Abdülaziz Bayındır:
Biliyorsunuz kutup bölgesinde güneşin doğmadığı veya batmadığı zamanlarda namaz vakitlerinin nasıl belirleneceği konusunda bir süredir çalışma yapıyoruz. Bu maksatla geçtiğimiz hafta Norveç’in kuzeyinde altı gün kadar kaldık ve gözlemler yaptık. Ocak ayında yapmış olduğumuz gözlemleri ile Haziran ayının 22’sinden itibaren yaptığımız gözlemler arasında çok ciddi farklar ortaya çıktı. Burada çok temel bir fark var kısaca ondan bahsedeceğim. Bir de bugün fazlaca detaya girmeden konuya kuşbakışı bakacağız. Bunun sebebi hep birlikte düşünmemize fırsat versin diye. Çünkü bu konular oldukça yeni konular.
Ne kadar çok zihin bunun üzerinde düşünürse o kadar güzel sonuçlara varma imkânı olur. Bundan önceki seyahatimizde gecenin ve gündüzün birer ayrı varlık olduğunu anlamıştık. Ayeti kerimelerde her ne kadar öyle ifade ediliyorsa da biz onlara geleneğin etkisinde kalarak mecaz anlamı veriyorduk. Bunlar mecaz değil hakikat manasında olduğu ortaya çıktı. Yani Allah geceyi ve gündüzü güneşi ve ayı birer ayrı varlık olarak yaratmış.
Bu gidişimizde de bir ayeti kerimeyi doğru anlama fırsatı oldu. Bugün şimdi o ayet üzerinde duracağız. O ayetin namaz vakitleri konusunda temel ayet olduğu yani Allahuteala’nın ayetleri muhkem ve müteşabih olarak ayırdığını biliyoruz, konunun muhkemi olduğu anlaşılıyor. Bir de onun müteşabihleri yani benzerleri olan ayetler var. Onlarla birlikte bu problemin çözüleceği kanaatine varmış bulunuyoruz.
Ama tabi çözümle ilgili çok ciddi sonuçlar elde edildi ama bu çözüme ulaşılmış olduğu manasına gelmez. Üzerinde çok çalışılacak bir konu. Sadece ilahiyatçıların işin içinden çıkması çok zor. Birlikte gitmiş olduğumuz astronom Prof. Dr. Adnan Öktem Bey de çalışıyor. Ayrıca fizikçi bir arkadaşımız Mehmet Keçeci de geldi onun da çalışmalarını aldık inşallah onları da değerlendirmeye tabi tutacağız. O bölgeyle ilgili çok kapsamlı bir çalışmanın yapılması gerektiği de ortaya çıktı bu vesileyle. Dolayısıyla bunun sadece namaz vakitleri açısından değil birçok açıdan incelemek gerektiği anlaşıldı ama hepsi birbirini tamamlayan konular. Fazlaca uzatmadan hemen İsra Suresi’nin 12. Ayetini açalım lütfen. Bu ayeti iyi bir şekilde anlamaya ihtiyacımız var.
“Geceyi ve gündüzü iki ayet yaptık.” (İsra 17/12) Ayet bir hedefe götüren işaret anlamına geliyor. Belge manasına geliyor. Belgeler de insanları bir hedefe götüren işarettir. İki ayet yaptık ki göklerde ve yerlerde ne varsa onları ayet olarak yarattığını Allah bildiriyor. Bu ayet konusunu biliyoruz ama tekrarlamakta fayda var. Allah’ın iki türlü ayeti var birisi indirdiği ayetler diğeri de yarattığı ayetler. Yarattığı ayetler yeryüzünde bulunan bütün varlıklar oluyor. İşte o varlıklardan ikisi de gece ve gündüz. Bunlar ayrı birer varlık. Her bir varlığı gösteren işaretler de oluyor. Mesela bir insanın var olduğunu onun görüntüsünden anlıyoruz. O da onun işareti oluyor. Ama mesela melekler var. Hepimizin yanında meleklerin olduğunu biliyoruz ama hiçbirini göremiyoruz. Çünkü onlara dair bir işaret bizde yok. Şimdi burada diyor ki “gecenin ayetini giderdik/kaldırdık/sildik” (İsra 17/12) Şimdi şuranın üzerine bir şey dökülünce şunu bir sil deriz. Siler eğer orada hala iz varsa iyi silmemişsin denir değil mi? Hala iz var. İyice silmişse hiçbir iz kalmamışsa tamam güzel silmişsin deriz. İşte bu silme kelimesi anlamında kullanılır mehavna kelimesi. Yani gecenin bir işareti kalmadı. Ama gündüzün ayetini de mubsira kıldık. Yani gündüzün ayeti devam ediyor gecenin ayeti yok. Mubsira demek bir şeyi gösteren şey demektir. Mesela şimdi burada lambanın yandığını nasıl anlıyoruz? Verdiği aydınlıkla değil mi? İşte o aydınlıkla biz birbirimiz görebiliyoruz. İşte mubsira ortaya çıkardığı aydınlık demek oluyor. Tabii bunların güneşle yakından alakası var. Güneşten gelen ışınları ışığa çevirme özelliği var. O ışığa çevirme özelliğini biz görüyoruz. Gördüğümüz için onu gördüğümüz zaman onun gündüz olduğunu biliyoruz. Ama gecenin böyle bir özelliği olmadığını Cenabıhak bildiriyor. Öyle bir özelliği olmayınca tıpkı meleklerde olduğu gibi onun varlığına götürecek bir işaret bizim elimizde yok. Az önce de söylediğim gibi her birimizin yanında iki tane meleğin olduğunu biz Kuranı Kerim’den biliyoruz. Başka melekler de burada olabilir. Ama onun bir işareti olmadığı için baktığımız zaman herhangi bir meleği göremiyoruz. Ama ayetten bildiğimiz için varlığına inanıyoruz.
