Geçen hafta İsa aleyhisselamın yeniden gelmesi iddiası ile ilgili nakilleri burada okumuştuk. Şimdi bunun İsa olsun, mehdi olsun bu tür şeyler yani kurtarıcı beklentisi, ortak kelime olarak kurtarıcı beklentisi şeklinde değerlendirebiliriz. Kurtarıcı beklentisi bütün toplumlarda var. Şimdi biz Kuran-ı Kerim’den biliyoruz ki Allahü Teâlâ her topluma bir peygamber göndermiş. Dolayısıyla şu anda din olarak bildiğimiz kurumların hangisinin altını karıştırsanız, sonuna doğru gitseniz mutlaka bir peygamber çıkacaktır oradan. Yine her bir peygamberin kendisinden sonra gelecek olan bir peygamberi müjdelediğini de biliyoruz. Allahü Teâlâ Âli İmrân Suresinin 81. ayetinde şöyle buyuruyor. “Allahü Teâlâ peygamberlerden söz aldığı zaman…” Bütün nebilerden söz almış oluyor. “…size bir kitap ve hikmet veririm de sonra bir elçi gelir, sizinle beraber olanı tasdik ederse ona mutlaka inanacaksınız ve mutlaka ona yardımcı olacaksınız.” diyor.
Dolayısıyla her bir peygamber kendisinden sonra gelen bir peygamberi müjdelemiştir. Bizim Peygamberimizin geleceği de hem Tevrat’ta hem de İncil’de, bugünkü Tevrat ve İncil’de bile baktığınız zaman görebiliyorsunuz. Yani bütün müdahalelere rağmen o hala var. Zaten bu yüzden biliyorsunuz Yahudiler Medine’ye gelmişlerdi. Medine’ye gelmelerinin sebebi yeni gelecek olan peygamberin oraya geleceğini kendi kitaplarından bildikleri için onla beraber olmak ve ondan yararlanarak tekrar bir hakimiyet kurmaktı. Problemlerini o vesileyle çözmekti. Onun için de o Medine’deki halkın zihnini gelecek peygambere hazırlamışlardı onlar biliyorsunuz.
Bakara Suresi 89. ayet hatta ondan önceki de. Medine’ye gelmelerinin sebebi gelecek peygamberle birlikte olmaktı. Ama o peygamber ne zaman geldiyse “Onlara Allah katından bir kitap geldi. Kendileriyle beraber olan Tevrat’ı tasdik eden bir kitap. Halbuki o Yahudiler ondan önce Medine’deki müşriklere karşı, o kafirlere karşı bir fetih isteğinde bulunuyorlardı.” Diyorlardı ki Bakın bir peygamber gelecek, bizim önümüz açılacak, o zaman size de hakimiyet kuracağız, şuraya da buraya da hakimiyet kuracağız diye konuşmalar yapıyorlardı. Tabi bu vesileyle de Medinelilerin zihnini gelecek peygambere hazırlamış oluyorlardı.
“O bildikleri peygamber ne zaman geldi -kendi kitaplarından tanıyorlar, biliyorlar- bu defa onu tanımazlık ettiler, ona karşı kafir oldular.” Yani onu görmezlikten geldiler. Şimdi, kefera kelimesinin hep manasını biliyoruz. Kefera, setera demek. Şimdi şurada mesela bir kitap var. Bunu örttüğüm zaman kitabı göremiyorsunuz. Eğer burada bir kitap olmasa bunu örttü kelimesini kullanamayız. Dolayısıyla Peygamberimizin s.a.s. geleceğini biliyorlardı. O peygamberi gördüler ve ona kafir oldular. Yani onu görmezlikten geldiler. Onu inkar ettiler.
“O gerçeği örten kişilerin üzerine olsun Allah’ın laneti.” Yani Allah da bunlara yardımda bulunmaz, kendi yardımından, ikramından uzak tutar. Lanetlemek o demek, uzaklaştırır.
Şimdi şu iki ayet arasındaki benzerliğe lütfen bir daha dikkat edelim. Bak ne diyor? “Allahü Teâlâ nebilerden söz aldı. Size bir kitap ve hikmet veririm de sonra sizi tasdik eden bir elçi gelirse…” Sizinle beraber olanı tasdik eden, mesela Kuran-ı Kerim Tevrat’ı tasdik ediyor ve Tevrat’a uymalarını emrediyor Yahudilere. “Ey ehli kitap hiçbir temeliniz olmaz, Tevrat’ı ve İncil’i ayakta tutmazsanız.” diyor. Yani işletmezseniz, onu uygulamazsanız. Onu uyguladığınız zaman zaten bu kitaba inanmanız gerektiği ortaya çıkacağı için “Rabbinizden size indirilmiş kitap” Maide 68. ayet de devreye giriyor.
Diyor ki “Ona mutlaka inanacaksınız ve yardımcı olacaksınız.” Şimdi bu onlarda bir inanç. Gelecek peygambere kesin olarak inanacaklar. E şimdi o gelecek peygamber, o peygamber gelecek şöyle şöyle olacak. Özelliklerini falan tarif etmiş Allahü Teâlâ Tevrat’ta ve İncil’de de tabi. Bugünkü İncil’de de var. O peygamber geldi inanmadılar. İnanmadılarsa bunların peygamber beklentileri devam etmesi gerekmez mi? Sadece bu (Hz. Muhammet s.a.s.) değil diyorlar. İşte bakın şurada bu İbrani Din Bilgisi kitabı. Buradaki sinagog tarafından basılmış. Müslümanlar basmamış bunu. Yani bizim cep ilmihali var ya onun gibi.
Şimdi şuraya bakın. Sadakat Prensipleri diyor. Yani bizim iman esasları gibi. “Allah var olan her şeyi yarattı ve onlara hükmeder.” Yani halik o, hakim odur. “Allah birdir, ondan başka ilah yoktur.” Ama burada Allah yoktur demişler, bu yanıltıcı bir ifade. Bizde de bazıları öyle yapıyor. Allah birdir, ondan başka Allah yoktur demişler. Bu yanlış. Çünkü hiçbir müşrik ikinci Allah iddiasında değildir. İkinci ilah iddiasındadır. İkinci ilahla ikinci Allah arasında çok büyük bir fark var. Çünkü müşrikler en yüce ilah olarak Allah’ı alırlar hepsi, onunla kendi aralarına, mindulillah, Allah’ın dununda, kendilerinin fevkinde ikinci bir ilah düşünürler. Onun için burada yanlış bu ifade. Ondan başka Allah yoktur ifadesi yanlış. Külliyen yanlış, yeryüzünde böyle bir iddiada bulunan kimse yoktur. Yani Allah’tan başka Allah vardır demezler. Allah’tan başka ilah vardır derler.
“Allah’ın bedeni yoktur ve hiçbir şekilde tasvir edilemez.” Bu da gayet uygun düşüyor. Cisim değildir. “Allah’ın başlangıcı yoktur ve nihayeti de olmayacaktır. Yalnız Allah’a dua etmeliyiz.” Yani iyyake nestain diyoruz ya. “Peygamberlerin bütün sözleri doğrudur. Musa, bütün peygamberlerin en büyüğüdür. Elimizde olan Tora yani Tevrat, Allah tarafından Musa’ya verildiğinin aynıdır ve değiştirilmemiştir.” diyorlar. Şimdi bu bize karşı bir tavır.
“Dinimiz ilahi bir dindir ve değiştirilemez. Allah, insanların bütün hareket ve düşüncelerini bilir. Allah, emirlerini ifa edenleri mükafatlandırır ve emirleri yerine getirmeyenleri cezalandırır.” Tamam, çok güzel. İşte bu beklenen peygamber. “Allah mesihi gönderecektir.” Yani bu beklenen peygamber, inanç esaslarından birisi de o. Buna mesih diyorlar. Önemli değil bu tercümelerle, kelimelerde değişiklik olabilir. Aslında bekledikleri peygamberdir. “Geciktiği halde yine beklerim.” Demek ki mesihin geleceği yani peygamberin geleceği, zamanı falan belli olduğu için o zaman Peygamberimiz s.a.s. gelmiş, daha bunlar hala bekliyorlar. Şimdi mesih beklentisinin temelinde ne varmış? Gelecek peygamber inancı. Onlarda iman esaslarından biri. Öyle olmalı zaten.
Bu bizde olmaz. Neden olmaz? Çünkü bak burada ne diyor? Burada nebi kelimesi son derece önemli. Diyor ki “Nebilerin misakını aldık.” Bizim Peygamberimiz hatemün nebiyyin değil mi? Artık bizim Peygamberimiz hatemün nebiyyin olduğu için nebilik bitti artık. Dolayısıyla bir başka nebinin gelmesi için bir sebep yok. Bizim Peygamberimizden öyle bir misak alınmamış, öyle bir söz alınmamış.
(Yahya Şenol: Orada başka şey devreye giriyor. Adam diyor ki tamam doğru, hatemün nebiyyin ama ayetin devamında Allah resul göndereceğini söylüyor, ben de Allah’ın resulüyüm diyor.)
İskender mi diyor?
(Yahya Şenol: Tamam, doğru hatemün nebiyyine bir şey demiyoruz da Allah tekrar nebi göndermeyecek ama resul gönderecek diyor.)
Evet, Allah’ın resulü, Allah’ın kitabını anlatır. Bana kitap gelir demez. Kitap gelse nebi olur. Tabi bu arada yine o şeyi tekrarlamakta fayda var. Nebe, yüksekçe bir yerden alınan haber demektir. Nebi, o haberi alan kişiye derler. O yüksekçe yerden alınan haberi alan kişiye nebi derler. O en yüksek yer, Allah katıdır tabi. Dolayısıyla mesela Araplar elenba derler değil mi? aynı kökten.
(Nebe kelimesinin ya da o kökten gelen bir kelimenin yağmur yağdırmak ya da gelecekten haber vermek anlamı var.)
Yok. O nebi olmak başka, tenebbi olmak başka. Tenebbi, nebiliğe özenmek demek olur. Ama nebi zaten bizatihi Cenabı Hak tarafından gönderilmiş olur.
Şimdi, nebi kelimesi haber veren demektir. Yani nebi, ismi fail anlamına geliyor. Fail vezninde. Nereden haber veriyor? Allahü Teâlâ’dan. Yani oradan almış olduğu, vahiy alması itibarıyla bunlara nebi deniyor. Bir de alınan haberin duyurulması var. O da risalet, resullük. Resul de birisinin bir sözünü diğerine ulaştıran kişiye denir. Dolayısıyla nebilik bitmiştir ama resullük devam eder. Nedir o? Yani siz eğer Allahü Teâlâ’nın ayetlerini Peygamberimiz olsaydı nasıl anlatacaksa, ne diyor Cenabı Hak? “Rabbinden indirilen neyse sen onu insanlara ulaştır.” diyor ya. İşte o ulaştırma işi devam ediyor. O ulaştırma işini yapan kişiye resul denir. Kendinden bir şey katmazsa. Katarsa o zaman o çok çirkin bir iş yapmış olur, Allah muhafaza. O şirke kadar gidecek bir tavırdır.
