Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR:
Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim. Hud Suresi’ni anlama çalışmalarına devam ediyoruz. Geçen hafta surenin dördüncü ayetine kadar okumuştuk. Bugün de beşinci ve altıncı ayetlerini anlamaya çalışacağız.
Allah-u Teala burada şöyle buyuruyor. Hatta yukardan aşağı alırsak, belki bağlantı daha güzel kurulur. İlk ayetten itibaren okuyalım hızlıca. “Elif-lâm-râkitâbunuhkimetâyâtuhuśümmefussiletminledun hakîmin ḣabîr” “Elif-lâm-râ bu bir kitaptır ki; ayetleri muhkem kılınmış yani böyle kısa, özlü hükümler ifade edecek hale getirilmiş, sonra ayrıntılı olarak açıklanmıştır.” (Hud 1) Bunu yapan kimdir, hakîm ve ḣabîr olan Allah-u Teala dır. Yani ayetlerini muhkem kılan da ayrıntılı olarak açıklayan da Allahtır. “Ellâta’budû illa” “Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye, Allah böyle yapmıştır.” Yani açıklamayı Allah yapar ki din adına Allah’tan başka kimse konuşmuş olmasın. Allah’ın dini konusunda tek yetkili Allah-u Teala dır. Allah’ın elçileri de onu tebliğ etmekle sorumludur. Zaten söylüyor burada,”innenîlekumminhuneżîrun ve beşîr” “Ben de sizin için o kitapta olandan nezir ve beşirim.” (Hud 2) Yani uyarıcı ve müjdeciyim.
Bu fussilet kelimesinin geçtiği, Fussilet suresinin dördüncü ayetinde de Allah-u Teala, kitabın özelliği olarak “Beşîran ve neżîran…” diyor. Yani “Uyarıcı ve müjdeci” (Fussilet 4) dolayısıyla Muhammed (a.s) da kitapta olandan uyarıp müjde verdiği için… kitabın kendisi de gidip de insanla konuşacak değil. Birisinin götürüp kitabı göstermesi lazım. Kitabı gösterir de oradaki uyarma ve müjdeleme şeylerini onlara bildirirse, kendisi de uyaran ve müjdeleyen kişi olmuş olur. “Veeni-staġfirûrabbekumśümmetûbûileyh…” “Evet, Rabbinizde mağfiret dileyin…” (Hud 3) İnsan hatasız kusursuz olmaz Allah-u Teala: “İnsanları yaptıklarıyla hemen cezalandırsaydık yeryüzünde tek bir canlı kalmazdı.” (Fatır 45) diyor.
O zaman hatamız kusurumuz elbette olacaktır. Allah-u Teala “Rabbinizden mağfiret dileyin, suçlarınızın örtülmesini isteyin, sonra ona yönelin, yönelin ki sizi güzel bir nimetle nimetlendirsin.” yani bu dünyada mutlu olursunuz. Ne zamana kadar, “…ilâ ecelin musemmen…” yani “…belli bir süreye kadar…” yani “…yaşama süreniz bitinceye kadar…” “…veyu/ti kulleżîfadlinfadleh(u)…” “…ve yapması gerekenden fazlasını yapanlara da yapmış olduğu ikramından vermesi için (ona fazlasını versin diye)…” “…ve-in tevellev…” yani “…onları çağırın…” tabi bir de ahiret mükafatı var. Cenab-ı Hak cümlemize nasip eylesin. “…yüz çevirirlerse…” “… fe-innîeḣâfu ‘aleykum ‘ażâbe yevmin kebîr.” “Onlara şöyle de; o büyük günün azabından korkuyorum (sizin aleyhinize)” (Hud 3)
Hakikaten bu dünyada yaşıyorsun, kaç yaşına kadar yaşarsan yaşa. Geçende birisi böyle kendisinin çok uzun süre yaşayacağını hiç ölümü düşünmediğini falan sıklıkla söylüyor. Ama Allah’a teslim olamıyor. Teslim olduğunu söylüyor, sadece lafla. Geçende telefonda bana diyor ki; ”eski Türk hükümdarlarından…” bak şimdi ismi şimdi aklımdan çıktı “ işte o da ölümsüzlüğe inanıyormuş falan, yüzün üzerindeki yaşta vefat etmiş, çok sayıda çocuk bırakmış.” dedim “ o ölmedi mi” e ölmüş. “Tamam” dedim. “ Sen de öleceksin.” Dolayısıyla kaç sene yaşarsan yaşa farz edinkiAdem (a.s) doğduğu günden bugüne kadar yaşasa yine ölmeyecek mi, öldün mü her şey bitiyor, o kadar.
“İla(A)llâhimerci’ukum…” “Hepinizin dönüşü Allah’ın huzurunadır…” (Hud 4) yani şimdi bu hayat bitiyor. E peki ebedi ahiret hayatı? E oradaki cezayı gördüğün zaman bu dünya nasıl geçerse geçsin, ne faydası var ki sana? Onun için ahirete yatırım yapmak lazım bu dünyada iken. Yani “Allah’ın hurununa varacaksınız.” “…vehuve ‘alâkulli şey-in kadîr” “Allah her şeye ölçü koymuştur.” (Hud 4) Allah’ın ölçüsüz hiçbir işi yoktur. Siz ona göre davranın. Allah’ın koyduğu ölçülere göre davranın ki yanlış olmasın. Suyu bile ihtiyacınızdan fazla içerseniz rahatsız eder yani. Her şeye ölçü konmuş Allah tarafından.
