Euzübillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmanirrahim
Bugün Ra’d suresini anlayıp kavrama çalışmalarımızı devam ettiriyoruz. Geçen hafta 5. ayete kadar okumuştuk. Bugün yine 5. ayetten başlayacağız aradaki bağlantı kurulsun diye, ama her şeyden önceyine Yahya hocayı dinleyelim. Ama Yahya hoca 5. ayetten değil de ilk ayetten okursa tam bir bütünlük zihnimizde oluşmuş olur.
Evet Ra’d suresini başlamıştık geçen hafta 13. sureydi 1. ayetten itibaren mealen şöyle;
Elif, Lam, Mim, Ra
Bunlar kitabın ayetleridir. Rabbinden sana indirilen Kur’an gerçeğin ta kendisidir, ama insanların çoğu inanmazlar. Allah gökleri görebileceğiniz direkler olmadan yükseltmiş olan sonra arşa yani yönetimin başına geçen ve güneşle ayı hizmete koyandır. Her biri kendi yörüngesinde belli bir süre için akar gider. Bütün işleri o düzenler. Rabbinizin huzuruna varacağınızı kesin olarak anlayasınız diye de ayetleri ayrıntılı olarak açıklar ve yine Allah yerin alanını artıran, içine sabit dağlar ve ırmaklar yerleştiren, yeryüzünde her üründen iki eşi oluşturandır. Geceyi gündüzün üzerine örter, bunda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler yani göstergeler vardır. Yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları, üzüm bağları, ekinler ve çatallı çatalsız hurma ağaçları vardır. Hepsi aynısı ile sulanır ama biz tat açısından her birini diğerinden farklı kılarız. Bunda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten ayetler göstergeler vardır. Bir şeye şaşacaksan şaşırman gereken onların toprak olduğumuzda mı gerçekten yeniden mi yaratılacağız sözleridir. İşte onlar Rablerini görmezlik edenlerdir, onlar boyunlarına halka takılacak olanlardır. Ve yine onlar cehennem ateşinin ahalisidir. Orada ölümsüz olarak kalacaklardır.
Buraya kadar geçen hafta okumuştuk. Bu hafta okuyacağımız ayetler de şimdi başlıyor. Altıncı ayet ve devamı şöyle;
Rad 6-10:
“Senden iyilikten önce kötülüğün çarçabuk gelmesini istiyorlar, oysa bunlardan önce ibret olacak nice cezalandırma örnekleri gelip geçti. Hiç şüphe yok ki senin Rabbin yanlışlarına rağmen insanlara mağfiret edendir. Ve yine senin Rabbin cezalandırması pek çetin olandır Kafirlik edenler ona Rabbinden bir ayet bir mucize indirilseydi ya derler. Ey Muhammed! sen sadece uyarılarda bulunan birisin.
Her topluluğun bir yol göstericisi vardır Allah her dişinin rahminde ne taşıdığını,rahimlerin neyi eksilttiğini ve neyi çoğalttığını bilir. Herşey onun yanında bir ölçüye göredir.O gaybı yani algılanamayanı da şehadeti yani algılanabileni de bilendir.
Büyüktür her şeyden yücedir. İçinizden sözü gizleyen ve açığa vuran,gece saklanan ve gündüz dışarı çıkan onun için birdir.”
Bu da onuncu ayetti bu hafta inşallah buraya kadar okuruz.
Yahya hocanın okuduğu ayet meallerinden gördünüz.Allah-u Teala bu surede önce varlıklar aleminden, yarattığı şeylerden bahsediyor. Neden ondan bahsediyor? Çünkü Allah-u Teala Rum suresinin 30. ayetinde dini insanın doğal yapısındaki yani doğal yapıdaki kanun ve kurallar olarak tanımlıyor sadece insan değil yani her şeyi. Ve Fussilet suresinde de bu dinin Allah’ın dini olduğunu anlamanın en kestirme yolunun yaratılmış varlıklarda yapacağımız hem kendi vücudumuzda yapacağımız hem çevremizde yapacağımız gözlemler olduğudur.
Allah-u Teala bu Fussilet suresinin yani Kuran-ı Kerim’in 41. suresinin 53. ayetinde diyor ki;
“Onlara çevrelerinde,
(çevrelerinde dediğimiz zaman diğer insanlar olur, yani sizin dışınızda ne varsa her şey. Bunlar yaratılmış varlıklardır işte Rad suresinin baş tarafında Allah-u Teala’nın belirttiği gibi)
Ve kendi vücutlarındaki bütün ayetleri göstereceğiz”
Diyor. Kendi vücudumuzdaki ayet nedir? Yaratılışımızdan Allah’ın doğal yapımıza koyduğu şeylerdir.
Peki ne olacak ondan sonra?
“Sonunda onlar için çok net bir şekilde ortaya çıkacak ki bu kitap tümüyle gerçektir.”
Yani Allah’ın bu indirdiği kitapla Allah’ın yarattığı kitap olan tabiat arasında tam bir uyum var
Neden Allah-u Teala böyle diyor? Çünkü Allah-u Teala Rum suresinde Kuran’ın 30. suresi Onun 30. ayetinde diyor ki Allah;
“Yüzünü dosdoğru bu dine çevir”
Tabiatta geçerli kanunlar, insan vücudunda geçerli kanunlar Kuran’la tam bir, birebir bir örtüşme içerisinde olur dedi
“Yüzünü dosdoğru bu dine çevir, Allah’ın fıtratına çevir”
Fıtrat kelimesi de oluşumdaki bölünme kanunudur Fatara demek bir şey üstten aşağı ikiye bölmektir. Hem insanın yaratılışında hem tabiattaki her şeyin yaratılışında geçerli olan, bölünme kanunu, bu bölünme kanunu oluşumda gelişimde ve değişimde geçerli olandır.
Evet
“Allah’ın fıtratına çevir ki insanları da o fıtrata göre yaratmıştır”
Tabiattaki geçerli kanun ve kurallar neyse insanda geçerli olanlar da odur.
“Allah’ın yarattığının yerini tutacak hiçbir şey yoktur”
Siz tabiatta bir elmanın yerini tutacak üretilmiş bir şey bulamazsınız. Tabiatta ne var Allah’ın yarattığı hiçbir şey, sizin vücudunuzdaki herhangi bir şeyin yerini tutacak, başınızdaki bir tek saçın yerini tutacak bir şey bulamazsınız. Onun gibi Allah’ın dini böyle tabiatta geçerli kanun ve kuralların insan hayatına uygulanmasıdır.
