Bizimkiler oralarda darülharp diye fetva veriyorlar. İçki satışı, kumar oynanması, faiz, şu bu her şey mubah haşa. Bir kere insanların bir devlet kurması diye bir şey Allah’ın emirleri arasında yok. Devlet kurması diye bir şey şart koşsaydı yanmıştık. İçimiz gücümüz siyasi mücadeleyle geçerdi, namaz kılmamız, ibadetimiz de şey yapardı. Allahü Teâlâ öyle emirler veriyor ki dünyada sen tek başına da kalsan Müslümanlığı tatbik edeceksin. Şimdi Müslümanların sayısı çoğalırsa tabi ki onların bulundukları yerde Allah’ın emrine aykırı… Mesela şimdi şurada içki var mı? işte bizim burada hakimiyetimiz altında olduğu için Allah’ın emrine aykırı şeyler koymayız. Devlette de siz o noktaya geldiğiniz zaman yapamazsınız.
Ama şimdi tutuluyor din siyasete alet edildiği için bu darülharp, darülislam ortaya çıkmıştır. Yani dikkat ederseniz din bizde artık Allah’ın dini olmaktan çıkmış kültürün bir parçası haline gelmiştir. Biraz sonra ona bakacağız. Adeta sen nasıl Türk’sen, işte bu nasıl Kürt’se işte o da o şekilde. İslam da öyle bir şey. Yani kültürün bir parçası. Allah’ın dini olmaktan çıkıyor. Bulun bakayım hadiste ya da ayette darülharp, darülislam diye bir kelime bulun bakayım bulabiliyor musunuz? Ondan sonra sen kendi kafana göre Allah’ın emri burada geçerli, orada geçersiz. Haşa Allahü Teâlâ orada böyle bir sınırlama yapıyor mu? Hayır. Ondan sonra oh ne güzel canı eğer günah işlemek istiyorsa çek git başka yerlere.
(Hocam, içki satılan yerden alışveriş yapmak da…) İçki satılan yerden alışveriş yapmaya yasak diyemeyiz. Senin ne aldığına bakılır. Bu içki satılan yer dersen o zaman Türkiye’yi terk etmen lazım. Burada da içki satılıyor, üretiliyor falan. Senin ne yaptığın önemli. (Ama bir market var mesela o marketin içinde içki satılıyor…) Tamam satılıyor, sen içkiden uzaksın, senin orada aldığın şey başka. Sen oradan alabilirsin.
(Tekel bayisi ile marketi ayırmak lazım ikisi aynı şey değil.) Yani şimdi senin ne aldığın önemlidir. Onu sen siyaseten almayabilirsin, o başka bir şey. Sen ne alıyorsun ne satıyorsun? Senin vereceğin parayla o adam tekrar içki alır.) Kardeşim alsın. Yani o insanların Allah’a isyan etme hakkı var. Öyle diyecek olursan olmaz. Bu normal ilişkilerini devam ettireceksin. Sen kendin Allah’ın emirlerini yerine getireceksin, nasihatte bulunursun, yapar ya da yapmaz.
(İçki satmayan dükkan var yanında. Az önce dedik ki adam satmasın. satmaması…) İçki satmayan dükkan varken içki satan dükkandan alırsan ne olur? Mesele o. Sen burada içki satan dükkanı cezalandırıyorsan Allah rızası için elbette ki Cenabı Hak seni burada mükafatlandırır ama senin böyle bir görevin yok. Senin ne aldığın önemli. İçki satan kişinin vasfı bizi ilgilendirmez. Yahudi’den de alabilirsin, içki satandan da alabilirsin… Benim ne yaptığım önemli, ne alıyorum ne satıyorum. Her bir muamele ayrı ayrı hesap edilir. Şimdi bizi bu şekilde şey yaptıkları için ben Erzurum’dan İstanbul’a gelmiştim. Bizde öyle su, şişelerde değil, hangi lokantaya girmek istiyorsan masanın üstü şişe dolu. Meğer su şişesiymiş, ben ne bileyim. Valla buradan gidene kadar sandviçlerle idare ettik. Lokantalara giremedik. Zannettim ki içki. Değilmiş, çok sonra öğrendim. İçkili dükkandan alışveriş etmemek o sizin siyasetiniz olur. Güzel bir şeydir ama edemezsiniz diyemeyiz. O başka bir şeydir, bu başka bir şey.
