Bugün bu hafta biliyorsunuz insan hakları haftası. İnsan hakları içerisinde de en önemli şeyi insanların hürriyeti oluşturuyor. Hürriyet Kuran’ı Kerim’in olmazsa olmaz şartıdır. O da Allahu Teala’nın bize her namazda 5 vakit okuttuğu ‘iyya kenabüdü ve iyya ke nestain’ ayetiyle ortaya çıkıyor. Yani kulluğu yalnız sana yaparız ve yardımı yalnız senden isteriz. Kulluk demek kayıtsız şartsız itaat etmek demektir. Yani ‘neden’ diye sormadan itaat etmektir. Allah bir şeyi emrederse ona ‘niçin’ diye sorulmaz. Evet anlamaya çalışırsın ama o Rab olduğu için, Allah olduğu için onun emrine uyarsın. İşte bunun adı kulluktur. Bu manada kulluğu yalnız ona yaparız. Onun dışındaki insanlara kulluk edilmez. Resüle itaat vardır. Ayeti kerimede (Arapçası) buyuruyor Allahu Teala. ‘Kim resüle itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.’ Resül kendi sözünü söyleyen kişiye denmez. O kendisini elçi olarak gönderenin sözünü söylediği için zaten Allah’a itaattir. Çünkü Allah’ın resulü Allah’ın sözünü bize ulaştıran kişidir. Dolayısıyla onun sözüne itaat aslında Allah’ın sözüne itaattir. Bu sebeple Kuran’ı Kerim’in hiçbir ayetinde nebiye itaat yoktur. Nebi Muhammed (sav)’in 24 saatlik vasfıdır. Ama resul Allah’ın ayetlerini okuduğu andaki vasfıdır. Allah’ın ayetini okuduğu zaman resul olur. O zaman o itaat okuduğu ayetlere itaat olur. Ondan dolayı kim resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur diye buyrulur. Bu sebeple biliyorsunuz meşhur bir olay var. Gerçi birçok olay var ama insanların aklında kolayca kaldığı için Bedir Savaşı’nda Peygamberimiz (sav) ashabı konuşlandırdığı zaman sahabeden Hubab bin el Müdr olacak yanlış hatırlamıyorsam Peygamber Efendimize diyor ki ‘Ya Resulallah, bu askeri konuşlandırdın ama bu Allah’ın sana vahyi mi?’ yani vahiyse sesimizi çıkaramayız. Yani vahiyse sen o zaman bu işi resul olarak yaptın demektir. Resul olarak yaptığın zaman sana o görevleri verene itaat olur. Dolayısıyla biz sesimizi çıkaramayız. Yoksa sizin kendi görüşünüz mü? Kendi görüşü olduğu zaman ona itaat etmek şart değil. ‘Benim kendi görüşüm’ diyor. O zaman diyor ki bu yanlış diyor. İşte şurada su biriktirelim, kuyuları kapatalım, askeri şuraya alalım.. anlatıyor. Peygamberimiz dinliyor, beğeniyor. Tamam diyor. İşte taktik bu diyor ve o kişinin dediği gibi yapıyor. Yani insanlar.. Resule itaat Allah’a itaattir ama resul olduğu sürece öyledir. Peygamberimiz (sav) resul sıfatıyla hiç ayıplanmaz Kuran’ı Kerim’de. Çünkü orada küçücük bir hata yapsaydı Hakka suresinde Cenabı Allah onun şah damarını koparırdık diyor. Çünkü o zaman Allah’a karşı yanlış davranışta bulunmuş olacaktı. Ama Peygamberimiz nebi sıfatıyla Kuran’ı Kerim’de epeyce şey yapılmıştı yani kişisel ilişkilerinde hep nebi sıfatı kullanılmıştır. Uyarıldığı zaman nebi sıfatıyla uyarılmıştır. Dolayısıyla Peygamber (sav) de dahil kayıtsız şartsız insanlara itaat edilmez. Kayıtsız şartsız itaat sadece Allah’adır. Sadece Allah’a olduğu için de insanlar yalnız Allah’ın kulu ve kölesidir. Zaten istese de istemese de Allah’ın kuludur. Yani reddetse de Allah’ın kuludur kabul etse de öyledir. İnsanla kim olursa olsun Allah’ın dediği saatte doğar, Allah’ın dediği saatte ölür, Allah’ın dediği cinsiyeti ve özellikleri taşırlar. Allah’ın belirlediği kişinin oğlu-kızı olurlar. Allah’ın belirlediği ırkta olur ve Allah’ın belirlediği imkanlarla yaşarlar. Dolayısıyla zaten O’na kuldurlar. Bu zorunlu kulluk. Bir de gönüllü kulluk kısmı var. O gönüllü kulluk kısmını da yaptığınız zaman hürriyetin doruğuna ulaşırsınız. Yalnız ona kul olacaksınız ve başkasına olmayacaksınız. Bu hürriyetin doruk noktasıdır. Bundan daha ileri bir hürriyet safhası düşünülemez. İşte ‘yalnız Allah’a kul olun emri insanları çok hür bir noktaya getirir. Dolayısıyla bu insanlar kendi kişiliklerinden sonuna kadar istifade edecek bir duruma gelmiş olurlar. Peygamberlerin tebliğlerinde bu olmazsa olmaz özelliktir. Bu sebeple onların mücadelesini hürriyet mücadelesi diye özetlemek mümkündür. Ama insanlar hürriyeti kendisi için ister de başkası için kolay kolay istemez. Güçlü olanlar insanları kendilerine köle etmek isterler. Bu sebeple mesela hürriyet hürriyet diye iktidara gelen birçok kişi kendinden başkasına kulluğa karşı çıktığı için hürriyettir. Yalnız bana kul olacaksınız noktasına gelir. Onun için insanlara karşı davranışlarda en büyük düşmanlık hürriyete olan düşmanlıktır. İnsan hakları kabul edilirken buna hep vurgu yapılmıştır. Fransız İhtilali biliyorsunuz bu konuda çok belirleyici olmuştur. Aşağı yukarı 4 asırlık büyük bir mücadeleden sonra Katolik Kilisesi pes etmiş ve kilise kendi kabuğuna çekilmiş, orada bir ortam oluşmuş. Orada önce Yurttaş Hakları, sonra da 1940larda da İnsan Hakları Beyannamesi yayınlanmış Birleşmiş Milletler tarafından. Siz ne kadar beyanname yayınlarsanız yayınlayın, ne kadar kanunlar çıkarırsanız çıkarın insanın eğer içinde o kanun yoksa onu uygulayamazsınız. O kağıtlarda yazılı kalır. Bugün dünya insan hakları konusunda son derece geri bir durumdadır. Yani Kuran’ı Kerim’le karşılaştırılamayacak kadar geri durumdadır. Ama bazı konularda şimdi şu anda konuşmamızın konusu olan inanç hürriyeti konusunda oldukça bir mesafe alınmıştır. Bunu takdir etmek lazım.
Şimdi burada da bir tarihi seyir olduğu ortaya çıkıyor. Yani inanç hürriyeti. Kuran’ı Kerim’e baktığımız zaman Allahu Teala diyor ki Bakara Suresi 256. Ayette (Arapçası) ‘Din konusunda ikrahın hiçbir çeşidi olmaz.’ Diyor. İkrah demek bir şeyi bir kimseye zorla yaptırmak demektir. Baskı ile yaptırmak demektir. Din konusunda baskının hiçbir çeşidi olmaz diyor. Şimdi orada hiçbir çeşit dememizin sebebi Arapça’daki o ‘La’ ya verilen anlamdır. Cinsin sıfatının hükmünü ortadan kaldırır. Yani dide ikrah sayılabilecek hiçbir şey yoktur anlamına gelir. baskıyla hiçbir şey olmaz dinde. Şimdi mesela baskıyla insan Müslüman olur mu? İman kalple olan tasdiktir. Yani bir insan içten inanırsa Müslüman olur. İçten inanmaz da dışında 5 vakit namaz da kılabilir, çok güzel konuşabilir de. Bu insanlara Müslüman denmiyor, münafık deniyor. Yani ikiyüzlü deniyor. Mesela Arapça’da tünele ‘nafak’ denir. Tünel nafak. Yani tünelin bir tarafı bir yere bakar bir tarafı bir yere bakar. Şimdi buradan sıkıştırırsınız adamı gider öbür taraftan çıkar. Tam def ettim gitti dersiniz öbür taraftan çıkar. Ordan sıkıştırırsınız öbür taraftan çıkar. İşte bundan alınarak, iki tarafa yüzü olan bir şey. Münafık denmiş, yani Müslüman yanına geliyor Müslüman, kafirin yanına gidiyor kafir. İkiyüzlü… niye buna münafık deniyor. Görüntüsü itibariyle dört dörtlük Müslüman gibi ki Münafikun Suresinde Peygamber (sav)’i hayran bıraktıkları da ifade ediliyor bu insanların. Demek ki kalpten tasdik etmedikleri için adlarına münafık deniyor. İçten tasdik edeceksiniz. E peki kalpte olan tasdiki kim bilir? Kalpte olan tasdiki bir tek Allah bilir. Bir de o insan bilir. O insan kendi kafasına göre bir din oluşturmuş, kendisini hakten Müslüman sayıyor da olabilir. Olabilir çünkü Allahu Teala Araf Suresi’nin 30. Ayette insanları ikiye ayırıyor (Arapçası) ‘Bir grup yola gelmiş, bir grup da sapıklığı hak etmiştir. (Arapçası) ‘Onlar Allah’la kendi aralarına şeytanları evliya olarak koymuşlar, onlara tabi olmuşlar. Kendilerini doğru yolun ortasında hesap ediyorlar. Gerçekten kendilerini müminden sayabilir bu insanlar. Ama nihai kararı Allahu Teala verecek. Yani bu kişi kendisini samimi Müslüman da sayar ya da münafıklığını bilir. İkiyüzlü olduğunu bilir. Fakat nihai karar sadece Allah tarafından verileceği için kim Müslümandır kim değildir onu bir tek Allah bilir. O zaman kalpte olan tasdike bir baskı yapılabilir mi? Yani bir insana zorla ben Müslümanım dedirtebilirsiniz. Tabancayı dayarsınız, kelime-i şehadet getirtirsiniz. Mesela adam yatırır şeyde bıçağı çeker, kelime-i şehadet getir kafir yoksa öldüreceğim. Bakar ki hakikaten öyle ‘Ne yapayım?’ der. ‘Vallahi ben de bilmiyorum’ der öbürü şey gibi anlatırlar ya. Bazı hikayeler şimdi kelime-i şehadet getirmekle, ‘Eşhedü enla ilahe illallah’ demekle insan Müslüman olmaz ki. O ‘Eşhüdü en la ilahe illallah’ı özümsemek lazım. Lafla ‘La ilahe illallah’ derseniz bunu birçok müşrik de diyor. Ama özümseyerek ‘la ilahe illallah’ demek lazım. Gerçekten Allah’tan başka ilah olmadığını, yalnız Allah’a kulluk etmek gerektiğini söyleyebiliyor musunuz? Ondan sonra o peygamberin Allah’ın elçisi olduğunu, kitabı getiren zatın, inanabiliyor musunuz? Bu çok ciddi şuurlu bir karardır. Dolayısıyla adama zorla şey yapabilirsiniz Müslüman olduğunu söyletebilirsiniz. Dediğiniz her şeyi söyleyebilir. Ama gerçekten Müslüman oldu mu olmadı mı onu bilemezsiniz. Onun için dünyanın en büyük baskıcı kişileri de inançlara baskı yapamazlar. O zaman inanç hürriyeti ne demek? İnanç hürriyeti kalpte imanın olup olmaması yani insanların Müslüman olup olmaması konusunda ortaya çıkmaz. İnsanların inandıkları gibi yaşamalarına müsaade ediyor musunuz etmiyor musunuz orada ortaya çıkar. Şimdi bakın mesela Türkiye Cumhuriyet’inin anayasasında din ve vicdan hürriyeti vardır. Peki varsa bugün olmuş hala başörtüsü bir problem oluyor. Yani şimdi siz bu insanların inançlarına nasıl karışıyorsunuz. Birisi çıkıyor diyor ki bu başörtüsü aslında boyun örtüsüdür. Tamam, sen öyle inan. Ama ben bunun başörtüsü olduğuna inanıyorum. İnanıyorsam sen bana karışamazsın kardeşim. Bundan bir müddet öncesine kadar, yani şu anki mevcut hükümetten öncesine kadar Türk Medeni Kanunu’nun girişinde şöyle bir cümle vardı. ‘İnanç insanın içinde olduğu sürece kutsaldır.’ Dışa vurduğu andan itibaren kutsallığını kaybeder. E kardeşim sen ona kutsal desen ne olur demesen ne olur. Benim içimdeki inancı senin bilme şansın yok ki. İşte bundan önceki hükümet yani Erdoğan hükümetinden önceki hükümet o kanunu değiştirdi. Dolayısıyla yani lafla bu işler olmuyor. İnsanlara inanç hürriyeti tanıyabilmek için insanın çok güçlü olması lazım. Bir hakimiyet problemi yaşayan insan böyle bir şeyi tanıyamaz. İşte demek ki ben inanç hürriyetini tanıyorum diyen kişi insanlara inandığı gibi yaşama hürriyeti tanımıyorsa bu inanç hürriyeti yok sayılır. Çünkü ‘La ikrahe fiddini’ diyor. ‘Dinde baskının hiçbir yeri yok. Peki bir iman sahası var baskı yapılamaz, bir de ibadet sahası var.