Mesela şimdi şurada sayısız radyo dalgaları var. Ama biz onların varlığından haberdar değiliz. Şuraya bir alet koyduğumuzda o ayet onu gösterince görmüş oluyoruz. (Yahya Şenol: Gecenin karanlık olduğunu göremiyor muyuz karanlık da bir ayet olamaz mı?) Evet, buralarda yaşadığımız için öyle düşünüyoruz. Ama gecenin ayetini giderdik diyor. Önce geceyi ve gündüzü birer ayet yaptığını bildiriyor arkasından gecenin ayetini giderdik diyor. Gündüzün ayetini de gösterici kıldık. Bu bölgede yaşayıp da bu ayeti anlamak zor. Oraya gittiğiniz zaman ancak anlıyorsunuz bu ayetleri. Ben de zaten orada ayeti anladığımı düşünüyorum. İşte bu bölgelerde yaşayan ulema bu ayeti tefsir ederken farklı tefsir etmek zorunluluğu hissetmiş. Az önce senin duyduğun endişeleri duymuşlar.
“Bunu böyle yaptık ki rabbinizin fazlını arayasınız.” Yani gündüzün bir aydınlık var çalışacaksınız kazanacaksınız. “Bir de yılların sayısını bilesiniz diye.” (İsra 17/12) Şimdi günler birikir birikir ayı oluşturur. Aylar birikir birikir yılları oluşturur. Yıllar birikir birikir ve asırları oluşturur. Şimdi günü eğer hesap edemiyorsanız ay da olmaz. Yıl da olmaz hiçbirisi olmaz. Peki, gündüz var mubsira yani gösteren bir işareti var. Peki gece? Gecenin kendisine özel bir işareti yok. Yani güneş olmadığı zaman karanlık olur. Ama güneş varsa aydınlık olur. Dolayısıyla burada şu ortaya çıkıyor: kutup bölgesinde güneş batmadan aydınlık olsa da gece var. Bu onu ortaya çıkarıyor. Her taraf aydınlık olsa da gece ve gündüz var. Dolayısıyla orayı da ikiye bölmek zorundasınız. Siz 24 saat aydınlık olarak görüyorsunuz ama oranın da gecesi var gündüzü var. Çünkü gecenin özel bir işareti yok.
Bunun bizim açımızdan en önemli faydası şu kışın güneşin doğmadığı zamanda da gittik. Güneş ufkun altında ama gündüzün bir ayeti olduğu için gündüzü orada biz gördük. Güneş ufkun altında olmasına rağmen gündüzün olduğu belli. Resimlerini göstermiştik sitemizde de var. Güneşin battığı belli ikindisi var akşam yatsı sabah namazı günde beş vakit oluşuyor gündüzün ayetinin mubsira olmasından dolayı. Fakat gecenin ayetinin olmaması sebebiyle baktığınız zaman geceyi gündüzü anlayamıyorsunuz. Geceyi gündüzü anlayamıyorsunuz peki gece yok mu? Var. Baktığınız zaman anlayamıyorsunuz ama geceyi çok rahatlıkla hissediyorsunuz. Mesela burada gündüzle gece arası bir sıcaklık farkı vardır. O sıcaklık farkı orada da var. Havanın değiştiğini hissediyorsunuz. Gözle gördüğünüz bir şey yok ama havanın değiştiğini hissediyorsunuz. Artık güneş gündüz gibi ısıtmıyor. Dışarıya çıkarken sırtınıza bir şeyler giyme ihtiyacı duyuyorsunuz ve gecenin sakinliğini yaşıyorsunuz. Bakıyorsunuz ki tabiat uyumuş, kuşlar uyuyor hayvanlar uyuyor ve insanlar uyuyor.
Şimdi geçen de o fizikçi olan arkadaşla konuştuk. Birisi şöyle demişti bu tavuklardan günde iki ya da üç kere yumurta alıyorlarmış. Onları floresan ışıklarıyla uyandırmak mümkün olmuyormuş. Ama güneş ışınına denk fotonlar gönderdikleri zaman uyanıyormuş hayvanlar ve o zamanlar iki kere üç kere yumurtluyorlarmış. Şimdi bu şunu gösteriyor. Evet, o aydınlık var. Ama o aydınlığın kalitesi güneşin kalitesi değil. Güneşten gelen aydınlıkta her ne kadar aydınlık olsa da gündüz gelen aydınlıkla gece gelen aydınlık arasında fark var. Gece gelen aydınlık insanları uyandırmıyor, uyumalarına sebep oluyor. Ama gündüz gelen aydınlık insanların ve tabiatın uyanık olmasına sebep oluyor. Bu insanların fiziki olarak mesela biz kendimiz hissettik ve o fizikçi arkadaşımız da tasdik etti. Tabii bu konu üzerinde daha da çok çalışmak lazım zaten bu toplantıyı onun için yapıyoruz herkesle birlikte düşünmek için.
Yani burada bize faydası o. Gecenin ayetini sildik demenin faydası o. 24 saati aydınlık gibi görseniz de 24 saat gündüz değil. Bir kısmı gündüz bir kısmı gece. Peki, gece ve gündüz ne zaman başlar ve biter? Asıl soru o. Şimdi burada da şunu söylüyor Allahüteala: yılların sayısını bilesiniz diye. Tamam, onu anladık. Günleri birleştirince ay olur ayların birleştirince yıl olur. Böylece yılların sayısını bilirsiniz. Peki, hesap ne? El-hisap. Şimdi Arapçada bir kural var. Elif lam muvazıl leyfde muzaf olur değil mi? Burada muzaful leyl olur mu? Yukarıda ne geçti bir şey eksik kaldı el-hisap gece ve gündüzün hesaplarını bilesiniz diye. Yılların sayısını bilmemiz için her gün gece ve gündüzün olması lazım. O zaman kutup noktasından itibaren ekvatora kadar bunların hepsinin olması lazım ama şu var. Bugün Mehmet Bey resimleri göndermiş inceleme fırsatı bulamadım. Bizim her gün gece ve gündüz olmalıdır diye fikrimize uygun ifadeler kullandı. Belki kendisi o açıdan bakmıştır. Bundan sonra bakışlarımızı yeniden gözden geçirme mecburiyeti ortaya çıkıyor.