“Elâ innehumyeśnûnesudûrahum” (Hud 5) Allah-u Teala Muhammed (a.s)’a söylüyor. Tabi onun şahsında bize de söylemiş oluyor. Allah’ın ayetlerini insanlara tebliğ eden kişilere. Bak dikkat et onlar iki büklüm olurlar. Türkçe de öyle deriz değil mi? Yani ne oluyor… farzet ki Yahya Hoca ayetleri okuyor adam şöyle yapıyor “ Hı-hı tamam, evet evet. *geçiştirme mimikleri* ” Ya da şöyle yapıyor, yolda bakıyor ki Yahya Hoca geliyor, onu görüyor, onla görüşmemek için hemen kaçıyor. Niye öyle yapıyor, çünkü biliyor ki ona vereceği bir cevap yok. Yanlış yolda olduğunu gayet iyi biliyor. Niye böyle yapıyor. “…liyestaḣfûminh(u)…” “…ondan gizlensinler diye…” (işte Muhammed (a.s)‘dan Allah’ın kitabından, Allah’ın kitabını tebliği eden kim olursa olsun ondan kaçmaya çalışırlar.) “…elâ hîneyestaġşûneśiyâbehum…” “…bunlar elbiselerine büründükleri zaman (Ya da yataklarında tamamen kendilerini de kaybedebilirler.) Büsbütün, tamamen örtündükleri zaman da…” “… ya’lemumâyusirrûn…” “…onların sırlarını da içlerin de olanı da Allah bilir. (gizlediklerini de bilir.)” “…vemâyu’linûn…” ”…açığa vurduklarını da bilir…” Allah için gizlenme diye bir şey yok, Allah her şeyden haberdardır. Onun bilmediği hiçbir şey yok. “…innehu ‘alîmunbiżâti-ssudûr” “…çünkü o insanların göğüslerinin sahip olduğu ne var (içlerinde ne olduğunu) çok iyi bilir” (Hud 5) onun bilmediği hiçbir şey yok. Dolayısıyla; böyle, insanların bir çoğuna bakarsınız ki, Allah’tan saklanabileceğini, yani sadece bir Müslüman’ı atlatacak ya da Allah’ın kitabını tebliğ edenden kaçacak değil, Allah’tan bile kaçabileceğini düşünebiliyor. Kuran-ı Kerim’de her şeyin bir örneği var. Elbette bunun da bir örneği var. Hangi ayetler?
Yahya ŞENOL: Bakara Suresi hocam bunlarla ilgili, bu ayeti açıklayan bir örnek olarak okuyabiliriz. Bakara Suresinin aslında ayet olarak 77. Ayeti buna benziyor ama bağlam olarak geriye gidip anlamamız gerekiyor. Geriye doğru gittiğimiz zaman 75. Ayete kadar Yahudiler ile ilgili bir örnek olduğunu görüyoruz bunun. Yahudiler, aslında Kuran-ı Kerim nazil olurken ve Resulüllah Mekke’den Medine’ye gelmişken her şeyin farkındalar. Çünkü onlar Medine’ye niye gittiler zaten başta, son nebiyi karşılamak için değil mi? Ona inanmak ve tabi olmak için ordaydılar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İstersen bunu söyle, son nebinin ümmi olacağını biliyorlar. Ümmi ne demek, ümmül kurada yani, ümmül kura ile tanımlanan, şehirlerin merkezi, dünyanın merkezi. Orası Dünya’nın altın oran kuralına göre merkezi olan bir nokta, son nebinin oradan çıkacağını Tevrat’tan biliyorlar zaten. Onun için oraya gidiyor bekliyorlar.
Yahya ŞENOL:Cenab-ı Allah başka ayette diyor ki “Çocuklarını tanır gibi tanırlar” (Bakara 286) biliyorlar yani gerçekleri. İnsan o zaman ne bekliyor; madem biliyorlar, inanırlar. Kendi kitaplarında da müjdelenmiş.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hatta şunu da söyleyelim bunu da şey yapmışken; şöyle diyebilirler, ayet söylüyorsun bunun hangi ayet olduğunu neden söylemedin. Bu Araf Suresinin 157. Ayeti .
Yahya ŞENOL: “Yanlarında yazılı buldukları İncil ve Tevrat’ta bulacaklar onu” diyor. (Araf 157)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Ümmi” nebi diyor. Yani ümmi; Mekkeli nebi. Onlar çok iyi biliyorlar yani.
Yahya ŞENOL: Evet. Öyle olunca işte, Ashab-İkram zannetmiş ki madem biliyorlar, o zaman inanırlar. Bunlar da mümin olurlar falan. Halbuki; “…ve kadkaneferikunminhum…” “…onların içinden bir takımı…” “…yesmeunekelamallah…” “…Allah’ın kelamını dinliyorlar…” “…summeyuharrifunehuminba’dimaakaluhu ve hum ya’lemun.” bakın çok iyi bildikleri halde, bile-bile yaptıkları bir şeyden bahsediyor Allah. Diyor ki; “Allah’ın kelamını dinlerler, kendilerince (bir takım) bağlantılar kurarlar ve onu alır yanlış tarafa çekerler.” (Bakara 75) tahrif işte. Yani olduğundan farklı bir yere götürüyorlar. “Ya tamam Allah aslında öyle diyor ama, aslında kastettiği şu.” Allah’ın muradını okumaya başlıyor. İnsanlar da ne zannediyor? “ Ya bunlar kitap bilen insanlar, Ehl-i Kitap kültürüne hakim bunlar.” Öyleler zaten, Tevrat okuyorlar, Tevrat hocasılar bunlar. Yıllar yılı insanlara Tevrat okumuşlar, eğitmişler insanları falan. E şimdi geliyorlar bir de Kuran-ı Kerim’i dinliyorlar falan. “He! Kuran’da Allah böyle diyor ama aslında Allah’ın demek istediği şu, bakmayın öyle dediğine, gerçek muradı şu” deyip, Kuran-ı Kerim’i başka bir yereevriltmeye çalışıyorlar, tahrif ediyorlar ve bunu bile-bile yapıyorlar. Bile-bile yapıyorlar ama, bir amaçları, bir maksatları var.
