Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bu dua Arapça olduğu için bir Türk tarafından anlaşılmaz. “Elhamdu lillahi rabbil alemin” “Hamdin tamamı tüm varlıkların sahibi olan Allah’a aittir.” Hamd de bir şeyi güzel yapmaktır. Yani Allah ne yaparsa güzelini yapar. Bize belki gözükmeyebilir ama o mutlaka güzeldir. Tüm varlıklarında sahibidir. Arkasından salat getiriyoruz. Salat da bir şeyin arkasını bırakmadan peşinden gitmektir. Peşinden gideceğimiz kişi, kendimize örnek alacağımız kişi Allah’ın elçisidir. Çünkü Allah’ın elçisi bize hem Kuran’ı hem de hikmeti öğretmiştir. Bakara Suresi 151. Ayette “Kemâ erselnâ fîkum rasûlem minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hıkmete” “Size bir elçi göndererek nimetini tamamladı. Ayetlerimi size bağlantılarıyla birlikte okuyor. Kitabı ve hikmeti öğretiyor” (Bakara 151) diyor. Hikmet Kuran’dan çözüm üretme metodudur. Biz Allah’ın resulünü takip ettiğimiz zaman onun Kuran’ı öğrettiği şekli, Kuran’dan hüküm çıkarma metodunu şeklini esas alarak onun arkasından gitmemiz lazım. Bulduğu çözümleri de kendimize örnek almamız lazım. Bulduğu çözümlerin tamamı da Kuranı Kerim’de olandır. Dolayısıyla baştan o duayı yaparken şunu demiş oluyoruz. Ya rabbi sen ne yaparsan en güzelini yaparsın. Senin gönderdiğin elçini sıkı bir şekilde takip ediyoruz. Onun arkasından asla ayrılmıyoruz. Onun öğrettiği kitabı, öğrettiği hikmeti kavramaya ve o yoldan ayrılmamaya çalışıyoruz. Ali ve ashabı dediğimiz kişilerde onun yetiştirdiği kişilerdir. Onlarında bize örnek olan çok yönleri vardır. Yani önümüzde bir örnek var. “Her şeyi güzel yapan Allahu Teala, örneğimizde Muhammed (a.s) ve onun eğittiği, yetiştirdiği insanlardır.”
Bugün Enam Suresinin 5. Ayetinden itibaren bu sureyi anlamaya çalışacağız. Burada Allahu Teala şöyle diyor. “İnnallâhe fâligul habbi ven nevâ” “Allah çekirdeği ve taneli bitkiyi yarandır.” Çekirdeği ve taneli bitkiyi ayırıyor. Peki, çekirdek ve taneli bitki yarıldığı zaman ne oluyor? “yuhricul hayye minel meyyiti” Sizin o kapalı olduğu zaman, herhangi bir şey üretmeyen, ölü gibi duran o taneden toprağın içerisinde ikiye ayrılmasıyla birlikte bir bitki ortaya çıkıyor. Bir canlı bitki… Hareketi var. Sürekli gelişmeye açık… Aynı şekilde bir çekirdeği de yardığı zaman bakıyorsunuz ki onun içerisinden bir canlılık ortaya çıkıyor. “ve muhricul meyyiti minel hayy” “Canlıdan da cansızı çıkarır.” Bakarsınız ki o çekirdek yarılır. Çekirdeğin kabuğu çürür gider. Taneli bitki yarılır. Onun bir kısmı diğer kısımları için bir çeşit yem olur. Onları geliştirir. “Cansız gördüğünüz şeyden canlıyı, canlıdan da cansızı çıkarır.” “zâlikumullâhu” “İşte size Allah…” Allah bu… “feennâ tué’fekûn” “Yanlışlara nasıl sürükleniyorsunuz?” (Enam 95) Yani hiç taneden veya çekirdekten canlılar bitiren, geliştiren, sizin yiyeceklerinizi ortaya çıkaran, her şeyin sahibi olan Allah’ı bırakıyorsunuz da Hiçbir şey yapmayan, kendisi muhtaç, başkasının ihtiyacını karşılamaktan çok kendisi ihtiyacı olanların peşine düşüyorsunuz.
“Fâligul ısbâh” “Sabahı yaran da Allah’tır.” (Enam 96) Isbah dediğimiz zaman Türkçe karşılığı alacakaranlıktır. Gece üç bölüme ayrılır. Güneş battığı andan itibaren güneş ışınları bizim ufkumuza gelmeye devam eder. Belli bir süreye kadar ki… İşte güneşin ufuktan kaybolduğu yerlerde ufkun 18 derece altına ininceye kadar o ışıklar gelmeye devam eder. Ona akşamın alacakaranlığı denir. Sabahın da alacakaranlığı vardır. Aynı şekilde bunun bir simetriğidir. Sabahın alacakaranlığının ilk başlangıcını doğu ufkunda küçük yıldızların kaybolmasıyla anlarız. Çünkü gelen güneş ışınları yıldızların önüne geçince o yıldızları göremez olursunuz. Ondan sonra Isbah, sabaha girme dediğimiz… Sabah da güneşten gelen ışınlarla gecenin karanlığının karıştığı bir an ki az önce dediğim gibi Türkçede buna alacakaranlık diyoruz. Allah bu alacakaranlığı ikiye yarıyor. Nasıl yarıyor? Tan yerinin ağarmasıyla… Alacakaranlığın başlamasıyla sahur vakti ve seher vakti başlıyor. O iki bölüme ayrılıyor. Onun ayrıldığını da Bakara Suresinin 187. Ayetinde Allahu Teala oruç tutanlar için net bir şekilde anlatıyor. “ve kulû veşrabû” “Yeme, içmeye