada şey yaparız. Resulullah Onunla evlenince bütün diğer esirlerin hepsi de serbest bırakılıyor. Dolayısıyla yani buradaki sözleşme de evlenme ile alakalı bir sözleşme. Ondan sonra devam ediyor diyor ki burada; “ve âtûhum min malillâhillezi âtâkum” bakın sözleştiğiniz kadın erkek, onlara da Allah’ın size verdiği maldan da verin diyor. Esiriniz size bir bedel getirmek istiyor ama ona mâli destek de verin diyor Allah ayette. Siz ondan para alacaksınız ama şimdi bakın öyle bir yapı oluşturuyor ki bu esirler ve onların ailesi ömür boyu unutamayacakları borç altına giriyorlar. Vicdani borç altına giriyor müslümanlara karşı. Bunlar ne biçim insanlar ya Rabbi diyorlar. Esir olarak yanlarına geldik. Mesela işte Cüveyriye. Bir kabilenin reisinin kızı. Yanında bulunan kişi, affederdiniz hani Roma hukukuna göre olsa bunun cinselliğinden yararlanır ve sonradan Abbasiler’den sonra oluşan adına İslam hukuku dedikleri, Edlira’nın haklı olarak ‘mezhepler hukuku’ dediği şey, cinselliğinden yararlanmaya çalışır. Öyle bir şey yok. Kimseye elsürme falan.. Öyle şey olur mu? Çünkü Allah, onlara ikramda bulunulmasını emrediyor birçok ayette. Ve sözleşme ile serbest bırakılıyor ve gidiyor. Allah’ın size verdiği mallardan onlara verin diyor, bırakın almayı. Böyle bir esirin ailesi, çevresi mesela Beni Mustalik’ten esir olanlar, hiç bir daha eski dinlerine dönmeyi düşünürler mi? Cânı gönülden müslüman olmazlar mı bunların hepsi? İşte Ömer(ra) zamanında İslam böyle yayıldı. Koskoca Irak’ın ve İran’ın kapısı iki tane savaşla açıldı. Amerika kaç senedir Irak’ta bir türlü hakimiyet kuramıyor. Böyle bir şey olur mu? Bak halâ Sasaniler kaybettikleri hakimiyetlerinin ızdırabını çekiyorlar. Bugün olmuş öyle. Niye? Çünkü gönüller feth ediliyordu ülkeler değil. Siz, o savaşa gittiğiniz zaman oradaki asker diyor ki; keşke bu adamlar hakim olsalar da biz de boyunduruktan kurtarsak diyorlar. Öyle bir asker senin karşında dayanabilir mi? Çünkü gönlünü feth ediyordun adamın. Peki burada ne diyor Allah rızası için bakın ayete verdikleri manaya bir bakın. Okur musun ondan sonraki kısmı. Ayette diyor ki. Ayetin mealini önce ben vereyi de. “Ve là tukrihu feteyâtikum alel bigâi: kızlarınızı” kızlarınız derken hür kızlar ilk önce akla gelir. Ama tabi esir olanlar da devreye girer. “Bunları isyana zorlamayın”. “İn eradne tahassunen” tahassun isterlerse, muhsana olmak isterlerse. Yani evlenmek isterlerse. Bu kelimenin manasını biz Nisa suresinin 25.ayetinde görüyoruz. “Fe izâ uhsinne” diyor: evlendikleri zaman (NİSA 25).”İn aradne tahassunen: evlenmek isterlerse”(NUR 33). Evlenmek istemezse zaten bir kıza hiç bir şekilde baskı yapamazsınız. Ama evlenmek istiyorsa diyor onları isyana zorlamayın. Niye? İstemediği birisine veremezsiniz. İstemediği birisine vermeye kalkışırsanız o zaman o da başka birisiyle evlenir ki yetkisi var bunun orada. Çünkü Resulullah o yetkiyi vermiş. Evlenebilir. Çünkü diyor ki; anne babanın yetkisi orada biter, gidersin yetkili makama. Bu defa aile ile bozuşma meydana gelir. Annesine babasına isyan eder. İsyana zorlamayın diyor. Peki sevmediği bir kişiye zorla evlendirmeler var? Bu nikah geçersizdir ama kız, toplumsal baskıdan dolayı kurtulamaz. Böyle bir şey olursa bunu niye yaparsınız “tebtegu aradâl hayâtid dunya: dünya malı isteyerek”. “Kızım”. “Ne var?”. “O çulsuza niye gidiyorsun? Bak burada ne kadar zenginler var”. Ya sana ne! Kimi sevmişse onunla evlenir. Sana ne, aileyi sen mi kuracaksın? Eğer problemi varsa söyle. Bak diyor ki; siz dünya malı isteyerek zorlamayın. Ondan sonra “ve men yukrihhunne: kim onları zorlarsa evlenme konusunda”,”fe innallâhe min ba’di ikrahihinne gafûrun rahim: onların zorlanmasından sonrs Allah gafur ve rahimdir”. Şöyle bir durumda bakire kızları zorla evlendirebilirmisiniz? Hiç bir şekilde zorlama yok. Resulullah, biraz sonra göreceğiz hiç bir mezhebin almadığı bir hadis. Resulullah(sav)’e bir bakire kız geliyor. Diyor ki ya Resulallah, babam beni, ailesi içinde itibarını yükseltsin diye amcasının oğluyla evlendirdi diyor. “Ben bu evliliği istemiyorum”. Resulullah derhal, “bu evlilik geçersizdir” diyor. Derhal. Hemen babasını çağırıyor. Kız diyor ki yok ya Resulallah yok. Ben bu evliliğe razıyım da ben kadınların hakkı var mı yok mu onu öğenmeye geldim. Bak bir senaryo kuruyor gidiyor oraya. Görüyormusunuz, bakire bir kız ve babası. Biraz sonra mezhepleri göreceğiz. Şimdi bu ayete verilen meali bir oku bakalım Fatih.
FATİH ORUM: “Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhuşa zorlamayın kim onları zor altında bırakırsa bilinmelidir ki zorlanmalarından sonra Allah onlar için çok bağışlayıcı ve merhametlidir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Dünya hayatının menfaatini elde edeceksiniz diye fuhuşa zorlamayın”. Görüyor musunuz ayet ne hale getirilmiş. “Fuhşa zorlamayın”. Peki bunlar kendileri yapıyorsa fuhuş yaptırıp para kazanabilirsiniz demektir değil mi? Görüyor musunuz Allah’ın ayetini. Buna dayanarak ne yapıyorlar biliyor musunuz? Kitapları okuyun. Medine’de afedersiniz keraneler var der kitaplarda. Niye? Çünkü bu verdikleri manaya bir arka plan oluşturmaları lazım. Buna ihtiyaç var. Ve sonradan oluşturulmuş şeylerdir bunlar.
Boşanmış kadınlarla ilgili olarak Allah diyor ki;”fe lâ tâ’duluhunne en yenkıhne ezvâcehunne” boşanmış, iddeti bitmiş. Bu da bütün mezheplerin delil olarak aldığı. Delil aldıkları ayet bu mezheplerin. Bu ayette ne diyor. “Ve izâ tallaktumun nisâe fe belagne ecelehunne fe lâ tâ’dulûhunne en yenkıhne ezvâcehunne izâ tarâdav beynehum bil ma’ruf”. Mealini de şey yapalım size. “Kadınları boşadığınızda bekleme sürelerinin sonuna varırlarsa kocalarıyla marufa uygun olarak anlaştıkları zaman evlenmelerine engel olmayın”. Koca adaylarıyla tabi. Kendini boşayan koca da olabilir başkası da olabilir. Marufa uygun olarak evlenmek istiyorsa ne demek? Mesela zina eden bir adamla evlenmek isterse Allah yasaklamıştır evlenemez. Mezheplerde bu yoktur. Ayetlerin hepsinde bu vardır, açıkça C. Hakk bildirir ama mezheplerde hiç birisinde yoktur. Birçok hususlar var şimdi o konu üzerinde durmayalım. Bir de kocası ölmüş kadınlarla ilgili olarak da der ki: “fe belagne ecelehunne” bu kadınlar bekleme sürelerinin sonuna geldikleri zaman”fe lâ tâ’duluhunne en yenkıhne ezvâcehunne izâ terâdav beynehum bil ma’ruf” marufa uygu olmak şartıyla yani kuranın koyduğu kurallara uymak şartıyla istedikleriyle evlenmelerinde size bir günah yoktur. Şimdi bak dikkat ediyor musunuz, bakirelerin evlenmelerine karışılamıyor ama denetim var. Denetim var. Bakalım Allah’ın emrine uygun mu değil mi diye denetim var. Ondan sonra, boşanmış kadınların evlenmelerine kimse karışamıyor. Kocası da karışamaz başkası da karışamaz. Sadece marufa uygun mu, Allah’ın koyduğu kurallara uygun mu değil mi ona bakılır. Kocası ölmüş kadınların evlenmeleri de aynı. Şimdi bu mezhepler, biraz sonra göreceksiniz hiç bir ayeti hadisi delil almamışlardır başlangıçta. Ama sonradan bu deliller oluşturulduğu için nasıl oluşturulduklarını şey yapacağız. “Bu, içinizden Allah’a ve ahiret gününe inananlara öğüttür sizin için. İyi ve temiz olan budur. Allah bilir siz bilemezsiniz” Bakara suresi 232.ayet. Şafi, Maliki, Hambeli mezhepleri ne yapmış? Onlara göre arkadaşlar Şafi, Maliki ve Hambeli mezheplerine göre kadın nikah masasına oturamaz. Peki Resulullah ne demiştir? Az önce hadisi şey yaptık bakire kızı. Resulullah’ın sözü ayrıca diyor ki; “el eyyum ehakku bi nefsi veliyyiha vel bi kurtus ezen ve iznuha sumatuha”. Diyor ki; “dul kadın kendi hakkında karar verme konusunda velisinden önceliğe sahiptir”. Çünkü bunun başından bir tecrübe geçmiş. Bırak da kararını