Diyor ki; ”Ve izalekullezineamenukalu amenna…” “Bunlar müminlerle karşılaştıkları zaman, derler ki, biz de inanıyoruz…” (Bakara 14) biz de inandık biz de biliyoruz, doğru. Ama gerçekte öyle değil işte. Allah diyor ya; “Gerçekten onları size inanacağını mı zannediyorsunuz?” (Bakara 75) yok böyle bir şey. “…ve iza hala ba’duhum ila ba’din…” “…onlar birbirleriyle yalnız kaldıkları zaman şöyle diyorlar…” “…kalu e tuhaddisunehumbimafetehallahualeykum…” “…Allah’ın size önceden açtığı (bildirdiği) gerçekleri niye bunların yanında söylüyorsunuz…” yani “yok Tevrat’ta Muhammed müjdeneleniyormuş da yok İncil’de Faraklit varmış, şu varmış, bu varmış da, niye gidip söylüyorsunuz onlara.” “…liyuhaccukumbihi inde rabbikum e fe la ta’kılun” “…yarın öbür gün size Allah’ın katında size delil olarak sunsunlar diye mi?” (Bakara 76) yani Müslümanlar diyecek ki; “Madem kitabınızda vardı, müjdeleniyordu. Niye inanmıyorsunuz?” “Diye sıkıştıracaklar bizi. Niye gidip her şeyi onların yanında söylüyorsunuz?” bakın, biliyorlar, gayet iyi biliyorlar.
İsterseniz o ayeti de bir kere daha okuyalım. “Ellezineateynahumul kitabe ya’rifunehukemaya’rifuneebnaehum ve inneferikanminhum le yektumunel hakka ve hum ya’lemun.” (Bakara 146) “O kendilerine kitap verdiklerimiz onu (yani hem Muhammed (a.s)’mı hem de kıblenin değişeceği gerçeğini, yani önceden Allah’ın haber verdiği şeyleri)” bu Nebi’nin yerine getireceğini gayet iyi biliyorlar. Nasıl; “…kemaya’rifuneebnaehum…” “…kendi çocuklarını tanıdıkları gibi” o kadar iyi biliyorlar, bir insan kendi çocuğu gördüğü zaman, bir milyon kişinin içinde görse şüphe eder mi, karıştırabilir mi yani, “Ya hepsi, hepsine benziyor, hangisi benim oğlum.” demez. Bu kadar iyi biliyorlar ama, “…ve inneferikanminhum…” “…onların içinde bir takım(bölük) var.“ “…le yektumunel hakka ve hum ya’lemun.” “…bunlar bile bile hakkı gizliyorlar.” bile-bile yapıyorlar bu işi, gayet farkındalar. O yüzden her zaman değil de çoğu zaman kapılabiliyoruz bir insan olarak. Yani diyorsun ki; “Bilmiyorlar mı insanlar, yani bu kadar gerçekleri, yok! Çoğu insan bildiği halde inanmıyor. Çünkü işine gelmiyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaten kafirlikte o değil mi?
Yahya ŞENOL: Bitti. Aynen o. İşine gelmediği için örttüğü için kafir oluyor zaten. Yoksa bilmeyenin yapacağı bir şey yok. İşte Allah-u Teala 77. Ayette buyuruyor ki; “E ve la ya’lemune…” “Onlar hiç bilmiyorlar mı…” neyi, “ennallaheya’lemumayusirrune ve mayu’linun.” (Bakara 77) bakın karşılaştıralım kelimeleri Hud suresinin 5. ayetinde de demişti ya Allah; “…onlar elbiselerini giyerlerken bile (tamamen yapayalnız kaldıklarında bile) neleri gizliyorlar, neleri açığa vuruyorlar Allah bilir.” Çünkü Allah buraları biliyor. *kalbini işaret ederek*
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR:Bunu onlar da biliyor.
Yahya ŞENOL:Evet kendileri de biliyor. “…ennallaheya’lemumayusirrune ve mayu’linun.” Allah neyi onlar gizliyor, neyi açığa vuruyor, birbirleriyle kaldıkları zaman neyi konuşuyorlar, Müslümanların yanına geldiklerinde neyi konuşuyorlar, yalnız başlarına kaldıkları zaman, tek… Bilmiyor mu, Allah her şeyi bilir. Ali İmran suresinin 5. ayetinde ne buyuruyor Allah; “İnnallahe la yahfa aleyhi şey’un fil ardı ve la fis sema” “Yerde de gökte de hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.” Enam suresinin 59. Ayetinde de Cenab-ı Allah ne buyuruyor. “…bir yaprak tanesi yere düşmez…” “ve mateskutuminvarakatin illa ya’lemuha” Allah’ın bilgisi olmadan düşebilir mi bir yaprak tanesi yere? Olmaz. Yaş, kuru, toprağın içinde ne var ne yok Allah bunu mutlaka bilir ve her oluş bir kayda da geçiyor. Allah’ın böyle şeyleri bilmemesi mümkün mü? Asla mümkün değil. O yüzden bir ayet-i kerime daha. Nahl suresi 23. Ayeti Allah diyor ki; “La cereme ennallaheya’lemumayusirrune ve mayu’linun…” “Allah insanların neleri gizlediklerini, neleri açığa vurduklarını çok iyi bilir.” kim Allah’ı kandırmaya çalışabilir. Bir ayeti kerime daha bunla ilgili, hocam okuyayım. Ondan sonra devam edelim.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Az önce sen bir şey söyledin. Şimdi millet diyecek ki; “ Bunlar alim değil.” hemen ayetin devamında diyor ki; “Ve minhum ummiyyun…” (Bakara 78)
Yahya ŞENOL: Bakara suresindeki değil mi? Yahudilerle ilgili, evet.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR:Yani buraya gelen kişilerin bilgi seviyesi yüksek.