İşte diyor ki Allah-u Teala;
“Din işte Allah’ın safha sağlam dini budur. Ama insanların çoğu bunu bilmezler” diyor. Yani şimdi siz hangi kitaba bakarsanız bakın, eğer Allah’ın bu kitabı olmasa dinin bu tanımını bulmamız mümkün değil. Yani İslami eserlerin tamamı da öyledir. Halbuki Kuran-ı Kerim olmasaydı ben size böyle bir tanımı hiçbir kitaptan çıkarıp yapamazdım. Şimdi buradan tekrar şeye intikal edelim, Yahya hocanın okuduğu ayetlere intikal edelim.
Şimdi Allah bu kadar yarattığı varlıklardan bahsediyor Tabiatı görüyorsunuz, her güz döneminde tabiatta bir sürü şeyler ölüyor tekrar diriliyor, hayvanlar ölüyor, tekrar diriliyor, tekrar yeniden getiriliyor. Ölen insan yeniden dirilmiyor ama Allah da bu her şey için bir kural koymuştur. Allah o kurala göre her şeyi yaratıyor oluşturuyor. Böyle ki Allah-u Teala işte bu beşinci ayette;
“Ve in teaceb”.
Yani şimdi insanlara şaşırıyorsun ya Allah bakın doğal bir kanun koymuş. Mesela diyelim Allah içkiyi haram etmiş; Dünyanın neresine giderseniz gidin içki her yerde yasaklanması gereken bir şeydir. Onun için devletler kendi kontrollerinde üretimine müsaade ederler, kendi kontrollerinde satışına müsaade ederler ve herkes de bunun zararlı olduğunu gayet iyi bilir. Yani Allah’ın işte faiz de aynı şekilde Allah’ın bütün yasakları evrenseldir.
Şimdi mesela bütün bunlar okunduktan sonra Allah Allah ya peki bu insanlar niye kendi doğal yapılarına bire bir uyan bu dine uymuyorlar? Kendi kafalarına göre şeyler uyduruyorlar? İşte burada diyor ki;
“Ve in teaceb”
Eğer şaşıracak olursa niye yapıyorlar diye
“Ve acebun kavlum”
Asıl şaşıracak şey onların şu sözleridir;
“İzâ künnâ turâben eynâ lefî halkin cedid”
Yani biz şimdi öldük, toprağa dönüştük, yeniden mi yaratılacağız? Ya siz görmüyor musunuz bir küçük bir buğday tanesini toprağa atıyorsun. O toprakda bir çok parçaları çürüyor ama sonradan ondan yeni bir buğday çıkıyor, işte sen de aynen onun gibisin.
“Ulâikellezîne kefâru bi-rabbiyyim”
Aslında onlar Rablerini görmezlikten gelenlerdir. Yani onlar tamam bu doğru bu doğru ama Yani bu da olmasın kendi kafalarına göre dine yön vermeye çalışan insanlardır.
“Ve ulâikel eğlâlu fî e’nâgîm”.
İşte onlar boyunlarında bağlar olan kimselerdir. Niye? Aslında bunlar bunların doğru olduğunu pekala bilirler. Ama hesaplarına gelmiyor, bir takım yerlere kendilerini bağlamışlar. Bir takım bağlar içerisinde sokuşturmuşlar. Yani işte tamam ben bunu dersem derim ama e bu defa işte biz arkadaş grubumuz var işte şu var bu var bu ne olacak? Ya tamam ama işte falan. Niye? Dine uymak yerine dini kendilerine uydurduklarını zanneden kişiler aslında kendilerini boyunlarına bir halka taktırmışlar, affedersiniz hayvan gibi bir yere kendilerini bağlamışlar farkında değiller.
“Ve ulâike ashâbunlâr”
işte onlar o ateş ashabıdır. Ne demek? Tamam cehennem halkıdır doğru Ama bunlar bu cehennem hayatını dünyada da yaşarlar.
Mutlu olamazlar, huzursuz olurlar. Bu defa o sevmedikleri içkiyi birazcık hayattan kopmak için sarhoş olmak için gider içmeye başlarlar. Gidip oyunda eğlencede vakit geçirerek kendilerini biraz rahatlatmaya başlarlar. İşte dostlarını evet dost gibi gördükleri kişilerle aslında araları ayrıdır ama gene birlikte olalım falan derler. Ve aslında bu hayatı ateşe çevirirler. İçleri rahat değildir, huzursuzdur, güvensizlik içerisindedir, çünkü Allah’a güvenmedin mi hiçbir şey seni mutlu etmez.
“Hum fîhâ hâlidun”
Onlar o ateş içerisinde sürekli kalacaklardır. Şimdi bakın Hum fîhâ hâlidun sözünü gördüğümüz zaman hemen aklımıza ahiret geliyor, bu yanlış değil doğru ama bu insanlar bu dünyada da ateş içinde olacaklar. Ben şimdi Yahya hocaya söyleyeyim Ali İmran suresinin 86. ayetinden itibaren istersen sadece bir meal oku, bizim mealden oku, uğraşmayalım yani 86’dan itibaren oku.
Evet şöyle;
“Resul’ün hak olduğuna şahit olmuş, herşeyi açıkça ortaya koyan belgeler kendilerine gelmiş ve onlara inanıp güvenmiş sonra da kafir olmuş bir topluluğu Allah nasıl yoluna kabul eder?”
Evet şahit olmuş, hakmış, Kur’an Allah’ın kitabı tamam, evet. Ama sonra her şeyi açıkça ortaya koyan belgeler kendilerine gelmiş, onlara inanıp güvenmiş, tamam zaten kafirlik inanmadan önce kafir olunmaz. İnanacaksın ki onun üstünü örtesin.
“Sonra kafir olmuş bir topluluğu Allah nasıl yoluna kabul eder?”
Etmez işte Allah bu yanlışın içinde olan topluluğu yoluna kabul etmez. Etmeyince ne yapar? Onların cezası Allah, melekler ve bütün insanlar tarafından lanetlenmek, yani dışlanmaktır. Şimdi şuraya çok dikkat edin. Mesela sizin Allah’a inanıp güvenmeyen insanlar açısından bir bakın, onlar aslında tek başlarına yaşarlar. Siz o evlidirler aslında eşleri başka kafada, kendileri başka kafada, her birisinin hedefi farklı, aile içerisinde herkes bir başka tarafa çeker, böyle bir iş aleminde öyle, herkes sadece menfaatleri onları bir yerde şey yapar. Ama onun dışında tek başlarına kalırlar ve asla mutlu olamazlar. Çünkü Allah lanetliyor onları yani dışlıyor, melekler lanetliyor ve tüm insanlar yani Müslüman kafir ayrımı olmaksızın. Onun için Allah-u Teala Haşr suresinde ne diyor;
“Sen onları toplu bir arada zannedersiniz ama kalpleri farklı farklıdır.”