Ama işte nebilik bitmiş. Nebilik bittiği için hatemin nebiyyin diyor ya Allah’ın elçisi çünkü aldığı haberleri insanlara ulaştırıyor Allah’ın sözüdür diye. Ve o vahiy alanların sonuncusu, bitti artık vahiy alma işi Peygamberimizle s.a.s. Ama alınmış vahyi ulaştırabilir. Şimdi vahiy alma işi bittiğine göre, artık nebi gelmeyeceğine göre ve bir insan tebliğ edecekse bunu (Kuran-ı Kerim’i) edecek. Daha başka bir şey olmaz. O zaman gelecek bir nebiden haber vermesi söz konusu olamaz. Ama işte burada gördüğünüz gibi Yahudiler, Peygamberimize s.a.s. inanma mecburiyetindeler. Gelen peygambere inanmamışlar, şimdi bak ne diyor? “Gelmesi geciktiği halde yine beklerim.” diyor. Çok beklersin. Gelme zamanının geçtiğini de biliyor. Gelmiş olması gerektiğini de biliyor. Sanki Allahü Teâlâ vaadinde hulf etmiş. Görüyor musun bak cümlenin içinde inançlarındaki hatalarını kendileri tasdik etmiş oluyorlar. Kendi tasdikleri bu.
(Hıristiyanlar Hz. İsa olduğunu söylüyorlar oradaki mesihin. Biz o zaman Hz. Peygamberimizi…)
Hah, şimdi tabi yani. İsa aleyhisselam olabilir bu.
(Musa’dan sonra gelen diğer peygamberler de olabilir.)
İsa aleyhisselam olmasında bir sakınca yok. Ama İsa aleyhisselam olacağı gibi Muhammet aleyhisselam da olur. Çünkü bunlar İsa aleyhisselamı da kabul etmediler.
(Musa aleyhisselamdan sonra kaç peygamberi bunlar kabul ediyorlar? Yuşa’yı falan peygamber kabul ediyorlar mı?)
Zekeriya aleyhisselamı öldürdüler, Yahya aleyhisselamı öldürdüler. Niye İsa aleyhisselama da ona da resul diyorlar. Nisa Suresi 157. ayet. “Meryem’in oğlu olan mesihi öldürdük.” Bunlar neyin beklentisi içinde? Mesih beklentisi değil mi buradaki ifadelerine göre. Peki, kim o? Resulallah, Allah’ın resulü. Yani Allah’ın resulünü öldürdük diyor bunlar. Dolayısıyla ona Allah’ın resulü diyorlar. Bilerek yapıyorlar. E şimdi Allah’ın peygamberlerini öldürürüz diye övünmüyorlar mı? Öyle bir ayet de vardı. Hatırlayın onu. Çok geçiyor. Yani nebi olduğunu bile bile öldürüyorlar onlar. İsa aleyhisselamın Allah’ın nebisi olduğunu bile bile öldürüyor. Ama Muhammet aleyhisselama resulullah demediler hiçbir zaman. Dolayısıyla bu ayetin delaletiyle burada onların bekledikleri Muhammet aleyhisselamdır. Muhammet aleyhisselamı beklemiş oluyorlar. Her halükarda burada asıl söylemek istediğimiz işte bunlardaki mesih beklentisinin temelinde inanmaları gereken peygamber var.
Şimdi mesih beklentisi, mesih ve mehdi. Esasen kelime mehdidir, mesih değildir. Mehdi kelimesinin anlamı da hadi manasını veriyorlar. Yani doğru yolu gösteren birisini bekliyorlar. E doğru yolu gösteren mesih için de her şeyin bozulması lazım. Şartların olgunlaşması lazım. Peygamberimizden önceki mesela Mekke, Medine’nin durumu gibi şartların olgunlaşması lazım. İşte buna mehdi kelimesi çok daha uygun oluyor. Daha genel kelime oluyor mehdi kelimesi.
Mesela Zerdüştlerde esas mehdi beklentisi var. Zerdüştlerle ilgili olarak Hac Suresindeydi 17. ayet. Şimdi bak dikkat ederseniz burada dinleri üç kategoriye ayırdı Allahü Teâlâ. Üç bölüme ayırdı. Bir, müminler bunlar. İkincisi Yahudiler, Sabiiler, Nasraniler, Mecusiler. Üçüncü kategoriyi kim aldı? Müşrikler. Bu ayeti kerime indiği zamanki ellezine eşreku kapsamına giren Mekke’deki müşrikler de aslında bir peygambere inanıyorlar. İbrahim aleyhisselama inanan insanlar bunlar. Ve İbrahim aleyhisselamın soyundan gelen kimseler.
Fakat bunların, Mekkelilerin diğerlerinden farkı şu. Bunların elinde İbrahim aleyhisselama inmiş kitap yok. Evet Allahü Teâlâ, İbrahim aleyhisselama kitap indirmiş. “Musa’nın sahifelerinde, İbrahim’in sahifelerinde.” İbrahim aleyhisselama da Allah bir kitap indirmiş. Bunu biz Enam Suresinden de öğreniyoruz, buradan da öğreniyoruz. Yani bizim o akait kitaplarında yazılan 4 büyük kitap falan bunlar hiç doğru değil yani. oradaki suhufla ilgili verilen malumat da doğru değil. Çünkü indirilmiş kitaplar çok. 4’le sınırlı değil.
Yani gerçekten bizim karşımızda indirilmiş din yok, oluşturulmuş bir din var. Bütün kitaplar da ona göre yazılmış. Şimdi diyorlar ki din istiyorsanız bu. Başkasını karıştırmayın. Şimdi başkasını karıştırınca, Kuran-ı Kerim’i karıştırınca işler değişiyor.
Mecusilerin elinde bir kitapları var. Gatalar. Hiç Gatalardan birkaç cümle okuyanınız var mı? Şimdi burada olsaydı okurdu. Bir okuyun onun ilahi kitap olduğunu görürsünüz. Avesta onun şerhi. Vedalarda Muhammet aleyhisselamın geleceğine dair ifadeleri çıkarmışlar. Doktora yapılmış o konuda. Ve çok normal bir şey işte ayeti kerime Âli İmrân 81. ayet onu çok net bir şekilde gösteriyor. Sabiilerin de ilahi bir kitapları var. Ginza yani Arapçadaki Kenz dediğimiz kitapları. Okuyun görün. Abdest alıyorlar, namaz kılıyorlar, ibadetler yapıyorlar. Hep aynı. Birebir aynı. Ondan sonra mesela gusül abdesti alıyorlar. Hepsi var.
Yahudiler, şimdi bakın mehdi inancı dediğimiz zaman ilk önce akla gelen grup hangisi dünyada? Mecusiler. Niye ilk önce Mecusiler akla geliyor? Şimdi Mecusiler Zerdüşt’e inandıklarını söylüyorlar. El Minel Vel Nihal’de Şehristani diyor ki bu Zerdüşt, İdris aleyhisselamdır diyor. Bana da son derece mantıklı geliyor.
Neye dayanarak bunu söylüyor?
Kelime benzerliğinden herhalde. Ama bana çok mantıklı geliyor. Şundan dolayı mantıklı geliyor. Siz onların kitaplarını okuyun diyorlar ki bizim peygamberimiz Adem’in oğludur diyorlar. Adem kelimesini kullanmıyorlar, ilk insanın oğludur diyorlar. E bakın şimdi İdris aleyhisselam Nuh aleyhisselamdan önce geçer Kuran-ı Kerim’de. Ondan sonra İdris aleyhisselamla ilgili bir miraç anlatıyorlar ki okursanız neredeyse birebir bizim Peygamberimiz miracına uyuyor. Hatta ondan dolayı bazıları diyor ki işte onu almış buraya adapte etmişler. Değil, alakası yok. Allahü Teâlâ Kuran-ı Kerim’de demiyor mu İdris aleyhisselamla ilgili.
Şimdi, Zerdüştlerin bir mehdi beklentisi var. Bu Şialara fereç kelimesiyle geçiyor. Hem mehdi kelimesini kullanıyor hem faraç. Niye? O geldiği zaman her şey açılacak, rahatlayacak falan. Şimdi insanlar bütün beklentilerini, duygularını, halledemedikleri problemlerini hep getirip mehdiye yüklüyorlar. Dolayısıyla bir sürü hayallerle, bir sürü hurafelerle onun çevresini güçlendiriyorlar.
(İzleyicinin konuşması, anlaşılmıyor.) …Hintliler de Vedaların Adem aleyhisselama indirildiğini iddia ediyorlar.
Doğrudur. Hayır inananları var ve bakın bu dinlerin hepsinde en büyük günah şirktir biliyor musunuz? Zerdüştlükte de en büyük günah şirktir, Yahudilikte de, Hıristiyanlıkta da en büyük günah şirktir. Sabilikte de en büyük günah şirktir.
Şimdi, Hıristiyanlar da bizim Peygamberimize inanmak zorundalar. Kitaplarında var işte. Burada bir şeyler daha söylüyorlar. Ben buradan okuyayım onu. (İbrani Din Bilgisi) Aynısı bizde hadis olarak geçiyor. 4. Bölüm 1. Kısım Sadakat Prensipleri 2. Kısım Bazı Prensiplerin Açıklaması diyor. Şimdi bu açıklamaya bakıyoruz. 12. Prensibi açıklıyor. Diyor ki Mesih yani kurtarıcı. Hadi: işte hidayet edici falan var ya, yol gösteren. Kurtarıcı var ya şuradan giderseniz çıkışı vardır diyen kimsedir. Onun için mehdi kelimesi asıl şey oluyor. Hadi manasına. “Kurtarıcının geldiğini peygamberlerin söyledikleri şu söz ve işaretlerden anlayacağız. Hakikat, doğruluk ve iyilik bütün dünyada hakim olduğu zaman savaşlar ve anlaşmazlıklar ortadan silinecektir. Tek kelimeyle insanlar tek Allah’a inanacak, anlayış ve huzur içinde yaşayacaklardır. Peygamberimiz Yeşeya -biz Yuşa diyoruz- sulh ve kardeşliği şöyle izah ediyor. Milletler kılıçlarını, sapan ve hançerlerini orak haline sokacaklardır.” Aynen hadis diye burada var. “Harp sanatı artık öğretilmeyecek, kurt koyunun yanında ve leopar keçinin yanında istirahat edecektir. Çocuk yılanın kovuğunda oynayacak ve Allah inancı okyanusları kaplayan sular gibi bütün toprağı kaplayacaktır.”