Yahya ŞENOL: Nereden çıkarıyoruz?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Ve minhum ummiyyune la ya’lemunel kitab…” “Onların içlerinde ümmiler vardır. Onlar kitabı bilmezler.” Ümmi ne demekmiş, kitabı bilmeyen demekmiş. İşte bunlar ümmi resulü de kitabı bilmeyen resul olarak tanımlıyorlar biliyorsun, Yahudilerin şeyleriyle, neyse o tarafa girmeyelim. “…ya’lemunel kitabe illa emaniyye…” “…bir takım kuruntuları var, (şöyle böyle hayalleri var.)” o kadar. Ama; “Fe veylunlillezineyektubunel kitabe bieydihim…” (Bakara 79) “Ama bir grup var ki…
Yahya ŞENOL: Kime yazıklar olsun?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR:“Kitab elleriyle yazıyorlar…”
Yahya ŞENOL: “…summeyekulune haza minindillah…”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İşte kendi kafalarına göre yazıyorlar, sağa sola çekiyorlar, Allah böyle dedi diyorlar.
Yahya ŞENOL: “Allah böyle dedi” diyorlar. “Bu kitaptan öğrenin dininizi” diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani kelimeleri çekiyorlar, kavramları çekiyorlar, cımbızlıyorlar, falan. O zaman bunlar, az önce söyledin de şimdi izleyiciler tam kanaat sahibi olsun diye. Resullullah’ın yanına gelip de, o doğru bağlantıyı kuranlar, ümmi olan Yahudiler mi?
Yahya ŞENOL: Yok. Kitap bilgisine sahip olan yapabilir bu işi yani. Tasdik ilişkisini bilmeyen konuşalabilir mi, bu alanda?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Gayet bilgili insanlar bunlar. Mümkün değil. O doğru bağlantıyı nasıl kurar? Sonra dışarı çıkıyor…
Yahya ŞENOL: “Ha! Bizim kitapta da böyleydi, şöyleydi. Kuran-ı Kerim’le uyuşuyor. Tam beklediğimiz bu ama”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Biz buna inanırsak bizim hahamlığımız nerede kalır, işsiz kalacağız ya.”
Yahya ŞENOL: “Bu kadar asırlık gelenek…”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Bu kadar asırlık gelenek, bu kadar itibar zayıflayacak.” Dolayısıyla orada ne yapıyor. Allah’ı kandırmaya çalışıyor. Yani aslında bunlar da kafir ama, mümin gözüken kafir. Nedir bu, iki kat suç işlemiş. Biri yalancılık suçu, kafir olduğu halde kafir olduğunu söylemiyor, Müslümanları kandırıyor. Şimdi düşün buraya bir haham geldi. Kuran-ı Kerim ile ilgili konuştuk, Tevrat, İncil… “Ya! Gerçekten tam beklediğimiz şey, ben bunu hiç böyle bilmiyordum, ne kadar güzel çok doğru teşekkür ederiz.” ayrıldıktan sonra bütün sosyal medyayı sallamak istemez miyiz biz? Seviniriz işte “Falanca haham geldi, gerçekleri gördü inandı. Ey Yahudiler siz de buyurun.” falan filan. Ama şimdi bu adam çıkacak dışarı “Neyse boşver, ben bu adamlarla dalga geçiyorum, boşver. Bakara suresinde olduğu gibi, “onları ben hafife alıyorum”
Yahya ŞENOL: *ayet anlaşılmıyor 19:33*
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: *ayet anlaşılmıyor 19:38* Bunlar böyle hafife alıyorlar, dalga geçiyorlar. “Biz bunları işletiyoruz.” E peki ne oldu? Bu adamlar, bilen Yahudiler. Cahil Yahudiler değil. Bir de senin o, şeyle ilgili. “Ellezine ateynahumul kitabe ya’rifunehu…” 146 mı demiştin? Bakara 146. Ayette, kendi evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar. Bunlar da şeyler, onların alimleri.
Yahya ŞENOL: Önceki kitaplarda haber verilen hususun gerçekleşeceğini çok iyi biliyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Çok iyi biliyorlar. Muhammed (a.s) mı evlatları gibi tanıyorlar. Kıblenin değişeceğine de en küçük şüpheleri yok.
Yahya ŞENOL: Bunu görünce de; “Aha!” diyorlar,”Gerçekten bu,bu. Beklediğimiz bu.” ama diyor ki Allah “Bile bile gizliyorlar.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kim gizliyor?
Yahya ŞENOL: Onlar işte, o işi bilenler.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama hepsi değil, bilenler gizliyor. Bilmeyenler de zavallı, bilmiyorlar ki… Herkesi Allah-u Teala, bilgisine göre, imkanlarına göre imtihan eder. Neyse ama bu şeyde. Gelelim bugünkü dersimize. Bir ayet daha okuyacağım demiştin. Onu da oku.
