Abdulaziz Bayındır: Yeni bir ramazan ayının arefesindeyiz. Allah nasib ederse haftaya bugün oruca başlamış olacağız. Biliyorsunuz her ramazan öncesinde hilalin gözle görülüp görülemeyeceği konusunda ihtilaflar olur. Bu ramazanda da olacaktır. İşte bakarsınız Suudi Arabistan’da hilal gözükmüş, işte Pakistan’da gözükmemiş, İran’da şöyle olmuş falan. Bazen bir kaç gün farklı bir şekild oruca başlandığı, faklı günlerde bayramın yapıldığı ortaya çıkıyor. Buradaki temel sıkıntı şu: her konuda olduğu gibi meseleye kur’an açısından bakmamaktır. Kur’an-sünnet bütünlüğü içerisinde bakmamaktır. Şimdi mesela AllahTeala, Yunus suresinin 5. ayetinde şöyle diyo. 10. sure, 5.ayet; “huvellezi cealeş şemse dıyäen vel kamere nûran” güneşi ziya yani bir ışık kümesi, ayı da nur yani ışık yapan O’dur. Ziya, ışığın kaynağı oluyor, nur da ışığın kendisi oluyor. Yani güneş, ışığın kaynağı öbürü de onun şeyi. Sonra da şöyle diyor AllahTeala; “ve kadderehu menazile” ve menazil ölçüsü koydu Allah. Menazil, iniş yerleri demek. Şurada güneş var, güneş ışınlarının iniş noktaları var. Güneş ışınlarının inişi, en fazla 90 derece ile güneş ışını iner senede iki gün. 90 derece ile indiği zaman yerde herhangi bir gölge olmaz. O derece değiştikçe onu doksana tamamlayan kısım gölge olur. Kutup noktasıma güneş ışınları paralel gelir. Orada da gölge, 90 dereceye çıkar. Öyle olunca, oradan küreyi getirsene. Şimdi diyor ki AllahTeala; “menazil belirlemiştir” diyor. Bunu niye öyle belirlemiş? “Li ta’lemû adedes sinine vel hisâb: yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye” diyor. Şimdi hesap ve yılların sayısı. Yıl, kur’anı kerimde anlatılan şekli ile kameri yıldır. Yani şeyde biliyorsunuz Tevbe suresi 36.ayette AllahTeala şöyle diyor, 9.sure, 36. ayet. Diyor ki; “inne iddeteş şuhûri inddallâhisnâ aşera şehren: ayların sayısı Allah katında 12 aydır” diyor. “Fi kitâbillah: Allah’ın kitabında/Allah’ın koyduğu hesapta”. Ne zamandan beri böyle? “Yevme halakas semâvâti vel ard” gökleri ve yeri yarattığı günden beri böyle. Yani aylar 12. Dolayısıyla, işte Nuh(as), 950 sene yaşamış kavmi içerisinde. Aslında bu, 950 aydır diye bir takım saçma sapan şey söyleyenler var. Böyle bir şey olamaz. Çünkü göklerin ve yerin yaratıldığı günden beri Allah katında ayların sayısı 12. Nuh(as)’ın yaşını da bildiren AllahTeala olduğuna göre, öyle 950 ay gibi herhangi bir şey söylenemez. “Minhâ erbeatun hurum” bunlardan dördü haram aylardır ki haram aylar: üçü hac aylarıdır. Zilkade, zilhicce, muharrem. Zilhicce, ortada yer alan aydır. Zilhicce, içinde haccı barındıran anlamına geliyor kelime anlamıyla. Bir de recep ayıdır. O üç aylar diye insanların adlandırdığı ayların birincisi recep. Şimdi dördü haram aylardır. O aylarda zaten “fe la tazlimu fihinne enfusekum” o aylarda kendi kendinize kötülük yapmayın diyor. Çünkü haram aylarında, dünyanın en büyük panayırları kuruluyor. Dünhanın her tarafından insanlar, ürertikleri malları getiriyorlar satıyorlar. Eğer güvenliği ihlal ederseniz mallarınızı satamazsınız, mal alamazsınız. Kendinizi kötü duruma düşürürsünüz. Yani ticaret açısından da son derece önemli olan bir şeydir. Yılın üçte biri, Allah’ın koyduğu kural ile güvenli aylar haline dönüşmüş oluyor.
Yunus suresinin 5.syetine gelelim. 10.sure 5.ayet. Ve bunu birlikte anlamaya çalışalım. Diyor ki; “huvellezi cealeş şemsu dıyâen vel kamare nuran”. Güneşi bir ziya yani ışık kaynağı, ayı da nur yapan O’dur. Neden böyle yapmıştır? “Ve kadderehu menazile”. Allah, o ziyaya yani o ışığa, güneş ışıklarına iniş yerleri belirlemiştir diyor. Güneşin iniş yerleri belirlenmiştir. O iniş yerleri oluyor. Neden oluyor? “Li ta’lemu adedes sinine vel hisab”, yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye diyor. Şurası ekvator, görüyorsunuz. Dünyayı C. Hakk şey olarak bildiriyor bize. Gerçi onu burada belki daha net gösteririz de. Neyse. Şimdi bu eğriliğini görüyorsunuz. AllahTeala, dünyayı bize beşik olarak bildiriyor. Böyle beşik gibi. Bir bu tarafa eğiliyor, bir de bu tarafa eğiliyor senenin içerisinde yıl boyunca. Şimdi güneş, tam ekvatorun üzerinde oluyor. Güneş buraya 90 derecelik açı ile geliyor. Senenin iki günü, ekvatorun üzeine 90 derecelik açı ile geliyor. Ekvatora 90 derecelik açı ile geldiği gün, şimdi şöyle kabul edin: mesela bu, 90 derece geldiği zaman ufuklara da sıfır derece ile geliyor. Ekvator 90 derece açı, ufuklar sıfır derece açı. Ufuklara güneş ışınları sıfır derece açı gelmesi demek, paralel gelmesi demektir. Yani üzerinden böyle geçiyor. Dolayısıyla burada, ufuklarda gölge 90 dereceye çıkıyor. Ekvatorda sıfır dereceye düşüyor. Gölge boyuna göre enlemler belirleniyor. Mesela bu gölge bilimi, astronomide yok. Bu ayetin koyduğu prensip o. Gölge boyuna göre 21 Mart ile 23 Eylül’de ki bu tarihlerde de oynama olmuştur aslında. Mevsim başları bunlardır ama çeşitli siyasi müdahalelerle 21 Mart-23 Eylül olmuştur. Şubat 28’e çıkmıştır. Bazı ayları 31’e çıkarmışlardır. Tamamen siyasi müdahalelerdir. Şimdi onlar önemli değil. Senede iki gün güneş, ekvatora tam dik vuruyor. O zaman ekvatorda hiç gölge olmuyor. Gölge olmadığı zaman gölgenin derecesi ne olur? Sıfır. İşte ekvator, onun için sıfır derece enlemdir. Tamam. Ondan sonra buraya şey sıfır derecede vuruyor aynı gün. Güneş ışınları paralel geliyor buraya. Buradaki gölge derecesi ne olur? 90. Onun için kutup noktası 90 derece enlemdir. Şimdi buradan 21 Mart ve 23 Eylül günü güneşin yere bıraktığı gölge açısı, o yerin enlemini gösterir. Ve bu, yıl içerisinde değişir. İşte C. Hakk diyor ki; beşik gibi yaptım diyor ya. Böyle dik olacak senede iki gün. Beşiği bir böyle sallarsınız, böyle olur. Bir de böyle sallarsınız. Yani senede iki gün dünya tam dik oluyor. O dik olduğu gün her bir bölgeye düşen gölge, oranın enlemini gösteriyor. Onun dışındaki günlerde de dünya ile güneş arasındaki açının farkını gösteriyor. Ona deklinasyon diyorlar astronomlar. Eğimini gösteriyor. O eğimi ölçerek, senenin hangi ayında, hangi gününde olduğunu her bölgede belirleyebiliyorsunuz. Dünyanın neresinde olursanız olun, o eğim ile senenin hangi gününde hangi bölgede olduğunu belirliyorsynuz. Bunu belirlemek için zamanında güneş saatleri yapmışlar. Şimdi güneş saatleri kullanılmıyor. Dolayısıyla bu ayette C. Hakk’ın bildirdiği yılları sayısını ve hesabı bilesinizde, işte o güneşin geliş açısı bu konuda uzman olan kişiler için kendi bulunduğu yerden sadece güneşin geliş açısını ölçerek, eğer konuda uzmanlaşmışsa ki kısa sürede uzmanlaşılır. Açı ölçmek kolaydır. Kısa sürede öğrenir insan. Mesela elinizde takviminiz yok. Bu gün hekeste takvim var. İnternetiniz yok, televizyonunuz yok, hiç bir bilgi yok. Dağda yaşadığınızı düşünün. Şu anda da Allah göstermesin savaş yaşanan bölgelerde olan insanlar, her şeylerini kaybetmiş oluyorlar. Hiç bir şey yok. Peki acaba biz, mesela bir kaç gün şok geçirdiğini düşün, biz hangi mevsimdeyiz, hangi aydayız, hangi gündeyiz, onu ölçmesi için eğe biraz bilgisi varsa bir yere bir tane çubuk diker. O çubuktan, bu gün haziran ayının 21’i olur. Çünkü o zaman gölge en kısa vaktine gelmiş olur kuzey bölgesinde. İşte diyor ki AllahTeala; zamanı bulasınız diye, hesabı bilesiniz diye ben, bunu böyle yaptım diyor. Peki bu, bizim miladi takvim dediğimiz takvimin hesabı, bir de hilalin hesabı var. Şimdi şu tabağı da ay olarak düşünün. Şimdi güneş, ay üzerine de vuruyor. Menazil dediği yani güneşin ışınları, ay üzerine de iniyor. Bu ayın hareketleri dolayısıyla, biz zaten güneşin kendisini hiç bir zaman göremeyiz. Mesela bunu güneş gibi düşünürseniz, güneşin kendini görme şansımız yok bizim. Bizim gördüğümüz, güneşin ışınlarıdır. Bir yerde kuvvetli bir ışık olursa, ışığın arkasını, olduğu yeri göremezsiniz. Güneş ışınları da çok kuvvetli olduğu için bizim için güneş, o ışınların olduğu yerdir o kadar. İşte menazil dediği de az önce söylediğim gibi dünya üzerine güneş ışınlarının düşüşüne göre hem gölgeyi hem şeyi hesap ediyoruz. Bir bilgi daha size söyleyeyim. Yani ilgilenenler için. Astronomi, güneş ışınlarının geliş açısına bakar. Deklinasyon dediği de işte gök ekvatoru ile dünya ekvatoru arasındaki açıdır der. Gök ekvatoru diye bir şey yok zaten. Dünya ekvatoru diye bir şey yok. Yani onlar, ikisi de hayali çizgi. Ben, bunların açısını nasıl ölçeceğim? Öyle olunca, vatandaşın bugün hangi tarihteyiz diye ölçmesi imkansız. Yani bugünkü takvimlere bakın. Bugün 21 Hazirandayız. Nereden biliyorsun? Takvimler öyle diyor. Peki başka bir bilgin var mı? Yok. Ama kuranı kerim öyle demiyor. Gök ekvatoru, yer ekvatoru diye bir şeyden bahsetmiyor. Güneş ışınlarının geliş açısı, yere bıraktığı şey. Bitti. Ben o zaman açıyı ölçmek için güneşe çıkacağım oraya, açı alacağım. Olur mu öyle şey, mümkün değil. Yani öyle bir sistem koyuyor ki AllahTeala, her insan yapabilir. Peki ay? Farzedin ki bunun da ay olduğunu düşünün. Biz ayı da göremiyoruz. Ayı görme şansımız da yok. Ayı, ayın üzerine güneşten düşen ışıklar kadar görüyoruz. Yani o ışıkların bize yansıdığı şeyiyle görüyoruz. O da hareketlerinden dolayı. Bir yörüngesi var ayın. O yörüngeden dolayı, biz yerden baktığımız zaman bazen hiç göremiyoruz şeyini. Bazen güneşin baktığı tarafı tamamen görüyoruz. Bazen azar azar görüyoruz. Düşüyor, düşüyor, düşüyooor, bakıyorsunuz ki küçücük bir hilâle kadar düşüyor. İşte o güneş ışınlarının ay üzerindeki menazili. Güneş ışınlarının ay yüzeyine düşüş açısı yani. Bizim gördüğümüz kadarıyla. Yeryüzünden gördüğümüz kadarıyla o