kendisi versin. Ama gene de marufa uygun olmalı. Gene kontrolsüz değil yani. “Vel bi kurtus ezen” diyor; “bakireden de izin alınır”. Yani evlendirmek için kızım bak falanca seninle evlenmek istiyor, sen istiyormusun? Arzu ediyormusun. Eğer susarsa, köy yerlerini düşünün eski şeyleri. Bugün okullar var, insanlar çeşitli şekillerde açılmışlar. Bugün bile bakire kızlar bu konularda babalarıyla konuşmaktan çekinirler de anneleriyle daha çok konuşurlar. Susarlarsa diyor anlayın ki razı. Bu kadar. Ondan sonra evlendirebilirsiniz diyor. Yani Resulullah’ın bu konuda söyledikleri sözlerin tamamı kurandan çıkarılmadır. Şimdi mezhepler ne yapmıştır. Şafi, Maliki ve Hambeli mezhepleri bu ayeti nasıl delil almışlar bir bakın şimdi. Ayetin boşanma ile ilgisini kesmek için çünkü bakireler, dul ve boşanmış kadınlar hepsiyle ilgili bu ayeti alıyorlar. O diğer ayetin birisinin ne hale geldiğini gördünüz. Dolayısıyla “ve izâ tallaktumun nisâe fe belagne ecelehunne” oraya kadar kısım yok. Onu almıyorlar. Ondan sonra “men kâne minkum yu’minu billâhi vel yevmil âhiri zâlikum ezkâ lekum ve ather” o kısım da alınmıyor. Yani “bu sizin içi daha hayırlıdır” öğüt kısmı. Tamam neyse. Hüküm ile ilgili kısma gelelim. Bakın görüyormusunuz? “Marufa uygu olarak anlaştıkları zaman”. Bu, cümlenin şart kısmıdır. O kısmı da almamışlardır. Ne diyor Allah? Fe lâ taduluhunne: onlara engel olmayın”. “İzâ terâdav beynehum bil ma’ruf: marufa göre anlsşmışlarsa” şart. Bu şart varsa engel olmayın. Şart kaldırılıyor. “Marufa göre anlaşmışlarsa kısmı alınmıyor. Böyle bir şey yeryüzünde olabilir mi? Ben burada ders yaparsam siz gelirsiniz. Yapmazsam gelirmisiniz? Sizin buraya gelmenizin şartı bizim burada ders yapmamız değil mi? Şartı kaldırırsanız geriye ne kalır? Üç mezhep. İbni Kudame’den baksınlar. Mezheplerin bütün kitaplarına baksınlar problem değil ama daha kolay bakmak isteyenler güvendikleri bir kitap. İbni Kudame’nin El Múni’sine baksınlar. Eş Şerhul Kebir’ine baksınlar. Peki ne dedi? “Koca adaylarıyla evlenmelerine engel olmayın”. Bakın, “koca adaylarıyla evlenmelerine engel olmayın” kısmı. “Fe lâ tâ’dulûhunne en yenkıhne ezvâcehunne”. Şimdi bu üç mezhep diyor ki; kadın bakireyse babası onu istediği kişi ile evlendirir diyor ona sormasına gerek yok. Peki bunu söyleyen bir kişi, az önceki Nur suresi 33.ayete doğru mana verebilir mi? Onun tamamını bitirmişler onun için. O ayet tamamen acayip bir hale getirilmiş. Haşa Allah zinaya yaklaşmayın diyor, zina ile ilgili ayetlerin hükümlerinin anlatıldığı Nur suresine efendim diyor eğer namuslu kalmak istiyorlarsa zaten “feteyâtukum” kelimesi hürler için de kullanılır. Şimdi birisi kalkıp diyor ki verdiği manada; hizmetinizdeki genç kızlar diye mana veriyor. Eğer namuslu kalmak isterlerse para kazanmak için fuhuşa zorlamayın. Adam diyecek ki; yanındaki kızı fuhuşa zorlayacak, kendisiyle ilişkiye zorlayacak diyecek ki; ben para kazanmak istemiyorum ki. Ve ayeti delil getirecek tamam mı? Bir başkası da afedersiniz genelev açacak, zaten diyecek ki bunları zorlamıyorum kendisi çalışıyor. Dolayısıyla aldığım para helaldır. Benim kayınpederim, tanıyanlar bilir Erzurum’un en önde gelen ulemasındandır. En tepe hocalardan bir tanesidir. O bana anlatmıştı. Orada, ismini söylemeyeyim adam öldü demiş ki; “genel evdekilerin kazancı en helal kazançtır”. Bu tür şeylerden. Düşünebiliyor musunuz bakın Allah’ın yaklaşmayın dediği şeye ne anlamlar yüklüyorlar görüyor musunuz. Peki burada ne diyor? Diyor ki “koca adaylarıyla evlenmelerine engel olmayın”. Şimdi engel olmayı sözü, kadınların bir yetkisi olduğunu gösteriyor mu.? Bakın şartı kaldırdılar. Ama gene yetmiyor. “Engel olmayın” sözü, kadınların yetkisinden şey yapıyor. Yetkisi olmasa “engel olmayın” denir mi? Ondan sonra da ne yapmışlardır biliyor musunuz? Bakın şimdi. Neyse onu daha sonra. Hanefi mezhebi ne yapmıştır? Hanefi mezhebi engel olmayın kısmını da almamıştır. Hanefi mezhebinin delil olarak aldığı El Mebsud’da. El Mebsud’u göstersene görsün arkadaşlar. El Mebsud’un 6.cildi. Hanefi mezhebinin en temel kitabıdır. “Koca adayları ile evlenmelerine”. Bu kadar ayetten iki kelimeyi delil almışlardır. 30 cilddir bu. Ben, İstanbul Müftülüğü’ne 1976’da geldiğim zaman bu kitapları okumuş olarak geldik, herkesin ağızı açıkta kaldı. Ooo! Mebsud’u okudun. Bedaus Sanai okudun! Vay be falan. Biz de bir şey zannediyorduk kendimizi. Bakın delil ne? “En yenkıhne ezvâcehunne”. Koskoca ayetten iki tane kelimeyi delil alıyor. “Eşleri ile evlenmeleri”. “Engel olmayın” yok. Niye engel olmayını kaldırmıyorlar? Bir de Islıhat-ı Fıkhiyye Kamusu’nun ikinci cildini versene bana. Şafi, Hambeli ve Maliki mezhebi diyor ki; kadın nikah masasına oturmaya hakkı yoktur. İster dul olsun ister bakire olsun farketmez diyor. Ne kendini temsil edebilir, ne başkasını temsil edebilir ne şahitlik yapabilir.
EDLİRA İNCEKARA: Özellikle Hocam’ın anlattıklarını dinledikten sonra Roma hukukundaki kadının hukuki statüsü çok tanıdık gelecektir bize. Öyle ki Roma’da önce hukuk kişisi olmak için önce kişi olmak lazımdı. Hukuk kişisi olmak için de Roma’da üç şarta başlıdır. Birinci şart hür olmak. Yani köle ise Roma hukukunda bir kişi, hukuki anlamda kişi değildi. Yani hukuk, onu bir kişi olarak kabul etmiyor. Yani Hoca’mın biraz önce anlattığı mukatebe sözleşmesini Roma’da görmemizin imkanı yok. Çünkü köle sıfatı ile bir sözleşmede taraf olamaz. İkincisi Roma vatandaşı olmak önemli Roma’da. Bir yabancı da Roma hukukunun bir kişisi olamaz. Üçüncüsü de vesayet altında olmamak. Roma’da doğan her kişi önce ailenin vesayeti altındadır. Ailesinin bu vesayeti “patria poteista” yani baba hakimiyeti diye adlandırılıyor. Çocuklar belli bir yaşa kadar bu vesayet altında. Onların kanuni temsilcileri de babaları. Erkek çocukları belli bit yaştan sonra bu vesayetten kurtulabiliyor. Kadınlar ise kesinlikle bu vesayetten kurtulamıyorlar. Evlense dahi babası, ya o kız üzerinde vasi olmaya devam eder ya da Roma’da görülen ikinci evlilik şekli olan veayetiyle evlendirir kızı. Yani manus zaten el anlamına geliyor. Hatta bizde tanıdık bir kavramdır. Kızın elini isteme. Hani aslında Roma’dan geldiğine inandığım bir kavram. Aslında kızın üzerinde hakimiyetini istiyor damat adayı bu durumda. Roma’da kadın, Roma hukukçularına göre kadın, erkeğin faydası için yaratılmıştır. Onun hizmetine tahsis edilir. Bunlar, Roma hukukunun kitaplarında yazılı terimler. Erkek, kadını her şekilde cezalandırabilir. Öldürmek ve köle olarak satmak dahil. Son dönemlerde bu sınırlandırılmış olsa da bir erkek Roma’da kadını her şekilde cezalandırabiliyor. Üçüncüsü de kadın hiç bir şeye mâlik olamaz. Ne kendisi ne de çocukları ona ait değildir. Çeyizi ile beraber kocasına aitlerdir. Roma hukukunda kadın, hukuk cahili, akıl yetersizi, cinsi zayıf ve ruhu hafif olarak nitelendirilmiştir. Bu sebeplerden dolayı da her zaman vesayet altında tutulması şarttır. Hiç bir şekilde bir kadı Roma hukukuna göre azıcık hakları olsa bile bu hakları kullanma ehliyetine sahip değildir. Yani bir hak ehliyeti var ama hukuk anlamında bu hakları kullanma ehliyeti yoktur. Kadın aslında Roma hukukuna göre Roma vatandaşıdır. Roma’da doğduysa kadın, annesi babası da Romalı ise Roma vatandaşıdır ama bu kadın her ne kadar Roma vatandaşıysa da Romalı gibi davranmaya hakkı yok. Roma’da kadının yeri evidir. Kamu alanında kadının rahibe olmadığı müddetçe hiç bir yeri yoktur ve sadece dini törenler için evden dışarı çıkması caiz görülmüştür. Kadının aynen hukuk kitaplarında, felsefe kitaplarında bu şekilde yazılıdır. Roma’da kadının yeri evidir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kadının adı var mı Roma’da.