(Yahya Şenol: Bir bilgi notu geldi. Gece görüş dürbünlerinin çalışabilmesi için gecenin içinde ışık olması gerekliymiş.) Kuranı Kerim gecenin içinde ışığın olduğunu bildiriyor. Gecenin içinde ışığın olmaması için kuvvetli yağmur bulutlarının olması lazım. Ayette var ya bu sadece yağmur bulutlarının güneş ışınlarının önüne geçmesi ile oluşur. Gündüz kaybolmuyor her an dolaşıyor bir ışık aldı mı onu gösteriyor. Üzerinde gece olduğu için onu gösterdiği zaman gündüzdeki kalitede göstermiyor. Bazı şeyleri eksik bırakıyor. Burada fizikçilerin üzerinde çok çok durması gereken şeyler var ve yeni keşiflerin ortaya çıkacağını düşünüyorum. Geceyi gündüzün gündüzü gecenin içerisine geçiririz diyor ayet. Ama 24 saat gece de var gündüz de var. Kaybolmuyor. Bunun iç içe olmaları da mutlaka fiziki olarak izah edilmesi gerekiyor. (Yahya Şenol: Bir soru var, gecenin olması için karanlığın olma şartı yok diyebiliyor muyuz kesin olarak?) Kesin olarak diyebiliyoruz çünkü bu ayet onu gösteriyor. (Y. Ş.: Aynı soruda, hocamız aydınlık olduğunda gece olabilir dedi. Buna göre karanlık olduğunda da gündüz olabilir mi?) O anlama gelebilir. Mesela dün İstanbul’da akşam namazından önce her taraf karanlık oldu. Çünkü yağmur bulutu kütleleri ışık kaynağını kapatıyordu. Şimdi bu soru şu açıdan çok önemli. (Y.Ş.: Bunu Yasin Suresi’nin 37. Ayetiyle ilişkilendiriyor soran. Çelişki doğar diyor.) Orada çelişki olmuyor şu manada olmuyor. Şimdi gündüzün kendisi bir ışık kaynağı değil. Yani nehar bir ışık kaynağı değil. Işık kaynağından aldığı ışıklar yansıtıyor. Bir yansıtıcı. Işık kaynağından ışık gelmezse neyi yansıtacak? Dolayısıyla orada kesif bulutlar olduğu zaman İstanbul’da bile gündüzün geceyi yaşayabiliyoruz. Bazen güneş tutulması olayı oluyor. Işık kaynağından ışık gelmezse gündüz kendi ışığı olan bir varlık değil. Gelen ışığı yansıtıyor. O zaman kaynaktan gelen ışıkla alakalı. Ama gündüzün önüne gece geçtiği zaman o ışığın kalitesi düşüyor değişiyor. Bu da fiziki olarak incelenmesi gereken bir husus.
Şimdi burada el-hisap ifadesi gece ve gündüzün hesaplarını bilesiniz dendiği zaman burada namaz vakitleri… Şimdi bu namaz vakitleri dediğimiz şeyin evrensel bir niteliği var. Dikkat ederseniz mesela tan yeri ağarmasından itibaren Müslüman olsun olmasın herkes sabah kelimesini kullanır. Yani sabah başladı der. Müslümanların farkı o saatte ibadet yapmalarıdır o başka bir şey. İşte güneş tam tepeye çıkıp da batıya kaydığı zaman öğlen vakti oldu denir. Birisi noon der birisi midi der o vakti belirleyen bir kelime vardır bütün dillerde. Çünkü insanlar günlerini ona göre tanzim ederler. Şu saatte bu saatte kelimesinden daha etkilidir o. Öğlen ikindi akşam yatsı sabah. İkindi kavramı da bütün dillerde var. Bizde ikindi diyoruz Araplar asr diyor. Fransızlar apres-midi diyor. İngilizler afternoon diyor. Herkes kendi diline göre bir takım şeyler söylüyorlar. Ondan sonra güneşin batmasına akşam deniyor. Akşam şafağı deniyor. Şafağın kaybolması deniyor. O ışık hareketlerine göre günün bölümleri var. Ama bu ayet benim hiç daha önce farkına varamadığım kutup bölgesinde farkına varmaya başladığım ve giderek zihnimde netleşen bir hususu ortaya koydu. O da gündüzün bu vakitlerinin hesabının yapılabileceği. Şimdi biz ayetlerde tepeden batıya kayması ikindi vakti akşam vakti yatsı vaki sabah namazı vakti hesabı yapılıyor gerçi takvimlerde. Ama bu ayet bizi o tarafa doğru yönlendiriyor. Yani gündüzün tüm vakitlerinin hesabı. Ama bu ayetin söylediği şu bu öyle bir hesap olmalı ki 90 derece enlemden 0 derece ekvatora kadar her yerde eşit bir şekilde uygulanabilecek, kriterleri aynı olan bir hesap. Bu benim zihnimde çok netleşti ama şimdi burada söylersem tam yankı bulmayacağı kanaatindeyim. Çünkü yavaş yavaş bu işleri olgunlaştırmak gerekiyor. Bir yemeği pişirmeden insanlara sunarsanız malzeme ne kadar kaliteli olursa olsun insanlar o yemeği yemezler. O sebeple yavaş yavaş pişirdikten sonra sunmak lazım. Ama şimdilik burada bir hesabın olduğu ortaya çıkıyor. Belki şöyle söylenebilir öyleyse siz neden karşı çıkıyorsunuz bu işlere geçen sene biliyorsunuz imsak vaktiyle ilgili bizim itirazımız olmuştu. Bizim itirazımız bu işin hesabının olmadığı değil. Kriterlerin yanlış koyulduğu üzerindeydi. Kriterlerin yanlışlığının temel sebebi de kriterlerin astronomiden alınmasıydı. Çünkü astronomi yeryüzüyle ilgilenmez. Yani astronomi bilim dalının konusu değildir namaz vakitleri. Onların konusu olmadığına göre onlardaki tan kelimesinin anlamı güneş ışıklarının yeryüzüne ulaşması değil güneş ışınlarının atmosferin üst katmanlarına gelip gitmesiyle alakalı. Çünkü onlar gök cisimlerini gözlemleyecekler gök cisimleriyle kendi aralarına giren ışını hesap ederler. Onların bilim dalının yapısı bu. Şimdi atmosferin üst katmanlarına gelecek ışık hareketini siz yeryüzünde olmuş gibi kabul ederek ona göre sabah namazı vaktini ayarlarsanız bu kriter yanlış olur.
