Allah nasip ederse 21 Ağustos Pazar günü sabahleyin imsak vakti ile ilgili bir rasat yapacağız. Cenabı Hak’tan niyaz ederiz ki şartları güzel bir şekilde lütfeylesin de hem Türkiye’deki hem de Türkiye’nin dışındaki Müslümanlara faydalı olacak ve bu problemi bitirecek bir rasat yapalım. Allahu Teala
(Arapçası) Allah’ın dinine yardım ederseniz o da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar. Buyuruyor.
Bu da Allah’ın dinine yardım olduğu için neticesini de ondan bekliyoruz. Şimdi bu vesileyle yarınki rasatla alakalı bir hazırlık olmak üzere bugün imsak vakti ya da diğer ifadeyle sabah namazı vaki konusunu mukayeseli müzakerelerde gündeme getirelim istedik. Şimdi Kuranı Kerim’e baktığımız zaman sabah namazıyla ilgili ilk bakışta iki tane ayet göze çarpıyor. Ama biraz daha ayrıntı elde etek istediğiniz zaman 2 ayet daha geliyor. Başka ayetler daha var ama onların üzerinde durmadım. Belki o ayetlere de gidersek ayrıntı biraz daha netleşebilir. Ama bu dört tane ayet yeterli gözüküyor şu anda. Şimdi ilk ayet İsra suresinin 78.ayeti. ben bunu yazlı hale getirdim. Bir de yarın inşallah yazılı bir metin olarak veririz. 17.sure 78.ayet.
Euzubillahimineşşeytanirracim
(Arapçası) namazı güneşin batıya kaymasından havanın kararmasına kadar ikame et, ayakta tut yani tam olarak kıl. Bir de fecrin kuranında kıl. Fecrin kuranı mechuddur.
Şimdi burada biliyorsunuz geleneksel olarak acayip bir anlam verilmiş. Biz bunları söylediğimiz zaman da millet hop oturup hop kalkıyor. Şimdiye kadar hiç kimse anlamadı da siz mi anladınız diye. Halbuki o kelimeye sığınacaklarına biraz düşünseler çok iyi ederler. Şimdi mesela ‘ekimmissalati’den sonra ‘lizunubisşems’ ne ifade ediyor? Bir vakit değil mi? Burada vakitten haber veriyor. Güneşin batıya kayması vaktinde namazını kıl. Ondan sonra havanın kararmasına kadar. Bu bir vakit. Ondan sonra da diyor ki ‘kuranelfecr’. Şöyle anlam verilmiş burada: burada sabah namazını demiş. Bir de sabah namazını kıl demiş. Ama sabak namazını bu ‘kuranelfecr’i ifade etmiyor. Çünkü sabah namazı şahitlidir diyor. Başka namazlar şahitli değil mi? Yani Allahu Teala demiyor mu?
Bak nöbet değişimi şahitli olmaya manidir. Nöbet değişirken, başka işle meşgul olurken şahit olunmaz.
Yahya Şenol: Tefsircilerin beyanı. Gece melekleriyle sabah melekleri sabah namazında buluşur. Hep birlikte bu namazın kılındığına şahit olduktan sonra gündüz melekleri kalır, gece melekleriyse semaya yükselirlermiş.
Abdulaziz Bayındır: e peki ikindide de şey yapıyorlar. Hadiste o da var. Hem sabah namazı hem ikindi. Sonra bu meleklerle ne alakası var bu işin ki? Yani melekler ayeti kerimelerde her halukarda bizim bütün yaptıklarımız kaydediliyor. Yani özel bir şey yok. Görev değişikliğinin olması diğerlerine şahit olmadıkları anlamına mı gelir? Ya da neden ikindi için yok da… Çünkü o hadis ikindi ile alakalı da aynı zamanda geçiyor. Şimdi bir kere burada ayet namaz vakitlerinden bahsediyor. Onun için burada diyor ki bir de sabah namazını diyor değil mi? Niye sabah namazını diye anlam vermek zorunda kalıyor? Çünkü vakit olması lazım. Vakitten bahsetmesi lazım. İşte burada ‘Kuranelfecr’ kelimesi fecrin kuranı. O zaman da namazını kıl diyor. Fecrin kuranında da namazını kıl. Kuran kelimesi Arapça’da ‘karae’ den geliyor. ‘karae’ ‘cem’e’ ve ‘damme’ anlamına geliyor. Yani bir araya topladı ve ekledi anlamına geliyor. Şimdi kuranelfecr fecirdeki kuran. Yani fecirdeki toplanma ve eklenme. O fecirdeki toplanma ve eklenme ‘kanemeşhuden’ meşhuddur. Yani o fecir yerindeki, bu fecir kelimesi mesela bir başka yerde daha geçiyor değil mi? Diyor ki Allahu Teala:
(Arapçası) Yiyin. İçin o fecir tarafından haytiebyedhaytiesvedden ayırt edilinceye kadar yiyin, için.
O zaman o fecir o güneşin sabah tan yerinin ağardığı yer. Yani gökle yerin arasının açıldığı ve araya ışık koridorunun dolduğu yer.
Soru: Bu fecirle inficar?
Abdulaziz Bayındır: tabi inficar aynı kökten geliyor. Mesela bir yerden su kaynayacak olsa aynen doğu ufkunda ışığın kaynaması gibi olur.
Soru: Bir de kuran orada o aydınlığın okunaklı yani görülebilir hale gelmesi diye anlayabilir miyiz?
Bayındır Aslında kuran kelimesine okuma denmesi ‘karae’nin okuma anlamında olduğundan değil. Ona okunma denmesinin sebebi kelimeleri yan yana getirip birlikte teleffuz etmekten dolayı. Yani toplama ve ekleme diyor ya.. ‘ceme’ ve ‘damme’ diyor ya.. Şimdi topluyorsunuz bir araya ve ekliyorsunuz. Mesela ilkokulda çocuklar okuma yazmayı söktü derler. Ne demek? İki kelimeyi peşpeşe okuyabiliyor anlamındadır değil mi? İkisini peşpeşe birleştirebiliyor okurken. O zaman okumayı söktü ifadesi kullanılıyor. Hatta birkaç tane kelimeyi peşpeşe okuyabiliyorsa yani birleştirerek okuyorsa okuyor deniyor. Dolayısıyla kıraate okunma denmesi o kelimeleri bir araya topladığı için. Dolayısıyla fecr deki kuran, mesela Kuranı Kerim’e Kuran deniliyor niye? Allah’ın indirdiği ayetleri bir araya toplayan bir mecmua olduğu için, bir ayetler kümesi olduğu için. O zaman fecirdeki kuran meşhuddur. Gözle görülür. Şimdi bakın meşhudun da açıklamasını öbür ayet yapıyor. Ne diyor diyor ki ‘hatta yetebekkenelekum’ diyor. Değil mi? Size göre tebeyyun edinceye kadar. Yani iyice ortaya çıkıncaya kadar. O zaman şahit kim oluyor? Biz oluyoruz. Meşhud da tan yerinin ağarma olayı olmuş oluyor. Yani orası gözle görülür. Şahit olabilmek için bir şeyi gözle görebilmek gerekir. Anlamak ve kavramak gerekir. Anlayamadığınız kavrayamadığınız ve görmediğiniz şeye şahitlik yapamazsınız.
Geçmiş zamandan bahsettiğimiz zaman bir nakil yaparız. Gelmişmiş ya da geldi, gözümle gördüm şahit oldum.
Ben falan yerdeydim şöyle yaptım, gördüm derseniz o şahitlik olur. O zaman şahit olursunuz. Mesela şimdi meşhud kelimesi ne dedik? Gözle görülebilir, anlayıp kavranılabilir. ‘yetebeyyenelekum’ ne oluyor? Sizin için tebeyyün etti ne demek? Artık iyice kesin bir bilgi haline geldi demektir. Zaten yolda gidiyordum, şu şuradan şu tarafa doğru gidiyordu diyip yorum yaparsanız ona şahitlik denmez. Yani olayın aslıyla ilgili yorum yaparsanız şahitlik denmez. Görüm, şöyle şöyleydi. İşte burada da tan yerindeki ışıkların size göre netleşmesi. Siz şahit durumda oluyorsunuz. O da meşhud durumda oluyor. O öyle bir meşhud ki herkesin gözü önünde. Yani sadece size göre değil, oraya bakan herkese göre o ışık kümelenmesinin olması lazım.