EDLİRA İNCEKARA: Hayır. Roma’da kadının adı yok. İncekara ya mesela soy ismim ben incekara 1. Eğer bir başka biri olsa İncekara 2. Üçüncü kız olsa İncekara 3. O şekilde devam ederdi. Mesela Julya aslında bir soy isimdir Roma’da. Ama çok tanıdığımız, Roma hukukundan çok iyi bildiğimiz bir isim. Yasa da var Julya ile alakalı Julya yasası diye. Kadınların zina suçundan dolayı öldürülmemesi ama sürgün edilmesini öngöre bir yasa. O şekilde yani hukuki anlamda Roma’da kadının nerdeyse hiç bir alanı yoktur diyebiliriz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Evlenene kadar babasının adıyla, evlendikten sonra kocasının adıyla anılıyor değil mi?
EDLİRA İNCEKARA: Evlenene kadar babasının adıyla. Evlendikten sonra kocasının soyadını alıyor. Yani babasının soyadını ismi olarak taşıyor yani ailesinin adını isim olarak taşıyor, evlendikten sonra ise kocasının soyadını alıyor. Kendi özel adı yok. Zaten kadının Roma’da herhangi bir hukuki işlem yapma yetkisi yoktur. Mirasçı olabiliyor ilginç bir şekilde. Roma hukukunda kadına miras hakkı tanınmıştır. Büyük erkek çocuktan veya dededen vesaire kalırsa eğer bir şey babasına mirasçı olabiliyor, eşine mirasçı olabiliyor. Aslında bugünkü anlamıyla bir mirasçılıktan çok o bir mirasın geçişini sağlamak için bir halka olarak tanımlayabiliriz kadını. Babadan anneye, annede çocuğa geçmesini sağlamak için. Ama kesinlikle vasisi olmadan kadın hiç bir işlem yapamaz. Bu mirası dahi kabul edemez. Köle sahibi olamaz. Herhangi bir şekilde hediye ederse eğer o hediye kabul etmesi bile vasisi kim ise babası veya kocası veya kocası ölürse baba tarafından en yakın erkek akrabası vasisi oluyor. Yoksa eğer Roma yasalarına göre devlet kurumu var ki kadının vesayetini denetlemek zorunda. Yani kadın herhangi bir şekilde vesayetsiz kalmaz. Toplumun başına bela olmasın. Roma hukukuna göre kadının eğitilmesi şarttır. Roma kadınlarının çoğu okuma ve yazma biliyor. Bunu da iyi anne olmak için. Her ne kadar çok iyi eğitilmiş kadın olursa evliliği de o kadar kolaylaşacak. Neden? Çünkü yasalarda kadın sadece eş veya anne olarak geçiyor. İyi bir eş veya iyi bir anne olmasını sağlayacak unsurlardan bir tanesi de bu kadının iyi eğitimli olması, okuma yazma bilmesi, yün eğirmeyi bilmesi ve evinde oturabilmesi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Nikahı nasıl tarif ediyorlar.
EDLİRA İNCEKARA: Roma hukukunda nikah, iki taraflı bir sözleşmedir. Ama kesinlikle ve kesinlikle kadın bu sözleşmenin bir tarafı değildir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak gördün mü kadın, sözleşmenin tarafı değildir. Üç mezhep ne diyor? Kadın sözleşmenin tarafı olamaz diyor. Çok açık ve net söylüyor. Kadını babası ya da velisi temsil eder. Eğer babası, velisi temsil etmiyorsa nikah geçersizdir diyor. Dolayısıyla Hanefi mezhebine göre kıyılmış nikahları Şafi, Maliki ve Hambeli mezhepleri geçersiz sayar. Doğan çocukları veledi zina sayarlar. Gerçi sonradan bir değişiklik var. Mezhep ihtilafı falan diyerek bir takım istisnai durumlar var. Yani Roma’da evlilik, erkeğin kadının cinselliğinden yararlanma hakkını elde etmesi için yapılan sözleşme. Böyle tanımlanmıyor mu?
EDLİRA İNCEKARA: Evet. Az çok o şekilde tanımlanıyor. Doğal bir hukuki işlem olarak görülüyor. Yasalarda şekle bağlı tutulmuş. Kadın kesinlikle ve kesinlikle bu nikahın konusudur, tarafı değildir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Konusu kelimesi de mezheplerin ifadesidir. İbni Kudame böyle diyor. Diyor ki; kadın, nikahın konusudur yani şunun gibidir: bir alıcısı ve satıcısı olmalıdır diyor. Dolayısıyla kendisi nikahın tarafı olamaz. Yani şu, alıcı satıcı olabilir mi? Bu olamayacağı için kadın da nikahın tarafı olamaz diyor. İsteyen, İbni Kudame’ye baksın görür orada ibareyi. Şimdi bir de mesela bugün İslam uleması arasında en akıllı en ileri görüşlü olarak göreceğimiz ki gerçekten de öyle İbni Teymiye evliliği nasıl tanımlıyor. Onu da bizim Doğru Bildiğimiz Yanlışlar kitabından Fatih’ten dinleyelim. Kaynağı da Feteva’sıdır değil mi? Mecmu Feteva. İstersen sayfa numarası da ver.
FATİH ORUM: İbni Teymiye’nin Mecmu Feteva 32. cilt 306 ve 307.sayfalar. Şöyle diyor. “Kadının nikahın konusu sayanlar, alınan mehri evlenmeden boşanmaya kadar bütün sistemlerini bu anlayış üzerine kurmuşlardır. Bu mezheplerden hiçbiri iftidayı yani kadının evliliği sona erdirme hakkını kabul etmemiş, onun yerine muhalağa adını verdikleri bir sistem geliştirmişlerdir. Muhalağa, kadının kocasına vereceği bir mal karşılığında kocanın evliliği sona erdirmesidir. Muhalağa ile ilgili görüşler, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. İbni Teymiye, muhalağanın talak olmadığını ispat için şöyle demiştir. Muhalağa, kadının kendini kocasından kurtarmasıdır. Tıpkı esirin kendini esaretten kurtarmasına benzer.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kime benzetiyorlar? Esire benzetiyorlar görüyor musunuz?
FATİH ORUM: Bu, üç talaktan sayılmaz. Dört mezhebin imamlarına ve cumhura göre esir için fidye vermekte olduğu gibi bu işlemi kadının dışında bir başkası yapabilir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani birisi gelecek erkeğe diyecek ki; karını hul etmem için kaç lira istiyorsun? Şu kadar. Al parayı hul et. Tamam aldım hul ettim. Kadının hiç haberi yok. Belki o akşam evlilik yıldönümü, evde de yemek hazırlamış milleti de çağırıyor. Bir de duyacak ki kocam beni hul etmiş. Niye? Falanca adam para vermiş. Kadını kurtarmışmış esaretinden. Çünkü kadın konu. Ne fark eder ki. Yani ben bunu birisine satsam itiraz etme hakkı mı var?
FATİH ORUM: Yabancı bir kişi köleyi azad etmesi için köle sahibine değerini verebilir. Kişinin maksadı esir için fidye öder gibi kadının kocasının boyunduruğundan kurtarmak ise ödeme yaparken bunu şart koşmalıdır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Görüyor musunuz? Esiri kurtarmak için. Roma’da da vardır bu değil mi aşağı yukarı?
FATİH ORUM: Çünkü muhalağa bedeli kadını kocasına köle olmaktan kurtarmak ve onun kadın üzerindeki hakimiyetini ortadan kaldırmak için verilir. Yoksa bu, kadının kendi üzerindeki hakimiyeti kendi eline alması için değildir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kadın oradan kurtuldu da hür olacak değil. Öyle bir şey yok yani. Köle kadar da değeri yok aslında. Sürekli vesayet altında olacak. Tamamen Roma hukuku mantığı.