Şimdi Allahü Teâlâ burada diyor ki Şimdi burada şeytan işi pislik olmasının ana sebebini Cenabı Hak detaylı bir şekilde anlatıyor. Şeytan ne ister? Şeytan şunu ister diyor. Feçtenibuhu’yu da açıklamış oluyor oradan. Şeytan işi pislikten uzaklaşıyorsunuz. “Aranıza düşmanlık sokmak ister, kin sokmak ister.” bu hamr, sarhoş edici maddeler ve kumar konusunda. Başka ne ister? Zaten ensap ve elzamda Allah’ın zikrinden uzaklık açık. Onu söylemeye gerek yok. Ama Müslümanlar onu asla yapmaz. Ama Müslüman içki içip kumar oynayabilir. Onun için Allahü Teâlâ burada onun detayını veriyor. “O ister ki sizi namazdan ve Allah’ı zikirden, Allah’ın kitabından uzaklaştırsın, engellesin. Şimdi vazgeçtiniz değil mi?”
(Yani burada kumar oynamış veya içki içmiş olabilir. Cevaz yok da ama olmuş olabilir.) Yahu kardeşim, Allahü Teâlâ ne diyor? “Allah şirki affetmez. Bunun altında olanı bağışlar, koyduğu kuralına göre.” Allahü Teâlâ sadece şirki bağışlamam dediğine göre bir mümin bunun altında… Çünkü o şirke düştüğü zaman ona mümin denmez ki. Mümin olma vasfını kaybetmiş olur. Ama onun altındaki günahları işleyebilir demek ki değil mi? Zaten bağışlamaz dediğimiz zaman da tövbe etmediği takdirde, tövbe etmeden ölürse demektir. Tövbe ederse o da gider. Onu da bağışlar Allahü Teâlâ. Hatta Furkan Suresinin son ayetlerinde günahı sevaba bile çevirir.
Şimdi Allahü Teâlâ sadece bunu bağışlamam dediğine göre demek ki bunun altındaki günahları Müslümanlar işleyebilir. Ama imanı da kaybolmaz. Yeter ki onu günah bilmiş olsun. Yani Adem aleyhisselam da günah işledi ama yaptığının yanlış olduğunu kabul etti. Ya Rabbi biz yanlış yaptık, bizi affet dedi. Şeytan da işledi, yanlışını kabul etmedi. Adam içki içer de bunun nesi haram derse bitti. Şeytan gibi olur. Ama haramdır, ya Rabbi beni affet falan diyorsa o başka bir şeydir. Dolayısıyla demek ki Müslümanlar bunu yapabilir. Yapmamalı başka bir şey.
(Kuşatmaması lazım günahı) günahı onun tamamen kuşatması ne demektir? Zihnen de artık günahı günah saymaz hale gelmiş demektir.
Şimdi, bütün bu ayeti kerimeleri ortaya koyduk mu? Buralarda içkinin ya da sarhoş edici şeyin içki olması bir kere yok burada, bu ayetlerde değil mi? Sarhoş edici özellik. Ama Nahl Suresinde sarhoş edici içki olarak işte hurma ve üzüm ürünlerinden elde ettikleri belirtiliyor. Başkalarından olmaz diye bir şey de yok. Her şeyden yapılabilir. Zaten orada da öyle bir sınırlama yok.
Şimdi, Hanefi Mezhebinde şöyle bir şey var. Ya da ona girmeden önce şunu söyleyelim. Fatih bu konuda doktora yaptı. Deniyor ki Kuran-ı Kerim’de hamr, haram ama hamrın neden haramlığının sebebi açıklanmış değil. Böyle bir şey var mı? Neden haram kılındığı belli mi? İlleti? Sarhoşluk olduğu belli değil mi, açık. Sarhoş edici özelliği Kuran’da varsa ya da bir haramın, bir yasağın sebebi, bir emrin sebebi diyelim, illeti Kuran ve sünnette varsa orada kıyas olur mu? Kıyas olmaz. Çünkü zaten ne derler? Nevridi nasta içtihadı mesa yoktur. Bir konuda nas varsa o sarhoş edici özellikten dolayı hamrın haram olduğu açık ve net. Burada içtihada lüzum yok. Ne olur? Herhangi bir şeyin sarhoş edici olduğunu görürsem o bu Kuran-ı Kerim’in nassıyla haram demektir. Yoksa falanca alimin yaptığı içtihadıyla değil. Nasla haramdır.
