Abdulaziz Bayındır: Bu şirk ile mücadele, bulaşıcı hastalıklarla mücadeleye benziyor. Bir saniye boş bırakmaya gelmiyor. Hemen anında, bakıyorsunuz ki hastalık yayılmış. Bir hastanın yanına 1000 tane sağlıklı adam götürseniz sağlık bulaşmaz hastaya ama hastadan hastalık bulaşabilir sağlıklı kişilere. Hastalıkların öyle bir özelliği var. Bulaşabiliyor. Ama sağlık bulaşmıyor. Öte yandan, sağlık kalıcılı başarıyı getiriyor, hastalık da ölümü ve sıkıntıyı getiriyor. Bugün İslam alemi maalesef bulaşıcı hastalıklarla mücadele ediyor. İşte biz de elimizden geldiği kadar insanları hasta yapan o mikropları öldürmenin peşinde koşuyoruz ama mücadeleyi bir an için bıraktığınızda her tarafı yine o mikroplar sarıyor. Hepiniz biliyorsunuz ki din açısından en büyük mikrop şirktir. Şirkten daha büyük bir mikrop yok. Çünkü AllahTeala, şirki hiç bir zaman için affetmiyor. “İnnallâhe lâ yağfıru en yuşrike bihi ve yağfıru ma dûne zâlike li men yeş’a” (Nisa 48). AllahTeala, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz ama onun altında kalan günahı, gereken gayreti gösteren kişi için bağışlar. Ama şirk günahı asla bağışlanmaz. Bunun manası şu: bir kişi müşrik olarak ölürse bağışlanmaz. Ya da o “li men yeş’a”yı işte gerekeni yaptığı kişi için bağışlar diye de anlamlandırabiliriz. Şirk günahının asla bağışlanmaması, bir kişi müşrik olarak öldüğü takdirdedir. Yoksa hayatta yaşarken bağışlanmayacak herhangi bir günah yoktur. Biliyorsunuz, Mekkeliler’in tamamına yakını müşrikti ama ilk Müslümanlar’ın tamamı da Mekkeliydi. Sonra Medine’ye hicret edildi. C. Hakk, şirki bağışlamaz sözünün anlamı, ölen insanlar eğer şirk günahı işlemişlerse cehennemden çıkma şansları yoktur. Ama şirkin dışındaki günahlardan işlemişler ise Allah Teala, şirkin dışındaki günahları işlemiş olanları cehennemden kurtaracaktır. Onu kendisi bildiriyor. Biliyorsunuz takva diye bir kavramımız vardır. Takva. Onun Türkçe karşılığı korunmadır. Bir kişinin en büyük korunması neye karşı olur? Şirke karşı olur. En büyük koruma şirke karşı olur. Yani asıl takva, kişiyi müşrik yapmaktan koruyan takvadır. Müşrik olmadığınız takdirde, Allah’a ortak koşmadığınız takdirde yada çok daha açık ifadesiyle Allah’ı ikinci sıraya koymadığınız takdirde bağışlanma ihtimaliniz vardır. Onun için asıl takva budur. Meryem suresini bir açarsak eğer. 311.sayfa. 68.ayetten itibaren C. Hakk şöyle diyor. “Fe ve rabbike le nahşurannehum veş şeyâtıne” Rabbine yemin olsun yada şöyle diyelim; Rabbinin şu sözüne çok dikkat edin. Çünkü yemin kelimesi Türkçe’de yemin diye tercüme edildiği zaman bir arapın anladığı anlamda anlaşılmıyor. AllahTeala’nın yaptığı yeminler, bir konunun önemini göstermek içindir. Ama onu Türkçe’ye tercüme ettiniz mi bir türk; “Allah Allah! Neden ihtiyaç duymuş” diye şaşırır. Yapan Allah ise o zaman sesini çıkarmıyor. Anladığından değil saygısından dolayı. Mesela siz şimdi kendi hayatınızda bakın, bir yerde gidip de bir şey söylediğiniz zaman arkasından bir de yemin ederseniz ne derler size? “Ya niye yemin ediyorsun kardeşim? Biz, sana inanmazlık etmedik ki”. Hele güvendiğiniz, inandığınız, saygı duyduğunuz birisi yemin ederse o zaman “Allah Allah! Ne gerek vardı buna?” çok şaşırtıcı bir şey olur. Bu yemini eden Allah olduğu zaman da büsbütün şaşırırsınız Türkçe açısından. Ama bir Arap için bu son derece normaldir. Çünkü Arap, o yemin ile bizim anladığımız yemini anlamıyor. Yani bir Türk’ün anladığı şekilde anlamıyor, konunun önemine dikkat çekildiğini anlıyor. O zaman biz de o şekilde anlam vereceğiz ki bir Türk de doğru anlasın. Yemin diye tercüme ederseniz, arkasında bir sürü açıklama yaparsınız gene de bir şey anlamaz. Adam der ki; “Haaa! Gene anlamadım”. Önce Haaa, der sonra gene anlamadım der arkasından. “Fe ve rabbıke le nahşurennehum: Rabbiniz’in şu sözüne çok dikkat edin. Onları şeytanlarıyla birlikte bir araya toplayacağız”. Bunlar, günahkarlar. Yani günahı, sevabından çok olan insanlar. Meryem suresi 68 ve devamı. “Summe le nuhdırannehum havle cehenneme cisiyya: sonra onları, cehennemin çevresinde diz çökmüş vaziyette toplayacağız”(68). Şimdi bu cehennem kelimesi hem o cehennemin tamamının adı hem de cehennem içerisindeki ateş kümelerinin adı. Her birisine de o deniyor. İkisi için de kullanılıyor. Yani ateş kümesinin çevresinde toplayacağız.
“Summe le nenzianne min kulli şiâtin eyyuhum eşeddu aler rahmâni ıtıyya”(69). Şimdi hepsi bir araya toplandığı zaman hangisi Rahman’a karşı daha fazla baş kaldırmış, onları oradan soyutlayacağız. Şimdi Allah’ın emirlerini tutmayan insanların hepsi C. Hakka baş kaldırmış oluyor. Mesela işte salı günkü derste sorulmuştu: Adem(as) da Allah’a baş kaldırdı, İblis de baş kaldırdı değil mi? Yani Adem(as) da Allah’ın emrini yerine getirmedi o yasqk ağaçtan yedi. İblis de Allah’ın emrini yerine getirmedi. Ne yaptı? Secde etmedi. Faka İblis, kendi yaptığını suç saymadı. Benim yaptığım doğru dedi. Doğru deyince ne oluyor? Daha ağır bir işlemiş oluyor. Yani siz şöyle düşünün: bir iş yeriniz var. O iş yerinde çalışanlara bir talimat veriyorsunuz. Mesela satıcılara diyorsunuz ki; “şu mausu, 100 liradan pahalıya satma yada 80 liradan aşağıya satma diyorsunuz mesela. Bilmiyorum kaç lira olduğunu ya. 10 lira diyelüm hadi. 10 liradan aşağı satma dediniz. Baktınız ki birisi 9 liraya satıyor. İkisi de var, 9’ar liraya satmışlar. İki tane çalışan. Diyorsunuz ki birisine; kardeşim, bunu niye 9 liraya satıyorsun? Ben size demedim mi 10 liradan aşağı satmayın? İkisini çağırıyorsunuz. Onlardan birisi diyor ki; patron, kusura bakma. Hakikaten yanlış yaptık, özür dilerim diyor. Öbürü diyor ki; kardeşim, 9 liraya sattığın zaman da para kazanıyorsun. Niye satmayayım? Patron ikisine de aynı davranır mı? 9 liradan fazla satılmaz kardeşim diyor, tabi 9 liraya satılacak. Patron nedir? Burada patron senmisin benmiyim der değil mi? Sen, kendi iş yerinde bunu yaparsan yap ama burası benim iş yerim, benim emrim geçer der. Bunlardan ikisine aynı muameleyi yapar mı? İkinciyi atar işten. Atmaz ise zaten olmaz. Orada patronluğa soyunmuş. İşte Allah ne yaptı İblisr: in oradan aşağı dedi değil mi? İblis dedi ki. C. Hakk, ona sordu. Dedi ki; “ka le meneake el lâ tescude iz emertuk”, sana emrettiğim halde sen niye secde etmedin? “Ene hayrun minhu: ben daha hayırlıyım” (ARAF 12)niye secde edeyim yani. Ne dedi Allah? “Fe mâ yekûnû leke en tetekebbere fihâ: orada kendini büyük görmeye hakkın yok”. Kendini büyük görme derken kime karşı büyük görüyor? Allah’a karşı değil mi? Patronluğa soyunmuş oluyor. Yani işyerindeki işçi gibi pstronluğa soyunmuş oluyor. “Fahruc inneke mines sâgırin” (ARAF 13)çık dedi, sen alçaklardansın. İşte o patron da adama der ki; derhal işinden ayrıl. Bir daha seni gözüm görmesin der. Peki Adem(as) da Allah’ın emrini yerine getirmedi? Yasaklanan meyveden yeme yasağına uymadı ve yedi. Niye yedin dediği zaman: “ne olacak çok lezzetliydi yedim” diyebilirdi değil mi? Demiyor. Ne diyor? “Rabbenâ zalemnâ enfusenâ: ya Rabbi, biz yanlış yaptık”(ARAF 23). O iki kişi gibi yani. “Patron, ben yanlış yaptım. Sen haklıydın”. Aynen onun gibi. Dikkat edin, hayatımızda da hiçbirimiz şirkten hoşlanmayız. Çünkü Allah’ın kanunları hepimizin fıtratında var. Hepimizin yapısına Allah koymuştur. Yani Müslman olsun olmasın, dünyada herkes b kanunların içinde yaşar. Ondan dolayı Allah’ın emirlerine aykırı iş, yeryüzünde yaşayan her insanı rahatsız eder. Her insanı rahatsız eder. Yani müslüman kafir ayrımı olmaksızın her insanı rahatsız eder. Niye? Çünkü her insan, Allah’ın yarattığı kişidir. Her insanın özelliklerini C. Hakk belirlemiştir. Her insan, Allah’ın koyduğu kanunlar çerçevesinde hayatını yürütür. Dolayısıyla Allah’a eşit uzaklıktadır. Allah, kimseyi kimseye kayırmaz. Herkesi de kendi elindeki imkanlara göre imtihan eder. Şimdi burada işte şirk günahında bulunan, şirk günahını işleyen kişi, Allah’a karşı bir isyanda bulunur. Adem(as) da isyanda bulunmuştur. Çünkü Allah, Adem(as) ile ilgili ne diyor Taha suresi 122 mi 123 mü? “Ve asâ âdemû rabbehu ve gavâ”. 121. Taha 121. Adem, Rabbine isyan etti. “Ve gavâ” ‘gav’ suçunu işledi yani kendi kafasına göre bir kurgu oluşturdu. “Gav” suçunu şeytan da işlemiştir. O ayette “Fe bimâ agveyteni” diyor Araf suresi 17.ayet.(16.ayet olacak) “Fe bimâ agveyteni” bu ‘gav’ suçuna beni soktun ya diyor, Allah’ı suçluyor. Niye? Kendine göre bir hayal dünyası oluşturuyor şeytan. Şeytan diyor ki; tamam diyor, ben şimdi Allah’tan insanların yeniden dirileceği güne kadar da yaşama hakkı da alıyor ya. Bunlardan öcümü alırım. Ondan sonra da diyor tevbe eder kurtulurum diyor. Yeniden dirilecekleri güne kadar müsade alıyor ya. Niye alıyor ki? Herkes ölecek yeniden dirilene kadar fırsat var. O arada da tevbe ederim diyor. İşte kendine göre bir kurgu oluşturuyor. Bütün günahkarlar, kendine göre bir kurgu oluştururlar. Adem(as) da kurgu oluşturuyor. Diyor ki; ben şu ağaçtan yersem ölümsüzleşeceğim. Sonsuz saltanat. Ondan sonra bir çaresini buluruz. C. Hakk’tan af dileriz falan. Önce şunu bir elde edeyim. Tıpkı, bir kredi alayım, şu evimi alayım, arabamı da alayım ondan sonra Allah’tan af dilerim. Ne yapar? Herkes “gav” dediğimiz odur. Yani kendine göre bir dünya kurar. Bu, Allah’ın dünyası değildir. Alternatif şey kurar. O alternatif kurduğunuz şeyde kendini suçlu kabul eder de etmez de. Kendini suçlu kabul ederse günahkardır, etmezse müşriktir. O kadar. Aynı suçu işleyen iki kişi bakın. Yani Adem(as) ile İblis’e bakın. Allah, İblis’e dedi ki; “Adem’e secde et”. Etmedi. Adem(as)’a da dedi ki; “şu ağaçtan yeme ve İblis’i kendine düşman bil”. Adem(as) iki suç işledi, İblis bir tane işledi. Yani hem İblis’i kendisine dost bildi hem o meyveden yedi. “İnni lekum alel minel nâsıhîn” diyor ya Araf suresinde. “Ve kâsemuhumâ inni lekuma le minen nâsıhin”(ARAF 21(. Adem ve Havva’ya yemin ediyor İblis. Yemin ettiğin zaman demek ki o kadar..bak buna çok çok dikkat edin. İblisler böyledir. Hep dini kavramları kullanırlar. Yemin, dini kavram değil mi? Allah’a yemin ediyor. Bir de “inni lekuma minen nâsihîn: ben, sadece sizin iyiliğinizi istiyorum”(ARAF 21) Ama Allah, bu sizin düşmanınızdır dedi. Niye O’nu dinliyorsun da Allah’ı dinlemiyorsun? Adem iki suçu işledi, İblis bir suç işledi en başta. İlk. Ama İblis, Allah’ın huzurundan kovuldu. Çünkü kendini suçlu saymadı. Kendini suçlu saymadığı zaman kendini Allah ile eşitlemiş oluyor orada. Kendi kendini Allah’a ortak koşuyor. Kendi nefsini Allah’a ortak koşuyor. Ama Adem(as), kendini suçlu saydı. Suçlu saydığı zaman kendini Allah ile eşitlemiş olmuyor. Diyor ki; ben yanlışım ya Rabbi, senin dediğin doğrudur. İşte bu bir kulluktur. Bu kulluktur, onun için ortak koşma değildir. İşte bu ayette diyor ki C. Hakk Meryem suresinde 68. ayet; “ve rabbike: Rabbinin şu sözüne çok dikkat edin” demiş oluyor C. Hakk. “Le nahşurennehum veş şeyatine ” elif-lam’ı muzafunleyh olarak şey yaparsanız “onları, kendi şeytanları ile birlikte toplayacağız”. Çünkü sorgularda hep birlikte olacaklar. “Summe le nuhdırannehum: sonra onları, şeytanları ile birlikte bir araya getireceğiz”,”havle cehenneme: ateş kümesinin çevresinde”,”cisiyya: diz çökmüş olarak”(68). Peki hepsi geldi. Burada yukarılara bakarsanız kafir de var, müşrik de var, hepsi de var. Zaten müşrik ike kafir farketmiyor ikisi de aynı da yani yukarıdan itibaren alırsanız günahkarı da anlatıyor C. Hakk, müşriki de anlatıyor.