İnsana zorla ibadet yaptırılabilir mi? Zorla namaz kıldırabilirsiniz. Bazı aileler çocuklarına zorla namaz kıldırıyorlar. Birisi söylüyor, diyor ki babam sabah namaza kalktığımı anlasın diye seccadeyi sabah sallardım. O odayı girer seccadeyi sallanır görür, namazı yeni kıldığı zanneder kapıyı kapatır giderdi diyor. Peki baskı yapsa, hadi gel abdest al dese başında beklese abdest aldırsa. Namazı yanımda kıl dese namazı yanında kılsa ve bu namaz kılmaya niyet etmese. Hatta niyeti de beraber yapalım dese niyeti de yüksek sesle yapsa fakat bu insanın içinde niyet olmasa bu namaz olur mu? Olmaz. Niyetin yeri kalp olduğuna göre ibadet de yaptıramazsınız. Hayır hasenat yap dersiniz adam zengindir. Zorlarsınız malından zekat ver diye. Malından zekat verirken sadece sizden kurtulmak için verir. Allah rızası için vermez. O da zekat vermiş olmaz. Dolayısıyla ikrah ne ibadette olabilir ne de imanda olabilir. Baskı olmaz. Peki işin gerçeğinde baskı olmuyorsa senin baskı yapmaya yetkin var mı? Madem inançla baskı olmaz öyleyse kişi kendini ifade edebilecek mi? Yani ben Yahudiyim, Hıristiyanım, Zerdüştüm, dinsizim, hiçbir inanca inanmıyorum ya da Budistim şuyum buyum diyebilir mi diyemez mi? Şimdi bugünkü konumuz bu.
Şimdi bir kişinin inanmaması ile inandıktan sonra kafir olması arasında bir fark var tarihte. Bakıyoruz ki Hıristiyanlıkta var. Yahudilikte var veya Kuran’ı Kerim’de bunu böyle olduğunu gösteren ayetler de var. Yani bir Yahudi Yahudilikten çıksa bir Hıristiyan Hıristiyanlıktan çıksa buna yapılacak işlemlerle ilgili onlar şöyle kısa bir özet veyim ben size. Şimdi Peygamberimiz (sav)’den rivayet edilen bir hadis var. Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiş. O hadiste Peygamber (sav)’in şöyle dediği ifade ediliyor. (Arapçası) ‘La ilahe illallah muhammedur resulllullah diyen bir müslümanın kanı helal değildir. 3 şeyden biri olursa başka: zina eden dul, yani başından evlilik geçmiş bir zinakar. Cana can, yani birisini kasten öldürmüşse ona karşılık öldürülür. Ve dinini terk eden. Cemaatten ayrılan, toplumdan ayrılan.’ Şimdi bu müttefikun aleyh bir hadis. Şimdi burada bu hadisi şerife baktığımız zaman başlangıçta zinanın cezasının taşlanarak öldürme olduğunu biliyoruz. Peygamberimiz (sav)’e iki tane Yahudi geliyor. Bu suçu işlemişler. Peygamberimiz diyor ki Kuran’ı Kerim’de henüz bununla ilgili bir hüküm yok. Sizin kitabınızda ne yazıyor diye soruyor. Onlar diyor ki yüzünü karartır, eşeğe ters bindirir ve dolaştırırız. Peygamberimizin yanında Abdullah bin Selam var. Diyor ki ‘Ya Resullallah! Öyle değil’ diyor. Beraberce Beyt’i Midras’a gidiyorlar. Beyt’i Midras bizim medrese kelimesiyle aynı kökten geliyor. Beyti Midras Tevrat eğitiminin yapıldığı bir yer. Enstitü gibi bir yer. Oraya gidiyorlar. Peygamberimiz oradaki hahamlara yemin verdiriyor. Genç bir haham diyor ki Ya Muhammed eğer bu yemini verdirmeseydin ben sana söylemeyecektim ama diyor bizim kitabımızda zina edene verilecek olan ceza recmdir diyor ve gösteriyor. Peygamberimiz (sav) de o iki Yahudiye recm cezası uyguluyor. Ha diyor ki ‘Peki ne oldu, neden recmi uygulamadınız?’ diğer hahamlar da var. O genç haham diyor ki ‘Bizim fakir ve güçsüzler zina ettiği zaman recm uyguladık. İtibarlı kişiler zina ettiği zaman uygulamadık. Halk ayaklandı. Sonra bir konu üzerinde anlaştık. Öyle bir cez koyalım ki herkese uygulayalım. O da yüzünü karartıp şehirde dolaştırmak şeklinde oldu. O gün bugün herkese bu cezayı uyguluyoruz. Yüzünü karartıyor, eşeğe ters bindirip tüm şehri dolaştırıyorlar. Peygamberimiz de diyor ki ‘Ya Rabbi! Bunlar senin bir hükmünü öldürmüşler. Ben onu ilk uygulayan olacağım diyor ve uyguluyor. İkisini de taşla öldürtüyor. Peygamberimiz bunu niye yapıyor. Bu son derece önemli bir husustur. Çünkü enam suresinin 90. Ayetinde 137. Sayfa Kuran’ı Kerim’de. Bu ayetten önce 18 tane Peygamber sayılıyor. Tarih olarak ilki Nuh (as) en sonuncusu İsa (as) 18 peygamber sayıyor. Bunların babaları, soylarından gelenler ve kardeşleri denerek ne kadar peygamber varsa hepsi bu kapsama sokuluyor. Ondan sonra 90. Ayette de Allahu Teala şöyle diyor. (Arapçası) ‘Bunlar Allahu Tealanın kendilerini doğru yolu gösterdiği kimselerdir. Sen onların yollarına uy.’ Onların yollarına uy. Şimdi Peygamberimize en yakın olan kim bunlardan. Yahudi ve Hıristiyanlar. Dolayısıyla henüz Kuran’ı Kerim’den bir hüküm gelmediyse gidip oraya uyacaktır. Ne zaman ki ‘Bugün size dininizi tamamladım’ dedi, Kuran’ı Kerim’de bütün hükümler kondu. Artık onlara ihtiyaç kalmadı. O zaman onların hükümlerinin bir kısmı olduğu gibi Kuran’ı Kerim’e geçmiş oldu, misliyle nesih oldu. Bir kısmı hayırlısıyla Kuran’ı Kerim’e geçmiş oldu. Ama o zamana kadar Peygamberimiz Yahudi ve Hıristiyanların yeni bir ayet gelene kadar hükümlerini uyguluyordu. Nitekim Kıble’de Beyti Makdis’e dönüş de aynı gerekçeden dolayıdır. Peygamberimizin hakemliğine iki tane Yahudi gelip de Peygamber Efendimiz de o hükmü araştırdıktan sonra bir ayeti kerime iniyor. Orada ayette diyor ki Allahu Teala (Arapçası) Maide Suresi 43. Ayet. 114.sayfa. ‘Bunlar seni nasıl hakem tayin ediyorlar.’ Gelmişler, yani o iki Yahudi zina ettik, bize şey yap diye. Onlar da şundan dolayı geliyorlar. Kendi kitaplarından biliyorlar ki Muhammed Peygambere (sav) gelecek hükümlerde bir hafifleme olacak. O zaman diyorlar ki gideriz orada o hafif hükümle kurtarırız. Mesela 100 değnekle kurtaracak olsa onlar için büyük bir rahatlıktı. Kurtarırız. Yarın Allah’ın huzurunda da deriz ki ‘Ya Rabbi! Biz senin bir peygamberinin hükmüne uyduk. Çünkü onlar Muhammed (As)’ın Peygamber olduğundan en küçük şüpheye düşmüyorlardı. Gayet iyi biliyorlardı ki o Allah’ın peygamberidir. Ne zaman ki Nisa suresinin 15 ve16.ayetleri indi orda (Arapçası) ‘Kadınlarınızdan fuhuş yapıp gelenlere 4 tane şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse onları evlerinde ölünceye kadar ya da Allah onlar için bir yol açıncaya kadar hapsedin.’ Diyor. Ev hapsine tabi tutun. ‘Ondan sonra onunla zina eden erkek ve o kadına da eziyet edin. Tövbe eder, durumlarını düzeltirlerse salıverin’ diyor. Şimdi bu ayeti kerime gelince de tövbe edinceye kadar eziyet de laf söylüyorsunuz. Utanmıyor musun, Allah’tan korkmuyor musun falan gibi her rastlayan söyleyecek. Şimdi bir eve giren kadının yanına üç-beş kişi girer. Bir müddet sonra onlar anlarlar tamam artık bu ıslah oldu diye ama şehirde dolaşan erkeğin işi kötü. Her rastlayan diyecek ki şuna Allah rızası için iki laf söyleyim. Vallahi de tövbe ettim, billahi de. Vallahi ben anlamam. Ben şey yaparım der. Adamın işi daha kötü. Şimdi ama Allah bir yol açıncaya kadar ifadesi. Demek ki bir şey daha gelecek. Dolayısıyla bu ayetler geldiği andan itibaren Tevrattaki hüküm neshedilmiş oldu. Ne oldu. Daha hayırlısıyla neshedildi. Artık öldürme yok. Sonra da Nur Suresindeki 2.ayet geldi. İşte zina eden erkek ve kadınlara 100 değnek vurun. O da ve nihayet hükümdür. Bunun evli-bekar ayrımı olmadığı Nur Suresinin 6.ayetinden itibaren kendi eşine zina iftirasında bulunan kişi için kişinin eşi kendini savunduktan sonra o azaptan, o cezan kurtulur dediği de 100 değnek. Peygamber eşleriyle ilgili onlar böyle bir suç işlerlerse onun iki katı vurulur diyor. Recmin iki katı olmayacağı çok açıktır. Ancak 100 değnek 200’e çıkarılabilir. Ondan sonra esir kadınlar eğer evlenirler de evlendikten sonra zina ederlerse diğer evi kadınlara verilen cezanın yarısı deniyor. Öldürmenin yarısı olmaz. Ancak 100 değnek 50’ye düşer. Bütün bunlar çok net bir şekilde. Herhangi bir şüpheye er vermeyecek şekilde artık islamda zina suçuna idam cezasının verilmeyeceğini gösteriyor. Dolayısıyla bu hadisi şerifin yani Buhari ve Müslim’de geçen bu hadisin birinci bölümü başlangıçta doğruymuş, gerçekten öldürülüyor taşlayarak zina eden kişi. Ama sonra gelen ayetler bunu nesh etmiş.