Çünkü hiç öyle fedakarlık diye bir şeyden hoşlanmazlar. İlla önce benim menfaatim, evet.
Sonra sizin dediğiniz yer;
“Halidine fiha”.
Sürekli o lanet dışlanmışlık içinde kalacaklar. Bakın “Hüm fiha halidun” aynısı değil mi?
“Halidine fiha La yukhaffıfu anhumul a’zabu vela hum yunzarûn” Azapları ne hafifletilecek ne de kendilerine süre verilecektir.
Peki onlar sürekli kalacakta ahirette de ilgili mi bu?
Bakalım devamı ne o? 89. Ayet;
“Olup bitenden sonra tövbe edip dönüş yapıp kendini düzeltenler başka Allah’a çok bağışlayan ve ikramı bol olandır”
Biraz sonra bununla ilgili diğer ayetleri de buradan okuyacağız. Demek ki tövbe edip durumlarını düzeltirlerse kurtuluyorlar. O zaman dışlanmışlık onları ne yapar? Bu dünyada kaplar. Bir ateş içine sokar yani ateş içine sokar. Şimdi bu 1976’da İstanbul Müftülüğü’ne daha yeni tayin edilmişim. Fransız konsolosluğunda Fransızca kursu vardı kurs veriyor işte en üst seviyede kursa gitmiştim. Orada her gün bir şey okuyoruz. Bir gün Le Monde gazetesinden Paris’te yalnızlık diye bir makale, diyor ki Paris’te yani dünyanın en kalabalık şehirlerinden birisi ama orada insanlar yapayalnız yaşarlar. Giderler eğlence yerlerine gene tek başlarınadır. Giderler bir çok yerlere işte evin içerisinde bakarsın ki gece saat 12’de birisi telefon açmış doktor çağırıyor, doktor gelir yok hasta yok senin paranı vereyim yarım saat benimle konuş, konuşacak bir kişi de bulamaz. Onun için yani bu işte Allah tarafından dışlanıyor, toplum tarafından dışlanıyor, Melekler tarafından dışlanıyor. Ama şey olduğunuz zaman Allah’a tam güvenip dayandığınız zaman dünyada tek başınıza olsanız bile içiniz son derece rahattır, son derece rahattır, huzur içerisindesinizdir. Esas olan insanın içini rahat etmesidir, dolayısıyla bu şey mesela benzeri Mümin suresinde de var şeyle ilgili, Firavun’la ilgili;
“Ennâr-ı yoğrulûne aleyha hudubben ve aşiyye”
Yani şimdi Firavun koskoca bir devlet başkanı, çok güçlü birisi, Kur’an’ı Kerim’de Allah anlatıyor onu. Şey gelmiş Musa aleyhisselam ki yanında besleyip büyüttüğü kişi Geliyor onu Allah’ın dinine çağırıyor. O hiçbir şey yapı işte mucizeler gösteriyor, o da mucizeler şey yapsın diye ortadan kalksın diye işte sihirbazları topluyor, bu defa sihirbazlar ona inanıyor. Bütün milletin karşısında herkesi toplamış herkesin karşısında rezil oluyor koskoca bir Firavun. Ondan sonra kendi eşi mümin olmuş kendi ailesinden devletin üst seviyesinde insanlardan mümin olanlar var. Ne diyor Allah:
“Ennâr-ı yoğrulûne aleyha hudubben ve aşiyye”
Yani o şimdi sadece Firavun değil Firavun ve hanedanı çevresindekiler sabah akşam hayat cehennem oluyor onlara. E kıyamet günü de zaten yaptıkları ile denk bir cezaya çattırılacaklarını Allah orada söylüyor Kaçıncı ayette hatırladın mı? Mümin Suresi 40’lı ayetlerde ama.
Şimdi burada şöyle diyor Allah-u Teala 46. Ayet 46. Ayet. 40. Sure 46. Ayet. Bakın bunlar böyle çünkü hayatları cehenneme döndüğü için bir an önce bu sıkıntıdan kurtulalım biz bu adamdan bir an önce kurtulalım çekip gitsinler Firavun da Musa aleyhisselam oradan kovmuştu ama asıl kovulan kendisi ve askerleri oldu yani yok oldu gittiler.
“Ve este’acilûneke bisse’yi’e”
Kötülüğü senden böyle acele ile istiyorlar. Tamam sen bizi tehdit ediyorsun söyle o azap bu dünyadayken gelsin bu iş bitsin ya yeter artık bıktık.
“Kable’l-hasene”
Haseneden önce yap işte. Bakın dünyanızda mutlu olur, ahiretinizde mutlu olur. Ya sen orayı karıştırma tamam ne yapacaksan yap.
“Ve kad halet min kablihimul mesulât”
Halbuki ondan önce bunun örnekleri geldi geçti. Biz bunu şeyden Necim Suresi’nden daha başka ayetlerden de biliyoruz ki Mekkeliler o daha önce cezaya çarptırılan kavimler hakkında bilgi sahibi, bunu bilmiyor değilsiniz ki biliyorsunuz.
E ne oluyor? Sizde aynı sorunca mı şey yapacaksınız? Nuh kavmi batmış Ad kavmine neler olmuş, Salih aleyhisselam kavmine neler olmuş. Bundan da haberiniz var.
“Ve inne rabbeke lezû muğfiretin linnâs alâ zulmihim”
Bakın burada az önce Yahya hocanın okuduğu ayetlerle karşılaştıralım. İnsanların zulümlerine rağmen Zulüm kelimesinin Arapçadaki karşılığı yapmaması gerekeni yapmaktır Bir şeyi olmaması gereken bir yere koymaktır dolayısıyla Türkçe karşılığı tamamen yanlış yapmaktır İnsanların yaptıkları yanlışlara rağmenAllah mağfiret sahibidi.r Ne dediği mağfiret yani hem affeder hem de üstünü örter başkası da görmesin diye. Üstünü de örter yani zulmüne rağmen az önce Yahya hoca neyi okudu?