“Summe le nenzianne min kulli şiatin: her bir guruptan seçeceğiz”. Aynı günahı işleyen iki kişi, birlikte oturmuş içki içmişler. Oraya gelmiş. Birisi içiyor diyor ki; “ya işte bu günaha battık, ya Rabbi beni affet”. Öbürü de; “ya kardeşim, bu hocalar yasaklamış da bir tadına baktılar mı?”. Allah yasaklamış da demiyor. Biliyor yasaklayanın Allah olduğunu da hesabına gelmiyor çünkü. İkisi de aynı sofrada içki içen kişi, birisi günahkar oluyor birisi müşrik oluyor. Onların hepsini getirdi buraya şeytanlarıyla birlikte. O zaman kim oradan şey yapacak? Şeytanları soyutlayacak değil mi? “Summe le anzienne: sonra oradan soyar çıkartırız”,”min kulli şiatin: her bir şia”. Şia nedir? Yani ekip mi diyelim? Cemaat mı? Topluluk mu? O Şia manasında değil. Bir şeye taraftar olanlar. Ne diyoruz biz bugün? Ortaklaşa günah işledikleri kişiler yani. Ne diyelim? Arkadaşları, kankaları, gurupları. Yani günahta ittifak ettikleri kişiler. Ekip halinde heo beraber gidiyorlar, içiyorlar, eğleniyorlar, bilmem ne yapıyorlar falan. İşte ona şia deniyor. Yani bir arada olan topluluklar. Ama hepsinin şeye bakışı aynı değil. Birisi kendini günahkar sayıyor, birisi saymıyor. Aynı suçu işlemişler. O suç karşısında tavırları farklı. “Eyyuhum eşeddu aler rahmâni ıtiyyâ: hangisi Rahman’a karşı daha fazla baş kaldırmış?”(MERYEM 69). Hepsi de kaldırmış ama hangisi daha fazla? Hangisi Adem gibi, hangisi İblis gibi. İblis gibi olanlar şıyatin oluyor değil mi? Şeytanlar oluyor. İşte o zaman diyor ki Allah; soyup çıkaracağız onları, “summe le nahnu a’lemu billezine hum evlâ sıliyya: sonra biz, elbette çok iyi biliyoruz hangisi orada yanmaya/kızarmaya daha çok layıktır o ateşin çevresinde”(MERYEM 70). O ateşte, cehennemde elbette ki çok daha iyi biliyoruz. Hepsi bizim bilgimizde. “Ve in minkum illâ variduhâ” diyor. Sizin her biriniz, oraya mutlaka gireceksiniz”. Kim? “Ve in minkum” yani o şeytanlarla birlikte günahkarlık yapanlar, aynı günahı işleyen guruplar hepiniz gideceksiniz. Şimdi bunu şöyle anlıyorlar: her müslüman gidecek. Her insan gidecek. Hayır. Buna imkan yok. Ayetleri bağlantılarından kopardığınız zaman istediğiniz tarafa götürüyorsunuz. Yani şu ceketimin kolunu buradan koparın, istediğiniz tarafa götürün. Götürüp çöpe de atabilirsin. Ama kolunu koparmadığın zaman ceketi olduğu gibi şey yapmanız lazım. Mesela şu direk burada bulunduğu zaman bu direği hiç bir yere yapamazsın ama bu direği oradan sökebiliyorsanız götürür çöpe atabilirsiniz. Dolayısıyla ayetleri bağlamından kopardınız mı o zaman istediğiniz anlamı yükleyebiliyorsunuz. Burada bağlamından kopararak “ve im minkum illâ vâriduhâ” (MERYEM 71)herkes cehennemi görecek deniyor. Hayır kardeşim, öyle değil. Allah bu konuda ne diyordu? “İnnellezine sebekad lehum minnel husna: bizden el husna sözü daha önce verilmiş olan kişiler”. ‘El husna’ ne demek? Kim iyilik yaparsa daha iyisi ile karşılanır anlamına geliyor. İsterseniz bu ayeti bir okuyalım ondan sonra o ayete bakarız. Enbiya 21.sure sayfa 331 Enbiya 101. Önce o ayeti okuyalım sonra bağlantılı ola ayetini okuruz. Diyor ki Allah; “innellezine sebekad lekum minnel husna ulâike anhâ mub’adûn” sayfanın son ayeti. Bizden el husna sözü verilmiş olanlar. El husna sözü verilmiş olanlar kimdir? Onun cevabını ayetten bulacağız. O dursun bir kenarda da el husna sözü: ona geleceğiz. “Daha önce kendisine el husna sözünü vereiğimiz kişiler”. “Ulâike anhâ mub’adun: onlar cehennemden uzak tutulacaklardır” diyor. Orada uzak tutulacaklardır diyor bunda ise cehennemin çevresinde oturacaklar. O zaman bunlar ayrı ayrı guruplar değil mi? El husna sözü verilmiş olanlar başka, bunlar başka. Öylesine uzak tutulacaklar ki “lâ yesmeune hasisehâ: cehennemin hışırtısını bile duymayacak”. Bırakın çevresinde oturmayı hışırtısını bile duymayacak. Uzaktan hiç onu bile duymayacak. “Ve hum fi meşreheten fusuhum hâlidûn: onlar, canlarının çektiği nimetler içerisinde ölümsüzleşmişlerdir” diyor. Onlar, keyif ve eğlencelerinde. Keyif ve eğlence sırası onlarda şimdi. O zaman öyleyse ayet böyle olduğuna göre “ve im minkum illâ variduhâ: sizden her biri mutlaka oraya gidecektir”(MERYEM 71) dendiği zaman, “siz” kim oluyor burada? Kendisine ‘el husna’ sözü verilmemiş olan kişiler. Yani ne diyor AllahTeala? “Ve em mamen haffet mevâzinuhu: tarıları /mizanları hafif gelenler”. Yani günahı, sevabından çok olanlar. “Fe ummuhu hâviyeh: onun anası vaviyedir”(KAARİA 8-9). Ana dediği yani gidip yanında duracağı haviyedir. “Ve mâ edrâke mâhiyeh: haviyenin ne olduğunu sana kim bildirdi”,”nârun hamiyeh: sıcak bir ateştir”(KAARİA 10-11) İşte cehennem. Peki “innellezine sebekad lehum minel husna”(ENBİYA 101) ne? Hatta El Karia suresinin öncesinde de var. “Ve emma men sekulet mevâzinuh fe huve fi ışetir râdiye”(KAARİA 6-7) tartıları ağır gelenler yani sevanı günahından fazla gelirse “fi işetir radiye” hoşuna giden yaşayış. Zaten burada da söyledi. “Ve hum mel fusihum halidun” artık keyif onların keyifi. Öyleyse burada ne dedi? Günahı sevabından ağır gelen/hafif gelen. Şimdi günahı sevabından ağır gelen cehenneme gidecek. Peki bir adam şirk günahı işlemişse bu bütün sevaplara bir kere ağır gelir. Tek başına yeter ağır gelmesi için. Öyleyse günahı sevabından ağır gelmek/hafif gelmek kimlerle ilgili bir kavram? Şirk günahı işlememiş olanlar ile ilgilidir. Şirk günahı işlemil ise zaten günahı ağırdır. Şimdi gelelim bu el husna sözü verilenlere. 53.surenin 31 ayeti. 528. sayfa. Necm suresi. Burada AllahTeala diyor ki; “ve lillâhi mâ fis semâvâti vel ard: göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır”,”li yecziyellezine esâu bimâ amilû: kötülük yapanlara, yaptıklarının karşılığını vererek cezalandırsın diye”. Onun için “men câe bil haseneti felehu aşru emsâlihâ vemen câe bi seyyieti fe lâ yucza illâ misleha”(EN’AM 160) hani bir insan bir iyilik yaparsa en az 10 sevap alır ama bir günaha bir günah. Cezada katlanma yok. Sevapta katlanma var. Ondan sonra diyor ki; “ve yecziyellezine ahsenu bil husna: iyilik yapanlara daha iyisini versin”(NECM 31)Daha iyisi, en az bire on. Daha fazlası da var. Dolayısıyla bütün bunlardan şu ortaya çıkıyor: tekrar Meryem suresine geliyoruz, 71.ayete. “Ve in minkum illa vâriduhâ” sizin her biriniz yani bu şeytanlarla birlikte olup da günahkarlık yapan insanlar, mutlaka oraya gireceksiniz. Çünkü günahınız sevabınızdan fazla. “Kâne alâ rabbike hatmen makdıyya: bu, Rabbini de bağlayıcı kesinkeşmiş bir karadır”. Bu, Allah’ın kanunu. Değişmez bu. Kadiyye-ı mahkeme diyorlar değil mi bugün? Yani artık kesin karar. “Summe: daha sonra”,”nuneccillezinet tekav: kendisini koruyanları kurtaracağız”. Cehenneme girmiş, kendini korumuş. Kim olur bu? Neyden korumuş olur? Şirkten korumuş olur. Şirkten korumuş olanları kurtar..işte “li men yeş’a” bu. Allah’ın koyduğu kural işliyor burada, o kurala uygun olarak. Nedir kural? Şirkten uzaksa o zaman bakılacak, sevabı günahından fazla mı değil mi? Sevabı fazla ise doğru cennete. Günahı fazlaysa cehenneme. Ondan sonra şirkten uzaksa cehennemden kurtarılacak. Niye “ittikav”, muttaki olanları kurtaracağız diyor Allah. “Ve nezeruz zâlimine fi hâ cisiyyâ: o zalimleri de cehennemde diz çökmüş olarak bırakacağız. İşte kendisini korumuş olanlar, neyden korumuş? Şirkten korumuş olacaklar. Peki şirkten korunma, demek ki takvanın asıl en önemli bölümü bu. Kendini, bir kere şirkten koruyacaksın. Şirkten korunma ne? Mesela çok iyi bir dostunuz olur. Bir müddet sonra bakarsınız ki artık sizinle telefonları azaldı, sizi gördüğü zaman fazla mutlu olmuyor falan. Ne dersiniz ona? Ne oldu ağa? Başka dostlar buldun galiba? Bizi ikinci sıraya bıraktın. Değil mi? Denmez mi? İşte “Peki bana düşman mı diyorsun?” “Sen benim zaten dostumsun”. “Tabi ki elbette. Ona bir şey demiyorum ama sen, beni ikinci sıraya bıraktın”. İşte C.Hakkı da ikinci sıraya bırakanlar müşrik olmuş oluyorlar. Ve ne denir? Başka dostlar buldun, artık beni görmiyorsun der değil mi? Gerçekten görmemekmidir? Görmezlikten gelmektir. İşte o başka dostluk da Allah’ı görmemezlikten gelene de ne deniyor? Kafir deniyor. Görmeyen değil, görmemezlikte gelen. Tamam. Yani başkasını birinci sıraya alıp, C. Hakkı ikinci sıraya aldığı için müşrik, o birinci sıraya aldığına yoğunlaşıp Allah’ı görmezlikten geldiği için de kafir oluyor. Dolayısıyla her müşrik kafir, her kafir müşrik oluyor. İşte burada şu var: bir örnek aklıma geldi de biraz sert bir örnek olsun ki akılda kalsın. Mesela diyelim ki karı koca eşler. Bir erkek, hanımından istemesi gereken şeyi, o da bir başka kadından istese o kadın ne yapar? İsyan eder değil mi? Yada kadın, kocasından istemesi gerekeni bir başka erkekten istese? O da ortalığı yıkar yani. Ne oldu, hayırdır! Ne oluyoruz! Her iki tarafta ortalığı yıkarlar ikisi de. Çok tabii bir şeydir. Bak görüyormusunuz, şirk, insanı ne hale getiriyor. Biliyorsunuz şimdi bu son zamanlarda paralel yapı kelimesi çok gündemde. Niye çok sert bir tepki gösterildi? Çünkü iktidara şirk koştular. Öyle değil mi? Ben, iktidarı seninle paylaşmam diyor. Eee o zaman her insan, bak işte az önce de söylemiştim ya. Allah, bize öyle bir yapı da yaratmış ki herkes şirkten duyduğu rahatsızlığı hiç bir şeyden duymaz. Onun için nedir mesela az önceki hanım/bey mesela erkek katısından görse onu kadın ne yapar? Asiye Hanım diyor ki; boşar onu. Doğru. Boşamak için elinden geleni yapar. Tamam. Kadın da erkek de boşanmak isterler. Bu olmaz. Kabul edilemez bir şeydir bu derler ikisi de değil mi? Reddederler. Çünkü insanın fıtratına aykırı bir şey. “Bu ne demek! Onun kocası benmiyim o mu. Yada onun karısı benmiyim başkasımı bilelim. Ne oluyor!”