Şimdi bu konuyla alakalı bir ayeti kerime daha var. Rum suresi 17.ayeti açalım. 30.sure 405. Şimdi burada diyor ki:
(Arapçası) akşama girdiğiniz zamasübhanallah yani Allah’ı tespih edin. Yani namaz kılın. Ve sabaha girdiğiniz zaman da Allah’ı tespih edin.
Şimdi burada gecenin iki bölümünden bahsediyor. Biri akşam biri de sabah bölümü. Biri de zaten az önce İsra suresinin 78.ayetinden sonra gelen 79.ayetinde gelen gecenin üçüncü bölümünü yan, orta bölümünü, gecenin en uzun bölümünü ifade ediyor.
Şimdi tümsine ve tusbihun gecenin başı ve sonu. Gece üç bölüme ayrılıyor. Bir güneşin batmasıyla birlikte başlayan, havanın kararmasına kadar devam eden bölümü ikincisi havanın kararmasından tan yerinin ağarmasına kadar devam eden bölümü, üçüncüsü de tan yerinin ağarmasından güneşin doğmasına kadar olan bölümü.
Şimdi burada ‘subh’ kelimesi bizim açımızdan çok önemli. Lügatlerde bulunan ilgili şöyle bir ifade kullanılıyor. Diyor ki ‘subh’ demek kırmızıyla beyazlığın karışımı bir renk demektir diyor. Mesela İbniKudam El Muni’sinde şöyle demiş: Arapça’dasubh, beyazla kırmızıyı bi araya toplayan şeydir diyor. Beyazla kırmızıyı bir araya toplayan şey. Oradan sen kuran kelimesini hatırla bak. yani ayetler birbirini ne kadar güzel açıklıyor değil mi? Toplama kelimesi burada da şey yapıyor. Beyazla kırmızıyı bir araya toplayan şeye denir. Teninde beyazlık ve kırmızılık olan adama da asbah denir. Fecir vaktinde ufku kırmızı ve beyaz ışıklar sarar. O da ne yapmış oluyor? Bir ışık kümesini oluşturmuş oluyor. Kuranelfecr olmuş oluyor. Aslında orada sadece kırmızı ve beyaz olmaz. Siyah ışık da olur. Işıksız bir alan da olur. Siyah ışık demeyelim. Işıksız bir alan olur alt tarafta, üstünde ikinci tabakada kırmızı ışıklar olur, onun üzerinde beyaz ışıklar olur. Bütün bunların toplamı subhu oluşturuyor.
Tusbihun ne demek olur? İşte bu renkteki ışıkların içine girdiğiniz zaman olur. Yani kırmızı beyaz ışıkların karışımının başladığı zaman demek olur. O zaman da namazınızı kılın diyor. Ondan sonra bu ayeti tamamlamak için okuyorum.
(Arapçası) Göklerde ve yerde hamd Cenabı Hakka mahsustur. Akşamüzeri de (yani ikindi vaktinde) o zaman da Cenabı Hakkı anın yani namaz kılın ve öğlene vardığınız zaman.
Şimdi akşamleyin dediğimizde iki vakit namaz olduğunu zaten biz başka ayetlerden biliyoruz. Bir vakit de sabaha vardığınız zaman üç. Bir de öğleni saydı dört. Bir de ikindiyi saydı beş.
Çok ilginç sabahla akşam arasında da bir şey var. Kuranelfecr dedi ya… Mesela sabahleyin tanyerindeki ilk ışıklar göründüğü zaman orada sabah namazı vakti girmiş olmuyor. İnşallah yarın bakacağız. İlk ışıkları gördüğünüz zaman sabah vakti zamanı girmiş demiyorsunuz. Hala gece. O ışıklarda yoğunlaşma olacak ve Peygamberimizin hadisinde de kırmızılık görünecek diyor ki onu ayetlerden de çıkaracağız biraz sonra. Yani sabahleyin kırmızı şafak görününceye kadar gece. Kırmızı şafak göründüğü andan itibaren fecr başlamış oluyor. Akşam da güneşin batmasından kırmızılık kayboluncaya kadar akşam namazı, onu da göreceğiz biraz sonra. Kırmızılığın kaybolmasından sonra aydınlık devam ediyor. Havanın iyice kararması olan kısım da yatsı namazı kısmı. O da zaten gasakulleyl ayetinden anlaşılıyor. Bir de zülefeminelleyl ayetinden anlaşılıyor. Şu anda konumuz o değil. Onu bir çok sefer değişik vesilelerle anlatmaya çalışmıştık. Şimdi bir ayeti kerime daha var burada. Müddesir suresi 74.sure 34.ayet. 575.sayfa. burada diyor ki mesela başından okursak:
(Arapçası) Hayır aya yemin olsun. Çekip gittiği zaman geceye yemin olsun. İsvar vaktine girdiği zaman yani sefr vaktine girdiği zaman sabaha yemin olsun.
Sefr ne demek? Sefr bir şeyden perdeyi kaldırmak demektir. Mesela bir kişi başına başlık örterse başından başlığı kaldırdığı zaman sefr olur. Ya da yüzünü başörtüyle örtmüş olan bir kadın yüzünü açtığı zaman sefr yapmış olur. Şimdi sabahleyin ufuk ne ile örtülü? Gece ile örtülü değil mi? Gece tabakasıyla örtülü. O karanlık açıldığı zaman sefr olmuş olur. Şimdi esfere de o karanlığı açtığı zaman sabaha yemin olsun. Şimdi o suh karanlığı açan subh nedir? O karanlığı açtığı zaman ne çıkması lazım. Subha yemin dediğine göre? Kırmızıyla beyazın çıkmış olması lazım. Onu mesela ufuktaki o şeyi perde gibi düşünürseniz şöyle açıyorsunuz esfere oluyor o perdeyi açmak gibi. Altından kırmızı ve beyaz ışıklar çıktığı zaman işte o sabah olmuş oluyor. Şimdi bu dört ayet ve tekrar en son ayeti bir görelim. Bakara suresinin 187.ayeti. diyor ki:
(Arapçası) Yiyin, için o beyaz çizgi tebeyyün edinceye kadar.
Demek ki başlangıçta kırmızıyla beyaz birbirine karışık. Karışık yani başlangıçta karışık. O beyazlık net bir şekilde ortaya çıkıncaya kadar yiyin, için diyor. Zaten ufka baktığınızda başlangıçta o beyazlık görünür. Bir ağarma görüyorsunuz ama net bir beyazlık yok. O net bir beyazlık ortaya çıkıncaya kadar. Net bir beyazlık ortaya çıkınca bunlar kırmızı ve beyazdan oluşan bir, sabah kırmızı ve beyazdan oluştuğuna göre orada kırmızılık da olur mu mantıken? Olması gerekir değil mi? Ayrılmış olması gerekiyor. Kırmızı beyaz birbirine karışıkken beyazlık netleştiği zaman ister istemez kırmızılığında ayırt edilmiş olması gerekiyor oradan. Diyor ki beyaz şey tebeyyün edinceye kadar yiyin, için. Şimdi bunun tabii bir gereği kırmızılığın da ortaya çıkmış olmasıdır. Biz şimdi Peygamber (sav)’in hadislerini biliyoruz. Peygamberimiz hikmeti ortaya çıkarıyor. Ne demek hikmet? Şimdi bu dört tane ayeti bir araya getirdiğiniz zaman ortaya çıkacak sonuçlar var. İnsanlar bu ayetleri bir araya getirmedikleri için anlayamıyorlar. Ama o anlaşılanı Peygamber Efendimiz söylüyor. Diyor ki mesela Ebu Davud’da geçen ve Tirmizi’de geçen, Ahmed bin Hanbel’de geçen hadiste şunu söylüyor.
(Arapçası) aslında ayetten farkı yok bunun. O iki ışıktan birincisini ayet söyledi. İkincisi de zaten diğer ayetlerin gereği, o subh kelimesinin gereği diğer ayetlerde geçen. İnsanlar o ayeti anlayabilirler ama ahmeri anlayamazlar diğer ayetleri okuyanlar. O zaman diyor ki ‘Size göre kızıllık enlemesine yayılıncaya kadar yiyin, için.’ O zaman imsak vakti nasıl oluşuyor? Siyah neresi biliyor musun? Bulunduğunuz yerle ufkun arası gece çok dar gibi görünür. Orada ışık olduğu için bir hat olur. Onun üzerinde bir kırmızılık çıkar. Onun üstünde de net bir beyazlık çıkar. O zaman ne yapacaksın? Yemeyi-içmeyi keseceksin.