Ama şimdi siz usulü fıkıh kitaplarında şunu görürsünüz. Herhangi bir konuda illet kitap ve sünnetle sabit değilse bu defa ulema kendine göre bir illet belirler. Bu illet gerçekten o işin ana sebebi olmayabilir. Yani siz şimdi şöyle düşünün. Bu Kuran-ı Kerim’de hamrın illeti yok. Sünnette de yok. Ki öyle değil tabi, Kuran’da da var sünnette de var. Ama yok olduğunu kabul edin. Yok olduğunu kabul ederseniz hamra bir illet arayacaksınız. Allahü Teâlâ hamrı neden haram etmiş olabilir? Şimdi hamrı da bir içki olarak düşünüyorsunuz ya acaba içilen bir madde olduğu için mi? Hayır. Su da içilen madde. O haram değil. Peki, üzüm suyundan yapıldığı için mi? Yok. Hurmadan yapıldığı için mi? Yok. Bu neden, neden? İşte buna tenkıh deniyor. Yani şu değil, bu değil, değil, değil. En sonunda ortaya bir şey kalıyor. Diyorsun ki herhalde bu sarhoş edici özelliğinden dolayı haram olmuş olmalıdır. Ama burada da bir şey var. Belki bu özellikten dolayı da değil ama sen ana özelliği keşfedememiş olabilirsin. O zaman bana göre dersin. Onun için işte Ebu Hanife’ye göre, İmam Şafii’ye göre, görüşün sahibinin patentini oraya yazmalarının sebebi o. O şahsa göre. Öbürlerine göre değil. O şahsa göre hamrın haramlığının sebebi sekirdir. Ama Allah’a göre sekir midir bilemezsin. Öyleyse burada o zaman hamra başka bir mana vermen lazım. Hamr ne?
Şimdi Hanefiler diyor ki veya Hanefilere dedirtiliyor ki -bu daha doğru olur- hamr, yaş üzüm yani taze üzüm suyunun ekşimesiyle elde edilen içkidir. Ekşime işte tahammur Arapçası. Batı dillerine göre fermantasyon. Bize göre ekşime. Mayalanma da deniyor. Lügatte böyledir deniyor. Lügatte böyle bir mananın olmadığını gördük. Yani sözlükte böyle bir mana yok. Yani taze üzüm suyunun ekşimesiyle elde edilen içki tarifi sözlükte yok. Kuran’da yok, sünnette yok ama oraya gelmeyelim. Esas onların mantığıyla bakalım bu işe. Ona daha sonra geliriz.
Diyorlar ki hamr, taze üzüm suyunun ekşimesiyle elde edilen içkidir. Ve yine diyorlar ki Ebu Hanife üzüm şarabının, taze üzüm şarabının köpük atmasını da şart koşmuştur. Köpüklü olursa hamrdır. Köpüklü değilse yine hamr değildir. Ebu Yusuf’la İmam Muhammet de demiş ki yok, köpüklü olmasına gerek yok. Ebu Hanife diyor ki köpürünce köpük olunca artık onu helal kılan maddelerin hiçbirisi kalmamış demektir. Bunun aslı helaldi ya üzüm suyunun. Köpürünce artık o da kalmamış demektir. Mesela yemeklere bakın, ekşiyen yemeklerin bazılarında köpük çıkar. Onlar nişastalı ya da şekerli maddelerdir. Köpük olunca artık burada helal hiçbir şey kalmamış dersiniz diyor. Öbürleri diyor ki yok, köpük değil, hüküm eksere göredir. İsterse kalsın. Sarhoş ediyor mu etmiyor mu?