EDLİRA İNCEKARA: Zihniyet aynı aslında.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Peki şimdi burada ben daha önce şey yaptım arzu edenler bakabilirler. Bu, El Mebsud. Tabi değişik baskıları var. Bu, Mekke’de basılmış. Burada “babun nikah bi gayrı veliyyin” diye başlıyor. Burada diyor işte “ve kavlu teala “en yenkıhne ezvâcehunne”. Koskoca ayetten iki tane kelime. Öyle bir kelime ki. Bu kelime, bir cümlenin nesnesi konumunda. Arapçada meful yani. Biraz sonra göstereceğim. Şimdi bu “engel olmayın” sözünü niye Hanefiler almıyor. Şafi, Malikiler alıyor da niye Hanefiler almıyor? Çünkü Hanefiler diyor ki; kadın, velisinin denetimine gerek kalmadan evlenebilir. Yani tek taraflı kararıyla evlenebilir. Yani velinin denetimine hiç gerek yok diyor. Şimdi engel olmayın sözü, bir denetimi ifade ediyor. Aralarında marufa göre anlaşmışlarsa kısmı da denetim ifade ediyor, onu zaten mezheplerin hiçbirisi almadı. Kadının eşleşme hakkı olur mu? Yani Allah veriyor ama onlar almıyor. “Fe là tâ’dulûhunne”yi de almıyor “engel olmayın”ı. Çünkü yetkisiz bir adama engel olmayı denir mi? Velinin bir yetkidi olacak ki engel olmayın diyesin değil mi? Ben şimdi sizden birisine desem ki; bizim arkadaşların çalışmalarına müsade edin. Allah Allah! Niye ya, ne yetkim var ki müsade edeyim dersiniz değil mi? İşte bu yetkiyi haber verdiği için engel olmayın kelimesini de kaldırmış almamışlardır. Peki şimdi bakın ayetler ne hale gelmiş. Bak gördünüz mü koskoca ayetten ne kaldı. Hiç yokta iyi değil mi. Valla hiç yok, bundan iyidir. Bunlarla kurana uymuş gibi hava veriliyor. Sadece iki kelime. Hanefi mezhebinde bu iki kelime. Şimdi bu üçüncü kelime de Şafi, Maliki ve Hambeli mezhepleri üçüncü kelimeyi alıyorlar “fe là tâ’dulûhunne: engel olmayın”. Engel omayı sözü, kadının nikahta taraf olabileceğini gösteriyor. Hem velinin yetkisini gösteriyor hem kadının yetkisini gösteriyor. Yani kadının yetkisi olmasa engel olmayın denir mi? Mümkün değil yani denemez değil mi? Yetkisi var ki engel olmayı diyor. Peki bunlar öyle demiş de hem kadın nikah masasına oturamaz diyor hem de “fe lâ tâ’dulûhunne”yi nasıl kabul ediyorlar? İbni Kudame’den alınmış bu Bakara suresi 132. ayette geçen “onlara engel olmayın” ifadesi, “kendinize engel olmayın”a çevrilmiştir. Ayet diyor ki onlara engel olmayın “fe lâ tâ’dulûhunne”. Arapça bilenleriniz lütfen bak “hunne” müteaddi. Bunu ne yapmışlar? Diyor ki; “fe inne adlehe el imtinâu min zevâcihâ ve hâzâ yedullu alâ enne nikaheha inne veliyyi” yani diyor ki; el imtina ne demek? Kendine engel olmak demektir. “Fe lâ tâ’dulûhunne: onlara engel olmak”. Kendinizi geri çekmeyin haline getiriyor. Yani o kelimenin de anlamını değiştiriyor. Sonra bir de şunu söylüyor burada. Diyor ki. O da yetmiyor. Şafi, Maliki ve Hambeli mezhebinde o da yetmiyor. “En yenkıhne ezvâcehunne” kalıyor sadece. Onu ben buraya yazmayı unutmuşum İbni Kudame’de var. Bizim, Doğru Bildiğimiz Yanlışlar’da da var o sayfasıyla, her şeyiyle. “En yenkıhne” fiilinin faili de kadınlar. Bakın: anlaşmışlarsa kısmını kestiler, olmadı. “Fe lâ tâ’dulûhunne” kısmına “kendinize engel olmayın” manası verdiler olmadı. Geriye kaldı “enyenkıhne ezvacehunne”, “enyenkıhne” fiilinin faili kim? Kadın. “Eşleri ile evlenmelerine”. Kadın, fiilin faili ise nikah masasına oturması lazım ki faili olsun. Kadın fail olamaz, ancak velisi olur diyorlar. O zaman da buna ne diyorlar biliyormusunuz? “En yenkıhne”ye? Diyor ki; kadın diyor nikahın konusu olduğu için. 7.cilt 410.sayfa. Oradan okuyayım. El Muğni. Medine uleması ile bu meseleyi konuşurken, bu hepsinin güvendiği bir kitap kimse buna laf dokundurmaz. Hanefiler de buna dokundurmaz. Bakın burada ne söylüyor ona. “Ve adâfehu aleyha: nikahı muzaf kıldı” ekledi yani “aleyha: o kadını ekledi”. Nikah fiilinin failini kadın yaptı. Niye yapmış? “Le enneha mahallehu: çünkü kadın, nikahın konusudur”. Az önce Roma hukukunda olduğu gibi. Görüyor musunuz? Peki bu Şafi, Maliki ve Hambeli mezhepleri, o iki kelimeyi delil almış oldular mı? O da yok bak görüyor musunuz? Bak şartı kaldırdılar olmadı. Diğer ayetleri zaten alamıyorlar. O, büsbütün sistemi çökertiyor. Ondan sonra “fe lâ tâ’duluhunne”ye “onlara engel olmayın”ı “keninize engel olmayın”a çevirdiler yetmedi, “en yenkıhne” fiilini faili de kadın. O zaman ne diyor; kadın nikahın konusu, mecazen böyle demiş bakma sen ona demiş oluyor. Şimdi bu nedir Allah aşkına? Bak Şafi, Maliki ve Hambeli mezhepleri. Ben bunu Medine ulemasıyla konuştuğum zaman adamlar böyle şaşırdı kaldılar. Ne yapacaklarını şaşırdılar. Çünkü bunlara çok güveniyorlar, delilleri çok güçlü. Yani apışıp kaldılar. Peki gelelim hadislere. Haaa! Esas çok ilgiç bir husus daha var. Burada bir şey okuyacağı. Hani siz diyebilirsiniz ki; Hanefi mezhebi ne kadar hürriyetçi bir mezhep değil mi? Bak kadına evlenme yetkisi vermiş. Muteşem bir şey. Değil. Eşleşme yetkisi vermiş. Değil. Şimdi bunuda Uslıhat-ı Fıkhıyye Kamusu’ndan Yahya okuyacak. Bakın nasıl bir şey yapıyor. Bu yetki ne hale getiriliyor onu da görün.
YAHYA ŞENOL: Islıhat-ı Fıkhıyye Kamusu’nun 2.cildinin 23.sayfası paragraf da 108. Burada zorla evlendirilen kadından bahsediyor. Ve şöyle diyor. Mükrehen yani zorlanarak evlendirilen.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Alnına tabancayı dayıyorsun, evlenmeyi kabul etmezsen seni öldürürüm diyorsun. Ya da kılıcı kaldırıyorsun kafana indiririm diyorsun.
YAHYA ŞENOL: Mükrehen vaki olan nikahlar da sahih ve nâfiz olarak münaket olur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sahih ve nâfiz. Geçerlidir, sahihtir ve bu şözleşme yapılmış sayılır diyor.
YAHYA ŞENOL: Binanaleyh böyle bir nikah ademi kefaet gibi bir sebep bulunmadıkça fesh edilemez.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ademi kefaet dediği şey yani kadınla erkek arasında bir denklik yoksa ki onun davasını açma hakkı da aileye aittir kadına değil. Denklik yoksa o zaman. Yani çok fakir bir adam, çok zengin birinin kızını kaçırmamışsa o zaman fesh edilemez diyor.
YAHYA ŞENOL: Çünkü nikah ve talak gibi tasarrufatta hezl yani muvazaa latife ile cid müsavidir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şakayla da nikah yapılabilir. Yani bir kız dese ki milletin yanında-şahid olun demeye gerek yok-“eşim ne yapıyorsun, teşekkür ederim” nikah kıyılmıştır. Duydunuz ya. Bitti. Erzurum’da anlatıyorlar: bakraçların içinde yoğurt satarlardı eskiden. Erzurum müftülüğüne bir adam, bir kızı götürmüş elinde de bir bakraç var. Efendim demiş ben bu kızı kaçırdım bir nikah kıyar mısın aramızda. Müftü de demiş ki; bir bakraç yoğurda nikah mı kıyılır demiş. Kız demiş sen benim eşim olmayı kabul ediyor musun? Ediyorum tabi. Allah’a ısmarladık. Siz de duydunuz bitti. Bari yoğuru bırak demiş. Şimdi tiyatrolar var değil mi? Rol gereği birbirlerine nikahlandılar, Hanefi mezhebine göre geçerlidir. Böyle bir mezhep, “izâ terâdav beynehum bil ma’ruf” kısmını alır mı ayetteki? “Aralarında marufa göre anlaşmışlarsa”. Şimdi ikrahta rıza olur mu? Şakada rıza olur mu? Orada açıkça ifade ediyor, söyle.
YAHYA ŞENOL: Hâzil, yaptığı akdin hükmünü asla kastetmediği ve bu hususta ihtiyârı bulunmadığı halde ikrah sahih olur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hazil/şaka yapan bir kişi şakayla bir arkadaşına benim eşim olmayı kabul ediyor musun, ediyorum. İkisi de şaka yapıyor. İkisi de gerçeği düşünmüyorlar. Ya da rol yapıyorlar. Herkes de biliyor ki bunlar rol yapıyor. Ama diyor fark etmez geçerlidir diyor. Görüyor musunuz? Ayetlere hiç uyan tarafı var mı? YAHYA ŞENOL: Diyor ki; Ma haza ikrah vukuu zevc ile zevceden yani karı ile kocadan her biri tarafından tasavvur olabileceği gibi şahsı salis tarafından da tasavvur olabilir. Yani üçüncü bir kişi tarafından da bir ikrah gerçekleşirse bu da geçerlidir.
ABDULAZİZ BAYINDIR : Yani kadın yakalamış birisini tabancayı çekmiş benimle evleneceksin diyor. Ve bu da kameraya alınıyor. O da tamam diyor millette duyuyor orada. Şahit olun demeye lüzum yok millet duyuyorsa tamam. Adam da evet diyor. Bu nikah geçerlidir. Adam yakalamış, kız kaçırmalar var ya. Tabancayı dayıyor. Hatta kaçırdıkları kızı bir samanlığa hapsederler, evet diyene kadar orada. Aç susuz. Sonunda çaresiz evet der nikah geçerlidir. Kamera kayıtlarını mahkemeye gösterseniz bile mahkeme ne der? Kabul etmeseydin. Roma hukukunda nasıl?