devam edin.” “hattâ yetebeyyene lekum” “Size göre net bir şekilde ortaya çıkıncaya kadar” İster şehirde yaşayın, ister köyde yaşayın… İster şehir ışıklarında yaşayın, ister başka yerde yaşayın. Siz nerede olursanız olun, kendi gözlemlerinizle herhangi bir aletle değil. Size göre siyah iplik beyaz iplikten… İplik diyor. Çünkü yarılma dediğiniz zaman boydan boya bir siyahlık oluyor. Ufkun alt tarafı… Çünkü kara parçası henüz aydınlanmamış. Gökyüzü aydınlanmış. Alt tarafta ufuk boyunca siyah bir kuşak oluşuyor. Onun üstünde de beyaz bir kuşak oluşuyor. Ve bu kuşak alttaki siyahlıkla üstteki aydınlığı birbirinden ayırıyor. Üst tarafta büyük bir aydınlık var. Alt tarafta karanlık var. Yani dolayısıyla sabah namazı vakti tan yerinin ağarmaya başladığı vakit değil. O aydınlık ufukta büyük bir kubbe oluşturuyor. O kubbe ikiye bölünür. Alt tarafı, kara tarafı siyah… Onun en üstünde siyah bir çizgi olur. Üst taraf aydınlık… Onun en altında beyaz bir çizgi olur. Ortada da bir kızıllık olur. O zaman da… İşte bu Allahu Teala sabahı yarıyor. Bu her gün ve her yerde oluyor. Dünyanın her yerinde… Yani güneşin hiç batmadığı yerlerde de oluyor. Güneşin hiç doğmadığı yerlerde de oluyor. Güneşin normal bir şekilde doğup battığı yerlerde de oluyor. Allahu Teala ondan sonra bir şey söylüyor. “ve cealel leyle sekenev” “Allah geceyi dinlenme vakti olarak oluşturmuştur.” “veş şemse vel gamera husbânâ” “Ayı ve güneşi de bir hesap için oluşturmuştur.” Yani ayın hareketleri, güneşin hareketleri bir hesaba göredir. Onların her biri bir hesap ölçüsüdür. Güneşin hareketleri bir hesaba göredir. Ayın hareketleri bir hesaba göredir. “zâlike tagdîrul azîzil alîm” “Bu üstün güce sahip her şeyi bilen Allah’ın koyduğu ölçüdür.” (Enam 96) Bu ayetlerin tefsirinde gerçekten çok anlaşılmaz anlamlar veriliyor. İşte bu Allah’ın takdiridir dediğiniz zaman… Elimdeki mealde öyle mana vermişler. Halk arasında Allah’ın takdiri… Kelime olarak yanlış değil ama insanların aklında ölçü anlamı yok. Takdir ölçü koymak demektir. Bu Allahu Tealanın koyduğu ölçüdür. Dolayısıyla güneşin hareketleri, ayın hareketleri zamanın belirlenmesinde… Takvimin yapılmasında… İster kameri aylar olsun, ister namaz vakitleri olsun, ister güneşe bağlı diğer zaman dilimleri olsun, yıllık hareket, günlük hareket bunlarla ilgili Cenabı Hak bütün ölçüleri, bütün ayrıntıları koymuştur. Burada kısaca şunu size hatırlatalım. Mesela Kurban Bayramı kutlandı. Türkiye’de başka bir günde, Azerbaycan’da başka bir günde kutlandı. Benim bildiğim bu ikisi ama diğer ülkelerde de farklı kutlayanlar…
Seyirci: Pakistan’da…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Pakistan’da farklı…
Seyirci: Pakistan bir gün sonra…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir gün sonra… Yani daha başka ülkelerde… Bazen üç dört gün süren farklar oluşuyor. Allahu Teala buna hesaba göredir diyor. Hesaba göre olduğu zaman Ümmül Kura olan Mekke hesabın ana merkezi olması lazım. Asla Greenwich olamaz yani… Bu mümkün değil. Çünkü Allahu Teala Ümmül Kura olarak Mekke’yi oluşturmuştur. Bütün şehirlerin merkezi orasıdır. Bunu hesap ettiğimiz zaman Kuranı Kerim’de de belirtildiği gibi hiç kimse birisi şu gün birisi öbür gün bayram yapmaz. Herkes aynı gün orucuna başlar. Aynı gün bitirir. Aynı gün Kurban ve Ramazan Bayramlarını yaparlar. Herhangi bir fark söz konusu olmaz. Amma Resulullah (s.a.v) zamanında o bu hesabı bilmiyor. Hesabı bilmediği zaman yapabileceği tek şey… Onu zaten söylüyor. “Biz ümmi bir toplumuz. Bu tür hesapları bilmiyoruz.” Gerekçesini söyledikten sonra da “Hilali gördüğünüz zaman oruca başlayın, gördüğünüz zaman şey yapın” diyor. Başka yapabileceği bir şey yok. Ama Kuranı Kerim’de bunun bir hesaba göre olduğu çok sayıda ayette belirtildiği için hesabı biliyorsak biz bu takvimleri mutlaka hesaba göre belirlemek zorundayız. Hesaba göre belirlediğimizde Resulullah’ın hadisine uymamış olmuyoruz. Uymuş oluyoruz. Çünkü Resulullah orada biz bilmiyoruz diyor. Bilmiyoruz demek bilirse ona göre yapacağız demektir. Fakat İslam Aleminin bilgileri ezbere dayalı olduğu için bu tür konular üzerinde düşünene rastlamak son derece zordur.