menazil, bizim için kameri ay hesabını oluşturuyor. Şimdi bu anlatıyoruz, anlatması o kadar kolay da onun hesaplarını yapmak kolay değil. Şimdi burada bu ayetten ne anlarsınız? Bak diyor ki Allah; güneşi ziya yani bir ışık kaynağı, ayı da nur yani güneşten gelen ışığı yansıtan. Nur, ışığın kendisine denir. Işığın kaynağına denmez. Şurası nur. Şu elektrik şeyler de onun ziyası oluyor. Kaynağı oluyor yani. O kaynak ile burası nurlanıyor. İşte ayın üzerine de düşüyor menazil dediği şey. Geliş açıları diyebilirsiniz siz bir astronomi dili ile konuşursanız. O geliş açısının bize yansıyan kısmı. Onunla diyor, yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye böyle yaptım diyor AllahTeala. Peki yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye dediğine göre, ayı gözlemle mi tespit etmemiz gerekir hesapla mı? Hesabı bilesiniz diyor. Yılların sayısı ve hesabı bilesiniz dediğine göre ne ile tespit etmek gerekir? Yani şimdi biz bakacağız ramazan oldu mu olmadı mı diye önümüzdeki cuma akşamı herkesin bakması lazım değil mi? Gördüyse tutacak, hava bulutlu ise tutmayacak. O zaman yeryüzünde bir hesap birliği mümkün mü? Heryerde gözükebilir mi? Dünya yuvarlak. Bak, hesabı bilesiniz diye diyor dikkat ediyormusunuz? O zaman AllahTeala’nın kameri aylar ile istediği ne? “Gözlem yapasınız diye” diyor mu? Gözlem yapasınız demiyor, hesabı bilesiniz diyor. Yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye. Ne hesabı bu? Takvimin hesabı. Aynı zamanda enlem, boylam, her şey. Bunun içerisinde tabi muhteşem sistem var ama şu anda bizi ilgilendiren kısım o. Hesabı bilesiniz dendiği zaman, hesap tabi ilmi bir çalışma ister. Kolay bir şey değil. Yıllarca gözlem yapmayı ister. Az önce dedim ya, Efendim biz kaçıncı derecede enlemdeyiz? Tamam, o zaman yapacağın şey, 21 Mart ve 23 Eylül günü bulunduğun yerdeki gölge açısını ölçeceksin. Ya gölge açısını nasıl ölçeceğim? Onun için de eğitim alacaksın. Açılarla ilgili bilgin olacak. Bileceksin ki güneşin yere gelen açısı en fazla 90 derece olur. Daha fazla olmaz. Bu da bir bilgi gerektirir. Tamam mı? O zaman bu neyi gerektirir? İyi bir matematik bilgisini gerektiriyor, iyi bir astronomi bilgisini gerektiriyor. Güneşin, ayın hareketleri ile ilgili bilgiyi gerektiriyor. Peki bu bilgi yoksa ne yapacağız? İşte o zaman gözlem yapacaksın. Başka çaren yok. Resulullah(sav), ashabına demiş ki; biz, ümmi bir toplumuz. Yazı yazamaz, hesap yapamayız demiş. Yani bu ayette belirtilen bu hesabı biz yapamıyoruz diyor. Ve o kitabı da bilmiyoruz. “La nahsu ve la mektub”. Yani hesap yapamıyoruz, o yazı işini de yani hesapları yazma işini de bilmiyoruz. Birisi önümüze hesap koysa onu okuyamayız. Okumak için de bilgi sahibi olmak lazım. Ondan sonra ne diyor? Diyor ki; siz diyor, ayı gördüğünüz zaman oruca başlayın, ayı gördüğünüz zaman orucunuzu bitirin. Bulut olursa 30’a tamamlayın. Başka ne diyebilirdi Resulullah orada? Hadi bakalım, içinizde astronomlar yetiştirin. Yetişene kadar oruç tutmayacakmıyız? İki dakikada yetişmez ki adamlar yani. Şimdi burada gördünüz. Kur’anın bizden istediği, gözlem ile hilâli tespit mi yoksa hesap mı? Hesap. Ki zaten “veşşemsu vel kameru bi husbân” der Rahman suresinde. Güneş ile ay, bir hesaba göredir. Hesabın bütün ayrıntılarını veriyor zaten. İşte Resulullah(sav) zamanında bu hesabı yapacak bir astronom yoktu. Bunu herkes biliyor zaten. Ondan dolayı da ashabına, zaten gerekçesini de söylemişti. Biz ümmi bir toplumuz, bu hesabı yapmasını bilemiyoruz. Bu konuda yazılı bir belgemiz yok, bir şeyimiz yok. O zaman görerek oruca başlayın görerek orucu şey yapın. Peki şu anda bu konuda, bu sözü söyleyecek durumda mı insanlar? Hesabı bilmiyoruz diyecek bir durumumuz var mı? Herkes biliyor. Astronomi konusunda bir problem yok. Öyleyse bugün yapılması gereken nedir? Hesap ile bu işin belirlenmesidir. Efendim, Resulullah, (25:21-25:24 arapça metin anlaşılmadı) demiş. İşte, görerek oruca başlayın, görerek.. Demiş de gerekçesini de söylemiş. Niye onu gizliyorsun kardeşim? Sonra sen neden kur’anı esas alıp sünneti ona göre anlamaya çalışmıyorsun? Evet kur’anı esas alırsan AllahTeala ne der? “Lâ tukellifullahe nefsen illa vus’aha” der. Allah, kimseyi gücünün üstünde bir sorumluluk altına sokmaz der. O zaman Resulullah(sav) zamanında illa astronom bulacaksınız dense ne olurdu? Güçlerinin üstünde bir sorumluluk olurdu. Sonra bu astronomu her bölge için bulmak lazım. O günün şartlarını düşünün. Yani bu hesabı yapacaksınız, her tarafa dağıtacaksınız, nerede müslüman varsa bileceksiniz. Şu anda kolay. İşte ben burada konuşuyorum, dünyanın her tarafında insanlar dinleyebiliyor. Dolayısıyla şimdi bu kur’an sünnet bütünlüğüyle hareket etmediğimiz için bu ramazan da göreceksiniz: yok efendim işte Suudi Arabistan’da hilal gözükmüş, acaba bizde de gözüktü mü? Bakıyorsunuz ki Aydos tepesine çıkıyorlar gözükmediğini bilebile. Millet çıkmış desin diye. Yani çok acayip şeyler oluyor. Bu sebeple bu iş hesaba göredir. Hesabın kriterleri de bellidir. 1977 İstanbul’da yapılan bir toplantı vardı. O toplantıda kriterler güzel bir şekilde ortaya kondu. Diyanet İşleri o günden beri uyuyor. Ben, çok fazla şey yapmıştım yani bu hesabın hatasını bulabilirmiyim diye çok uğraşmıştım ama bulamamıştım. Yani iyi gidiyor hilâl konusu. Bir gün boğazda yemek yiyoruz. Bugün İslam aleminin meşhurlarından Yusuf El Karadavi var, Absussettar var, bir de Suudi Arabistan’da hilâlin göründüğünü ilan eden mahkemenin reisi Abdullah El Meni var. Ve ben, dördümüz bir masada yemek yiyoruz. Yusuf El Karadavi de ramazana bir gün falan yada iki gün var gibi. Çok yakın ramazana. Yusuf Karadavi, Abdullah El Meni’ye dedi ki; ya dedi, sen dedi, bayramı ilan ediyorsun dedi, Ramazanı ilan ediyorsun Suudi Arabistan’da, ben Katar’da ikinci gün bile hilali göremiyorum dedi. Sen birinci günü ilan ediyorsun. Ya dedi, bu hilâl niye sana görünüyor da bana görünmüyor? Valla ben ne bileyim. İki kişi geliyor hilâli gördüm diyor, ben de ilan ediyorum. Abdussettar dedi ki. Onlar ya şeyh derler. Bizdeki manada değil. Böyle ilim adamlarına öyle hitab edilir. Ya dedi, sen gayet iyi biliyorsun ki gerçeğe aykırı şahitlik kabul edilemez. Biliyorsun ki o gece hilâl görülemez. Niye gelen adamların şahitliğini dinliyorsun ki dedi. Ne bileyim işte, öyle karar veriyoruz dedi. Şimdi o sene onlar gittiler. Burada vardı bir toplantı İslam iktisadı ile ilgili. Gittiler. Sonra o ay, o ramazanın son günleri ben Mekke’de idim. Türkiye’den de böyle kalbur üstü epeyce tanınmış sima var. Ramazan bayramı diye ilan ettikleri günün akşamı, geldiler; Hocam, yarın ne yapacağız dediler. Bunlar bayram ilan edecekler, biz oruç tutacakmıyız dediler. Valla dedim, ben oruç tutacağım. Bunların yanlış olduğunu çok iyi biliyorum. Ama siz de ister tutun, ister tutmayın. Siz buradasınız yani. Yanlıştır desem bile sizi ikna edemem. Otelde iftar ettik. Ben, odaya çıktım. O sıra televizyonu bir açtım. Baktım ki alt yazı geçiyor: hilâl görülemediğinden yarın oruç tutulacaktır. Ya o saatte zaten hilâl görmeye çıkacaksın, ilan edilir mi? Bak dedim Abdullah El Meni’ye elini çabuk tutmuş galiba! Telefonu olsaydı telefon açacaktım ama baktım yanımda telefonu yok. Almamışım yanıma. Neyse. Sonra ertesi sene ramazan, tam vaktinde ilan edildi Suudi Arabistan’da. Bu defa ramazanın ilk haftası bir toplantıya çağıtılmştık. Hilton oteli vardır şeyin hemen yanında. Toplantı o otelde oluyor. İçeri girdim. Abdullah El Meni geldi. Sarıldı, hoş geldiniz falan filan. Ne var ne yok dedim. Emekli oldum dedi. Belli oluyor emekli olduğun. Bak tam zamanında ilan edildi ramazan dedim. Sonra bir kaç sene düzgün oldu. Sonradan tekrar siyaset herhalde müdahale ediyor. Yoksa bu konuyu orada çok iyi bilen uzmanlar var. Mesela televizyonda birisini dinlemiştim, çok beğenmiştim. Gerçekten çok konuyu bilerek konuşuyordu.
Sonuç olarak şu var. Yani ramazanın başlangıgı, bitişi konusunda, Türkiye’nin uygulamaları gayet güzel. O tür haberlere hiç bir şekilde değer vermeyin. Ama burada şu yapılmalı: bu işin bir başlangıç noktası olmalı. Bunun başlangıç noktası asla Greenwich olamaz. Kabe-i şerifin üzeri olmalıdır. Bunun uzmanları ne demek istediğimi anlarlar. Fazla detaya girmeyeceğim. Ramazanın başlangıcı konusunda bir şüpheniz olmasın. Çünkü AllahTeala, bakın, hesap diyor. Hesap dediğiniz zaman: bu hesap kriterlerini de koymuş. Geliş açılarıdır. Zaten gözle görülebilme esasına göre yapılır bu hesap. O hesapta, her yerde görülme şartı olmaz. Hesap yaptığınız zaman tüm dünyada geçerlidir. Efendim bugün, haziranın 21’i. Hiç diyormusunuz ki Türkiye’ye göre 21 de Amerika’ya göre, o gün farkını bir kenara bırakın da işte Almanya’ya göre 20’si. Bilmem Suudi Arabistan’a göre 19’u diyormusunuz? Çünkü hesaptır. Hesap evrenseldir. Dolayısıyla ramazan da öyle olmak durumundadır. Yani bu takvimler, güneş ve ayın hareketlerine göre belirlenir. Allah onun kriterlerini koymuş. Bugün astronomi de o kriterleri uyguluyor. Zaten onu uygulamazsa bilim yapamaz. Mümkün değil. Burada sadece biz, hilâllerin batı astronomisiyle bizim aramızdaki tek fark şudur: onlar, kavuşum esasına göre ayı başlatır bitirirler. Biz, gözle görülme esasına göre yaparız ki Resulullah’ın oradaki müdahalesi son derece yerinde ve çok güzel bir müdahaledir. Niye? Çünkü bu öyle bir şey olmalı ki hesabın olduğu yerde de bu geçerli olsun, olmadığı yerde de. İnsanların hesap yapamadığı yerlerde de çıkarlar gözlem yaparlar. Ona göre de oruçlarına başlar ve bitirirler.