Şimdi burada öyle bir prensip kurmak gerekiyor ki bu prensip 90 dereceden 0 dereceye kadar bütün enlemlerde geçerli olsun. Boylamlarda fazla bir problem yok. Boylamlar önemli değil çünkü güneşin doğuş batışları daha çok enlemlerle alakalı. Gerçi bir güneşin eğimi vardır deklinasyon derler bilim adamları. 23 derece 27 dakikalık eğim meselesi var. Bu eğimin her yıl oluşturduğu bir yol var. Güneş hiçbir zaman iki gün üst üste aynı noktadan doğup batmaz. Yani Allahüteala öyle bir kural koymuş ki güneş bugün doğduğu yerden yarın doğmaz. Ortalama 47 derecelik bir yay üzerinde gider gelir. Dünyanın büyük bir bölümünde böyle. Ama dünyanın bazı yerlerinde bu yay 47 derecenin üstüne çıkar. 47 derecenin üstüne çıktığı yerlerde bakarsınız gece geç vakit olmuş… Mesela geçen de Oslo’daydık saat 10:30 da akşam namazı oldu ama hiçbir yerde kararma yok. Güneş yok ama aydınlık. Yani havanın kararması diye bir olay yok. Yani gasak-ul leyl oluşmuyor orada.
Havanın kararması olmayınca bazı kimseler diyor ki burada yatsı namazı vakti girmiyor. Orada da söyledim burada da tekrar edeyim. Bu konuda çok büyük bir bilgi kirliliği var. Bunu Ebu Hanife’ye mal ediyorlar. Benim incelediği kadarıyla bu Ebu Hanife’ye yapılan bir iftira gibi gözüküyor. Evet, Hanefi mezhebi kitaplarında var. Şu anda elimizde çok eski kaynaklar yok. Ebu Hanife’nin kendisine ait kitaplar yok. Mesela Mebsut’ta şöyle bir ifade geçiyor: nısful leyle kadardır yatsı vakti. Yani gece yarısı olduğu zaman yatsı vakti biter. Gece yarısı gasak-ul leylle yani havanın kararmasıyla başlar. Bu Ebu Hanife’nin ve iki talebesinin görüşü olarak bildiriliyor. Ebu Hanife’ya yapılan bir iftira kelimesini kullanma sebebim işte buradan kaynaklanıyor. Ama arkasından detaylandırıldığı zaman Ebu Hanife’ye göre o nısfıl leylde yatsı vakti başlar diye bir ifade kitaplarda yer alıyor. Ebu Hanife’den her iki rivayet de geliyor. Ama şimdi Hanefi mezhebinin en güvenilir kaynaklarından olan Mebsut’ta bu böyle geçtiğine göre öyle anlaşılıyor ki Ebu Hanife’ye mal edilen ikinci görüş kaynaksız kalıyor. Zaten delili de yok o görüşün kitaptan ve sünnetten. Bu sebeple bazı kesimler Avrupa’da hava kararmıyor yatsı vakti havanın kararmasıyla başlar. Dolayısıyla buralarda yatsı oluşmuyor. Yatsı farz değildir şeklinde fetva ortaya koyup uygulamaya geçiyorlar. Bu son derece yanlış bir fetvadır. Havanın kararması yatsının sonu demektir başı değil. Yatsının başı akşam güneşin batmasıyla oluşan kırmızı şafağın kaybolmasıyla başlar. Kırmızı şafağın kaybolmasını beklemeden de olabilir. Bazı yerlerde kırmızı şafağın kaybolduğunu ben gördüm ama yıllarca rasat yapacaksın ki kesin konuşasın. Bazı yerlerde kırmızı şafak kaybolmuyor da olabilir. O durumlarda da yine ayeti kerimede gündüze yakın zamanlar ifadesi kullanıldığı için yine yatsı namazını kılmak gerekir. (Y.Ş.: Ne zamana kadar?) İşte ne zaman kadar sorusu bu çalışmaların neticesinde ortaya çıkacak. O da benim zihnimde bayağı bir netleşti de orada bazı ufak tefek eksiklikler var. Çünkü burada iki şeyi birden yapmak zorundayız. Birisi takvimi olan saati olan çağdaş imkânlardan yararlanan kişilere göre. İkincisi de elinde hiç takvim olmayan kişilerin de rahatlıkla tespit edebilecekleri kriterleri belirlemek lazım. O ikincisinde bu sabah fizikçilerden bazı bilgiler geldi tam düşündüğüm gibi. Ama bazı bilgi eksiklikleri var. O eksiklikleri tamamlamadan söylemek yanlış olur. İyice olgunlaştıralım inşallah.