Yahya ŞENOL: Tek ayet zaten. Zuhruf suresinin sekseninci ayet, 43. Sure. Orada da Cenab-ı Hak, insanları, mücrimleri anlatırken diyor ki; “Em yahsebune enna la nesmeu sırrehum ve necvahum…”“Yoksa o insanlar, bizim onların sırlarını, kendi aralarındaki gizli konuşmaları bilemeyeceğimiz, dinlemeyeceğimizi mi zannediyorlar.( Allah ile ilgili böyle bir zanları, kuruntuları mı var, tanımıyorlar mı bizi?)”“…bela…”“Yok, öyle değil…”“…ve rusuluna ledeyhim yektubun.”“…Öyle ki; onların yanında koyduğumuz görevli elçiler var. Melekler onların her dediğini, her konuştuğunu…”“Ma yelfızu min kavlin illa ledeyhi rakibun atidun.” (Kaf 18) Kaf suresinde diyordu ya Cenab-ı Hak; “Ağzından tek bir söz çıkmayagörsün, onu elçilerimiz yazıya geçirirler.” diyor. Kayda geçiriyorlar. Yarın öbür gün Cenab-ı Hak çıkaracak. Siz şimdi yalnız başınıza kaldığınızda bir şeyi Allah’tan gizleyebileceğinizi mi zannediyorsunuz?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki ben de burada sana bir soru sorayım. Sadece şey için, zihinde soru işareti olsun diye. Çözüm için değil… Şimdi Allah-u Teala, bir yaprak düşüşünü bile kayda geçirir değil mi, söylüyor. Peki, her şeyi kayda geçiren Allah, indirdiği Kuran-ı Kerim’in kayda geçirilmesini istemez mi? İndiği günden itibaren değil mi? Dolayısıyla Kuran’ın yazılmadığı, ezberdeydi, zihinlerdeydi, falan şeklindeki şeylere asla itibar etmemek lazım. Bir de Allah-u Teala; “Kuran’ı bugün mükkemmel hale getirdik” *(Ayeti bulamadım)* dediği zaman, kuru yaprak düştüğü zaman yazıya geçiren Allah, yazılmamış bir Kuran-ı Kerim’i, tek bir kitap haline getirilmemiş Kuran-ı Kerim’i mükemmel yaptık der mi? Bu sadece bir soru işareti olarak geçiyoruz şimdi. Tamam mı okuduğun? Mesela o insanlar cahil olabilirler ama az önce Bakara suresinde okuduğun insanlar alim kimseler oldukları için insanlara vaaz ederler, anlatırlar, her şeyi anlatırlar. Alim kimseler oldukları için ne diyor Allah; “E ve la ya’lemune ennallahe ya’lemu ma yusirrune ve ma yu’linun.”“Bunlar bilmiyorlar mı, Allah onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir.” (Bakara 77) yani onlar kendi cemaatlerine anlatırken Allah’ın bu özelliklerini de mutlaka anlatıyorlar. Genellikle bunlar anlatırken kendilerine anlatmazlar, cemaate anlatırlar. Neyse şimdi buradan şey yapalım…
Altıncı ayette de şu var; “Ve ma min dabbetin fil ardı illa alallahi rızkuha…” az önce okuduğun ayetle de çok yakın bağlantısı var bunun… “…ve ya’lemu mustekarreha ve mustevdeaha…”“Yeryüzünde kıpırdayan hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkı Allah’a ait olmasın.” Onların yiyeceklerini, içeceklerini, her şeylerini yaratan belirleyen, ölçüsünü koyan Allah-u Teala’dır. Peki, “…ya’lemu mustekarreha…”“…kaldığı yeri bilir” gündüzün nereye gitmiş, nereden geri gelmiş, gece nerede yatmış, nerede kalkmış. Bütün canlılar, sadece insanlar falan değil. Bütün canlılar için aynı şey sözkonusu. Bütün canlılar derken cinler de bunun içine giriyor. “…ve mustevdeaha…”“…nerede geçici olarak kalacaklarını da…” biliyor. Peki, yani emaneten konaklayacağı yeri de biliyor. “…kullun fi kitabin mubin.” (Hud 6) “…bunları herbirisi bir kitapta açık ve seçik olarak kayıtlıdır.” Mutlaka bir yerde kaydı var. Falanca adamın, ana rahminde döllenme olduğundan itibaren kayda başlanır, ölene kadar insanların bütün kılcal damarlarlarında neler olup bittiğini bilir. Bütün hayvanların hepsinin rızkını verir. Nerede yaşıyorlar, nerede dolaşıyorlar, nerede kaldılar. Hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz. Bir de onların emanet olarak kaldıkları yeri bilir. Peki; emanet olarak, geçici süreyle kalınan yer ne demektir. Sürekli orada kalacak değil, değil mi? Bir müddet orada kalacak. Müddetin ne kadar olduğu, ayrı. Bunu söyleyen Allah-u Teala. Sürekli orada kalacak değil ama bir süre kalacak. Nasıl bir süre kalıyor. Nasıl kalıyor diye sorduğumuz zaman bunun cevabını hangi ayetten alacağız.
Yahya ŞENOL:Kuran-ı Kerim’de arayıp bulmamız lazım. Yani önce bir yeri şey yapalım, neresi olabilir bu insanın emaneten kalacağı, bir müddet kalacağı yer?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şey işte, kabri. Kabir olmasa… yani diyorlar ki “Adam denizde boğuldu.” e boğulsun, Allah’tan hiçbir şey gizli kalmaz ki… Onun parçacığının nerede olduğunu biliyor.
Yahya ŞENOL: Orası da onun kabri işte, farketmez.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Orası onun kabri yani… Kabir demek, öyle büyük taştan yapılmış bir şey değil. O parçacığın ne demek olduğunu”, yine Kuran’dan öğreneceğiz, evet istersen onları şey yap… Böyle bir kişinin derken, bütün canlıların önce o ayeti okuyalım, istersen… Yani şimdi biz İnsan gibi anlattık, İnsan değil…
Yahya ŞENOL: Şimdi o zaman Enam suresini açalım. Bu ayetin bir benzerini görelim. Enam suresinin 38. Ayetinde yine bu “dabbe” kelimesi kullanılarak şöyle anlatılıyor. Allah-u Teala buyuruyor ki; “Ve mamindabbetin fil ardı…”“Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki…” “…ve la tairinyatirubicenahayhi…” “…veya kanatlarıyla uçan herhangi bir varlık (kuş vb.) yoktur ki…” “…illa umemunemsalukum…” “…sizler gibi bir ümmetdir onlar da…” bizim gibi topluluk bunlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Başkanları var, kendi yaşadıkları yer var, kendi aralarında bir organizasyon var, bir düzen var.
Yahya ŞENOL: Bir düzenli topluluk bunlar. “…mafarratna fil kitabi minşey’in…” “…biz bu kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık (arayıp bulursunuz)” “…summe ila rabbihimyuhşerun.” (Enam 38) (…sonra onlar da Rablerinin huzurunda toplanacaklar.” Kimler? Yeryüzünde hareket eden, uçan, kaçan ne varsa yani.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki Rablerinin huzurunda toplanma zamanı “yuhşerun” dediği zaman ne diyor Allah, mahşer diyor. Mahşer ne zaman?