Şimdi, hamr budur diyor. O zaman Kuran-ı Kerim’de asıl yasaklanan budur diyor. Hamra bir tanım vermiş. Kuran’ın asıl yasakladığı bu. Peki, öbürlerine ne diyorsun? Öbürleri de müskir. O zaman biz onu kıyas yoluyla onları da… Mesela diyelim rakı. Rakı nedir? Rakı, üzümden elde edilir. Ama kuru üzümden olması lazım yanlış hatırlamıyorsam. Kuru üzümden elde edilirse hamra girmez. Yaş üzümden de elde edilse bile fermante içki değildir. Yani o ekşimeyle kalınmaz, damıtık içkilerdendir. Ne olur? İşte şurada bir hamrı elde edersiniz, bunun üzerine bir kapak kapatırsınız, bunu birazcık ısıtırsınız, burada o hamr kısmı uçucudur. İmbiklerden geçer bir kaba damlar alkol oranı yükselir. Ama o artık taze üzüm suyundan elde edilen değil, ikinci kere elde edilendir. Onun için hamr değildir diyorlar. İşte kuru üzümden elde edilirse hamr değildir. Hurmadan elde edilirse hamr değildir. İşte buğday şu bu falan. Sadece yaş üzüm suyundan elde edilen içki dışındaki içkilerin hiçbirisi hamr değildir. Ondan sonra diyorlar ki Allah’ın yasakladığı hamrdır. İçtenibu dediği için onun bir damlasını bile içemezsin diyor, haramdır. Ama öbür içkilerden sekir verecek noktaya gelinceye kadar içilebilir. Çünkü müskir olduğunu, sekir verdiği zaman anlarız diyor. Ne zaman sarhoş olduğunu görürsek anlarız ki ha bu şimdi harammış! Sarhoş eden son kadeh haramdır diyorlar. Dolayısıyla sarhoş olana kadar içebilir. Hatta Mebsut’ta ibadetlerde vücuduna kuvvet sağlasın diye içebilir diyor. Ömer Nasuhi Bilmen’de de diyor onu. Net olarak değil ama o anlaşılıyor.
Şimdi, peki sarhoşluk nedir? Onun tanımını yapmak gerekiyor. Kime sarhoş diyeceğiz? Ebu Hanife diyor ki kadını erkekten, yeri gökten ayıramayacak hale geldiği zaman sarhoş oluyor. Kendini o hale getirecek son kadeh haramdır diyor. O zamana kadar haram değildir. Ben bugüne kadar böyle bir sarhoş ne gördüm ne de duydum. Sadece kitaplarda var. Ebu Yusuf ve İmam Muhammet diyor ki konuşurken lakırdısı böyle dili dolaşıp konuşmasında anlamsızlıklar oluşmaya başladığı zaman ayeti kerimedeki tanıma uygun bir şey, o sarhoştur diyor. Onun tam ifadesini okusana.
(Maddi icap eden sekir hezeyana, lakırdıların ekseriyetle ihtilafına sebep olacak derecedeki sarhoşluktur.) Hezeyan, saçmalama. Saçmalayama başladığı zaman ki zaten ayetten de o anlaşılıyor. Yani sözü saçmalıyor, ne dediğini bilmez hale gelmiş oluyor. (Hocam, bunların yalnız sekir vermeyecek miktarını bedene kuvvet vermek maksadıyla içmek İmam-ı Azam ile Ebu Yusuf’a göre içmek caizdir.) Şimdi orada onu diyor, diyor ki burada sadece bedene kuvvet vermesi için sarhoş etmeyecek miktarını içmek caizdir. İmam Muhammet’i oradan ayırıyorlar ama Mebsut’ta İmam Muhammet de bu görüşe katılıyor. Ama öyle bir ifade var ki bazen bakıyorsun ki İmam Muhammet’le Ebu Yusuf yine haram demiş, bir helal demiş, bir haram demiş, bir helam demiş, bir haram demiş. O burada da var yani o şey, ciddi bir sıkıntı var. Oradan onu anlıyorsunuz ki bunlar Ebu Yusuf’a, İmam Muhammet’e, Ebu Hanife’ye sonradan monte edilen görüşler.
Aslında onların böyle bir şeyle alakası olamaz. Niye olamaz? Çünkü onların çalışma usulleri konuyla alakalı ayetleri, hadisleri toplayıp uzun uzun tartıştıktan sonra bir neticeye varmaktır. Böyle bir ortamda böyle bir sonuç çıkamaz. Ama bunlar kitaplarda var. İşte bugün Hanefi Mezhebi dediniz mi bu. Hüküm bu. Asırlardır Hanefi Mezhebinin uygulandığı Türkiye’de, bu Anadolu topraklarında her şehirde öteden beri içki içenler vardır. İşte bugün rakı milli içki. Böyle bir ülkede milli içki diye bir kavram olur mu? İşte mezhep böyle oluşturulduğu için bunlar var.
(Şimdi bu içki içince azı çoğu haramdır diyor ama başka yerde…) Yok, orada buhte hamrın dışındadır. (Azı çoğu haramdır diyor.) Karışık, zihni karışık. Hamr gibi yani o ifadelerde tutarlılık yok. baştan itibaren okursan diğer Hanefi fıkıh kitaplarında da var. (Bu üzümden üretildiği için belki bunun içine sokuyorlar.) Yok yok sokmaz, hatta başta bak orada hamr der, o buhteci hamrın dışında sayar. (21.05’teki konuşmalar anlaşılmıyor) Eğlence kastıyla hiçbirisi içilmez onlara göre.