Ondan sonra diyor ki (Arapçası) ‘Cana can.’ Yani bir insan birisini kasten öldürürse ona karşılık o öldürülür mü buyruluyor Kuran’ı Kerim’e göre. Öldürülür değil mi? Bakara 179 muydu? 178 ve179.ayetlerde (Arapçası) ‘Adam öldürmelerde size kısas yazıldı. Demek ki cana can ki onun da birtakım özel kuralları var. Bu devam ediyor şu anda. Yani hadisi şerifte geçen bu ikinci husus devam ediyor. Hadiste bir üçüncü husus var ki günümüzün asıl konusu o. Diyor ki (Arapçası) ‘Dinini terk eden ve toplumdan ayrılan.’ Şimdi dini terk etmekle toplumdan ayrılmak aşağı yukarı aynı sayılıyor. Çünkü sıfat olarak veriliyor. (Arapçası) hatta ondan bedel oluyor. Yani toplumdan ayrılan. Toplumdan ayrılan ne yapar. Bir fesat bir düzensizlik meydana getirir. Şimdi Kuran’ı Kerim’e bakıyoruz bizde adam öldürme sadece cana can iken işte o şeyi anlattık. Onu bir kenara, o tamam. Zina konusuna tekrar değinmeyeceğiz ama Maide Suresinin 45.ayetine baktığımız zaman şunu görüyoruz. Diyor ki (Arapçası) ‘Onlara yani Yahudi ve Hıristiyanlara yazdık, o Tevratta’ Tevrattaki hükümler Hıristiyanları da bağladığı için çünkü İsa (as) o hükmü kaldırmış değil. Tevrattan sorumlu olduğu için Hıristiyanlar Kitab’ı Mukaddes diye bahseder. Bak işte bu Hıristiyanların bastırdığı Kitab’ı Mukaddes. Tevrat da var içerisinde İncil de var. Biraz sonra ikisinden de hükümleri okuyacaksın. Yani onların sorumlu olduğu hükümler onlar tarafından hazırlanmış, burada. Diyor ki (Arapçası) ‘Tevrat’ta onlara şunu yazdık’ diyor. (Arapçası) ‘Cana can, göze göz, buruna burun… burada kısas. Demek ki bizden biraz daha farklı detaylı bir şey var. Kısas onlarda da geçerli, bizde de geçerli. Tamam bir problem yok.
Şimdi diyor ki 32.ayette bu Adem (as)’ın iki oğlunun birbirini öldürmesi olayı var. İki oğlunun birbirini öldürmesi olayı anlatıldıktan sonra diyor ki ayet (Arapçası) ‘Bundan dolayı İsrailoğullarına şunu yazdık. Kim bir kişiyi bir başka cana karşılık olmaksızın öldürürse’, şimdi cana can bizde de geçerli, ‘ya da yeryüzünde bir fesat, bozgunculuğa karşılık olmaksızın öldürürse sanki tüm insanlığı öldürmüş gibi olur.’ O zaman iki şeyden dolayı öldürülebiliyor kişi değil mi? Bir cana can bir de yeryüzünde fesat. Şimdi bu fesat, mesela bizde bu yok. Bizde o fesat meselesinin kalktığını biraz sonra göreceğiz inşallah. Şimdi bu fesat adam öldürmenin sebebi. Yani Kuran’ı Kerim’de biliyorsunuz bir metot vardır. Bir yerde bir mesele anlatılır. Acaba doğru mu anladık yanlış mı anladık diye onu Allah mutlaka bir başka yerde örneklendirir. Kısaca da anlatmaz, örneğini de verir. Ama bu örneği bulmak için de çok ciddi çalışmak lazım yani ekip çalışmalarıyla belki yıllarca uğraşmak gerekiyor. Belki bu kadar uğraşmazdık eğer eskiden bu metot uygulansaydı. Şimdi birçok şey halledilmiş olurdu ama…
Musa-Hızır olayı olarak bilinen bir olay var biliyorsunuz. Kuran’ı Kerim’de Hızır kelimesi geçmiyor. Hızır kelimesi Buhari’de Peygamber Efendimizin ağzından geçiyor. Kuran’ı Kerim’de kullarımızdan bir kul, kendine katımızdan bilgi verdiğimiz bir kul diye geçiyor. Şimdi ayetleri dikkatle incelediğimiz zaman bunun bir melek olduğu anlaşılıyor. Şimdi niye melek olduğu anlaşılıyor? Biliyorsunuz gemiyi deliyor, gemide başka yolcular var. Hiç kimse müdahale etmiyor, sadece Musa (as) müdahale ediyor. Demek ki yaptığını Musa (As) dan başkası görmüyor. Yıkılmak üzere olan duvarı yıkmadan düzeltiyor. Şimdi düşünün, bir duvar var yıkılmak üzere. Bu duvar yıkılmadan düzeltilir mi? Peki yıkılmadan düzeltildiğini nereden anlıyoruz. Diyor ki işte altında bir hazine vardı. Yıkılsaydı hazine ortaya çıkardı. Sen düzeltmek için mecburen yıkacaktın. Yine hazine çıkacaktı. Hazineyi çıkarmadan şey yaptığına göre bu bir insanın yapabileceği bir şey değil. Sonra bir çocuğu öldürüyor. Hiç kimse kılını kıpırdatmıyor. Musa (as) sadece müdahale ediyor. Bunu ancak bir melek yapabilir. Zaten hadisi şerifte diyor ki ben de bir bilgi var ki onu sen bilmezsin, sendeki bilgiyi de ben bilmem diyor. Bu ne demektir? Ben sendeki bilgiden sorumlu değilim demektir. Bir insan olacak olsa Allah’ın gönderdiği Peygambere böyle bir şey söylemesi bu kişiyi yoldan çıkarır, dinden çıkarır yani. Bu olacak şey değil. Ondan sonra zaten ayeti kerimede Musa (as) beraber olmak istediği zaman diyor ki ‘sen kavrayamayacağın bir şeye nasıl sabredeceksin?’ diyor. Bir insan bir Peygambere bun asla söyleyemez. Zaten bütün olayların en sonunda da şunu söylüyor. Diyor ki (Arapçası) ‘Ben bunları kendi isteğimle yapmadım ki’ diyor. Yani ben kendiliğimden yapmadım bütün bunları. Zaten Allah baştan da diyor ki ona katımızdan bir bilgi vermiştik. Biz ayetlerden biliyoruz ki Allah çeşitli görevlerle melekleri gönderiyor. İşte o da görevlendirilen meleklerden bir melek.
Şimdi burada konumuzu ilgilendiren husus şu. Hani dedi ya yeryüzünde fesat olmaksızın bir adam öldürürse ya cana can olacak, (Arapçası) bu İsrailoğullarına yazılan, İsrailoğullarına şunu yazdık. ‘Bir canı bir cana karşılık olmaksızın kim öldürürse ya da yeryüzünde bir fesat karşılığı olmaksızın öldürürse tüm insanlığı öldürmüş gibidir.’ Şimdi cana can yok burada. Ama o kullardan bir kul olan o zat bir çocuğu öldürüyor. Buna karşılık Musa (As) ne diyor? (Arapçası) Musa (AS) itiraz ediyor. Şimdi bir çocuk ‘zekiyyeten’ diyor. Zekiyyeten ne demek? Fesatçı falan değil. Yani iki şey var. Ya fesat çıkaracak bu çocuk, daha çocuk yani bunun daha suçu ne? Cana can da değil. ‘Böyle birisini mi öldürdün’ diyor. (Arapçası) ‘Çok çirkin bir davranış yaptın’ diyor. Münker bir iş yaptın. Şimdi biliyorsunuz üç ayrı iş yapmıştı o kul. Musa (as) üçüne de karşı çıkmıştı. Ama arka plandaki gerçek ortaya çıkınca Musa (as) ‘haa..’ demişti. Arka planı bilmediği için karşı çıkmıştı. İşte o geminin delinmesi ilerisinde gemileri gasp eden bir hükümdar vardı onun için deldim diyince ‘haa.. Demek ki haklı bir gerekçesi var.’ Ondan sonra yıkılmak üzere olan duvarı yapıyor fakat kimseden bir ücret de istemiyor. Ama Musa (as) o duvarın kime ait olduğunu bilmiyor ki. Orada bir duvar yıkılmak üzere. Diyor madem düzeltecektin bari hiç olmazsa bak bunlar yiyecek vermedi bize bari hiç olmazsa bir ücret alsaydın. Ama diyor ki bu iki yetim çocuğundu. Nereden verecekler bunlar şeyi. İki yetim çocuğun bu. Babaları da iyi bir insandı. ‘Rableri istedi ki’ diyor ‘Rableri istedi ki’. Bunu sıradan bir insan söyler mi? İşte Allah’tan aldığı emri uyguladığını gösteriyor. ‘Rableri istedi ki bunlar büyüsünler ve hazineleri çıkarsınlar. Altında hazineleri var. O zaman Musa (As) ne diyor. ‘haa.. o zaman bir şey değil. Yani arkadaki gerçeği bilmediği için karşı çıkıyor. Peki bu öldürme olayındaki savunmaya bakın. Bu savunma Musa (as)’ın şeriatına tam uygun bir savunma bak. Öldürdüm ama niye öldürdüm? Şimdi diyor ki 80 ayet (Arapçası) ‘Oğlan çocuğuna gelince’ Şimdi ğulam dediğiniz zaman ilk doğanla, doğumdan buluğa kadar olan çocuklarda kullanılıyor Arapça’da bu ğulam. Mesela Zekerriya (as)’a bir çocuk müjdelendiği zaman ne diyor? (Arapçası) diyor ‘Bana ğulam nerden?’ En küçük yaştakine yani yeni doğmuşa da ğulam deniyor. Buluğa erinceye kadar da deniyor. Şimdi diyor ki ğulam’a gelince annesi babası mümin kişilerdi. Bunları tuğyana götüreceğinden korktuk. Yani bunları taşkınlığa sevk edeceğinden korktuk ve nankörlüğe, küfre sevk edeceğinden korktuk. Şimdi bu çocuğun davranışı davranış değil. Bak korktuk diyor. Allahu Teala ‘nın şeyi bu, emri. Şu anda davranışı pek hoş bir davranış değil. O zaman nefsen zekiyyeten değil bu. O zaman bu çocuk müfsit olmuş oluyor değil mi? Fesatçı olmuş oluyor. Çünkü henüz öyle değil ama gelecekte öyle olacak. Şimdi Yahya birazdan Tevrat ve İncil’den bazı cümleleri okuyacak. O zaman daha iyi anlayacağız. Bu çocuğun gidişatı gidişat değil. Annesi babasını isyana sev edecek ve kafirliğe yöneltecek. Bunun için bunu öldürdük diyor. İşte fesat. Şimdi dinini terk edecek, toplumunu terk edecek. Hadiste geçen. (Arapçası) O zaman Musa (as) sesini çıkarmıyor. Öyleyse tamam. Öyleyse doğru. Neye göre doğru. Tevrat’a göre. O zaman Tevrat’ın bu konuda okuyacağımız hükümlerini Kuran’ı Kerim de tasdik etmiş olacak. Şimdi sen oku bakalım. Tevrat da var. İncil de var. Yahya ilgili bölümleri okuyacak şimdi.
Yahya Şenol: Evet, Tesniye kitabının 13. Babının 6 ve devamı pasajlarını okuyorum. Şöyle geçiyor: ‘Eğer kardeşin, ananın oğlu yahut kendi oğlun yahut kendi kızın yahut konundaki karın yahut canın gibi olan dostun seni gizlice baştan çıkarmak için senin ve atalarının bilmediğiniz, etrafınızdaki dünyanın bir ucundan öbür ucuna kadar sana yakın yahut senden uzak olan milletlerin ilahlarından biri hakkında ‘gidelim ve başka ilahlara kulluk edelim’ derse ona uymayacaksın, onu dinlemeyeceksin, gözün ona acımayacak ve esirgemeyeceksin. Ve onu gizlemeyeceksin. Fakat onu mutlaka öldüreceksin.’
Abdülaziz Bayındır: İşte bak burada gidelim böyle yapalım. Burada diyor ki kafir yapacak dedi ya az önce ayette evet.
Yahya Şenol: Onu mutlaka öldüreceksin. Onu öldürmek için önce senin elin ve sonra bütün kavmin eli onun üzerine olacak ve ölsün diye onu taşla taşlayacaksın. Çünkü seni Mısır diyarından, kölelik evinden çıkaran Allah’ın Rabden seni çekmeye çalışmıştır ve bütün İsrail işitip korkacaklar ve bir daha aranızda bunun gibi kötü bir şey yapmayacaklar.’
Abdülaziz Bayındır: El Mufari (burayı tam anlayamadım) hatta toplumu tefrikaya düşüren de, düşüren manasına da olur yani. Fitneci, fesatçı.
Yahya Şenol: Daha ağır cezalar da var devamında. ‘Allah’ın Rabbin oturmak için sana vermekte olduğu şehirlerin birinde aranızdan ayak takımı bazı adamlar çıktılar ve gidelim bilmediğimiz başka ilahlara kulluk edelim diye şehirlerinin halkını çektiler denildiğini işitirsen o zaman sen arayacaksın ve araştırıp iyice soracaksın. Eğer hakikatse ve aranızda bu mekruh şeyin yapıldığı sabitse o şehrin ahalisini mutlaka kılıçtan geçireceksin.
Abdülaziz Bayındır: Tüm şehir ahalisi kılıçtan geçiriliyor. Çoluk çocuk hepsi. Onun için bunun çocuk olması da bir şey değiştirmiyor.
Yahya Şenol: Onu ve onda olan her şeyi hayvanlarını tamamen yok edeceksin.
Abdülaziz Bayındır: hayvanları da var. Her şeyi dediği zaman hayvanları da dahil oluyor.
Yahya Şenol: ‘Ve onun bütün çapul malını sokağın ortasına yığacaksın ve şehri ve bütün çapul malların hepsini ateşle Allah’ın Rabbe yakacaksın ve ebedi bir yığın olacak ve artık yapılmayacaktır.’ Bir de çıkış bölümünde bir ibare vardı. Çıkış 33. Babında 15.pasaj ve devamı. Burada da şöyle geçiyor. ‘Ve Musa döndü ve şehadetin iki levhası elinde olarak dağdan indi. Levhaların iki tarafı yazılıydı. Bir yüzü öbür yüzü yazılı idi. Levhalar Allah’ın işi idiler ve levhalar üzerine oyulmuş yazı Allah’ın yazısıydı. Ve bağırdıkları zaman kavmin sesini Yeşu işitti ve Musa’ya dedi: ‘Ordugahta cenk sesi var. Ve o dedi: yenenlerin bağırış sesi de yenilenlerin bağırış sesi de değil. Ancak terennüm edenlerin sesini işitiyorum. Ve vaki oldu ki ordugaha yaklaşınca buzağıyı ve oyunlarını gördü ve Musa’nın öfkesi alevlendi ve elinden levhaları attı ve dağın eteğinde onları kırdı ve yaptıkları buzağıyı aldı ve ateşle yaktı ve toz oluncaya kadar ezdi. Suyun yüzüne saçıp İsrailoğullarına içirdi. Ve Musa Harun’a dedi: ‘Bu kavim sana ne yaptı ki onun üzerine büyük suç getirdi. Burada Harun (as)’ı suçluyorlar yani. Samiri’yi değil de. Ve Harun dedi: ‘Efendimin öfkesi alevlenmesin. Kavmi sen bilirsin. O kötülüğe amadedir. Çünkü bana dediler. Bizim için önümüzden gidecek ilah yap. Çünkü Musa’ya Mısır diyarından bizi çıkaran bu adam ne oldu bilmiyoruz. Ve onlara dedim: kimlerde altın varsa kırıp çıkarsınlar ve bana versinler. Ve onu ateşe attım ve şu buzağı çıktı. Ve Musa kavmin dizginsiz olduğunu gördü ve ordugahın kapısında durup dedi: Rab tarafında olanlar bana gelsin. Bütün Levioğulları onun yanında toplandılar ve onlara dedi: İsrail’in Allah’ı Rab şöyle diyor: Herkes kılıcını beline kuşansın ve ordugahta kapıdan kapıya dolaşsın ve herkes kendi kardeşini ve herkes kendi arkadaşını ve herkes kendi komşusunu öldürsün. Ve Levioğulları Musa’nın söylediği gibi yaptılar. Ve o gün kavimden 3000 kadar adam düştü. Ve Musa dedi: bugün size bereket versin diye kendinizi Rabbe tahsis edin. Çünkü herkes kendi oğluna karşı ve kardeşine karşı kalktı.’
Abdülaziz Bayındır: evet bunun Kuran’ı Kerim’de de yeri var. Bakara 54. Ayette. Burada ne diyor Cenabı Hak. (Arapçası) ‘Musa kavmine dedi ki:’ tabi burada Harun (as) ile ilgili anlatılan doğru değil. O Samiri ile ilgili kısım o. Samiri’nin adı da Harun olabilir mi?
Yahya Şenol: yok o Harun Harun yani. Samiriyle karışmasın.
Abdülaziz Bayındır: Samiri bir kabileye mensup kişi olarak şey yapılıyor ya. O da mümkün. Aynı isim karışmasın diye ayette öyle söylemiş olabilir. (Arapçası) ‘Musa kavmine dedi ki: Ey kavmim, bu buzağı heykeline tutunmanız sebebiyle kendinize kötülük yaptınız. Kendinizi kötü duruma düşürdünüz. O zaman Allah’a tövbe edin.’ Önce tövbe edecekler. Ondan sonra ‘Kendi kendinizi öldürün.’ Onun için herkes gitsin kardeşini öldürsün. Birbirinizi öldürün diyor ya. O manaya geliyor yani. Birbirini öldürüyorlar. Yani kendi cinsinden insanları öldürün manasında. Yani intihar edin manasında değil. (Arapçası) Yaratıcınız yanında bu sizin için hayırlıdır. Böylece sizin tövbenizi kabul eder. O tövbeleri kabul eden ve merhametlidir. Bir de İncil’de var. Onu da bir şey yapar mısın? Pavlus’un İbranilere Mektubu, 10. Bölüm 28.cümle.
Yahya Şenol: Evet, İbranilere Mektubun 10.babı bu da. İncil’de. Şöyle geçiyor 28. Pasajda. ‘Musa’nın şeriatını tahkir eden bir kimse iki ya da üç şahidin sözü üzerine merhametsizce ölür. Allah’ın oğlunu ayak altında çiğneyen ve onunla tahdis ahdin kanını bayağı tutan ve inayet ruhuna hakaret eden bir kimse daha ne kadar fena cezaya layık kalacak. Layık sayılacaktır sanırsınız.’
Abdülaziz Bayındır: Bir de şu var. Yuhanna 15 onu da ben okuyayım. Sen daha şey yapma. 15. Bölüm 6. Cümle. ‘Bir kimse bende kalmazsa, yani inancını sürdürmezse, çubuk gibi dışarı atılır ve kurur. Böylelerini toplar, ateşe atıp yakarlar.’ Yani mürted olayı. Yani şimdi mesela Engizisyon mahkemelerinde şunlar şunlar yapılmıştır deniyor ya. Onların kaynakları bu ifadeler.
Buradan tekrar başa dönelim. Demek ki Peygamber (Sav)’in bu hadisi, Buhari’de ve Müslim’de geçen hadsinin bir dayanağı var. Yani Tevrat’tan ve İncil’den bir dayanağı var. 3 şeyden dolayı öldürülüyor orada. 1. Zinadan dolayı, 2.cana can, 3. Dinini terk eden, toplumu birbirine düşüren. Mufarik yani toplumdan ayrı düşen kişi demek, yani bir fesattan dolayı.