Yahya ŞENOL: İnsanlar yeniden dirildiği zaman…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Canlılar… Artık insanlar dememek lazım. Bütün canlılar; insanlar, cinler, hayvanlar ne kadar canlı varsa yeniden dirilecek. E şimdi Dünya kurulduğu günden beri yeniden diriliş zamanına kadar canlılar… O canlılar nerede hepsi öldü gitti.
Yahya ŞENOL: Sırf insanlar bile kaç milyar…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şu ayağımızı bastığımız yerde, kim bilir kaç tane insanın şeyi var… Peki; ilk canlıdan itibaren, son canlıya kadar hepsinin müstekarı var. Ne demekti “Müstekar”?
Yahya ŞENOL: Dünya üzerinde dolaştığı yani hayattayken yaptıkları ettikleri, durdukları, gezdikleri ve kaldığı yer.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki öldükten sonra ne oluyordu, müstevda. Emanet olarak bırakıldığı yer oluyor.
Yahya ŞENOL: Bir müddet kalacak, süresini Cenab-ı Hak takdir ettiği kadar bir süre.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şimdi o toprağa atıldığı zaman, bakıyorsunuz hayvanın her şeyi çürümüş gitmiş. Biz şimdi bu bilgiler bizde olmadığı için, insanlar olarak zannediyoruz ki hayvanlar öldü gitti. Herkes dinazorun iskeletini arıyor. Falancanın şuyunubuyunu arıyor. Hiç ona gerek yok… Sen bu hücre bilimini geliştir, bunlar zaten toprağın içinde var. Allah orada onları koruyor. Peki korumuş da ondan sonra ne olacak?
Yahya ŞENOL: Evet, ondan sonra dirilecek hepsi onların ama, bunu Allah-u Teala bize, sürekli bir benzetmeyle ve günlük hayatta, gözlemleyebileceğimiz, canlı bir döngüden örnek veriyor Allah.
O da bitkilerin, kainatın mevsimlerde kışın ölmesi, baharda tekrar dirilmesi örneğiyle anlatıyor. Bak diyor, bu zaten her gün gözünün önünde yaşanıyor. Sen de aynı şey olacaksın. Normalde ne oluyor toprakta, bakıyorsun Kış, yağmur yağmış kar yağmış, buz olmuş, “Tamam” diyorsun, “Ölmüş gitmiş, bu topraktan bir şey olmaz.” ama Bahar geliyor, havalar ısınıyor, bir bakıyorsun yeşillenmiş tekrar. Nereden çıktı bunlar, neredeydi bunlar? İşte “Müstevda” da. Geçici bir süre kaldığı yer, toprağın içindeydi bunlar. Oradan tekrar bakıyorsun, filizleniyor, çiçek oluyor, ağaç oluyor, ne oluyorsa, oluyor bir şeyler yani. Kimi yeniyor, kimi yenmiyor. Bununla ilgili Cenab-ı Hakk’ın bize öğrettiği ayetlere bir bakalım.
Araf suresinin 57. Ayetinde böyle bir benzetme var. Cenab-ı Hak buyuruyor ki orada; “Ve huvelleziyursilurriyahabuşren beyne yedeyrahmetih…” “Allah-u Teala rüzgarlar gönderiyor. (Rahmetinin müjdecisi olarak)”rüzgar geliyor, bekliyorsun ki peşinden yağmur gelecek, değil mi? Yağmur rahmet… “…hatta izaekalletsehabensikale…” “…onlar geliyor ağır yüklü bulutları harekete geçiriyor…”“…suknahuli beledin meyyit…” bakın; “…ölmüş bir toprağa (beldeye) doğru sevk ederiz…” diyor Allah. Yani rüzgar alıyor, götürüyor bulutları bir yere… “…fe enzelnabihilmae…” “…sonra Allah onunla su indiriyor (yağmur)” ne oluyor, yağmur toprakla birleşince? “…fe ahrecnabihiminkullissemerat…” “…toprakta her bir ürün çıkmaya başlıyor…” onla çıkartırız diyor Allah. Su ile toprağı buluştururuz ve oradan toprağın içinden hepsini çıkartırız.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O zaman toprağın içindeki o ürünün tohumu, emaneten duruyordu, değil mi? Geçici süreyle duruyordu… Onun yeniden yaratılması Kuran ile uygun şekilde, şartlar uyuşunca çıktı. İşte tüm canlıların da toprakta birer şeyi var, tohumu var. Ne kadar insan varsa… Mesela Adem (a.s) tohumu duruyor mu, duruyor tabi, toprağın içinde. Bir de Allah-u Teala öyle bir şekilde şey yapıyor ki; hiç kimsenin, hiçbir şeyi bir başka kimseye benzemez. Hayvanlar da öyle hayvanlar da aynı Allah öyle yaratmış.
Yahya ŞENOL: Bir tohumu attığınız zaman, neyin tohumuysa o çıkıyor. Başka bir şey çıkmıyor ondan. Domates tohumu attığın zaman, salatalık çıkar mı ondan? Ne attıysan o. Dolayısıyla insanın da kendisine ait bir şey toprakta kaldıysa ondan yine kendisi çıkar başka bir şey çıkmaz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sadece kendi çıkar, başka insanlar çıkmaz. Ondan sonra ne diyor Allah, Kıyame suresinde; “Bela kadirine ala en nusevviyebenaneh.”“Sizin parmak uçlarınız (izleriniz) bile aynı olacak.” Ondan sonra yine Fussilet suresinde var. Derileri konuşacak insanların “Bizim aleyhimize neden şahitlik ediyorsunuz…” “…entakanallahullezientakakulleşey’in…”“…her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu…” (Fussilet 21) her şeyi konuşturan ne demek, demek ki; bütün varlıkların bir konuşma özelliği var, bir dili var. Biz o dili keşfedebilirsek, onlarla da irtibatımız olur. Bugün mesela bazı şeyler keşfedildiği için, açıyorsunuz telefonunuza talimat veriyorsunuz, size cevap veriyor. Daha da ileri gidilebilir bu konularda.