EDLİRA İNCEKARA: Roma’da benzeri var. Roma’da zaten kadının iradesi çok göz önüne alınmadığı için yeter ki onun vasisi..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hanefi mezhebi zaten Roma’ya uymuyor. Herhalde bunlar Sasaniler’e uyuyorlar. Sasaniler’in hukuğu ile ilgili şu ana kadar ben bir şey bulamadım. Eğer izleyicilerimiz arasında bu konuda bir şey bulan varsa lütfen bize yardımcı olsun.
EDLİRA İNCEKARA: Roma hukuku hüküm opmaktan çok zihniyet olarak kabul görmüştür diye düşünüyorum. Kadının yeri çok tanıdık geliyor. Kadının zaten herhangi bir iradesi sözkonusu değil. Özellikle klasik Roma dönemine kadar kesinlikle iradesi söz konusu değil. Evlenmek isteyip istemediği de sorulmuyor. Sanki yasal bir mecburiyet var 12 yaşından küçükleri evlendirmiyorlar. 12 yaşından büyükse eğer kız evlendirilebiliyor Roma’da.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama kadına da hiç bir şey sorulmuyor.
EDLİRA İNCEKARA: Eğer ailesinin sosyal yapısında kaynaklanan bir hoşgörü varsa kıza sorabilir. Hukuken kesinlikle ve kesinlikle ne sormak gibi bir yükümlülük var ne kızın istediğiyle evlendirme yükümlülüğü var ne de nikahta bulundurma gibi bir yükümlülüğü vardır. Akit, kızın vasisi ile damat tarafından gerçekleştirilen bir akittir Roma’da nikah. Kız, törende gelin adayı sadece günümüze kadar gelen Roma hukukundan bahsederken sanki böyle çok antik çağlarda kalmış bir sistem olarak bahsediyoruz ama aslında Roma’nın özellikle sosyal hayattaki etkilerini saydığımız zaman gerçekten bu hukuk sistemi sadece bizim gördüğümüz hukuk sistemlerine değil hayatımızın bütün safhalarına nüfuz etmiş bir sistem olduğunu görüyoruz. Parmağımızdaki yüzükte tutun da nikah törenine kadar ya da kızların gelinliğini beyaz giymesine kadar bunların hepsi Roma’da yer alan vukuu bula gerçekler. Altını çizmek istediğim tekrar, kadın Roma’da kesinlikle törende objeden başka bir işlevi yoktur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Size bir başka örnek vereceğim. İmam Malik’in Muvattası var. Bunu tercüme etmeye fırsat bulamadık ama gerek yok. Buradaki hadislerin manasını biraz sonra göreceksiniz. El Muvatta, hadis sahasında yazılmış ilk eserlerden sayılıyor değil mi? En eski dönemlerde İmam Malik’in Rl Muvattası. Güzel bir hadis kitabıdır gerçekten. Şimdi burada Yahya El Leysi tarafından rivayet edilmiş olan nusha. Şimdi burada bakın sayfa 1098’de rivayet ediyor. Muttasıl rivayette yani Resulullah’a kadar ulaşan senet zinciriyle. Diyor ki; Resulullah şöyle demiştir diyor. “El eyyum ehakku bi nefsi veliyyuha: dul, kendi ile ilgili karar verme konusunda velisinden önceliklidir” diyor. “Vel bikru tusel fi nefsiha” bakire de kendi ile ilgili olarak görüşü sorulur, izni sorulur. Evlenmek istiyor musun kızım diye sorulur. Evet derse izin verirse tamam. “Ve izniha sumutuha: susması izin sayılır” diyor. Ondan sonra diyor ki gene Ömer Bin Hattab(ra)’a şey yapılmış. O da bir söz söylemiş. Demiş ki; “la tukehul mer’etu illâ bi izni veliyyuha: kadın, velisinin izni olmadan nikahlanamaz” demiş. Tabi nikah yapacak kadın ama veli sadece onay veriyor. Bugün gidiyorsunuz evlendirme dairesine, evlenmenizde bir sakınca yoktur deniyor. Velinin yapacağı denetim odur. Şerri olarak evlenmede bir sakunca var mı uok mu o kadar. Onun dışında yapacağı yetkisi yok. Diyor ki; “elzir rey’i min ehliha” velisi yoksa aileden görüş ortaya koyabilecek güçte olan birisinin görüşüyle onlar da kabul etmeyebilirler. “Evis sultan” ya da yetkili makam. Yetkili makama gider. Babası razı değil, onlar razı değil. O zaman gider yetkiliye. Kadının hukuki şahsiyetine hiç bir şekilde dokunulmuyor ama sadece evliliğin yanlış yapılmaması için müdahale ediliyor. Burada hadis tekniği açısından bakın, ikisi de bir birini şey yapan. İmam Malik demiş ki; “ennehu begahu enne el kasım ebne muhemmed ve salim bin abdillah süleymane yaser kane yekulune fil bikri yuzebbicuha gayrı bi izniha ine zalike lazımul leha”. Resulullah’ın sözü geçti, bir şey yok. Ömer(ra)’ın sözü geçti, tamamen kurana uygun. Diyor ki; “bana ulaştığına göre”. Hatta yukarıya bakayım. Bana ulaştığına göre Kasım Bin Muhammed 1094 numaralı hadiste Kasım Bin Muhammed ve Salim Bin Abdullah. Kasım Bin Muhammed dediği kişi Ebu Bekir(ra)’ın oğlu Muhammed’in oğlu Kasım. Ebu Bekir(ra)’ın oğlu Muhammed, veda haccına giderken Zulhuleyfe’de doğmuştu. Annesi orada doğum yaptı oradan devam ettiler hacca. Ve Resulullah da veda haccından üç ay sonra vefat etmiştir. Demek ki Muhammed, Resulullah vefat ettiği zaman en fazla 4. aydaydı. O kadar. En fazla 4 aylık bir çocuktu. Şimdi bunun oğlu Kâsım Ve Salim bin Abdullah. Ne diyor burada? “Kâna yunkihâni benâtihim el ebkâr ve lâ yesta’miranihinne”, “bunlar, bakire kızlarını evlendirir ama onlara sormazlardı”. Ya ben kızımı evlendirdim. İçinizde kızlarını evlendirenler. Ben kızımı evlendirirken aramızda geçen konuşmayı kim bilebilir sizden? Böyle bir şey olur mu? Çıkıp da dışarıda “beyler ben, kızımka konuştum şöyle şöyle”…ya böyle şey olur mu? Onlardan gelen bir söz yok. Bakire kızlarını, onlara sormadan evlendirirlerdi. Peki. “Kale Malik; İmam Malik dedi ki”. Burada geçiyor. “Vadeil kelamur indena: bize göre de bu böyledir dedi”. Ya sen ayete uymadın, Resulullah’tan gelen söze uymadın, Ömer(ra)’a uymadın, bir de Allah’tan korkmadan kalkarlar bize, yok efendim sahabeyi inkar ediyor, hadisi inkar ediyor. Kim inkar ediyor Allah aşkına bakın yaa. İnkar eden kim? Duygusal davranmayın lütfen. Ondan sonra diyor ki:;”kale zalike kelamur indena fi nikhil ebkar:bakirelerin evlendirilmesi bize göre de böyledir. “Kale Malikun fe leyse lil bikri cevazun” ondan sonra bir başka konu. Şimdi Şafi, Maliki ve Hambeli mezheplerinde bu üç mezhebe göre diyelim ki İstanbul Tıp Fakültesini bir kız bitirmiş. Büyük bir sevinçle diplomasını annesine babasına gösterecek. Köyüne gidiyor. “Kızım, ne güzel bitirmişsin. Gel kızım seni bizim ağanın 4. karısı olarak evlendirdik”. Şimdi size tuhaf gelir ama bu üç mezhebe göre bu kızın o evliliği kabul etmek dışında tek seçeneği vardır intihar. Güneydoğu’da efendim töre cinayeti varmış! Ne töresi ya din cinayeti. Niye bunun üstünü örtmeye çalışıyorsunuz? Bu, indirilen dinin cinayeti değil uydurulan dinin cinayeti. Şimdi gelelim diğer hadislere. Bakın şimdi mezheplerin ayetleri almadığını gördünüz değil mi? Hadisleri almadığına da bakın. “Hizam adında bir kişi dul kızı Hansa’yı nikahlamıştı. Ama kız, bu evliliği istemiyordu”. Bu dulun evliliği. Bakın aşağıda bütü hadis kaynakları var. Doğru Bildiğimiz Yanlışlar’da onu bulabilirsiniz. “Allah’ın Elçisi sav’e geldi ve durumu anlattı kız. O da babasının kıydığı nikahı geçersiz saydı. Sana sormada olmaz dedi. Sonra kadın, Ebu Ulbab Abdul Munzir ile nikahlandı”. Şimdi bu hadis. “Bir bakire kız, Aişe’nin yanına geldi”. Bu da Nesai’de, İbni Mâce’de falan. “Ve babam beni kardeşinin oğlu ile evlendirdi ki benimle kendi konumunu yükseltsin. Ama ben bundan hoşlanmıyorum dedi”. Ama şimdi haksızlık etmeyelim. Dullarla ilgili olarak Şafi, Maliki ve Hambeli mezhepleri, kadının görüşünü mutlaka sorarlar. Orada bir yanlışlık olmuş. Mutlaka sorarlar yani. Bakireler ile ilgilidir onların görüşleri. Şu hadisle ilglidir. “Bir bakire kız Aişe’nin yanına geldi. Babam beni kardeşinin oğluyla evlendirdi ki benimle kendi konumunu yükseltsin ama ben bundan hoşlanmıyorum dedi. Aişe’ Allah’ın Elçisi(sav) gelinceye kadar otur dedi. Sonra Allah’ın elçisi geldi. Kız durumu Ona haber verdi. O hemen babasına bir adam gönderip çağırttı. O konudaki yetkiyi kıza verdi. Kızı, sen kiminle istersen evlenebilirsin dedi. Kız dedi ki; Allah’ın Elçisi, aslında ben, babamın yaptığına izin vermiştim ama bu konuda kadınların bir hakkı var mı yok mu onu öğrenmek istedim”. Üç mezhebe göre var mı hakkı? Bakire kız. Bakın var mıymış? Hani hadislere uyuyorlardı? Diyor ki “dul kadın, kendisiyle ilgili olarak velisinden daha çok hakka sahiptir. Bakirenin kendisiyle ilgili görüşü sorulur. Bakire konuşmaktan utanır. O da dedi ki; susması onay vermesi demektir”. Onay vermeden olmaz yani. Zaten iradesi yoksa nikah kıyılamaz. Bu hadis de gitti mi? Bak “Bakirenin susması onay vermesidir” yine hadis olarak. Dulla ilgili kısmı uyguluyorlar da bakire ile ilgili kısmı şey yapmıyorlar. Bakın şimdi burada Hanefi mezhebinde de bu yok. Niye yok? Az önce okudunuz. Çünkü izini bırak alnına tabanca dayadığı zaman da nikah geçerli oluyor. Yani bu mezheplerden hiç birisi bir tek dulla ilgili kısmına uymuş. Hanefiler ona da uymamıştır. Şafi, Maliki ve Hambeliler dul ile ilgili olarak görüşü sorulur diyor ama dul nikah masasına gene oturamaz. Nikahta şahitlik gene yapamaz. Şahitlik Roma’da yapamaz değil mi? Yapamaz.