Aynısı, aynı ifadelerle. Uzunca bir hadis. Ahmet bin Hanbel’in Müsned’inde hadis olarak geçmiş. Mesela burada şöyle diyor. Buna birtakım ilaveler yapılmış tabi. “Ben Meryem oğlu İsa’ya en yakın olanım. Aramızda bir peygamber yoktur. O inecektir, onu gördüğünüz zaman onu tanıyın. O tıknaz bir adamdır.” Türkçe itibarıyla yani böyle uzun boylu da değil, kısa da değil yani dört köşe bir adam, tıknaz diyeceğiz ona. “Kırmızı ve beyaza çalan tıknaz bir adam. Saçı düzgün, sanki saçları aşağıya doğru akıyor gibi ıslak olmasa bile. İki sarı elbise arasında. Salili kıracak, haçı kıracak. Domuzu öldürecek. Cizyeyi kaldıracak ve milletleri (dinleri) başıboş bırakacak. Zamanında Allah bütün dinleri yok edecek İslam’dan başka. Zamanla mesih deccali öldürecek.” Mesih-deccal diye bir kavram da vardır. Nasıl açıklıyorlardı onu? Yalancı ve karıştırıcı bir insan. “Yeryüzünde güven ortaya çıkacak.” İşte bundan sonrası esas burada olan. “Deve aslanla birlikte otlayacak.” Burada (İbrani Din Bilgisi) ne diyor? Bak kurt koyunun yanında otlayacak. Milletler kılıçlarını, sapan ve hançerlerini orak haline sokacaklardır. Harp sanatı artık öğretilmeyecek, kurt koyunun yanında ve leopar keçinin yanında istirahat edecektir. “Kaplanlar da sığırlarla birlikte otlayacaklar. Kurtlar koyunla beraber, küçük çocuklar ve biraz büyümüş olan çocuklar yılanlarla oynayacak. Bak ne diyor, çocuk yılanın kovuğunda oynayacak. “Birinin diğerine zararı olmayacak. Allah’ın istediği kadar kalacak, sonra vefat edecek, Müslümanlar namaz kılıp onu defnedeceklerdir.”
Yine İbn Mace’de geçen bir şey. Diyor ki İbn Mace’nin rivayetinde, “Sadaka terk edilecek, çünkü herkes zenginleşeceği için sadaka verilecek kimse kalmayacak.” O kadar çok zenginlik yayılacak diyor mu. Öyle bir ifade olması lazım. “Öyle bir tane koyun, deve kazanmak için kimse uğraşmayacak.” Zaten her tarafta var, niye uğraşacaksın? “Kin ve birbirlerine karşı olan nefret alevlenmeyecek.” Kıskanacak bir neden yok ki bende de var. “Zehiri olan bütün hayvanların zehiri soyutlanacak, çıkarılacak.” Yani fıtrat bozulacak demek istiyor. “Yeni doğmuş bir çocuk elini yılanın ağzına sokacak, ona zarar vermeyecek. Yeni doğmuş çocuk aslanı kaçıracak ama aslan ona zarar vermeyecek. Kurt koyun sürüsü içinde köpek gibi olacak. Yeryüzü barış olacak, bir kaba su dolduğu gibi yeryüzü de barışla dolacak. Kelime tek kelime olacak, Allah’tan başkasına tapılmayacak ve harp de bütün ağırlıklarını bırakacak.” Yani artık savaş bitecek.
Şimdi aynı ifadeleri eski şeylerden almışlar bizimkiler. Şimdi olay şu yani Yahudiler gelen peygambere inanmadıkları için hala bekliyorlar. Hıristiyanlar da Muhammet aleyhisselama inanmadıkları için hala bekliyorlar. Zerdüştler de bekliyor. Sabiileri bilmiyorum ama onlar da kesin bekliyorlardır.
Onların da var Hocam, Şinasi Bey’in kitabında. Mehdi motifi bütün gnostik geleneklerde bulunmasına rağmen yani tüm eski din ve kültürlerde… Gnostik gelenek kendi yapısına uygun … mitosuna sahiptir. Gnostik kurtuluş öğretisinin ayrılmaz bir öğesi olan kurtarıcının … hermetik metinlerdeki … (okuyucunun anlaşılmaz ifadeleri)
Orada da bir mehdi beklentisi var. Olmak zorunda çünkü ayeti kerime onu gösteriyor. Şimdi, bütün bunlar tamam da nebiler bitti. Bizimkilerin derdi ne? Onları anladık. Onlar beklesinler yani. Hani inanmadılar, bekliyorlar. Beklesinler. Bizim Peygamberimizi beğenmedikleri için bekliyorlar. Ha bizimkiler de beğenmiyorlar haşa. Diyorlar ki İsa aleyhisselam gelecek. Peki, ne yapacak? Burada var. Domuzu öldürecek. Ya koskoca bir peygamber domuzu öldürmek için gelir mi. Avcı mı bu nedir? Haçı kıracak. Allah Allah! Haçı kırmak da ne demek? Yani Kuran-ı Kerim gerekeni yapmadı mı? Ne oluyor yani? Cizyeyi kaldıracak deniyor. E Kuran cizyeyi koymuş. Hani yeni bir hükümle gelmeyecekti. Ne oluyor bunlar? Bütün bunlar yeni hükümler değil mi? O zaman yeni peygamber olması lazım.
Şimdi, esasen şu var. İnsanlar dine uymak istemedikleri zaman dini kendilerine uyduruyorlar. O zaman da en sağlam kaynak eski inançlar oluyor. Onlara hemen gidiyorlar kendilerine uygun birtakım motifler buluyorlar. Bazıları da kendi şeyhlerini şey yapmak istiyorlar ve burada bir reenkarnasyon bunun ayrılmaz bir parçası olarak ortaya çıkıyor. Çünkü mesela işte İsa yeniden bedenlenmiş olacak değil mi gelirken? Nasıl gelecek?
(İzleyici veya bir katılımcının anlaşılmaz konuşması) Fark etmez o bedenle gelecek. Şimdi o herhalde ellerinde hala o çivilerle olacak değil yani. Reenkarnasyon da bu işin olmazsa olmaz bir parçası. Maalesef bu böyle. Bu noktalara kadar geliyor.
(Yuhanna İncil’inde bir ayette geçiyor. “Ben, benim ve sizin Rabbinize gidiyorum. Ta ki size tevili getirecek olan parakliti göndersin.” diye bir ifade varmış.)
Bak, ta ki size tevili getirecek olan paraklit. Paraklit, Ahmet anlamına geliyor yani. Ahmet’i göndersin diye ben Rabbinize gidiyorum diyor.
(Ben size … söylüyorum. Benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü ben gitmezsem o size gelmez. Ama ben gidersem onu gönderirim. (Yuhanna Bab 16, Ayet 7)
Bak birisinde Allah gönderir diyor, birisinde ben gönderirim diyor. Bu tür değişiklikler olabiliyor. Siz Kuran-ı Kerim’in mealinde ne tür değişiklikler yaptıklarını düşünürseniz şimdi mesela sadece izleyicilerimiz örnek olsun diye Kuran’ın aslı ile meali arasındaki farka küçük bir örnek verelim. İyi olur değil mi? Bunların hepsi de mealdir. Yani Tevrat’ın ve İncil’in orijinali yok. Ama çok şükür ki Kuran-ı Kerim’in orijinali var. Eğer Kuran’ın orijinali olmasaydı işler hangi hale gelirdi? İşte ona bir örnek verelim, bizim meşhur bir örneğimiz var ya.
(Hocam bu noktada bir soru sorabilir miyim? Maide Suresinin 68. ayetinde ey kitap ehli, siz Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça doğru bir yol üzerinde değilsiniz deniyor. Demek ki burada hakkıyla uygulanacak bir kitaptan bahsediyor Peygamberimize onlarla ilgili. Yani Tevrat’ta İncil’de, onların elindeki o günkü Tevrat ve İncil’in aslında hakkıyla uygulanabilecek bir kitap olarak var olması lazım ki bu ayette söylenmiş diye düşünebilirim.)
Şimdi, tabi o günkü Tevrat ve İncil konusunda benim şahsen bir farklı bir bilgim yok. İşte diyorlar ki o günkü neyse bugünkü de odur diyorlar. Ama işte hakkıyla uygulama meselesi bir gelen peygambere inanma olayı var ya işte, inançlarında yer etmiş.Gelen peygambere inanmayınca mesela işte Yuhanna kendisi ortaya atıyor. Diyor ki burada İsa aleyhisselamın ağzından ben gideyim de Baba’da parakliti göndersin diyor ya, Ahmet’i göndersin diyor. Bu, İsa aleyhisselama ait olan bir ifade. Ama İsa’nın yeniden geleceğine dair de Yuhanna’da ifadeler var. Ama o Yuhanna’nın kendi sözü, ben bunu rüyada gördüm diyor. Dolayısıyla yani orada da birisi kalkıp diyebilir ki o burada var işte. Şunu versene. Orada parakliti göndermeyle ilgili ifadeleri oku sen tekrar. Bir karşılaştırma yapalım.
(Yuhanna 16’da. Şimdi ben, beni gönderenin yanına gidiyorum. Ne var ki içinizden hiçbiri bana nereye gidiyorsun diye sormuyor.)
Bak beni gönderenin yanına gidiyorum diyen İsa aleyhisselam. Onun sözleri bunlar. Evet.
(Ama size bunları söylediğim için yüreğimiz kederle doldu. Size gerçeği söylüyorum. Benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem yardımcı size gelmez.)
Yardımcı olarak tercüme etmişler, paraklit kelimesi. O paraklit üzerine değişik şeyler var. Esasen pa-re-te-ka-le-de yani bizim Arapçadaki yazılış gibi. Aradaki harekeleri yok. Sesli harfler yok. Onun için onlar paraklit diye okurlarsa mana değişiyor. Esasen Ahmet manasına gelen Kuran-ı Kerim’de de geçiyor ya…
(Hocam elimde Yunanca bir İncil var. Bu Ortodoks İncil’i. Ne diyor O İncil’de? Bu kelimenin anlamı İsa’dır demiş. Kutsal Ruhtur.)
Peki o zaman bu Kutsal Ruhsa ben gitmezsem o gelmez diyorsa. Ha, peki o zaten kendi içinde çelişiyor çünkü Kutsal Ruh dedikleri İsa aleyhisselam hayattayken var olandır. Onun gitmesine gerek yok ki. İşte orada Peygamberimizi gizlemek için birtakım açıklamalar ilave ediyorlar.
Evet, paraklitisun anlamı Ahmet demek. Zaten bugün Türkçe sitelerde bu kelimeyi kapatabilmek için bir sürü çalışmalar yapılıyor. Manası Ahmet demek. Orada Yunancasından okusun daha iyi.
(Kutsal Ruh atadan, babadan gelecek ve bütün kiliseyi hakikatle kuşatarak kurtaracaktır. Kilesiye demiş başka bir şey değil.)