Şimdi peki bu baştan böyle. Sonra ne olmuş? Daha sona tıpkı şeyde olduğu gibi, zina cezası nasıl taşlanarak öldürmeden 100 sopaya kadar düşürülmüşse burada da ceza düşürülüyor. Mukatil bin Süleyman diye en eski tefsirlerden, hatta ilk tefsir olduğu kabul edilen bir tefsir var. Orada şöyle bir rivayet var. 12 kişi Müslümanken kafir olmuşlar. Bu Medine’de olan bir olay. Düşünceli bir şekilde Medine’den çıkmış. Neden düşünceli bir şekilde. Çünkü onların komşuları Yahudilerden biliyorlar ki dinden dönen ne olur? İşte burada belirtildiği şekilde öldürülür. Mekke yolunu tutmuşlar ve Mekke kafirlerine karışmışlardı. Sonra içlerinden Hariç bin Süveyp pişman olup geri döndü ve kardeşi Cülas’a haber gönderdi. Ben tövbe ederek geri döndüm. Peygamberden öğren bakalım tövbeye hakkım var mı? Yoksa Şam’a gideyim. Cülus durumu Peygamberimize bildirdi ama cevap alamadı. Demek ki o zamana kadar hüküm inmemişti. Şimdi bakın tövbe etmesi kurtarmıyor. Az önce dedi ki ayette Musa (as) Bakar 54’te (Arapçası) ‘Sizi yaratana tövbe edin. Arkasından da birbirinizi öldürün’ dedi. Şimdi bu diyor ‘Benim durumum ne?’ Ben tövbe ettim döndüm ama Medine’ye geleyim mi yoksa Şam tarafına mı gideyim? Peygamberimiz bir cevap vermiyor. Ne zamana kadar. Ali İmran Suresi’nin ilgili ayetleri ininceye kadar. 60.sayfa. burada Allahu Teala şöyle diyor. Şimdi bu insanları düşünün Müslüman olmuşlar, dinden çıkmış, kafir olmuş Mekke’ye gitmişler. Diyor ki Allahu Teala burada (Arapçası) ‘Kim İslam’dan başka bir dinin peşine düşer, öyle bir din ararsa o din ondan kabul edilmeyecektir. Ahrette kaybedenlerden olacaktır.’ Bu ayetin bu Mekke’ye açan kişilerle ilgili olduğu rivayet edilmiştir. ‘İnandıktan sonra kafir olmuş bir topluluğu Allah nasıl yola getirir. Resulün hak olduğuna da şahit olmuşlar. Gözleriyle görmüş, artık çok yaşamışlar o olayı. Muhammed (sav)’in Allah’ın elçisi olduğunun kesin olduğunu da anlamışlar. Onlara çok açık belgeler gelmiş. Allah bu zalimler topluluğuna hidayet vermez.’ Yani yanlış yapan bu insanları Allah yola getirmez. Şimdi asıl mesele bunlara hangi ceza uygulanacak. ‘Bunların cezaları Allah’ın laneti, meleklerin laneti, tüm insanlığın laneti onların üzerindedir.’ Yani Cenabı Hak bunlarla ilişkisini keser, merhamet etmez, insanlar bunları dışlarlar, tüm insanlık bunlara karşı bir tiksinme, bir rahatsızlık duyar. (Arapçası) ‘Sürekli bu lanet altında kalırlar. Bu dışlanma azabı onlarda hafifletilmez. Dışlanma azabı onlarda hafifletilmez. Onların yüzlerine de bakılmaz.’ Peki burada verilecek ceza ölüm mü? Ne diyor onların cezası Allah’ın laneti, meleklerin laneti, tüm insanlığın laneti. Ölüm var mı? Yok. O zaman ölüm cezası ne yaptı. Nesh edildi değil mi? Yani Tevrat’ta ve İncil’de olan ölüm cezası nesh edildi. Neyle nesh edildi. Daha hayırlısıyla nesh edildi. Yani hüküm hafifletildi. Ölüm cezası yok. Onun yerine dışlanma var. Demek ki bunların böyle tavırları, kendi dostları tarafından bile hoş karşılanmayacak. Öyle bir psikolojik hava içerisine girecekler. Bu tabii psikolojinin konusu. Bunlar üzerine araştırmalar çok iyi olur. Müslüman psikologların toplum psikolojisi
Ali Rıza Demircan: Yalnız burada İslam ve Trafik diye bir tarihte bir çalışma yapıyordum 30 sene evvel. Orada Müslümanlara zarar verenlerin Müslümanlar tarafından cezalandırılması uygundur ifadesi lanetle ifade ediliyordu. Merak ettim lanet kelimesine bakayım dedim. Lanet kelimesinde cezalandırma manası da var. Acaba şimdi aklıma geldi.
Abdülaziz Bayındır: Ama dışlama bu.
Ali Rıza Demircan: Tabii olabilir. Yani toplumda bilinen bir adam kalkıyor, çıkıyor acaba ona tazir olarak, bana bu lanet sözcüğü tazir olarak. Şimdi çıkıyor bir düzen bozuluyor. Kafaları, kalpleri sarsıyor vatandaş, tamam öldürme cezası düştü. Onu zaten diğer birçok ayetle de öğreniyoruz ama bu lanet sözcüğü aklıma bir tazir bunlara verilebilir
Yahya Şenol: Ama şimdi (Arapçası) ikisine de isnad edildikten sonra onların lanetiyle aynı cinsten olması lazım.
Ali Rıza Demircan: Tabii ki burada şey değil. Yani bu soruyu da cevaplandırırsak isabetli olur.
Abdülaziz Bayındır: Şimdi bu ‘lağne’ kelimesinin anlamına bakalım. Şimdi diyor ki: (Arapçası) kızgınlıkla onu uzaklaştırmak ve dışlamak. Onun için Türkçe bakımından dışlama kelimesi tam uyuyor.
Ali Rıza Demircen: Acaba daha önce geçiyordu yani toplumsal…
Abdülaziz Bayındır: Bak burada şöyle diyor. (Arapçası) ‘Allah tarafından lanet ahrette bir cezadır diyor. Dünyada ise rahmetini yani ikramını kabulde ve başarıya göndermedeki bir kesikliktir. Yani Allah onun önünü keser demektir. İnsan açısından da başkasının aleyhine olan bir dua anlamına gelir diyor. Onun için (Arapçası). Dolayısıyla bu bir şey değil yani fiili bir ceza değil bu.
Ali Rıza Demircan: Birtakım toplumdaki imkanlardan yoksun kılma. Aslında normaldir. Çünkü İslam toplumu bir inanç toplumudur. İslam toplumunun yönetiminde yer alacak, yani bugün genel müdür vesaire dair gibi ya da bir eğitim kurumunun başı olmak gibi bir durumu herhalde İslam toplumu irtidat etmiş bir adama böyle bir toplumsal görev veremez.
Abdülaziz Bayındır: Onu veremez zaten. Onun üzerinde (Arapçası) Başka ayetlerde öyle var zaten. ‘sizden olmayanları iç işlerinize karıştırmayın’ diyor. O başka bir şey. Yani ona itibar vermemek başka bir şey. Ama ona fiili ceza vermek başka bir şey yani burada fiili bir ceza yok.
Ali Rıza Demircan: Fiili cezadan kastım benim şey yani. Böyle bir hak mahrumiyeti gibi.
Abdülaziz Bayındır: Tabii yani zaten o var yani. ‘Onları iç işlerinize karıştırmayın. Size kötülük yapmaktan geri durmazlar’ buyruluyor. Başka ayetlerde de var o konular.
Şimdi şunu devam edelim. Peki bu Mekke’ye kaçan 12 kişiden bir tanesi tövbe etmiş, geri gelmiş. Buraya kadar sanki Allah bunu tövbesini kabul etmez, sanki ebediyen bu lanette kalır gibi anlaşıldı değil mi? Bak burada diyor ki Allahu Teala (Arapçası) ‘Ama bunda sonra tövbe edip durumunu düzelten başka.’ Şimdi o bir kişi… ‘Tövbe edip durumunu düzelten başka. Allah gafur ve rahimdir.’ Ne demek? Allah onun günahlarını affeder ve bağışlar. Hatta Furkan suresinin son ayetinde (Arapçası) buyruluyor. Hani şimdi orada (Arapçası) diyor. Şimdi müminleri anlatırken ‘Allah’la birlikte bir başka tanrıya yalvarmazlar.’ Şimdi bu adam müminken yalvarır hale gelmiş değil mi? Sonra tövbekar olmuş. Sonra kendisini düzeltmiş, düzelttiği zaman (Arapçası) grubuna da girer. Yani Allah bu kişiye ayrıca o mürtedlik zamanında işlediği günahını da sevaba çevirme sözü veriyor eğer kendini düzeltirse.
Şimdi kendini düzeltme işi iki dakikalık bir iş değildir. Tövbe ve ıslah. Tövbe edebilmesi için kişinin zihnine olayı erleştirmesi lazım, içinde karar vermesi lazım. Öyle birisinin başında durup da tövbe et yoksa öldüreceğim demesiyle olacak bir iş değil. Tövbeyi kime yapacak bu insan? Allah’a yapacak ve samimi olacak. O zaman öyleyse insanların bunlara tövbe ettirmesi diye bir şey söz konusu değildir. Kendisi tövbe eder. Tövbe ettirilmez. Yani serbest bırakırsınız. Sadece sizin yapacağınız nedir? İşte Ali Rıza hocanın dediği gibi önemli işlerinize karıştırmazsınız. Çünkü Allah’a karşı hainlik yapan size karşı çok daha rahat yapabilir.
Ondan sonra şöyle söylüyor Allahu Teala (Arapçası) ‘Ama inandıktan sonra kafir olanlar, sonra kafirliklerini sürekli artırıyorlar.’ Az önce tövbe edenlerdi şimdi tövbe etmiyor. (Arapçası) ‘bunların tövbesi asla kabul edilmeyecektir.’ Yaşarken kafirliğini sürekli artıran bir kişi ne zaman tövbe eder? Öldükten sonra tövbe eder. Çünkü Nisa Suresinin (Arapçası) ‘Kötülük işleyip duran kişinin tövbesi tövbe değildir. Ölüm gelip çattığı zaman –ben şimdi tövbe ettim-der.’ Yok ölüm çattığı zaman olmaz. Mesela firavun boğulurken tövbe etmişti. Ne diyor Cenabı Hak ‘Şimdi mi?’ Şimdiye kadar neredeydin diyor. (Arapçası) ‘Kafir olarak ölenlerin tövbesi de tövbe değildir.’ Tövbe kelimesinin Arapçadaki anlamı ‘Racea’ dönmek demektir. Türkçede de aynen şey yapılır. Şu adam dönüş yaptı denilir. Ne demek dönüş yaptı? Artık o hatalı yolu bıraktı, doğru yola döndü denir. Şimdi bu manada Müminun Suresinin 99 ve 100. Ayetleri kafir olarak ölenlerin tövbe edip dünyaya dönmek isteyeceklerini bildiriyor. (Arapçası) ‘Onlardan birisine ölüm geldi mi’ bunlar kafir. ‘Ya Rabbi bizi geri çeviriniz derler.’ Yani tövbe etmişler. ‘Terk ettiğim dünyada belki güzel bir iş yaparım. Hayır. Bu onun söylediği boş sözdür. Arkalarında engel vardır. Tekrar dirilecekleri güne kadar.’ Dolayısıyla buradaki yani demek ki şunu bir daha okuyalım bakın. Diyor ki (Arapçası) İnandıktan sonra kafir olmuş, sürekli küfrünü artırmış. Şimdi mürted kişiyi öldürürseniz ya da üç gün hapis ederseniz bunun sürekli küfrünü artırma imkanı olur mu? Demek ki bu sürekli küfrünü artırır artırır artırır ama ölümün hemen öncesinde, daha ölüm gelmeden tövbe ederse Allah bunun tövbesini yine kabul eder. Onun için ne diyor Cenabı Hak zümer suresi 53.ayet (Arapçası) ‘Kullarıma şöyle söyle diyor: Ey kendilerine karşı aşırı davranışta bulunan kullarım,’ yani yanlışlar o kadar çok günah günah günah işlemişsiniz ki artık Allah beni affetmez, ben bu kadar kötü bir adamım falan ‘Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.’ Günahınız ne olursa olsun. O zaman bu kişi de emek ki kafirliğinde ne kadar ileri giderse gitsin her zaman için bunun önünde de tövbe kapısı açıktır. Kendisini düzeltirse o işlediği günahları sevaba çevrilme imkanı da her zaman açıktır.
Şimdi bütün bu şartlarda ne oldu sonuç olarak? Kuran’ı Kerim’de tamı tamına bir inanç hürriyeti var. İnandığı gibi yaşama hürriyeti var ve sadece bir dışlanma olayı var. O dışlanma olayını da zaten Allahu Teala diğer emirlerinde bildiriyor. İşte (Arapçası) ‘müminlerden bir kısmı diğerinin velisidir.’ Yani sıcak ilişkiler, dostluk ilişkisi müminler arasında olur.
Soru: Kendiniz öldürün diye Kuran’dan da bir ayet söylediniz.
Cevap: Musa (as) kavmiyle ilgili o. Musa (As)’ın dediğini anlatıyor o.
Soru: Ama ben yanlış anladım onu
Cevap: Başka yanlış anlayanlar da olabilir. Tekrar söyleyeyim ben şimdi. Bakara 54.ayet. İsterseniz bir daha açın da onu oradan şey yapalım. Yanlış anlaşılmaz olmasın.
(Ali Rıza Demircan hocanın söylediklerinden sonra) ona bir bakalım isterseniz. Önce şuna şey yapalım. Oraya bir ayrıca bakalım. Bir dakika. Bakara 54.ayet 7.sayfada burada şey var. Diyor ki (Arapçası) ‘Musa kavmine bir gün şöyle dedi’ Şimdi burada Yahya’da Tevrat’tan okudu ya çıkış bölümündeydi değil mi? Bu son sözler. Çıkış 33’teydi. Onunla ilgili olarak orada diyor ki alın kılıcınızı ev ev dolaşın, birbirinizi öldürün diyor. Buradaki ayet de onu hikaye ediyor. Musa (as) zamanında olan olayı hikaye ediyor. (Arapçası) ‘Bir gün Musa kavmine şöyle dedi: Siz kendinize karşı zalimlik ettiniz. Yanlış yaptınız. Kendi kendinizi kötü duruma düşürdünüz. O buzağıyı kendinize tanrı edinmekle. Yani suç işlediniz. O zaman yaratıcınıza tövbe edin.’ Tövbe edince cezadan kurtuldu mu? Hayır. (Arapçası) ‘Tövbenin arkasından da kendi kendinizi öldürün.’ İşte o açılımı orada. Alın kılıcı, kapı kapı dolaşın ve birbirinizi öldürün. O gün 3000 kişinin öldürüldüğünü ifade etti Tevrat.
Soru: Böyle anladılar yani.
Cevap: Böyle anladılar değil. Böyle emredildi zaten. Kendi kendinizi öldürün diye emredildi. İşte Kuran’ı Kerim’de o hüküm değiştirildi. Ama onlarda öldürme hükmü hala devam ediyor bugün. Bugün onun için bir Yahudi Müslüman olsa diğer Yahudiler onu öldürürler. Aynı şey Hıristiyanlar için de… bunu bugün de yaparlar yani..
İzleyici: Meşhur birisi öldürülmüştü.
Abdülaziz Bayındır: O Eyüp’teki öldürme değil mi?
İzleyici: Hz. Zekeriyya’nın ne kadar yanlış anlıyorsunuz demesini şimdi daha iyi anlıyoruz.
Abdülaziz Bayındır: Evet
İzleyici: Hocam yalnız buradaki bağlamdan ayetin devamını okuduğumuzda sanki onlar bu emri yerine getirmemiş gibi bir şey çıkıyor. Çünkü onlar bir gerekçe gösteriyorlar. ‘Biz Allah’ı gerçekten görmedikçe sana inanmayacağız’ diyorlar. Ondan sonra da onları yıldırım çarpıyor sanki. Sanki Musa’nın dediğini yapmamışlar gibi, birbirlerini öldürmemişler gibi.
Cevap: Yok yok alakası yok. Bak şimdi şu ayeti okuyalım. Onu yapmışlar. O başka bir olay o senin dediğin. (Arapçası) ‘Bir gün Musa kavmine dedi ki buzağıya tutunmakla kendinize kötülük yaptınız. Yaratıcınıza tövbe edin ve kendinizi öldürün.’ Yani kendi adamlarınızı öldürün demektir. Yani kendi inancınızdan olan kişileri öldürün. Zaten burada da ev ev dolaşıp öldürün ifadesi var. Biraz daha detaylı. ‘Yaratıcınız katında bu sizin hayrınızadır.’ Diyor. (Arapçası) ‘Rabbiniz de sizin tövbenizi kabul etmiş olsun. ‘O tövbeleri kabul eden ve merhametlidir.’
Ondan sonrası başka bir olaydan bahsediyor. Bu olayla alakalı değil. Bunun devamı değil. Dolayısıyla biz burada şunu anlatmaya çalıştık. Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta dinden dönenin öldürülmesi hükmünü Kuran da tasdik etmiş oluyor. Kuran onu tasdik ediyor. Kuran onu tasdik ettiği için Peygamberimiz kendisine yani Mekke’de inan ayetlerde ‘Sen onlara uy’ diye emredildiği için Medine’de dinden dönenler hemen Mekke’ye kaçıyorlar. Çünkü biliyorlar başlarına gelecek olanı. Medine’de Yahudiler var. Durumdan haberdarlar. Ondan sonra birisi tövbe ediyor. Tövbe etmek adamı ölümden kurtarmıyor. ‘Ben tövbe ettim, gelebilir miyim?’ diyor. Peygamberimiz cevap vermiyor. Çünkü Musa şeraitine göre tövbe etmek de o kişiyi ölümden kurtarmıyor. O zaman ayetleri bekliyor. İşte bu ayetler, biraz önce okuduğumuz ayetler inince mürtedin öldürülmesi olayı kaldırılmış oluyor ve kişi ölümüne yakın bir zamana kadar yine mürted devam edebilir. Ölmeden önce tövbe ederse paçayı kurtarır, etmezse zaten ahrette yapacağı, öldükten sonraki tövbesi kabul edilmeyecektir. Sonra bu kişi Medine’ye geliyor.
Soru: Meallerde ‘nefislerinizi öldürün.’ Yani egolarınızı ıslah edin gibi mealler verilmiş birçok mealde.
Abdülaziz Bayındır: İşte şimdi bu bağlantıyı kurmayınca, Kuran’ı Kerim önceki kitapları tasdik eder diye geçiyor değil mi? Tasdik bu işte. Dolayısıyla eğer burada ehl-i kitapla ilgili bir olay anlatılıyorsa onu oradan bakıp bir bulmak lazım. O zaman tüm detaylarda veriliyor değil mi burada. Kendinizi öldürün başka bir şeydir. İçinizdeki kötülüğü öldürün başka bir şeydir. İkisi birbirinden farklı. Çünkü tövbe edin meselesi o içindeki kötülüğü öldürmenin zaten karşılığıdır. Tövbenizden sonra kendinizi öldürün. Hem de arkasından diyor. O manaya anlaşılmaz.
Yahya Şenol: Sorular vardı bakalım onlara.
Abdülaziz Bayındır: Peki, olur. Şimdi burada hayır Ali Rıza hocanın söylediği bir melse var. Ona bakalım ondan sonra. Bu Ali İmran 90’la ilgili miydi Ali Rıza Hocam.
Ali Rıza Demircan: Tövbe etmişler demek. Ama siz ıslahı ölümden önce veya sonra, yani onların tövbeleri niye kabul edilmiyor ki ölüm söz konusu.
Abdülaziz Bayındır: bak şimdi bu, onun devamı var. Onun devamı ayet oradaki problemi çözüyor. Diyor ki: (Arapçası) İmanından sonra kafir oluyor ve kafirliğini sürekli artırıyor. Bunlar bu dünyadayken tövbe etmiş olsalar … ifadesi kullanılmaz. Ahrette şeyi o. Bunlar yoldan çıkmış insanlardır. Ondan sonra ikinci ayet meseleyi iyice netleştiriyor. (Arapçası) ‘kafir olarak ölseler ölen kişiler. Yeryüzünü dolduracak kadar bir altın olsa da onunla canlarını kurtarmak isteseler bile kabul edilmez.’ İşte bu ayet önceki ayette anlama hatası olabilecek kısmı kapatmış oluyor. (Arapçası) ve bu bütün kafirler için söz konusu yani. O müminken kafir olan ile bütün kafirler, onların tamamının tabii olduğu hükmü ifade ediyor.
Soru: Fark kalmıyor yani.
Cevap: fark kalmıyor da. Dolayısıyla insanların zihninde bir fark var mı yok mu diye kalabilir. Zaten biz Kuran’ı Kerim’de şunu öğreniyoruz. Bütün kafirler aslında inandıktan sonra kafir olmuştur. İnandıktan sonra kafir olmayan tek bir kafir yok. Onu da Ali İmran 106’dan öğreniyoruz biliyorsunuz. Evet bir yaprak çeviriyorsunuz. Diyor ki Allahu Teala (Arapçası) ‘Bazı yüzlerin ak bazı yüzlerin kara olduğu gün’ Yani bu mahşer günü. ‘Yüzleri kara olanlar, onlara –inandıktan sonra kafir mi oldunuz?- denecektir.’ Çünkü kafir bir şeyi örten demektir. Olmayan şey örtülmez. Örtülen imandır. Örtülen iman olduğu için o kafirler zaman zaman keşke biz de Müslüman olsak derler. Yani onlar biliyorlar işin esasını. Ama herkes kendi bilgisine göre doğruları kabul etmiş olur. Doğruları herkes bildiği için yanlışları yapınca içi cız etmeye başlar. İşte onun içinde olan o imanı örttüğünden dolayı ne diyor Allah (Arapçası) ‘O kafirliğinize karşı azabı tadın’ diyor.
Soru: Bursa’dan bir soru var. İslamın hakim olduğu bir ülkede Yahudi topluluğu ya da dinsizim diyen kesim işlenen bir suça kendi istediği şekilde ceza vermek isterse, mesela Yahudi zina suçlusunu recmedelim, dese. Dinsizler de karışmayalım ya ne yaparsa yapsın derse inanç özgürlüğü apsamında bu tür sorulara nasıl cevap vermek gerekir?
Cevap: Şimdi bu bazı suçlar vardır ki orada insanların özel durumları dikkate alınmaz. Zina da o suçlardan bir tanesidir. Ama bazı durumlarda alınır. Genellikle ceza hukuku sahası ve bazı önemli hususlar herkese uygulanır. Mesela Osmanlılarda Yahudilerin ve Hıristiyanların özel hukukları vardı. Ama bu tür suçlarda aynı cezaya çarptırılıyorlardı. Olabilir yani Yahudiler bunun recmedilmesini isterlerse devlet onlara, çünkü kitaplarında olduğu için bir kaynak göstermeleri gerekiyor. Kitaplarında olduğu için devlet onlara bu imkanı tanır. Ama isterlerse Kuran’ı Kerim’deki hükme de tabii olabilirler. Kuran’ı Kerim ona o yetkiyi de veriyor. ‘onlar sana gelirlerse aralarında hükmet ya da yüz çevir.’ Dolayısıyla bizim hukukumuza tabii olabilirler. Osmanlı döneminde benim şahsen şahit olduğum şu. Kendi özel mahkemeleri olmasına rağmen bizim mahkemelerimize başvuranların büyük bir çoğunluğu Yahudi ve Hıristiyanlar. Yani Müslümanlardan daha çok onlar başvurmuşlar. Böyle bir hakları da var. Ama mesela şöyle söyleyeyim. Bir gün şu anda Michigan veya New Georgia, o üniversitelerden birisinde öğretim üyesi olan birisi var şu anda. Üniversitesinin ismini hatırlayamadım tam olarak. Bizim orada doktora yapmıştı. İstanbul Müftülüğü’nün mahkeme arşivlerinde… Bir gün baktım bir belge okumuş, geldi yanıma. Dedi ki bir şey görüm, bu imkansız dedi. Ne oldu dedim. Dedi ki Kanuni Sultan Süleyman’ın padişahlığı döneminde tutuyor Hıristiyanlara içki üretim ve satış için, meyhane açmak için ruhsat veriyor, Padişahın fermanıyla ama kendi vatandaşı içki içerse ona da ceza veriyor. Şimdi o zaman dünyanın en güçlü devleti bir başka devletin baskısıyla bunların böyle bir şey yapması mümkün değil. Tek şey var. Bu yanlış bir belge… Dedim o belge yanlış değil. Kuran’ı Kerim insanlara din hürriyeti vermiştir. Hıristiyanlar içkinin kendilerine helal olduğuna inandıkları için Müslümanlar onlara bu inançlarına göre yaşama hürriyeti vermek zorundadırlar. Aynı şekilde domuz da yetiştirebilirler. Ama sadece kendi halklarına yetecek kadar. Daha fazla değil. Müslümanlara sattıkları tespit edilirse cezalandırılırlar. Domuz için de aynı şey söz konusu. Tabi o zaman çok şaşırmıştı. Böyle bir durum da söz konusu. Yani insanların inandıkları gibi yaşamalarına izin verilir ama bunun bir belgesi olmalı. Yoksa öyle kafama esti mi ben şunu istiyorum bunu istiyorum olmaz. O zaman kargaşa olur. Dolayısıyla bir insan ateist de olabilir ama işlediği suçlardan dolayı biz kendi şeyimizi uygularız ona.
Ali Rıza Demircan: Biraz önce aklıma bir şey geldi. Hz. Peygamber Efendimiz (sav) faizi meselesinde Necranlılarla yaptığı anlaşmada faiz sistemi yapmayacaklarına dair madde koydurdu ama onların ehl-i kitapta da faiz haramdır.
Abdülaziz Bayındır: Tabi… Tevrat’ta da bugün faiz haramdır. İncil’de de haramdır.
Ali Rıza Demircan: Yani kitaplarında da yasaklı olan bir işi İslam toplumunda biz böyle istiyoruz demek ki diye bir farklılık var. Ama içki öyle değil demek ki…
Abdülaziz Bayındır: İçki öyle değil. Mesela Yahudi için içki müsaadesi yok. Hıristiyan için var. Çünkü Yahudi’nin kitabında içki haramdır. Mesela sekir içmeyeceksin diye ifade vardır.
Soru: Maide Suresi 32.ayetle ilgili bir soru var Mehmet Türkmen sormuş. Bu ayete göre inanmayan fakat inançsızlığını etrafa yaymaya çalışmayan kişinin durumu nasıl olacak? Bu ayete göre bu gibi kimseler de öldürülüyor muydu?
Cevap: buradan öldürüldüğü anlaşılıyor. Sadece inkar etmiş olması orada yetiyordu. Ama Kehf Suresindeki ayete baktığımız zaman onun fesadını yayması anlaşılıyor oradan. Peygamberimizin hadisinden de fesat anlaşılıyor yani Mehmet Türkmen’in sorusu son derece yerinde. Sadece inançsızlığından dolayı değil onu fesada çevirdiği zaman öldürülmüş oluyor. Zaten o Buhari ve Müslim de geçen hadiste de (Arapçası) kelimesi geçiyor yani toplumdan bölünen, ayrılan geçiyor. Demek ki şu anlaşılıyor Peygamberimiz o sözünü çok büyük bir ihtimalle söylemiştir. O söz dediğim şu: La ilahe illallah muhammedur resullullah diyen bir müminin üç şeyin birini işlemedikçe kanı helal değildir. Birisi başından evlilik geçmiş bir kişinin zinası, cana can, dinini terk edenden bedel toplumu ayıran. Demek ki dini maksatlı toplumda fesat çıkaran. Başka bir maksatla değil. Dolayısıyla sadece dinini terk edene de, sadece inanmayana da… ama inanmıyor ama herhangi bir eylemde de bulunmuyorsa bu ayetler ışığında Tevrat ve İncil’de de bundan dolayı hüküm uygulanmadığını anlayabiliriz. Ama o buzağıya tapmalarını nasıl yorumlayacağız? O buzağıya tapmaları toplumu tümüyle fesada veren bir eye-lem olduğu için onlara öldürme cezası verilmiştir.
Ali Rıza Demircan: Geçenlerde gördüm. İçinizde kim İsrailoğullarının ilahı dışında bir ilaha kurban keserse öldürülür. Fert olarak da var yani.
Abdülaziz Bayındır: Tabi orada var da yani Kuran’ı Kerim’deki ayetlere baktığımız zaman sadece dini ter etmek değil fesat da. Çünkü o çocukta da o fesattan bahsediliyor yani küfürle beraber fesattan bahsediliyor.
Ali Rıza Demircan: Yani o fesat nefsi müdafaa için anlıyorum yani onu fesatsız gibi değil de yani orada fesadın karşılığı bir adam nefsi müdafaa için adam öldürebilir.
Abdülaziz Bayındı: O başka tabii.. orada kötü niyeti yok. Orada kendini korumak istiyor. Ama o durumu ispatlaması lazım ki şeyden kurtulsun. O da bir sıkıntı tabii.. Kolay değil.
Yahya Şenol: Yine bu insan hakları bağlamında, inanç özgürlüğü bağlamında kiliselerin camiye dönüştürülmesi İslam’a göre nasıl değerlendirilmelidir?
Abdülaziz Bayındır: Kiliselerin camiye dönüştürülmesi zorla Hıristiyanların elinden alıp dönüştüremezsiniz kiliseyi camiye ama ibadet edeni kalmadığı zaman o bir binadır. O bina ne için kullanılacak? Birisi alır fabrika yapar, bir başkası alır ev yapar, birisi alır cami yapar.
Yahya Şenol: Belki bu şey kast edilmiş olabilir bu soruda hani Ayasofya gibi… Fethin sembolü..
Abdülaziz Bayındır: Ama şimdi orada Hıristiyanların ibadet yapabileceği o kadar çok kilise var ki onların çevresinde. Hıristiyanların ibadetine engel olan bir durum söz konusu değil. Bir de şey var mesela bu Vatikan’a gittiğimizde orada kilisenin iç organizasyonundan sorumlu bir kardinal şunu söylemişti. Kilise bitti artık, inananı kalmadı. Merkezi ayakta tutmaya çalışıyoruz ki yarın inananlar olursa hiç olmazsa burada bir şey ayakta dursun. Bugün en büyük problemimiz terk edilen kiliseleri ne yapacağız? Satacak mıyız muhafaza mı edeceğiz? Peki sattığımız takdirde içindeki o eşyaları ne yapacağız? Bunları müzeye koymak istesek büyük bir sıkıntı. Yine Kaliforniya’da büyük bir kilise satılığa çıkarılmış, orada Kaliforniya Üniversitesi’nin profesörlerinden birisi söylemişti. Dedi ki keşke Müslümanlar satın alsa da cami yapsalar. Yani dolayısıyla bu o insanlara yapılan bir kötülük değil. Gidin şimdi Amerika’da Avrupa’da birçok kilise cami yapılmıştır ya da İslam kültür merkezi haline getirilmiştir. E adamlar terk ediyor. Ne yapacaksın. O şekilde kalacak hali yok.
Yahya Şenol: KAfirun Suresindeki ‘Lekum dinikum ve liyedin’ ayeti sadece Müslüman olmayanlar için mi geçerli? Müslüanları içerir mi? İçerirse hangi boyutta?
Abdülaziz Bayındır: Oradaki Müslüman olmayanlarla ilgilidir. ‘Kul ya eyyühel kafirun’ diyor.
Yahya Şenol: Bir hocadan duymuştum. Yine böyle iki Müslüman tartışıyorlar. Bir Müslüman ya karışma benim inancıma Allah demiyor mu ‘Leküm diniküm ve liyedin’ demiş. O da demiş ki ‘Sen ya eyyühel kafirun’u kabul ediyorsan eyvallah’ ya eyyühel kafirun un muhatabı sen misin yani? Allah’ı kafire söyle sana ne.
Abdülaziz Bayındır: Orada kafirler çünkü kafir de kendisini dindar sayıyor. Desin başında Araf 30. Ayeti okumuştuk.
Yahya Şenol: Bir de bu tövbe konusu geçince herkes şunu sormuş. Şeytana tövbe kapısı açık mı diye. O da tövbe eder mi? Ederse ne olur?
Abdülaziz Bayındır: Yani Cenabı Hak tövbe kapısını hiç kimseye kapattığını söylemiyor. Ama o sürekli isyanını artırıyor. O kesin kararını vermiş. Ama tövbe kapısı hiç kimse için kapalı değildir. Şeytan kendisini de doğru yolda kabul ediyor. ‘İnni ehafullah’ diyor yani. Adama kafir diyor, ne diyor (Arapçası) Haşr Suresinde şeytan örneğinde gibi. Adama ‘Kafir ol’ der. Kafir ol der adam kafir olduğu zaman ne yapar? ‘Bak benim bir ilişkim yok ha.’ Adama suç işlettirir. Bak yakalandığın zaman beni tanımıyorsun.
Yahya Şenol: Haşr 16ymış. 59.sure 546.sayfa.
Abdülaziz Bayındır: Bak diyor ki (Arapçası) ‘Tıpkı şeytanın örneği gibi. İnsana kafir ol der. Kafir olunca ben senden uzağım, benim seninle hiçbir yok der. Ben beriyim. Bir de Türkçemizde bu kelime, ibra var. İbra ne demek. Suçsuzlar. Bir de berea kelimesi var değil mi şey de. (Arapçası) Budur. Benim seninle hiçbir alakam yok ha. (Arapçası) ‘Alemlerin Rabbi Allah’tan korkarım’ diyor. Onun için buna çok dikkat edin arkadaşlar. Şimdi birisi televizyona çıkıp iki de bir diyor ki ‘Allah’la araya aracı koymak lazım. Bu Allah’ın emridir.’ Diyor Cenabı Hakka en büyük iftirayı yapıyor. Ondan sonra da diyor ki işte doğrudan Allah’a bağlanan şeytana bağlanmış olur. Kendini tarif ediyor. Kendini tarif ediyor orada. Çünkü kendinin bağlandığı şeytan olduğu kesin. Ondan sonra bir de diyor ki biz diyor Allah’ın yaratıcılığını inkar etmiyoruz ki diyor. Şeytan Allah’ın yaratıcılığını inkar ediyor mu? Ne diyor (Arapçası) ‘Beni ateşten yarattın onu çamurdan.’ Hiçbir müşrik Allah’ın yaratıcılığını inkar etmiş değildir. (Arapçası) ‘Onlara bir sorsan gökleri ve yeri kim yarattı elbette ki Allah diyecekler’. İşte şeytan da bak burada ne diyor (Arapçası) ‘Ben alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.’ Şimdi Allah’ın dediğini yapma, Allah’tan korkarım de. Bunun bir anlamı yok. Yani sık sık örnek verdiğim birisi var bir şoförüm vardı karayolundan hacca gidiyoruz. Ben kafile başkanıyım. Şurada duralım diyorum kesinlikle durmuyor. Niye durmadın? Hocam ayaklarına diyor. Ayaklarına öleyim diyor. Ya benim ayaklarıma falan ölme kardeşim dediğimi yap. Hiçbir dediğimi yapmıyor arkasından hocam ayaklarına öleyim diye bana.. aynen işte şeytan gibi. Allah’ın emrini yapmıyor ondan sonra ben Allah’tan korkarım diyor. Laf mı bu? Buna çok dikkat etmek lazım. Şeytan kendini Müslüman kabul ediyor. Müslüman kabul etmese tövbe eder. Bugün birçok şeytan gibi yani.
Yahya Şenol: Nur Suresi 3.ayette zina eden bir erkeğin ya da kadının ancak zina eden başka biriyle evlenebileceği, böyle bir evliliğin müminlere haram kılındığı söyleniyor. Furkan Suresi 70.ayette de ancak tövbe edip iman edenlerden bahsedilmiş. Dolayısıyla tövbe edenler bu durumdan müstesna mı olmuş oluyorlar? Yoksa Nur suresindeki müminler kelimesinden zinayı bir defa bile yapmış olsalar bir daha kesinlikle normal bir evlilik yapamayacaklarını mı anlamalıyız?
Abdülaziz Bayındır: Eve, bu da güzel bir soru. Zina eden bir kişinin kafir olmadığı Nur suresinin 3.ayetinden anlaşılıyor. Çünkü diyor ki Allahu Teala (Arapçası) ‘Zina eden bir erkek ya zina eden bir kadınla ya da müşrikle evlenir.’ Zina eden müşrik olsa zaten müşrikle evlenir demenin bir anlamı yok. Çünkü o müşrikin zina edip etmediğinden bahsetmiyor ayet. Demek ki bu müşrik değil. ‘Zina eden bir kadın ise onu nikahına almaz zina eden bir erkek ya da müşrik bir erkek nikahına alır. Bunun da mümin olduğu anlaşılıyor. (Arapçası)’ndan maksat elim lam lı mümindir. Yani o özellik var. Yani evlenmede Allah olmazsa olmaz bir şart koşuyor. Erkekler için muhsinin yani kendini zinadan koruyan, Maide suresi 5.ayette var, Nisa suresi 24.ayette de var. (Arapçası) ‘Açık ve gizli zina etmeyecekler ve kendilerini koruyacaklar.’ Kadınlar için de şart koşuyor. Muhsanat. (Arapçası) ‘Namuslu olacak, kendilerini korunmuş olacak. Kendisini koruyacak, aile onu koruyacak, eşi koruyacak, toplum koruyacak. Muhsanat, bu ism-i meful bu. Öbürü muhsinin değil yani. Onun için kadınları koruma görevi aynı zamanda topluma da verilmiş bir görevdir. Bana ne diyemezsiniz yani. Birisi bir kadını rahatsız ediyorsa bana ne diyemezsiniz. Ondan sonra açıkça zina yapmayacak, falanla birlikte yaşıyorum falan bu olmaz böyle bir şey.’ Gizli dost da tutmayacak.’ Şimdi bu olmazsa olmaz şart. İşte bu şartlara uygun olmayan müminler bu şartlara uygun olan müminlerle evlenemez. Allah onu haram kılmıştır. Kesinlikle haram kılmıştır. Peki ondan sonra da şeyden bahsediyor hemen onun arkasından namuslu kadına iftira eden bir kişinin de cezasından bahsediyor. Onun arkasından (Arapçası) ‘Tövbe edenler ve durumlarını düzeltenler başka.’ ‘Bundan sonra tövbe edip durumunu düzelten…’ Adam tövbe eder durumunu düzeltirse ki o Furkan Suresinde de günahını affetmekle kalmıyor, sevaba da çeviriyor. Bu namuslu birisiyle ister erkek olsun ister kadın olsun artık evlenir. Artık bitmiştir yani o defter kapanmış olur. ‘Allah gafur ve rahimdir’. Zaten hemen arkasından var.
Evet Rüstem bir şey soruyordun.
Rüstem: Hocam bir olay vardı ya (kelime kelime yakalayamadım ama zina eden bir kadına zulmeden insanlarla ilgili bir durumdan bahsediyor).
Cevap: Niye recm uygulattırmıyor şey yapıyor orada. Bak şimdi o kadınlar, İncil’de var bu bahsettiğin olay. Bir kadını getiriyorlar İsa (as)’a diyorlar ki ‘Öğretmen, buna yasayı tatbik et’ diyorlar. Yani Tevrat’taki hükmü tatbik et diyorlar. Uygula diyorlar. Şimdi bunu zina etme ithamıyla getiriyorlar. Zinada 4 tane şahit aranıyor ya şahitlerin de güvenilir olması gerekir. O zaman İsa (as) çok güzel bir kelimeyle bunların güvenirliklerini kontrol ediyor. Diyor ki ilk taşı içinizden zina suçunu işlememiş olan atsın diyor. Birbirlerine bakıyorlar. Ondan sonra herkes dağılıp gidiyor. Hiç kimse kalmıyor. Hiç kimse kalmıyor. İsa (As) kadına da diyor ki ‘Kadın’ diyor ‘Allah’tan affını dile’ diyor. Kadının ititrafı da yo, 4 şahit de yok yani burada.
Yahya Şenol: Çeşitli illerden bazen sorular geliyor da… Hani canlı yayında cevaplayalım diye şey yaptım. Hani İstanbul’dan başka bir yerde şubeniz var mı? Gelip katılacağımız sohbet ortamları falan diye. Ankara’dan sormuşlar. Ankara’dan soruyorlar sık sık.
Abdülaziz Bayındır: Tamam bunlara artık şimdi Kuran Evi oluşturuyoruz. Onun yönetmeliğini de arkadaşlarımız aşağı yukarı tamamladı. İnşallah diğer illerde de onun açılmasının çaresine bakacağız.
Soru: Hocam az önce bahsetmiş olduğunuz ayet sizden zina suçu işlememiş olanlar değil günah işlememiş olanlar olarak öğretildi.
Cevap: Hayır. Bu suçu işlememiş olan. Öyle olması lazım. Ben öyle biliyorum. Burada var mı acaba bizim. Bir baksana.
Yahya Şenol: Günah işlememiş diye hatırlıyorum.
Abdülaziz Bayındır: Neyse benim zihnimde şimdi öyle kalmış. Bir bakalım. Recm kalkmış değil yani İncil recm suçunu kaldırmış değildir. Tercüme hatası olabilir orada. Ben bu günahı d,ye hatırlıyorum yani yanlış hatırlıyor olabilirim.
Soru: Aslında arkasından da kendi kendilerine de yüzleşmelerini istiyor değil mi?
Abdülaziz Bayındır: Evet, neyse artık yani.
Soru: Şimdi Kuran’ı Kerim’de birçok peygamberin kıssaları geçiyor. Onları Kuran’ı Kerim tasdikliyor bir de örnek getiriyor….
Abdülaziz Bayındır: Aranızda günahsız olan demiş. Bu günahı işleyen değil. Evet.
Soru: Bir de örnek olarak getiriyor. Şimdi Müslümanlar orada öğrendikleri yani önceden uygulanan hükümleri ve Kuran’ı Kerim’de getirilen hükümler onların üstüne çıkıyor değil mi? Yani üstnlüğünü mü gösteriyor Kuran’ın.
Abdülaziz Bayındır: Neyse şimdi sen bizim şeyi bir oku. Nesh konusu bir oku tamam mı? Burada yeni sıfırdan başlamayalım.
Yahya Şenol: Burada da aynısını söylüyor. ‘Kadının üzerine sizden önce günahsız olan taş atsın.’
Abdülaziz Bayındır: Günahsız olan ifadesini.. Ama belki tercüme hatası olabilir yani o. Ama yine de o şahitlerin güvenirliği meselesi.
Soru: Şahit zina suçu işlemiş olsa da şahitliği kabul edilmiyor mu?
Abdülaziz Bayındır: Şimdi güvenilir şahittir.
Soru: Güvenirliğe aykırı mı zina yapmak?
Abdülaziz Bayındır: Tövbe etmiş olursa başka. Kendini ıslah etmiş olursa başka. O zaman güvenilir olur.
Soru: Yani zina yapan güvenilir değil midir yoksa zina iftirasında bulunmak…
Abdülaziz Bayındır: Adamın günahkar olduğu, bak zina iftirasında bulunan kişi de… Bak şimdi şuraya bak. Şimdi ayeti kerime de diyor ki (Arapçası) ayeti açalım da ayetin metnine bakalım. (Arapçası) ‘Namuslu kadınlara zina suçu atan ve 4 şahit getirmeyenlere 80 değnek vurun.’ 4 şahitle birlikte kendisi kaç eder? 5 eder. 100 değneği 5’e bölün. 20 eder. Kendi payını düşün 80 işte. Niye? Bu kişi sen yalan söylüyorsun demiş olmuyor burada. Bu adam gerçekten görmüş olabilir. Az sonra (Arapçası) ‘Eşlerine zina suçu atan, kendilerinden başka şahit yok.’ Kendisi görmüş demek ki. Tamam mı? Dolayısıyla bu kişilerin şahitlikleri kabul edilmiyor. Bir kişi olsa, iki kişi, üç kişi dört kişi… ama 5 tane olursa o kişiyle beraber o zaman kabul ediliyor şahitlikleri. Adam o sayıyı tamamlamadı diye yalancı olmayabilir. Ama Allahu Teala sus diyor, susmazsan ben seni cezalandırırım demiş oluyor. Dolayısıyla bu şahitliği kabulde çok ince şartlar var yani zina ile ilgili konuda. İşte o konuda da o şartları ifade etmiş oluyor.