EDLİRA İNCEKARA: Zaten hiçbir hukuki işlemin parçası olamaz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu hadis de gitti mi? Ne kaldı geriye? Hadi güle güle. Şimdi gelelim şeye. Burayı da sen oku Yahya.
YAHYA ŞENOL: Zaten kaç haftadır ben okuyorum.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ezberledin, sen oku. Hatta ondan önce Ali Bardakoğlu’nunkini oku. Ali Bardakoğlu’nun değerlendirmesi. Bakın ki Ali Bardakoğlu’nun değerlendirmesi doğru mu yanlış mı?
YAHYA ŞENOL: “İslam toplumunda hukuk tefekkürünün ve bunların ürünü olan bilgileri oluşumunda kuran, sünnet, icma, kıyas hiyerarşisi doğru değil, belki bunun tersi doğrudur”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yanlış mı söylemiş. Var mı kuran? Evlenme ki son derece önemli bakın. Aile kuruyorsunuz. Var mı kuran dört mezhepte de var mı? Sünnet var mı? İcma var mı? Okuduk yani. Kıyas da yok. Neye kıyaslıyorsun ki? Ya bir ayete ya bir sünnete kıyaslayacaksın. Onun için yazmışlar hukuku, siz delil bulun buluşturun, oluşturun bir şeyler.
YAHYA ŞENOL: “Belki bunun tersi doğrudur. Yani oluşumda asıl belirleyici faktör reydir. Bütün fıkıh külliyatının rey üzerine, bireysel çaba ve bakış açısı üzerine kurulduğunu söylersek abartmış olmayız. Bunlar arasında daha az işlevsel olanı sünnet, en altta da kuran yer alır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten sünnetin hiç olmadığını da gördünüz.
YAHYA ŞENOL: “Bunu ifade etmek belkide müslümanların inançlarıyla, dine bakışlarıyla, tevhid akidesiyle ilk planda çelişki gibi olacağı düşünülerek daima bu tersten kuran-sünnet-icma-kıyas olarak ifade edilmiştir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani müslümanların güveni sarsılmasın diye. Usulü fıkıh diye saçmalıklar sistemi oluşturulmuş. Fıkıh usulü falan diye ki bizim talebeliğimizde en çok öğrenmek istediğimiz şeydi. O zaman İmam Şafi’nin Er Risalesi’ni de okumuştum büyük bir zevkle. O zaman onları okuyanlar oooo nasıldı! İmam Şafi’nin Er Risalesi ile ilgili bir kaç kelime söylesene.
EDLİRA İNCEKARA: İmam Şafi’nin Er Risalesi aslında geleneksel İslam mezhepler hukukunda ilk sistematik hukuk kitabıdır değil mi Hocam?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Öyle kabul edilir. Bugün hala çok etkindir. En etkin olan odur şu anda.
EDLİRA İNCEKARA: Çünkü ilk defa İslam hukukunda mezhepler hukukunda diyelim olaya ilk defa bu kadar sistematize edilmiş bir eser söz konusu. Bu esere de baktığımız zaman kazoistik bir hukuk sistemine sahip bir eserdir. Yani soyut bugünkü hukuk kitapları gibi bir kitap değildir. Olaydan sonuca, olaydan hükme varan bu tarz olayları içeren bir kitaptır. Bu da Roma hukukunun tipik bit örneğidir. Roma hukuk kitaplarının hepsi günümüze kadar gelen ve modern hukukun da başucu olan kitapların hepsi kazoistik yani olaydan sonuca, olaydan görüşe götüren hukuk kitaplarıdır. Aynı zamanda yapılan bazı çalışmalar, İmam Şafi’nin bu eserini ilk kez hukuk usulü ile alakalı bir eser olduğunu islam hukukunda fikrine de rastlıyoruz. Aynı zamanda yapılan diğer çalışmalarda Yunancaya çevrilen ve aynı zamanda Bizans’ın da hukukunun en büyük kaynağı olan İcestsoma Roma hukuku kitabıyla çok büyük benzerlikler arz etmektedir. O kadar büyük benzerlikler taşıyor ki olayların aynısı geçiyor sadece mesela kölelerin ismi değişiyor. O kadar bir benzerlik söz konusu. Aynı zamanda mülkiyet hakkıyla alakalı o terminolojide çok ciddi benzerlik söz konusu. Öyle bir şey ki daha önce mesela İslamın hakim olduğu topraklarda görülmemiş veya duyulmamış olaylar ilk kez o kitaplarda yer alıyor. Belli ki hani nasıl belli? İktibâsı belki ıspatlamak çok zor ama kitapları, eserleri kıyasladığınız zaman o çok net ortaya çıkıyor ki bu tarz uygulamalar ve çalışmalar daha önce Roma’nın hakim olduğu yerlerde ve devletlerde uygulsnmıştır ve o şekilde de uyarlanmıştır. Daha doğru ifade etmek istiyorsak eğer uyarlanmış bir hukuk çalışmasıdır İmam Şafi’nin Risalesi. Zaten Bağdat’ta bahsettiğimiz dönemde ortaya çıkan bir çalışma. İmam Şafi’nin özellikle İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin öğrencisi olan Şeybani’nin yanında iki yıl gibi bir süre kalıyor. Bir iftiraya uğruyor İmam Şafi mezhepler tarihine göre. Orada bir iftiraya uğruyor ve o iftirada sonra İmam Şeybani’nin yanında kalıyor. O zaman İmam Şeybani’nin görevi çok önemli. Kadul Kudat görevinde Abbasiler’de. Yanında ciddi bir fıkıh çalışması..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ebu Yusuf olmasın. Kadul Kudat değil de Rakka kadılığı yapmıştı İmam Şeybani. Tabi itibarlı bir yeri vardı.
EDLİRA İNCEKARA: Olabilir. Önemli bir görevi var. O yüzden bu dönemin sonunda usulu fıkıh Risale gibi çalışmalar ortaya çıkıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi Ali Bardakoğlu’nun teklifi nedir bir de onu oku. Ali Bardakoğlu biliyorsunuz Kuran Araştırmaları Merkezi var, Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış, İslam hukuku profesörü. Aynı zamanda İstanbul Hukuk Fakültesi mezunudur. Ve şu anda Kuran Araştırmaları Merkezi’nin de başkanıdır. 29 Mayıs Üniversitesi’nde. Şimdi Ali Bardakoğlu’nun kuran ile ilgili görüşü nedir onu bir dinleyelim.
YAHYA ŞENOL: Demiş ki; “biz istiyoruz ki bizim kurduğumuz medeniyette kuran mutlaka belirleyici olsun. İnandığımız kitabın daha aşağı bir rol üstlenmesine gönlümüz ve dindarlığımız razı olmuyor. Bana öyle geliyor ki kuranın bir medeniyet kurmak gibi bir işlev ve amacı olmaz. O sadece, bilinene ilahi hikmet açısından bir bakış ve yorum getirir. Kuran ve sünnet bir bakıma, ulaşılan sonuçların meşruiyet tabanını oluşturur kaynağını oluşturmaz”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ulaşılan sonuçların meşruiyet tabanını oluşturur ne demek? Müslümanlar zannedecek ki bu, kuran ve sünnetin hükmüdür. Ama aslında kaynak o değildir. Görüyorsunuz değil mi? Ama bu tespit doğru fakat teklif doğru mu? Bundan sonra da böyle gitmesi lazımdır diyor. Tamam mı? Peki şimdi yine bu Kuran Araştırmaları Merkezi’nin Hocalarından ve 29 Mayıs Üniversitesi hocalarından Prof.Tahsin Görgün’ün teklifine bakalım.