İlk kırmızıyı gördüğüm anda bitiriyorum yemeyi içmeyi. Çünkü o kırmızılık giderek yayılır.
Ve o kırmızılık bittiği zaman da akşam, akşam namazının vakti bitiyor. Simetrik… (Arapçası) ayetinden de bunu zaten sabaha vardığınız ve akşama girdiğiniz zaman onu anlıyoruz.
Geç geldin sen değil mi? Rum suresi 17.ayet, 30.sure 17.ayet, müddesir 74’e 34, İsra 78, bir de bakara 187.
(bir soru soruldu ama anlayamadım mikrofon olduğu için)
Ebyad varken ahmar da mutlaka var. Ebyad oluştuğu zaman ahmar da oluşuyor. Bak şimdi doğu ufkunda önce bir aydınlık başlıyor. Kırmızıyla beyazın karışımı ki siz onu daha çok beyaz görüyorsunuz. Ama sonra o renkler birbirinden ayrılmaya başlıyor. Renklerin birbirinden ayrılmasında aytei kerime beyaza vurgu yapıyor. Aslında beyaza vurgu yapan sadece bakara 187. Ama diğerleri bakın kırmızı beyaza birlikte vurgu yapan ayetler… Mesela Rum suresi 17’de kırmızı beyaz var. Müddesirde de kırmızı beyaz var, 34’te. Ondan sonra İsra 78. De de ikisinin birlikteliğini ifade eden, Kuranelfecr dediğine göre sadece beyaz ışık olmaz. Orada bir başka şey daha olması lazım. İşte Peygamber Efendimizin kırmızı şafak demesinin sebebi o. Onlar birlikte, birbirine eklenmiş vaziyette. Ama alt tarafta kırmızılık üst tarafta beyazlık var. Beyazlık netleşmiş.
Hem kırmızı hem beyaz ışınları, onun için sabah deniyor adına. Sabah denmesinin sebebi o. Sabah kırmızıyla beyazın karışımı olan renge deniyor. Teni kırmızı ve beyaz olan kişiye asbah diyorlar Araplar.
Sabahla subh aynı kökten mi?
Aynı aynı… Sabahla subh aynı manaya geliyor. Benin buraya subh diye yazmamın sebebi millet Arapça bilmediği için hemen gereksiz yere itiraz ediyorlar. Vakit kaybı olmasın diye oraya subh yazdım. Yoksa sabahla aynı, değişen bir anlamı yok yani. İkisi de aynı.
Şimdi mesela isfarla ilgili de Peygamber Efendimiz (Arapça) var ya. Peygamberimiz diyor ki:
(Arapçası) Fecri isfar eden, yani fecirdeki o doğu ufkunda tam açılsın perde. O siyah perde tamamen açılsın. Bu ecri daha da artırırı demiş oluyor.
Şimdi bunu çeşitli şekillerde yorumluyorlar. İmam Şafii’ni konuyla ilgili sözleri şöyle. Onun Müsned’i var. Müsned de şöyle ifadeler kullanmış:
Yani sabah namazını fecr iyice belli olduktan sonra kılın. Bu fecr iyice belli olduktan sonra ifadesi bütün mezheplerin ortak kullandığı ifade. Hanefilerde de o var. Ayı ifade onlarda da var. İyice belli olduktan sonra kılın. Zaten iyice belli olması ile belli belirsiz olması arasında fark var. Birçok kimse belli belirsiz olduğu zaman kılmaya başlıyor. Demek ki iyice belli olduktan sonra kılarsan daha çok sevap almış oluyorsun. Bundan şu da anlaşılıyor. Belli belirsiz olduğu zaman da kılarsan namazın geçersiz değil. Ama öyle yazmıyor İmam Şafii. Bak şöyle yazmış:
Yani sabah namazını fecr iyice belli olduktan sonra kılın. Öyle belirginleşsin ki en küçük şüpheye yer kalmasın. Bu ifadeyi Hanefilerde kullanıyor. Oraya her bakan onun fecri sadık olduğunu anlasın. Dediler ki namazı sabahın karanlığında kılmaları emredilince insanlar birinci fecr de kılıyorlardı. Fecri kazib de kılıyorlardı. Bunun üzerine namazı karanlığın açılmasına bırakın. Yani esfirubiha emri geldi. Yani ikinci fecir doğuncaya ve o konuda kesin kanaate varıncaya kadar namaz kılmayı geciktirin. Biz bunu diyor Peygamberimizin Bilal’e söylediği şu sözden anlıyoruz.
(Arapçası) Peygamberimiz demiş ki : Sabahı aydınlığa bırak. İnsanlar attıkları okun yerini görsünler. O kadar geciktir diye bir ifade kullanmış.
İmam Şafii bunu delil alarak diyor ki: Demek ki fecr doğuncaya yani kesin kanaat ortaya çıkıncaya kadar beklemek gerekiyor.
Karanlığın açılmasını bekleme emrinin ay ışığının olduğu gecelere mahsus olduğunu da söyleyenler olmuştur diyor. Çünkü böyle günlerde günün ilk ışınları tam olarak gözlenemez. Bu sebeple ihtiyat olsun diye ihtiyaten karanlığın açılmasını beklemeleri emredilmiştir.
Şimdi az önce okuduğum hadisi Hanefiler alıyor diyor ki bak bu hadis …ifadesi ismi tafdildir. Dolayısıyla isfardan maksat sabahleyin erken kılınmaması. Biraz geciktirilmiş olmasıdır ki Hanefiler onu müstehab sayarlar. Şafiiler, Hanbeliler, Malikiler bunlar erken kılınmasını yani erken dedikleri de genelde fecri sadık ortaya çıktıktan hemen sonra kılınmasını esas sayarlar. Bu konuyla ilgili çok sayıda hadis rivayet ederler. Hanefiler de bu hadisi esas alarak diyorlar ki demek ki hemen kılmamak lazım. Ortalık biraz aydınlanıncaya kadar beklemek lazım. Yani bir kişi attığı okun yerini görünceye kadar beklemek lazım diyorlar. Yani böyle bir tartışma var. Ebu Cafer et Tahafi’ninŞerhun Ahin Asar adlı kitabında şöyle bir ifadesi var.
Sahih senetle İbrahim En Nehayi’den şunu naklediyor. İbrahim en Nehayitabiun ulemasından. Hanefi mezhebinin de büyüklerindendir. Ebu Hanife’nin hocalarından.
‘Muhammed (sa)’in ashabının tenvir üzerindeki ittifakları gibi ittifak ettikleri bir şey olmamıştır. Tenvir nurlandırma demektir. Nur görmeyi sağlayan yaygın aydınlıktır.’ Yani o ufuktaki aydınlığın netleşmesi üzerinde yaptıkları ittifak gibi başka ittifakları olmamıştır diyor İbrahim en Nehayi. Demek ki Sahabe bu konuda tam bir ittifak halindeymiş.
Bursa’dan sormuş. Bizim mahallede bahçede hayvanlar besleniyor demiş horoz, tavuk, köpek… Bu sabah hocamızın dediği gibi sabah namazını güneşin doğuşuna yaklaşık 50 dk kılıyorum. Bu sabah dikkat ettim bütün hayvanlar ses çıkarmaya başladılar. Birkaç dakika sürdü bu sesler. Sabah namazı şahitlidir derken acaba bu fecre bu yaratıklar şahitlik mi ediyor?
Yok o yaratıklar o fecrin, fecrin doğuşuna şahitlik ediyor. O olabilir yani ama tabii, elbette onları da etkiliyor. Mesela bakıyorsunuz horozlar ötüyor. Kuşlar ötüyor. Olabilir yani o da olabilir ama tabii esas bizim görmemiz esastır çünkü o da Allahu Teala bizim görmemize bağlıyor. ‘Hatta yetebeyyeneleküm’ demiş olması ondan sonra (Arapçası) demiş olması.
Bir de namaz kılma emri insanlara…
Namaz kılma emri insanlara ama bu soru yanlış değil yani. Tabiatta o anda uyanıyor. Biz zaten Tromso’da onu gördük. Güneş tepede dolanıyor ama o saat geldiği zaman bütün kuşlar ötmeye başlıyor.
(İzleyicilerden biri bir şeyler söyledi)
Yok martıların şeyi belli olmuyor. Gece yarısı da ötüyor onlar. Bir anda hepsi birden başlar. Dediğin doğru.