Allahu Teala ondan sonra şöyle diyor. “Ve huvellezî ceale lekumun nucûme litehtedû bihâ fî zulumâtil berri vel bahr” “Yıldızları da denizin ve karanın karanlıklarında yolunuzu bulmak için sizin için oluşturmuş olanda O’dur.” (Enam 97) Şimdi karadan giderken birçok şeyler oluştu. Yollar var, yollarda işaretler var. Yıldızlar pek aklımıza gelmiyor. Ama bugün denizciler yollarını o yıldızlarla buluyor. O devam ediyor. Onlar için bu konuda çok ciddi eğitimler verilir. Tabi güneş ışınları da onlar açısından önemlidir. Mesela bu yıldızlar içerisinde bir tane yıldız vardır. O da Kutup Yıldızıdır. Kutup Yıldızı tam kuzey noktadadır. Güneyde de onun simetriği olan bir yıldız vardır. Dolaysıyla siz o yıldızı gördüğünüz zaman kuzeyi, güneyi, doğuyu… Çünkü yüzünüzü kuzeye çevirdiğiniz zaman sağ tarafınız doğu, sol tarafınız batı, arka tarafınız güney olur. Yönlerinizi tam olarak belirlersiniz. Onun bir özelliği de şudur. Biraz Astronomi bilginiz varsa, biraz Matematik biliyorsanız o yıldızla sizin bulunduğunuz yerin açısını alırsanız o açı tamı tamına bulunduğunuz enlemi gösterir. Böylece yer bilgisi açısından çok ciddi bir şeyiniz olur. Allahu Teala bunları da bu şekilde oluşturdum diyor ama arkasından ne diyor? “gad fassalnel âyâti ligavmiy yağlemûn” “Bu ayetleri bilen bir topluluk için açıklamışızdır.” (Enam 97) Yani o yıldız konusunu öyle Kuranı Kerim’i okuyup da anlayamazsın. İlgili bütün ayetleri bir araya getireceksin. Bilenler birlikte okuyacaksın. Allah’ın yarattığı ayetleri bilecek. Mesela az önce Kutup yıldızı dedik. Kuranı Kerim’de Kutup Yıldızı diye geçmiyor. Mesela “Ven necmi izâ hevâ” (Necm 1) diyor. “en necm” dediği zaman bilenler onun Kutup Yıldızı olduğunu anlar. Tek bir yıldız… Anlar… Ama bilmeyen anlayamaz. İşte bilenler topluluğu da tek kişi değil, iki kişi değil… Bir ekip oluşturulacak ve birlikte ayetler okunacak. Ve o ekip Arapçayı çok iyi bilenlerden, Kuranı çok iyi bilenlerden ve Allah’ın yarattığı ayetler olan yıldızları iyi bilenlerden oluşacak ki Allahu Teala’nın bize yıldızları nasıl tanıttığını yıldızlar konusunda bize hangi bilgileri verdiğini bize çok iyi bir şekilde tespit edebilsinler.
“Ve huvellezî enşeekum min nefsiv vâhıdetin” “Sizi bir tek nefisten inşa eden odur.” Nefsi vahide döllenmiş yumurta demektir. Biraz sonra onun ayrıntılarını Yahya Hocadan dinleyeceğiz. “femustegarruv ve mustevdağ” O rahmin girişinde önce bir döllenme olur, arkasından bir süre kalacağı rahim kanalına geçer. Sonra anasının vücudunu terk edeceği rahme geçer. Üç ayrı yerde oluşur. “gad fassalnel âyâti ligavmiy yefgahûn” Bu ayetleri de bilenlere değil, fakihler için… Fıkıh ne, İlim ne? Bunları da inşallah Enes Hocadan dinleyeceğiz. Yani burada “meselenin bütün ince ayrıntılarına dikkat eden, en küçük ayrıntıyı kaçırmayan kişiler için açıkladık” (Enam 98) diyor. Aksi takdirde ana rahminde olan oluşumları anlamak zor olur.
“Ve huvellezi enzele mines semâi maâ” “Gökten su indiren de odur.” “feahracnâ bihî nebâte kulli şey’in” “Her şeyin bitkisini o su ile topraktan çıkarırız.” Su olmazsa topraktan herhangi bir şey çıkmaz. Topraktan bir şey çıkmazsa bizim de aç kalmadan başka yapacağımız bir şey olmaz. “feahracnâ minhu hadıran” “O su sebebi ile yeşilliği çıkarırız.” Peki, sadece yeşillik mi? “nuhricu minhu” “O yeşillikten de çıkarırız” “habbem muterâkibâ” “Birbirinin üstüne binmiş taneleri çıkarırız.” Taneli bitkiler… Üst üste binmiş… Üzüm salkımları, buğday, Arpa gibi… “veminen nahli min tal’ıhâ gınvânun” “Hurmanın tomurcuğundan bir salkım çıkarırız.” “dâniyetuv” “Salkım aşağı doğru iniyor.” Çünkü o hurmalar oluştukça… Öyle salkımlar vardır ki bir tek salkım bir çuvalı doldurabilir. Hurmanın öyle bir yapısı vardır. “ve cennâtim min ağnabiv” “ve üzüm bahçeleri oluştururuz.” Yani üzümleri öyle oluşturuyor ki onun çardakları toprağın üstünü örtüyor. Dışarıdan baksanız toprağı göremiyorsunuz. “vez zeytûne” “zeytini oluştururuz.” “ver rummâne” “Narı oluştururuz.” “muştebihev ve ğayra muteşâbih” Allahu Teala burada önemli birkaç meyveye dikkatimizi çekiyor. Ama bunların şekilleri birbirine benzer, benzemez. Bazen dışarıdan bakarsınız aynı gibi görünür. Tatları farklıdır. Bakarsınız çok farklı şekillerdedir. Farklı biçimlerdedir. “Benzerlikte olur, olmayabilir de…” “unzurû ilâ semerihî izâ esmera” Şimdi bakın da düşünün. Yani toprak… Bunlar buradan çıktı. Yukarıdan su indi. Meyve verdi. Bir düşünün bakalım. “ve yen’ıh” “Bir de onun olgunlaştığı zamanı düşünün.” Bakıyorsunuz bir nar… Olmuş gibi görüyorsunuz, ağzınıza atıyorsunuz. Ekşilikten yiyemiyorsunuz. Ama olgunlaştığı zaman da yemeye doymuyorsunuz. Halbuki aynısı… “inne fî zâlikum leâyâtil ligavmiy yué’minûn” “Bunda da (gökten inen su, yerden biten bitkiler) inananlar için işaretler vardır.” (Enam 99) Yani önce Cenabı Hakka inanıp güveneceksiniz ki bunlardan bir şeyler anlayabilesiniz. Burada okuduğumuz ayetlerde üç tane önemli kelime geçti. Birisi İlim kelimesi, ikincisi Fıkıh kelimesi, üçüncüsü de iman kelimesi… Önce bu kelimeleri Enes Hocadan dinleyelim. Ondan sonra da insanın oluşumuyla ilgili Yahya Hocayı dinleriz.
Enes ALİMOĞLU: Enam Suresi 97. Ayette “yağlemûn” kelimesi var. İlim kelimesi lügatte cehlin zıddı diyor. 23:13 23:17 sn. arası anlaşılmıyor. Yani bir şeyin hakikatini idrak etmek anlamında…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani bir şeyi doğru kavramak… İyi bir şekilde anlayıp kavramak… Ona ilim deniyor.
Enes ALİMOĞLU: Bunun için 23:29 sn. anlaşılmıyor. tefekkür veya teemmül… Böyle düşünmek gerekmeyebilir. Yani insanda ilmin nasıl hasıl olduğu… İlimde buna bakılmaz. Yani o yetenek insanda doğal olarak oluşabilir. Veya kendi çabalarıyla oluşabilir ama onun içerisinde hak ile batıl, zararlı ile yararlı ve iyi ile kötü… İlim, bunları ayırt edebilecek yetenektir. 23:59 24:00 sn. arası anlaşılmıyor. zıddı… Onun için Enam Suresi 97. ayetteki kara ve denizin karanlıklar içerisinde yıldızlarla yol bulmak… Bu konuda fazla düşünmese bile insan onu kavrayabilir, bilebilir. Ama bir nefisten farklı birçok insanlar yaratmak, ortaya çıkarmak, belli aşamadan aşamaya geçirip farklı aşamalarda vücuda getirmek bu fıkıh gerektiren bir şeydir. Fıkıh da düşünmek, tefekkür etmek vardır. Tefekkür etme ve düşünme sonucu elde edilen bilgi ve çok detaylı olan bilgi de fıkıhtır. Bunun içerisinde teemmül ve tefekkür olduğu için fıkıh kelimesiyle Allahu Teala vasıflandırmıyor. Allahu yefkahu diye bir şey yok. Yealemu var, yefkahu yok.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Çünkü Allah’ın öyle bir şeye ihtiyacı yok.
Enes ALİMOĞLU: Onun için bir nefisten yarattığı, ondan sonra karargah vardır, sizin emanet olarak duracağınız yer vardır… Bu şekildeki ayetlerde fıkıh kelimesi gelmiş. Enam Suresi 97. Ayette de ilim kelimesi gelmiş. 99. Ayette de iman var. Yani iman dediğimiz… İman da emn nerden çıkıyor? Karar ve 25:26 25:27 sn. arası anlaşılmıyor. diye bir kelime var Arapçada… Sabitlenmek ve yatışmak… Rahata ermek… Yani kalbin bir şeye rahatlaması… Böyle de bir tam kanaat hasıl olması anlamına gelen…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tam bir güven hasıl olması…
Enes ALİMOĞLU: Güven, istikrar ve yatışmak… Bu anlama gelen emn’den çıkan kelimedir. Bu emn’i kalbe yerleştirmekte iman oluyor. İman emn kelimesinin mütaddi… Geçişli mi diyoruz? Mastardır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Evet, geçişli…
Enes ALİMOĞLU: Yani o emn’i, güveni… Tasdik ve güven… Yani normal bazı lügatlarda iman sadece tasdik diye geçiyor. O biraz eksik kalıyor. Doğru da biraz eksik… “El imanu tasdikun la 26:15 26:16 sn. arası anlaşılmıyor. şekkun” Bu şekildeki mana daha doğrudur. Yani üzerine hiçbir şek şüphe gelmeyecek şekilde tasdiktir. Kesin bir kararlılık…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani şöyle bir şey yapsak… Mesela bilme dediğimiz zaman İblis örneğini alalım. İblis Allah’a inan biri değil, değil mi? Yani onda iman yok.
Enes ALİMOĞLU: Evet…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, iblis Allah’ın varlığı ve birliği konusunda herhangi bir şüpheye sahip mi?
Enes ALİMOĞLU: Yok.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O zaman iman için bilmek yetmiyor. Bir de tam güvenmek gerekiyor.
Enes ALİMOĞLU: Evet, evet… Yani ilim, fıkıhın sonucu imandır. Bu ilişkiden sonra… Yani o fıkıh ve ilmin sonucunda hasıl olan bu güveni, tasdiki, inancı tam kalbe yerleştirdiğiniz zaman bu iman oluyor. Onun için burada üçüncü mertebe imandır. Bu imana sahip olanlar Enam Suresi 99. Ayetteki su ile biten meyveler, hububat taneleri… Bunların hepsindeki hikmeti ve sırları bilirler. Bu bilirler de iman sahibi mertebesine yükselmiş olanlardır. Ondan sonra devamındaki ayette Allahu Teala durum böyle iken onlarda Allah’a şirk koştu diye devam ediyor. Okumadığımız ayete öyle geçiyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Doğru… Yani Allah’ın yetkilerine başka şeyleri ortak sayıyor.
Enes ALİMOĞLU: Aslında öyle saymaması lazım. Yani bu iman ilim ve fıkıh aşamasından geçerek sabit bir şekilde olmuşsa onun şirk koşması düşünülmez, böyle bir şey mümkün değil.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Çok güzel bir izahta bulundu. Burada şimdi şöyle bir şey yapsak… Mesela az önce İblis örneğini verdik. İblis, Allahu Tealanın varlığını, birliğini, gücünü, kudretini, kendini yaratanın o olduğunu, ahirette yeniden dirilmeyi… Kabul etmediği bir şey yok, hepsini biliyor. Peki, Allah’a güvenmesi gerektiğini de biliyor. O konuda da bir eksiği yok. Ama kendisini Allah’ın önüne geçiriyor. Adem’e secde et dediği zaman etmiyor. Burada bir demagoji yapıyor. Niye demagoji yapıyor? Çünkü söylediğinin yalan olduğunu kendisi de biliyor. Allah ona “Adem’e niye secde etmedin” diyor. O da “Ben ondan hayırlıyım, beni ateşten onu çamurdan yarattın” diyor. Allah sana, ben seni neden yarattım diye mi soruyor? Demagoji yapıyor. Bu kafirler… Burada dikkat ederseniz Allah’ın varlığından şüphesi yok, birliğinden şüphesi yok, Allah’a güvenilmesi gerektiğinde de şüphesi yok… Ama güvenmesini engelleyen şey nedir? Ben demesidir. Onun için bütün kefirler yalan söylüyor. Mesela İblis yalan söylemiyor mu? Allah niye secde etmedin diyor. O da “beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın” diyor. Allah onu mu soruyor sana?
Enes ALİMOĞLU: Yani imanın merkezi aslında kalp olduğu için Maide Suresi 41. Ayette “ve lem tué’min gulûbuhum” “Onların kalpleri iman etmedi” diyor. Yani güven ve inanmak, tasdik etmek kalplerinde yok. Sadece ağzıyla söylüyor diyor. Nahl Suresi 106. Ayette “ve galbuhû mutmeinnum bil îmâni” diyor. Yani esas olan şey kalbin iman ile yatışması, tam rahatlaması…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah’a tam güven… Yani ben Kuranı Kerim’e inanırım derler. Tamam, inanıyorsan ne anlatılıyorsa tartışmayacaksın.
Enes ALİMOĞLU: Bu şekildeki ayetlerde imanın aslen merkezinin kalp olduğu, kalbinde iman fiilinin aleti olduğu anlaşılıyor. Mesela Bakara Suresi 3. Ayette “yué’minûne bil ğaybi” “ğaybe inanırlar” şeklinde meal verilir. Yani burada iman ilim ve fıkıh sonucunda olan bir şey desek… Mesela mukallidin imanı caiz değil diyoruz. O zaman iman tam bilgi ve tefekkürden sonra olan bir şey ise o zaman ğayb de bizim bilmediğimiz bir şeyse nasıl orada bir çelişki olmaz mı?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela ben şuradan okuyayım. Diyanetin Meali… “Onlar gayba inanırlar.” (Diyanet Meali, Bakara 3) Peki, gayb ne demek? “Görme duyusuyla algılanamayan şey demektir.” Yani duyuların kapsamına girmeyen… Ne görüyorum, ne hissediyorum, ne dokunuyorum… Hiçbir şey yok. Mesela benim ayağımdaki ayakkabının rengini biliyor musunuz? İşte size gayb… O zaman inanın. Neye inanacağım? Belki ayağımda ayakkabı yok. O da olabilir değil mi? Burada ne olacak?
Enes ALİMOĞLU: O zaman bu Maide Suresi 41. Ayette “ve lem tué’min gulûbuhum” diyor. Bununla beraber düşündüğümüzde inananlar onlar, kalbi ile inanır demektir. 32:14 32:17 sn. arası anlaşılmıyor. Yani iman onların kalbinde var veya yok. Böyle yola çıkarak söylediğimizde yani “kalp ile inanır…” Yani kalp… Beydavi’nin de üç tane ihtimal var. Buradaki ba alet için diyor. Yani iman dediğimiz bu hadiseyi bunlar kalbi ile yaparlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani “yuminune bigaybihim…”
Enes ALİMOĞLU: Evet.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani Arap dili açısından elif lam muzafun ileyhten ıvaz… “yuminune bil gayb” “yuminune bigaybihim” “Kendi gayblarıyla inanırlar…” (Bakara 3) Niye gaybları? Benim içimden ne geçtiğini sizin bilmeniz mümkün mü? Enes Hoca içimden ne geçtiğini senin bilmen mümkün mü? Ama Allah biliyor. Onun için insanın gerçekten inanıp inanmadığına karar verecek tek makam Allahu Tealadır. Ondan dolayı “yuminune bi gaybihim” “gayblarıyla inanırlar.” Yoksa gayba inanırlar değil. Yani kalpleriyle inanırlar.
Enes ALİMOĞLU: Mücadele Suresi 22. Ayette “ulâike ketebe fî gulûbihimul îmâne” diyor. Yani belli eylemleri yapan insanların kalbinde Allah imanı var eder. O işleri yaptıktan sonra veya 33:26 33:34 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir de Yahya Hocayı dinleyelim. İnsan kaç safhada oluşuyor? Nasıl oluyor?
Yahya ŞENOL: Bugün ki okuduğumuz ayetlerden Enam Suresi 98. ayeti münasebetiyle bir kez daha insanın yaratılışı konusuna kısada olsa değinelim. Niye kısa dedim. Çünkü çok fazla derste biz bu konuyu işledik. Hatta Kitap ve Hikmet Dergisinin son çıkan sayısı şuanda elimde… Kapak konusuda Kuran’da Beşer ve İnsan diye… Bunu da aldığınızda göreceksiniz ki başta hocamızın tam 20 sayfalık bu konuyla alakalı makalesi var. Yani her yönüyle konunun incelendiği bir yazı… Hem derslerde işledik hem yazı olarak da işte en son detaylı bir şekilde, ayrıntılı bir şekilde yazıya geçti. Ben kısaca Enam Suresi 98. Ayet münasebetiyle özetlemeye çalışacağım. Önce ders konumuzla ilgili bu ayeti okuyalım. Oradan birkaç kavram üstünde durmaya çalışacağım.
Cenabı Hak Enam Suresi 98. Ayette şöyle buyuruyor. “Ve huvellezî enşeekum min nefsiv vâhıdetin” “Sizi tek bir nefisten inşa eden (var eden, oluşturan, yapan) Allah’tır.” “femustegarruv ve mustevdağ” “Daha sonra o nefsi vahidenin bir müddet kalacağı ve en son anasına veda edip kalacağı bir yer vardır.” Şimdi bu kavramlar üzerinde duracağız. “gad fassalnel âyâti” “Biz ayetleri en ince ayrıntılarına kadar bölüm bölüm, kısım kısım ayrıntılı olarak açıkladık.” “ligavmiy yefgahûn” Biraz önce Enes Hoca aktardı. “Fıkıh edecek olan bir topluluk için…” (Enam 98) Fıkıh neydi? Bir meseleyi derinlemesine, iyice anlamak, kavramak… Mesele insanın yaratılışı olduğuna göre bu meselenin uzmanları olsalar kesinlikle benden –en azından ben kendi adıma konuşayım- çok daha iyi bilgi vereceklerdir. Bu ayetin birincil derecede muhatabı belki de onlar… Niye dedi Allah? Bu mesele hakkında… Çünkü ben insanın yaratılışı konusunda herhangi bir eğitim almış değilim. Ben Kuran kursu, İmam Hatip, İlahiyat camiasından gelen biriyim. Ama Tıp ilmini okumuş, insanın yaratılışını bilen, Biyolog olur, Kadın Doğum uzmanı olur, şu olur, bu olur… İnsanlar, uzmanlar hem o edindikleri bilgiler hem de Allah’ın bizlere öğrettiği bu bilgileri harmanlayıp bizlere bir şeyler anlatsalar kim bilir bilmediğimiz ne ayrıntılı bilgilere ulaşabiliriz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sadece insan değil ki hayvanın yaratılışı da aynı…
Yahya ŞENOL: Sadece burada özellikle insan söz konusu edildiği için bu örneği verdim. Tabi ki hocamızın dediği gibi sadece insan değil yaratılan her şey hakkında… Canlılar… Yani insanla sınırlandırmayacağız ama ayet sadece ona işaret ettiği için ben onu söyledim. Burada şimdi ön plana çıkan üç tane kavram var. Biri nefsi vahide… Nefsi vahideye ne diyoruz? Derslerimizi daha önceden de takip edenler bilirler. Nefsi vahide dediğimiz şey tek bir nefis diye tercüme ediliyor. Bu aslında insanın yaratılmış olduğu özdür. Ayetleri bir bütün olarak incelediğimizde bunun da döllenmiş yumurta olduğunu görüyoruz. İlk insan Adem’de (a.s) dahil olmak üzere bütün insanlar aslında, yani hem o hem bizler halen döllenmiş yumurtadan yaratıldık ve yaratılmaya da bu şekilde devam ediliyor. Adem’in (a.s) bizlerden farkı nedir? O da bizim gibi yaratıldı deyince yanlış anlaşılmasın. Annesi vardı, onunda bizim gibi babası vardı demiyorum. Nefsi vahide’den yaratılma açısından Adem (a.s) ile bütün insanlık aynıdır. Fark ne? Bizim bir annemiz, babamız var. Onun annesi, babası yoktu ama Allah toprağa o nefsi vahidenin döllenmiş yumurtanın sanki bir ana rahmi gibi olmasını sağladı ve Adem’i (a.s) o meydana getirdi. Bugün insanlık bir anne ve bir babadan neticede her ikisinden gelen şeylerden oluşan nefsi vahideden yani döllenmiş yumurtadan yaratıyor Allah… Hem Nisa Suresinin 1. Ayetini hatırlayalım. Orada Allahu Teala ne demişti? “Yâ eyyuhen nâsuttegû rabbekum” “Ey insanlar rabbinize karşı yanlış yapmaktan kaçının.” Nasıl bir rab o? “rabbekumullezî halegakum min nefsiv vâhıdetiv” “sizi (ilk insanı) bir nefsi vahideden yaratan” “ve halega minhâ zevcehâ” “Aynı nefisten (aynı özden) onun eşini de yaratan Allah” (Nisa 1) Bakın aynı özden… Yaratılan kişinin kendisinden değil, onun da yaratıldığı özden ona bir de Allah eş yaratmış. Yani Adem’in (a.s) yaratıldığı nefsi vahide her ne ise Havva validemizin yaratıldığı nefsi vahidede o… Ama daha sonra artık oluşum bir erkek ve bir kadından müteşekkil olan nefsi vahideden geliyor. Ve bugün hali hazırda o şekilde devam ediyor. Benzer bir ayet Zümer Suresinin 6. Ayetinde de var. Cenabı Hak orada da şöyle buyuruyor. “Halegakum min nefsiv vâhıdetin” “Sizi tek bir nefisten yaratan” Ama “summe ceale minhâ zevcehâ” “Sonra o nefisten onun eşini oluşturan Allah’tır.” (Zümer 6) Yani o nefis insanın özü dedik ya… İlk şey nefsi vahide… İnsan Suresinin 2. Ayetinde “min nutfetin emşâcin” (İnsan 2) Birkaç farklı karışımdan meydana gelen bir nutfe, döllenmiş yumurta olarak tarif ediliyor. Öz itibariyle Adem (a.s) neyden yaratılmış ise Havva validemiz ondan ve bugün bizlerde ondan… Fark ne? Onlara nefsi vahideyi toprak ana rahmi olarak sundu. Bugün bize bir erkek ve bir kadın vücudu bu imkanı sağlıyor. Fark bu… İşte nefsi vahide bu… Bunu söyledik.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir de sen şeyi de söylesen tamamlamış olur. Öleceğiz, toprak olacağız, ahirette yeniden dirilirken hiçbirimizin ne anası olacak ne de babası olacak.
Yahya ŞENOL: Evet, ona işaret eden ayette Taha Suresinin 55. Ayeti… Onu da hatırlatmış olalım. Cenabı Hak orada şöyle buyuruyor. “Minhâ halagnâkum” “Hepinizi topraktan yarattık.” “ve fîhâ nuîdukum” “ve sonra sizi tekrar toprağa iade edeceğiz.” Ne zaman? Böyle öldüğümüzde… Tekrar ölüp toprak olacağız. “ve minhâ nuhricukum târaten uhrâ” “Bir kez daha sizi oradan çıkartacağız.” (Taha 55) Bir kez daha çıkartılmamızda bizi yeniden bir anne mi doğuracak, bir babamız olacak da kıyamette kalkacağız? Hayır. İşte toprak Adem (a.s) için gördüğü vazifenin benzerini bizler içinde görecek. Bütün insanlık kıyamet için ayağa kalkacak ve haşr meydanına doğru gidecek. Bu hatırlatmayı da yaptıktan sonra tekrar gelelim Enam Suresi 98. Ayetteki “mustegar” ve “mustevdağ” kelimelerine…
Nefsi vahide dedik, döllenmiş yumurta dedik. Bunun oluştuğu yerle alakalı Allahu Teala bize bir şey söylüyor mu acaba diye baktığımızda Muminun Suresinin 12 ve 13. Ayetleriyle karşılaşıyoruz. Allahu Teala burada ne buyuruyor? Yine insanın yaratılış aşamalarını anlattığı ayetler grubu… Allah burada şöyle diyor. “Ve legad halagnel insâne min sulâletim min tîn” “İnsanı çamurdan süzülüp gelen bir özden yarattık.” (Muminun 12) Akıllar sanki hemen Adem’e (a.s) gidiyor değil mi? Çamurdan yaratıldı falan… Bugün bizimde yaratıldığımız ana ham madde çamur değil mi? Toprak değil mi? Neticede yediğimiz hemen her şey yediğimiz gıdalar şunlar bunlar bizi oluşturuyor, bizim vücudumuzdaki parçaları oluşturuyor. Ana unsur yine su ile toprağın birleşimi “tin” dediğimiz çamur… Oradan yaratıldık. Allah sonra ne diyor? “Summe cealnâhu” “Sonra orada oluşan o şeyi” “nutfeten” “bir nutfe (döllenmiş yumurta) haline getirdik.” Nerede? “fî garârim mekîn” (Muminun 13) Kararı mekin diye başka bir kavram geldi. Karar kalınacak, rahatça durulabilecek olan bir yer… Mekin de bir şeye güç, kuvvet sağlayan, üzerinde etki, tasarruf edebilen bir şeyi ifade ediyor. Tam ifade edecek olursak… Hocamda buraya yazmış zaten… Bir şeyin üzerinde gücü ve yetkisi olan şeye mekin deniyor. O zaman kararı mekin (insan bir kadın bir erkekten müteşekkil dedik) erkekten gelen sperm ve kadından gelen yumurtanın kendi güçleriyle ulaşmasına ve döllenmenin gerçekleşmesine imkan veren yer… Yani rahatça onların buluştuğu ve yumurtanın sperm tarafından döllendiği yer… Burası neresi oluyor? Yani rahim kanalının girişi… İlk döllenme olayı burada gerçekleşiyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kararı mekin orası…
Yahya ŞENOL: Şimdi ayete geri döndüğümüzde hepimizi bir nefsi vahideden yarattı. Bu nefsi vahidede orada oluştu mu? Oluştu. Şimdi artık bir yolculuğa başlıyor. Gerek bizi burada canlı olarak dinleyenler, gerekse internet üzerinden dinleyenler veya daha sonra banttan izleyecek olan tüm izleyicilerimiz internete yazdıkları zaman bizim sitemizden de karşılaşabilirler. Normal bu mesele hakkında bilgi veren sitelerden de anne karnında bebeğin oluşumu diye yazın. Fotoğraflarla, slaytlarla bu mesele gayet açık ve net bir şekilde anlatılıyor. Yani görseller görüldüğünde anlaşılması çok kolay… Burada biz gösteremediğimiz için 43:57 43:58 sn. arası anlaşılmıyor. ama… Orada bakın yumurta döllendikten sonra rahim kanalında bir yolculuk başlıyor. Artık süresini ben bilemiyorum. Doktorlar çok daha iyi bileceklerdir. Hata etmekten de korkuyorum. 2 hafta diyim, 4 hafta diyim, 8 hafta diyim neyse… Bir safha başlıyor. Orada çeşitli aşamalardan geçiyor. İşte orada Allah “femustegarrun” (Enam 98) bir müddet daha kalacağı bir yolculuğa çıkıyor. Bu döllenmiş yumurta… Orada bunlar anlatılıyor. Orada yavaş yavaş 2 iken 4’e bölünüyor, 4 16’ya mı bölünüyor. Bir şeyler oluyor. Hücreler oluşuyor. Bir müddet daha gittikten sonra bu yolculuk en son gerçek manada ana rahmine ulaşıyor. Ve orada başka safhalar başlıyor. Kuranı Kerim buna alaka diyor, mudğa diyor. Hani rahim cidarına yapışıyor. Daha sonra bir çiğnem et haline geliyor. Yavaş yavaş buna kemikler giydiriliyor, etler giydiriliyor. Gözler oluşuyor, kulaklar oluşuyor falan… Yani tam bir oluşumun başladığı ana rahmi… Üç farklı yer… 1- Nefsi vahidenin oluştuğu rahim kanalının girişi… 2- Daha sonra rahim tüpü dediğimiz o yolculuğun başladığı safha… İşte süresi ne kadar sürüyorsa… Allah buna “mustekar” diyor.3- Bir de “mustevda” yani bir müddet daha kaldıktan sonra oradan annesine veda ettiği yer… müstevda… Veda kelimesinden türemiş bir kelimedir. Artık oradan cenin insan halini alıyor, annesine oradan veda ederek dünyaya geliyor. 3 farklı yerden bahsettik. Nefsi vahidenin oluştuğu yer, müstekar dediğimiz o yolculuk esnası rahim tüpü, müstevda dediğimiz gerçek oluşumun artık uzun süre devam ettiği ana rahmi… Bu 3 vurgusunu niye iki defa üç defa üst üste yaptım? Çünkü Allahu Teala Zümer Suresinde şöyle buyuruyor. “yahlugukum fî butûni ummehâtikum” “Allah sizleri annelerinizin karınlarında yaratıyor.” Nasıl? “fî zulumâtin selâs” “Üç karanlık içinde” (Zümer 6) 3 farklı yer… Genelde meal ve tefsirlerde buraya hep şöyle bir açıklama verilir. 1- Annenin karnı, 2- karnının içinde ana rahmi, 3- bir de bebeğin içinde bulunduğu kese, (meşime veya etene mi diyorlar)… Genelde böyle tarif ediliyor. Fakat Enam Suresinin 98. Ayeti, ondan sonra İnsan Suresi, Zümer Suresi… Bütün bu ayetleri birleştirdiğimiz zaman Cenabı Hakkın insanın oluşumunu anlattığı yerler… 1- nefsi vahidenin oluşumu, döllenmiş yumurtanın oluştuğu yer, 2- daha sonra dolaşıma çıktığı yer rahim tüpü, 3- Ana rahminin kendisi… Üç karanlık bu şekilde anlatılıyor. Allah ne dedi? “yahlugukum” “Allah sizi yaratıyor.” “fî butûni ummehâtikum” “Annelerinizin karınlarında” “halgam mim bağdi halgın” Nasıl? “Şekilden şekile geçirerek…” (Zümer 6) Yani yaratılıştan yaratılışa… Çünkü başladığı gibi gitmiyor. Önce bir döllenmiş yumurta ondan sonra belli bir aşama geçiriyor. Bir çiğnem et haline geliyor. Rahim cidarına yapışıyor. Sürekli şekil değiştiriyor. Yine bu slaytlardan falan görebilirsiniz. İnsanın diğer canlılardan ayrılması zamanı gelinceye kadar yani ruh üfleninceye kadar ki olan süreç içerisinde bir hayvan cenini ile bir insan ceninini fotoğraflardan ayırmamız neredeyse yok. Yani uzmanları belki direkt ayırabilirler ama bizler dışarıdan baktığımız zaman önümüze konulan fotoğraflarda… Ki bizim sitemizde var. Süleymaniyevakfi.org sitesinin fıtrat ve tıp araştırmaları bölümüne girerseniz göreceksiniz. Anne karnında bir fil cenini bir de insan cenini gösteriyorlar. İnanın belli bir aşamaya kadar ayırt edemezsiniz. 14-15-16 hafta belki… Her şey aynı… O fotoğrafı çıkarıp verseler bu da insan deriz. Halbuki değil. Fil o veya başka bir hayvan… Kurbağa, kaplumbağa… Ama ne zaman ki insana bir ruh üfleniyor o saatten sonra artık insan ceninden ayrılıyor ve insan olarak yoluna devam ediyor. O safhadan sonra artık insan dinlemeye başlayan, anlamaya başlayan, kavramaya başlayan bir varlık haline geliyor. “halgam mim bağdi halgın” işte “aşama aşama, çeşit çeşit değişik şeylerden geçirerek Allah sizi yaratıyor.” “fî zulumâtin selâs” “üç farklı karanlıklar içerisinde…” (Zümer 6) 1- nefsi vahidenin oluştuğu yer, 2- rahim tüpü, 3- rahmin kendisi…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İnsan haline dönüştüğü zaman ki 15. Hafta falan gibi oluyor. Ondan sonra annesine bayağı sıkıntı vermeye başlıyor. O zamana kadar fazla sıkıntı vermiyor da… Asıl sıkıntı vermeye ondan sonra başlıyor.
Yahya ŞENOL: Bu şekilde özetleyebilirim. Tabi ilk insanın yaratılışı nasıl oldu falan dediğim gibi onları da ayrıntılı merak edenler Kuran’da Beşer ve İnsan kapak konulu Kitap ve Hikmet’in son sayısını alırlarsa konu hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olabilirler. Ama bir kez daha Enam Suresi 98. Ayetin sonundaki vurguyu ben bir kez daha hatırlatayım. “ligavmiy yefgahûn” “Konu hakkında ayrıntılı, derin bilgi sahibi olacak insanlar için…” (Enam 98) Onlar bu ayetleri okurlarsa benim bu anlattığımdan çok çok fazla güzelini, doğrusunu bizlere anlatabilirler. O imkan onlarda var. Yeter ki öğrendikleri bilgileri Allah’ın öğrettiği bu bilgilerle harmanlayıp bizlere ulaştırsınlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Belki burada şunlarda ilave edilebilir. Muminun Suresinin 14. Ayetinin sonunda bir ifade var. “fetebarakallâhu ahsenul hâligîn” (Muminun 14) Halık yaratan demektir. Halıkin de yaratanlar demektir. Mesela bizim geleneksel yapıda Allah’tan başkasına yaratma hakkı tanırlar mı?
Enes ALİMOĞLU: 50:45 sn. anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Halbuki yaratma kelimesi Kuranı Kerim’de Allah’a mahsus bir fiil değildir. Yaratma şekil vermedir. Tabi ki Allah’ın verdiği şekli hiçbirimiz veremeyiz. Mesela bizim vereceğimiz şekiller bir sürü eksikliklerle, şununla bununla olur ama Allah’ın yarattığı her şey diğerinden farklı ve mükemmel yapıdadır. Orada şöyle diyor. Çok ilginç olan husus o… İçinizde tabipler var. Onlar açısından bunu anlatmak istiyorum. “ahsenul hâligîn” “yaratanların en güzeli” (Muminun 14) diyor. Halikın yaratanlar… En güzel… En güzel dendiği zaman en güzelin karşısı nedir? Güzel… En güzel, güzel, daha güzel yani değil mi? Tabi en güzeli yaratan Allahu Tealadır dendiği zaman… Yaratanların en güzeli dendiği zaman demek ki güzel yaratanlarda olacak. Hani bugün organ üretimi meselesinden bahsediliyor ya… Orada “fetebarakallâhu ahsenul hâligîn” (Muminun 14) tam o ayette… Onunla ilgili ayette… Bir de Zuhruf Suresinde var. Az önce Yahya Hoca Adem’in (a.s) yaratılışını anlattı. Ali İmran Suresi 59. Ayette de İsa’nın (a.s) yaratılışının da Adem’e (a.s) benzer olduğunu ifade ediyor. “İnne mesele îsâ ındallâhi kemeseli âdem, halegahû min turâbin summe gâle lehû kun feyekûn” “İsa’nın yaratılışı Adem’in yaratılışı gibidir.” (Ali İmran 59) Şöyle düşünüyorum. Adem toprağın içerisinde yaratıldı. İsa’da (a.s) saksıda yaratıldı. İkisinin de babası yok. Yani Meryem validemizin rahmini bir saksı gibi düşünün. Aynı özellikler… Zuhruf Suresinde Allahu Teala İsa’yı (a.s) anlattıktan sonra şöyle diyor. “Ve innehû leılmul lissâati” “İsa’nın yaratılışı o saat (yeniden diriliş) için bir ilimdir.” (Zuhruf 61) Yani Kuranı Kerim’de yeniden yaratılma bilimi diye bir bilim var. Yeniden yaratılma bilimini de bu konuda uzman, Kuran’da uzman, Arapçada uzman ve gerek Biyolojide olsun, gerek embriyolojide olsun… Yani insanın yaratılışı, hayvanın yaratılışı, tabiattaki diğer varlıkların yaratılışı ile alakalı uzman olan kişiler bir araya gelir, içlerinde Kuranı Kerimi de çok iyi bilenler olursa bu sahada bugün henüz insanlığın bilmediği yeniden yaratılış bilimini ortaya koyarlar. Orada da insanın sağlığı için Muminun Suresi 14. Ayette belirtildiği gibi güzel şeyler üretilebilir. Tabi Allah’ın ürettiği gibi asla olamaz da… Ama güzel şeyler olabilir. O da Allah tarafından bize bildiriliyor.
Bu arada şunu da ilave edeyim. “ahsenul hâligîn” “yaratanların en güzeli” (Muminun 14) çok açık ama… Mesela yaratma fiili İsa (a.s) ile ilgilide kullanılmıştır. “ennî ahlugu lekum minet tîni kehey’etit tayri” “Çamurdan kuş şeklinde bir şey yaratırım” (Ali İmran 49) Ne demek? Yani çamura kuş şekli veririm demektir. Buradan böyle bir yeniden yaratılış biliminin olduğunu da size bildirmiş olalım. Ve bu şekilde dersin 1. Bölümünü bitirmiş olalım. Sonra sorulara geçelim.