Yahya ŞENOL: Bu ayeti bitireyim… Allah bu örneği veriyor; “…fe ahrecnabihiminkullissemerat…”“…ve topraktan her türlü ürünü çıkartırız biz…” ama ayet şöyle bitiyor işte; “…kezalikenuhricul mevta…” “…ölüleri de aynı bu şekilde çıkaracağız yerden…”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O toprağa da “meyyit” dedi zaten…”
Yahya ŞENOL: Evet, aynısı. Biz de böyle çıkacakmışız demek ki, gün gelecek toprakta olan özümüz, tohumumuz, ne dersek diyelim adına, uygun şartlar gerçekleştiği anda tekrar bitecek ve biz tekrar dirilmiş olacağız.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bütün canlılar dirilecek ve Enam 38. Ayette okumuştuk…
Yahya ŞENOL:“Ve mamindabbetin fil ardı ve la tairinyatirubicenahayhi…” “Yerde, gökte, uçan, kaçan ne varsa…”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hatta vahşi hayvanlar bile, ne diyordu Allah Tekvir suresinde?
Yahya ŞENOL: “Ve izel vuhuşu huşiret.” (Tekvir 5) buyuruyor Cenab-ı Hak.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR:“Vahşi hayvanlar bir araya toplanacak.” Onlar da aynı şekilde dirilecek. Peki, tabi bunların hadisi şerifte var ama ayette bulamadım sen buldun mu, bilmiyorum. Bunların da yaşadıkları hayatta birbirlerine verdikleri zararlar var. “…boynuzlu koç boynuzsuz koçtan hakkını alacak.” (Müslim) diye bir hadis var. Bunun mutlaka ayette de bir karşılığı vardır.
Yahya ŞENOL: Dirilmelerinin bir şeyi olması lazım, niye Allah diriltecek…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Boşuna değil… Ondan sonra Nebe suresinde de kafirler ne yapıyorlar? “…ya leyteni kuntu turaba.” (Nebe 40) çünkü kafirler neden “kuntu turaba” diyorlar. Çünkü bakıyorlar ki; hayvanlar geldi, hesapları soruldu ve toprak oldular. “Keşke ben de öyle olsaydım, kurtulsaydım cehennem azabından” diyorlar. Nebe suresinin son ayeti değil mi?
Yahya ŞENOL: Ben de o esnada bir tane daha ayet okuyayım. Mesela Fussilet suresinin 39. Ayeti var bu yeniden dirilmeyi örneklendiren, Cenab-ı Hak buyuruyor ki orada; “Ve minayatihienneketerel arda haşia…”“Allah’ın ayetlerinden biri de şudur; yeryüzünü görürsün boyun eğmiş (yatmış yere)” bundan hiçbir şey olmaz dediğin bir kıvamda, “…fe izaenzelnaaleyhelmaeh…” “…onun üzerine su indirdiğimiz zaman gökten (yani yağmur)” “…ehtezzet ve rebet…” “…bir anda yer kımıldamaya ve kabarmaya başlar” (Fussilet 39) yani canlanır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Çünkü, alttaki o gelişen tohum, üstte toprağı itiyor, topraktan da su iniyor, oksijen iniyor ver birtakım ihtiyaçlar iniyor. İnsanlar da yeniden yaratıldığı zaman toprakta bir kabarma oluyor.
Yahya ŞENOL: Aynen, zaten ayet diyor ki; “…innelleziahyaha le muhyil mevta…” “…yeri bu şekilde dirilten, ölüleri de elbette diriltecektir…”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Onun için mesela “Ve izel kuburu bu’siret.” diyor mesela Allah-u Teala. “Kabirler açıldığı zaman.” (İnfitar 4) aynı ana rahmi gibi. Tek farkı çocuk olarak değil, yetişkin olarak.
Yahya ŞENOL: Çünkü bir anneden yeniden dirilmeyeceğiz, anne görevini toprak görecek. Yani Adem (a.s) yaratılışı gibi belki değil mi?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabi Adem (a.s) yaratılışı gibi, zaten aynı o şekilde yaratılacaksınız diye ayet vardı Araf suresinde. (Araf 57)
Yahya ŞENOL:“Minha halaknakum ve fihanuidukum ve minha nuhricukumtaretenuhra.” “Sizi topraktan yarattık, toprağa döndüreceğiz ama bir daha oradan çıkaracağız.” (Taha 55) diyor Cenab-ı Hak. Fatır suresinin 9. ayeti de aynı buna benzer. Araf suresindeki ayete benzer. “Vallahullezi, erseler riyaha…” “O Allah ki, rüzgarları gönderir…”“…fe tusirusehaben…” “…onlar da bulutları harekete geçirirler…” “…fe suknahu ila beledin meyyitin…” “…biz onu ölü bir beldeye sevk ederiz…” “… fe ahyeynabihil arda ba’demevtiha…” “…o suyla yeryüzüne, yeniden hayat veririz…” artık ölmüş gözüyle bakıyorsunuz, ölü toprak artık bu ama suyla beraber yeniden canlandırıyor Allah. “…kezalikennuşur.” “…işte insanların da dirilip, bir meydana yayılmaları da aynı bu şekilde olacak.” diyor Allah. İnsanlar demek ki anlamıyor. Mekke müşriklerinin Yasin suresinin son sayfasında bir örnekleri var ya; ellerine çürümüş kemik alıyorlar, diyorlar ki, “…men yuhyilizame ve hiye remim.” “…bu çürümüş kemikleri kim diriltebilir artık.” (Yasin 78) un ufak olmuş eşeliyorlar. Cenab-ı Hak ne diyor?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Kul yuhyihellezienşeeha evvele merreh…” (Yasin 79)
Yahya ŞENOL: İlkin onları kim yarattı? Zor olan, zahiren bakıldığında zor olan, yokken yaratandır onu. İlkin yaratan yaratacak onları yani, bu kadar basit. Zor olanı yapan, kolay olanı mı yapamayacak? Artık bir nüvemiz, çekirdeğimiz toprakta var. Bir yağmur bir uygun şart, yeniden çıkıyor zaten. Yokken yaratan bunu yapamaz mı, değil mi?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir de Allah-u Teala yarattıklarına ölçüyü ne zaman koyuyor? Canlılara, ana rahminde ilk döllenme olduğu zaman. “…halakahu fe kadderahuSummes sebile yesserah.” (Abese 19-20) diyor. Abese suresindeydi değil mi? Abese Kuran-ı Kerim’in sekseninci suresi, Allah; “…halakahu…” işte “…kişiyi yarattı…” diyor 19. Ayetinde. “…fe kadderahu…” “…yarattığının hemen arkasından…” yani o ananı yumurtası ve babanın spermi ki bütün canlılarda aynı kural geçerli. Hemen orada bütün ölçülerini koyuyor. İlk döllenmiş yumurta döneminde. Dolayısıyla bu ölçüler, vücudun hemen her tarafında, kişiye özel ölçüler, yeniden yaratılırken de o ölçülere göre yaratılıyor.