Ali İmran suresinde neler okumuştun? Kendilerine bütün gerçekler geldiği halde Ona inandığı halde onu görmezlik edenler Allah da onları yoluna kabul etmeyecek Onlara Allah lanet edecek, melekler lanet edecek ve bunda sürekli kalacaklar Tövbe edip kendilerini düzeltmezlerse Tövbe edip kendilerini düzeltirlerse. Allah onları affetmekle kalmaz İkramda da bulunur.
Peki şimdi bunları dinledikten sonra Kuran’da olmayan, hadislerde de olmayan Kader inancını nereye sokuşturacaksınız?Ezelden belliyse bu işler Allah-u Teala’nın böyle ayetleri olur mu? Ya da böyle ayetler iner mi? Bunu nereye sokuşturacaksınız? Dikkat edin öyle bir şey yerleştirmişler ki insanların zihinlerine din diye imanın şartı altıdır hepimizi öyle ezberlettiler Peki soru soru ne diyor?
Kadere inanmak farz,soru sormak yasak.Niye? Neden yasak? İbrahim a.s. Allah’a soruyor Ya Rabbi sen nasıl yaratıyorsun bana göster diye. Ne oluyor?Tabi cevap veremiyorsunuz. Çünkü ne fıtrata uyuyor hiçbir şey ne de herhangi bir ayet uyuyor. Evet.
“Ve inne rabbeke lezû mâ firâtin linnâsi alâ zulmîn”
Yaptıkları yanlışlara rağmen kesinlikle Allah İnsanların yaptıklarının üstünü örter ama Tevbe ederlerse. Hatta tevbe etmeseler bile hayat boyu yine onlara müsaade eder İşte firavunun bir sürü pisliklerine rağmen Allah onun da yaşamasına müsaade eder.Allah niye bu adamlara müsaade eder? Allah sistemini imtihan için kurmuş Firavun da o gördüğü yanlışları görsün aklı başına gelsin belki tevbekar olur. Belki tevbekar olur Allah sistemini buna göre kurduğu için bu da kaderi inancı diye bize öğretilen şekilde kaderi inancı yok bu ölçüsüzlüktür.Ama Allah-u Teala her şeye bir ölçü koymuştur. Peki Allah-u Teala İstersen En’am 160’ı da açar mısın orada? Ben şimdi ayeti okuyacağım
“Ve inne rabbeke leşedîdur eikâb”
Senin Rabbin azabı çetin olandır ama mesela burada Diyanetin mealinde azabı pek şiddetli olandır dediğimiz zaman azabı pek şiddetli olan dediğimiz zaman yapılan suçla ceza arasında bir denge var mı? Yok değil mi? Azabı şiddetli diyoruz Peki o En’am 160’da Allah ne diyor? “men câe bil haseneti felehu aşvu emzâlihâ”
Kim Allah’ın huzuruna bir iyilikle gelirse 10 katı verilir
“ ve men câe bi seyyi’eti”
bir kötülükle gelense
“fe lâ yuczâ illâ mitrehâ”
Sadece dengi ile cezalandırılır ve hiç bir şekilde haksızlığa uğratılmazlar. Bu şedid kelimesi birazcık Kuran okumasını öğrenen kişiler için şey yapalım Şedde vardır Mesela iki tane dal yan yana olduğu zaman şedde denir. Ne olmuş olur? İki dal birbirinin aynısı değil mi?
İşte şedid de yani işlenen suçla verilen ceza arasındaki ilişki bire birdir. Çetin kelimesi doğru bir anlam, şu manada anlam, ben yaptığımı çekiyorum ah kafa niye yaptım ki? Çünkü Allah’a suçlayabilecek hiçbir şey yok. Hep kendini suçluyor, hep kendini suçladığı için kendini rahatlatabilecek hiçbir şey yok. Ama birisine hakaret etme hakkı o sende onu hakaret ederek rahatlamaya çalışır ama o da yok işte, şedid o işlediği ile gördüğü ceza arasında tam bir denge var.
“Ve’gulu lezîne keferû”
Bir de bu kefirler hep böyle dalga geçiyorlar hep böyle şey yapıyorlar. Siz fıtratınıza, doğal yapınıza bu şahıs sizden farklı bir şey istemiyor ki. Ama sistemlerini haksızlık üzerine zulüm üzerine, sömürü üzerine kurdu kurunca onlar için en kötü şey bunları yapmayın demektir.
“Veyekulullezîne keferû”
Gerçekleri görmezden gelen, ayetleri görmek istemeyen, doğruları örtmeye çalışan kişiler şöyle diyecekler.
“Levla ünzile aleyhi ayetün rabbi,”
yani Muhammed’e Rabbinden bir tane mucize indirilseydi ya, hani hiçbir tane mucize getirmedi? Hani şeydi bu? Allah’ın elçisiydi? Evet, Allah-u Teala ne diyor:
“innema ente munzirun velikulli kavmin had”
Sen sadece uyarıcısın. Sen öyle insanlar şey İsa aleyhisselam getirdi de ne oldu? Musa aleyhisselam getirdi de ne oldu?
Evet, senin bu konuda okuyacağın ayetler vardı. Şimdi ben reklam yapayım birazcık müsaadenizle. Yine bizim uygulamaya dikkat çekeceğim şimdi, Rad Suresinin 7. ayetini açtık. 7. ayetin hem ilk bölümüyle hem de ikinci bölümüyle ilgili benzer ayetler elimizde var, sadece bir tıklamanız yeterli. Ben şimdi huzurlarınızda onu yapacağım, mesela hemen bu Hud Suresinin 12. ayeti buraya bağlanmış benzer ayet diye, o da şu:Diyor ki, Hud Suresinin 12. Ayetinde; Mekke müşriklerinin Resulullah’a gelip bir takım sıkıştırmalarından bahsediyor aynı bu ayette olduğu gibi ya ona da bir mucize indirilseydi ya diye. Diyor ki;
“Fele’alleke târikun ba’da mâ yûhâ ileyke vedâ-ikun bihi sadruke”
Ona bir hazine indirilseydi
“en yekûlû levlâ unzile ‘aleyhi kenzun ev câe me’ahu melek”
Ona bir hazine indirilseydi veya beraberinde bir melek gelseydi ya demeleri yüzünden sana yapılan vahyin bir kısmını terk edecek gibi oluyorsun bu da senin göğsünü daraltıyor. Yani gelip o kadar sıkıştırıyorlar ki Resulullah’a Hadi bir anda Hazinelerin olsun senin. Yap bakalım bir şey, bir hareket yap, bir şey yap, hemen hazineler meydana gelsin. Veya İşte bir melek gelsin senin yanında bir görelim. Hep uçuk kaçık şeyler beklentisi var. Diyor ki artık sıkılmaya başladın. Yapamadıkça istediklerine cevap da veremiyorsun. Allah da diyor ki:
“innemâ ente neżîr vallâhu ‘alâ kulli şey-in vekîl”
Tabi ki yapamazsın. Çünkü sen sadece bir uyarıcısın.
Yani senin görevin bu. Onların her istediğine cevap vermek falan değil. Allah’ın görevini verdiği görevi yerine getirmek. O da nedir? Git insanlara şunu ulaştır. Bitti. Önceki Resullülere Allah bu tür mucizeler vermiş. Vermiş inanmamışlar, vermiş inanmamışlar, vermiş inanmamışlar. Resulullah da diyor ki sana böyle bir şey yok. Resulullah’a da bir mucize veriyor. Biraz sonra söyleyeceğiz ne olduğunu. Okuyoruz biz zaten o mucizeyi ama ayetini de söyleyeceğiz.
“innemâ ente neżîr”
Sen sadece bir uyarıcısın. Yani bu görevini yap. Bırak onların istekleriyle falan hiçbir şekilde muhatap olma. Onun haricinde İsra suresinin 90. ayetinden itibaren 93. ayetin sonuna kadar bunların hep böyle uçuk kaçık istekleri var. Diyor ki, gelip diyorlar ki Resulullah’a;
“Ve kâlû len nu/mine leke hattâ tefcura lenâ mine-l-ardi yenbû’â”
Muhammed yerden bir pınar fışkırtıncaya kadar biz seni Peygamber falan kabul etmeyeceğiz. İnanmıyoruz biz sana Mekke ortamını düşünün. Her taraf dağ taş. Diyor ki yap bir şey bir hareket yerden bir anda pınar fışkırsın. Yap.
“Ev tekûne leke cennetun min naḣîlin ve’inebin fetufeccira-l-enhâra ḣilâlehâ tefcîrâ”
Ya da yine böyle anormal bir şekilde bir şey yap, içinde hurmaları, üzümleri olan bir bahçen oluversin bir anda ve o bahçenin de aralarında nehirler fışkırıp aksın. Hadi diyor onu istiyoruz.Sana inanmak için biz böyle şeyler istiyoruz O da mı olmadı?
“Ev tuskita-ssemâe kemâ ze’amte ‘aleynâ kisefen”
Hani diyorsun ya kıyamet gelecek, şöyle olacak, böyle olacak, şimdi yap, iddia ettiğin gibi yeryüzünü parça parça üzerimize düşür. Dalga da geçiyorlar kendilerince yani. Sonra yetmiyor bu da kesmiyor.
“ev te/tiye bi(A)llâhi velmelâ-iketi kabîlâ”
Allah’ı ve melekleri başımıza getir.
İnanmayacak ya ne yapıyor?Bahane arıyor. Böyle böyle. Başka?
“Ev yekûne lekâ beytum min zukrifin ev terkâ fissemâ”
Yahut altından yapılma bir evin olsun Hep böyle şey mucize Sihirbazlık yapacak bir şey yapacak bir baktın altından bir ev.
“ev terkâ fissemâ”
ya da gözümüzün önünde böyle göğe yüksel bakalım bir uçuk kaçık algı var ya bizde isteriz öyle şeyleri abi çok falanca veli bir kul vallahi boğazı karşıdan karşıya yürüyerek geçmiş Bayılıyor insanlar böyle abartmaya ya. İşte bu müşrik kafası aslında yani. Uç diyor uç gözümüzün önünde bir uç görelim. Ama demek ki böyle bir iki saniye düşünüyorlar. Ulan yapar mı yapar mı şimdi Allah muhafaza.
“Velen nûmine lirûgiyyike hattâ tünezzil aleyna kitâben nakraû”
Ama yukarı gittin yukarıdan bize okuyacağımız bir kitap, bir yazılı bir belge getirmezsen o uçtuğuna falan da inanmayız. Yani istiyorlarmış ki Muhammed uçtu gözlerinin önünde göklere inerken bir kağıt getiriyor, diyor ki evet çocuklar Muhammed buraya geldi falan gibi bir şey istiyorlar. Yani böyle tamamına birden Allah nasıl cevap verdirttiriyor. Diyor ki;
“kul”
de ki onlara
“fe subhane rabbi”
Fesubhanallah, bunlar ne biçim istekler. Ne biçim istekler bunlar.
“Hel küntu illâ beşaran rasûlâ”
Ya ben bir elçi bir beşer olan bir elçiden başka neyim ya ben elçiyim elçi. Elçi ne yapar? Kendisini gönderen makamın mesajını iletir karşı tarafa. Bu kadar Allah ona Kur’an-ı Kerim’i vermiş demiş götür insanlara, götürdüm git onlara böyle her istediklerine cevap ver dememiş ki. Altından evin olsun iyi olsun hemen yap bir hareket olsun. Yok öyle bir şey bakın bu surenin İsra suresinin 59. ayetini açalım. Şimdi orada Allah-u Teala ne diyor, diyor ki;
“Vemâ menânnâse vemâ menânâ en nursilebile âyât”
Bakın müşriklerin senden istediği bu tür mucizeleri göstermekten bizi alıkoyan şey şudur: Yani istiyorlar Allah yok diyor istiyorlar yok diyor. Niye?
“illâ en kezzebe bihel evvelûn”
Öncekilerin bütün bu mucizeler karşında hala yalana sarılmaları diyor. Öncekiler hep aynı şeyi yaptılar diyor Allah.
Nebilerinden mucize istediler, Allah göstertti onlara o mucizeleri, bunlar dediler ki hadi canım sen de sihirbazsın. Zaten o şeyi sen istedin, sen istedin diye gösterildi, bir de kalkıp adamı sihirbazlıkla suçluyorsun. Bak diyor ki Allah tamam sana yok böyle bu muciz, bu türden bir mucize yok, ama bunlardan çok daha büyüğü var.
O da ne, hemen açıyoruz, Ankebut suresini, nerede o? Kur’an-ı Kerim’in 29. Suresi. Tıklıyorum onun bakalım tıklayamadım olmadı geri dönüyorum şimdi Rad suresine oradan yürüyeceğim.
Rad suresinin 7. ayetini okuyorduk. Evet 50. ayetine diyor ki;
“vekâlu”
gelip dediler ki
“lev la unzile aleyhi âyâtun min rabbih”
Muhammed’e Rabbinden önceki nebilere verilen türden mucizeler indirilmeli değil miydi ya?
Bunun şeyden ne farkı var Hz. Musa’dan? Bunun İsa’dan ne farkı var? Bu da göstersin bize mucize.
“Kul”
de ki onlara
“inneme alâyâtu indallah”
mucizeler ancak Allah’tan gelir, Allah göstertirse olur bu. Sizin isteğinizle benim he dememle olmaz.
“ve innema ene”
Ben neyim sadece?
“Nezîrun mubîn”
ben apaçık bir uyarıcıyım ben bu kadarım yani sizin istediğiniz şeyler yapamam ben. Ama bakın şimdi 51. Ayet:
“evelem yekfihim ennâ enzelnâ aleykel kitâbe yutlâ aleyhim”
Her gün kendilerine bağlantıları ilebirlikte okunan bu kitabı indirmiş olmamız yetmiyor mu onlara? Mucize mi? Al, al sana mucize geldi, ama sen görmek istemiyorsun, bunu görmeyen. Ne yerden pınar fışkırtsa onu mu görecek veya onu görse kabul mü edecek? Ne diyecekti Resulullah’a sen sihirbazsın diyecekti.
Kur’an’a rağmen dediler Resulullah’a Kur’an mucizesine rağmen sihirbaz dediler. Niye dediler ki? öyle sözler söylüyor ki herkes etkileniyor. Bu adam olsa olsa sihirbaz olur. Buna rağmen bak Allah ne diyor sana en büyük mucizeyi zaten indirdik
“inne fî zâlike le zikrâ”
bu mucizenin içinde
“fi zalike rahmeten ve zikrâ li kavmin yubminin”
Bu kitapta inanıp güvenen bir topluluk için bir rahmet bir ikram ve akılla tutmaları gereken bilgi var. İstedikleri türden bir mucize verseydi daha önce de söylemiştim ben aynısını hocam da zaten sürekli anlatıyor, Musa A.S.’ın mucizesi asa diyelim ki doğru, Topkapı Sarayı’nda duruyor. Durduğu yerde yılana falan dönüşüyor mu şu an? Yok. Çünkü ne Musa var ne o mucizeleri isteyen kavmi var bugün Onlar ahirete irtihar ettiler hepsi gittiler. Bugün o asanın mucize bir özelliği ayet anlattığı için var, fonksiyonunu icra etmiyor. Denizi yardı, hiçbirimiz görmedik Allah anlattığı için iman ediyoruz oldu ama bugün için somut bir şeyi ifade etmiyor ama Kur’an-ı Kerim 1400 yıl önce indi bir mucize olarak biz o gün yoktuk bugün varız şahit miyiz mucizeye? Şahidiz bak Allah ömür verir 1400 yıl daha bu dünya yaşarsa1400 yıl sonra bir 1400 yıl sonra gelecek olanlar yine bu mucizeyi gösterecek, görecekler hangi mucize daha büyük şimdi? Bakın Muhammed A.S. yok öleli asırlar olmuş ama mucizesi elimizde, mucize böyle olur zaten öbürünü gösterseydi o günküler görür ölürlerdi bizde hiçbir şey sadece Allah anlattığı için bilirdik.
İşte Allah diyor ki gelip diyorlar ki ona ayet indirilmeli değil mi? Sen sadece bir uyarıcısın yani bu uyarı görevini yap sen bunların öyle uçuk açık şeyleriyle ilgilenme takma kafanı diyor Resulullah’a.
“la kavmi külmin had”
Bu şimdi onunla da ilgili bir kaç şey söyleyebiliriz şimdi burada Yahya Hoca’yı dinlerkeneminim ki bazılarınız şunu düşünmüştür. Allah’ı bir şey engelleyebilir mi ya? Nasıl olur böyle bir şey? Allah bizi işte öncekilerin mucizeler karşısındaki tavırları bizi engelledi diyor demek ki bakın Allah sistemini imtihan için kurmuştur. İmtihan için kurduğundan yani Allah-u Teala sistemini imtihan için kurduğundan dolayı burada her şey olur, hiçbir şeyi önceden belirlememiştir Cenab-ı Hak, fakat biliyorsunuz maalesef tefsirlerde vardır, geleneksel yapı bunu çok net bir şekilde ortaya koymuştur, bundan bir kaç hafta önce yaptığımız hikmet çalışmaları dersinde de kader konusu üzerinde de durmuştuk. Maalesef işte Allah kimseyi imtihan etmez işte bu şey yani Allah’ı kendi kafalarına göre tanımlıyorlar Allah-u Tealasanki milletle dalga geçiyor, Allah-u Teala sanki millette oyun oynuyor, her şey ezelden belirlenmiş te bu ayetlerin hiçbirinin bir anlamı yok, okuduğumuz bu ayetten hiçbir tanesinin bir anlamı yok.
Evet, şimdi bir de şunu da söyleyelim. Mesela ilgili çok sayıda ayeti okudu Yahya Hoca mucizelerin olmadığına dair ama biliyorsunuz ki peygamberin mucizeleri diye kitaplar yazmışlardır işte hadis kitaplarına mucizeler doldurmuşlardır. Yok işte parmaklarından su akıyor bilmem işte bir sürü şeyler var yok ağaç geliyor yok işte başında bulut yürüyor falan gibi yani Kuran’ın dışındaki şeyler bizim için şey değil yani önemli değil şimdi geliyoruz diyor ki Allah-u Teala;
“innemâ ente neżîr”
sen sadece uyarıcısın
“ve külli kavmin ha”
her toplum için bir yol gösteren kişi vardır. Peki her toplum için, Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesselem Mekke’ye geldi, Medine’ye geldi hadi Mekke’ye Medine’ye söyledi o zaman Arap Yarımadasının tamamına kim gitti de onlara doğru yolu gösterdi? Ya da Muhammed Aleyhisselam vefat etti gitti, şu anda kimse yok, o zaman Avrupa’ya kim gitti, Rusya’ya kim gitti, Afrika’ya kim gitti, Amerika’ya kim gitti, ne olacak? Her toplum için bir yol gösterici vardır diyorsa ne olur o zaman? Allah-u Teala her toplumda demek ki bunubilecek, öğrenecek ve insanlara anlatacak kişiler oluşturuyor. Evet onunla ilgili de ayetler vardır. Mesela, Nuh Aleyhisselam tek bir kişi kendi toplumunu uyarıyor ama kendi her tarafa gidemez bu mümkün değil. Allah onunla ilgili ne diyordu Şuara suresinde, 105. ayetinde şöyle söylüyor Allah;
“kezzebet kavmu nuhin”
bakın nuh kavmi yalanladı.Kimi?
“el murselin”
rasulleri yalanladı. En az 3 olur. Halbuki biz bildiğimiz Nuh Aleyhisselam vardı sadece o toplumda. Diğerleri kim? Demek ki o da Nuh Aleyhisselam’ın çevreye uyarsınlar diye gönderdiği. Allah ne diyordu?
“İż kâle lehum eḣûhum nûhun elâ tettekûn(e)”
Resullere düşen sadece tebliğdir. O zaman herhangi bir kişi Kur’an ayetini doğru anlar, ama maalesef tabii meallerde inanılmaz yanlışlar var, Kur’an ayetlerini doğru anlar kendi yaşar gider birisine de anlatırsa o anda o rasul olmuş, yol gösterici kişi olmuş olur. Evet. Benzeri 123. ayetinde yine Şuara suresinin, orada da diyor ki Cenab-ı Hak;
“kezzebet adun”
Bu sefer Ad kavmi yalanladı?Kimi?
“el murselin”
elçileri yalanladı. Devamında kardeşler lüt onlara şöyle demişti diyor.
“İż kâle lehum eḣûhum hûdun”
“elâ tettekûn”
Esas bir numaralı elçi orada Hud Aleyhisselam. Ama onun çevreye gönderdiği ve iletin o mesajları dediği insanlar da demek ki bu kapsamda değerlendiriliyor. Bir de zaten biliyorsunuz Arap dili açısından rasul esasen o elçinin getirdiği mesajdır. Asıl bizim için rasul budur. Mesajın kendisidir.
Mesajı tebliğ edene de rasul denir ama bu Allah’ın kitabını tebliğ ederseniz o zaman Allah’ın rasulü olursunuz. Kendisine kitap inmesi için nebi olmak gerekir. Son nebi gelmiştir artık hiç kimseye herhangi bir şekilde bana ayet geldi bana şu böyle bir şey asla kabul edilemez. Ama Muhammed Aleyhisselam’a gelmiş olan bu ayetleri çok iyi bir şekilde içimize yerleştirir. Gider insanlara anlatırsak görevimizi yapmış oluruz. Benzer ifadeler 141. ayette Semud ve Salih Aleyhisselam hakkında kullanılıyor.
“Keżżebet śemûdu-lmurselîn”
Semud kavmi elçileri yalanladı.
“İż kâle lehum eḣûhum sâlihun elâ tettekûn”
Kardeşleri Salih onlara şöyle demişti diyor. Yani Salih Aleyhisselam onlara gönderilen Allah’ın nebisi ama onun çevreye gönderdikleri de bu kapsamda. 160. ayetinde Lut kavmi için aynı şey söyleniyor.
“Kezzebet kavmu lûtinlmurselîn”
Lut kavmi elçilere yalanladı.
“İz kâle lehum eḣûhum lûtun elâ tettekûn”
Kardeşleri Lut onlara şöyle demişti. Lut aslında tek. Lut kavmi çok önemli. Mesela elçi dediğimiz zaman hemen aklımıza erkekler gelir. Peki Lut Aleyhisselam’a kim inanmıştı? Kızlarından başka inanan var mıydı? O zaman Lut Aleyhisselam’a indirilen kitabı gidip deinsanlara anlatan kim olur? Ha Yahya hoca? Bir kızları var inanan demişti ya. İki tane kızı var. Tevrat’ta öyle geçiyor. Kuranı Kerim’de de işte en fazla üç kişi olur. Birincisi kendisi iki de kızları üç.Bakın o kızlar öyle bir iş yapıyor ki Lut kavminin yaptığı homoseksüel ilişkiler. Ve öyle şey değil, kimseden gizli değil. Açıkta. Herkesin huzurunda yapıyorlar. Bir kız, kızın yapısı gidip de bu konuda insanları uyarmaya pek elverişli değil amabakın kızlar bile bu kadar uç bir nokta bile olsa Allah’ın ayetlerini gidip o insanlara anlatabilirler. İşte Allah bunu her şeyin örneğini vermiş. Bunun da örneğini vermiştir. Son bir ayet yine aynı sureden, Şuara’dan, o da 176-177. ayetler. Orada da diyor ki;
“Keżżebe ashâbu-l-eyketi-lmurselîn”
Eyke halkı da Resulleri yalanladı.
Onlara gönderilen esas Resul kimdi?
“iż kâle lehum şu’aybun elâ tettekûn”
Şuayb kardeşleri. Şuayb onlara demişti ki siz Allah’tan korkmaz mısınız? Şuayb aleyhisselam gönderildi ama onlar elçileri yalanladılar diyor. Demek ki onun da etrafa alın bunları insanlara ulaştırın dediği bir şeyler varmış, elçiler varmış, onlar da bu kapsamda değerlendiriliyor.
Bugün eğer biz bu da son derece önemlidir. Eğer biz Allah’ın dinini yaymak istiyorsak, Allah’ın kitabını çok iyi anlayıp kavramalıyı ve onu anlatmalıyız. Çünkü onu anlattığımız zaman muhataplarımız kendi doğal yapılarında olanı orada bulacaklar. Aaa gerçekten böyle mi ya? Biz bunu hiç böyle bilmiyorduk. Niye? Çünkü kendi vücutlarında gördükleri çevrelerinde gördükleriyle Kuran arasında tam bir bütünlük olduğunu görecekler. Ve şunu da görecekler ki Kuran bilimin merkezinde yer alması gereken bir kitaptır.
Çünkü tüm varlıklarda geçerli kanun ve kuralların o varlıkları yaratanın sözlü ifadeleri sözlü ifadeleri. O kanun ve kuralları koyan Zat’ın, Allah’ın ifadesidir. O zaman burada bulduğumuzu insanlara anlattığımız zaman hiç kimse karşı çıkamaz.
İşte okuduk, Yahya Hoca da okudu. Sadece laf cambazlığı yaparlar, gereksiz şeyler yaparlar. Yapacaklar. Çünkü insanları yola getirmek diye bir şeyimiz yok. Biz insanlara doğru yolu göstermekle sorumluyuz. Kendimize ancak gücümüz yeter. Başka hiç kimseye geçmez. Onun için din konusunda aslabaskı yapılamaz. Asla baskı yapılamaz. Bunları çok iyi bilmek zorundayız. İnanmazsan öldürülürsün bilmem yok işte sen Müslüman olursan eşinden ayrılırsın. Bu saçmalıkların hiçbirisini Kuran-ı Kerim kabul etmez. Kuran’a göre dini öğrendiğimiz zaman tamamen doğru yoldayürüyen kişiler olmuş oluruz. Vaktimiz yetecek mi şu ayeti okumaya?
“(A)llâhu ya’lemu mâ tahmilu kullu unśâ”
Yani neyse bu ayeti de okuyalım o zaman. Öyle söylemiştim başta. Bu ayette de çok şey var.
“(A)llâhu ya’lemu mâ tahmilu kullu unśâ”
Her bir dişininrahminde neyi taşıdığını Allah çok iyi bilir. Sadece kadın değil yani hepsinin. Bir de ana rahminde oluşum hep aynı kuralla başlar. Önce bir yani sadece insanlara mahsus değil hayvanlarda da aynı kuralla başlar. İşte önce bir döllenmiş yumurta oluşur. Allahü Teala o döllenmiş yumurtanın oluşumu sırasında ölçüleri koyar. Abese suresinde;
“halakahu fe kattara hu” diyor. Yani Allah önce döllenmiş yumurtayı yaratır arkasından tüm ölçüleri koyar. Sonra o rahim kanalına rahme doğru bir kanaldan gider.Sonra rahim de rahim cidarına yapışır. Ondan sonra işte insan açısından diyelim tüm özellikleri oluşur. Tüm özellikleri oluştuktan sonra Allah yani o anda insanın tüm özellikleri oluşuncaya kadar insanla bir hayvanın herhangi bir farkı yok. Ama tüm özellikler oluştuktan sonraAllah oraya ruh üfler. Onu da Mümin Suresi, Müminun Suresinin 14. ayetinde Allahü Teala anlatıyor. Tabi şimdi uzun uzun anlatmak mümkün değil. Ruhu şöyle anlayabiliriz. Mesela bilgisayarla ya da akıllı telefonla diğer elektriklialetlerin farkı bilgisayara yüklenen işletim sistemidir. İşte ona benzer. Onunla aynı değil ama ona benzer. Daha doğru anlaşılsın diye. İşte ruh üflendiği zaman insanoğluna yani o işletim sistemi ana rahmindeyken üflendiği zaman o insan artık o andan itibareninsan olur. O andan itibaren ki hayatının yani çocukluktan kurtulmasına kadar 30 aylık bir süre geçer. Onun 24 ayı süt emmenin en uzun süresidir. 6 ayı da ana rahminde kalış süresidir. Ki Allahü Teala tüm ayrıntılarıyla bunları Kuran-ı Kerim’de anlatmıştır.
Ondan sonra işte diyor ki Allahü Teala;
“Ya’lemu mâ tehmilu kulli unse”
Her dişi varlık rahminde neyi taşıyor Allah bilir. Rahim girişinde ki döllenmeden onun haberi olmazsa olmaz oranın ölçülerini koymazsa şu bu. Peki
“vemâ teġîdu-l-erhâmu”
neyi eksiltiyor? Onlardançünkü bir sürü şeyler de dışarı atılır. O oluşumlar sırasında. Ondan sonra
“vemâ tezdâd”
neler ilave ediliyor? Yani tüm ayrıntılar vardır. Yani Kuran-ı Kerim kadar ayrıntı veren bir şey yok. Yani bu konu Kuran üzerinde çalışanların Kuran üzerinde yoğunlaşmasınıtavsiye ediyorum.
“vekullu şey-in ‘indehu bimikdâr”
Allah katında her şey bir ölçüye göredir. Yani o rahmin içerisinde oluşum rahimde üç karanlık alandan bahseder Kuran-ı Kerim. Bir o şeyin oluştuğu yer, döllenmiş yumurtanın oluştuğu yer ki onun şeklini bile anlatıyor. Nutfe diyor yani beyaz inciye benzer bir yapıdadır o. Ondan sonra işte o oradan rahme giderken o kanalda bölünme ile ondan sonra rahim kanalında oluşumlar tüm ayrıntılar sonra da doğum.
Mesela anneler baksınlar çocuklarına ruh üflendiği andan itibaren çocuğun ana rahmindeki hareketleri değişir. Artık dışarıya mesaj vermeye başlar. Oraya cevaplar vermeye başlar. Yapı ciddi manada değişir. Neyse o kadar o ayrıntılara girmeyelim. İşte Allah-u Teala böyle buyuruyor. Biz burada bunu bırakacağız değil mi?
Dokuzu da okuyabiliriz.
“Âlimu-lġaybi ve-şşehâdeti-lkebîru-lmute’âl
Doğru. Allah bütün gaybı yani duyularla algılanmayanları bilir. Şimdi ana rahminde olup biten her yerde olup biten. Hatta bir çok şeyler yani bizim sinir uçlarımızda neler oluyor olmadan öncesini bilir Allah. Kainatta neler oluyor neler bitiyor hatta onları kayda bile geçirtir. Ve şehadeti de bilir yani görülen algılanabilen duyu organlarıyla keşfedilebilen kısmını da bilir. “El-Kebir”
Allah-u Teala çok büyük olandır.
“El-Müteal”
ve Yüce olandır.
“Sevâun minkum men eserra-lkavle”
Allah her şeyi bildiğine göre fark etmez sizin için. Sözü içinizde gizleyebilirsiniz. Aslında inanmıyorsunuz ama inanıyorum diye gösterebilirsiniz. Ya da birisine düşmansınızdır ona dost gözükebilirsiniz. Allah içinizi bilir. İstediğin kadar gizle Allah’tan bir şey gizleyemezsin ki. Evet.
“vemen cehera bihi”
Yani o sözünü açığa vuran da bilir. Doğru dürüst konuşanlar da bilir. Tamam.
“vemen huve mustaḣfin billeyl”
O kişi gece insanlardan uzakta olduğu zaman ne yapıyor? İyi şeyler mi yapıyor bir takım haltlar mı karıştırıyor onu da bilir.
“vesâribun bi-nnehâr”
Ve gündüzün çıkıp da dolaştığı zaman ne yaptığını da bilir. Yani Allah’ın bilgisinden hiçbir şey saklanamaz.
Onun için insanlara düşen Allah’a tam teslim olup dünyada da mutlu olmak, ahirette de mutlu olmaktır. Hayatlarını zindana, cehenneme çevirmemektir. Allah-u Teala cümlemizi kendine tam teslim olan, hayatlarını cehenneme çevirmeyen ve doğru bir hayat yaşayan kullarından eylesin. Senin burada söyleyeceklerin var mı?
Yok hani haftaya belki bir tekrar ederken söyleriz. Oldu Allah yardımcımız olsun. Allah rızasından ayırmasın cümlemizi.