YAHYA ŞENOL: O da şöyle demiş; “Bugün yaşanılan en önemli sıkıntı, zaman içerisinde geçersiz hale gelmiş olan sünnet yerine neyi ikame edeceğimiz”..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kuran zaten geçersiz, sünnet de geçersiz hale gelmiş
YAHYA ŞENOL: “Veya sünneti nasıl ihya edeceğimizdir. Çünkü kuran, başında sünnet vasıtasıyla tahakkuk ettiği gibi bugün de sünnet veya sünnet yerine ikame olacak başka bir şey vasıtasıyla tahakkuk edecektir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sünnetin yerine bir şey koyacağız demek oluyor. Kuran yok zaten de o zaten hesap dışı ama sünnetin yerine başka bir şey koyacakmışız. Neymiş bakın.
YAHYA ŞENOL: “Temel soru, bunun umera mı yani devlet mi, toplum yani ümmet veya millet mi, fert mi, belli bir sınıf mesela ulema mı yoksa bunlardan farklı şey. Mesela kitaplar mı olduğu noktasında düğümlenmektedir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Umera/devlet dediğiniz zaman ne oluyor? Parlemento oluyor değil mi? Servet Bayındır anlattı iki gün önce. Eşi, Sakarya İlitam’da öğrenci. Diyor ki; orada imtihan sorularını gördüm diyor. Usulü fıkıh dediğimiz şeyde sorulan sorulardan birisi: aşağıdaki kelümelerden hangisi kuranın tanımına uymaz. Dört-beş tane yapmışlar. Hüküm kaynağıdır. Uymayan o. Doğru cevap o. Hüküm kaynağıdır dersen yanlış yapmış olursun. Peki Allah ne diyor? “Fe men lem yahkum enzelallâh fe ulâike humul kâfirun”. Şimdi bizi suçlayanlar lütfen şu mezheplerden hangisi Allah’ın indirdiği ile hükmetmiş söyler misiniz? Bir tanesine hükmettiğini söyler misiniz? Bunlardan hangisi Resulullah’ın sünnetine uymuş? Geçen hafta bizim fakültede İslam hukuku doktora öğrencilerine okutulan bir yazı var. Bak böyle olmalısınız dedikleri bir yazı. Yazı da Prof. Dr. Mehmet Erdoğan’a ait. Mehmet Erdoğan da Marmara Üniversitesi hocalarındandır. Fıkıh hocasıdır. Şimdi o ne demiş oku bakayım. Abdurahman okuyor. Kaynağını da söyle istersen.
ABDURRAHMAN YAZICI: Mehmet Erdoğan Hoca, Garipçe isimli bir blokta yazı yazıyor zaman zaman. İşte, gündeme dair, çeşitli konulara dair görüşlerini burada çeşitli ufak şeyler halinde yayınlıyor. Onlardan bir tanesinin başlığı da Ayet ve Hadislere Dönmek şeklinde. Burada daha önce belki katılmışsınızdır Hocam.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben artık katılmıyorum o toplantılara. Bir anlamı yok.
ABDURRAHMAN YAZICI: Konya’da yaptığı bir konuşmayı Metin Yiğit diye bir genç ilim adamının bir yerde değerlendirmesi hasebiyle alıyor. Oradaki konuşma da şöyleymiş Erdoğan Hoca’nın: “ayet ve hadislere döneceğiz dedi. Oysa ayet ve hadise dönmek demek kaos demektir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Ayet ve hadislere dönmek kaos demektir”. Bunu söyleyen kim? Bunu bugün Türkiye’de herhangi bir müslüman sayılmayan kafir sayılan biri söylese ne olur millet? İsyan ederler değil mi? Bunu söyleyen kim? İlahiyat fakültesinin hocası. Ayet ve hadislere dönmek kaos demektir diyor. Çünkü bunlara mesela bizim Kartepe’de yaptığımız toplantıda bizim fakültenin dekanı arkadaşımız şey yaptı o zaman daha doçentti. Orada bize epeyce bir şeyler konuştu konuştu özel çay içerken. Mürteza Bedir. Dedim ki; ya Mürteza Bey, bu kadar konuşuyorsun yani o kadar havada şeyler söylüyorsun, hiç ayakları yere değmeyen şeyler söylüyorsun. Bir örnek üzerinden konuş da anlayalım dedim. Örnek vermek zorunda değilim dedi. O zaman ne konuşuyorsun sen ya! Peki buna göre çözdüğünüz bir problem var mı dedim? Biz problem çözmek zorunda değiliz. O zaman senin işin ne? Ve bizim fakültede benim odama geldi ve beni nasıl suçluyorsun? “Sen, kurana ve sünnete uyuyorsun, bu olmaz” diyen adam. Bak haklı değil mi? Orada ne diyor? Kaos olur diyor. Peki şimdi, şu anda ey İslam düşmanları, her yeni açılan ilahiyat fakültesinden dolayı bayram yapın. Çünkü kurandan ve sünnetten bu millet biraz daha uzaklaşacak. Kimmiş sünnet düşmanı? Hadi bakalı söyleyin. Çıksın bir tanesi de bir satırlık yazı yazsın. Dersin başında söyledim. Hadi bakalım. Doğru Bildiğimiz Yanlışlar’da açın okuyun bütün ilgili ayetler vardır. Bütün ilgili hadisler vardır. Hepsi arasında yüzde yüz uyum ortadadır. Edlira Hanım’ın konuşmasının başında söylediği gibi kuran ve sünnetin ortaya koyduğu hukuk evrenseldir. Yeryüzünde buna itiraz edecek bir tek insan çıkamaz. Çıkar mı? Mesela bir şey söyledin. Arkadaşlarım müslüman olmak istiyor diye bir şey söyledin az önce ve engel oluyor diyordun değil mi?
EDLİRA İNCEKARA: Sonuçta siz gerçek İslam ile tanışmak istediğiniz zaman karşınıza büyük ihtimal bu tarz yaklaşımlar bu tarz bir zihniyet karşınıza çıkıyor. Bu çok zorlaştırıyor. Özellikle de kadınlara. Yani bir erkek için belki çok sıkıntılı olmayabilir. O hayatını idame edecek kadar ilkeleri öğrendikçe sonra işte namazını kılar, ibadetini yapar, müslüman da olur yani. Ama bir bayan açısından bir kadın açısından, okumuş bir yerlere gelmiş kadın açısından hani hukuki iradenin yok sayılması, ömrünü aynı Roma hukukundaki gibi. Nasıl anlatabilirsiniz ki. En gelişmiş din, son indirilen dinin hukukunda bir kadının konumu, bunda iki bin yıl önce uygulanan Roma hukukundaki konumuyla aynı. İnsanlara bunu açıklamak gerçekten çok zor ve sadece gerçek kurandan kaynaklanan İslam hukukunu ortaya koyduğunuz zaman bu çelişki ortadan kaldırılacaktır.
ABDURRAHMAN YAZICI: İşte bunu naklediyor. Evet diyor duydum ki Metin kardeşim benim bu sözümden alınmış ve ayet ve hadislere dönmenin kaos olacağı şeklindeki ifademden rahatsız olmuş. Muhtemelen bu konuda yalnız da değildi. Evet bu tespit bir dil sürçmesi değil, acizane Garipçe’nin (yani kendisinin) gördükleridir. En sonunda Hoca (uzun bir yazı bu) sonunda makasıt, bugün biz de benzer çabalarla mevcudun kesintiye uğratılmadan yürütülebilmesi içim çabalamak zorundayız. Makasıt nazariyesi bu anlamda bizim çok işimize yarayacaktır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Makasıt ne demek biliyormusun? Toplumsal menfaatler neyi gerektiriyorsa o. Parlementolar kanunlar çıkarırken neye bakıyorlar? Buna bakarlar değil mi? Kitap yok, sünnet yok, hiç bir şey yok. Bari kardeşim buna İslam deme ne diyorsa de. Çocukların karşısına gidip de ben İslam hukuku hocasıyım niye diyorsun ki. Başka bir şey söyle.
ABDURRAHMAN YAZICI: Makasıt nazariyesi bu anlamda bizim çok işimize yarayacaktır. Her şeyden önce bir din olarak İslam’ın ilke ve kıstaslarını, maksatlarını tespit edip mevcut geleneği bunlara vurarak nelerin teyit edilmesi, nelerin terk edilmesi ve yerine yenilerinin ikame edilmesi gerektiği konusunda önemli çalışmalar yapmalı ve İslam’ı hayatın içinde tutabilmek için gerekli içtihat ve çabayı göstermeliyiz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Gelenekte bakacaksın, hangisi bugünkü menfaate uyuyor onu alacaksın bir de bu defa yeni şeyler uyduracaksın. Peki bu ne? Ayeti kendine göre tefsir etmeyi kendini Allah’ın yerine koymak dediği zaman bu ne oluyor? Bu tamamen kendini Allah’ın yerine koymak olmuyor mu? Bu, Allah’ın dini mi olur? Peki gele sorular var mı?
ABDURRAHMAN YAZICI: Sevgili Hocam. Bakara 229.ayeti nasıl anlayacağız. Talak iki kere derken üç talak ne demek? Boşama iki kere mi üç kere mi?
ABDULAZİZ BAYINDIR: O, bu haftanın konusu değil. Konu ile ilgili olmayanları şey yapma. Bu haftanın konusu değil o.
ABDURRAHMAN YAZICI: Hocam ben Hanefiyim. Bizim mezhebe göre mükreh ve şakayla olsa nikah geçerli dediniz. Çocukluğumda bizim köyde genç kızlar beni yakalayıp beni alırmısın diye sorarlar ben de evet derdim. Ne olacak şimdi?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yok. Buluğa ermemiş kişilere sözleşme yapma yetkisi vermiyorlar. Oradan kurtarmış. Canım nası olsa şeran geçerli değil.