Yahya ŞENOL: Sonraki süreci de okuduğumuzda, henüz Dünya’ya daha gelmediği anlaşılıyor. “Summes sebile yesserah.” “Sonra Allah o yolu kolaylaştırdık.” diyor. Yani Dünya’ya geliyor işte, anne karnından.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yok, Dünya’ya gelmeden önce ana rahminde… üç tane karanlık diyor ya Allah-u Teala şeyde… Zuhruf suresindeydi değil mi?
Yahya ŞENOL: Üç karanlık Zümer sureninde… “…halkan min ba’di halkın fi zulumatin selas…” (Zümer 6)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zümer suresi evet, 6. ayetiydi galiba…
Yahya ŞENOL: Hemen bakayım siz onu anlatırken…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şimdi; ilk karanlık ana rahmine girmeden önceki döllenme yeri, yumurtayla spermin birleştiği an ondan sonra oradan rahme doğru giderken bir kanaldan geçiyor. 2. karanlık orası, geçerken de bölüne-bölüne geçiyor. En son yerleştiği yer de vücudu terk edeceği, veda edeceği, orada da müstevda var.
Yahya ŞENOL: İşte Allah; “Summes sebile yesserah.” (Abese 20) derken “Hem o aşamaları hem de ondan sonra Dünya’ya geleceği son noktayı kolay yaptık” diyor ver Dünya’ya geliyor. “Summe ematehu fe akberah.” “Sonra zamanı geldiğinde öldürecek...”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah-u Teala; ananın karnına da müstevda diyor, emaneten duruyor, sonra çıkıyor dışarı.
Yahya ŞENOL: İsterseniz onunla ilgili ayeti de okuyalım mı? Enam suresi 98, o da altıncı surenin 98. Ayeti aynı kelimeler geçtiği için onu da bir görelim. Biz bu mustekarrun müstevdaya nereden ulaştık onu da okumuş olalım. “Ve huvellezi…” “O Allah ki; …” “…enşeekum min nefsin vahıde…” “…her birinizi bir nefsivahideden bir döllenmiş yumurtadan inşaa etmiş, oluşturmuştur…” yani her bir insan evladı bu şekilde…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Nefsivahide” kelimesinin kullanılması çok önemli çünkü bütün özelliklerini taşıyor vücudun. Şu vücudumuza da nefis deniyor, ilk döllenme anındaki kişinin tüm özelliklerini taşıyor.
Yahya ŞENOL: O sadece gelişiyor, büyüyor ama bütün DNA lar onda kodlu. “…fe mustekarrun ve mustevda…” “onun mustekarru da müstevdası da vardır…” yani daha uzun süre kalacağı ve kısa süre kalacağı yerleri vardır, bellidir. “…kadfassalnalayatili kavmin yefkahun.” (Enam98) bakın fıkıh, “…derin düşünme kabiliyeti olan insanlar için ayetleri ayrıntılı bir şekilde açıklarız.” diyor Allah. Bu konuyla ilgili bakın, fıkıh; konuyla ilgili, yaratılışla ilgili ayetleri bir araya getirip, doğru değerlendirme kapasitesi. Bunu yapabilirseniz, ayetler sizin için açık ve anlaşılır hale geliyor. Yapamadıktan sonra…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir de şu anda aklıma gelen bir şey söyleyeyim, daha önce düşünmemiştim. Şimdi müstekar diyor Allah, kısa sürede kalacağı rahme ulaştıran kanallara diyor. Kısa sürede oradan çıkıp, ana rahmine geçiyor. Ana rahmine geçmek sanki kişinin ölmesi gibi olmuş oluyor. Ana rahminde vücudun içerisinde kalış sürüsene göre daha uzun süre kalıyor. Biz de canlılar olarak, yeryüzüne geliyor. Toprağa atıldığımızın zaman, kalış süremiz milyarlarca sene sürüyor, sonradan yeniden yaratılıyoruz. Onun için buraya da müstevda demiş oluyor Allah. Aynı kelimeleri kullanıyor. Tabi Kuran merkezli ilmi çalışma yapabilecek insanlar için muhteşem açılımlardır ki bu bilgileri, herhangi bir yerden insanların bulması mümkün değil. Ancak Allah’ın kitabından bulabilirler. İlmi çalışma yapanlar, Kuran-ı Kerim merkezli çalışmalar yaparlarsa hakikaten ilimde hayallerin ötesinde gelişmelere vesile olurlar.
Allah-u Teala cümlemizi Kuran-ı Kerim’i çok iyi anlayan, çok iyi yaşayan, geçici süreyle kaldığımız bu dünyanın, güzelliklerine, hoşumuza giden şeylerine aldanmadan, tamamen Allah’ın rızasına odaklanan ve ahireti düşünen kişiler olmamızı nasip eylesin. Hepimize; kendisine teslim olarak yaşama, tam teslim olarak canını verme ve huzuruna da en önde gelenlerden olma nimetini nasip etsin. Allah hepimizden razı olsun.