Şimdi bu girişten sonra, Bakara suresinin 187 ayeti ile ilgili bir takım şeyler var. Geçen hafta, oruç konusuna bir başlangıç yapmıştık. Geçen hafta, kimler oruç tutamazı konuşmuştuk. İşin tarihine değinmiştik ki Bakara 187’de o açıdan okumuştuk. Yine de hızlı bir şekilde okuyalım. Burada arkadaşlarımızın yaptığı hazırlıklar var, onları dinleriz.
Şimdi Halit Bey diyecek ki; ben, Almanya’dan toparladım gönderdim, daha bir şeyi bile öğrenememişler.
Burada AllahTeala, Bakara 187’de diyor ki; “uhille lekum leyletes sıyâmir refesu ila nisâikum: oruçlu bulunduğunuz günlerin gecelerinde, eşlerinizle refes size helal kılınmıştır”. Refes kelimesi, cinsel ilşki anlamına mecaz olarak kullanılır ama esas anlamı, cinsel içerikli kaba sözlerdir. Burada tabi, cinsel ilşki manasına kullanılıyor. “Hunne libâsun lekum ve entum libâsun lehunne: onlar, sizin için bir elbise siz de onlar için bir elbisesiniz”. Onlar, sizin ayıplarınızı örter, güzel gösterir yada çirkin gösterir. Siz, onların ayıplarını örtersiniz, sizi güzel gösterir. Ama en kötü elbise de çıplaklıktan iyidir. Onun için en kötü eş, gene iyidir. Bir kere bir hanım bana şey yapmıştı. Çocuğundan çok memnun. Yaşlı bir kadın. Demişti ki; valla en kötü eş, en iyi evlattan iyidir demişti. Çocuğundan son derece memnun olduğunu anlattığı halde. Çünkü o sizin elbiseniz, siz onun elbisesisiniz diyor. “Alimallâhu ennekum kuntum tahtânûne enfusekum: Allah biliyor ki siz, kendi kendinizi kötü duruma düşürecek işler yaptınız”. Kendinize kötülük yaptınız. Yani oruçlu bulunlan günlerin gecelerinde, başlangıçta cinsel ilşki yasaktı. Bazı müslümanlar, sınırları aşmışlar. “Fe tâbe aleykum: Allah, sizin yüzünüz baktı”. Türkçe karşılığı o daha uygun olur. “”Ve afâ ankum: ve sizi affetti”. “Fel âne bâşirûhunne: şimdi onlarla ilşkide bulunabilirsiniz”. “Vebtegû mâ ketebâllahû lekum: ilşki sırasında da Allah’ın size yazdığını arayın”. Yani evlat edinme arzusu ile bu işi yapın diyor. “Ve kulû veşrabû: ve yiyin, için”. “Hattâ yetebeyyene lekumul haytul ebyadu minel haytıl esvedi”, fecr tarafından yani güneşin doğduğu tarafta sabahleyin alaca karanlık olur. Alaca karanlık önce en tepeden başlar. Önce küçük yıldızları görmemeye başlarsınız. Yani zayıf ışıklı yıldızları diyelim. Orada bir ışık kümelenmesi meydana gelir, şöyle büyük bir kubbe gibi. İnsanlar, tamam sabah namazı oldu zannederler, olmamıştır. Seher vaktidir o. İşte insanlar öyle zannettiği için fecri kazib olarak adlandırılır. Seher vaktidir. Seher ile sihir arasında da bir irtibat olmalı. Ben, onu araştırma fırsatı bulamadım da seher, sihir. Çünkü sihir de insanı aldatıyor. Seher vakti. Şu manada: namaz vakti oldu mu, olmadı mı diye. Zaten araplar, seheri şöyle tarif ediyorlar: “ıhtılatu dav in nehari fi zalamil el leyli: gündüzün ışıklarının gecenin karanlığına karıştığı vakittir seher vakti”. Tan yeri ışıkları karışıyor. O ışıkların ilk gelişinde küçük yıldızları görmemeye başlıyorsunuz, sonra yavaş yavaaş kubbeleşiyor ufukta. İşte orada diyor ki AllahTeala; “hatta yetebeyyene lekum: size göre netleşinceye kadar”. Size göre dediği zaman kişiselleştiriyor. Artık bu, dikkat ediyorsanız artık burada hesap yok. Burada hesap yok. Onun da hesabı olmaz değil. O da gene güneş ışınlarının geliş açısıdır o. Yani güneşin bulunduğu yer ile sizin bulunduğunuz yer arasındaki güneş açısıdır ama ben oruç tutacağım, takvimim yok. Ay başını belirlemek gibi değil bu. Hergün sürekli değişiyor. Günler uzuyor, kısalıyor. Diyor ki; size göre. Oruç tutacak kişiye göre tebeyyun ederse. Çok netleşirse. “Haytul ebyad: beyaz hayt”. O beyaz şey. Ufkun önünde beyaz bir çizgi oluşur. Yani ilk başlangıçta aydınlığı görürsünüz de kızıl-beyaz karışıktır. Sonra ufukun üstünde beyazlık net bir şekilde gözükmeye başlar. O da nereden? “Minel fecri: fecir tarafından”. Fecr, kızıllık demektir. Kızıllık tarafından. Fecir, kızıllık dediği için fecri kazib de deniyor fecri sadık da. Ama o beyazlık, beyaz tabaka her zaman olmaz. O, bir ara olur ve kaybolur. Büyür şey yapar. Çizgi şeklinde her zaman olmaz. Fecir tarafındaki o beyazlık-ki siyahlık dediği de karanın siyahlığıdır- size göre net bir şekilde ortaya çıkınca. Acaba dediğiniz zaman henüz olmamıştır. Çok net, hiç şüphe etmeyecek halde o beyaz, siyahtan ayrılacağı zamana kadar yiyin için diyor. Efendim adam geciktirir bile bile. Geciktirirse geciktirir, sana ne? Hesabı Allah’a verecek. Yiyorsa yesin. Hiç tutmadığı zaman tutmuyor ya. Haşa kendimi Allah’ın yerine koyup da adama zorla ibadet mi yaptıracağım. Hesabını C. Hakk’a verecek. Ne yaparsa yapsın. Bize düşen, doğruları anlatmaktır. Ondan sonra da diyor ki; “summe eyımmus sıyâme ilel leyli: sonra sıyamı, geceye kadar tamamlayınız”. Peki gece ne zaman başlar? Gece ne? Gece derken, herkes kendi kafasına göre bir şeyler anlıyor. Neyse, onun ne olduğunu da inşallah şey yaparım da. Gecenin ne olduğu bir soru işareti olarak kalsın. Şundan dolayı: bugün bazıları çıkıyor, ayet gece demiş. Eee? Hava iyice kararıncaya kadar oruca devam etmek lazım diyorlar. Bunlar çok kötü ve çok tehlikeli şeylerdir. Kur’anı kerimde bu tür tanımlar, tek bir ayetten çıkarılamaz. Çünkü gece şöyledir derken, o senin görüşün. Bu olmaz. Gecenin ne olduğunu kur’anı kerimden öğreneceksin. Kendi kafana göre değil. Mesela Şia, bizden yarım saat sonra orucunu açar, daha gece olmadı diyerek. Astronomların, sivil tan dedikleri vakit çıktıktan sonra açarlar oruçlarını. Burada bakalım kur’anı kerim ne diyor? Onu, ilgili ayetlerden okuyacağız. Onu inşallah unutmayalım. Ama önce, sıyam ne demek? Evet Enes Hoca. Sıyam ve savm ne demek? Bir de bazıları da çıkıp diyor ki; savm değildir, bize farz olan siyamdır. Ben anlıyamıyorum, bu insanlar.. Bütün mesele şu: bir şeyi öğreniyor ya, orada kalamıyor. İlla sınırları aşacak. Ayeti kerimede diyor ya AllahTeala; “innel insâne le yetgâ, en reâhustagnâ: insan, kendisini başkasına muhtaç görmediği an mutlaka sınırı aşar”(ALAK 6-7). İlla sınırı aşacak. Bazen mesela bizi dinliyor adam, haa diyor öğreniyor. Çoğusu bizi dinlerken öğrenmek için dinlemiyor. Gidip bir kaç tane imamı haşlamak için dinliyor. Adeta buradan alıyor bombaları, cebine dolduruyor. Molotof kokteyli atar gibi hocalara atıyor. Caminin penceresinden içeriye atıyor. Ondan sonra bakıyor ki o da yetmiyor. Bu defa, nasıl olsa ben, hocaya karşı galip geldim ya demek bu işi bende biliyorum diyor. Bu defa tam şeytana uyuyor orada. Sınırı aşarak lüzumsuz şeyler söylemeye başlıyor.
Enes Alimoğlu: Savm kelimesi, “same yesumu” fiilinden gelen mastardır.
Abdulaziz Bayındır: Savm ve siyam, ikisi de.
Enes Alimoğlu: “Same yesumu” fiilinde iki türlü mesaj çıkıyor. Savm ve siyam diye. Tıpkı “kame yekumu”dan kaim ve kıyam çıktığı gibi. Her ikisi de mastardır. Manası, imsak yani kendini tutmak ve çekinmek, durmak. Lugat manası budur. Mesela yemekten tutmak, içmekten tutmak, nikahtan tutmak ve yürümekten tutmak, konuşmaktan tutmak gibi. Lugatta bu manaya gelir.
Abdulaziz Bayındır: Yani kendine hakim olmak demek oluyor. Nasıl hakim oluyorsun? Oruca başladın, şurada müthiş bir su var. Senin de çok ihtiyacın var. Buz gibi su. İçmiyorsun. Niye? Allah yasaklamış, içmiyorum. Kendine engel oluyorsun. Eşine karşı çok da arzu duyabilirsin, onu engelliyorsun. Çok acıkmışdındır. O güzelim yiyecekler orada vardır. Yemezsin, kendini tutarsın. Bir de kendini, mesela ne dersin? Ya kendimi tutamadım patladım. Nedir? Yani konuştum manasına. Konuşmaya karşı da kendini tutma, savm olarak adlandırılıyor. Ne diyor; “sus,sus, sakin ol, sinirlerine hakim ol”. Öyle bir şey vardı değil mi? Sinirlerine hakim ol, sakin ol. Yani kendini tutabilmek de savm. Savm’ın asıl anlamı, kendine hakim olmak. Hem yeme içme konusunda da, efendim karı koca ilşkisi konusunda da, konuşma konusunda da. Peki şimdi bu ayeti okuduk, burada konuşma ile ilgili bir şey oldu mu? Yok. Öyleyse burada, hakim olmamız gereken şeyler: yeme, içme ve karı koca ilşkisi meselesidir.
Enes Alimoğlu: Konuşmaktan ke dini tutma konusunda “inni nezertu lir rahmani savmen”(MERYEM 26) ayeti delil alınıyor.
Abdulaziz Bayındır: Meryem validemiz ile ilgili. Meryem validemize AllahTeala bu gün hiç kimse ike konuşmayacağım diye şey yapmıştı. Ben, Rahman’a oruç, savm nezrettim/adadım. Savm adadım ne demek? Yemeden, içmeden, cinsel ilşkiden de uzak kalabilirsin, başka şeyden..yok, açıklıyor. Kimseyle konuşmayacağım diyor. Konuşmama orucu. Çünkü orada ifade ediliyor o. Bizim tuttuğumuz oruç, konuşmama orucu değil. Konuşmaya karşı kendimizi tutmak.
Enes Alimoğlu: Rivayetlerde, yürürken yürümekten duraklayan atlara saym diyor.
Abdulaziz Bayındır: Yürümeyen ata da saym diyor.O da ke dini tutuyor.
Enes Alimoğlu: Şiir var. Gündüzün tam ortasına savm diyorlar. Niye?
Abdulaziz Bayındır: Güneş tam tepe noktasında durduğu zaman güneş oruç tuttu diyorlarmış. Tepeye çıktı ya. Bir an için tam tepede hareket etmiyor gibi gözüküyor bakan insan için. Çünkü oradaki hareketini hemen göremiyorsunuz.
Enes Alimoğlu: Rüzgar çıkıp durduğu zaman da “er rihu savme” diyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Rüzgar durduğu zaman da aynı şey deniyormuş. Durmak, tutmak işte.
Enes Alimoğlu: Bu lugat manası. Şer’i manasının ibaresini okuyayım da siz tercüme edin. “Es savmu fi şer’i in tinaen iradiyen en şehveteyl vel vetni vel fecri hılâle yevmin kamilin min tuluil fecri ila şems bin yedid tekalu ilallahi”.
Abdulaziz Bayındır: Diyor ki; şeriattaki oruç, işte az önceki ayette gördüğümüz gibi, samimi bir niyet ile, Allah rızası için kendisini tan yerinin ağarmasından güneş batmasına kadar yemeden içmeden ve cinsel ilşkiden engellemesidir diyor.