(Y.Ş.: Geceyle gündüzün tarifi için şu söylenebiliyor mu: güneş ile gündüz olmaz. Gündüzün kalitesi artar. Güneşin batmasıyla da gece olmaz gecenin yoğunluğu artar.) Şimdi bu kardeşimizin yaptığı yorum yanlış değil. Öyle bir tarif yapacağız ki bunu da içerisine alacak inşallah. Yani şimdi şu var. Mesela bizim en büyük sıkıntımız sen başta bir itirazda bulundun ya aslında o çok tabii bir itirazdı. Dedin ki gündüzün ışığını giderince gece başlar gibi. Şimdi siz bu az önce okuduğumuz İsra Suresi’nin ayetini her gün gecenin ve gündüzün oluştuğu bir yerde anlamaya çalışırsanız onu anlamanız mümkün değil. (Y.Ş.: Peygamberimiz nasıl anladı o zaman?) Peygamberimizin özelliği şudur açık olan şeyler hakkında konuşmaz. (Y.Ş.: Yani biliyor muydu gecenin gündüzün oluşmadığı yerler olduğunu?) Ahirette görürsen sorarsın ne bileyim yani! (Y.Ş.: Bilmiyordu, cevabı basit, gidip görmediğine göre) Cebrail (as) de bildirmiş olabilir. Ama bildirmiş olsa da o topluma bunu anlatmanın bir anlamı yok çünkü o toplum bundan anlamaz. Yalnız ayetler çok açık. Size şu şekilde cevap vereyim. O da son derece önemlidir bilhassa Fatih’in konusuyla alakalı, usul konusunda yoğunlaştı inşallah çok daha yoğunlaşacak Allah nasip ederse. Hatırlarsın bu kelale ayetiyle alakalı olarak. Hz. Ömer Peygamberimize sürekli sorular soruyor. Peygamberimiz o konuda açıklama yapmıyor. Sana kelale ayeti ya da yaz ayeti yeter diyor. Niye yeter? Çünkü Allah o ayette meseleyi açıklamış. Yani Peygamberimizin yaptığı işler şu. Peygamberimiz (sav) Kuran’da açıkça belli olan konularda hiç konuşmaz. Oraya havale eder. Ama açıkça belli olmayan konularda konuşur. Şimdi bu husus çok açık. Gecenin ayetinin olmadığı son derece açık ama bizim anlamamıza engel olan şu: tefsirleri açtığınız zaman isterseniz Keşşaf tefsirini açalım. Müfessir yaşadığı yere göre düşündüğü için bu kelimelerin dış dünyada bir yansımasını bulamıyor. Bulamayınca başına sonuna kelimeler ekliyor. Kelimeleri ekleyerek kendine göre bir açıklama yapmaya çalışıyor ayet anlaşılmaz hale geliyor.
(Y.Ş.: Yaşar Nuri Öztürk felak suresinde gasak kelimesini gelip çattığı zaman göz perdelenmesi şeklinde meal vermiş. İsra Suresinde de geceleyin göze perde inene kadar şeklinde anlam vermiş. Böyle yapılabilir mi?) Şimdi gasak kelimesi bir şeyin birikimi manasına geliyor. Leylin gasaki de gecedeki yoğunlaşmanın artmış olması demektir. İşte o bölgelerde fiziki bir yoğunlaşma olabilir belki fizikçiler onu zamanla keşfedebilirler de şu anda biz ona bakabilecek bir bilimsel altyapıya sahip değiliz. Göze perde gelmesiyle bir alakası yok o işin.
Hz. Ömer geliyor peygamberimizin yanına kelaleyi soruyor. Kelale dediğimiz şu, bir kimse ölüyor, annesi babası yok evladı da yok. Bunun mirasına kim sahip olacak? Onunla alakalı Nisa Suresi’nin 176. Ayeti iniyor. Hz. Ömer sürekli soruyor Peygamberimiz sana o ayet yeter diyor. Gerçekten o ayet Nisa Suresi’nin 11. Ayetiyle birlikte değerlendirildiği zaman muhteşem bir sistem ortaya çıkıyor. Ama o ikisi birlikte değerlendirilmediği için kelale konusunda problemler hala yaşanmaktadır. Mesela bir kimsenin kızı varsa mirası kızına bırakılmıyor. Hâlbuki o ayet çok açık. Başka mirasçılara da paylar veriliyor. Oğlu varsa başka şekilde davranılıyor. Annesi varsa başka davranılıyor babası varsa başka davranılıyor çünkü anneyle ilgili Nisa Suresi’nin 12. Ayetine bakılmadan anlam verilmiş oluyor. Ondan sonra da dede yetimi denen bir sürü problemler ortaya çıkıyor bugün hala devam ediyor o şeyler. Mesela kızın çocuklarına miras verilmiyor oğlanın çocuklarına veriliyor falan. Bütün o ayetler dikkatle ele alınmadığı için oluyor bunlar. Ama bugün biz ayetleri birleştirdiğimiz zaman sistem muhteşem bir şekilde ortaya çıkıyor ve bütün problemleri çözüyor.
Şimdi neden Peygamberimiz öyle yapıyor? Siz Kuranı Kerim’i bir tabiat olarak düşünün. Mesela evin bahçesine elma ağacı var değil mi? Geliyor birisi hanım bana bir elma yap da yiyeyim derse hanım ne der? Güler git bahçeden elma kopar getir sen de ye ben de yiyeyim der değil mi? Şimdi Kuranı Kerim’de bir şey varsa aynen bana elma yap gibi olur. Ben niye elma yapayım elma zaten var git kopar ye. İşte Hz. Ömer’e sana bu ayet yeter demesinin sebebi o. Ben elma mı üreteceğim sana? Burada ayeti okuyor. Şimdi bazı meyveleri koparmak zor olur dikenlidir. Eline attığın zaman dikenler batar yok illa birisi koparıp ağzına atacak! Açık ve net olanlar konusunda peygamberimizin bir görüşü olmaz. Ama elma yerine elma reçeli istiyorsan onu pişirir verir. Yani peygamberimizin hadislerinin tamamı tabiattan elde edilen ürünlerdir. Yani Kuran’dan elde edilen ürünlerdir. Kuran’ın kendisi değildir. Tabiattan elde edilen ürünlerin hiçbir tanesi tabiatta öylece bulunmaz. Mesela bu bardak yok. Ama su vardır. Birisi gelip de bana bir bardak su yapar mısın, ya da bir fabrika kursak da su üretsek dediği zaman herkes güler. Kardeşim su üreten fabrika olmaz der. Ama suyu eğer ambalajlayalım diyorsan o olur der. İşte peygamberimizin hadislerinin tamamı üretimdir. Üretim olduğu için siz onu Kuranı Kerim’in içerisinde göremezsiniz. Tabiatta bir tabak yemek göremediğimiz gibi ya da bir bardak çay göremediğimiz gibi. Fakat onların tamamı Kuranı Kerim’den üretildiği için Kuran’daki onlarca ayetin içerisinden alınıp bizim yiyeceğimiz şekilde önümüze konmuş olan bir şeydir. İşte o ilişki koparıldığı zaman yani siz bir şeyin nasıl üretildiğini bilmiyorsanız onu tabiatta hazır var zannedersiniz ve ona benze bir üretim yapma şansı olmaz. Tabiatta da bulamayınca sürekli boşuna aramaya devam edersiniz. Ondan sonra da dersiniz ki bu bir zamanlar varmış şimdi yok dersiniz. Dolayısıyla Kuran Sünnet bütünlüğü de bu şekilde ortadan kalkıyor. Yani sünnetin Kuran’dan üretilmiş bilgiler olduğunu bilmeyen insanlar ikisi arasındaki ilişkiyi kuramadığı zaman sünnet de ayrıca indirilmiş bir vahiydir diyorlar. Ondan sonra da Peygamberimiz bize örnek olamıyor. Yani şimdi bir eve yemek sürekli hazır gelse o evin annesi o evin kızına yemek pişirmeyi öğretebilir mi? Küçücük bir yemek yapmıyorsunuz. Annesi de bilmez kızı da bilmez. İşte bizim Müslümanlar Peygamberimizin sözlerini hazır yemek gibi düşünüyorlar dolayısıyla yeni üretim yapma imkânı ortadan kalkıyor.
Dolayısıyla şu ayetler son derece açık ilave ve çıkarma yapmadığınız zaman gecenin bir işaretinin olmadığını anlarsınız. Gecenin işareti yoksa dünyanın her yerinde 24 saatte mutlaka gece ve gündüz var. Eğer bir yerden bir ışık geliyorsa o gündüz o ışığı aydınlığa çevirir. Gelmiyorsa yapacağı bir şey yoktur. Bu sebepten dolayı biz kışın gittik, gündüzü çok net bir şekilde yaşadık. O zamanki namaz vakitleriyle ilgili kriterler farklı olacak ama şimdi gittik gece 3’de kalkıyorsunuz ki odanızın içi güneş ışınlarıyla dolmuş. Ama hava gece mi gece serin mi serin. O içeriye dolan güneş ışınları odayı ısıtmıyor. Aynı ışınlar gündüzün de olsa ısınır. O zaman orada farklı bir fiziksel durum var. Onu da fizikçilerin incelemesi gerekir. Gerçi fizikçiler incelemişler ama bir de bu açıdan incelerlerse çok iyi olur.
(Y.Ş.: Hadislerle alakalı bir soru gelmiş: Güneşin doğmadığı zamanlarda yaptığınız gözlemlerden elde ettiğiniz görüntülerde kuzey ışıklarını Peygamberimizin haber verdiğini hadislerde kurt kuyruğu olarak geçen şeyin kuzey ışıkları olduğunu söylemiştiniz. Peygamberimizin yaşadığı bölgede görmesi mümkün olmayan bir konuda uyarıda bulunmasına rağmen güneşin batmamasıyla ilgili hiçbir şey söylememiş midir?) Şimdi orada belki bir bilgi eksikliği söz konusu. Bu kurt kuyruğu konusu peygamberimize has bir kelime değil. Arap geleneğinde var bu. Belki o çöl bölgesinde bu ışınlarla ilgili kişilerin yapması gereken araştırma gözüküyor. Yani bu kurt kuyruğu kelimesi Arap geleneğinde de var. Peygamberimiz tarafından ortaya konmuş değil. Araplar bu kelimeyi kullanıyor. (Y.Ş.: Orada görülen başka bir şey olabilir mi?) Bu odur ifadesi bize ait bir yorumdur. O yanlış olabilir. Astronomi âlimleri diyor ki oralarda gözükmez deniyor. Ama fıkıh kitaplarında her tarafta gözükür deniyor. Ben mesela bir keresinde Konya’da gördüğümü hatırlıyorum. Konya’da biz rasat yapıyorduk gece. Onu ekip olarak gördük. O zaman resimleme imkânımız yoktu teknik olarak. Astronomi kesin olarak gözükmez diyor ama şüpheleniyor acaba diyor. Burada astronominin şüphelenmesi normaldir. Astronomi başta da söylediğim gibi yeryüzünde oluşan ışıklarla pek ilgilenmiyor. Ama kuzey ışınlarıyla ilgileniyor ama güneşteki bazı patlamaların oradaki yansıması olduğundan ilgileniyor. Ben şahsen bu konuda araştırmaların derinleştirilmesi kanaatindeyim. Peygamberimizin ürettiği bir bilgi değil o Arap toplumunda biliniyor o.
Gecenin ayetini sildik, işaretini sildik, işaretsiz kaldı diyor ayette. Şimdi bakın bizim en meşhur tefsirimiz Keşşaf ne diyor burada: “Geceyle ve gündüzün kendisinin bir ayet olmasıdır. Gecenin ayeti gündüzün ayeti anlamında olur diyor. Sayının sayılan şeye 20 at 30 koyun gibi eklenmesi gibi olur. Gecenin ayetini ki o gecenin kendisidir. Gece ayetsiz kalmış gibi olur. Geceyi yok ettik” diyor. Bu Arapça olarak kabul edilebilir bir şey değil. Gecenin ayetini diyor. Dolayısıyla bu zihin karışıklığı burada açıkça var. Bu kabul edilebilir bir anlam değil. İkincisi de diyor geceyi ve gündüzün ayetleri güneş ve aydır diyor. Gecenin ayetini sildik yani ayı sildik. Gecenin ayeti olan ayı sildik yani ay ışık saçmıyor. Gece diye bir şey yok demiş oluyor burada. Bu yanlış bir ifade. Böyle bir anlam Arapça olarak olmaz. Çünkü gecenin ayeti gecenin kendisi anlamında tercüme edilmiş. Bu Arapça olarak kabul edilebilir bir anlam değil. Gece ve gündüzü iki ayet yaptık. Gecenin de işareti var gündüzün de işareti var. Gecenin işaretini sildik gündüzün işareti de şu oldu diyor. İfade o. Dolayısıyla burada o zihin karışıklığı açıkça var. Bizi dinleyen iyi Arapça bilen insanlar bunun üzerinde düşünürlerse görürler.
İkincisi de diyor geceyi ve gündüzü aydınlatan iki şeyi ayetler yaptık. Gece ve gündüzdür diyor. Gecenin ayeti ay gündüzün ayeti güneş diyor. Gecenin ayetini sildik. Gecenin ayeti olan ayı sildik ne demek? Işığını sildik ve karanlık hale getirdik. Ay ışık saçmıyor. Işık kaynağı değil ay. Daha önce biz de böyle söylüyorduk çünkü bunların etkisi altındaydık. Etkileniyorsunuz çevrenizden etkilenmemek mümkün değil. O ortamı yaşamadan bunun doğrusunu anlayamıyorsunuz. “Silinen bir levhada hiçbir şey gözükmediği gibi ayda da hiçbir şey gözükmez” diyor. Burada birincisindeki hata şu. Geceyi ve gündüzü iki ayet yaptık diyor. Gece bir ayet gündüz bir ayet. Ondan sonra gecenin ve gündüzün de ayetlerinden bahsediyor. Arkasından gecenin ayetini sildik deyince geceyi sildik manası verilir mi? Gece ayetini sıfat tamlaması olarak alırsan mümkün olur ama bu sıfat tamlaması değil. Gece ayeti değil. Gecenin ayeti. Türkçeye gece ayeti diye tercüme edemezsin. Mesela bir ayette de var gündüzü mubsir yaptık. Bu gündüzün sıfatıdır. Bu gündüzün sıfatı olan mubsirlik… Sen şöyle şöyle görünen bir insansın. Aynı zamanda bu görüntün seni diğerlerinden ayıran işaretindir. Dolayısıyla gecenin ayeti, gündüzün ayeti bunlar isim tamlamasıdır. Keşşaf bunu sıfat tamlaması gibi almış ve geceyi yok ettik diye anlam vermiştir. Geceyi nasıl yok edersin? O zaman gecesiz bir gündüz olmuş olur.
Ben bunu şunun için söylüyorum. O bölgelere gitmeden bu ayetleri anlayamıyorsunuz. Mesela geçende de anlattım. Biz şimdi Atlas Okyanusu’nun kıyısında askeri radar istasyonunun bulunduğu bir tepe var. O tepeye tırmandık. Böyle halatlar çekmişler o halatlardan tuta tuta tırmanıyorsunuz. Belki tırmanış bir saat sürmüş olabilir. Tepeye tırmanınca hava da açıldı. Gecenin ortalarıydı saat 1 gibi bir vakitti. O saatte güneşi bütün parlaklığıyla görünce benim bütün hesaplarım altüst oldu, bitti. Zaten orada Müslüman olmuş Avustralyalı bir İbrahim var. Kendisi İngiliz asıllı ve onun hanımı Meryem var. Onların ikisi belgesel yapıyorlar ve o konuda bayağı da iddialılar. Bu konuyu belgesel haline getirip yarışmaya da girmek istiyorlar. Orada büyük bir ekiple birlikte çalışıyorlar. Şimdi belgesel yaptıkları için adım başı mikrofon uzatıp röportaj yapıyorlar. Tam tepeye çıkınca bunu nasıl değerlendiriyorsun diye sordular. Ben bittim dedim. Varsayımlarımın tamamı kayboldu hiçbir şey kalmadı dedim. Niye hiçbir şey kalmadı. Çünkü bu ayete bu Keşşaf’tan okuduğumuz anlamı veriyoruz. O anlamı varsaydığınız zaman da işin içinden çıkamıyorsunuz.
Sonra iyice şaşırdım. Allah Allah ne oluyor gecenin ortası, ufka yakın bir yer de değil. Bayağı yüksekçe bir yerde. Evet, hava soğumuş. Gündüzün böyle gömlekle dışarı çıkıyorsunuz. Ama o saatte boynumda atkı var, başımda şapka var, gömlek yerine yün bir tişört giymişim uzun kollu. Onun üzerine yün hırka almışım. Ama yetmiyor arada sırada bir battaniyeye sarılıyoruz üşümemek için. Yürüyoruz. İçlik giymişiz üşümemek için. Güneş ısıtmıyor onu söylemek istiyorum. Yani gündüzün ısıtan güneş o saatte ısıtmıyor. Fakat aydınlatıyor. Gecenin görsel olan ayeti yok. Gecenin seken diye bir özelliği de var biliyorsunuz ayetlerde. Sükûnet. O sükûneti her yerde görüyorsunuz. Tabiat dinlenmeye geçmiş. Sığırlar yatıyor koyunlar yatıyor. Atlar ayakta uyuyor. Kuşlar uyuyor. Tabiatın uyuduğunu görüyorsunuz. Siz de uyumak istiyorsunuz o anda. Bizim de uyumak istememiz vücuttaki biyolojik saatten dolayıdır herhalde. Bir huzur ortamı var.
İşte o anda ben bir kenara geçtim herkesten kaçtım. O radar istasyonunun kapısına kadar gittim. O da iyi bir şey rüzgârdan ve soğuktan koruyor insanı. Orada başladım düşünmeye. Bu az önce okuduğumuz ayetleri tekrar düşündüm. Baktım biz bu ayetlere o Keşşaf’ta olduğu gibi bir sürü ilave ve çıkarmalar yaparak mana veriyoruz. Şu ayeti bir nötr olarak anlamaya çalışalım. Sonra o ayeti hamdolsun ilk defa orada anlamı ortaya çıktı. Eğer bu şoku yaşamasaydık bunu anlayamayacaktık. Ondan sonra geriye dönerken kendime göre o an için bir hesap yaptık. Dedim ki bu gece sabah namazını beşe yirmi kala mı kılacağız öyle hatırlıyorum. Gittik eve dedim bakın görün saat dördü on geçe kuşlar ötmeye başlayacak. Çünkü gece çok kalktığım için biliyorum kuşlar sabah namazından bir yarım saat önce ötmeye başlarlar. Baktım saate ben çıktım biraz yattım. İndim aşağı uyku tutmuyor tabi. Baktım bizim Servet de Oslo’dan gelen Selahattin Bey var Allah razı olsun yemeklerimizi yaptı. Gerçekten çok iyi ağırlandık orada. Baktım onlar oturuyorlar. Dubleks bir villa şeklinde bir evde oturuyoruz. Bunu da bizim Bingöllü Hüseyin Kartay kardeşimizin villası. Kendisi evini ve arabasını bize bıraktı kendisi Bingöl’e gitti. Çok büyük bir ikram oldu. İndim aşağı saat dört. Balkona çıkın dedim bakın ki kuşlar ötüyor mu? Yok. Bekleyin bakalım saat dördü on geçe kuşlar ötmeye başladı! O ayeti doğru anlayınca sonuçlara varmak kolaylaşıyor. Şimdi en baştan İbrahim’e dedim ki o Avustralyalı olan. Bütün sistem bitti dedim. Hiçbir şey kalmadı. Ama gerçekten o saatte kuşlar ötmeye başladığı zaman Allah şükür mesela anlaşılmaya başladı. Sonra da biz namazımızı kıldık şu saatte de güneş doğuyor galiba diye bir kanaate vardık. Sonra ertesi gün tekrar geldi tekrar röportaj yaptılar. (Y.Ş.: Orada Kuran-el fecr’i görebiliyor musunuz?) Kuran-el fecri de göremiyorsunuz gasakul leyli de göremiyorsunuz. O da şuradan kaynaklanıyor. İşte bu el-hisap var ya. Güneşin batıya kayması var. Diğer kriterlerle ilgili şeyleri net ortaya koyamadık. Onun için burada net konuşmuyorum. Orada belirlendi de şu anda konuşmam yanlış olur. Görsel bir şey yok. Olmaması da normal. Siz namazla ilgili kitap hazırladınız olmazsa olmaz şey zikir değil mi? Ama diğer şartlarda bir takım rahatlamalar var. Abdest alamadığınız zaman yerine geçen teyemmüm var. Kıyam ve rükû yapamadığınız zaman yürüyerek kılıyorsunuz oturarak kılıyorsunuz, binili olarak kılıyorsunuz. Karşınıza düşman çıktığı zaman iki rekâtı yolculukta bir rekâta düşürebiliyorsunuz. Bütün bunların örnekleri var. O örneği buraya uyguladığınız zaman başka ayetler de var şimdi vakit yeterli değil. Ama şu ayeti de okuyalım ve bitirelim:
“Sabahın aydınlığını çıkarandır. O, geceyi dinlenme zamanı…” (En’am 6/96) Seken kelimesi. Gecenin görsel bir ayeti yok. Gündüz gecenin içinden sıyrılınca gündüzün kalitesinde değişme oluyor. Ama burada bir şey söyleniyor. Sekenen gecenin bir özelliği. Her gün gece olması oradan kaynaklanıyor. O yüzden Keşşaf’a yanlış dedik. O ayeti göremiyorsunuz ama hissediyorsunuz. Mesela arkadaşlarımızla gezerken şu anda ne oldu dedik herkes dedi ki şu anda güneş battı. Niye? Vücutta hissediliyor o. Isı farkı var. Tabiattaki yansıma farkı var birçok şeyler var. Ama tabii biz ona bakarak namaz vakitlerini ayarlayamayız. O başka bir şey. O sizde oluşan bir şeydir ama ayet onu gösteriyor. Sekenen diyor. “Güneşi ve ayı da hesap sebebi kıldık.” (En’am 6/96) Demek ki bizim o hesapları güneşe göre ayın hesaplarını da aya göre yapacağız. Bu her şeyi bilenin koymuş olduğu ölçüdür. Bu ölçüleri bu hesapları ortaya koyduğumuz zaman bizde çoğunlukta hâsıl olan kanaat şudur biz sadece güneşin doğmadığı ve batmadığı bölgelere göre değil aşağılara doğru işte doğu ve batının 46 derecelik yayın dışına çıktığı bölgelerle ilgili çok sağlam kriterler koyacağız inşallah. Ertesi gün yine İbrahim yine geldi. Şimdi nasıl dedi. Şu ana kadar düşündüğümüzden çok daha iyi bir sonuca ulaştık. Şimdiye kadar buralarda namaz ve oruç vakitleri sizin için çok büyük bir sıkıntı oluyordu şimdi çok büyük bir rahmet olacak inşallah. Hala o kanaatteyiz. Çalışmalarımıza devam edeceğiz. Umarım ki ramazandan önce hiç olmazsa o bölgeler için küçük bir takvim çıkarırız ama tüm bölgeler için çıkarılması biraz zaman alabilir. Böylece dersi de burada tamamlamış olalım.
(Yazıya Geçiren: Efe Mısırlı – [email protected])