. İşte bu, C.Hakk’ın bizim şeyimize koyduğudur. Orada da iktidar kim? İşte o paralel yapı meselesi. “Bu ülkenin başbakanı kim? Bu ülkenin cumhurbaşkanı kim?”. Evet işte bunlardan en affedilmez olanı haa! Biz şöyle şey yapalım: ve insanlar, “sen bana büyük bir özür borçlusun. Şuna, şuna, tamamen şey yapmadan ben, seni affetmem. Kesin emin olmam lazım” iki taraf da der. İşte C. Hakk da ne diyor? Şirk konusunda, eğer benden özür dilemezsen seni affetmeyeceğim diyor. Öldükten sonra özür dileme imkanı ortadan kalkıyor, yaşadığın sürece dileyebilirsin. Özür dilemek de tevbe ve istiğfardır. İşte şimdi bakıyorsunuz ki insanlar, en çok da şirk günahını işliyorlar. Enteresan yani. Kendilerine karşı olduğu zaman asla tahammül etmedikleri şeyi hiç affedemiyorum dersiniz. “Gözüne dizine dursun”. Kadın der ise; “saçımı süpürge yaptım. Senin için şunu yaptım, bunu yaptım”. Erkek öbürünü söyler. Yani her konuda böyle. Ben, kadın erkek örneğini verdim zihinlerde kalsın diye ama hep öyledir. “Bu kadar emek selamı sabahı da kesti”. “Nankör”. İşte bütün müşriklik nankörlüktür. C. Hakk, onu asla affetmiyor. Peki siz, karşı tarafın taleplerini karşılayamadığınız için onu başka tarafa göndermil olabilirsiniz. Bu, gayet normaldir. Taleplerini karşılıyamamışsınızdır. Ama AllahTeala, insanların taleplerini karşılıyamayacak güçtemidir? Her şey O’nun elindedir. Seni yaratan O’dur, yaşatan O’dur, öldürecek, yeniden yaratacak olan O’dur. Dolayısıyla Allah’a karşı şirk, insanlara karşı şirk ile kıyaslanmayacak kadar büyük bir günahtır. Burada Allah, bize şöyle şey yapıyor Fatiha suresinde. Önce mesela başlıyor “bismillahirrahmanirrahim, elhamdu lillahi rabbil âlemin: yaptığını güzel yapma, tüm varlıkların sahibi olan Allah’a mahsustur”. Yani varlıkların sahibi Allah ne yaprsa güzelini yapar. Öyleyse sen, şu anda kötü durumdaysan o da senin lehine demektir. O zaman sen, onun iyi tarafını düşün, isyan tarafını değil. Çünkü mesela sınıfta ders çalışmak da talebeyi sıkar, imtihana girmek çok rahatsız eder ama sınıf atlamanın da başka yolu yoktur. C. Hakk da bize sıkıntılar verir falan, doğru ama bunu mutlaka hayırlı olarak verir. Ne yapmış ise yapan O. Hayırlı yapmıştır. Benim günahımdan dolayı ise tevbekar olurum. O da büyük bir hayırdır. “Elhamdu lillâhi rabbil âlemin: yapığı her şeyi güzel yapmak, tüm varlıkların sahibi olan Allah içindir”. Tüm varlıkların sahibidir, sen de bir varlıksın. O zaman senin de sahibin. Ee ne yapayım benim bir sahibim yok, beni nir koruyan birisi yok diyebilirmisin? Diyemezsin. Senin sahibin işte Allah. En güçlü olan, senin sahibin daha ne istiyorsun? Allah beni unuttu falan, filan diyemezsin. Senden daha güçlü bir insan olmaz ki. Sen, bunun şuurndaysan dünyada en güçlü sensin. Tek kişi de olsan en güçlü sensin. “Errahmânir rahim: rahman ve rahimdir”. Yani iyiliği sonsuzdur, günahkara da isyankara da herkese de iyilikte bulunur. Bir de ikramı vardır bol miktarda. O da özel. O zaman gayret et, ikramları haket. “Mâliki yevmid din”. Esas hesap verme günü var. Din günü. Din nedir? Allah’ın vermiş olduğu bütün nimetlere karşılık bizden istediği görevdir. Yani borçtur. Din, borç. “Deyn” kelimesinden gelir. Allah bize o kadar çok nimetler vermiş ki her şeyimizi ona borçluyuz. Buna karşılık bizden bir takım isteklerde bulunmuş. O istekler de bizim lehimize olan şeylerdir. Bizi geliştiren, bizi dünyada da ahirette de mutlu eden şeylerdir. Evet orada rahman ve rahim, mâliki yevmid din: hesap gününün tek yekilisi. Hesap verirken şundan bundan destek alma imkanımız yok. Eee! O zaman ne oldu? Sahibimiz O. Herşey O’nda “iyyâke na’budu ve iyyâke nestain” ya Rabbi, kulluğu yanlız sana yapaız ne demek? Kayıtsız şartsız boyun eğme sadece sanadır. Ama senin dışında herkes ile kime boyun eğersem eğeyim kaydı ve şartı vardır: senin emrine aykırı olmamak şartıyla. Bir şeyi sen emrettin mi nedeni, niçini yok. Başüstüne bitti. Yeter ki senin emrin olduğunu bileyim. Ama o konuda da kesin olması lazım. Birisi çıkıp da Allah böyle emretmiş derse onun İblis olup olmadığından emin olman lazım. Bana, kaynağını göster diyeceksin. Göstereck, ondqn sonra gerçekten doğrumu tamam, o zqman başüstüne. Onun için her müslüman sorgulayıgı olmak zorundadır İblisler’e fırsat vermemek için. “İyyâke na’budu ve iyyâke nestain” ya Rabbi, kulluğu yanlız sana yaparım. Kayıtsız şartsız sadece sana boyun eğerim, başka hiç kimseye değil. Birinci sırada sen varsın. Peki yanlız sana kulluk ederim, yanlız sana köle olurum başkasına değil diyen kişi, hürriyet bakımında hangi noktada olur? Bundan daha büyük bir hürriyet düşünülebilir mi? Onun için İslam’da hürriyet, olmazsa olmazdır. Kişisel hürriyet çok çok önemlidir. Çok çok önemlidir. Yani Müslümanlar’ın dünyaya karşı işledikleri günahlar o kadar büyüktür ki ondan dolayı AllahTeala, ayetlerini gizleyenleri insanlık da lanet eder diyor. Çünkü bütün insanlığı hürriyete kavuşturacak olan tek yol budur ama öyle değil şu anda. Şu anda batı sistemi de hepsi, dünyada hakim olan sistem tamamen kölelik sistemidir. Hürriyet sistemi diye bir şey yok yani. Ama sürekli de uyuşturdukları için, insanlar köle olduğunun farkında değiller. Evet, “iyyâke na’budu ve iyyâke nestain”. O zaman kulluğu yanlız sana yaparsam yardımı da yanlız senden isterim diyeceksin. Bitti. Niye? Çünkü siz, birisinden bir şey istediğiniz zaman o da sizden bir şeyisteyecektir. O anda ihtiyaçlı (olan) siz olduğunuz için O, sizden biraz daha fazlasını isteyecektir. Sizi köleleştirmeye çalışacaktır. Peki biz, birbirimiz ile yardımlaşmayacakmıyız? Esas bugünün konusu bu. Biraz sonra Enes Hoca’yı da dinleyeceğiz. Şimdi burada karşılaştırıyor. Yanlız senden istiânede bulunurum. E peki ne olacak? Az önce ben, Yahya’ya dedim ki; “şu ayete bir bak”. Şirk mi oldu şimdi? Bu ayet neredeydi diye sordum değil mi? İşte şeytanlar böyle yerde devreye girerler, zihinleri karıştırırlar yani iveç denen, dış görünüş itibarıyla haklı gibi gözüken ama içerisinde şeytanlıklarını gizledikleri bir hava içerisinde olurlar. “İyyâke na’budu ve iyyâke nestain” ya Rabbi, kulluğu yanlız sana yapar istiâneyi de senden yaparız. E peki Allah, yanlız senden yardım isteriz dedirtiyor bize her namazda. Bir taraftan da dedirtiyor ki; “ve teâvenu alel birri vet takvâ teâvenu alel ismi vel udân: iyilik ve takva konusunda birbiriniz yardım edin, günah ve düşmanlık konusunda yardım etmeyin”(MAİDE 2) diyor. O zaman peki nasıl oluyor bu? Evet şimdi bugün, esas o konu üzerinde duracağız. Fatiha suresini bitireyim. Sonra C.Hakk’a diyoruz ki; “ihdinas sıratal mustekim: ya Rabbi, bana doğru yolu göster”. Çünkü etrafımda o kadar insanlar var ki benim dindarlığımı kullanarak beni yanlış yöne yönlendirecek, bana doğru yolu göster. Ben o yola girme kararındayım. Bana doğru yolu göster. Allah da orada gösterir kişiye doğru yolu. Bak nasıl gösterir: hepiniz kendi hayatınızda defalarca bunu yaşamışsınızdır. O yanlışlar, bozuk bir yemek gibidir. Yediğiniz zaman sürekli midenizi rahatsız eder. Yalan söz gibidir, sürekli içinizi karıştırır. Bir türlü tatmin olmazsınız. Mesela içki içenler. Onun yanlış olduğunu gayet iyi bilirler ama bir müddet sonra alışırlar, hoşlarına gitmeye başlasa bile kötü iş yaptıklarını gayet iyi bilirler. Diyorsunuz ki; ya Rabbi, bana doğru yolu göster. Allah mutlaka sana doğruyu gösterir. Ondan sonra o doğru ile menfaatleriniz arasında tercih yaparsın. Menfaatini tercih edersen, o zaman C.Hakk’ı ikinci plana itme suçu ile karşı karşıya kalmış olursun. “Sırâtallezine en’amte aleyhim” bir de örnek, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna/yolunu göster ya Rabbi. İşte nebiler var. Örnek de gerekiyor çünkü. Yapayım da nasıl yapacağım? Bir örnek olsun. Nebiler var, sıddıklar var yani özü sözü doğru olan insanlar var. Şuheda dediğimiz gerçekten uzman kimseler var. Şehid değil. Şuheda, şehit değil. Uzman kişiler. Kendi sahalarında ayakları yere düzgün basan uzman insanlar var. İşte böyle iyi örnekler. Onların yolunu bana göster diyorsun. “gayrıl magdubi aleyhim: gazaba uğramamış olanların yolunu göster. Allah’ın gazabına kim uğrar? Kim yanlış yaparsa onlar. “Ve lad dâllin: ve yoldan çıkmamış olan kişilerin yolunu göster” diye dua ediyoruz. Şimdi burada demek ki burada ya Rabbi , yanlız sende yardım isteriz dediğimiz zaman bakıyorsunuz ki konuştuğunuz kişiler sanki bu Allah’ın sözü değilmiş gibi bu sözü etkisizliştirmenin mücadelesine giriyorlar. “Vellezine yucadilune fi ayatillahi muacizine” hatırlıyormusun neredeydi? Bak bakayım. Allah’ın ayetlerini etkisiz hale getirmek için bir mücadeleye giriyorlar. “İyyake na’budu ve iyyake nestain”. 22.sure 51.ayetmiş. 339.sayfa.