Neyse şimdi, böyle bir görüş var. Bu görüş en ilginç tarafı da usulü fıkıhlar, usulü fıkıh kitaplarında kıyas için verilen en temel örnektir. Mesela Şafiiler bunu kabul etmezler. Buradaki bu görüşleri kabul etmezler. Yani hamr ve diğer içkiler diye bir ayrım yok. Sarhoş ediyorsa hepsi hamrdır, hepsi ayetin delaletiyle haramdır derler. Bunu böyle derler ama Şafii usulü fıkıh kitapları da kıyasa hamrı örnek verir. Bu acayip bir tutarsızlık. Sen şimdi o konuda biraz konuş bakalım neler buldun?
Fatih Orum: Hocam, aynen dediğiniz gibi fıkıh usulü eserlerinde kıyasa verilen hemen hemen ilk örnek bu. Fakat yine bu aynı fıkıh usulü eserlerinde kıyasın şartları zikredilirken yine ilk şartlardan birisi işte hakkında nas olan konuda kıyas yapılamaz. Oysa işte Ebu Hanife’ye ait mi değil mi tartışmasını bir kenara bırakırsak o hariç diğerlerinin tamamı bu konuda nas olduğunu söyler fakat bu kıyas örneğini verirler. Sonra mesela Hanefiler bir illet mansus ise hakkında ayet ve hadis varsa, zaten illeti ikiye ayırıyorlar. İlleti mansus ve illeti müstemlatada. İlleti mansus ise Kuran-ı Kerim ya da sünnette varsa bu konuda yapılan kıyasa kıyas demez. Zaten delaletin, nassın delaleti kapsamına sokulur. Dolayısıyla hükümde herhangi bir farklılık olmaz derler. Kati ise katidir derler. Burada Kuran-ı Kerim’de ileti mansus olduğunu görüyoruz, biliyoruz. Diğer mezhepler zaten bizzat söylüyorlar. Buna rağmen hamrın işte azı çoğu hepsi haramdır diyorlar. Fakat diğerlerinde zannidir diyorlar. Yani delaletin nassın delaletinde söyledikleri şarta da uymuyorlar.
Abdülaziz Bayındır: Yani tabi burada hiçbir şekilde tutarlılık yok. ve enteresan mesela Hanefi Mezhebi kitaplarında “Külli müskirin hamrun.”, “Ma eskeri kefiru ve galilu.” haramı ifade eden hadisler de geçiyor. Bu hadisler zayıftır ya da batıldır diye bir ifade de yok. “Sarhoş eden her şey hamrdır.” ve “Külli hamrun haramun.”: “Bütün hamrlar haramdır.”. Ayetlerdeki yalnız şey kısımları üzerinde durmuyor. Mesela bizim burada durduğumuz şekilde durmuyorlar çünkü sistem çöküyor orada.
Fatih Orum: Yine o mesela hamrın dışında sayılan kumardır, şudur budur bunlarda azı çoğu, şöylesi böylesi gibi sınıflandırmaya gitmiyorlar. Tamamında haramdır diyorlar. Fakat hamr konusunda işte bunun azı çoğu gibi onu farklı bir kategoriye koyup farklı bir hüküm veriliyor.
Abdülaziz Bayındır: Bir de şunu söylüyorlar kitaplarda. Yani buna bir kere baştan hamrın dışındakiler helaldir deniyor ya, bu görüşe kılıf hazırlamak için sahabenin bir çoğundan böyle rivayetler getiriyorlar. Hz. Ömer davet yapmış, işte davette insanlara nebüztemr ikram etmiş. (Hatta bir arkadaşını işte sarhoş olarak eve o taşımış falan, beraber içtik ama ben çok daha kötüydüm, o yine toparladı…) O şeyde dayak attığına dair de rivayet var. diyor ki içkiyi hem ikram ediyorsun hem dayak atıyorsun. Bu nasıl oluyor? O diyor bu içkinin cezası değil sarhoş olmanın cezası. Sen de aynı şeyleri içtin. Yani bunu Hz. Ömer yapmış değildir. Aynı şeyi Peygamberimizin veda haccında da böyle bir olayın olduğuna dair rivayetler var. Hatta Peygamberimize s.a.s. bir nebiz getiriliyor, bakıyor berbat bir şey, üzerine su döküp içiyor. Ondan dolayı deniliyor ki işte bir içkinin üzerine su dökülür su ondan daha fazla olursa içilebilir diyorlar. Acaba ondan dolayı mı afedersiniz rakıyı su katarak içiyorlar diye de aklıma gelmiyor değil.
(Hocam, öyle diyor burada. fakat su galip ise sarhoşluk vermedikçe hak mustelzim olmaz.) Hah, su fazlaysa! İçkiye suyu katıyorsun su fazlaysa… Bak had vurulmaz meselesi değil aslında. Bunların kitabı okuduğunuz zaman bunları yazan hiç kimsenin vicdanı bunu yazmak istemiyor. Mesela ben kendi çektiğim sıkıntıyı hatırlıyorum. İstanbul Müftülüğüne 1976’da ilk defa geldim. Belki 77’de bu konuda yazı yazma ihtiyacı hasıl oldu. Araştırmalar şunlar bunlar… Ben bunları yazarken Hanefi Mezhebi böyle diyor. O zaman bu mezhebin Hanefi Mezhebinin hata yapmayacağı konusunda kesin kanaatimiz var.
(Şey demiş o cümlenin sonunda. Fakat haddi zatında nafakı memnu olmakla şaribi mesuluyetten, tazirden kurtulamaz. Su daha fazla olursa rakının…) Esasında günahtır ama tazir yapacaksın falan. Yani bu çok ciddi bir sıkıntı. Mesela ben orada yazarken ya ne yapayım da bunları yazmayayım diye çok araştırdım. Baktık ki yazmadan olmuyor. Hep böyle söylemişler biz de yazdık. Yazdık ama böyle içimizden ağlaya ağlaya yazdık. Eminim ki Ömer Nasuh Hoca yazarken de hiç rahat değildir. Ama mezhep böyle olduğu için yazmıştır.
Fatih Orum: Hepsini sonuna eklemiş Hocam. Diğer müçtehidlere göre böyle değildir. Sarasi’ye göre. Şimdi Hocam bir de burada hadisler zikredildi. Bu hadisler gerçekten bu Kuran-ı Kerim’deki ayetlerle tam bir örtüşme içinde. İşte bunun azının da çoğunun da haram olduğu, hepsine hamr denildiği, hamrın da haram olduğu bu ayetlerle uyuşuyor. Uyuşmayan bir hadis var. O da şu. Hidaye ve İttiyar’da var. Bizzat hamrın kendisinin azı ve çoğu haramdır. Tüm içeceklerin… (Mebsut’ta da var, uzun uzun anlatıyor.) Şimdi Hidaye’de hamr ve diğer içecekler arasındaki fark bu hadise göre bina ediliyor. Bu hadisten dolayı hamrın işte azı çoğu… (Peygamberimiz hamrı ve diğerlerini ayırmış diyorlar.) Fakat Nasbür Raye’ye bakıyoruz, Hidaye’nin hadislerini tahriç eden kitaba bakıyoruz bunun hiç aslının astarının olmadığı, itticacı olunamayan kimin söylediği belli olmayan münkerun hadis ifadesini kullanıyor Nasbür Raye. Nasbür Raye’nin bir şekilde baktığı bir hadise göre İttiyar ve Hidaye’de Hocam’ın dediğine göre Serasi’de sistem buna göre kuruluyor.
Abdülaziz Bayındır: Şimdi yani bir kere ortada indirilmiş bir din var bir de oluşturulmuş bir din var. Biz şu anda İslam diye söylediğimizin büyük bir bölümü Allah’ın indirdiği din değil bir kere. İşte burada çok net bir şekilde gözüküyor bu. Mesela eğer bunu söyleyen Ebu Hanife’dir denmeseydi Hanefi Mezhebinin görüşüdür denmeseydi hepimiz vay kafir, vay bizi yoldan çıkarmak için neler yapmış, asıl şeytanlık budur derdik değil mi? Derdik, çok rahat bir şekilde söylerdik.
Şimdi arkadan Ebu Hanife’ye deccal denmiş, Ebu Hanife’ye kafir denmiş, zındık denmiş, Ebu Hanefi’ye şunu denmiş. Kardeşim yani Allah’ın ayetleri ortadayken, hadisler ortadayken, Allah’ın bu açık yasağını bu şekilde çiğneyen bir kişiye her şeyi söyleyebilirsiniz. Söylemeyeceğin hiçbir şey kalmaz.
Ama işin esası ne acaba? Olay sadece bu Hanefi Mezhebinin bu görüşüyle sınırlı kalmıyor ki. Hadi bu hamr konusunda diğer mezhepler Hanefi Mezhebi gibi değil. Diyorlar ki hepsi nassın delaletiyle haramdır diyorlar. Burada kıyas değil. Peki, madem onu söylüyorsunuz da eden usulü fıkıh kitaplarınızda hala hamrı örnek veriyorsunuz kıyasa? Çünkü usulü fıkıhtaki kıyasın da hiçbir delili yok. Yani kıyasın kendisi çok güzel bir şeydir ama usulü fıkıhtaki kıyas bizim bildiğimiz kıyas türünden değildir. Yani insanlar zannediyor ki mantıki kıyastır. İşte tümevarımdır, tümdengelimdir, değil o. O analoji denen iki tekil şey arasındaki karşılaştırmadır. Hatta fıkıhta keşke o olsa dedirteceğimiz binlerce hüküm var. İşte kıyasta bu böyledir derler, o da yok. Bak burada da görüldüğü gibi.
Şimdi, bir uydurulmuş din olduğu kesin bir kere ortada. Bu konuda değilse de mesela talak konusunda bütün mezhepler ittifak etmiş. Hangi konuda ittifak etmiş? Kuran-ı Kerim’i talakın içinden çıkarmak konusunda ittifak etmişler. Mezheplerin hiçbirinde talak, ayetlere göre değildir. Allah, Talak Suresini koymuş ama yoktur. Talakla ilgili gayet açık ayetler vardır, o yoktur. Peygamberimizin sahih hadislerine göre de değildir. İşte hep beraber okuduk değil mi (anlaşılmıyor) … talakta Hidaye’nin. Bir batıl olduğunu Nasbür Raye’nin söylediğini, onunla delil alınamaz dediği bir uydurma hadisle bir talak sistemi oluşturulmuş. Ama bu sistem bütün mezheplerde var. O zaman şu kesin ortaya çıkıyor. Az önce sen mi dedin Abdurrahman bu mezhepler sonradan oluşturulmuş, orda bir ifade vardı değil mi? Kimin yazdığı kitap? “Bu Murtaza Bedir Hocanın.” Murtaza Bedir. Kitabın adı ne? (Fıkıh, Mezhep ve Sünnet. Oryantalistten atıf yapmış kendisi de kabul ediyor bunu. Önce kurum olarak tanımladığı mezhebi sanıldığı gibi onlara adlarını veren kurucu imamlar tarafından tesis edilmediğini ileri sürer. Bunun yerine Şafii Mezhebinin gerçek anlamda kurumsal bir yapı kazanmasını İbn Süreyç; Hanbeli Mezhebini, Hallal; Hanefi Mezhebini Kerhi ve son olarak Maliki Mezhebini …’le ilişkilendirir. Yani 150 yıl, 100 yıl fark sonra.)
Yani çok sonra. Mesela, Kerhi diyor ki bizim ulemamızın görüşüne aykırı olan ayet ve hadisler yan mensuhtur ya da müevveldir. Esas olan nedir? Kendi ulemasıdır, Kuran ve sünnet değildir. İşte bu yeni bir din oluşturmak oluyor. Ama burada o büyük ulemanın adının kullanılması gerekiyor. Onların adını kullanmazsanız halk kabul etmez. Halk reddeder. Halkın saygı duyduğu insanların adı kullanılarak yeni bir din oluşturuluyor. Şimdi bir adam gitmiş hocaya sormuş. Demiş ki hocam, Köroğlu aleyhisselam nebi midir veli midir demiş. Adam şimdi böyle kızarmış bozarmış. Ya ben bunu bir araştırayım demiş. Geliyor araştırıyor, günlerce kitaplara bakıyor. Kızı diyor ki ya baba hayırdır niye böyle harıl harıl? Ya kızım diyor birisi bana bir soru sordu. Köroğlu aleyhisselam nebi midir veli midir diye. Babası Köroğlu’nu peygamber olarak araştırıyor, var mıdır yok mudur diye. Ya baba bilmiyor musun bizim padişahımıza karşı çıkan bir eşkiyadır o. Dağlara çıkmış haberin yok mu? Kızım ben onu biliyorum da adam aleyhisselam dedi demiş. Şimdi de bize aleyhisselam diyerek bir şey karşımıza çıkarıyorlar. Ve bizi orada zihnimizi karıştırıyorlar. Yani Ebu Hanife söylemiş kardeşim.