Enes Alimoğlu: İradiyen diyor.
Abdulaziz Bayındır: İsteyerek engellemesidir. Yani bir adam, bulamadığı için yememiş, cinsel ilşkiye girememiş ise ona oruç denmez. İsteyerek kendisini engellemesi gerekir.
Enes Alimoğlu: Bu, şer’i manasıdır. Hükmü de farz. Evvelki hafta okuduğumuz “kutibe aleykumus siyam” ayeti ve meşhur “ala hamsin” hadisi ile kesin, farzı ayn olduğu yazılı kitaplarda. Hicrerin 2. senesi farz olmuş Medine’de. Peygamber(sav), farz olduğu zaman 9 kere oruç tutmuş.
Abdulaziz Bayındır: Hicrein 10. senesi, son senesi olduğu için. Yani 8 yıl oruç tutmuş Resulullah(sav).
Enes Hoca: Şimdi başlangıca hadislerden baktık. Fecir de başlıyor. Fecrin ne olduğunu hadislere baktık. Peygamber(as) diyor ki; “kulu veşrebu hatta yuezzine İbni Ümmü Mektumin, fe inne la yuazzinu hatta el fecru” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Diyor ki; yiyin, için İbni Ümmü Mektum ezan okuyncaya kadar devam edin. Çünkü o, fecir doğmadan ezan okumaz.
Enes Alimoğlu: Bilal(ra) ezan okuyormuş. O, biraz müslümanları uyandırmak için okuyormuş sahura.
Abdulaziz Bayındır: Yani şimdi meseöa bugün Türkiye’de ramazan geldiği zaman Diyanet İşleri Başkanlığı, ezan okumayı ramazanın birinci günü İstanbl için 1 saat 15 dakika kadar öne alacak. Bu olabilir. Bunda yanlış bir şey yok. Namaz kılmak için değil de sahura kalkmak için. Yani milletin haberi olsyn, sahura kalksın diye olabilir. Ama bir de namaz kılmak için ayrıca okumaları gerekir. Ondan 1saat 10-15 dakika sonra bir ezan daha okumaları gerekir. İşte o ezanı da okumadan sahur vaktinde millete namaz kıldırıyorlar. Bunun kabul edilebilir bir yanı yoktur.
Enes Alimoğlu: Sahabe Ebu Said(ra) diyor ki; “kuntu saharufi ehli summe tekunu surati el udirike sucudi alâ Resulullah” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Diyor ki; ben, ailemle sahur yemeğini yerdim, Resulullah ile secdeye yetişebilmek için yani namaza yetişebilmek için de çok çabucak evimden çıkar giderdim. Çünkü Resulullah(sav), yemeği yiyır, dönüyor namaz kılıyor.
Enes Alimoğlu: Sonra başka bir rivayet, Zeyd Bin Sabit’ten gelen. “Tesehhenne Nebiyye(as) summe kavi essalat kane ezane sahur kale kadru hamsine ayeten”.
Abdulaziz Bayındır: Ezan ile sahur arasında ne kadar süre vardır diye şey yapıyor. 50 ayet okuyacak kadar diyor. O da şu, 50 ayet okuma: yemğinizi yediniz. Belki bir tuvalete gidecek olursunuz, abdest alırsınız, gelip namaz kılarsınız. O kadar yani.
Enes Alimoğlu: Fecir diyor ya fecir.
Abdulaziz Bayındır: Fecir kelimesi var, evet.
Enes Alimoğlu: Bu kelimeyle ilgili bir hadis var Ebu Davud’da. “Kulu veşrebu ve la yehidennekumus satiun mus’id” yani “la yehidennekum kulu veşrebu hatta yataid lekumul ahmel” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Sen şimdi onu kelime kelime oku. Çünkü o çok önemli az önce söylediğin. “Ve la yehinennekum kulu veşrebu” diyor. Yiyin, için diyor Resulullah(sav). “Ve la yehidennekum” yani sizi aldatmasın. “Essatiun mus’id”. “Sati, yukarıya doğru tırmanan ışık. Büyük bir kubbe gibi ufukta bu gördüğünüz ışık sizi aldatmasın. O ışık, o dur. O ışık, onun için adına fecri kazib deniyor. Fecir gene, fecirdir. Kızıllık vardır. Zaten biraz sonra el fecri okuyacağız. El humrah dediği. Ama başka bir şey söyleyecek. Yani sabahın ilk ışıkları, ufukta kızıl bir tabaka oluşturur. Tabi ince bir kızıllık oluşturur. Evet, devam et.
Enes Alimoğlu: “Fe kulu veşrebu hatta yataide lekumul ahmel”.
Abdulaziz Bayındır: Yiyin, için diyor. Kızıllık, o ufuk boyunca yayılıncaya kadar. Aşağıda bir kızıl ışık yayılıncaya kadar yiyin diyor. Öyle kubbeleşen ışık önemsenmesin. O kızıl ışık zaten o kubbeleşen ışığı yardığı için de ikinci fecir adını alıyor. Çünkü onu, böyle enlemesine yarıyor o kubbeleşen ışığı.
Enes Alimoğlu: Diyanetin takviminde, o kubbeleşen ışıktan da önce.
Abdulaziz Bayındır: Tabi Diyanet’in takviminde, ufukta herhangi bir ışık görme şansınız yok. Diyanet İşleri Başkanlığı astronomların hesaplarını esas alıyor. Astronomi bilimi, bilyorsunuz yıldız gözlemesine dayanır. Yıldızı gözleyebilmek için yıldız ile sizin aranıza güneş ışıklarının girmemesi lazım. Güneş ışıkları girmediği zaman en sönük yıldızları da görebilirsiniz. Ama güneş ışınları araya girdimi artık zayıf ışıklı yıldızları göremez olursunuz. Güneş ışıklarının ufuk ile bizim aramıza girişini, zayıf ışıklı yıldızları göremeyince anlıyorlar. Yoksa güneş ışığını göremeyince değik. O zayıf ışıklı yıldızlar kayboluyor, deniyor ki; haa, demek ki artık güneş, biz iyice yaklaşmış. Ki o, eksi 18 derece oluyor ufuktan aşağısında. O zaman gözlemi bırakıyorlar. Artık daha sağlıklı bir gözlem yapamayız diyorlar. Bu, astronomların fecir vakitleridir. Yani astronomik tan deniyor. Şimdi orada, ukukta herhangi bir ışık, sizin gözle görmeniz mümkün değil. Ama daha sonra, o yukarıdan aşağıya doğru çünkü güneş ışınları, dünya böyle bir şey ya, güneş ışıkları da aşağıdan vurduğu zaman tam ufkunuza vurmuyor. Ufkunuzdan oldukça yukarıya vuruyor dünya yuvarlak olması sebebiyle. Sonra yukarıdan aşağıya doğru kubbeleşiyor ışık. Tabi yukarıdan aşağıya doğruyu da hissederiz. Çok zayıf ışıklar olduğu için o saatte. Ama ışık kümesini görürsünüz. Giderek o kümenin büyüdüğünü görürsünüz. Sonra orada ona seher vakti deniyor işte. Seher vakti deniyor. Gecenin alaca karanlığı: iki tane alaca karanlığı var. Bir akşam, birisi sabahleyin alaca karanlığı var. Astronomların dedikleri saatte başlar doğru, sabahın alaca karanlığı ama ikiye bölünür. Yarısı seher vaktidir, yarısı sabah namazı vaktidir. Akşamn alaca karanlığı da aynen sabahın alaca karanlığının boyutundadır. Onun yarısı akşam namazı vaktidir, yarısı yatsı namazı vaktidir. Hava iyice karardığı zaman yani küçük yıldızlar da gözükmeye başladığı zaman yatsı namazının vakti çıkar. Artık dinlenme vaktine geçilir ki tüm tabiat o saatte uyumaya başlar. İşte kutup bölgelerinde bugünlerde mesela güneşin hiç batmadığı yerler var. Onlar, gecenin olduğunu tabiattaki gözlemleriyle tespit ediyor. Bakıyorlar ki tüm tabiat uyuyor. Demek ki gasakil leyl var. Yani gecnin ortası diye C. Hakk’ın tanımladığı, tüm canlıların uyuduğu vakittir. Ama seher vakti canlılar, yavaş yavaş uyanmaya başlarlar. Sizin vücudunuzda da onu görürsünüz. Şöyle bir bakın işte ramazan gelecek, erkenden kalkarsanız pek bir şey olmaz ama tam seher vaktinden itibaren kalkarsanız vücudunuzun canlanmaya başladığını, ısınmaya başladığını hatta terlemeye başladığını görürsünüz. Çünkü o saatte vücuda kortizon salıverilir. O kortizon, yeme ihtiyacı ortaya çıkarır. Dolayısıyla o saatte yerseniz sahur yemeği olur, seher vaktinde yenen yemektir sahur. Aynı kelimelerle ifade edilir. Yani sin, ha, ra. Sahur yemeği, seher vaktinde yenen yemektir. Yani tan yerinde ışıkların olduğu vakitte yenen yemektir. Vücutta o salgılar sebebiyle vücut o yemeği yeme isteğini duyar. O saatte yediğiniz zaman midenizd hiç bir ekşime göremezsiniz ve zevkle yersiniz yemeğinizi. Sabahtan akşama kadar da son derece rahat bir oruç tutarsınız. Ama Diyanet’in yedirdiği saat, vücudun dinlenme modudur. O saatte, zorla vücuda yemek yediriyorsunuz. Zorla yedirdiğiniz için vücut onu özümsüyemiyor, midelerde ekşime oluyor, ağızınız leş gibi oluyor. Vücudun dengesi bozuluyor, akşama kadar da oruç bir ızdıraba dönüşüyor.
Enes Alimoğlu: Şimdi burada fecr kelimesi “hatta yetaide lekumul ehmel” hadiste bu geçiyor.
Abdulaziz Bayındır: Bak işte mesela fecire kızıllık diyor hadiste. Zaten arapçada da fecir, kızıllık demektir.