Katılımcı: Sebe suresinde de geçiyor.
Abdulaziz Bayındır: Sebe suresi kaç?
Katılımcı: 55.
Abdulaziz Bayındır: Neyse bunu okuyalım da yeter. Şimdi diyor ki AllahTeala; “Vellezine seav fi âyâtina muacizin: Ayetlerimiz konusunda gayret gösteriyorlar”. Ayetleri aciz bırakacaklar ne yapacaklar? Kendileri üste gelecekler. Yani Allah’ın ayeti altta kalacak kendileri üstte. Kendi görüşlerini Allah’ın görüşünün üzerine hakim kılacaklar. “Ulâike ashabul cehim: onlar cehennemliktirler diyor. Bu, C.Hakk’ın sözü. Şimdi biliyorsunuz Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış kitabımız var. O kitabın hikayesinden çok kısa bahsedeyim. Erzurum’da doğduk büyüdük. Benim yakın çevrende de uzak çevremde de tarikat, tasavvuf hiç yoktu. Ben üniversitede bir arkadaşımın vasıtasıyla ilk defa bir tarikatın halifesiyle görüştüm. Ve benim yapım çocukluktan beri bana söylenen ne olursa olsun onu iyice tartmadan kabul etmem. Ondan dolayı sürekli hocalara itiraz etmekle meşhurdum eskiden sınıfta hoca bir şey konuştuğu zaman. Üniversitede bazı hocalar vardı gözümün içine bakarak konuşurdu. O zaman da bezen böyle bir şey yapardım, az bir kendi tavrımı değiştirirdim adam ne konuşacağını şaşırırdı. Böyle olduğu için o tarikat halifesine bşr arkadaşın zoruyla gittim. O zama kendi kendime dedim ki; ne pahasına olursa olsun sesimi çıkarmayacağım. Bir bakayım nasıl bir şey. Kendi kendine mücadele. Gitti oraya herkes adamın elini öptü ben de öptüm. Dedik ya ne pahasına olursa olsun. Şindi başladılar konuşmaya, tahammül mümkün değil ama sustum, sesimi çıkarmadım. Anlamışlar galiba bendeki renk değişikliğini. Sonra geldi benimle epeyce meşgul oldular, bir şeyler yaptılar. Tabi onlara orada değil de başka yerde gerekeni söyledim. O şahsın dudukları elime değdi diye çok afedersiniz çok uzun yıllar aklıma geldikçe tükürmüşümdür. Yani bu dudaklar, nasıl öyle pis bir şeye değdi diye. Yani şaşırdım kaldım. Hayal edilemeyecek kadar sapıklık ve insanlar bunkarı dindar zannediyorlar. İstanbul Müftülüğü’nde iken Mahmud Efendi cemaati, orada Bayram Ali Karamustafaoğlu vardı. Bilmiyorum halâ yaşıyormu. Fetvaları O’na sorarlar, O da her hafta perşembe günlerimiydi tam hatırlamıyorum günü. Haftada bir gün gelir, biriktirir bana sorar onlara cevabı verirdi. Zaten tarikatlar da cemaatlar da hepsiyle de aram iyiydi hepsiyle. Adıyaman cemaatının bir temsilcisi bana geldi. Hocam, işte bütün cemaate söyleyeceğiz, bütün fetvaları sana sorsunlar. Sorsunlar tabi ne olacak. Bütün tarikat ve cemaatlerle gayet iyiydi aram. Çünkü hiç birisini tanımıyordum. Erzurun’da görüştüğüm O kişinin de kendi hatası olarak düşünüyordum. Yani cemaatlerin hatası değil. Sonradan vatandaşların sorularıyla bunları öğrenince Mahmut Efendi cemaatı bu yanlışları, bir de ruhul furkan tefsirini çıkarmaya başladılar. Bu ne biçim! Birisi bana getirdi şaşırdım kaldım. Allah’a iftiralarla dolu. Bu ne biçim tefsir. Sonra Bayram Ali Karamustafaoğlu gelince dedim; ya ne yapmışsınız siz böyle? Hocam, biz bir hazırlık yapalım da dedi işte görüşelim. Ne hazırlık yapacaksınız, kitap yazmışsınız. Neyse üç ay sonra geldi. Hocam gelin dedi gittik Mahmud Efendi’nin odasına İsmail Ağa camisinde. Üç aylık hazırlık yaptıktan sonra. Geldi dedi ki; Hocam hakikaten yanlışlar yapmışız görüşelim. Gittik işte Mahmud Efendi orada, Cübbeli Ahmed var. Öldürülen Bayram Ali Öztürk var. Öldürülen Hızır Hoca var. Ahmet Vanlıoğlu var. İşte B.Ali Karamustafaoğlu var. Ondan sonra Abdullah Usta Osmanoğlu var. Şimdi aklıma gelenler bunlar. Ve ben de çok mutlu olarak gittim yanlışları varmış düzeltecekler diye. Bir gittik aman ya Rabbim! Bir katılaştılar orada. Bu konumuzla ilgili olarak ben, AllahTeala “iyyâke na’budu ve iyyâke nestain” diyor. Siz de yazmışsınız: Şeyhulislam İbli İemal, biliyorsunuz işte atından bir çamur Yavuz Sultan Selim’e sıçramış da atının ayağından. O da bu cübbeyi saklayın demiş. Bunun atının ayağından sıçrayan çamur ahirette bir şeydir diye. Onun niyetini bilemem tabi C. Hakk bilir. Gerçekten böyle bir olay oldu mu olmadı mı onu da bilemeyiz. Bu İbli Kemal, bir hadi uydurmuş. Diyor ki; “iza tahiyyartum fil umur festeinu min ehlil kubur: İşerinizde be yapacağınızı şaşırdığınızda kabir ehlinden yardım isteyin”. Bunların kitaplarında gördüğüm zaman İbnu Kemal’e iftiradır bu. Süleymaniye kütüphanesine gittim onun orjinal metnini buldum. 40 sayfalık yanlış hatırlamıyorsam. Tutmuş ona bir de bir felsefe oturtmuş. Hadisi diyor kimim rivayet ettiği belli değil. Kendisi “kale resulullah iza tahiyyatun fil umur festemiu minel kubur”. Oyudurma hadisleri meşhur bir kitap vardı. Keşful Kaffa. Keşkul Kaffa’dan almış bu Mahmud Efendi gurubu. Aclûni diye bir zat var. Halk arasında o hadis diye geçen kelimeleri toparlayarak bir araya getirmiş yanlışlıkla da söylüyor. Yani böyle bir çalışma yapmış. Bunlar doğru değil diye de anlatıyor. Hadis denen bu sözü de İbnu Kemal’e atfediyor, böyle demiştir diyor. Bunlar da bunu yazmış. Konuşurken orada ayetleri okuyoruz, konuyu tartışıyoruz. Mahmut Efendi bana dedi ki;. Bir de büyük alimmiş! Tevbe estağfurullah. Olabilir. Biz şirktem bahsediyoruz. Bir şey ifade etmez. İlim olmadığını da biliyorum ama olsun ne olacak? Hiç önemli değil. Mahmud Efendi bana dedi ki; “sen dedi Abdulkadir Geylani’ye inanmıyor musun” dedi. İmanın kaçıncı şartı dedim. Dedi ki; Abdulkadir Geylani hazretleri şöyle buyurmuştur; Uridi izâ mâ kâne şerkan ev magribe ugituhu izâ mâ sârafi eyyi beldeti”. Gerçi “sad” ile de olur ya. Şimdi yanlış hatırlamış olmayayım şiirini. “Müridim ister doğuda olsun ister batıda. Nerede olursa olsun ya da nereye giderse gitsin, ben onun imdadına yetişirim”. Bak,ister doğuda ister batıda nerede olursa olsun yetiş ya Abdulkadir Geylani dedimmi yetişiyormuş. Bunu Said Nursi’de söylüyor. Onu da Rusya’da kurtarmışmış. Nerede olursa olsun diyor yetişirim imdadına. İşte biz diyor, inanıyoruz ki Allah ile bizim aramızda meşayıh-ı izam (yani büyük şeyhler anlamına geliyor ve evliya-ı kiram değerli veliler: onların ruları vardır. Biz,onlardan istiânede bulunur istimdat ederiz dedi. İstiâne-istimdat. İstiâne, Allah “iyyake nestain” dedirtiyor bize, ya Rabbi yanlız senden istiâbede bulunuruz yani yardım isteriz. Ve istimdat etmek, imdaat diye vardır ya Türkçe’ de. Medet ummak. Yardım bekleriz. Ben orada “iyyake na’budu ve iyyake nestain” okuduktan sonra sen yine ne derse de dedi. Bu benim sözüm mü ya! “İyyake nabudu ve iyyake nestain” benim sözüm mü ki bana karşı. İşte bu ayete tam uyuyor mu? “Vellezine seav fi âyâtina muacizin”(HAC 51) yani ayetlerimizi etkisiz hale getirmek için gayret gösteriyor. Allah’ın ayetini okuyorsun, onu etkisiz hale getirmek “için sen ne dersen de” diyor. Ben de dedim size tavsiye edeyim, bundan sonra namaz kılarken Fatiha suresini okuyorsunuz ya “iyyake nabudu ve iyyake nestain”i atlayın dedim okumayın. Hiç olmazsa inancınız ile sözünüz birbirine uysun. Sonra tabi bunlar devam edip gidiyor. Biliyorsunuz Cübbeli Ahmed ile ilgili de bir şey vardı. Ne diyor? Uçak düşüyor. Sen daha iyi bilirsin. Nasıl söylemişti? Söyle bakayım. Uçak düşerken dua ediyoruz ediyoruz bir şey yok. Yetiş ya Abdulkadir Geylani dedik geldi kurtardı. Gelmiş uçağı kurtarmış. Ben de bir toplantıda söylemiştim; niye peki Cübbeli Ahmed hapisanede, Onu niye kurtarmıyor? Bir hafta sonra büyük ihtimalle orada gene oyun oynanmıştır. Bir hafta sonra hapisaneden çıkar çıkmaz canlı yayında ne dedi? İsim de vererek “bak işte Abdulkadir Geylani beni kurtardı diyor.
Yahya Şenol: Birazcık gecikmiş trafik vardı herhalde. Çok fazla kaldı içeride.