Kulakları çınlasın burada bizim bir Mehmet Hoca vardı. Alırdı bir kitabı, mesela bir cemaatin önem verdiği bir kitabı alır kapağına gazete kapatırdı. Giderdi o cemaatin içine girerdi. Ya hele şunu bir okuyun ya, ben anlayamadım falan. O cemaatin fertleri okurdu. Vay kafir, böyle şey olur mu, bu adam düpedüz kafirmiş falan. E peki, şimdi kitabı onların eline vermiyor. Kendi elinde tutarak onlara okutuyor. Ağalar alın şu kitabı bir okuyun diyor. Alırken onlar gazete açılıyor. Bakıyorlar ki kendi kitapları. Yok diyor, sen şimdi ortalığı karıştırmak için geldin. Bu söylemişse bir hikmet vardır diyor.
Şimdi o şekilde bir zihin karışıklığı oluşturuluyor. Onun için şuna da bu ne kadar bir müşteşrik yapmışsa da ben onun doğru olduğuna inanıyorum. Neden inanıyorum? Bunu sık sık tekrarlıyorum ki iyice zihninize yerleşsin. Yanlışta ittifak olmaz. Ama doğrularda ittifak olur. O ayet ya nesh edilmiştir ya da tercih. Arayı bulmak için tevile hamledeceksin ki haydi sen senin yoluna, ben benim yoluma.
Şimdi, bir arkadaş anlattı. O talebeler okula gelmişler. Müdür yardımcısına gitmişler demişler ki yolda trafik kazası oldu da onun için geç kaldık. Şimdi geç yazısı alacaklar ya sınıfa girmek için. Müdür yardımcısı tamam demiş, geçmiş olsun. Şurada oturun demiş. Ayrı ayrı yerlere oturtturmuş. Şu kaza nasıl oldu bir yazın demiş hepiniz teker teker yazın. Şimdi yalan. (Arabanın lastiği patladı demişler. O da onları sınava sokuyor. Soruyor onun hangi lastiği patladı?) Öyle mi? olayı da öyle anlatıyor. Bu daha da şey. Hangi lastiği patladı, nasıl patladı?
E şimdi yalanda nasıl ittifak edeceksiniz ki? İki kere iki dört eder, doğru. Etmez, öbür boyu saysan etmez. Hadi şu etmezleri biriniz anlatın dersiniz. Herkes bir başka etmezi söyleyecek. İşte burada bu açıdan kardeşim bu mezhepler ortada açık ayetler varken mesela talakla ilgili. Ayrıca bir sure var, özel sure var. Hadisler varken, ilgili başka ayetler varken, bunların tamamen dışında ama hepsi de ittifak ediyor yanlışta. Yani arabanın şu lastiği şöyle patladı diye hepsi ittifak ediyor. O zaman bunun manası nedir? Bu mezhepler tek bir merkezde oluşturulmuş. Bu ulemaya da servis edilmiş. Ama arada ufak tefek farklar da var. Mesela şimdi Ergenekon’un kurdurduğu partiler gibi, birisi sağcı, birisi solcu. Ama ana noktada birleşiyorlar. Ufak tefek farklar da olacak ki onu isteyen o mezhebe gitsin, bunu isteyen bu mezhebe gitsin. Bunlar oluşturulmuş olan bir din.
Biz bunlara çok dikkatli bir şekilde yaklaşmalı ve Allahü Teâlâ’nın doğru dinini yeniden ortaya çıkarmalıyız. Az önce söyleyecektim unuttum. Mesela o diğer mezhepler bütün sarhoş edici içkileri hamrdır dedikleri halde şunu da hepsi söylüyor. Ama diyor taze üzüm suyundan elde edilen hamrın haramlığını inkar eden kafir olur, diğerlerinin haramlığını inkar eden kafir olmaz. Ne oldu şimdi? Zanni delile düşürdü. Hani nassın delaletiydi? Bak yine aynı merkezin bu kitaplara yerleştirdiği cümlelerdir. Yoksa onu söyleyen ulema bunu asla söyleyemez.
(İzleyicilerin konuşmaları, anlaşılmıyor.) Hayır şimdi bak alkol bir tıbbi maddedir ya da diyelim bir kimyevi maddedir. Kullanılmaz diyemezsiniz. İçki başka bir şey, alkol başka bir şey. Onlar birbirinden ayrı şeyler. Alkol haramdır derseniz hayatı bitirmeniz lazım. çünkü yediğin ekmekte bile alkol var. O başka bir şey, öbürü başka bir şey.
Peki böylece dersimizi bitirdik.