Enes Alimoğlu: Lugatlara baktım. Lugatta diyor ki; “el fecru inkişafi zulmeti leyl en nuri subhi” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Gecenin karanlığının diyor, sabahun aydınlığından ayrılma zamanıdır fecir. Ve iki türlüdür. Bütün mezhepler şunda ittifak halindedirler, bütün mezhepler. Her sabah üç doğuş, her akşam üç batış olur. Üç doğuş, üç batış. Birinci doğan, fecri kazibdir. Her sabah ve dünyanın her yerinde. İkinci doğuş, fecri sadıktır. Üçüncü doğuş, güneştir. Tabi dünyanın her yerinde derken o beyaz gecelerin olduğu yerleri kastetmiyorum. Onların da ayrı hesapları var. Her akşam, üç batış olur. Güneşin batışı, birinci şafağın batışı, ikinci şafağın batışı. Çünkü Türkçe’de şafak dediğimiz zaman sabah anlaşılır, Arapça’da şafak denince akşam anlaşılır. Yani akşamın kızıllığına, akşamın alaca karanlığına araplar şafak derler. Sabahınkine fecir derler. Yani her sabah, bunun gözlenmesi gerekiyor. Ufuk kapalı ise gözlemlemeyebilirsiniz. Çok açık olduğu zaman üç doğuşun olması lazım. Şimdi hadislerde olmayan, sonradan ortaya konan. Mesela Dare Kutni’de gördüm, bazı şeylerde böyle. Kurt kuyruğu diye bir kelime uydurmuşlar. Ve ben de şahsen yıllarca o kurt kuyruğunu aradım, bir yerde bulamadım yani. Diyorlar ki işte, dikine bir ışık ortaya çıkar her sabah. Ya, dikine çıkmıyor kardeşim, kubbemsi çıkıyor. Resulullah’ın hadisinde olduğu gibi. Kurt kuyruğu değil. Kubbemsi büyük bir ışık. Sonra o, alttan yarılıyor ki ayette de öyle “falikul ısbah”(EN’AM 96) diyor AllahTeala. “Isbah” yani “subh” da sabahın kızıllığı manasına geliyor arapçada. “Falıkul ısbah” da o kızıllığı yaran demektir. En’am suresinin 96.ayetinde mesela diyor ki; “falikul ısbah: o sabah kızıllığını yaran”. İşte o yaran, ikinci doğuş oluyor. Fecri sadık oluyor. O kızıllık olacak ki yaran bir şey olsun. Ondan sonra “ve cealel leyle sekenev veş şemsu vel kamera husbanan” geceyi dinlenme vakti, güneş ve ayı hesap için oluşturmuştur C. Hakk diyor. “Zalike takdirul azizil alim” bu, güçlü ve herşeyi bilenin koyduğu ölçüdür. Evet, şimdi dolayısıyla yani o şeyin hem arap lugatı bakımından hem mezheplerin ittifakı bakımından hem de bilimsel veriler bakımından yani şu anda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın uyguladığı ve İslam ülkelerinde uygulanan takvimin asla doğru yanı yoktur. Mekke’de, Medine’de yetkililer ile bu konuyu çok görüşmüşümdür. Hatta İslam Konferansı’na bağlı İslam Fıkıh Akademisi’nin başkanına gitmiştim epeyce zaman önce. Epeyc konuştum, konuştum. Baktım adam, hiç anlamıyor. Hatta az önce ismini söylediklerimden bir tanesi ile Cidde’de toplantı yaptık. Cidde’ye çağırmışlardı bir ilmi toplantı için. Gittik orada. Sonra bir de şey yapayım yani bir umre yapıp da Türkiye’ye döneyim dedim. Bir akşamlığına Mekke’ye gittim. Neyse ismini söyleyeyim de başkalarıyla karışmasın. Abdussettar Ebu Gudde. Tanıyanlar tanır. Bugün çok meşhurdur Arap aleminde. Medyatik tarafı yoktur. Yusuf El Karadavi, biraz medyatiktir. Onun medyatik tarafı yoktur ama ilim adamları arasında meşhur bir adamdır. Aslen Halepli’dir. Şimdi şöyle bir şey olmuştu, çok entresan. İftar ettik. Kızıldeniz’in tam kenarında iftar ediyoruz. Karşımızda deniz, denizden güneş battı, ben orucumu bozdum. Abdulaziz Bey, ne yapıyorsun dediler. Daha ezan okunmadı? Bakın dedim. Haa dediler. Güneşin battığını gördüler ya. Ama hiç birisi, ezan okunana kadar orucunu bozmadı. Harem’de gittim. Ben orada Mekke’de, Medine’de sabah namazlarını, camiye giderim. Yani namaz kılmak için giderim de teheccüd niyetiyle kılarım. En az 30 senedir öyle yaparım yani. Şimdi gittim orada, müezzein mahfilinin altında teheccüd niyetiyle sabah namazını kıldık. Sağa selam verdik tamam. Bir de sola verdim, baktım Abdussettar Ebu Gudde tam yanımdaymış. Yan yana kılıyormuşuz. O da gelmiş meğer şeye. Dedim ki bak, ben sana söylemiştim ya, sürekli söylüyorum ya dedim. Ben, şu anda teheccüd namazına niyet ettim. Sabah namazı henüz olmadı. Şuradan bakarsan, gökyüzünde hiç bir aydınlık olmadığını görürsün dedim. Ama gel, şu arkaya doğru çıkalım. Gidenler bilirler, orada kraliyet misafirhanesi vardır. Onun kurulduğu dağın adına Ebu Kubeys dağı derler. Gel şu Ebu Kubeys’in yanından bir bakalım dedim. Sen de gözün ile gör. Abdulaziz Bey lütfen, lütfen ne olursun beni bu işin içine sokma, neolursun. Dedim ya ben basın toplantısı yapmayacağım, sadece sen, kendin için bakacaksın kardeşim. Lütfen, lütfen ne olusun beni bu işin içine sokma dedi. Yani bu problem, Türkiye’ye mahsus bir problem değil. İnanılmaz bir şey. Yani bir gün de Medine’de ki bu dediğim, belki 20 seneden fazla olmuştur. 20 seneden epeyce fazla olmuştur. Belki 25. Kaç sene olduğunu çok net bilmiyorum. Bir sabah, bir araba ayarladım. Bizim Türkler’den orada yerleşmiş birine dedim; yarın sabah arabanla gel. Beni otelden alıyorsun. Bir kaç kişiyi de hacılardan ayarlafık çıktık. Mekke yoluna doğru gittik. Uygun yeri gündüzden keşfetmiştik nerede gözlem yapabiliriz diye gittik keşfettik. Geceden gittik oraya. Haremin sesleri geliyor. Çünkü minareden verirler sesi. Orada, tan yerinin ağarmasını bekliyoruz. Bunlar, namazlarını kıldılar, bitirdiler. Epeyce aradan vakit geçti. Sonra baktık, tan yerinin ışıkları gözükmeye başladı. Yani fecri kazip gözükmeye başladı, bıraz fecri sâdığı. Sonra döndüm geldim. Biz, haremde kıldık namazlarımızı. Beraberce cemaat ile kıldık. Ondan sonra sabahleyin, oranın üst yetkilisini tanıyordum telefon ettim. Dedim; ya bu sabah ben buradayım. Aaa! Hoşgeldin falan. Dedim bu sabah çıktım, namaz vakitleri konusunda şey yaptım, bir takım anormallikler gördüm. Neredesin? Falan yerdeyim. Hemen bir araba gönderdi, gittim yanına. Ondan sonra orada konuştuk. Dedi ki; ya ben dedi bunda ciddi ciddi şüpheleniyorum dedi. Ben bir bakayım. Araştırmasını yapmış, iki ay sonra Türkiye’ye geldi. Dedi ki valla sen haklısın dedi, hesapları yaptım. Bana da uzunca bir hesap verdi. Sen haklısın dedi. O zaman düzeltin dedim. Valla biz düzeltemeyiz dedi. Uluslar arası bir toplantı olmalı dedi. Yapın dedim. Biz yapamayız dedi. Ne yapacaksın ya Rabbi! Hala bugün olmuş görüyorsunuz Diyanet böyle inat yani. Bunun kabul edilebilir bir tarfı yok. Ayetler çok açık. Bu açık ayetler karşısında bu inadı gösteren insanlar, C. Hakk’a hesap verebilirler mi? Hem ayete aykırı, hem hadise aykırı, hem fıtrata aykırı, her şeye aykırı. Ki Diyanet’e de bunu defalarca söylemişizdir. 1987’de Diyanet’te bir toplantı olmuştu. Mustafa Said Yazıcıoğlu, Diyanet İşleri Başkanı idi. Beni çağırdılar. Gittim oraya. Eski yeni bütün din işleri yüksek kurulu üyelerini çağırmışlar. Bu hesabı yapan kişileri çağırmışlar falan. Diyanet, o zaman bazı kuruluşlar karşısında zor duruma düşmüştü, onun için çağırmışlardı beni. 1983’de bir değişiklil yaptılar, gene bizim gayretimizle yaptılar. Onu bir türlü izah edemiyorlardı. Doğru bir şey yapmışlardı. Neyse, orada dedim ki; bunu doğru yapmışsınız ama ne yaptığınızın farkında değilsiniz, tesadüfen doğru yapmışsınız, bilerek değil dedim. Yanlış da olabilirdi. Öyle deyince şaşırdılar. Onları teker teker izah ettim. Sonra, yapılan yanlışları anlattım. Sonra, kararlaştırdık: Türkiye’de gözlemler yapılacak, Türkiye dışında da olabilecek. Üç yıl gözlem yaptık. Bütün gözlemlerde, Diyanet takviminin yanlışlığını belgeledik. Sadece Diyanet takvimi değil, Türkiye Gazetesi takvimi de beraber. O zaman Yeni Asya takvim çıkarıyor, onların da ekipleri var. Fazilet takviminden de var mı, onu çok net olarak hatırlamıyorum. Türkiye’nin her tarafında gözlemler yaptık. Her defasında bunu belgeledik. Ama bunların hiç bir tanesi, takvimine dokunmadı. Yıllar geçiyor, taa 77’den beri bu iş ile uğraşıyoruz. Allah’ın ayetini, Resulullah’ın sünnetini, fıtratı, hepsini ortaya koyuyoruz, şimdi ramazan gelsin yine aynı şeyi söyleyecekler. Bazı arkadaşlarımız, ramazanda milletin huzurunu kaçırmaktan hoşlanıyor, falan filan. Hay sizin..tevbe estağfurullah! Ama C. Hakk, sizin hesabınızı elbetteki görecektir. Allah’a bunun asla, asla hesabını veremeyecek bu Diyanet’tekiler bunun hesabını. En büyük günahtır bu, haberleri olsun. En büyük günah kelimesinin ne mânâya geldiğini de hepiniz biliyorsunuz. Hem C. Hakk’a karşı çok büyük bir günah işliyorlar, hem de şu milyonlarca insanın hakkına giriyorlar. Evet peki, başka bir şey var mı söyleyeceğin?
Enes Alimoğlu: “Fecir” kelimesine “subhi” diye mana veriyor. “Vaktun subhi vaktun ehmel ufuku bi şems”.
Abdulaziz Bayındır: Burada “ve subhi iza esfer” var ya, ufuktaki kızıllıktır diyor.
Enes Alimoğlu: Orucun başlangıcı fecir oldu. Bitişi konusunda bir hadis okuyacağım. Peygamber(as) demiş ki; “iza ekmelel leyli bi ahuna eddere nehari min ahuna le garabeti şems fe kad eftere savm”.
Abdulaziz Bayındır: Resulullah’ın bu sözü var ya, kutuplarda benim öyle bir işime yaramıştı ki. Gerçekten diyorsunuz ki; bunu ancak Allah’ın nebisi söyler, başka hiç kimse söyleyemez. Şimdi diyor ki; doğu tarafını gösteriyor Resulullah. Şu anda bulunduğumuz yerde doğu, arkamızda kalır. Buradan, karanlık ortaya çıkar. Güneş de buradan kaybolursa oruçlu kişi iftarını eder diyor. Karanlık doğuda başlayacak, batıda güneş kaybolacak. Bu, şu bakımdan çok önemli: dünyanın her yeri düzlük değil. Dağlık bölgeler var. Dağlık bölgelerde güneş, dağın arkasına geçtiği zaman siz, battı zannedersiniz ama ufkun arkasındaki güneş, doğu tarafını aydınlattığı için doğu tarafında aydınlık devam eder. Ama dağın ardına geçtiği zaman eğer batmış ise bu defa doğu tarafından karanlık başlar. O zaman kesin olarak anlarsınız ki güneş battı. Kutup bölgesinde de şöyle işimize yaradı: güneşin hiç olmadığı bir zamanda ne zaman güneş doğdu diyeceğiz? Bakıyorsunuz o ışınlar, batı noktasına kadar gidiyor. Yani güneş hiç yok ama gündüz bütün özellikleri ile var. Ama güneşe ne zaman doğdu diyeceğiz? Resulullah’ın bu tarifi ile batı tararı aydınlandığı an diyorsunuz ki güneş doğmuştur. Akşam da doğu tarafında karanlık başladığı zaman güneş battı diyorsunuz. Dolayısıyla güneş hiç doğmadığı yerlerde 5 vakit namazın vaktini çok rahat bir şekilde tespit edebiliyorsunuz. Güzünüzle de herşeyle de. Şimdi burada da işte derin vadilerdeki namaz vakitlerini tespit etmek gibi oluyor. Güneşi göremiyorsunuz ama güneş sanki dağın arkasındaymış gibi oluyor kutup bölgelerinde kışın. Evet, başka?
Enes Alimoğlu: Orucun bitiş vakti bu. Orucun manası, “savm”ın manası konusunda Peygamber(as) demiş ki; “es savmu cinnetun” demiş.
Abdulaziz Bayındır: Evet. Oruç, kalkandır demiş Resulullah. Kalkanla da kendini korumuş oluyorsun.