ABDURRAHMAN YAZICI: Hz.Ömer(ra) döneminde Hz. Ali’yi küçük kızıyla evlendirmesi gibi rivayetler. Bunu gelecek hafta herhalde..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Çocukların evlendirilmesi konusu haftaya Allah nasip ederse şey yapacağız.
ABDURRAHMAN YAZICI: Yine cariyelik konusunda bir soru var. Hocam, aylardır İslam alimlerinin videolarını izliyorum. Cariyelik konusunda takıldım. Onlarca cariye sahibi olmak, bunlarla nikahsız ilişki inancımın sarsıntı geçirmesine sebep oldu. Bir de her alim birbirine meydan okuyor. Benim nazarımda en zavallısı dahi birbirine meydan okuyor. Kimse kimseyi ne ciddiye alıyor ne de muhatap olarak görüyor. Böyle olur mu? Ne yapılması gerekiyor?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Evet işte bu geleneksel din anlayışında dinden dönen öldürüldüğü için insanlar dini kabul etmediklerini söyleyemiyorlardı. Dolayısıyla herkes münafık oluyordu kelleyi kurtarmak için. Şimdi şu anda nasıl olsa dinden dönen öldürülmüyor. Ondan dolayı artık açıkça söyleyebiliyorlar. Ben inanmıyorum falan diyebiliyorlar. Aslında bir toplumun İslam toplumu olaması için insanlar tam hürriyet içerisinde inançlarını ifade edebilmelidirler. Nasıl istiyorsa öyle yaşasın. Hesabı sana vermeyecek ki Allah’a verecek sana ne. Sen kendin Allah’ın yerine koyamazsın ki değil mi? Dolayısıyla hürtiyet engellendiği zaman zannediliyor ki tamam tek tip bit toplum. Böyle bir şey yok yeryüzünde. Bundan önceki derslerimizde defalarca burada anlattık. Savaş esirlerine yapılması gereken iki türlü muamele var. Bu kardeşimiz baksın. Muhammed suresinin 4.ayetinde ya karşılıklı ya karşılıksız serbest bırakılması lazım. Karşılıklı fidye alınacak. Fidye verecek durumu yoksa Tevbe suresinin 60.ayetine baksın, zekattan onun fidyesi verilir. Ve Nur suresi 58, 59.ayetlere baksın, ailenin küçük bir ferdi gibi şevkatle korunan ve orada kendisine değer verilen bir kişi haline getirilir. Onun cinselliğinden yararlanmanın tek ve istisnasız yolu evlenmektir. Evlenmekte de onun rızası olmazsa asla olmaz. Kendi rızasıyla olması lazım. Eğer kadı ise kendi mihri de verilir kendisine. Esirlerin odalık olarak kullanılması, köleleştirilmesi asla kabul edilemez. Bu konuda hiç bir delil yoktur.
EDLİRA İNCEKARA: Bir parantez açmak istiyorum. Çok ilginç bir şekilde Roma’da köle kadının konumu, geleneksel İslam’da, oluşturuşmuş dinde ne ise odur. Yani Roma’da o kadın cariye, aile babasına aittir. Ondan her anlamda faydalanabilir. Bunun için bir yaş sınırı dahi yoktur. Onun doğurduğu çocuk kesinlikle babaya nispet edilemez, köledir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Gerçi şeyde öyle değildir.
EDLİRA İNCEKARA: Orada bir fark var evet. Ve sadece aile babası değil, onun istediği herkes ondan faydalanabiliyor. Aynı zamanda bir hukuki ehliyeti olmadığı için o yaptığı evliliğin herhangi bir geçerliliği yoktur. Sadece birlikteliktir. Aile babası istediği zaman onu boşayabilir, ayırabilir kocasından, çocuklarını alabilir, satabilir, öldürebilir, başkasına hediye edebilir. Yani Roma’daki kadın ki aslında toplumdakiler madur sınıfıdır ama o sınıfa bakıldığı zaman bizdeki cariyelik sisteminin kriterleri çok net ortaya çıkacaktır.
ABDURRAHMAN YAZICI: Cariyelikle ilgili başka bir soru var. Herhalde onun cevabı yine oldu. Kadına boşama hakkı tanıyan ayeti tekrar hatırlatabilir misiniz demiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Siteye girsinler, uzun uzun ayrıntılarıyla var kadının boşama hakkı ile ilgili. İftida diye bakarlarsa daha kolay bulurlar.
YAHYA ŞENOL: Anlattığınız notları paylaşabilir misiniz bir yerde. Bakarak anlattınız ya. Yazı olarak 2-3 sayfa dergide yayınlayabiliriz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Senin tezini yayınlayalım mı bizim sitede?
EDLİRA İNCEKARA: Tabiki.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tezini yayınlayalım.
YAHYA ŞENOL: Bir de şey var. Biz hemşehri olduğumuz için kendisiyle. Yine bizim taraftan olan bir kişi mesaj atmış. Bizde de örfen tabi biz biliyoruz ama kaynak acaba Roma mı? Bizde de bir kadın evlenince kendi adıyla değil de kocasının adıyla..
EDLİRA İNCEKARA: Aslında Roma’da da olan bir şey ama Slavlar’da da var.
YAHYA ŞENOL: Hala böyledir ama. Bizde kesinlikle ismiyle hitap edilmez. Falanın hanımı diye söylenir.
EDLİRA İNCEKARA: Mesela Kazım ise erkeğin adı, eşi de Kazostça diye çağırılır. Salavlar’da böyle. Özellikle Akdeniz bölgesinde Roma’nın hakim oluğu yani kısa bir süre de olsa Roma’nın hakim olduğu toplumlarda özellikle Roma’nın hıristiyanlıktan önceki pagan dinin kalıntıları hala görülebiliyor. Hem sosyal yapıda. Demin de bahsettiğim gibi Roma’yı sadece bir hukuk sisteminin, Modern hukukun anası olarak görmemek lazım. Aslında günümüzde yer alan ya da günümüzün medeniyetinin birçok farklı safhalarında Roma’nın etkilerini bulmak çok kolay, mümkün.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bir mezhebe uymayı genelde birçok insan dinin aslından diye anlıyor. Mezhebe uymak ne demek? Nasıl olmalı?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi burada herhalde anlaşılmıştır yani mezhep meselesi. Ayette Allah ne diyor Hac suresinin son ayetinde? “Huve semmakumul muslimin: O, size müslümanlar adını vermiştir”. Ben şahsen Allah’ın verdiği adın dışında hiç bir adı kullanmam. Ben müslümanım. Yararlanma konusuna gelince. Tabi ki bütün ulemadan kim doğru bir şey yapmışsa ondan yararlanırız ama yanlış yapmışsa yararlanmayız. Mesela bizim bu arkadaşlarımız, sizler de çok iyi biliyorsunuz ki biz bir şeyin yanlış olduğunu kesin olarak kavrayıncaya kadar daha önce bildiklerimizi uyguluyoruz. Başka yapacağımız bir şey yok ki. O zaman kendi nefsimize uymuş oluruz değil mi? Allah’ın dini şey yaparak. Bu sebeple bi kere mezhebe uyma diye bir şey olmaz zaten. Çok ilginç bir şeydir. Allah, ihtilaf etmeyin dediği halde bizdekiler ne derler ihtilaf ile ilgili? Geniş bir rahmettir derler. E tabi yapı bu olduğu zaman öyle demek gerekiyor. Başka şekilde işi yürütemezsiniz. Bir de buradan anlıyor musunuz nede kuran okumak yasaklanıyor? Kuranı anlamanın önüne niye engeller konuyor anlıyor musunuz? Geçende de bir gazetede vardı. Kuran müslümanlığı en büyük tehlikedir diye yazmışlardı. Gerçekten de tehlike ama kime karşı? Salondan var mı soracak olanlar?
KATILIMCI: Hocam bir hadiste deniyor ki; Bir kadın namazını kılar, orucunu tutarsa ve kocasına da itaat ederse cennete girer. Bu doğru mu?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kuranda kadının itaati vardır. “Vel kanitat” diye geçer: İttaatkar kadınlar. Ama hemen yanında erkeğin itaatından da bahsedilir. “Vel kanitûn” ondan önce “vel kânitûne vel kânitât”(AHZAB 35).Kânitûn, itaat eden erkekler, kânitat itaat eden kadınlar. Şimdi kadınlar kocalarına itaat etti. Erkekler kime itaat edecek? Madem kânitat’a kocasına itaat eden kadın manası veriyorsun, kânitûn’a da karısına itaat eden erkek manası vermek zorundasın başka mana veremezsin ki. İkisi de Allah’a itaat etmek zorundadır. Dolayısıyla objektif olarak Allah’ın koyduğu kurallara göre hareket edecekler o kadar. Erkeğe sıra gelince Allah’a, kadına sıra gelince kocasına dedin mi olmaz. Bu yanlış olur.
Eğer çok ciddi bir şey olmazsa Allah’ın izni ile haftaya inşallah çocukların evlendirilmesi konusunu anlatacağız. Orada da göreceksiniz ki Şii Sünni ayrımı olmaksızın mezheplerin yüzde yüzü çocukların evlendirilmesine ittifak etmiştir ama ellerinde hiç mi delil yoktur. Sıfır delil. Ama evlendirilemeyeceğine dair dünya kadar ayet ve hadis vardır. Haftaya inşallah görürüz. O da Yunan hukukundan kaynaklanıyormuş Edlira Hanım’ın ifadesine göre.