Neyse öyle söylüyorlar. Onların yapıları öyle.
(Yuhanna’nın bu ayetlerinde paraklit, ikili mesih, teselli için hakikat ruhu ve ruhülkudüs olarak tercüme edilmiştir.)
Şimdi bu, İsa aleyhisselama ait olan şeydir. Yuhanna rüyasını anlatıyor. Yuhanna’nın Rüyası diye bir bölüm var İncil’de. Yuhanna kendisinin ilahi bir kişilik olduğunu iddia ediyor. Bu kendi kitapları işte bu. Bana rüyamda şunlar söylendi diyor. Ki bunlar bizim açımızdan asla kabul edilemez sözlerdir. Şimdi ne diyor burada? “Melek bana bu sözler güvenilir ve gerçektir dedi. Peygamberlerinin ruhlarının Tanrı’sı olan Rab yakın zamanda olması gereken olayları kendi kullarına göstermek için meleğini gönderdi. İşte tez geliyorum. Bu kitaptaki peygamberlik sözlerine uyana ne mutlu. Bunları işiten ve gören ben Yuhanna’yım. Bu şeyleri işitip gördüğüm zaman bunları bana gösteren meleğe tapmak üzere ayaklarına kapandım.” Buyur şimdi. Meleğe tapar mı? Kendisinin tanrı olduğunu söyleyen adam meleğe tapıyor?
“Ama bana sakın yapma dedi. Ben senin gibi peygamber olan senin kardeşlerinle bu kitabın sözlerine uyanlar gibi Tanrı’nın kuluyum, Tanrı’ya tap dedi. Sonra bana dedi ki bu kitabın peygamberlik sözlerini mühürleme. Çünkü beklenen zaman yakındır. Kötülük yapan yine kötülük yapsın, bayağı olana bayağı yaşamını sürdürsün, doğru olan yine doğruyu yapsın, kutsal olan kutsal kalsın. İşte tez geliyorum. Vereceğim ödüller yanımdadır. Herkese yaptığının karşılığını vereceğim. Alfa ve omega, birinci ve sonuncu, başlangıç ve son benim.” Başlangıç ve son! Mesela Said Nursi’de de geçer aynı ifadeler. Kendisiyle ilgili olarak Risale-i Nur’da vardır. Bir başkası şiir olarak yazmış orada. Hakikat-i Muhammediye gibi. Bizde de zaten Hakikat-i Muhammediye kavramı olarak bu alınır. Aynısı.
(59,12-59.27 arası ses yok.) … Hepsi dışarıda kalacaklar. Ben İsa, inanlı topluluklarıyla ilgili olan bu tutanağı sizlere iletesin diye meleğimi gönderdim.” Gelen melek, İsa meleğini göndermiş Yuhanna’ya. Haşa. “Davut’un kökünden ve soyundan olan benim. Parlak sabah yıldızı benim. Ruh ve gelin, gel diyorlar. Her işiten gel desin, susamış olan gelsin. Dileyen yaşam suyundan karşılıksız alsın. Bu kitaptaki peygamberlik sözlerini duyan herkesi uyarıyorum. Eğer bir kimse bu sözlere bir şey katarsa Tanrı da bu kitapta yazdığı belaları ona katacaktır. Eğer bir kimse peygamberlik kitabının sözlerinden bir şey çıkarırsa Tanrı da bu kitapta yazdığı yaşam ağacından ve kutsal kentten ona düşen payı çıkaracaktır. Bütün bunlara tanıklık eden, evet, tez geliyorum. Gel Ya Rab İsa diyor. Ondan sonra amin diyor şey. Gel Ya Rab İsa diyor. Rab İsa lutfü kutsallarla birlikte olsun. İşte burada İsa aleyhisselama ait olan Yuhanna’nın bölümünde ben gitmezsem o gelmez, ben gider bir daha da gelmem diyor orada değil mi? Bir daha gelmem diyor orada. Burada da şimdi o hedefi değiştiriyorlar. İsa’yı tekrar getiriyorlar bu yazısında evet.
(Tabi Faran dağlarının Mekke dağları olduğu kesin)
(Biraz önce Yuhanna’yı lahuti, onlar lahuti rüyanın şeyi olarak çevirmişler yani Yuhanna’ya gelen ilahi rüya. Yoksa kendini ilah kabul eden Yuhanna’nın rüyası değil. Onu belirtelim de.)
Öyle mi?
(Yani rüyanın şeyi olarak gelmiş. Yuhanna’ya gelen ilahi rüya.)
El lahuti Yuhanna’nın sıfatı değil, rüyanın sıfatı.
(Yuhanna lahuti diyor. Arapçada gördüm ben. Kendinin ilah olduğunu söylüyor.)
(Yani hiçbir Hıristiyan kabul etmez ki.)
(Zaten 397’ye kadar bunun yazdığı İncil kabul edilmemiş.)
397’ye kadar Yuhanna kabul edilmemiş. İznik’e kadar öyle mi? İznik Konsülüne kadar kabul edilmemiş.
(Oradaki terkipte lahuti rüyanın şeyi.)
Yok, fark etmez o. Burada rüya diye de anlayabilirsin, Yuhanna diye de anlayabilirsin. O diğerlerine bakarak ancak şey yapılır.
(İznik Konsülü 314’teydi yalnız. 314’te kabul edildi değil mi?)
Neyse o İznik Konsülünde kabul edilenlerden birisidir o. O tarihlerde hata yapılmış olabilir. Hah, aslı evvelisin balın şekerin. Aslı evvelisin diyor. Yani o ilk olan anlamına. Yani bu şeyler Peygamberimiz için söyleniyor. Ve bütün her tarikat kendi şeyhi için söyler aynı ifadeleri. Hep olur biter böyle şeyler, evet.
Şimdi, burada ortaya çıktığı gibi özetleyelim. Âli İmrân Suresinin 81. ayeti kerimesinde her bir peygamberin kendisinden sonra gelecek olan bir peygamberi haber verdiği, kendisine inmiş olan kitabı tasdik eden işte birisi gelirse mutlaka ona inanacaklarına dair onlardan söz aldığı ifade ediliyor. Dolayısıyla önceki yani en son nebi olan Muhammet aleyhisselamdan sonra nebi gelmeyeceğinden dolayı bizim öyle bir inancımız yok. Ama öbürleri bunu, bak ne diyor? “Le titminun nebiyi vela tansürenne.” “Mutlaka ona inanacaksınız ve ona yardımcı olacaksınız.” Öyle dedikleri için bu gelecek peygamber onların inanç esaslarında yer alıyor. İşte bakın şu küçücük İbrani Din Bilgisi, cep ilmihali biliyorsunuz. Son derece önemli olduğu için gelecek peygambere inanmak burada inanç esaslarının içinde yer alıyor. Ama bizde böyle bir şey olsaydı…
(Eğer bizim ilmihal kitaplarına bakarlarsa yakarlar bizi.)
Yok, yakamazlar iman esasları içinde yok o. Yok, gelecek peygamberden bahsediyor.
(İlmihal kitaplarında var bizim, var tabi. İlk altıda yok sadece.)
Ben az önce şöyle bir cep kitabında var mı İsa’nın indirileceğine inanmak? Yok. Ben onu söylüyorum.
(Bizim Türkçede yok belki ama diğer kaynaklarda var.)
6 iman esasları arasında yok.
(Yani ona inanmayan kafir olmuyor.)
Şimdi bu son derece önemli bir şey. Onun için bakın burada (İbrani Din Bilgisi kitabında) onunla kalmamış, şurada 13 tane…
(Kuran kurslarında ilk okutulan Diyanetin bastırdığı Temel Dini Bilgiler kitabında var.)
İsa’ya inanacaksın?
(Yok, iman esaslarından değil de yani kitapta…)
Onu yazmışlar biliyorum. Ona bir şey demiyorum. Akaid diye yazmışlar. Mehdi yok da İsa’yı koyuyorlar.
(İlk kaynaklarda bunlara yer verilmemiştir. Daha sonraki dönemlerde bu tasavvufun daha ağır basması, toplum tarafından kabul görmesinden sonraki yazılan kitaplarda…)
Neyse şimdi burada ya da en azından şöyle söyleyelim. Bakın gelecek peygambere inanmak onların kendi kitaplarında geçiyor. Yani Tevrat’ta geçiyor, İncil’de geçiyor. Ama bizim o Kuran-ı Azimüşşanda Muhammet aleyhisselamdan sonra gelecek nebi olmadığı için böyle bir şey yok. Olamayacağını geçen haftaki derste gördük zaten ayeti kerimelerden. Ama şimdi Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme hadis söylettiriyorlar sonradan. İşte o hadislerin de kitaplardan alındığını görmüş olduk. Hadis diye ona iftira edildiğini görmüş olduk ve orada söylenen sözlerin herhangi bir doğruluk payının olmadığını gördük. Yani İsa aleyhisselam gelip de ne yapacak dediğiniz zaman şunu şunu yapacak diyorlar. Mesela zannedersem var mı Buhari hadisi? Ak minareye gelecek, burada var mı? Onu almadın mı?
Buhari’de olması lazım, yanlış hatırlamıyorsam. Şam’daki ak minareye inecek. Halbuki minare kavramı bizde yok. Minare, minar kelimesinden menera. Menera ne demek? Ateş yanan yer demektir. O da Zerdüştlerden alınma bir kavram. Çok sonra alınmış. İşte bizde de ateş yanıyor işte. Yüksekçe bir şey orada kandil yakıyorlar, birtakım şeyler yakıyorlar. Ateş yanan yer manasına geliyor. Peygamberimiz s.a.s. zamanında sahabe döneminde böyle bir kavram zaten yoktu. Ondan sonra, Şam fethedilmiş değildi. Minareyi sokuşturmuşlar, bir de rengini de ak yapmışlar, oradan da gelecek diyorlar.
(Babı şah diye bir kapı var Şam’da. Sanki oraya insin diye oraya bir minare yapmışlar. Onun 10 metre ilerisinde de Ermeni kilisesi var. Çok enteresan. Belli ki o minare özellikle yapılmış orada. Yani cami falan hiçbir yer yok.)
Minarenin yanında cami yok mu?
(Çok da öyle mesafe yok. oraya bir cami yapmışlar, bir minare yapmışlar kapını önüne, doğu kapısına.)
(Yakında bir kilise varsa şaşırmasınlar diye…)
Evet, şimdi burada, İbrani Din Bilgisi kitabında 13 tane prensip saymış. Bu prensiplerden 11. prensibi açıklamış. 11. prensip ne? Allah’ın emirlerini ifa edenleri Allah mükafatlandırır, emirlerini yerine getirmeyenleri cezalandırır. Onu açıklamış. Ondan sonra 12. prensibi açıklamış. 12. prensip ne? Allah mesihi gönderecektir. Bir de 13. Prensibi açıklamış. O da ruhumuzun ölümsüz olduğu, ruhumuz ölümsüzdür diyor. Allah’ın dilediği zaman ölüleri hayata kavuşturacaktır. Yeniden yaratılma.
Bu 13 tane prensipten sadece üçünü açıklamış, onlardan birisi de mesihin tekrar geleceğidir. Zaten Kuran-ı Kerim’in de şahadetiyle gösteriyor ki o yeniden gelecek olan peygamber inancı önceki bütün inançlarda çok temel bir inançtır. Olmazsa olmaz bir inançtır. Ana iman esaslarından bir tanesidir. Bizde böyle bir şey yok. Böyle bir şey olmadığı için mesela işte Abdulaziz Bin Baz -Suudi Arabistan’ın son müftülerinden bir tanesi- İsa aleyhisselamla ilgili olarak Kuran-ı Kerim’de bir hüküm yok. Kuran’la sabit değil. Ama İsa’nın geleceğine inanmayan kafir olur, öldürülmesi gerekir diyor. Nasıl bir şey ki bak öbürlerininki bugünkü Tevrat’ta ve İncil’de bile var ve Allahü Teâlâ da onlara diyor. Tevrat’a ve İncil’e referans vererek Allahü Teâlâ diyor ki işte siz onları ayakta tutmazsanız… Hatta, paraklitus hala yaşıyor o kelime bakın. Allahü Teâlâ bunu çok açık ve net olarak bize bildiriyor. E o zaman Cenabı Hak, Kuran-ı Kerim’e bunu koymaz mı? E Kuran’da yok. Nerede var? Hadislerde var. Hangi hadis? Hadis dedikleri de işte az önce okuduklarımız.
Ondan sonra hadis de tutmazsa hemen icma var deniyor. Peki, nasıl icma var diyorsunuz? Allahü Teâlâ bu dini tamamladığını bildirmedi mi? Eksik mi kaldı ki siz o eksiği konsül kararlarıyla tamamladınız? Yani şimdi Hıristiyanlara kızıyoruz, diyoruz ki burada geliyorlar konuşuyorlar. Siz kitabınıza uyuyor musunuz diye sorduk burada. Hayır, İncil’e uymayız dediler. Siz de aynısınız, işte Kuran’a uymuyorsunuz dedi adam tabi. Haklı. Dedi biz İncil’e uymayız. Peki, İncil sizin için ne olur? Kutsal bir metindir, saygı duyarız, hürmetler ederim falan gibi.
Peki, Kuran-ı Kerim ne alemde bizde? Bizde de demiyorlar mı biz Kuran’dan anlamayız? Kimse de anlamaz demiyorlar mı? Aynen onun gibi. Kuran’dan hüküm alınmaz deniyor. Ondan sonra burada sorduk işte, burada adam konuştu. Peki dedik, siz neye uyarsınız? Sizin dininizin temelinde kaynaklar nedir? Biz konsül kararlarına uyarız dediler. Konsül kararlarının bizim dinimizde karşılığı icmadır. İcmaya uyarız. Konsül kararlarının tamamı icmadır. Bizdeki karşılığı icmadır.
(Bizimkisi hayalidir, onlarınkisi…)
Bir farkla evet, bir farkla. Bizim icma tamamen hayali bir icmadır, gerçek icma yoktur bizde. Bu konuda icma vardır derler. Ama bakın Hıristiyanlar diyor ki biz şu tarihte Antakya’da toplandık, şu şu kararları aldık, toplantıya şunlar şunlar katıldı diyorlar. Hepsini yazıyor, detaylı olarak anlatıyor. Şu tarihte Efes’te toplandık, şu şu kararları aldık, şunlar şunlar… Şu tarihte İznik’te toplandık, şu kararları aldık. Şu tarihte Kadıköy’de toplandık, şu şu kararları aldık. Hala yazıyorlar, bütün kitaplarında. Ve hala diyor ki işte falanca karar, filanca karar. İşte Papalıkta toplaşıyor karar alıyor ve yazıyorlar, ilan ediyorlar.
Peki, siz icma yaptık diyorsunuz. Bu konuda icma oluşmuş diyorsunuz. Siz ne zaman, nerede toplaştınız, hangi kararları aldınız, hangi yetkiyle aldınız? Halbuki Allahü Teâlâ diyor ki bakın arkadaşlar, ben şu kendi kendime şöyle bir karar aldım. Bundan sonra dini anlattığım her yerde bir fırsatını yakalayıp Hud Suresinin ilk ayetlerini okumak istiyorum. Şu bizim karşımıza çıkarılan dinin ne olduğunu anlamak için.
Şimdi bu o kadar önemli ki Allahü Teâlâ burada ne diyor? “Elif, Lam, Ra. Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem olarak indirilmiş…” yani hüküm ifade eden cümleler şeklinde indirilmiştir. “…sonra da açıklanmıştır…” Hüküm ifade eden cümleler var ama açıklamaya ihtiyaç var. Açıklayan kim? “…hakim ve habir tarafından açıklanmıştır.” Peki niye o açıklamış, niye ya Rabbi sen açıkladın? “Allah’tan başkasına kul olmayasınız diye.” Çünkü başka kim açıklarsa kendinden bir şeyler katar oraya. Siz onun açıklamasını, Allah’ın dininden sayarsınız, Allah’tan başkasına kul olursunuz ki bu da Allah’ın hiç affetmediği hangi suç olur? Şirk günahı olur.
Peki, şimdi Allahü Teâlâ böyle demişken siz tutup da İslam’a bir akide uyduruyorsunuz. Diyorsunuz ki İsa’nın inişi haktır, buna inanmak lazım, inanmayanı da öldürmek lazım. Bu şimdi kendini ilah yerine koymak değil midir? Kendini ilah yerine koymaktır. Şimdi birileri çıkıp diyor ki ben mehdiyim. Nerden bunun delili ne? Diyor ki beni Sait Nursi haber verdi. Dolaşıp şey yapıyor. Benim özelliklerimi anlattı diyor Sait Nursi. Halbuki Sait Nursi mehdiliği kimseye vermiyor ki kardeşim.
Bak burada değil mi? Burada ne diyor Sait Nursi? Asıl beklenen mehdinin kendisi olduğunu söylüyor. Diyor ki bakın, bunu Şualar’dan almışız. Ama tabi biraz sadeleştirerek almışız. Esas orijinali burada var. Zaten dün bir Nurcu sitesine baktım. Orada da Sait Nursi’nin mehdi olduğuna kesin inanıyorlar yani. Bir problem yok.
“Risale-i Nur’un bir kısım önemli şakirtleri Sait Nursi’ye ısrarla şunu sorarlar. Ahir zamanda Peygamberimizin ailesinden gelecek olan o büyük mürşidin sen olduğunu düşünüyoruz. Ama sen bu kanaatimizi ısrarla kabul etmiyor, çekiniyorsun. Bu bir çelişkidir. Çelişkinin hallini isteriz. Sait Nursi bu soruya şu cevabı veriyor.” Ondan sonra Sait Nursi’nin ifadesi. “Gelecek mehdi resulün temsil ettiği kutsal cemaatin manevi şahsiyetinin üç görevi vardır.” Cemaatin manevi şahsiyeti dediği kendisi. Öyle ifade ediyor kendisini. “Üç görevi vardır. Bunlar, imanı kurtarmak…“ İmanı kurtarmak diye bir görev var mı peygamberlerde? Hiç kimsede imanı kurtarmak yok. Ne diyor Cenabı Hak? “Sen istediğini yola getiremezsin, sen sadece yol gösterirsin.” Allahü Teâlâ gereken çabayı göstereni yola getirir.
(İman gizli bir şey ya kalpte, onu nasıl görecek ki, nasıl kurtaracak ki?)
Ya işte imanı kurtarmak diyor bak. Hep hayali şeyler. Ondan sonra “Peygamberin halifesi unvanıyla İslam’ın farklı yönlerini ihya etmek…” Hangi yönlerini ihya ediyor? Peygamberin halifesi ne demek? Farklı yönlerini, hangi yönlerini? Şimdi diyor ki kendisi yani Risale-i Nur’da diyor ki bu kitap diyor Kuran’ın alındığı yerden alınmıştır. Kuran’dan alınmıştır demiyor. Dolayısıyla ona ilaveler getirdiğini ifade ediyor. Kuran’dan alındığını söylemiyor.
Ondan sonra “…ve zamanın etkisiyle Kuran hükümlerinde ve şeriat kanunlarında görülen birçok değişiklik sebebiyle o zat, bu büyük görevi yapmaya çalışacaktır.” Şeriat kanunlarında zamanın etkisiyle nasıl değişiklik olur? Şeriatta değişiklik olur mu?
“Nur şakirtleri birinci görevi tam olarak Risale-i Nur’da gördüklerinden ikinci, üçüncü görevler buna nispeten ikinci, üçüncü derecede olduğundan Risale-i Nur’un manevi kişiliğini -yani Sait Nursi’yi- haklı olarak bir çeşit mehdi diye algılıyorlar.” Bu da Sait Nursi’nin kendi sözü. Manevi kişiliği diye kendisinden bahsediyor Sait Nursi.
“Hatta bir kısım evliya gayb ile ilgili kerametlerinde Risale-i Nur’un tam o ahir zamanın hidayet edicisi olduğu inceleme ve yorumla anlaşılır diyorlar.” Böyle bir vasıf kimseye verilmiş değil. “İki noktada karışıklık olduğundan yoruma ihtiyaç vardır. Birincisi peygamberin halifesi olma ve İslam birliği, halka, siyasetçilere ve özellikle bu asırda düşüncelere göre birinci görevden bin derece geniş görünüyor. Gerçi her asırda hidayet edici bir nevi mehdi veya müceddid gelmiştir. Ama her biri üç görevden birisini bir yönüyle yaptığı için ahir zamanın büyük mehdisi unvanını alamamışlardır.
İkincisi, ahir zamanda o büyük şahsının peygamber ailesinden olmasıdır.” O zaman Said Nursi’nin en büyük sıkıntısı ne olur? Peygamber ailesinden olmamak olur değil mi? “Aslında ben Hz. Ali’nin manevi evladı hükmündeyim.” Onu da halletmiş. Niye onun manevi evladıymış? “Ondan hakikat dersini aldım.” Asırlar geçti tabi onlar için zaman önemli değil ki. Gitmiş ondan hakikat dersi almış! Ondan hakikat dersini aldım diyor. O sekine başka, o gizliden. “Muhammet aleyhisselamın ailesi bir manada hakiki nur şakirtlerinin de içine aldığından ben de o aileden sayılabilirim.” Tek problem bu, onu da böylece çözmüş.
(Talebelerini de içine almış Hocam.)
Onları da almış, onları da bırakmamış yani. “40 günde bir ekmek yiyip başka günlerde yemeyen…” Şimdi lafa bak 40 günde bir ekmek yiyormuş. Hep fıtratın dışına çıkıyorlar. “…başka günlerde yemeyen meşhur veli Osman-ı Halidi ile -bunlar kendi hayali velileri- Isparta’nın tanınmış alimlerinden Topal Şükrü bir gerçeği açıkça görmüş ve haber vermişlerdir. O gerçek şudur. Ümmetin ahir zamanda gelmesini beklediği kişinin üç görevinden en önemlisi ve en büyüğü gerçek imanı yaymak ve ehli imanı sapıklıktan kurtarmak olduğundan…” Hiçbir peygambere böyle bir görev verilmemiştir. Ehli imanı sapıklıktan kurtaracak. Ehli iman sapık olur mu? “…kurtarmak olduğundan o görevi tümüyle Risale-i Nur’da görmüşlerdir.”
(Bu iki kişi?)
Bu iki evliya evet.
“Bu sebepledir ki Hz. Ali, Abdülkadir Geylani ve Osman-ı Halidi gibi zatlar, gelecek zatın makamını Risale-i Nur’un manevi kişiliğinde gözleriyle görmüş gibi işaret etmişlerdir.” Hz. Ali, Abdulkadir Geylani ve bunlar! “Bu gerçek gösteriyor ki gelecek mübarek zat Risale-i Nur’u kendi programı olarak uygulayacaktır.” Kendi programı olarak! … (anlaşılmıyor) kimin programı?
Bak mesela diyor ki bak, bir de beklenen mehdi olduğu iddiası da var burada. Şimdi bir şiirde diyor ki bak “Risale-i Nur’lara göre gelmesi beklenen İsa, Sait Nursi’dir. Çünkü İsa’yı bekleyenler onun deccalı öldüreceğine inanırlar. Sait Nursi’nin pek parlak kaside diye övdüğü şiirde bu husus dile getirilmektedir. Her yangını senin nurun söndürür.” Sait Nursi’ye diyorlar. Sait Nursi için yazılmış, o da diyor ki pek parlak bir kaside diye meth etmiş, kitabına almış. “Her yangını senin nurun söndürür. Her bir yeri bir gülşene senin nurun döndürür. Deccalı da bir gün gelir elbet öldürür. Ey nur-u rahmeti alem risaletün nur.”
E şimdi bu tür şeyler her zaman oluyor, her yerde oluyor. Mesela Yahudilerin içinde de çıkıyor, Hıristiyanların içinde de çıkıyor, Zerdüştlerin içinde de çıkıyor, işte bu adam benim falan diye. Bu, imtihanın bir parçasıdır. İnsanlar akıllarını kullanacak ve doğrulardan ayrılmayacaklar. Asıl yapılması gereken o.
Peki, şimdi şey yapalım. Mehdilikle ilgili notlar mı var? Onları bir söyle bakalım. Mehdilikle ilgili olanları.
Yahya Şenol: Diyanet İslam Ansiklopedisinin mehdi maddesinde: Tüm dinlerde mehdi düşüncesi var. o dinin kurucusu kimse mehdi mutlaka onun soyundan gelir. Yani bizim İslamiyette de bizim Peygamberimizin soyundan. Bu mehdi kelime anlamının dışında kullanılıyor. Hadi anlamında.
Abdulaziz Bayındır: Mehdi zaten kelime manası yola gelmiş demektir. Kelime manasıyla her Müslüman mehdidir. Onu da yanlış kullanıyorlar.
Yahya Şenol: Bu beklenen idareci anlamında Muaviye’nin ölümünden sonra çıkan buhran zamanında ortaya çıkmış.
Abdulaziz Bayındır: Hah, Muaviye’nin ölümün kadar böyle bir kavram İslam aleminde yok. İlgili hadisler de ondan sonra. Her Müslüman için söyleniyor. Bu adam mehdi yani yola gelmiş adam demek. Sapık değil.
Yahya Şenol: İlk Abdullah ibn Sebe ve taraftarları Hz. Ali’nin mehdi olduğunu söylemişler. Fakat bugünkü anlamıyla mehdi fikri Keysani’ye … Muhammet bin Hanefiye için söylenmiş. Yaygın olarak Şia’da başlamış. Oradan Emevilere ve Abbasilere geçmiş. 3. Yüzyılda hadis kitapları tedvin edilirken bu görüşler hadis olarak kitaplara girmiş.
Abdulaziz Bayındır: Çok güzel tespit etmişler. İmam Malik’te yok, Buhari’de yok, Müslim’de yok, diğerlerinde var evet.
Yahya Şenol: Tuyuti demiş ehli sünnet kaynaklarında 40’tan fazla hadis var mehdinin geleceğini söyleyen. Şia’da ise 200’den fazla. İlk kelamcılar mehdi konusuna ya hiç değinmiyorlar, değinenler de bunu sadece kıyamet alametlerinde bahsediyorlar. İman esasları arasına koymadan geçiyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Kaldı ki kıyamet alameti de olmaz. Yani Allahü Teâlâ kıyametin ansızın geleceğini bildiriyor. Ansızın gelecek şeyin alameti olur mu?
Bir katılımcı: Bir şey var Hocam, Abbasilerin ilk döneminde Muhammedin Nesriki’ye kendisinin mehdi olduğunu söylemiyor da etrafındakiler söylüyor. Söylettiriyorlar. Bunun sonuncunda Ebu Cafer Mansur çocuğunun ismini mehdi koyuyor. Ve artık onun şeyine de halife mehdi diye yani o zamanda mehdiliğe inanılmış.
Bunu iman esasları olarak kabul eden Selefiler var. yani en büyük savunucuları Selefiler. O da hadislerden dolayı. Haberi vahitle iman sabit olmaz olur düşüncesini Selefiler sırf bu şeyler kabul edilsin diye icat etmişler. Yani bu hadisler kabul edilmezse Hz. İsa da gelmez. Nasıl yapacağız o zaman? Haberi vahitle amel caizdir diyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Nitekim Hanefi ve Şafii Mezheplerinin hadis konusundaki sıkıntılarından bir tanesi de Kuran-ı Kerim’e baktığınız zaman recm yok. Ne yapalım recm olması lazım. Hanefiler demiş ki işte hadisi şerif ayeti nesh eder demişler. Bazıları tahsis eder, bazıları nesh eder demişler. Niye? Sırf recmi yerleştirmek için. Şafiiler de demiş ki Kuran Kuran’la, sünnet sünnetle nesh olunur. Peygamberimiz madem recmi uygulamış, recmin kaldırıldığına dair bir hadis olmadığı için Kuran ayeti hadisi kaldırmaz. O ikisi de devam ediyor. İkisine ayrı ayrı sahalar, haşa. Bunlar son derece rahatsız edici şeyler.
Şimdi, başlangıçta diyorlar ki haberi ahadla akide sabit olmaz diyorlar. Bakıyorlar ki mehdilik gidecek, şey gidecek. Yok, sabit olur demeye başlıyorlar.
Yahya Şenol: Şimdi bu mehdiyle ilgili ana hadislerin 3. Yüzyılda kitaplara girdiğini tespit etmişler. Ve işte Malik’te, Müslim’de yok mehdi hadisleri. Ama İsa ile ilgili hadisler bunlarda da var. Yani onu ne olarak algılayacağız?
Abdulaziz Bayındır: Tabi o başlangıçta şeylerin çalışması bu.
Yahya Şenol: Mesih olmasa mehdiyi de söylemeyecekler yani.
Başlangıçta Enes Hoca şey yapmıştı ya. Kimin çalışmasıyla girmişti o hadisler? Yahudi Kabul Ahbar ve …
Yahya Şenol: Onların ki bu sayılanların hepsinde de var. hadi burada İmam Malik var, Müslim almamış diyoruz. İsa ile ilgili hadisleri almışlar. Ne yapacağız onları?
Abdulaziz Bayındır: Neyse, almışlar almışlar. Bizi ilgilendirmez. Bizim için bak esas olan tekrar o şey. Allahü Teâlâ orada ne diyor? Bak bu çok çok mühim bir şey. Bunu her yerde kullanalım. Biz şimdi maalesef oluşturulmuş bir dinin baskısı altında sıkıntılar içindeyiz. Eğer bu sıkıntılar olmasa çok daha hızlı bir şekilde ilerleyeceğiz. Ama bunlar önümüze çıkıyor. Diyor ki Allahü Teâlâ “bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış, sonra hakim ve habir tarafından açıklanmıştır.” Niye ya Rabbi sen açıkladın? “Allah’tan başkasına kul olmayasınız diye.” Çünkü bunlar hep Allah’tan başkasına insanları kul etmenin, din kullanılarak Allah’tan başkasına kul etmenin yollarıdır. Peki, peygamber neci? “Ben de sizin için Allah tarafından bir uyarıcı ve müjdeciyim.” Peygamberin rolünü de burada koyuyor. Yani peygamber, resul zaten. Yeni bir şey ilave edemez, çıkarma da yapamaz. O zaman resul olmaktan çıkar.
Evet yani bir elçi gidip de merkezi hükümetin söylemediği şeyi söylerse hemen cezalandırılır. Allahü Teâlâ da diyor Peygamberimize. Demiyor mu Hakka Suresinin sonlarında. “Eğer bize bazı sözler ilave etseydi hiçbir resulün buna yetkisi yok. Çünkü resule tebliğden başka bir görev düşmez. Eğer bize bir cümle, bir şey ilave etseydi onu sıkı bir şekilde yakalar, onun şahdamarını koparırdık.” Ondan sonraki ayet neydi? “Sizden hiçbiriniz ona engel olamazdınız.”
İşte burada maalesef bütün roller birbirine karışmış. Şimdi bir ayet böyle söylüyor, diyor ki açıklamayı ben yaparım diyor Allahü Teâlâ. Peygamber sallallahu aleyhi ve selem açıklama yapar sözünde hiç kimsenin ihtilafı yok. Herkes ittifakla kabul etmiş ayete rağmen. Halbuki Peygamber efendimiz kendine indirilmiş olan hikmeti yani Allah’ın yaptığı bu açıklamaları bize bildirir. Kendi açıklama yapamaz. Onu bize bildirir. Ama tabi biz onu hemen göremediğimiz için açıklama diye algılayabiliriz. Mecazen açıklama denir ama hakikaten açıklamayı Allahü Teâlâ yapmıştır.
Peki, ondan sonra? Sonra ulema açıklama yapar. Diyor naslar sınırlı, olaylar sınırsız onlara ancak nasların dışına çıkara cevap vermenin bir yolu olarak da kıyas ve icma. Esas kıyas. Fıkhi kıyasın da herhangi bir delili yok. Fatih o konuda doktora yaptı. Bir mantıki kıyas var ama fıkhi kıyas, o mantıki kıyasın tamamen dışında bir şey. Onun bir delili yok. Birçok yerler var ki diyorsunuz ki keşke bu konuda kıyas yapsaydınız kardeşim. Yani o fıkıhtaki bozuk kıyası bile yapsanız baş üstünde yeriniz var. Baş üstünde yerleri yok ama, asla kabul etmeyiz ama onu bile yapmıyorsunuz. Neye dayanıyorsunuz yani? Bir din icat etmişsiniz. Mesela Halil Gönen Hoca’ya söylediğim bir söz var. Kısaca hatırlatayım.
Dedim ki Hocam, şu mezheplerin Kuran-ı Kerim’e aykırı görüşlerini ayıklasak geriye mezhepler kalır mı dedim. Bunlar Kuran’a aykırı iş yapmamışlar falan dedi. Tamam Hocam dedim. Dünyada bu konuda mezheplerin en güçlü şeyleri kimse ondan başlayalım. İsterseniz ilk önce Şafii Mezhebinden başlayalım dedim. Olmaz dedi. Dedim ben bir örnek vereyim. Şafii Mezhebine göre dedim bir kimsenin elbisesi ya da namaz kıldığı yerde bir necaset olsa namazı olur mu dedim. Olmaz dedi. İşte küçük büyük fark etmez. Adamın bir tek elbisesi var mesela. Baştan ayağı giyiniyor. Onun üzerinde de küçük bir necaset var. Yıkama imkanı da yok. Ne yapar bu adam? O adam elbisesini çıkarır, çıplak namaz kılar. Elbiseyle kılamaz. Peki, sonra? Sonra namazını iade eder.
Peki, dedim bunun en küçük bir delili var mı sizce? Düşündü hatırlayamadı. Daha sonra dedi ki Müddesir Suresindeki ayeti kerimenin namazla alakalı olduğunu dair bir şey var mı dedim. O da diyor ki Allahü Teâlâ “Ey örtüsüne bürünmüş olan kalk, uyar, Rabbinin yüce olduğunu ilan et, elbiseni tertemiz yap.” Bunun hiç namazla alakası yok.
Neyse ondan sonra peki dedim Hocam, yine Şafii Mezhebi fıkıh kitaplarında sahih olan bir görüşü ben buna delil getireyim dedim. Böyle bir şey olmayacağına dair. Bir insan büyük abdestini yapsa, üç tane taşla temizlense Şafiiler bu temizliği kabul ediyor mu? Ediyor dedi. Peki üç tane taşla o çukurun temizlenmeyeceğini herkes bilir. Şafiiler de biliyor. Bildiği için diyorlar ki bu her ne kadar temiz olmasa da biz bunu temiz sayarız çünkü Peygamberimiz böyle demiştir. Peki dedim bu şahıs o elbisenin üzerine otursa bu pislik oraya ulaşmayacak mı? E siz bunu nasıl sahih değildir diyeceksiniz? Bakın dedim öyle bir hüküm veriyorsunuz ki delili yok. Kitaptan da yok, sünnetten de yok. Aleyhine delil var. Delil alacaksanız bunu niye almıyorsunuz. İşte delil. Ondan sonra bu şahsı sıkıntıya sokuyorsunuz. Diyorsunuz ki çıplak namazını kılacaksın, sonra iade edeceksin. Neye dayanıyorsun?
Yani şimdi fıkıhtaki o kıyasın, tekrar ediyorum yani bu mantıki kıyas değil. Fıkıhtaki kıyas analojidir. Yani tekilden tekile gidiştir. Öyle tümevarım, tümdengelim değil. Ona zaten kimsenin bir itirazı olmaz. Gayet normal bir şeydir. O zaten ona kıyas da demiyor kimse. Fıkıh kıyası denmiyor. Peki, dedim ki bakın biz o kıyası kabul etmiyoruz ama kıyaslayacağınız bir şey yok. Siz burada kıyası kullanacak olsanız bu üç taş meselesini kullanmanız. Onu da kullanmamışsınız keşke bunu kullansaydınız. Dedi ki benim işim var dedi kalktı gitti.
(Her topluma nebi mi gitmiş Hocam, resul mü?)
Ha, şimdi nebi de gitmiştir, resul de gitmiştir. Ne diyor Nuh aleyhisselamla ilgili olarak? “Nuh kavmi mürselleri, resullerini yalanladı.” Halbuki Nuh kavmine resul olarak giden sadece Nuh aleyhisselamdı. O resuller kim? O resuller, Nuh aleyhisselamın gönderdiği resullerdir. Onun gönderdiği elçilerdir. Peygamberimizin de elçileri vardı. Yani inen ayetleri gidin insanlara tebliğ edin diye. “Kezzebe teadulin murselin.” Bütün peygamberlerle ilgili işte, Ad kavmine giden bir tane peygamber var, Salih aleyhisselam ama resuller işte. Nebi bir tane ama resuller çok. Çünkü o inmiş olan ayeti işte şeyde, geçen hafta da Resullerin İşleri dolayısıyla burada şey yapmıştık. Şimdi o dinlerin her birisinin bir tane nebisi mutlaka vardır ama resulleri çoktur. Çünkü onun tebliğini yayan insanla çoktur. Mutlaka bir nebi olmalıdır. Nebi olmazsa zaten gelecek nebiye inanma meselesi de olmaz.
(Kuran-ı Kerim’de de, Tevrat’ta da, İncil’de de anlatılan peygamberler ve coğrafya hep Ortadoğu. Acaba işte bir Kuzey Amerika’ya giden peygamber veya Güney Amerika’ya giden bir peygamber, Çin’den, Hindistan’dan niye bahsedilmiyor? Hep bu topluluk için yani eski dünya dediğimiz yer yani hep anlatılıyor. Yukarılarda bir peygamber var mı yani?)
Allahü Teâlâ her yere peygamber gönderdiğini bildirmiyor mu? Nezir kelimesi genel olması itibarıyla nebi de olabilir, nebinin gönderdiği bir elçi de olabilir.
(Bir şekilde mesaj ulaşıyor oraya mesela Filistin’den bir peygamberin Rusya’ya elçi gönderdiğini düşün.)
(Resul diyor Allah nebi demiyor. Nebi dese her toplumda mutlaka bir peygamber bulursun. Ama yok, oralarda bir peygamber yok. Asteklerde, İnkalarda var mı mesela?)
(Tek tanrı inancı var ama.)
Kuran-ı Kerim’e göre mutlaka nebi gitmiş olması gerekiyor.
(Delili nedir o şeyin?)
Sen üzerinde çalışırsın, o başka bir dersin konusu. Bu dersin değil. Sen şimdi Kuran-ı Kerim’deki bütün o nebi ve resul kelimelerini bir çıkar tamam mı? Bundan sonra derste bakarız ona.
Âli İmrân 187. Kendilerine kitap verilenlerin sözünü, misakını Cenabı Hak almış. Yani kesin söz aldı onlardan. “Onu mutlaka beyan edeceksiniz, gizlemeyeceksiniz.” Bizim anladığımız beyan da olur. Gizlemeyeceksiniz. Ortaya çıkaracaksınız. Allah ne indirmişse onu anlatacaksınız. Bak, tübeyyinun nehu’nun zıttı ne? Ketmetmek. O zaman açıklamak değil bak tamam mı? Onlara anlatacaksınız. Ondan sonra neden o lisanla her peygamberi Allah kavminin lisanıyla göndermiş? Onlara beyan etsin diye. Yani karşıya söylesin, karşı taraf da anlasın verilen emri. Dolayısıyla biz buna açıklama kelimesiyle tercüme ettiğimiz zaman yanlış yapmış oluyoruz. Çünkü açıklamayı Allah yapıyor. Peygamber sadece onu beyan ediyor, ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme Allah kitap ve hikmet indirmiş. Bütün peygamberlere de. Zaten az önce ki Âli İmrân 81. ayette de her peygambere hem kitap hem hikmet indirmiş. Hikmet işte Allah’ın kitabının açıklaması oluyor. Allah tarafından yapılan açıklamalar o. Allah da onu bir metotla Kuran-ı Kerim’in içine yerleştirmiş.
Kuran-ı Kerim’e ne diyor Allahü Teâlâ? “Her şeyi beyan etmek için sana bu kitabı indirdik.” Allah o her şeyin açıklamasını Kuran’a yerleştirmiş, o da hikmettir. O bir metotla ortaya konuyor. Peygamber s.a.s.in hadisleri o hikmetlerin bize bildirilmesi oluyor. Dolayısıyla Peygamberimiz yanlış çıkarım yaptığı zaman Allahü Teâlâ hemen uyarıyor. Hatta bazen yanlış yapabileceği yerde de Allah ona bırakmıyor. Kendi açıklıyor.
Şu ayeti kerimeyi onunla şey yapalım. “Senden önce kendisine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını resul olarak göndermedik. Bilmiyorsan ehli zikre sor.” Yani Tevrat’a, İncil’e. Zikir kelimesi bakın, Kuran-ı Kerim’e de Allahü Teâlâ burada zikir diyor. “Sana da o zikri indirdik.” Onlar da ehli zikir. Aynı kelime. Dolayısıyla Nuh aleyhisselama indirilen neyse Peygamberimize indirilen de o. Zikir kelimesi söyleniyor. Ondan sonra “Bilmiyorsanız onlara sorun.” diyor. Peki neyle gelmiş oluyor? “Beyyinelerle, büyük kitaplarla. Sana da bu zikri indirdik. İnsanlara beyan edesin, gizlemeyesin diye.” Kendilerine indirilmiş olanı bu insanlara beyan edesin gizlemeyesin diye.
(Kuran’ı okuduğun zaman onlara indirilen ortaya çıkıyor. Gizledikleri de ortaya çıkıyor.)
Mesela, Maide Suresi 15. ayet. “Ey kitap ehli elçimiz size geldi. Size beyan ediyor, sizin gizlediğiniz birçok şeyi.” Ketmetmişler, onu açığa çıkarıyor. Bak işte sizin kitabınızda var. Roma’da yaptığımız toplantıda bir Yahudi uzmanı konuşuyordu. Yahudilerin günlük ibadetlerini anlattı. Diyor günde 3 vakit ibadet yaparlar dedi. Dedim bir dakika, o 3 vakit değil, 5 vakittir dedim. 5 de değil 7’dir dedim. 5 vakit şu şu vakitlerde, bir de teheccüd ve kuşluğu da katarsan 7 eder. Adam durakladı, hiçbir şey diyemedi böyle. Bizim 5 vakit namazımız neyse Yahudilerde de aynıdır. Değişen bir şey yok. Bunun Kuran-ı Kerim’den de delili var. Mesela Müslümanlar Kudüs’e yönelik ibadet yaparken Yahudilerin hiç problemi yoktu ki namazlarını gelip Müslümanlarla kılıyorlardı. Ama ne zaman ki kıble çevrildi, Yahudilerin şeyi bozuldu. Niye? O zaman ne güzeldi ya, ne oluyor falan? Niye onları çevirdiler? Bu peygambere uyan kim? Siz gelip burada namaz kılıyorsunuz ama peygambere uyduğunuz yok. Siz kendi namazınızı kılıyorsunuz. Nasıl kıble çevrildiyse açığa çıktı bütün Yahudiler. İbadet aynı ibadet.
Ondan sonra şeye dedim orada, bak bunları söylediğiniz zaman gıkları çıkmıyor, biliyorlar çünkü. Şimdi şeye söyledim o, Hıristiyanlar epeyce işte Vatikan’ın hemen yanı başındaydı toplantı. Dedim ki bir dakika, siz niye namaz kılmıyorsunuz dedim. Hadi Yahudiler 3 vakte düşürdüler. 3 vakte bizde de düşürürüz, problem değil. Öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı birleştirirsiniz. Ama siz dedim niye kılmıyorsunuz? Katoliklere dedim. Sizden sadece Süryaniler namaz kılıyorlar dedim. Siz de kılsanıza. Hiç seslerini çıkarmadılar. Hiç cevap vermediler. Dedim aynı şey sizde de var. Sonra doktorasını yapan bir kızcağız geldi bana dedi ki Hocam dedi Papa kılıyor dedi. Sadece Papa. Hayır bakın gördünüz mü işte sizde olan, sizin gizlediğinizi. Şimdi bu ayetlerden meseleyi anladığımız zaman çok rahat adamlara yükleniyoruz. Adamlar da gıklarını çıkaramıyorlar.
Hocam, o Yahudilerinki … (anlaşılmıyor.)
Siz araştırın kardeşim. Ben ayeti kerimede onu gördüm. Siz de şeylerden araştırın. Peki, o ayeti kerimeye başka nasıl mana verebilirsin? Sonra diyor ki bak, o ayetleri peş peşe oku bu dediklerimi o ayetlerin içinden çıkaracaksın.
Neyse, biz bunu ayrı bir ders yaptığımız için burada geçiyorum. Çünkü tekrarlar biraz fazla oluyor. Vakit de çok geçti.
Şimdi, diyor ki “Ey ehli kitap size elçimiz geldi. Gizlediğiniz birçok şeyi açıklıyor.” Yani o kitaptan gizlediğiniz diyor bak. O kitaptan, Tevrat’tan, İncil’den gizliyorsunuz. “Birçok şeyi de görmüyor.” Onlar öyle kalsın.
(Fazla rezil etmemek için.)
(O recim orada var, gizlemiş ama Kuran’da yok.)
Recim orada var ama Kuran-ı Kerim recmin varlığına işaret ediyor da kaldırdığını da söylüyor.
(Bu şey de söylenebilir hani, Peygamber kendi başına gizlemiyor.)
Peygamberimiz gizlemiyor, gizlemeyi de kendi yapmıyor. O Allah’ın emriyle. Gizlemek ne demek? Beyan ne demek? Gayet açık. Allah affetti.
(Bir de af meselesi var ya. Peygamberimiz mi görmüyor, ya bunu da almayalım falan.)
Ya bunun faili Allah, Peygamber değil. Çünkü resul kendi başına bir şey yapamaz ki. Kardeşim zaten ayeti kerimede Allahü Teâlâ ne diyor Fetih Suresinin birinci sayfasının sonunda. Neyse ben şunu bitireyim de sen onu oradan bul. Öyle hatırlıyorum, yanlış olabilir.
Allah ve resulü geçiyor ama fail tek, şey zamir tek. “Allah ve resulüne inanasınız.” Bak, resul çünkü kendinden bir şey söylemediği için resule gitmesine gerek yok. Allah’a destek vereceksiniz. Sadece Cenabı Hakk’a. Çünkü resul kendiliğinden hiçbir şey ilave etmez. İlave etse resul olmaz zaten. O zaman haşa ilah olur.
Şimdi işte burada da öyle. Kitabı mübin. İşte sizin gizlediklerini açıklayan kitap. Dolayısıyla bizim ulema tutar, zaten ulemanın adeti maalesef odur. Ayetleri böyle cımbızlamasına alır. Ayetler arası ilişkiyi hiç kurmaz. Ondan sonra açıklamayı kendileri yapar. Sistemi kendileri kurar.
(Daha açıklamadan ziyade ayetler getirerek kendi görüşünü…)
Kendi görüşlerini Kuran’a söylettirirler maalesef öyle. İlave tabi. Zaten Allahü Teâlâ bunu Allah’tan başka ilahlık iddiası olarak şey yapıyor Hud Suresinde. Az önce okuduğumuz ayette.
(15 tane akval var diyor. Şimdi 15 tane akvalı olan bir ayet nasıl mübin olur?)
Zaten onun için de çok rahat bir kelime de uydurmuşlar müteşabih diye. Yani müteşabih kelimesinin anlamı biri diğerine benzeyen iki şey olmakla birlikte bunlar hiçbir şeye benzemeyen diye mana vermişler. Ne sözlüğe uyar, ne Kuran’a uyar, ne sünnete uyar, hiçbir şeye uymaz. Kendi kafalarına göre anlam vermişler.
Haftaya isterseniz şunu yapalım mı? Bu Mustafa Arslan’ın bir teklifi var. Son zamanlarda dile getirdiğimiz bir şey var. Ona birkaç örnekle yalanda ittifak olmaz, doğruda ittifak olur. Kuran-ı Kerim’den bir iki tane örnek verelim. Kuran’ı Kuran’la açıkladığınız zaman hiçbir problem yok. Ama Kuran’ın Kuran’la açıklanmasını görmeden Peygamber s.a.s. Kuran’a uyduğu halde bunu görmeden doğrudan Peygamber efendimizin şeyine bakarak Kuran sünnet arasında bir çelişkinin doğduğunu gösterip, bizim ulema bunu hep yapar. Yani bunun 4 mezhepten örneklerini ortaya koyalım. Bu örneklerin tefsirlere yansımasını gösterelim. Ondan sonra da sünnete sanki ayrı bir vahiymiş gibi, zorunda kalırlar sistemi bozdukları için. Sistemi çok ciddi manada bozucu bir eylemdir. Mecbur kalıyorlar Kuran anlayışını değiştiriyorlar, sünnet anlayışını değiştiriyorlar, ulemanın görevini değiştiriyorlar, falan. Tüm her şeyi altüst ediyorlar, ondan sonra da diyorlar ki bak işte mezhep kurduk, bu hak mezheptir. Buyurun uyun. Yani Kuran sünnet bütünlüğü diyebiliriz. Kuran sünnet bütünlüğü diyelim haftaya isterseniz.
(Sünnetin yeri diyelim yani en azından.)
Yok, yok. Kuran sünnet bütünlüğü diyelim. Haftalarca değil bir iki tane örnekle bu işi yapacağız. Yani bizim ulemanın içine…
(Sünnet olmazsa Kuran anlaşılmaz denilen bütün örnekleri incelememiz lazım.)
Ya kardeşim bir örnek verirsin, ondan sonra zaten biz her dersimizde onları söylüyoruz. Ama yani şimdi şu var.
(Her seferinde bir başka örnek sunuyorlar. Hadi bak bu da var mı Kuran-ı Kerim’de, yok. Ha demek ki olmazmış bak şimdi…)
E kardeşim biz yani asırlardır kronikleşmiş problemlerin tamamını iki dakikada çözemeyiz ki. Bu mümkün değil. Biz peygamber gibi haşa vahiy almıyoruz. Bir şey etmiyoruz. Bizim yaptığımız ayetlere bakarak çözebildiğimizi çözüyoruz, çözemediğimiz kalıyor. Biz öyle bütün problemleri çözdük diye bir iddiayla ortaya çıkmıyoruz ki.
(O zaman en azından sürekli anlattığımızdan farklı olsun yani. talaktan falan…)
Talaktan gitmeyeceğiz.
Âli İmrân 181. ayette mehdinin geleceğini şey yapıyorlarmış. Soru mu bu? İnternetten mi sormuşlar. Âli İmrân 81’dir. 81’i açıkladık burada. Gelmeyeceğinin asıl delili o. Zaten onunla başladık derse. Dinlememiş demek ki o arkadaşımız. Âli İmrân 81, biz onu açıkladık burada.
Örnekleri somutlaştırdık mı, hangi örnekleri…
Tamam o zaman üzerinde çalışmanız için söyleyelim. Okuyacağımız şey Nisa Suresi 101, 102, 103. Yani namazla ilgili. Bakın seferde namaz konusu işte. Seferde namaz ondan hareketle … (02.01.58-02.01.04 arası videoda ses kesiliyor.) Şafiiler diyor ki şeydir, hatta kendi aramızda paylaşalım. Bu tefsir kitaplarını da okuyalım. Mesela Şafiiler diyor ki ruhsattır diyor. Tam kılmak eftaldir diyor. Hanefiler, çoğu Şafii’ye uyuyor. Hanefiler diyor azimettir diyor. Ama bunların hiçbirisi Kuran-ı Kerim’e uymuyor. Hadislere uyuyorlar. Sanki peygamber s.a.s. Kuran-ı Kerim’in dışında bir hüküm koymuş gibi ortaya çıkıyor.
Tefsirlerin hiçbirisi bunların dışına çıkarak bir orijinal görüş ortaya koymamış. Tefsirler de enteresan. Yani müfessirler kendi ayakları üzerinde duran insanlar değil. Hep birilerinin sözcüsü olmuşlar. Ya kelam aliminin sözcüsü, ya fıkıh aliminin sözcüsü falan. Ha. orada yaptıkları hata, yani hata demek mümkün değil müfessirlerin yaptıklarına. Burada inşallah anlatacağız. Ya kardeşim öyle saçmalık olur mu? Saçmalığın affedersiniz daniskasını yapmışlar. Şimdi bizi ekranlarında dinleyenler ve bize karşı çıkanlar varsa hodri meydan, buyursun çıksınlar hadi bakalım.
Şimdi hakikaten inanılır gibi değil yapılanlar. İnanılır gibi değil. Sanki Peygamberimiz s.a.s. ayrı bir şari! Bak o ayetlere rağmen. Kuran-ı Kerim meseleleri açıklamamış! Ondan sonra ondan dolayı biri öyle diyor, biri böyle diyor. Mesela, Safa ile Merve arasında say etmek. Birisi diyor ki Şafii, Maliki, rükündür diyor, Hanbeliler de öyle söylüyor. Hanefiler diyor ki vacip. Ama ikisi de, bunların hiçbiri Kuran-ı Kerim’e dayanamıyor. Kuran’dan delil getiremiyorlar. Çünkü onların mantığında Kuran’ı Allah açıklamaz. Biz açıklarız diyorlar. Sen açıklarsan halt edersin işte böyle. Karıştırırsın.
Peki, Allah kolaylık versin.