Peki şimdi bizde şöyle büyük bir yanlış vardır. Yani fıkıh kitaplarında da bu çok vardır. Yanlış malesef. Zaten bu sıkıntının başı Diyanet ile başlamıyor. Bu sıkıntıyı Osmanlı’nın son zamanlarında Ahmet Muhtar Paşa başlatmıştır. Ama Diyanet’e laf söylememin sebebi, biz bunlara defalarca şey yaptık. Bir de yani Diyanet’tekiler, bu işi benim çok iyi bildiğimi bilirler. Hepsi bilir. Bilir ki bu işi, Allah’a hamdolsun Türkiye’de en iyi bilen budur. Bunu hepsi bilir. Peki niye böyle yapıyorsunuz? Niye böyle yapıyorsunuz ya? Sizin hiç biriniz yokken ben İstanbul Müftülüğü’nde fetva veriyordum ya. Ne oluyor yani! Bir makam elde etmişsiniz diye alim mi oldunuz? Sırtını devlete karşı verdiğin zaman ilim mi elde ediyorsun? Tevbe astağfurullah. İşi güç gösterisine çevirmenin anlamı var mı? Şimdi dedim ya. Çok büyük yanlışlar var. Şafi kitapları dışındaki kitaplardan, yanlış hatırlamış olabilirim onun dışındaki kitaplarda, günün ilk namazı olarak öğlen namazını sayan yoktur. Sabah namazını, günün ilk namazı sayarlar. Halbuki günün ilk namazı, öğlen namazıdır. Kur’anı kerimde de Resulullah’ın hadislerinde de ilk namaz. Çünkü gündüz önce, gece sonra gelir. Bu, kur’anı kerimin koyduğu kurallara hiç riayet edilmediği için bizim fıkıh geleneğinde, gece önce, gündüz sonra gelir. Öyle olunca da tüm sistem alt üst oluyor. Herşey birbirine karışıyor. Çünkü AllahTeala, Yasin suresinde diyor ki; “leş şemsu yenbegi leha en tudrikel kamere” hatta diyanetin mealine bir bakın bakalım nasıl mana vermiş. 40.ayette diyor ki, mesela buradan okuyayım. “Ne güneşin kendisini aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçer”. “Ne de gece gündüzü geçer” ne demek? Gece, gündüzün önpne geçemez demektir değil mi? Önce gündüz gelir, sonra gece gelir demektir. Mesela şimdi geceler kutlarlar. İşte Recebin 27.gecesi miraç gecesi. 26’yı kutlarlar. Ramazanın 27.gecesi, Kadir gecesi, 26.günün akşamı yaparlar. İşte şaban ayının 15.gecesi, Berat gecesi, 14 gece yaparlar. Ya kardeşim, bari bunu doğru yapın yani. Niye efendim, ramazan hilâlin görünmesiyle başlar ya hilâli gördükleri andan itibaren günü başlatırlar. Kardeşim o, günün işareti değil. Ayn işareti o. Hilâl, günün işareti değil. Hilâl, ayın işaretidir. Ertesi günü anlatıyor o. Ertesi gün başlamış olur. AllahTeala geceden itibaren başlattığı için ertesi günün orucu olması için feciri de katmak zorunda kalıyorsunuz. Şimdi peki gece ne zaman başlar, gündüz ne zaman başlar? Acaba kur’anı bunu anlatıyor mu? Arapça’da gündüz dediğiniz zaman güneşin olduğu vakite denir. Yani nehar. Leyl dediğiniz zaman da güneşin olmadığı vakte derler Araplar. Ama kur’anı kerim, bunu anlatıyor mu? Bakın Şems suresini bir zahmet açalım. 91.sure galiba değil mi? Evet 91. Burada AllahTeala diyor ki; “veş şemsu ve duhâhâ: güneşe ve aydınlığına yemin olsun”. Bu, önemine dikkat çekmiş oluyor. Duhasına. Duha, güneşin özel bir ışını. Aydınlatma dışındaki bir ışını oluyor duha. Güneşe ve duhâsına. Bu tabi fizikçilerin ancak hesap etmesi gereken bir şeydir. Ama biz de hissederiz insanlar olarak. Güneşe ve duhâsına. “Vel kameri: aya da yemin olsun”,”iza telâhâ”. “Telâhâ”daki “ha” zamiri “duhâ”ya da gider “şemse”e de gider. İkisi de olabilir. “Güneşin arkasından geldiği zaman aya”. Güneşin arkasından geldiği zaman ay, güneş battıktan sonra gözüken hilal olarak olur. O da yeni ayın başlangıcını ifade eder. “Ven nehâri: nehâra da yemin olsun”. Şimdi nehar, gündüz demek. Önce gündüzden bahsediyor ayette dikkat edin, önce gündüz. “İza cellâhâ: onu ortaya çıkardığı zaman”. “Onu” dediğin zaman güneş de olabilir, duhâsı da olabilir. “Güneşi ortaya çıkardığı zaman gündüze yemün olsun”. “Duhâsını ortaya çıkardığı zaman da yemin olsun”. Şimdi bu, kutp bölgesinde çok işimize yaradı. Bu ayeti kerime. Zaten oraya gitmeseydim ben bu ayetleri asla anlayamazdım. Orada o kadar gayret gösteriyorsun, C. Hakk da yardım ediyor, önünü açıyor anlıyorsunuz. Şimdi mesela kışın bakıyorsunuz ki güneş yok. Hatta çok ilginç, Svalbard 78 derece enlem. Öğlen vaktinde güneş ufkun 12 derece altında. Böyle bir yerde gündüzü görüyorsunuz. Nesi ile görüyorsun? Güneşi ile değil duhası ile görüyorsun. Bak Allah öyle bir ifade kullanmış ki bu ayet, yılın her günü dünyanın her yerinde geçerli. Bir yerde güneşin kendini görüyorsun, bir yerde duhâsını görüyorsun. Mesela güneşin hiç batmadığı zamanda güneş sürekli yukarıda. Peki güneşin doğduğunu nasıl anlıyorsun? Duhâsı ile anlıyorsun. Duhâsını ortaya çıkardığı zaman diyorsun tamam. Ve onu hissediyorsun sen şeyde. Mesela kutuplarda o bölgelerde yaşayan, Oslo’da yaşayan bir arkadaşımız, güneş var ama buz gibi diyor. Evet, parlak ama bizi ısıtmıyor diyor. Onu hissedebiliyorsunuz. Şimdi burada şunu anlayalım: bak bulunduğumuz bölge için düşünelim. “Ven nehâri iza cellâhâ: güneşi ortaya çıkardığı zaman nehâra yemin olsun”. Bu ne demek olur? Güneş ortaya çıkınca ne olur? Nehar başlar. Yani güneşin doğmasıyla başlar. Peki başka ne diyor? “Vel leyli izâ yagşâhâ”, güneşi yada duhasını kapattığı zaman leyle yemin olsun. Leyl ne zaman başlıyormuş? Güneşi örtecek yada duhâsını örtecek. Gene aynı şekilde kutuplardan taa ekvatora kadar bu, geceyi-gündüzü tanımlayan ayet oluyor. Ama bizim bölgemizde gündüz, güneşin doğuşu ile batışı arasındaki vakittir. Yani ayetler dolayısıyla “summe etımmus sıyâme ilel leyl”(BAKARA 187) ayeti vardı ya. Orucu ne zaman başlatacaksınız demişti? Güneşin ortaya çıktığı zaman mı başlatacağız orucu? Hayır. Fecirde başlatacağız. Fecir de iki tane var. Birisi seher vakti. Seher vaktinde değil. O aydınlıkta değil. Ne zamana kadar diyor? “Hatta yetebeyyene lekum: size göre net bir şekilde ortaya çıkıncaya kadar”. Yani güneşin ilk ışınlarında ufuka baktığınızda görürsünüz, öyle beyaz bir ışık koridoru olmaz enlemesine. Kızıllık olur ama beyazlık olmaz. Kızıllık sizi aldatabilir. Onun için ayet, beyazlığa vurgu yapıyor. Resulullah da hadisinde beyazlığa vurgu yapmıştır yatsı namazı ile ilgili olarak. “Hatta yetebeyyene lekum: size göre net bir şekilde ortaya çıkıncaya kadar”,”haytul ebyad”. Ebyad, beyaz. Arapçadır beyaz, Türkçe değildir beyaz kelimesi. “Ebyad” kelimesinden “beyad”. Yani “beyad” dır Arapçası ama biz beyaz diyoruz. Türkçesi, “ak”tır değil mi? Ak ama kullanılmıyor. Beyaz kelimesi kullanılıyor. O, bembeyaz ışık enlemesine ortaya çıkıncaya kadar yiyin, için diyor. Yani ufuk boyunca böyle. Diklemesine değil. Yani böyle bir kubbe gibi değil, enlemesine ortaya çıkınca yiyin, için diyor. O zaman fecir tarafından çıkıyor ama aslında gece. Güneş yok yani. Güneş yok. İşte gece başlıyor, gece bitiyor. “Etımmus sıyâme ilel leyl”diyor, geceye kadar tamamlayın. Gece olunca oruç bitiyor. Gece olması da bizim bu bölgelerimizde güneşin batması ile oluyor. Diğer bölgelerde de işte duhâsının ortaya çıkması yada kaybolması şeklinde. Öyleyse bu ayetlere göre baktığımız zaman güneş battıktan sonra efendim hava kararmasını bekleyelim denir mi? Öyle bir şey olur mu? Havanın kararmasını beklediğin zaman ne olur? Bak şeyde AllahTeala şeyin 114.ayetini açarsanız Hud suresinin. 11.sure. Mealden asla bunu okumayacağım. Çünkü tefsirler, mealler bu ayeti çok acayip bir hale getirmişlerdir malesef. İnanılır gibi değil. Tesniyeye cem’i manası vermişler, cem’e de tesniye manası vermişler. Beraber okumuştuk hatırlarsanız. Yani inanılır gibi değil gerçekten. Nasıl yapılmış, bu dine nasul kıyılmış? Şimdi burada diyor ki AllahTeala; “ve ekmis salâte tarafeyin nehâri: neharın iki bölümünde namazı kıl”. Biri öğlen, birisi ikindi. Gündüz, iki tane namaz. Zaten başlangıcının da güneşin batıya kayması olduğunu İsra 78’den öğreniyoruz. Ondan sonra diyor ki; “ve zulefen minel leyl: gecenin, gündüze yakın zamanlarında kıl”. Gecenin, gündüze yakınlığını anlayabileceğimiz tek şey alacakaranlıktır. Yani güneş battıktan sonra o aydınlık ufukta bir süre daha devam eder. Aydınlık tamamen kaybolduğu zaman yakınlığı gösterecek bir şey kalır mı? Kalmaz. Sabahleyin de o tan yerinin ilk ağarmasından itibaren gündüz oluyor dersiniz. Artık yakında güneş doğar. O da yakınlığı gösterir. Artık yakında güneş doğar dersiniz. İşte o yakınlık zamanlarında ki buna akşamın alacakaranlığı ve sabahın alacakaranlığı denir. Ve AllahTeala, Müzzemmil suresinde, gecenin üç bölme ayrıldığını söylüyor. “Sülüsül leyl”. “İnne rabbuke ya’lemu enneke tekumu edna min suluseyil leyli ve nısfehu ve sulusehu”(MÜZZEMMİL 20). Gece üç bölüme ayrılıyor. Birinci ve üçüncü bölmleri, sabahın ve akşamın alacakaranlığı. Üçüncüsü, gecenin ortası. Ona vasatul leyl deniyor. Gecenin ortası. Gecenin ortası, gecenin en karanlık ve en soğuk olduğu zaman ki ona “gasakıl leyl” diyor İsra 78’de. Gecenin en serin ve en karanlık zamanı. O zaman da hiç bir farz namaz yok. O vakitte teheccüd namazı kılınır ve kalkarsınız. Ama hava kararıncaya kadar yatsıyı kılmış olmanız gerekiyor. Çünkü “ekımis salâte li dulukiş şemsi ila gasakıl leyl” güneşin batıya kaymasından hava kararıncaya kadar namazı kıl diyor. Bir de “kur’anel fecr”, fecrin kur’anında. İşte o beyaz ışık ile kırmızı ışık üst üste bindiği zaman yapacaksınız. Şimdi dolayısıyla burada akşamın alacakaranlığı, akşam ve yatsı namazını vaktidir. Sabahın alacakaranlığı da seher ve sabah namazı vaktidir. Hem akşamın alacakaranlığı, hem sabahın alacakaranlığı ibadet vakitleri açısından ikiye bölünür. Mesela bir sivil tan vardır, bizde isfar vakti denir fıkıh kitaplarında. Büyük yıldızlar ortaya çıkıncaya kadar olan vakittir. Sabahleyin de büyük yıldızlar kaybolduğu vakittir. Ondan sonra bir astronomik tan vardır, gasakıl leyl yani gecenin başlangıç ve bitişidir. Bir denizci tanı vardır. Denizci tanında şunun içindir: siz kara göründümü görünmedi mi nasıl anlayacaksınız. Yani ışıklar karayı gösterecek kadar şey yaptığı zaman yada denizde doğu tarafında düşman kuvvetleri donanması var mı yok mu, onu ilk görebildiğiniz vakite denizci tanı denir. O da 12 derecedir. Yani hava aydınlanmaya başlamış, orada sadece gölgesini görüyorsunuz o kadar. Ona denizci tanı derler. O sıralar yıldızlar falan vardır. Bir de 10 derecelik bir tan var. Ona rasat tanı derler. Yani o sırada, o büyük yıldızları çok net bir şekilde görürler. Bunların hiç birisi bize göre değildir. Yani sivil tan, rasat tanı, denizci tanı, astronomik tan. Astronomik tan bizim işmize yarar. Farz ibadetin bittiğini gösterir. Ama akşam ikiye ayrılır. Sabah ta ikiye ayrılır. Geceyi de ikiye ayırırsanız, onun için buna altı da bir ifadesi kullanılır. Yani akşam namazı, yatsı namazı vakti. Sabahleyin de seher vakti ve sabah namazı vakti. Seher vakti, gecenin ortasına katıldığı zaman ona da gece yarısı ifadesi kullanılır. Nısful leyl denir. Şimdi malesef kur’anda olan bu terimler de unutulmuş yani şey içerisinde. Bunları bulana kadar anamız ağladı yani kaynaklarda. Şimdi sonuç: akşam güneş battımı orucumuzu bozacağız. Ama güneşin battığından emin olmak için doğu ufkuna bakacağız, orada karanlık başlamış mı başlamamış mı. Ona göre hareket edilecek. Zaten hesap yapanlar buna göre yapıyor. Bunda bir problem yok.