Abdulaziz Bayındır: Biliyorsunuz öyle bir yapı oluşturuluyor ki arkadaşlar bugün. Yani din sahası sömürünün ana sahasıdır. Bu, Türkiye’de değil dünyanın her yerinde öyledir. Çünkü din, insanların en yumuşak karnıdır. Allah Teala insanları imtihan ediyor. Hani okulda talebe ister ki hoca beni imtihan etmeden üst sınıfa geçirsin. Şimdi bu insanlar da istiyor ki C.Hakk beni hiç imtihan etmede cennete soksun. Din sömürüsü yapan kişilerin en çok istismar ettiği konulardan birisi de kader konusu. Geçmişte biliyoruz. Ne diyor adam? Efendim sen cehennemliksen zaten cehenneme gideceksin kurtuluş yok. Sen, ömrünün sonuna kadar cennetlik iş yapsan da en son anda cehenneme gidecek bir iş yaparsın cehenneme gidersin. Ee kurtuluş ne? El al benden diyor,gel. Sen kimsin? Mahmud Efendi’ye demiştim orada; seni kim kurtaracak dedi. Sen milleti kurtarmaya çalışıyorsun ama seni kim kurtaracak? Sen kimsin? Böylece insanların dini duyguları istismar edilerek her şeyini alıyorlar insanın elinden. Malını, mülkünü, hayatını, her şeyini alıyorlar. Her şeyini almak için kendini Allah’ın yerine koymak gerekiyor. Ben Allah’ın yerindeyim desen kimse kabul etmez. Bu defa o dinde saygı duyulan kişiler Allah’ın yerine konuyor. Mesela Hristiyanlık’ta İsa(as) tanrıdır. Müslümanlıkta birçok tarikat ve cemaate göre Muhammed(as) tanrıdır. Biliyorsunuz O’nu öldü kabul etmiyorlar. Sandalye boş bırakıyorlarmış, tabak bırakıyorlarmış. Yani bunlar Allah’a nasıl hesap verecek gerçekten. İnanılmaz bir şey. Yani devlete paralel yapı çok basit bir şeydir, son derece normal bir şeydir. Herkes bir diğerinin yerine geçmek ister, bunda hiç bir anormallik yok ama paralel dini ne yapacaksınız? C.Hakk’a karşı çıkmanın cezası çok ağırdır. Evet işte burada Muhammed(as) kullanılıyor, melekler kullanılıyor. İşte Cebrail gelse parti kursa bilmem ne. Acayip bir şey. Sanki mahallenin yaeamaz çocuğuymuş da tevbe estağfurullah. Ondan sonra işte büyük zatlar kullanılır. Mesela Abdukadir Geylani’nin bu işle uzaktan yakından alakası olmayabilir. Belki bu konuda çok mücadele etmiş de olabilir. Hiç alakası olmayabilir. İşte İsa(as). Eğer biz, O’nu kur’andan öğrenmeseydik Hıristiyanlar’dan öğrenseydik dünyanın en kötü adamı derdik Ona değil mi? İsa(as)’ı iki asır sonra tanrılaştırmışlardır. Abdulkadir Geylani’nin kaç asır geçti üzerinden. Yani bu kişilerin kendileriyle hiç bir alakası olmayabilir. Mesela Mevlana’nın kitabı şirkle doludur baştan aşağı. Bir gün Süleymaniye Kütüphanesi’nin müdürü, Muammer Bey vardı. Epey zamandır görüşmedik. Yaşıyor mu öldü mü bilmiyorum. Bir gün baktım bir kitap getirdi. Mevlana’nın dedi kitabını kültür bakanlığı bastı haber vereyim belki almak istersin. Gerçekten bilgili bir insandı. Dedi ki; ya bu Mavlana’da acayip şeyler var dedim. Sonra bana dedi ki; ya Mevlana’nın kendisine ait olduğu ispatlanan yanlış hatırlamıyorsam 12 tane Hele şu önsözünü okudun mu dedim. Mevlana’ya ait kaç tane şey vardır: beyit mi dedi şiir mi dedi ne. 12 beyit vardır dedi. Şiir mi dedi beyit mi dedi hatırlamıyorum. Diğerleri şüphelidir. Gerçekten Mevlana’da belki mücadele etmiş olabilir. Biz bilemiyoruz. O, C.Hakk’ın huzurunda ortaya çıkacaktır. Ama şurası çok kesin, dini istismar edenler Allah’ın kitabını da kullanıyorlar. Kur’anı kullanıyorlar Kur’anı kullanıyorlar. Ve kur’anın ayetine öyle bir mana vermişler ki ayetlerin manasını öylesine bozmuşlar ki şirke çok ciddi anlamda zemin hazırlamışlar. Kur’anın mealini insanlara okuyun diyoruz, mealleri kendi şirklerine engel olmayacak hale getirmişler. Ne yapacaksınız ya! Şirklerine engel olmayacak hale getirmişler. Tefsirler öyle. Yani Allah’ın ayetini bile bozmuşlar. Resulullah(sav)’e yapılan iftiralar. Mesela Yahya yazmıştı. Bir anlatsan hani sen olmasaydın ile ilgili bir yazı yazmıştın ya. Ben bunu bulana kadar kısaca anlatsana.
Yahya Şenol: Levlake mi?
Abdulaziz Bayındır: Levlake ile ilgili. Kaynağı neresiydi. Sen biliyorsun. Zihninde olan şeyleri. Zihninden söyle yeter. Esas Enes Hoca’yı dinleyeceğiz.
Yahya Şenol: İncil kaynaklı o “levlake levkake ve ma halak” diye geçen söz yani sen olmasaydın ben kainatı yaratmazdım şeklindeki söz. Birebir aynen Koleseliler’e mektubunda zannedersem geçiyordu. Orada aynısını Pavlus, İsa için söylüyor. İsa olmasaydı bu kainat yaratılmazdı şeklinde. Muhtemele yani bu peygamber putlaştırma şeklinden ortaya çıkmışa benziyor. İsa için mi yaratıldı yoksa bizim peygamberimiz için mi? Tabi ki bizimki deyip.. Belki Tevrat’da da olabilir belki ama İncil’de aynen korunmuş bu ifade.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi bak mesela şuradan şu Ahkaf suresinin 5.ayeti ile ilgili bir hatıram var. Ramazanda Oruç Baba türbesine insanlar şey yapıyor. Bir akşam Zeytinburnu’na vaaza gidiyorum arabayla. Ara yoldan çıkalım dedim Vatan Caddesi’nden Millet Caddesi’ne doğru. Baktık yol tıkalı. Oruç baba varmış, ilk iftarlarını orada sirke ile yapıyorlarmış. Şaşırdım kaldım. Hiç bilmiyordum. Halbuki yıllardır İstanbul’dayız. Sonra Kanal 7’de Oruç Baba ile ilgili bir ramazan programı yapmışlardı oraya gittik. O zaman Ahmet Hakan’dı programı yöneten. Ahmet Hakan sordu işte Oruç baba ile ilgili ne diyorsunuz? Valla dedim, böyle bir konuda benim söz söylemeye hakkım yok. Bak Allah ne diyor. Açtım ayeti. Diyor ki; “ve men edallu mim men yed’u min dûnillâhi mel lâ yestecibû lehu ilâ yevmil kıyameh: kıyamet gününe kadar kendisine cecap veremeyecek bir kişiyi Allah ile kendi arasına koyarak yardıma çağırandan daha sapık kimdir”. Oruç Baba, kıyamete kadar insanlara cevap verebilir mi? Veremez. Bak Allah diyor ki; bundan daha sapığı kimdir. “Ve hum an dûaihim gâfilun: onlar, bunların çağrısından habersizdirler” diyor. Yani Oruç Baba, senin ne istediğini bilmez ki. Ne bilsin. Ölmüş gitmiş bir kişi. Ölülere bir şey işittiremezsin diyor Allah. Orada Hayrettin Karaman ile beraberdik o toplantıda. Bunu burada yüksek sesle söylüyorum gerekirse borozanla tüm dünyaya söylemek isterim. Hayrettin Hoca, ölmeden tevbe et. Açıkça söylüyorum bakın. Ölmeden tevbe et. Yazık oluyor. Orada bana dedi ki; “mealden oku mealden”. Hakikaten Diyanet Vakfı’nın meali vardı elimde. Doğrusu hiç bakmamıştım meale. Ne yazıyor diye baktım mealine. Bir de baktım şöyle yazmışlar. Aynı, o gün bugün
n hiç değişmemiş. 2000’li yılın başıydı. 2001 mi? 14-15 sene geçmiş Hayrettin Hoca’nın kendisine de burada şey yapan bazı kişilere de yazılı olarak gönderdim. Bak bu ayeti yanlış meallendirmişsiniz. O gün bu gün değiştirmediler. Onun için burada diyorum tevbe edin. Diyanet Vakfı’nın mealidir. Ya kitap yazdık o konuda, her kitabımızda koyuyoruz, bir tanesi duymuyor. Tıpkı ramazandaki imsak vakitlerini duymadıkları gibi. Hesabı bana vermeyeceksiniz, Allah’a vereceksiniz. Meali bir dinleyin bakın. “Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek ‘şeylere’ tapandan”. ‘Şeyler’ derken kimin aklına Oruç Baba gelir? Ne gelir akla? Put gelir değil mi? “Çeylere tapan”. Ayet’ “yardım isteyen” diyor. “Yardıma çağıran” diyor ayet, bu, “tapan” diyor. Ayet “kişi” diyor, bu, “şey” diyor. “Bundan daha sapık kim olabilir” diyor. “Tapandan daha sapık kim olabilir. Oysa onlar, bunların taptıklarından habersizdirler”. O “şeyler” oluyor. Peki arkasından ne diyor? “İnsanlar bir araya toplandıkları zaman onlara/taptıklarına düşman kesilirler”. Yani taşa toprağa mı düşman kesilecekler? Peki. “Ve onlara kulluk ettiklerini inkar ederler”. Bak “mealde esas alınan yorumun yanı sıra ayete, kendilerine tapınılan varlıkların müşrikler aleyhine şahitlik yapacağı yönünde mana verilmiştir”. Yani o eşya, müşriklerin aleyhine şahitlik yapacak. Halbuki ayetin metninde “ve hum” mesela “hum” kelimesi var. Ve hum: onlar. “Hum” akıllı varlıklar için kullanılır. “Men” akıllı varlıklar için kullanılır Arapçada. “Yed’une”, “yehudu” manasına değil yardım istemek anlamındadır. Ben yazdı tam bu bir tek ayette 6 tane affedilmez hata yapmışlar. Bir tek ayette 6 tane affedilmez hata yapmışlar. Sonunda ayet, şirkin delili olmaktan çıkmış. Artık rahatlıkla gidip Oruç Baba’dan da Eyüp Sultan’dan da Abdulkadir Geylani’de de yardım isteyebilirler.
Katılımcı: Hocam, ayete kırık mana verir misiniz?
Abdulaziz Bayındır: Kırık mana vereyim. Kırk mana mı kırık mana mı? Bak. “Ve men edallu: kim daha sapık: daha sapık kimdir?”. “Mim men: o kişiden ki”. Yani o kişide daha sapık kim olur? “Yed’u: dua eder” yani yardım ister. “Min dûnillâhi: Allah’ın dûnundan”. Bütün şeyleri bilirsiniz. Allah’ı yukarı çıkarırlar, insanlardan uzaklaştırırlar. Allah, haşa tavan gibi ne kadar şey yapsan ulaşamazsın. Araya bir aracı koyacaksın. Trafo hikayeleri var ya. “Men” o kişiden yardım istiyorlar ki “men: kişi”. “Yed’u: çağırıyor”. “O kişiyi yardıma çağıran”. Mesela Oruç Baba’ya der ki; kızıma bir eş, bana bir ev”. Bebek istiyor falan. “Men” o kişiden istiyor ki “lâ yestecibu” o ‘men’ cevap veremez. Mesela Oruç Baba. “Lehu: bu isteyen kişiye”. “İlâ yevmil kıyameh: kıyamet gününe kadar cevap veremez”. Oruç Baba cevap verebilir mi? İşte burada “ve hum: onlar” yani o kendisinden yardım isteyenler var ya. Çünkü ‘men’ tekiül de olur, çoğul da olur. “An duâihim: bunların çağrısından/dualarından/yardım çağrılarından”,”gafilûn: habersizdirler”. Bilmez ki nereden bilsin. Ölmüş, çürümüş gitmiş. Zaten AllahTeala, “inneke lâ tusmiu men fil kubur” öyleydi değil mi? “Ve mâ ente bi musmiin men fil kubûr”(FATIR 22) sen, kabirde olanlara bir şey işittirecek değilsin diyor. İşte ayet bu. Mealden oku dedi. Baktım şaşırdım. Bu ne biçim meal dedim. Orada Hasan Kamil Yılmaz da vardı Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı. O da çok rahatsız oldu. Ondan sonra Süleyman Uludağ vardı dedi ki: biz, ayete bu manayı verirsek Şia’yı ve bütün tasavvuf ehlini müşrik saymamız lazım dedi. Dedim Allah kararını bize bakarak veriyorsa değiştirelim. Allah, bize mi soracak bunu dedim. Ondan sonra bir tek Süleyman Ateş dedi ki; Abdulaziz Bey doğru meal verdi dedi. O da oradaydı. Ama tabi iş karışınca televizyonlarda hemen reklama giderler böyle şeylerde. Ahmet Hakan şunu söylemişti; “tam cevabı aldık” demişti. Ondan sonra rahatsız olmuşlardı.
Şimdi asıl konu şu: deniyor ki. Yine Haber Türk televizyonuna çıkmıştık. Bu konuları konuşurken, “efendim yani şimdi santrale telefon açıyoruz, bana falancayı bağla diyoruz. Müşrik mi olacağız? Hemen Allah’ın ayeti ile mücadele etmeye başlıyorlar. Allah yalan söylemiş haşa bunlar doğru söylüyorlar. C. Hakk’ı yalancı çıkarıyorlar, ayetleri işe yaramaz hale getiriyorlar. Bütün gayretleri bu.
Katılımcı: Bunların yaptıkları ıvec mı avec mi Hocam?
Abdulaziz Bayındır: Bunlar, ıvec de yapıyorlar avec de. Hepsini de yapıyorlar evelallah. Artık bunlar iyice yoldan çıkmışlar. Yanlış yaptıkları çok açık oluyor. Evet şimdi Enes Hoca ilgili ayetleri şey yaptı. Bir oku dinleyelim.
Enes Hoca: Fatiha suresi okunduğu zaman bazı insanlar ifratta bulunuyor aşırı gidiyor. Bazısı tefrit, ihmalkar davranıyor. Mesela iki gün önce birisi bana telefon açtı. Dedi ki; iş arıyorum işsizim. Bir arkadaşımdan iş bul diye yardım istesem şirk olur mu? Hocamın dediği gibi bazıları diyor ki; “iyyâke na’budu ve iyyâke nestain dediğin zaman yemek yap karnım acıktı, bir şey yap dediği zaman da müşrik olur mu? Olmaz. O zaman türbelerden medet istebebilir. Böyle bir şey var. Bu ayette ifrat ve tefrit konusu çok oluyor.
Abdullah Bayındır: Hz.Yusuf, zindanda bir arkadaşına zindandan çıkıp efendinin yanında beni an demesini Hz.Yusuf’un hatası, işte şirk gibi algılayanlar var. Halbuki o izin verilen bir şey olması lazım. Zaten ayetlerde de o şey yapılmış. Yani kötü bir iş..
Abdulaziz Bayındır: Onlarla ilgili ayetleri okuyacak şimdi Enes Hoca.
Abdullah Bayındır: Tefsirlerde var ama. O aklıma geldi kur’andan örnek.
Abdulaziz Bayındır: Enes Hoca da şimdi onu okuyacak.
Enes Hoca: Dua kelimesinin manasını iyi anlamamız lazım. Dua edenin kendisinin aciz olduğunun bilinci içerisinde oluyor ve dua edilen zatın da büyük olduğunu ikrar etmiş oluyor. Onun için kur’anda bir kaç ayet diyor ki;”fe lâ ted’u meallâhi ilâhen âhara : Allah ile birlikte başka bir ilaha dua etme” (ŞUARA 213) diyor. Onun için istiânede ya Rabbi senden yardım isteriz dua nahiyetindeki istiâne, sadece Allah’tan olur. Başka yardımlaşma konusundaki istiâne, kendi aramızda olabilir bu şirk değil.
Abdulaziz Bayındır: Yani Allah’tan başkasının gücünün yettiği konular var yetmediği konular var. Yani şimdi doktora gidiyorsun.
Yahya Şenol: En büyük delil o. Aracılığın şirk olmadığına.
Abdulaziz Bayındır: Doktora gittin Enes Hoca. Doktora diyorsun ki; benim derdime bir çare. Doktor da diyor ki; “şikayetin ne?”. “Şikayetimi ne yapacaksın? Sen, benim hastalığımı iyileştir”. “Seni bir muayene edeyim, ilaç..”. “İlaca gerek yok ya iyileştir”. Ne der doktor? Ben tarımıyım der değil mi? Sen yanlış gelmişsin der değil mi? Evet devam et.
Enes Hoca: “Fe lâ ted’u meallâhi ilâhen âhar”(ŞUARA 213) manasındaki ayetler bu anlamda yani Allah’tan başkasının gücünün yetmeyeceği şeylerde sadece Allah’tan yardım istenir. İnsanların gücü yete şeylerde insanlardan yardı istenmesi şirk olmaz. Mesela ben susadığım zanan su getir diye birinde istersem şirk olmaz ama ya Rabbi, bana bir bardak su ver dediğim zaman edepsşzlik olur. “Melekleri gönder bana su getirsin” bu edepsizlik olur. Onun için kur’anı kerimde Enfal suresi 9.ayette: “iz testegîsûne rabbekum festecâbe kekum enni mumiddukum bi elfin minel melâiketi murdifîn” diyor AllahTeala. Ey Müslümanlar, ümmeti Muhammed, ilk müslümanlara söylüyor. Siz, Bedir’de Rabbiniz’den yardım istiyordunuz. Yani onların elinden gelecek her şey bitmiş. Allah’tan istemez ise olmaz bir şey var orada. Rabbinizden istiyordunuz. Rabbiniz de size icabet etti. Duanızı kabul etti dedi ki; size 1000 tane melek gönderecwğim yardım veririm diyor ayette. Böyle durumlarda Allah’tan istenir sadece. Zor durumda.
Abdulaziz Bayındır: Yani Allah’tan başkasının yapabileceği bir şey yok.
Enes Hoca: “Ve ennel mesâcid liallâhi fe lâ ted’u me’allâhi ehedâ”(CİN 18) diyor. Secde edilecek yerler/mescidler Allah’ındır. Allah ile birlikte başka bir ilaha dua etmeyin, yalvarmayın. Kendi acziyetinizi arz etmeyin. O’nun büyük olduğunu ikrar etmeyin. O “İyyâke na’budu ve iyyâke nestain”i böyle anlamalıyız. Başka insanların elinden gelen şeyler var. Bu konuda Allah diyor ki Maide 2.ayette; “ve teavenu alel birri vet takva: iyilik ve takva için yardımlaşın kendi aranızda”. Günahta yardımlaşmayın diyor.
Abdulaziz Bayındır: Yardımlaşmayı emreden Allah. Birbirimizden tabiki yardım isteyeceğiz. “Ve emmâs sâile felâ tenher”(DUHA 10) isteyene karşı ilgisiz davranma diyor.
Enes Hoca: İsteyen müşriktir diye bir şey yok burada. Kehf suresi 94’den 96’ta kadar orada Zulkarneyn bir köye gidiyor. Köylüler diyor ki; “fe hel nec’alu leke harcen alâ en tec’ale beynenâ ve heynehum seddâ” diyor. O kötü yecuc ve meccuc ile bizim aramıza bir sed yap diyor. Bu köylüler Zulkarneyn’den yardım istiyor. Zulkarneyn diyor ki; “ma mekkenni fihi rabbi hayrun fe eıynûnı: Rabbimin adı iyidir, hayırdır. Siz de bana yardım edin bunu yapayım” diyor. Zulkarney bunlardan yardım istiyor, bunlar Zulkarneyn’den yardım istiyor. Bu hiç bir zaman şirk olmuyor tani. Sonra başka bir ayet var. Kassas 15.ayette. Musa(as) şehre giriyor. Musa(as)’ın kavminden olan bir insan da başka kavimden olan insanla savaşıyor. “Festeğasehullezi min şıâtihi” diyor. Musa’nın etbaandan ola bir kişi Musa’dan yardım istedi diyor.
Abdulaziz Bayındır: “Festeğâse” de yani artık bütün feryadıyla. Ne diyelim? Yani artık can havliyle değil mi? Öyle derler. Can havliyle yardım istiyor.
Enes Hoca: Allah Teala, Şuara 80.ayette “ve izâ meridtu fe huve yeşfın” İbrahim(as)’ı övüyor. Diyor ki İbrahim(as); ben hasta olduğumda şifa veren Allah’tır diyor. Bunu İbrahim(as)’ meth etme esnasında söylüyor. Başka bir ayette Hahl 69’da diyor ki; “fihi şifaul” diyor. Bal konusunda balda şifa var diyor. Yani AllahTeala maddi bir şey içerisinde bizim sıkıntımızı giderecek bir sebep oraya koymuşsa biz o sebebi..
Abdulaziz Bayındır: Gidersin doktora ve tedavi olursun.
Enes Hoca: Bir yerde Allah diyor ki; “innallahe huver razzâkuzul kuvvetil metin (ZARİYAT 58). Allah rızık verendir sadece diyor. Nisa 5.ayette de “verzukûhum fihâ” diyor. Onlara rızık verin.
Abdulaziz Bayındır: Allah rızık verir. Biz de veriyoruz ama O’nunkisi başka bizimki başka. Ama yani insanların da onları rızıklandırın diye emir veriyor insanlara. Tıpkı yardımcı olun diye emir vermesi gibi. Karınlarını doyurun diyor.
Enes Hoca: Bu şekilde ayetler çok var kur’anı kerimde. Hadiste de var. Hadiste diyor ki. Biraz uzun hadis. Ben okuyayım, siz tercüme edin. “Men neffese an muminin kurbetin min kurabiddin fid dunya kurbetin yevmil kıyame.
Abdulaziz Bayındır: Kim bir müslümanın dünya ile ilgili sıkıntısını giderir ise Allah da kıyamet günü onun sıkıntısını giderir.
Enes Hoca: “Ve men yestir ala musirin yesturullahe fid dunya vel ahira”.
Abdulaziz Bayındır: Kim zor durumda bulunan bir kişinin işini kolaylaştırır önünü açarsa Allah da onun dünyada da ahirette de işini kolaylaştırır ve önünü açar.
Enes Hoca: Ve hu ma fi kanel abdu fi (1:29:05 tam anlaşılmadı).
Abdulaziz Bayındır: Kişi kardeşine yardımcı olduğu sürece Allah ona yardım eder. Hani eden bulur deriz ya. İyilik yaparsan iyilik bulursun, kötülük yaparsan kötülük bulursun.
Enes Hoca: “(1:29:37-1:29:40 anlaşılmadı). Kardeşin zalim olsa da yardım et.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi bu aslında arapların sözüdür bu. Resulullah(sav) de kendisi tekrarlamış. mazlum sa zalim de olsa kardeşine yardımcı olacaksın. Yani orada araplar haklı olup olmadığına bakmaksızın bizim kavimden mi tamam. Ama Resulullah’a diyorlar ki daha sonra.
Enes Hoca: 1:30:10-1:30:24 anlaşılmıyor.
Abdulaziz Bayındır: Zalimin zalimliğine engel olursan ona en büyük iyiliği yapmış olur.
Enes Hoca: İfratta iyi değil tefrit de iyi değil. Aşırı gitmek de iyi olaz ihmal etmem de iyi olmaz. Bazı insanlar böyle yani dünyevi işlerde kendi aramızda yardım istemeyi türbelerden, mezarlardan, evliyalardan, korkulan şeylerden yardım istemeyi delil gösteriyorlar. Ayeti görmezden geliyor. Bazı insanlar da çok aşırı gidiyor yardı isteyince olmaz yani doktora gitme, başkalarından bir şey istemek de şirk olur diye bize geliyor. Ben de bazısına dedim ki; Bakırköy’e git de tedavi ol.
Bir şey var da. Belki Yahya Hoca sorabilir. Allahu ekber demek yani Allah en büyük demek şirk olur. Onun için namazda Allahu ekber demeyin diyenler çıkmış ortaya. Kuranda örnek çıkardım.
Abdulaziz Bayındır; Bu ‘ekber’ kelimesi ismi tafdildir. Bir arkadaşımız buna kafayı takmış. Allahu ekber dedinmi Allah en büyüktür dediğin zaman, o zama başka büyükler de var demek olur. Çünkü evet, ismi tafdil öyledir. Büyükler arasında en büyüğü. İsmi tafdil o. Ama şimdi C.Hakk, kendisini nasıl tanımlıyor, ona bakmamız lazım. Mesela “ve lillâhil esmâul husna”. Koydun mu buraya?
Enes Hoca: Yoo koymadım.
Abdulaziz Bayındır: “Sebbih isme rabbikel âla”(ALA 1) var. Koymadın mı? Mesela diyor ki AllahTeala; “sebbîh” yönel o tarafa doğru yönel “bismi rabbikel âla” rabbinin en yüce adına yönel. En yüce adı. Âla dediğine göre başka âlîler de var. Onların içerisinden en yücesi. Âla ike ekber arasında bir fark yok yani. Bu şekildeki ifadeler çok. “Vallâhu hayrul mâkırin”(ALİ İMRAN 54) mesela. Onlar bir oyun kurdular, Allah da oyun kurdu. Allah, en hayırlı oyunu kurar. Allah’ ın kurduğu oyun, sizi kötüye götürmez. Ama Allah’ın kurduğu oyun, sizi iyiye götürür ama onların kurduğu oyun sizi batırır. Mesela dersin başında, şeytan gav suçu diyoruz ya. Bir oyun kuruyor kendi kafasına göre. Günahkarlar da bir oyun kuruyor. Ama onların “ve mâ keydul kâfirine illa fi dalal”(MU’MİN 25) onların kurduğu oyunlar sonuçsuz kalır ama Allah’ın kurduğu oyun, kişiyi doğruya götürür. “Hayrul mâkırin” diyor. Bu da gene ismi tafdildir. “Oyun kuranların en hayırlısı”. Ondan sonra “ve huve hayrun nâsrin”(ALİ İMRAN 150) diyor. Yardım edenlerin en hayırlısı. İsmi tafdil hep kullanılmış. Mesela “ve huve hayrul hâkimin: hükmedenlerin en hayırlısı”(YUNUS 109). “Ahkemul hâkimin”(HUD 45)de var mesela. “Ve ente hayrun fâtihin: önümüzü açanların en hayırlısı sensin”(ARAF 89) diye C.Hakk’a hitap ediliyor. “Hayrul vârisin”(ENBİYA 89)”hayrun münzilin”,”ve ente hayrun rahimin”,”Allâhu hayrun emma yuşrikûn”(NEML 59). Yani bu çok sayıda ayeti almış. Mesela “e ve lem yerev ennellâhellezi halakakum: görmediler mi ki onları yaratan Allah”,”ve eşeddu minhum kuvveten: onun gücü onlardan daha fazladır”(FUSSİLET 15). Bunlar güçsüzdür demiyor ama Allah’ın gücü daha fazladır. Onun için kur’anı kerimin bütünlüğü ile hareket etmek lazım. Mesela bu çok daha önemli. En’am suresi 78.ayette İbrahim(as)’dan naklen C.Hakk bildiriyor. “Fe lem mâ raeş şemse baziğaten” güneşin doğduğunu görünce ne diyor? “Haza rabbi: bu benim rabbimdir”,”haza ekber” bu ekberdir diyor. Daha büyüktür diyor.