Yahya Şenol: Bir de öğle namazının günün ilk namazı olmasıyla alakalı. Hilalin gözükmesiyle ay başlarken ay ve gün aynı zamanda başlar mı? Öğle namazı da günün ilk namazıysa bu denklem nasıl çözülür? Demiş. Ayın başlangıcı ile günün başlangıcı…
Şimdi eğer ayeti kerime diyor ya (Arapçası). Şimdi konuyu değiştirdiktik. İstersen bu soru kalsın da daha sonra cevaplayalım. Şu anda olmasın. Şunu bitireyim. Çünkü burada şey yapılacak şeyler var.
Şimdi bu hadisteki ahmer kelimesi var ya yukarıda. Şöyle bir şey geçti: (Arapçası) Kırmızı şafak size gözükünceye kadar yiyin, için. Deniyor. Aynı ifade akşam, benzeri ifade yani aynı ifade demeyelim de akşam namazının son vakti yani yatsı namazının ilk vaktinin rivayeti olarak var. Cebrail (as) Peygamber (sav)İ (Arapçası) O Cebrail (as)’ın olayını anlatırken Peygamberimiz şöyle diyor: yani akşam vakti şafak kaybolmadan öncedir. Yani şafak kayboluncaya kadardır. Yok bu o değil. Ben yanlış söyledim. Bu Cebrail (as)’la ilgili değil.
Ondan sonra yine Rafi bin Hadic’ten geliyor rivayet diyor ki ‘Akşam namazını resullullah (sav)’le kılardık. Birisi geri dönerdi. Okun düştüğü yeri görürdük. Şimdi bakın okun düştüğü yer ifadesi sabah namazı için de var, akşam namazı için de var. Ama akşam namazı için şafak kelimesi geçiyor, sabah namazı için fecir kelimesi geçiyor. Ama şafak kelimesinin anlamı ne?
Ondan önce Cebrail hadisi Taberani’de geçiyor. Cebrail hadisiyle ilgili şöyle bir ifade var.
(Arapçası) Kırmızı şafak kaybolunca yatsı namazını kıl.
Kırmızı şafak kaybolunca yatsı namazının vakti giriyor. Akşam namazının vakti bitiyor. Yani ahmer kelimesini orda da kullanıyor, sabah namazında da kullanıyor. Fakat bazen bakıyorsunuz ki bazı sözlüklerde sabah namazı için kullanılan ahmer’e beyaz manası veriyorlar. Bu olmaz yani. Şimdi ahmer başka çünkü ayeti kerime de ebyad da geçiyor. Diğer ayetleri birleştirmediğin zaman subh kelimesini şey yapmadığın zaman bu tür hatalar yapılabiliyor.
Şafak ne demekmiş Arapça’da? Diyor ki: (Arapçası) Gündüzün aydınlığının gecenin aydınlığına karışmasıdır. O da aslında incelense o da aynen sabahleyin ilk ışıkların vasfı neyse ama oraya asbaha kelimesi kullanılıyor buraya emsa kelimesi kullanılıyor. O ilk ışıkların vasfı neyse akşamki son ışıkların vasfı da odur. Ama akşam namazının o şafağın kaybolmasına kadarki durum farklı. Mesela alacakaranlık diyoruz. Alacakaranlık sabahleyin de var akşam da var. (Arapçası) Allahu Teala böyle demiştir şafağa yemin ederim diye. Şafak bak burada da toplama manası varmış. (Arapçası) Bir itina ki içerisinde korku var. Mesela bir insan sevdiği kişinin üzerine titrer. Niye titriyor? Acaba yanlış bir şeyler yaparsak kötü durumlar mı olur? O da bir bütünlük oluşturuyor. Mesela Müslümanlar ahret korkusu taşırlar. Halbuki inançlı insanlardır. Ya başkası olursa ne olacak diye o korkuyla doğru davranışlar yapmaya çalışırlar.
Burada da LisanülArab’dayok El Mısbah’ıl Münir’deymiş bu. Bu El Mısbah’ıl Münir güzel bir Arapça sözlük. Diyo ki şafak kırmızılıktır diyor. Güneşin batmasından yatsı vaktine kadar devam eden kırmızılıktır. Tabii o kırmızılığın içinde beyazlık da var. Ama daha sonra o kırmızılık kayboluyor. Sırf o siyahı ağır basan beyaz aydınlık kalıyor. Günün ilk ışıkları gibi. O da kaybolduğu zaman yatsı namazının vakti bitiyor. (Arapçası) Yani bu o kırmızılık gittiği zaman şafak kayboldu denir.
Yani bu konu hemen hemen ittifak halinde ama Ebu Hanife’nin farklı düşündüğüne dair ifadeler var. Ben Ebu Hanife’nin görüşlerini okudum. Şu anda çok yeterli değil ama ilk hasıl olan kanaat Ebu Hanife’nin o sözü söylememiş olduğudur. Neden söylememiş olduğu? Çünkü Ebu Hanife’ye şey yapanlar Ebu Hanife’nin görüşüne göre diyorlar yatsı namazı o kırmızılık kaybolduktan sonra kalan aydınlığın da tamamen kaybolmasından sonra yani gasakulleyl le başlar. Yani yatsının bitmesiyle birlikte başlar. Halbuki Mebsud’da o gasakulleylin yatsının bitiş vakti olduğu konusundaki görüş Hanefilerin ilk ulemasından bu konudaki görüşte ittifak var. Yani o gasakulleyl’den sonraya sarkıtmıyorlar yatsıyı ilk ulema. Ama sonradan sarkıtılmış. Bu Mebsud’da var. Onlar sarkıtmıyorlarsa Ebu Hanife’nin şafağı akşam kırmızılığı dışında bir mana vermesi mümkün gözükmüyor.
Evet, şimdi bütün bunları özetleyecek olursak, yani konuyla alakalı bütün hadisleri falan ortaya çıkardığımız zaman şu ortaya çıkıyor. Sabahleyin doğu ufkunda önce bir aydınlık başlar. Bu aydınlık henüz yeme içmeyi son vermeyi gerektiren bir aydınlık değil. Bu aydınlığın içerisinde kırmızı ışık-beyaz ışık, gecenin karanlığı hepsi karışık bir vaziyette duruyor. Bir müddet sonra o ışıklar netleşiyor. Mesela sadece kuranelfecr kelimesi olsaydı o aydınlığın ilk başladığı anda namaz kılmamız, oruca son vermemiz icap ederdi. Ama ayeti kerimelerde, diğer işte (Arapçası) ayeti kerimesinde olduğu gibi. Ondan sonra o diğer ayetlerde, Bakara 187’de olduğu gibi ayeti kerimeler, mesela Bakara 187 beyaz ışığın netleşmesini şart koşuyor. Beyaz ışık netleştiği zaman onun altında ister istemez bir kırmızı ışık da oluşuyor. Peygamber Efendimiz de ona dikkatleri çekmiş. Bunların altında da zaten henüz aydınlanmamış bir kara parçası var. O aydınlanmamış kara parçasıyla kırmızı ışık şey değil. Yani kırmızı ışık zaten oranın aydınlığı. Dolayısıyla onun üzerindeki hakim olan ışık beyaz ışık. Hakim olan ışık beyaz ışık olduğu zaman zaten çok daha geniş bir koridor oluşturuyor. Allahu Teala işte o hayt-i ebyadhayt’ıesved den size göre kesin olarak ayırt edilinceye kadar yiyin için diyor ve bu işi epeyce şeye yaklaştırıyor. Yani sabahleyin sabah namazı vakti ile akşamleyin güneşin batmasından akşam nazmının bitimine kadar olan vakit birbirinin simetriği oluyor. İşte o hadisleri de ayetleri de birlikte okuduğumuz zaman. Öyle olunca da uzatılmıyor. Biliyorsunuz eskiden beri bir şikayetimiz var. Sabah namazı bu şekilde algılanmıyor. Yani bu tarifler, şu anda size yaptığım tarifleri Ahmet Muhtar Paşa kitabında yazıyor. Mesela Türkiye’de takvim çıkaran Türkiye gazetesi komisyonunun notlarında bunlar var. Anlattıklarım aynen orada var. Bir ilave ya da çıkarma değil. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sabah namazı tanımlarında bunlar var. Mezheplerin sabah namazı tanımlarında bunlar var. Mesela bakın Hanefi mezhebinin konuyla ilgili görüşünü ben şurada size nakledeyim. Mebsud’da diyor ki: ‘Tan aydınlığı ufukta yayılan beyazlıktır.’ Diyor. Bu sırada ufuk şüpheye yer olmayacak şekilde açık olur. Yani hiç kimse şüphe etmez. Hepsi bunu söylüyor. Hepsi söylüyor da sıkıntı bu ulemadan ya da ayet ya da hadisleri yanlış anlamaktan kaynaklanmıyor. Sıkıntı onu uygulamaya geçirmekten, takvim haline getirmekten kaynaklanıyor. Takvim haline getirirken tutmuşlar astronomiye gitmişler. Çünkü astronomi takvimin hesaplarını gayet iyi biliyor. Bu bir ilim çünkü. Takvim başlı başına bir ilim. Takvimcilik. Bunun başlı başına bir ilim olduğunu da biz Kuran’ı Kerim’den öğreniyoruz. Allahu Teala İsra suresinin 12.ayetinde diyor ki:
(Arapçası) Geceyle gündüzü iki ayet yaptık. Gecenin aetini sildik.