Serdar: “Hatta yetebeyyene lekum” ifadesini AllahTeala hitabında bizler olduğu için kullanmış olabilir mi? Yani fecir vaktinin de gözlemle değil de tıpkı güneş ve ayda olduğu gibi hesapla belirlenmesi gerekmez mi?
Abdulaziz Bayındır: İlk cümleyi anlamadım.
Serdar: “Lekum” ifadesini AllahTeala, insanlara seslenmek için söylemiş olamaz mı? Bizzat her şahıs kendi gözüyle bizzat orayı kontrol edecek anlamında olduğu kesin mi demek istiyor.
Abdulaziz Bayındır: Bu takvimler ne zaman çıktı? Bak bugün halâ takvimleri tartışıyoruz değil mi? Bugün yeryüzünde malesef düzgün bir takvim yok. O takvimlerin doğruluğunu, ancak siz kendi gözlemlerinizle belirleyeceksiniz. Dolayısıyla mesela şey vardır, Enes Hoca okumadı hadislerde. Mesla Sahihi Müslim’de şöyle bir hadis var. Diyor ki; Resulullah(sav), sabah namazını fecrin yarıldığı sırada yani ilk vaktinde kıldırdı diyor. “La yekari ya’rifu ba’duhum ba’da”. Yani yanındakini neredeyse tanıyamayacak gibiydi yanındakini. Bu namazın, mescidin içinde kılındığını düşünün. Bugünkü gibi mescidlerde elektrik falan yok, kandil de yok. Yani hiç bir ışık yok. Sokak ışıkları da yok. Ufukta çıkan aydınlık, mescidin içine kadar gelmiş. Tanıyamıyorduk demiyor, neredeyse tanıyamayacak durumdaydık diyor. Bunun anlamı şu: şimdi bu insanlar, evlerinden kalkıp seher vaktinde teheccüd namazını kılacaklar. İstiğfarlarını yapacaklar. Oruç tutacak ise sahur yemeğini yiyecek. Mescide gelirken, yol aydınlık olacak. Bugünkü gibi sokak lambaları yok ki. Gelecek mescidde namazını kılıp gidecek. Yatsı namazı da öyle. Adam, yatsı namazını mescidde kıldıktan sonra evine giderken yolda az çok aydınlık olacak ki çukurlara düşmesin, evine gidebilsin. Mesela köy yerlerinde yada yaylalarda sokak lambaları şimdi yeni yeni oluşuyor, olmadığı yerlerde yatsı geç okunduğu için hiç yatsı namazına gidemez. Caminin hemen yakınında olanlar hariç. Halbuki ayetlerde belirtildiği vakitte kılınacak olsa herkes rahatlıkla gider. Resulullah(sav) diyor ki; eğer size bir sıkıntı verecek olmasaydım daha da geciktirirdim. Yani yatsıyı son vaktinde kıldırırdım diyor. E son vaktinde kıldırsa gasakıl leyl olur, millet dışarı çıktığı zaman kapkaranlık. Nasıl evine gidecek? O da bir sıkıntı ortaya çıkarır. Bu sebeple bu bize göredir. Bugün de bizim söylediğimiz mi doğru Diyanet’in söylediği mi doğru? Çıkarsınız, bakarsınız. Hiç problem değil. Yani onun için bir endişemiz yok. Her zaman onları davet ediyoruz. Gene davet ettik, bakalım gelecekler mi? Yine bir davet yazısı gönderdik. Şu ana kadar herhangi bir cevap verilmediğine göre bu satten sonra da vereceklerine ihtimal vermiyorum. Bize göre. Oruç tutan kişiye göre.
Serdar: Takvimler hakkında şimdi bilgi isteyen var. İmsakiye bekleyenler var illere göre.
Abdulaziz Bayındır: Bizim Süleymaniye Vakfı takvimine girerlerse, orada takvimin alt tarafında bir şey var. Aylık takvim diye bir yer var. Tıkladığınız zaman bir aylık takvim hemen karşınıza çıkar. Onun çıktısını alır kullanırsunız. Her tarafta, alırsınız ve çoğaltıp dağıtabilirsiniz insanlara. Yani bizim imkanlarımız ancak bu kadar. Yani şimdi görüyorsunuz, bu da ibretlik bir şeydir. Gerçekten ibretlik bir şeydir. Allah’a çok şükür İslam aleminde buradan daha çok çalışan, buradan daha güzel sonuçlar alan bir kurum, ben şahsen bilmiyorum şu ânâ kadar. Ama buradan daha fazla da öldürülmeye çalışılan bir kurum olduğunu zannetmiyorum. Nerede bir zengin varsa, buraya karşı çok istisnai bazı kimselerin arada sırada yaptıkları yardımlar hariç çok istisnai buraya tavır koymuşlardır. Bütün etkili ve yetkili kişilerin hepsi buraya tavır koymuştur. E ne yapalım, kusura bakmayın yani. Bizi böyle bastıracak haliniz falan yok yani. Nereden bulacaksınız? Ancak bu kadar. Artık herkes kendi. Arada sırada söylüyorum cemaate de herkes elindeki imkanlarla yardımcı olsun: duamız sizinle beraber! Ben de senin sülalenle beraber duam. Ne olacak, dua ile yeme içme mi var. C. Hakk ne diyor? Dua yetmez, iş yapacaksın. Öyle şey yok. Yani, hah siz yapın,güzel. Sen ne yapacaksın? Ben yaptım ben sevabımı kazandım. Peki sen? Onun için hep beraber olur bu işler. Bastırsa, dağıtsaydı. E peki sen gelseydin de deseydin ki; parası benden dağıt hadi bakalım. Niye şu ana kadar bir babayiğit çıkmadı? O kadar mı zor? Bu tür şeyleri söylemekten de her zaman çekiniyorum. Söyledimmi bir çok kimse rahatsız oluyor. Hocam niye konuşuyorsun falan. E güzel peki, gel hadi bakalım. Buranın bir aylık resmi geliri bir saat mümkün değil 15 dakika ancak yeter. Buranın 15 dakikalık faaliyetlerine ancak yeter.
Serdar: Gündüzün geceyi geçmesi ile ilgili demiş ki; Hocam, biz, teravih namazına bir gün erken başlayıp bir gün erken mi bitiriyoruz?
Abdulaziz Bayındır: Valla öyle tabi. Teravih namazı diye bir namaz yok ya. İstersen bugün başla. Senenin her günü kılıyoruz o teravih namazını. Yani gece namazını. Teravih namazı, gece namazıdır. Biz, senenin her günü kılıyoruz. Resulullah da her gün kılardı. Mesela şimdi teravih namazı kılmak isteyen varsa gece namazı kılsın. Yatsı namazı kılındıktan sonra mesela Ömer(ra)’dan gelen rivayete dayanıyorlar. Tamam. Ömer(ra), yatsı namazını mescidde kıldı, evine gitti, evinde birazcık dinlendi. Sonra çıktı geldi ki millet namaz kılıyor. Şimdi öyle mi? Yapın o şekilde. Tamam, yatsı namazı kılınsın, herkes dağılsın. Ondan sınra gasakıl leyl denen o saatte itibaren ki gasakıl leyl, Diyanet’in yatsı ezanını okuduğu vakittir. Yani zaten bitmiş oluyor her şey. Yatsı namazı da malesef vaktinin dışında kılınıyor. Geçende şey diyor ki; bugünkü diyanetin şeyini. Bana söz verdiler halkın karşısında tartışacağız dediler. Kendi televizyonlarına çıkıp kendileri çalıp kendileri oynadılar biliyorsunuz. Diyor ki işte; yatsı ile ilgili bütün mezhepler şöyle şöyle yapar. Peki bir tane ayet, hadis okusana orada. Oku bakayım bir tane hadis. Okuyabiliyormusun? Öyle çıkıp da orada laf söylemek kolay. Yapsınlar, kıldırsınlar. Tamam teravih, teravih ama yatsıyı kıldıktan sonra millet dağılsın evine gitsin, isteyen daha sonra gitsin camide kılsın, evinde kılsın, nerede kılarsa kılsın. Ömer(ra)’da demiş “evlerine gidenler, buradakilerden daha hayırlıdır” demiş. Öyle diyecek noktaya gelsin tamam.
Serdar: Konu dışında şöyle bir soru var: ezan okunmadan önce her vakitte 4 rekat nafile namaz kılıyorum. Bu şekilde yapmamda bir sakınca var mı?
Abdulaziz Bayındır: Ezan okunmadan önce. Öğlende mekruh olur. Çünkü güneş tam tepede mekruh vakitte olur. Sabah namazından önce kılınabilir tabi. Onda 4 rekat kılınabilir, bir zararı yok. İkindiden önce de kılınabilir. Akşam namazından önce olursa akşam namazını geciktirmiş olursunuz. Gerçi onu caiz gören mezhepler vardır. Mesela Malikiler’de Hambeliler’de öyle olması lazım. Ama ben, akşam namazından önce onun doğru olduğuna inanmıyorum. Çünkü ayeti kerimenin “zulefwn minel leyl” ifadesine aykırı o.
Serdar: Hocam başka soru yok. Bir de Asiye Hanım’ın Almanya’da yapmış olduğu gözlemi göndermiş. Size iletmemi söyledi. Ben bir baktım genel olarak. Vakfın belirlemiş olduğu vakitler ile hemen hemen gözlemleri bire bir uyuşmuş.
Abdulaziz Bayındır: Yazılı ise yazıyı oku.
Serdar: Uzun biraz.
Abdulaziz Bayındır: Olsun, oku. Bir şey olmaz. Uzun olsun, bir zararı yok yani.
Serdar: Kainatla iç içe olduğumuz beş katlı bir apartmanın en üst katında olan evimizin..
Abdulaziz Bayındır: Bu Asiye Hanım, Almanya’dan gönderiyor. 52 derece enlemde yaşıyorlar. Kendi evi, tepe yerdeymiş. Hem doğu hem de batı yani güneşin doğu tarafı da batı tarafı da gözüküyor. Ormanın içerisinde olduğu için de tabiat ile iç içe ve bir kaç yıldır bu gözlemlerini yapıyor. Bir kere değil yani sürekli yapıyor. Şundan dolayı: bizim, kur’anın koyduğu kuralları esas alarak yaptığımız hesaplarda, 45 derece enlemin kuzeyi ile güneyi arasında bir simetri olduğunu tespit ettik. Kur’anın koyduğu kurallara göre namaz vakitlerini belirledik. Oradaki bu arkadaşlarımız da Asiye Hanım gibi, işte Selehattin Koyuncu gibi ve diğer bir çok, işte Halit Evli gibi arkadaşlar, Allah razı olsun daha bir çok kimse, işini gücünü bırakıyor bu konuda gözlemler yapıyor. Acaba kriterler doğru mu? Niye? Biz burada, oradaki sıkıntı şu: güneş havada iken siz, orucunuzu bozuyorsunuz. Güneş havada iken sahur yemeği yiyorsunuz. Bu çok ciddi bir sıkıntı yani. Dolayısıyla şimdi Asiye Hanım’ın arka planının böyle olduğunu bilelim, ona göre dinleyelim. Şimdi sen devam et.
Serdar: Doğunun güneşin doğduğu yere, batının da battığı yere göre olmadığını Allah’ın yarattığı kitabı okumaya başladıktan sonra anladım. Yazın, kuzeydoğudan doğan güneş, 270 derecelik açı ile kuzeybatıdan batmakta. Kışın da tam aksi, güneydoğudan doğan güneş, 90 dereclik bir açı ile üstümüzden geçmeden güneybatıdan batmaktadır.