Enes Hoca: Rabbi demesi delil oluyor.
Abdulaziz Bayındır: Ekber diyor. Daha büyüktür diyor ama daha sonra onun da battığını görünce, bu benim rabbim olamaz diyor. Çok var. “Eleys Allahu …hakimin”. O kadar çok ayet saymışsın ki 1,2,3,4,5,6,7,8,9,10…
Sonia Cihangir; Sorun o değil ki. Mesela kur’anda Allah hakkında ismi taftil hiç kullanılmamış demiyorlar. Diyor ki; Allahu ekber dediğimiz zaman sanki başka ilahlar da var da bu daha büyük. Mesela “hayrun razıkın”. Başka rızık vericiler var ama “hayrun razıkîn” dediğimiz öyle.
Yahya Şenol: Allah ekber en büyüğüdür demiyor ki ama.
Abdulaziz Bayındır: Allah ilahların en büyüğü demiyor. Öyle bir olay yok ki.
Sonia Cihangir: Sıfatlar var ya. Burada Çekilen sıfatlar var ya. Hepsi Allah’tan başkasına gelebilir.
Yahya Şenol: Büyüklük gelemez mi?
Sonia Cihangir: Onu demek istiyorum. Allahu ekber dediğimiz zaman sanki Allah kebir de var. O öyle bakıyor.
Yahya Şenol: Hayır yanlış o.
Sonia Cihangir: Tabi yanlış da şunu demek istiyorum..
Yahya Şenol: Firavun mesela Musa(as) için şeylere diyor ya.
Abdulaziz Bayındır: Savunmuyor
Yahya Şenol: Tamam da çok zayıf bir şey. Onu demek istiyorum. Firavun ne diyor Musa(as)’ için? “İnnehu le kebiru..sihr”. Bak diyor bu, size sihir öğreten büyüğünüz. İnsanlar için küçük büyük yok mu? Vaar! Büyük olanlar içinde en büyük Allah. Yani büyük olanın ilah olması gerekmiyor.
SoniaCihangir: Şunu demek istiyorum. Bak. Allah, ilaheden alınan bir şeydir. Siz, Allahu ekber dediğiniz zaman sanki başkaları da var da ilah olarak. Allahu ekber deyince..
Enes Hoca: Allahu el ilahu Allahu ekber değil orada.
Yahya Şenol: Öyle bir şey yok yani. Mesele o.
Abdulaziz Bayındır: Öyle demek istiyorlar diyor.
Yahya Şenol: Öyle demek istesin de yok yani öyle bir şey.
Sonia Cihangir: Eğer birisine cevap vermek istersek aynı pozisyondan bakarsak daha iyi olur. Mesela onlar, bu ayetlere öyle cevap verecek. Şimdi eğer desek ki biz neden tekbiratul ehram yani namaza durduğumuzda Allahu ekber diye başlıyoruz mesela. Tekbir burada Allahu ekber dediğimiz şey, Allah o kadar büyük ki senin zihninde tasavvur edebileceğin bu şeye girmez. Allahu ekber. Anlatabiliyormuyum? İsmi tafdil, evet ama ismi tafdil, nispeti ilahı ahar. Nisbeti ila zihn. Zihinde daha yüce. Öyle desek burada biter yani olay. Bunu demek istiyorum sadece.
Abdulaziz Bayındır: Allah, el ilah manasında değil ki. C.Hakk’ın ismi olarak. Şimdi “el ilahu huvel ekber”. Orada ilah, huvel ekber olur zaten öyle olacak olsa. Öyle bir cümle yok yani. Arpça olarak el ilahu ekber ifadesi şey değil. Arapçada öyle bir..olmaz. Yanlış bir ifade. Öyle o düşünce ile savunmaları da yanlış olur bunu. Yani Allah’tan başka ilahlığı kabul eden kişi isterse ne derse desin. O şey değil. Yani Allahu ekber demenin herhangi bir sakıncası yok. Bu konularda da dikkatli olmak lazım. Evet.
Enes Hoca: Tefsirleri çıkardım. 8 sayfa çıktı. Ben de hepsinden örnekler aldım küçük küçük. Arapçayı iyi bilmediği için kur’anı türkçe düşünüyor. Ondan sonra diyor ki; Allahu ekber, en büyük ilah demektir. Allah ismi zattır. Yani kainatı yaratan bizim mabudumuzun ismidir. Sıfat değil ki. Allah’ı ilah olarak aldığımız zaman şirk çıkar. Allahu ekber bir cümledir. Cümlede Allah mukteda. Ekber, haberdir. Allah büyüktür. Şimdi (1:39:44 kitabın ismi anlaşılmadı) diye kitap var orada söylüyor diyor ki; ismi tafdillerde muzaf olarak geldiği zaman muzafın ileyhin var olduğu düşünülmez. Mesela huve, kadil kudat. Bu, kâdikerin kâdisidir dendiği zaman başka kadiler de var denilmez. “Allahu ahkemil hakimin” Allah hakimlerin en hakimidir dediğimiz zaman başka hakimler de var, Allah hakimdir denmez. Allah en hakimdir. Bu şekilde demek daha doğru diyor. Onun için böyle ayette Hz. İbrahim diyor rabbi ekber. Güneşin doğduğunu görüyor diyor ki; “haza rabbi haza ekber”. Yani “haza rabbi” demesine “haza rabbi”yi delil getiriyor. Zihinleri katıştıracak bir şey yok.
Abdulaziz Bayındır: Bunlarda tabi çok dikkatli olmak lazım. Kur’an ile ilgili herhangi bir şey söylendiği zaman zaten kur’an, ayetler kümesi demek. Birlikte düşünmezsen yanlış yola gşrmiş olursun. Peki şimdi fazla vakit kalmadı Şia’ya. Zaten işin esası anlaşıldı. Bir de Şi’nın bu konuda genel yapıdısını şey yaparsanız. Nedir o ?
SoniaCihangir: Özetleyeyim sadece. Şiiler’de çok hassaslar şirk konusunda. Şirkin üç çeşidi var. Şirk-i uluhiye: uluhiyette şirk. Halıkıyette olan, ikinci çeşit bir şirk. Üçüncüsü, rububiyette oln bir şirk.
Abdulaziz Bayındır: Rablığı, yaratıcılığı ve ilahlığı konusunda.
Enes Hoca: 1:41:26 anlaşılmıyor.
Sonia Cihangir: Yok. Rububiyet tedbir anlamında. Halıkıyet de yaratış şeyinde. Uluhiyet de mâbudiyet anlamında. Üç çeşidi var ve diyorlar üç çeşidin her biri çok büyük günahtır, haramdır diyorlar. Amelde olan şirkin iki çeşidi var. Şirk-i celli ve şirk-i hafi yani aşikare yapılan bir şirk ve mafiyane yapılan bir şirk ve hepsi de şey yapıyor. Şimdi önemli bir konu. Bu tevassl denen bir şeyler. Çünkü Şiiler’de bu şey diyorlar; tevasul ve duhase şirk değil belki aynı tevhid diyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Allah’tan başkasından yardım isteme şirk değil. Hem şirke karşı çıkıyorlar hem de Allah’tan başkasından yardım istemek tevhidmiş. İşin esas şeyi bu.
Sonia Cihangir: Şimdi nasıl oluyor öyle? Diyorlar; eğer Allah’a karşı arz yaparsınız yani Allah var, bir tane ehli beyt var. Böyle bir arz olarak bakarsanız şirk oluyor. Ama biraz önce dediğiniz ‘dûn’ olduğu zaman yani “fid dûn rububi” olduğu zaman yani en yukarıda Allah oluyor. Bunlar basamak gibi bir şey olduğu zaman bu aynı tevhid oluyor ve siz oraya buraya gitmeden çünkü bu tutuyor ya seni. Bu basamakta tutuyor, öbür basamakta tutuyor böyle çekiyor ve seni Allah’a doğru ilerletiyor diye bir görüş var. Tamam, delilleri var. Rivayetleri atıyoruz, delilleri var mı? Kendileri için delilleri de var. Yusuf suresi 97.ayet. “Kalu yâ ebânestağfır lenâ zunûbenâ innâ kunnâ hatıin”.
Abdulaziz Bayındır: Babalarına demiş ki Yusuf(as)’ın kardeşleri; ya Rabbi, bizim günahlarımız için mağfiret iste biz yanlış yaptık demiş. Bize mağfiret iste çünkü yanlışı babalarına karşı yaptılar. Önce babaları affedecek sonra ya Rabbi bunları affet diyecek.
Sonia Cihangir: Kendileri bizzat Allah’a estağfirullâh demedi. Sen bizim için istiğane et dediler. Babası da hayır demiyor.” Estağfir lekum” diye cevap veriyor ve burada sakınca yok diyor. Bu bir delil olarak yapıyor. Nisa suresi 64.ayette “ve mâ erselna min rasulin illâ li yutaâ bi iznillah velev ennehum iz zalemu enfusehum câuke festâğferullahe vestağfera lehumur resul”. Şimdi bundan yola çıkarak umre, hacc falan gittiği zaman mescidil nebiye gidildiği zaman onlar gidip orada tevbe ediyorlar Peygamberimiz’in kabri üzerinde. Bu ayeti de delil gösteriyorlar. Sonra Munafıkun suresinin 5.ayetinde “ve iz kıle lehum te’alev yestağfır lekum resulullâhi lev vev ruusehum ve reeytehum yesuddûne ve hum mustekbirun” diye geçiyor. Onlara, gelin peyambere yönelin sizin için istiğfar etsin dendiği zaman bunlar kibirleri nedeniyle gelmiyorlar. Bunu bir delil getiriyorlar. Sonra “ve la tahsebennellezine kutilu fi sebilillâhi emvât” var ya “inde rabbihim yurzakûn”(ALİ İMRAN 169) diyorlar siz, Peygamber, evliya, ehli beyt falan ölmemişler Allah katında rızıklandırılıyorlar. Diyorlar ki; ve ona göre namazımızda biz ne yapıyoruz? Esselamu aleykum eyyuhennebiyyu ve rahmetullahi ve berekâtuhu diye Peygamber’e yöneliyoruz falan diyorla. Bunu delil getiriyorlar. Ama bir şey burada eklemek istiyorum. Sizin bu Zerdüşler ile yazdığınız yazı var ya. Onların size verdiği cevaplar ingilizce olarak cevap vermişler.
Abdulaziz Bayındır: İstersen kısaca onun ne olduğunu anlat.
Sonia Cihangir: Siz anlatın.
Abdulaziz Bayındır: Zerdüşler var biliyorsunuz. Bizde ateşe tapanlar diye tanınan gurup. Hac suresinin 17.ayetine göre onlar da ehli kitaptan. Zerdüşler’in Kanada’da bir gurupları var. Onlara metup yazmıştım. Sizin din adamlarınızın, Allah ile sizin aranızsaki görevi nedir diye. Hemen bir cevap verdiler biz müşrikmiyiz, ne işleri var bizimle Allah arasında.
Sonia Cihangir: O cevapta çok güzel bir cümle yazmışlar ve bu cümleden ben çok şey öğrendim zaten. Diyor ki; bu Zerdüş dili Fars dilini çok etkilemiş bir din sayılır. İran’da çok etkili. Şimdi diyor fars dilindeki Allah kelamı yani Hudâ diyorlar. Diyor ki; Hudâ demesinin asıl şeyi de diyor bizim dinden almış. Hudâ, “hud” sözünden yani kelimesimesinden alınmış olup hud’un anlamı da Farsça’da “bizzat kendisi” demek. Ona göre diyor istiyor Allah bizzat kendisinden soruyor. Bu sıfatı olduğu için biz O’na Hudâ diyoruz ve çok güzel şey yapmış. Bu Şiiler’in delillerine baktığınızda ve bunların verdiği cevapları gördüğüm zaman onları daha muvahhid görüyoruz.
Abdulaziz Bayındır: Zerdüşler Şiiler’e göre daha muvahhid diyor. Abdulbaki Gölpınarlı’nın Türkçe’ye çevirdiği Muhammed Rıza El Muzaffer, Akaid-ul İmamiyye diye bir kitaptan almışım. Bizim Din Devlet İlşkileri kitabında var. Diyor ki; orada imamlar birer ilahtır. Başka bir anlamı yok. Onun için adına imamiyye deniyor. Zaten dikkat ederseniz Hüseyin’in çocukları esas alınır. Hüseyin de Şehruba’ın kocasıdır. Şehruba, Yezricert adındaki bir en son İran şahının kızıdır. Onlar şahlarda Ferriyezlan diye Allah’ın bir hulul yani Allah’a ait ola bir şeyin onlarda olduğunu yani Allah’ın bir parçası, nuru olduğuna inanırlar. O nur, imamdan çocuklarına geçer. İmam, devlet başkanı demektir zaten. Bizim İslami kelime kullanılıyor, o kapatılıyor. Hani ivec dedik ya. Zannediyorsunuz ki İslam ama değil. İslam ile bir alakası yok. Şehruba, Yezricert’in kızı olduğu için ondan o tanrılık Şehruba’ya geçiyor. Şehruba’da Hüseyin ile evleniyor. Dolayısıyla Şehruba’nın çocuklarına geçiyor. Başkalarında yoktur. Şimdi orada silsile tamamlansın diye araya Fatımâ konuyor, Ali konuyor. Sadece tabloyu tamamlamak için konuyor. Ondan sonra Hüseyin’in çocukları olduğu için değil Şehruba’nın çocuğu olduğu için onlara imamlık veriliyor. Haa bu zatların kendisinde böyle bir şey var mı o ayrı bir konu. Sonradan oluşan bir şey. Mesela Cafer-i Sadık gerçekten değerli bir zattır. Dersin başında da söyledik. Bu kişilerin kendileri bu işlere karşı mücadele etmiş insanlar olabilir ama arkasından gelenlerin nasıl davrandığı önemli. Şimdi bakın o kitapta ne yazıyor. Bak diyor ki. İmam deniyor ya bu 12 kişiye. Bir de imamın vekili oluyor bu ayetullahlar değil mi? İmamı temsil ede kişiler oluyorlar. Zaten ayetullah da deniyor. Yani o isim de çok önemli. Allah’ın ayeti. “İmâmın da peygamber gibi içte, dışta, gizlide, görünürde bütün kötü ve pis şeylerden doğumundan vefatına dek korunmuş olduğuna inanıyoruz. İmamın imametten önce soy, boy, şerefi bakımından en yüce ve temiz kişi olup her tğrlü kötülükten, suçtan, yanılmadan “yanılmadan” yanlış iş görmeden, unutmadan ve her türlü aşağılık şeyleren korunmuştur”. Ondan sonra “İmâmın peygamber gibi yiğitlik, kerem, gerçeklik, adalet, hikmet, tedbir bütün üstünlükler ve iyi huylar bakımından halkın en seçkini olması gerekir ve buna inanırız” diyor. “İmâmın ilahi hükümlere (bak dikkat edin) ilahi mearife, bilgilere , bütün bilgilere,tüm ilimlere sahip olması, peygamber yahut kendisinden önceki imam vasıtasıyladır”. Yani zaten otomatik olarak bu bilgileri alıyor. Bluetooth ile. Otomatikman alıyor. Diyor ki; “vasıtasıyla yepyeni bir şey hakkında”. Mesela hayatında hiç bilgisayar görmemiş. Bu bilgisayarda bir tutukluk oluyor bir donma oluyor. İmama soruyorsun bu donmayı nasıl halledeceğiz? (İmam) Hayatında bilgisayar diye bir şey görmemiş. Hiç önemli değil yani. “Yepyeni bir şey hakkında da İmam, AllahTeala’nın O’na ihsan ettiği kutsi kuvvet ile ilham yoluyla gereği gibi hükmeder”. Hemen, şöyle yapacaksın der. Hiç düşünmeden yani. ‘O şeyi künhüyle anlar (tümüyle anlar), bilir, bir şeye yönelirse o şey hakkında ancak gerçeği bilir. Yanılmaz, şüpheye düşmez, bu hususta akli delillere, düşünmeye yahut belletenlerin belletmesine ihtiyacı yoktur”. Kimseden bir şey sormasına gerek yok. “Bilgisi iktiza edince daha da derinleşir daha da ziyadeleşir”. Yeter ki ihtiyacı varsa daha da derinleşir. “İmamlardan hiç biri bir öğretmene gitmemiş, bir eğitimciden eğitim görmemiştir. Hiçbiri hocadan ders almamıştır. Hiç biri bir mektebe bir medreseye gitmemiştir. Böyle olduğu halde kendilerine bir şey sorulunca derhal en doğru cevabı verirler. Dillerine bilmiyorum sözü gelmediği gibi cevap vermek için düşünmeleri yahut cevabı bir müddet sonraya tehir etmeleri de vaki değildir”. Evet ondan sonra bakın ne diyorlar. Esas konumuz ile ilgili kısmı. “İmamların emri, Allah’ın emridir. Onların yasağı, Allah’ın yasağıdır. Onlara itaat Allah’a itaattir. Onlara isyan Allah’a isyandır. Onları seven Allah’ı sever. Onlara düşman olan Allah’a da düşman olur. Onların emirlerini reddetmek caiz değldir”. Tamam mı? Şimdi aklıma geldi. Said Nursi gelmiş Beyazıt’ta bir otelde kalmış da. Demiş ki; burada her soruya cevap verilir ama kimseye soru sorulmaz. Ben de onlara diyorum ki; soru soran bir kişinin adını, bir de verdiği bir tek cevabı söyleyin bakayım bana. Bir tane. İkincisini sormuyorum. Efendim O, devrinin filozoflarını susturmuş. Bir tanesinin adını söyleyin bütün filozoflar kalsın. Ne oluyor böyle ya. Fetullah Gülen yanlış yoldaymış da Said Nursi doğru yoldaymış. Ya ona karşı çıkıp da Said Nursi’den yana olmak ne demektir biliyor musunuz? Sinekleri öldürüp bataklığa sığınmaktır. Başka hiç bir anlamı yok.
Enes Hoca: Bizde yatsıda kaçıp teravihe yetişmiş derler öylelerine.
Abdulaziz Bayındır: Hep aynıdır. Yapı aynı. Çok dikkatli olmamız lazım çok uyanık olmamız lazım.
Enes Hoca: Bir şey söyleyeceğim de. Şiiler’de aracılık yapmak ve Allah’tan başkasından yardım istemek tevhidin ta kendisidir diyor ya. 4 tane ayet delil getiriyor. Bir tanesi de Yakub(as). Babasına geldi dedi ki; Allah’tan bizim için bağışlanma dile. Burada bir şey var. Yani biz ustadlarımıza, hocalarımıza, canlı olan birine gidip de benim için dua et demek başka ölüden bir şey istemek başka.
Abdulaziz Bayındır: Zaten onlar, imamlarının öldüğüne de inanmıyorlar.
Enes Hoca: Şimdi Peygamber(as)’ ın yanına gidip Peygamberimize bizim için dua et, bağışlanma dile. Peygamber de onlara dua etti diyor. Bu normal bir şeydir. Canlı olan insandan benim için dua et demek başka benim için imdatta bulun demek başkadır. Bu ayetle hiç alakası yok işin.
Abdulaziz Bayındır: Evet hiç alakasız. Zaten böyle yapıyorlar. Rasim Hoca bir şey söyleyecek.
Rasim Hoca: Ekber ile ilgili. Ekberin bir kavram olarak kavramsal bir alanda incelenmesi: bu önemli bir faktördür. Ama bu bir alandır. Bu mantıksal alandır. Düşünce, nesnesine varması için ona gitmelidir. Yani mantıktan çıkıp o nesneye gitmelidir. Nesne de Allah’tır. Şimdi Allah’ın bu tanımları nasıl yapılacak? Ekber nasıl açıklanacak? İbrahim(as)’ın soruları aklımıza geliyor. Diyor ki; benim Allah’ım can verendir, öldürendir. Nemrut hemen be diyor? Ben de can verir ve öldürürüm. O doğru söylüyor. İktidar öldürür de kaldırır da. İkinci soruyu soruyor. Benim Allah’ım güneşi şuradan şuraya çıkarır, sen de şuradan şuraya çıkart. Nemrut’un sözü bitiyor. Bak ekber o dur ki o tanımı olabilir ki var ki o objeye yani tanrıya uysun, sözüne uysun. Allah ne diyor? Dünyayı ben yaratmışım, insanı ben yaratmışım. Peşine de dünyada ben varım. Bak buna gelen ekber.
Abdulaziz Bayındır: Allah Teala diyor ‘kul eyyu şey’un ekberu şehâdeten kulillâhu şehidun beyni beynekum” (EN’AM 19) hangi şeyin şahitliği büyüktür? Allah aramızda şahittir. Şüphesiz, başka şekilde anlayamaz ki insanoğlu. Teşekkür ederim sağolun. Peki şimdi bu salondan soru sormak isteyenler varsa. Vakit geçti ama olsun.
Sonia Hanım: 1:57:54 duyulmuyor.
Abdulaziz Bayındır: Zerdüş mü? Zerdüşler de bakın şimdi şey yapalım. Zerdüşler, Sabiiler, Yahudiler, Hıristiyanlar bunlar hepsi muvahhid olanlar. Müslümanlar da öyle. Müslümanlar’ın ne hale geldiğini görüyorsunuz. Şimdi biz bu insanlara yaklaştığımız zaman kendi doğru kökleri ile yaklaşmamız lazım. Nasıl C.Hakk Yahudi ve Hıristiyanlar’a diyor ki “teâlev illâ kelimetin sevain beynena ve beynekum”(ALİ İMRAN 64) öyle dememizi istiyor. Aramızdaki ortak kelimeye gelin diyor ya. Zerdüşlere de böyle yaklaşmamız lazım. Yani Zerdüşlük de aslında tevhid dinidir. Onlarda da en büyük günah şirktir. Az önce Sonia Hanım söyledi. Şiiler de şirki en büyük günah sayıyor. Ama şirke, Allah’ın verdiği tanımı vermiyor kendisi tanımlıyor. Zerdüşler de şirki en büyük günah sayıyor. Hıristiyanlar da öyle. Mesela ben Vatikan’a gittiğim zaman Vatikan başbakanı bana dedi ki; sen bize müşrik diyorsun dedi. Biz müşrik değiliz dedi. Sonra başladı işte çok kutsal üçlü birlik falan. Güldüm. Utandı devam ettiremedi. Şirki herkes reddeder yeryüzünde. Ahirette de zaten müşrikler ne diyecekler ? “Vallâhi rabbina mâ kunnâ müşrikin”(EN’AM 23) Ahirette bile hesap verirken bile biz şirk koşmadık ya Rabbi. “Allah’a yemin ederiz biz şirk koşmadık”. Mekkeli müşrikler de kabeyi tavaf ederken ne diyorlardı? Lebbeyk allahumme lebbeyk. Lebbeyk e lâ şerike lek. Emret Allahım emret. Senin hiç bir ortağın yoktur. Mekkeli müşrik bunu söylüyordu. İlla şerikun huve lek temliku huve melek. Bir tane ortağın var. Çünkü hepsinin bir tane tanrısı vardı. Onun sahibi de sensin. Çünkü Allah’ın kızı diyerek melekleri araya koyuyorlardı. Onun sahibi de sensin. E senin zaten dedikleri zaman zihinlerinde ortak koşmamış oluyorlarmış gibi düşünüyorlardı. Temliku ve mâ melek. Ona da onun bütün yetkilerine de sahip olan sensin diyorlard. Mekkeli müşriklerin müşrikliği bugünkü müşriklere göre çok hafif kalır gerçekten.
Bayan Katılımcı: El gün ne der, örf ve adetler ön plana çıkar. Bu da şirk olarak değerlendirilmesi gerekiyor mu?
Abdulaziz Bayındır: Zaten insanı müşrik yapan hiç bir zaman bilgisizliği değildir. Yaşadığı toplumun oradaki ortak değerlerinden vazgeçmez ki toplumdan dışlanmasın. Onun için mesela siz çok iyi biliyorsunuz. Bizim nasıl dışlandığımızı çok iyi biliyorsunuz her şeyden. Şirke ilk karşı çıktığımda size de anlatmışımdır. Bir gece evden… Hakikate yatak bana diken gibi. Ya Rabbi kafayı mı yedim ne oluyor. Yani herkes bana karşı. Herkes bize soru sorarken herkes bize karşı. Bir gece çıktım Beyazıt Meydanı’nında dolaştım geldim. Oğlum Abdullah burada, hiç duymamıştır haberi bile yok. Kızım da burada haberi yok. Hanım da duymamıştır. Hiç kimse hissetmeden gittim Beyazıt’ta dolaştım dolaştım geldim. Açtım Kur’anı Kerimi yaptığım doğru. Yani topluma karşı çıkmak genel anlayışa karşı çıkmak çok zor bir şey gerçekten. Onun faturasını ödeyeceksin. Peki başka? Allah hepinizden razı olsun. İnternetten gelen sorulara cevap veremedik.