Yani gecenin de bir işareti var. Gece bir ayet, gündüz bir ayet. Gecenin ayrıca bir ayeti var yani işareti var. Gündüzün ayrıca bir ayeti var, işareti var. Peki gecenin işareti nedir diye sorduğumuz zaman bize o bölgelerde yaşayanlar karanlık diyecekler. Allahu Teala diyor ki: (Arapçası) ‘Gecenin ayetini sildik.’ Yani geceyi siz karanlık beklemeyin. Karanlık olur da olmaz da. Ondan sonra (Arapçası) ‘ama gündüzün ayetini gösterir.’ Yani aydınlatır o şeyi. O aydınlanma yoksa gündüz de yoktur. Ama gece karanlık da olabilir aydınlık da olabilir. Ondan sonra devam ediyor. Niye biz böyle yaptık? Yani gündüzünki belli, aydınlık. Ama gece aydınlık gece de olabilir, karanlık gece de olabilir. Biz bunu yaotık ki (Arapçası) ‘Yılların sayısını bilesiniz.’ Peki yılların sayısını nasıl bileceğiz? Geceyle gündüzden oluşan bir gün. O günler toplandığı zaman ay oluyor, aylar toplandığı zaman yıl oluyor. Başka neyi bilesiniz? (Arapçası) ‘Ve hesabı bilesiniz.’ Neyin hesabı olacak? O da ister istemez günün hesabı olacak. Günün hesabı hesapsa bunun belli kuralları olması lazım. Bir ilim olması lazım. İşte o ilim astronomi alimlerinde var. Nasıl var? Onlar güneşin eğimini hesap edebiliyorlar, enlemi hesap ediyorlar, boylamı hesap ediyorlar, yükseltileri hesap ediyorlar falan çünkü onlar uzay çalışmaların bunları bilmek zorundalar. Ama burada bir hata yapılıyor. O hata da şu. Fecir yani Kuran’ı Kerim’de şu kadar tarifi yapılmış fecir bırakılıyor. Astronominin fecir anlayışına yöneliniyor. Astronomide fecir, yani tan ışıkları dediğimiz ışıklar onların yıldız gözlemi yapmalarına engel olan ışıklardır. Yani şuradan yıldız gözlemi yapıyorsunuz, şurayı atmosferin üst katmanı olarak düşünün, şuraya ışık geldiği an ışık bir perde oluşturur. Dolayısıyla bu perdenin arkasındaki yıldızları artık net göremezsiniz. İşte 18 derece ufkun altına indiği zaman güneş böyle oluyor. Yani atmosferin üst tabakalarına gelen ışık. Halbuki az önce okuduğumuz ayetlerde namaz ve oruç için olan fecir atmosferle ilgili olan değil. Bu ışıkların bizim dünyamızla, bizim meri ufuk dediğimiz yani gözümüzle gördüğümüz ufka inmiş olması şartı var. Onun orada yoğunlaşması şartı var. Mesela astronomide yoğunlaşma şartı var mı yok mu onu bilmiyorum. Onu kendileri bilir. Ama yoğunlaşma şartını biz zaten ayetlerden okuduk. Böyle olunca ikisi arasında çok büyük bir fark var. Gecenin ortasında sabah nazmı kılınıyor. Halbuki o ufukta yoğunlaşmanın olacağı zamana kadar sabah namazı kılınmaz. Çünkü -18 derecede ufukta herhangi bir aydınlık göremezsiniz. -18 derece de değil yani güneş ufkun 18 derce altındayken sadece gökyüzünün 400 km mi 500 km mi üstünde birtakım aydınlıklar olur. Biz de orada yaşamıyoruz. O aydınlık bizim bulunduğumuz yerin ufkuna kadar inmesi lazım. İşte öyle yaptıkları için ciddi manada burada hata yapılmış ve tutmuşlar mesela Ahmet Muhtar Paşa ilk takvimi yapan kişi. Demiş ki buna bir de ihtiyat koyalım demiş. 3,5 derece de bir ihtiyat koymuş. 21,5 derece. Şimdi her derecenin dakika karşılığı mevsimlerine göre değişir. Mesela şu anda giderek azalıyor. Ama bundan bir hafta on gün önce baktığım zaman İstanbul için 6 dakikaydı. Şimdi 21,5 u 6 ile çarparsanız 129 dakika eder. 129 dakika… Ne yapar? 2 saat 9 dakika eder. Bunu şimdi Türkiye gazetesi takvimi uyguluyor. Diyanet İşleri Başkanlığı yapılan itirazlarla 1983’te bu 3,5 dereceyi çıkardı. 18 dereceye indi. Biz ihtiyatı kaldırdık dedi. Ondan sonra da dediler ki ezanla birlikte sabah namazını kılacaksınız dediler. Zannettiler ki gerçekten tan yeri ağarır. Halbuki tanyerinin ağarmadığı ortada. Onda da biz çok yoğun itirazlarda bulunduk ve yapılan toplantılar, Türkiye’de de yaptığımız çok sayıda gözlemler de ufkun kesinlikle ağarmadığını her defasında raporumuzla tespit ettik. Şimdi de hala ısrar ettik. Bugüne kadar hiçbir değişiklik olmadı. Allah nasip ederse, Cenabı Haktan niyaz ederiz. Yarın inşallah düzgün bir rasat yaparız. Canlı yayında da bütün insanlara gösteririz. O 18 derecenin neredeyse yarısını almamız gerekecek. Yarın çok netleşecek bu. 9 derece olduğunu düşünürsek, 10 derece olarak alın siz bunu. 10 dereceyi kesinlikle geçmez. 10 derece 6 dakikadan hesaplarsanız ne yapar? 60 dakika. 60 dakika nere, 129 dakika nere? Ne olmuş oluyor? İnsanlar 1 saat dokuz dakika önce oruca başlıyor. E canım ne olacak uzun tutsun. Ne olacak demeye hiç hakkımız yok. Allah’ın verdiği hakkı hiç kimsenin elinden alamayız. Bu bir. Bir kere o insanlara yapılan bir zulümdür. İkincisi de bu insanlara o saatte sabah namazı kıldırılıyor ve bu namazlar olmuyor. Gerçi o insanlar bilmediği için Cenabı Hakkın kabul edeceğine ben şahsen inanıyorum da ama ondan o namazı kıldıranlar elbette ki sorumludurlar.
(Bir soru soruldu)
Ahmet Muhtar Paşa’ya kadar bir takvim yapıldığından da bahsediliyor. Ali Kuşçu’nun falan ama ben onu görmedim. Orada şu yazılıyordu eskiden baktığım zaman vakithanelerde öğle ile ikindi namazları güneş saatine göre belirleniyor. Akşam güneşin batışı zaten her taraftan tespit edilebiliyor. Yatsı namazının başlangıcı yanlış aklımda kalmadıysa Üsküdar’da Selimiye Camiisinde önce gözüküyor. Selimiye Camisinin ezan duyulunca onu ayarlamışlar onu duyan duyanduyan öyle zincileme… Burada da bir cami tespit etmişler ama şu anda aklımda değil yani ama Selimiye aklımda kalmış. Böyle ilk Kuran’ı Kerim’de anlatılan ışıklara göre, sabahleyin de..Yani çıplak gözle yapılan gözlemler. Tam kesin yapılıyor. Ama tabi hava bulutlu olduğu zaman da bir önceki güne göre tahmini bir yaralama yapıyorlar ve bu şekilde uygulama yapılıyordu ama Ahmet Muhtar Paşa’nın yaptığı takvim de onu hem sabaha uyguladı hem yatsı namazına uyguladı. Sabah namazı bir saatten daha fazla erkene, yatsı namazı da bir saatten fazla geriye alındı. Dolayısıyla insanların istirahatından yaklaşık 2,5 saat çalındı. Türkiye’de 2,5 saat Norveç’e gittiğiniz zaman 6 saati bulur. Neden buluyor? Çünkü o güneşin ışıklarının eğiminden kaynaklanıyor bu. Bu da tabii çok ciddi problemler, hala devam eden problemler oluşturuyor. İnşallah ümit ediyorum i bu ramazan sonuna kadar takvim çalışmasını bitiririz. Yani bu sene olmasa da bu sene yetiştiremedik. Gelecek sene inşallah dileyen istifade eder. İstifade etmeyen kişilere zorla şey yapacak halimiz yok. Yani tarlalarda çalışanlar Anadolu’da yaz günleri falan adamların istirahatları ellerinden alınıyor. Hadi sabahleyin güneş doğana kadar namaz kılınır. Ama akşam yatsı ezanını çok geç okutturuyorsunuz ve bu insanlar yatsı ezanını bekliyorlar. Bunlar için çok büyük bir ızdırap olur. Evet, şimdi soruyu sorabilirsin.
Mehmet Güvenç Demirel’in sorusu var. Bir arkadaşım imsağı ezan okunduktan 1 saat sonra yapıyor. Şafak sökene kadar yiyip içiyor. Doğru olanın aslında şafak sökene kadar yiyip içilmesi gerektiği olduğunu biliyoruz ama ezan okunduktan sonra yenmesinde bir sakınca var mı?
Ezanı o zaman millet gece yarısında okusun yani ayeti kerimelerde ezan okunduğu zaman demiyor değil mi? Mesela Peygamberimiz (sav) zamanında Bilal-i Habeşi erkenden ezan okurdu. Yani fecri kaziple birlikte ezan okurdu. Peygamberimiz demişti ki Bilal’in ezanı sizi yemekten içmekten engellemesin. İbn bin Mektum’un ezanını bekleyin demişti. Dolayısıyla ezanın okunmasıyla yeme içmeye son verilir gibi bir ifade yok. Şafak sökünceye kadar yemeye içmeye devam edilir.
Soru: Bir saat sonra demiş. Doğru mu bir saat sonra?
Bir saate yakın bir süre oluyor yani. (…) gerçi bir saat tebeyyün meselesinden şey yapılıyor ama 55 dk, gerçi her gün değişiyor onu da söyleyelim. Bizim o 50 dk dediğimiz ramazanın başlangıcı ve haziran ayıyla alakalıydı. Şu anda da gerçi 50 dk var 51 dk kadar şey yaptı. Ama her gün değişiyor. Kışa doğru gittiğiniz zaman 40 dk ya kadar iniyor yani. Hesaplar yapılırken onların hepsi ister istemez dikkate alınacak.
Soru: Biraz önceki soru. Hilalin gözükmesiyle ay başlarken ay ve gün aynı zamanda başlar mı? Öğle namazı da günün ilk namazıysa bu denklem nasıl çözülür? Yani hilalin görünmesiyle ay başlıyorsa öğle nasıl günün ilk namazı oluyor?
Hilalin görünmesiyle ay tabii ki başlıyor ve bitiyor. Çünkü ayın işareti hilal. Hilal güneşin batmasından sonra battığı görülürse yeni ay başlar. Yeni ayın başlamış olması o günün yeni aya ait olduğu manasına gelmiyor. Yani o gün yeni ayın günü değil. Yeni ayın günü sabahleyin güneş doğduğu andan itibaren başlıyor. Örneği şeyden verelim. Ramazanı şerifin 29.günü, mesela bu yıl 29. 29.günü güneş battığı zaman ramazan bitmiş olmuyor. Ramazan ertesi sabah güneş doğana kadar devam ediyor. Güneş doğunca ramazan bittiği için yani yeni ay başladığı için hesap olarak ayın işareti önceden gözüküyor ama ayın kendisinin başlaması önceden olmuyor. Öyle olduğu için o güneşin doğmasından itibaren namazın sahih olacağı ilk vakitte bayram namazı kılınıyor. Namazın sahih olacağı ilk vakit de kerahet vaktinin geçip duha vaktinin ne diyoruz kuşluk vaktinin başladığı vakittir. Eğer güneşin batmasıyla gün bitiyor olsaydı akşam namazının arkasından bayram namazını kılmamız gerekirdi bir. İkincisi ayeti kerime de şimdi diyecekler ki ayetten delil ver. Aslında bu da ayetten delil ama namazı izah etmek epey bir zaman alır. Ama daha kolay izah edeceğimiz şey var. O da şu. Allahu Teala diyor ki ayeti kerimede:
(Arapçası) O ramazan orucuna gücü yetenlerin üzerine bir de bir miskin taamı yani çaresiz kalmış bir kişiyi doyuracak fidye gerekir.
Çaresiz kalmış bir kişiyi doyuracak kadar fidye gerekir. Kime? O ramazan orucuna gücü yetenlere. Ramazana gücü yetenlere. Ramazan orucuna gücü yettiğinin anlaşılması için ramazanın bitmesi gerekiyor. Peygamber (sav)’in hadisinde fitre ne zaman vacip oluyordu? Hadisi hatırlıyor musun? Onlar fecr diyorlar değil. Fecir demelerinin sebebi bizim ulema günü fecirden başlatıyor. Fecirden başlattığı için o kadar çözümsüz problemler peş peşe geliyor ki.. bir kere şeye uymuyor bak. az önce okuduğumuz ayetlerle çelişiyor, başka ayetlerle çelişiyor.
Mesela kurban bayramı da öyle. Kurban bayramında da zilhiccenin 10.günü bayramın birinci günüdür. O gün güneşin doğmasından sonra kurban bayramı namazını namazın sahih olduğu ilk vakitte kılıyoruz. Yani bütün bunlar Kuran’ı Kerim’in hükmü. Kurban bayramı namazına da ramazan bayramı namazına da işaret eden ayetler var. Onu biz daha önce anlatmıştık. (Arapçası) Allah’ı tekbir edesiniz diye size verdiği hidayetten dolayı. Ramazan bayramı için ki bayram namazında hep tekbir getirilir biliyorsunuz. İlave tekbirler… Kurban bayramı namazında da, orada da yine (Arapçası) vardı. Onu bir hatırlarsanız. (Arapçası) ‘Size bunu göstermesine karşılık Allah’a tekbir edesiniz diye.’ İşte o tekbir etme işi onun sahih olacağı bir namaz içerisinde sahih olacağı ilk vakitte kurban bayramı namazı, yine sahih olacağı ilk vakitte ramazan bayramı namazı kılınıyor ve bunlar ramazanın bitimi, zilhiccenin 9.gününün bitiminden itibaren oluyor. Mesela bu ulema istisnai falan derler. Niye? Peygamberimizin uygulamaları orada net olarak ortaya çıktığı için. Hac günlerinde mesela güneş akşam battığı zaman bayramın birinci günü bitiyor olsaydı birinci günün şeytan taşlaması o geceye sarkmazdı. Sabaha kadar yapılamazdı. Aynı şekilde ikinci ve üçüncü gün için de söz konusu. Diyorlar ki bu sadece oraya mahsustur. Değil oraya mahsus değil. Bütün ayet ve hadisleri birlikte okuduğunuz zaman her zaman için geçerli olduğunu görüyoruz.
Ebu Davud’da (Arapçası)’sı diyor.
Gablessalate nedir? Bayram namazı… Bayram namazı kılınırken ramazan birmiş oluyor. Hatta fıkıh kitaplarında şu yazılır. Fecirden önce ölmüş olan kişilere vacip olmaz denir. Çünkü hala ramazan devam ediyor. Ama fecir değil güneş doğmadan önce demek lazım.
Yahya Şenol: bir sonraki hadiste de İbn Ömer’den şöyle deniliyor: (Arapçası)
Bak o da çok güzel bak. (Arapçası) ne demek? İnsanlar bayram namazına ne zaman çıkarlar? Sabah namazını kılar, dönerler, ondan sonra çıkarlar. Yani sabah namazı bittiği zaman şey olur. Güneş doğduğu zaman ramazan bitmiş olur. Bayram namazını hemen kılmazlar. Aşağı-yukarı bir elli dakika gibi bir vakit kalır. Dolayısıyla vacip olmuş olur fitre. O zaman gitmeden önce verir ki fakir fukara ihtiyacı olan kişiler bayrama rahat girmiş olsunlar.
Yahya Şenol: Kendisi böyle rivayet etmiş ama (Arapçası)
O vacip oluru başka bir şey, önceden verilebilir mi verilemez mi meselesi başka bir şey.
Yahya Şenol: Sanki hani son vaktini belirtiyor bu hadis ben öyle anladım. O zamana kadar verin anlamında. Ama ondan sonra yani o an vacip olması gibi değil de. Son vakti bayram namazının çıkış vakti.
Bak o ikisi arasında, çıkmadan önce verirler ifadesi çok önemli. Ama İbn Ömer daha önce de veriyorlardı sözüne dayanarak mesela mezhepler şimdi Somali’ye erkenden şey gönderiyorlar. Yani o şeye bakarsanız, sistemi tümüyle ortaya koyarsanız güneş doğmadan önce verilmemesi de gerekir. Ama yardımdır, bir an önce ulaşsın.
Yahya Şenol: Ama oruca bağlı olmuş olsa akşamla birlikte olmuş olması ortaya çıkmış olması gerekir değil mi? Çünkü bir daha oruç yok. Ertesi günü beklemesi gerekebilir.
Tabi tabi. Yani şimdi bütün taşlar yerine oturuyor. Dolayısıyla şimdi günün ilk namazı öğle namazı. Tabi ki gün güneşin doğmasıyla başlıyor. Güneşin doğmasından itibaren bir namaz, farz namaz yok. O zaman ilk namaz ister istemez öğle namazıdır. Zaten ayetlerde hep öyledir. Hadislerde de öyledir. Cebrail (as) Peygamberimize Kabe-i Şerif’te iki kere namaz kıldırmış, her ikisinde de öğle namazıyla başlamıştır. Başka soru var mı?
(sorulan soruyu anlayamadım)
Televizyonda değil bütün kitaplarda öyle yazıyor. Sabah namazı gündüz namazı sayılıyor. Öyle yaptıkları için bak sabah namazına gündüz namazı diyince siz isterseniz bir bakın. Gecenin 3 bölüme ayrıldığı ayeti kerimeyle sabit mi? Onu hiç düzgün bir biçimde tefsir edene rastladınız mı şu ana kadar. Gündüz dedim az önce gecenin 3 bölümü olduğu ayetle sabit. Gecenin üçüncü bölümünü sabah namazına kattıkları için orada çok ciddi sıkıntı vardır. Gecenin ortası ne zaman, birinci bölümü ne zaman? Halbuki (Arapçası) işte açık. Birinci bölüm tumsin akşamüzeri, üçüncü bölümü sabaha girildiği zaman. İkincisi de minelleyl ayeti kerimesinde olduğu gibi ikisi arasındaki kısım. Zaten onu buralarda başka vesilelerle anlattık.
Yahya Şenol: O biraz önceki sabah-subh kelimesindeki ilişkiden yola çıkarak diğer vakit namazlarının isimlendirilmesi nasıl olmuştur diye bir soru var. Acaba şöyel olabilir mi demiş ikindi ikiden gölgenin ikilenmesinden, akşam güneş ışınlarının akışından, yatsı gece gündüzün üstüne yatmadan olabilir mi demiş.
Türkçe açısından diyor. Vallahi bunu bize değil de Türk dilindeki uzmanlara sormak lazım. Ama mantıklı gözüküyor.
Yahya Şenol: bir de bu pazartesi-Perşembe oruçlarıyla ilgili bir şey sorulmuş. Kaynağı, dayanağı ne olabilir?
Hadisi şerif var o konuda Peygamber efendimiz pazartesi ve Perşembe günleri, Kuran’ı Kerim’den dayanak mı? Hadisi şerif var o konuda. Şimdi oruç tutanlarla ilgili ayet yok mu? (Arapçası) Onları methediyor Allahu Teala. Ramazandan dolayı methetmez. Çünkü ramazan orucu zaten mecburen tutulması gereken bir oruçtur.
Yahya Şenol: Salı Çarşamba değil de pazartesi Perşembe niye?
Vallahi onlar üzerinde hiç düşünmedim. Biliyorsun biz bir meseleye cevap vermek içib birkaç sene uğraşıyoruz. Bu soruya da birkaç sene sonra cevap verebiliriz belki de.
Soru: Hilalde rasat yapılır mı?
Hilalde rasat yapmaya gerek yok. Hilalle ilgili ayeti kerimeleri bir okuyalım bak. mesela aklınıza gelen ayetleri bir okuyun. Diyo ki Allahu Teala
(Arapçası) Güneş ve ay hesap iledir.
(Arapçası) Sana hilalleri soruyorlar.
Yani bu hilaller niye inceliyor, kalınlaşıyor diye soruyorlar. Üstü kapalı olarak Cenabı Hak diyor ki Peygambere sorulacak soru bu değil. O astronom alimlerinin bileceği şeydir. Neden böyle oluyor? Ama Peygamberin bileceği (Arapçası) O insanlar için ve hac için vakit ölçüleridir.
Şimdi insanlar için ve hac için kelimesini düşünürseniz. İnsanlar için ayın başlangıcı-bitişi. Peki hac nedir? Hac dünyanın her tarafından gelecek kişilerin aynı günde yapmaları gereken ibadettir değil mi? Öyleyse bu öyle bir zamanda olması lazım ki bana göresi sana göresi olmasın. Hep o tartışmalar olur. Türkiye’de bakarsınız ki bir gün sonra ya da önce bayram edilir ama hacca gidenler aynı gün çıkarlar. Yunus 5
(Arapçası) Güneşi bir ziya yapan.(Bu çok önemli bir aydınlık. Bunu artık uzmanları söyler.ziya öyle bir aydınlık ki siz orada uzun süre duramıyorsunuz. Gölgeye kaçma istiyorsunuz. O şekilde bir aydınlık.) kameri de nur yapan. (Nur içinde ziya olmayan aydınlığa deniliyor. Yani nurdan rahatsız olmazsınız. Sadece ışık kısmı var. İçindeki insanı rahatsız edici ışınlar yok.) bu aya konaklama yerleri belirledi Cenabı Hak yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye.
Bak hesabı bilmek… Hesap bilmek nedir? Bir ilimdir değil mi? Peygamberimiz (sav) hadisi şerifinde diyor ki ‘Biz ümmi bir topluluğuz. Hesabı ve yazıyı bilmeyiz. Şunu biliyoruz ki ay 29 ya da 30 gündür.’ O zaman ne yapılacak? ‘Gördüğünüz zaman oruca başlayın, ayı gördüğünüz zaman iftar edin ‘ diyor. Başka çaresi yok. Göremezseniz otuza tamamlayın diyor. Bakın gerekçesini söylemiş Peygamberimiz. Biz bu işi bilmiyoruz. Tarihen de biliyoruz ki Peygamber Efendimiz zamanında Mekke’de Medine’de bir astronom yoktu. Yani hesabı yapacak kişi yoktu. (Arapçası) diyor ya bu ayeti kerime de. İşte biz bu hesabı bilmiyoruz diyor. O hesabı bilmediği zaman ne yapılacağını söylüyor yani zorunlu hallerde ne yapılacağını söylüyor ki işte gördüğünüz zaman oruca başlayın gördüğünüz zaman bitirin. Görme dediğiniz zaman da her yerde farklı olur. Yani ay bütün bölgelerde aynı anda gözükmez ki. İstanbul’da gözüktü diye Edirne’de gözükecek değildir ya da İzmit’te gözükecek değildir. O zaman ister istemez farklı ay başları söz konusu olacak. Ama hesabı bilirseniz o zaman farklı ay başları olmaz. Farklı ay başları olduğu zaman da siz hep birlikte hac yapamazsınız. Onun için de hacda da bir emirlik ihdas edilmiş bu problemlerin halledilmesi için. Orada ilan edilen tarihe uyma mecburiyeti getirilmiş. Yani bunlar geçici çözümler. Ama Peygamber Efendimizin hadisinde belirtilen ‘biz bilmeyiz’ kısmı şu anda halledilmiş vaziyette. Yani şu anda astronomlar var. Hesabı biliyorlar ve gerekeni yapıyorlar. Onlar var. Ondan sonra Müslümanlar arasında takvim çalışması yapan insanlar var. Öyleyse Peygamberimizin gösterdiği o gerekçe artık yok. Ayeti kerimelerin üzeride ısrarla durduğu hesaba göre hareket etmemiz lazım. Bu Peygamberimizin hadisine de asla aykırı değil. Peygamberimiz hadisinde geçici bir durumu işaret etmiştir. O zaman bugün kameri ay başlarının mutlaka astronomlar tarafından belirlenmesi lazım. Ama orada bir kriter koymuş oluyor Peygamber Efendimiz. Çıplak gözle görme esasına göre… Çünkü her an insanlar bu bilgiyi kaybedebilirler ya da o bilgiye herkes ulaşamayabilir. Ulaşamadığı zaman da hiç olmazsa hilali gördüğü zaman ibadetine başlasın. Öyleyse şu anda tartışmalara gerek yok. Tüm dünya için aynı olan bir ramazanın birinci günü ilan etmek lazım. Niye lazım? Çünkü hac tüm dünyadaki insanların gelip aynı zamanda ibadet yapacakları gündür ve insan kendi ülkesinden çıktığı zaman hesabını ona göre yaparak gidecek. Hesapla olduğu zaman bunda herhangi bir problem yok. Bunu Türkiye 1978’den beri uyguluyor ve güzel de uyguluyor. Hataları olabilir. Hatalar var mı yok mu onu uzmanları arada sırada kontrol etmeleri lazım. Ama İslam aleminde şaşılacak bir şey var. Ayetler namaz vakitlerinin gözlemle tespit edildiğini belirttiği halde bunu astronomiye bırakmışlar. Ayetler hilal konusunun astronomiye bırakılmasını emrettiği halde onu da kendileri almış. Onu biz yaparız diyor. Yani şimdi Kuran sünnet kopukluğunun nelere mal olduğunu görüyor musunuz?
(Bir soru soruldu)
Şimdi ayeti kerimede diyor ki
(Arapçası) demek ki burada istenen şey mescitlerde itikaf etmek. Yani mescitlerde ibadet için kapanmak. Peygamberimizin eşleri de itikafa girmişlerdir. O zaman kadın da olsa erkek de olsa mescitlerde gereken imkanlar hazırlanarak orada itikafa girmek. İtikaf illa da on gün olacak değil. Daha kısa süre de olabilir. Hatta tam bir gün olması da gerekmez. Bir günün bir parçası da olabilir. Ama asıl itikaf hiç olmazsa bir geceyi ve gündüzü camide geçirmek. Gündüzünü oruçlu geçirmektir. Zaten buradan da o anlaşılıyor. Ramazanda zaten oruçlusunuz. Ramazanın dışında olanlar için ve itikafa girildiği zaman karı-koca ilişkisi yasak. Başka da bir yasak Kuran’ı Kerim’de geçmiyor.
Var var çok camilerde var. Yani camilerde çok itikafa girenler var. Birçok camide çok sayıda insan giriyor. Başka var mı soru?
Yahya Şenol: Yatsı namazının bitişine delil iki farz namazın olmaması verilebilir mi? Demiş. Peygamber Efendimize gece namazının farz olması yatsının belirli bir vakitte bittiğini gösteriri mi?
Göstermez. Sabah namazıyla öğle namazında da bir farz namaz yok ama sabah namazı bitiyor, arada bir boşluk var sonra öğle namazı başlıyor.
Yahya Şenol: Şevval orucu hakkında da soru soran var. Bilgi verir misiniz diye.
Peygamberimizin hadisi şerifinde ‘kim ki şevvalden 6 gün tutarsa 1 yılı oruçlu geçirmiş olur.’ Diye bir rivayet var. O rivayet Kuran’ı Kerim bütünlüğüne uyuyor. Şu açıdan uyuyor. AllahuTeala bir iyilik yapan 10 sevap kazanır diyor değil mi? (Arapçası) şimdi siz bir ay oruç tuttuğunuz zaman senenin on ayında oruç tutmuş gibi sevap alacaksınız demektir. En azı bu. 2 ay kalacak. 6 gün de oruç tuttuğunuz zaman o da 60 güne tekabül eder. Yani 2 aya tekabül eder. Dolayısıyla 12 ay oruçlu geçirmiş gibi olursunuz. Hadisi şerif de onu söylüyor.
Yahya Şenol: Bu konuyla alakalı mezhep imamlarının hadise nasıl baktıklarına dayalı güzel bir örnek var. ‘kim ramazan orucunu tutar da ona şevvalden 6 gün eklerse o bir sene oruç tutmuş gibi olur.’ Bu Müslim’in Sahih’inde geçiyor bu hadis. Tirmizi’de geçiyor, Ebu Davud’da geçiyor, İbnMace’de geçiyor. Bir Buhari’de yok eksik olarak. Müslim’de geçiyor olmasına rağmen İmam Malik diyor ki ‘Bu orucu tutmak bidattir.’
Oruç neden bidat olsun.
Yahya Şenol: Önemli olan bir yerde bir hadisin olması değil. Burada özellikle bunu vurgulamak istiyorum. Nasıl değerlendireceğiniz önemli.
Biz bunların zaten onlarca örneğini biliyoruz.
Yahya Şenol: Şöyle demiş bunu temellendirirken. ‘Ramazan bayramından sonra 6 gün oruç tutan hiçbir alim ve fakih görmedim. Seleften hiçbir rivayette bana bu konuda gelmedi. Ancak alimler bazı cahillerin bu 6 günü ramazana dahil etmelerinden ve bidat uydurmalarından korkarak bunu mekruh bulmuşlardır.’
Ramazana dahil ettirilir mi? Ramazan bir ayın adıdır. Bu ayın içine girme şansı yok ki.
Yahya Şenol: Şayet diyor alimler bu konuda ruhsat vermiş olsalardı onların da bayramdan sonra 6 gün oruç tuttuklarını görürlerdi.
Ama biz bu ramazanda tutalım. Bu bayramdan sonra.
Ebu Hanife’den de Ebu Yusuf’tan da mekruh olduğu rivayeti var.
Ama Hanefi mezhebinde sünnet olarak geçer.
Yahya Şenol: Ama bizzat imamlardan gelen rivayet mekruh olduğu yönünde. Şimdi şöyle demeleri lazım aslında. Hadis varsa buna nasıl mekruh dersiniz?
Bize yapılan tenkitleri söylüyorsunuz da fakat bizi tenkit edenler bana öyle geliyor ki kayayı yumruklayan insan gibi. Bir de kayanın yüzü de pütürlü. Onların ellerinin yerinde olmak istemezdim. Çünkü maalesef çok büyük hatalar yapmadan tenkit edemiyorlar.
Yahya Şenol : Bir de namaz 3 vakit mi 5 vakit mi. 3 kılanlar yanlış mı?
Namaz 5 vakittir ama öğleyle ikindinin ara vakti Kuran’da kesin olarak belirtilmemiş. Akşamla yatsının ara vakti de kesin olarak belirtilmemiş. Yani nerede başlayıp nerede biter. O kesin olmaması Peygamberimiz (sav)’in o namazları peşpeşe kılmalarına sebep olmuş. Dolayısıyla ona cem diyoruz. Yani 5 namazdır ama 3 vakitte kılınabiliyor ihtiyaç halinde.
Yahya Şenol: O hilalle ilgili şu eleştiriyi yapıyorlar. Hadiste hilali gördüğünüzde oruç tutun, şevvali gördüğünüzde bırakın diyor. Bunun çıplak gözle olduğu belirtilmiştir. Bu durumda astronomik gözlemle hilalin geçerliliği yoktur.
Peki hadisin öbür bölümünü niye görmüyorlar? ‘Biz ümmi bir topluluğuz. Hesabı ve kitabı bilmeyiz.’ Peygamberimiz orada gerekçesini söylüyor. Ondan sonra konuşuyor. Tabii ki çıplak gözle olacak. Onda hiçbir problem yok. Ve enteresan bak bu kadar ayet okuduk bu ayetler yok sayılıyor. Hadisin de bir bölümü yok sayılıyor. Ondan sonra hemen hüküm veriliyor. Halbuki Cenabı Hak bu konularda o kadar kesin emir veriyor ki ‘açıklamayı ben yaparım’ diyor. Ama inşallah öğrenecekler yani.