Abdulaziz Bayındır: Evet bunu dün Erşet Bey de söylüyor. Bu konuda uzman olan bir arkadaşımız. Ya diyor, bize, doğu-batı diye öğrettiler ama güneş bir tek noktadan doğmaz ki. Allah da öyle diyor. “Rabbul meşrıkı vel magrib”MUZZEMMİL 9 ve ŞUARA 28) der: güneşin doğduğu yerler ve battığı yerler. Güneşin doğuş ve batışı her gün değişir. İki gün üst üste aynı yerden ne doğar ne batar.
Serdar: İkisenedir okumaya çalıştığımız kainatın, güneşin doğup batması ile olmadığını gördük. Sabah güneş var iken ve akşam batmamış iken kainatın hareketliliğine şahit olduk. Sabah en büyük yardımcımız, vakfın sabah namazı vaktine uyan her zaman duyduğumuz komşumuzun horozu oldu. Kuş sesleri o kadar çok ayırt edilemiyordu.
Abdulaziz Bayındır: Bu horoz, çok ilginç bir hayvan gerçekten.
Serdar: Sabah saat 4:00 sıraları, fecri kazib zamanı hiç bir hareketlilik yokken horoz sesleri ile beraber kuş seslerinin en çok duyduğumuz andır. 05:00 civarıarında ses artmaktadır. 05:12’de güneş doğumudur. Horozun ötüşlerinin arttığı andır. Ara ara sayısını arttırarak öten horoz, güneş doğduktan sonra 6:10 civarlarında son ötüşünü yapmaktadır. Arka arkaya 8 defa ötüyor, bir süre ötmüyor. Bu vakit, güneşin tam doğduğu ve kainatın uyanmaya başladığı zamandır. Kuşlar uçmaya başlarlar. Bu zamana kadar güneşe rahatsız olmadan bakılabilir. Güneş çoktan doğmasına rağmen koyunların, ördeklerin, kazların, tavukların, geyiklerin, keçilerin, atların, hasılı hayvanların yeni kalktıkları andır.
Abdulaziz Bayındır: Bizim buralarda, güneşten çok önce kalkarlar ama orada ayette okudum ya: duha yani orada güneşin olması bir şey ifade etmiyor. Güneş, duhasını yaymamış oluyor. Duhasını yaymadığı zaman da vücut ona göre tepki veriyor.
Serdar: Şimdi namaz vakitlerini gölgeler diye oradaki gözlemiyle ilgili bilgisi var. Sabah namazı; güneş olmakla beraber, sokak aralarında gölge olmaz iken açık alanda gölge uzunluğu bir insanın boyunun 10 katıdır. Öğlen namazı vaktinde gölge çok azdır. İkindi namazı vaktinde gölge, bir insan boyu bile yoktur. İkindi namazı oluşundan iki saat sonra yaptığımız gölge boyu, 1 buçuk insan boyu kadardır. Süleymaniye vakfının verdiği akşam namazı vaktinde sokak aralarına karışan gölge, açık alanda bir insan bıyunun 12-13 katı kadardır. Güneşin henüz batmadığı 21:00 sıralarında güneşin duhası kaybolmuş, sadece koyu sarı bir renkte topu kalmıştır. Yaklaşık yarım saat kadar bu şekilde devam eder. Bu arada kuşlar yine çok ötüş yapmakta, bu ötüşlerini saat 23:00’a kadar sürdürmektedirler. Sonra kainat uykuya geçer, hiç bir hayvan ortada görünmez. Bazı kuş sesleri vardır ama çoğunluk uykuya geçmiştir. Akşam namazı vakti, gökyüzüne tam dik baktığımızda hafif bir grilik ve zaman ilerledikçe griliğin rengi, koyu griliğe dönüşür.
Abdulaziz Bayındır: İşte orada şey diyor ya AllahTeala; geceyi gündüzün üzerine sararız diyor. İşte onu şey yapıyorsunuz. Onu bir türlü insanlara öğretemedik. Gece, ayrı bir varlıktır. Onu inşallah yerinde fizikçilerin gözlemleriyle tespit etmek nasip olacak.
Serdar: Ve güneşin battığı yerde yani kuzey batıda bir yıldızın çıkması sanki yatsının çıktığının işareti gibidir.
Abdulaziz Bayındır: Çoban yıldızı derler.
Serdar: Bu tam da vakfın verdiği yatsı namazının son vakitidir.
Abdulaziz Bayındır: Evet çoban yıldızı derler. Tunus’a gittiğim zaman orasa Karnaka diye bir adaları var. Balıkçı adası. O yıldızın çıktığı vakit ne diyor?
Serdar: Tam da vakfın verdiği yatsının son vakti.
Abdulaziz Bayındır: Çünkü oradaki söylenen bilgiye göre uyup uymadığını tespit için şey yaptım. Orada balıkçılar ile görüştüm şeyde. Bir kaç ay oldu daha Tunus’a gideli değil mi? Tunus’a da astronomların bir toplantısı için davet edilmiştim. O adaya bir seyahat yaptık. Ada gerçekten çok güzel bir ada ve balıkçı adası. Biz, buralarda hiç görmediğimiz şekilde deniz çok derin değil. Denizi parsellemişler aileler. O burada av yapıyor, o burada, o burada. Kimse kimsenin yerinde av yapmıyor. Şimdi orada yaşlı bir denizci ki bu konulara çok ilgisi olduğu belli. O astronomlar da onu tanıştırdı. Bu adam, bu konuları bilir falan diye. Adamla uzun uzun konuştuk. Dedi ki; biz dedi, denize açılırız. O yıldız doğduğu zaman evimize döneriz. Yıldızı gösterdi bana. Bak bu yıldız doğdumu evimize döneriz. Artık gece oldu demektir. İşte o yıldızı orada da görüyorlar. Evet, tamam mı?
Serdar: Son bir paragrafını daha okuyayım.
Araştırmacı bir arkadaşım, evinde bulunan kuşunun, akşam namazı vaktinde yuvasına girip uyuduğunu, akşam vakti girdiğinde kısa bir zamanda rahatlayıcı bir esinti aldığını, her namaz vakitlerinde evinin yakınındaki çanların bir defa vurulduğunu söylemiş.
Abdulaziz Bayındır: Çanların. Bu da çok önemli. Evinin yakınındaki çanlar. Çünkü namaz, bütün nebilerin emrettiği namazdır. Resululah(sav)’e Cebrail(as) kabenin yanında beş vakti kıldırmıştı. Baş ve son zamanlarında. Demişti ki; bu, senin ve senden önceki enbiyanın namaz vakitleridir. Namaz, bu vakitlerin arasındadır. Şimdi evvelki gün çok ikginç bir telefon aldım. Bir emekli müftü vardır, iki de bir bana telefon açar, en az yarım saat soru sorar. Neyse, evvelki gün baktım gene açmış. İyi neyse. Biraz da yaşlı bir adam. Biraz rahatsızlığı da vardı, bakayım ne yapıyor dedim. Ankara’da oturuyor. Geçen dedi, Diyanet’in bir toplantısındaydım. Orada seni aramak istemedim. Sen demişsin ki; bu beş vakit namaz, önceki dinlerde de var. Resulullah, onlardan öğrenmiştir falan. E tabi ki var, sen bilmiyormusun? Öyle şey mi olur, sen nasıl yapıyorsun? Baktım ki bize karşı o saygılı adam gitmiş. İki de bir telefon açıyor, yarım saat soru sorarsın, birazcık dinle değil mi? Dinlemiyor. Vaay, hakaretler makaretler. Dedim; sen bu kadar basit bir şeyi bilmiyorsan kusura bakma. Bir kaç tane ayet okuyayım dedim, baktım dinlemek istemiyor. İşte Buhari hadisi. Senden önceki enbiyanın namaz vakitleri. Peki İsa(as), Allah’ın nebisi değil mi? Onların namaz vakitleri ile bizim namaz vakitlerimiz aynı olması gerekmiyor mu? İşte bak ne diyor? Her namaz vaktinde çana bir kere vuruluyor. Evet, bazı yerlerde bunun da şeyi bozuldu yani. Ama demek ki doğru çana vuranlar da varmış. Tamam mı? Peki teşekkür ederiz Asiye Hanım’a da gönderdiği yazıdan dolayı. Başka soru yok mu? Yarın intenetten, bizim bu konuda yapacağımız bir toplantı olacak, onu takip edebilirsiniz. Namaz vakitleri ile ilgili. Şimdi herkesi davet edemiyoruz. Çünkü yer müsait değil. Ama internetten canlı yayın yapacağız. İnşallah oradan dinlersiniz. Orada konuşacak olanlar, bizim bu takvimimizi yapan Enis Doku ve Murat Mirasyedi kardeşlerimiz var. Allah rası olsun. Onlar, her gün, dünyanın her tarafından gelen sorulara muhattab olup cevaplar veriyorlar ve hesapları sürekli yapıyorlar. Ondan sonra, astronom arkadaşımız İstanbul Üniversitesi, Uzay Bilimleri’nde Prof. Dr. Adnan Öktem Bey orada konuşacak. Kendisi, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan tanıdığı kişileri aradı. Hiçbirisine malesef ulaşamadı. Saim Yeprem Bey’i davet etmiş. Saim Yeprem Bey, gelecekti ama bir rahatsızlığı olmuş. Yani bir baş dönmesi meydana gelmiş. Allah şifalar versin, gelemeyecek. Ondan sonra Elşet Akçasu var. Namaz vakitleri konusunda bir program var. Oldukça gelişmiş bir program. O arkadaşımız, Amerika’da yaşıyor. Dünyanın bazı yerlerinde de ofisleri var, Türkiye’de de var. Yani 20’ye yakın patenti olan bir arkadaş. Güneş enerjisi konusunda dünyada en önde olan uzmanlardan bir tanesi. O arkadaşımız da konunun fiziki tarafını anlatacak. Çünkü esas uzmanlık alanı o. Onun matematiksek izahını yapacak. Ondan sonra, biz de orada bir takım şeyler anlatacağız. Servet Bayındır, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapmış olduğu Afyon toplantısına katılmıştı. Bizi davet etmedikleri toplantıya. O toplantıda olup bitenleri anlatacak. Diyanet İşleri Başkanlığı’na bir yazı yazmıştık. O yazıda, şey yapmıştık. Burada yok. Olsaydı. Dedik ki yani yarın yapacağımız toplantıya çağırdık onları. Var mı sende? Çağırdık, dedik ki; bak geçen sene Habertürk televizyonunda canlı yayına Dr. Ekrem Keleş katıldı Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı. Ve bizimle halkın huzurunda bu konuyu tartışacaklarına söz verdi ama bugüne kadar bu gerçekleşmedi. Lütfen gelin, hiç bir tartışma yaşanmayacak size söz veriyoruz. Sadece halka, siz yaptığınız çalışmaları anlatın. Çalışıyoruz diyorsunuz ya. Ekiplerimiz çalışıyor. Ankara’da Bâlâ ormanlarında şeyler yaptık. Mesela bir görüntü şey yapmışlar. Geçen sene DiyanetTv’de gösterdiler. Bâlâ ormanlarında çektik diyor. Biz o görüntüye razıyız. Tamam. Ama siz o görüntüye göre mi yaptınız takvimi gelip anlatın. Ve bu ana kadar Diyanet’ten herhangi bir şey yok. İşte tekrar millet görsün. Yani onlar toplantı yapar bizi çağırmaz, biz çağırırız gelmezler. Ondan sonra da çıkarlar televizyonlarda gene diyeceklerdir; gene ramazan geldi gene başladı milletin kafasını karıştırmaya diyecekler. Allah’a hamdolsun kafa karıştırmalara devam edeceğiz. Çünkü hak gelmeden batıl parçalanmaz. Allah’a hamd olsun hak ortaya çıkmıştır. Batılın parçalanmaktan başka seçeneği yoktur. Bu arkadaşlarımıza tavsiyem şudur: inadı bırakın, bir an önce doğrulara gelin, kendi ahiretinizi kurtarın. Bunun hesabını hem C. Hakka karşı çok büyük günah işlemiş olursunuz hem de bu insanlara yapmış olduğunuz haksızlığın hesabı sizin omuzlarınıza çok ağır bir yük olarak iner. Yarın saat 2’de başkayacak Allah nasib ederse. Siteden duyuru yapıldı değil mi? Sitede varmış duyuru. Peki hepinize çok teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun.