Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Enam Suresinin 74. Ayetinden itibaren anlamaya çalışacağız. Bu ayetler son derece önemlidir. Tabi şüphesiz bütün ayetler çok önemli de… Yani dini anlamamız, inancı anlamamız açısından son derece önemli ayetlerdir. Bir de burada İbrahim (a.s) ile ilgili ayetlerdir. Dikkat edin, İbrahim’in nebi olduğuna, resul olduğuna hiçbir şekilde burada vurgu yapılmaz. Yani sıradan bir insan… Bir genç… Yani hiçbir şekilde demez ki “Ben alemlerin elçisiyim. Bana şu ayetler indi” gibi ifadeler kullanmadan sadece tabiat ayetleri kullanarak konuşur. “Ve iz gâle ibrâhîmu liebîhi âzera” “İbrahim babası Azer’e bir gün şöyle dedi.” “etettehızu asnâmen âliheh” “Sen putları kendine ilah mı ediniyorsun?” (Enam 74) Put ne olur? Bir heykel… Bir şeyin heykeli… Taştan veya ağaçtan yapılmış. Ya da neyden yapılırsa yapılsın… O heykelin karşısına geçip onlardan bir takım şeyler istiyor. O heykelin karşısında boyun eğiyor. İlah demek kayıtsız, şartsız boyun eğilen ve ondan bir takım taleplerde bulunulan varlık demektir. Şimdi bir çocuğu düşünün. Buraya gelip bakıyor. Burada bir put var. Babam karşısında eğilip ondan bir şeyler istiyor. Bundan ne istenir? Bunu sadece onda görmüyor. Toplumunda da görüyor. Orada “innî erâke ve gavmeke” “Ben seni ve senin bağlı olduğun toplumu (senin kavmini) görüyorum.” “fî dalâlim mubîn” “Açık bir sapıklık içinde görüyorum.” (Enam 74) Yani seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum diyor. Şimdi bu öyle bir şey ki… Yani hiç kimse bu putların ilah olmasını savunamaz. Onun için o bir şeyleri temsil ediyor diye hayal ederler. Tabi bu konuyla ilgili işte… Bu seni görüyorum, bir de kavmini diyor. Kuranı Kerim’de kavmiyle ilgili ayetlerde var. Babasına söylüyor. Bir de kavmine söylüyor. Kavmi ne diyordu Hocam? Saffat Suresindeydi.
Harun ÜNAL: Saffat Suresi 85. Ayeti kerimede… Şöyle diyor. “İz gâle liebîhi ve gavmihî” (Saffat 85)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bakın şu Kuranı Kerim’in müteşabih ayetler ifadesine dikkat edin. Enam Suresinde babasına “seni ve kavmini” dedi. Aynı ifade değil mi?
Harun ÜNAL: Evet.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Arada ne müthiş bir bağ kurdu değil mi? İşte ayetleri birlikte okumaya Allah tilavet diyor. Yani bağlamıyla beraber okuyacaksınız ki konuyu iyi kavrayasınız.
Harun ÜNAL: “mâzâ tağbudûn” “Neye tapıyorsunuz?” (Saffat 85) Neye kulluk ediyorsunuz diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani ibadet nedir? Kayıtsız, şartsız boyun eğmek demektir.
Harun ÜNAL: “Eifken âliheten dûnallâhi turîdûn” “Siz Allah’ın önünde (Allah’a varmadan önce) başka ilahlar mı uyduruyorsunuz?” (Saffat 86) Bunu mu istiyorsunuz diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İftira ediyorsunuz diyor. Yani kendi kafanıza göre uydurmuş oluyorsunuz.
Harun ÜNAL: “Femâ zannukum birabbil âlemîn” “Alemlerin rabbi olan Allah hakkındaki düşünceniz nedir?” (Saffat 87)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani siz onu ne zannediyorsunuz demiş oluyor. Alemlerin rabbini zaten biliyorlar. Burada şuna dikkat edelim. Şimdi hakikaten çok üzücü bir şey… Hocam, geleneksel yapıyı kast ederek soruyu soruyorum. Sizin bilginizi kast ederek sormuyorum. Bizde kâfir nedir?
Harun ÜNAL: Kâfir Allah’ı inkâr eden anlamında kullanılır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İnkâr eden derken?
Harun ÜNAL: Kabul etmeyen…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah diye bir varlık yok…
Harun ÜNAL: Bu anlamda kullanılır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, bu ayette “dunallah” derken “Allah ile aranıza koyduğunuz” diyor değil mi?
Harun ÜNAL: Evet.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, bunlar Allah’ı inkar etmiş oluyor mu?
Harun ÜNAL: Değil asla…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, bizim geleneksel yapıda müşrik nedir?
Harun ÜNAL: Müşrik, Allah’ın yanında ortak bir…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yok sizin kendi düşüncenizi sormuyorum. Geleneksel yapıda nedir?
Harun ÜNAL: Geleneksel yapıda ortak koşan olarak kabul edilir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ortak koşanda… Bizim geleneksel yapıda kime müşrik derler.
Harun ÜNAL: Puta tapanlara… Sadece puta tapanlara…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, kelime anlamı?
Harun ÜNAL: Ortak koşmaktır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, bu putu neye ortak koşuyor? Ortaklık en az iki şey arasında olmaz mı? Mesela geleneksel yapıya göre müşrik Allah’ı kabul eder mi?
Harun ÜNAL: Kabul etmez.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, Allah’ı kabul etmiyorsa neye ortak koşuyor? Ortaklık en az iki şey arasında olmaz mı? Birincisi nedir? Yani şuna bir bakın. Gerçekten çok üzücü bir şeydir. Aranızda Trabzon’dan gelen bir hoca arkadaşımız var. Az önce içeride konuşuyorduk. O da aynı şeyi söylüyor. Bu ne biçim bir şey diyor. Gerçekten inanılır gibi değil. Hocam bu insanlar hiç Kuran okumuyorlar mı? Peki, iman neydi Hocam?
Harun ÜNAL: Hocam size Kuran okumayın demediler mi?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Evet.
Harun ÜNAL: Yani dolayısıyla bunlar Kuran okumuyorlar. İman nedir? İman, inanmak anlamındadır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Neye inanmak?
Harun ÜNAL: Allah’a inanmak…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etmektir. Peki, yeryüzünde Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etmeyen bir tek insan var mı?
Harun ÜNAL: İster istemez kabul edecek.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Biraz sonra göreceğiz. Bakın şimdi buna dikkat edin. Yani Kuranı Kerim’de put kelimesinin geçtiği toplum sadece İbrahim (a.s) toplumudur. Mesela Mekke ile ilgili Kuran’da put kelimesini ben hiç görmedim. Yani yok. Yani Mekke ile alakalı Kuran’da put kelimesi kullanılmaz. Put kelimesinin geçtiği tek toplum İbrahim (a.s) toplumudur. Şimdi şuna çok dikkat edin. Bakın ki İbrahim’in (a.s) toplumu Allah’a inanıyor muymuş yoksa inanmıyor muymuş? Şimdi şu ayetlerden ona dikkat edin. Evet, hocam sizi dinleyelim.
Harun ÜNAL: “Fenezara nazraten fin nucûm” “Bir an için yıldızları, gezegenleri düşündü.” (Saffat 88)
“Fegâle innî segîm” (Saffat 89)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Güneşe, aya, yıldıza tapıyorlardı.
Harun ÜNAL: Bayramda Hz İbrahim’in de onlara iştirak etmesini istiyorlar. İbrahim (a.s) onlara katılmak istemediği için “Fegâle innî segîm” “Kendimi rahatsız hissediyorum dedi.” (Saffat 89) Hastayım dedi.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hasta olunca onu bir kenara atarlar. Onları kim hasta edecek? Tanrıları hasta etmiştir.
Harun ÜNAL: “Fetevellev anhu mudbirîn” “Onu arkalarında bırakıp yollarına devam ettiler.” (Saffat 90) Yani onlar bayramlarına gittiler. “Ferâğa ilâ âlihetihim” “İbrahim (a.s) geri dönüp onların ilahlarının olduğu yere” “fegâle elâ teé’kulûn” “Şu yiyecekleri yemez misiniz dedi.” (Saffat 91)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Önlerine kutsallaştırmak için yiyecekler koyuyorlar. Bayram ya… O yiyecekler o putların önünde kutsallaşacak. Niye yemiyorsunuz?
Harun ÜNAL: Tabi bir ikinci soru soruyor. “Mâ lekum lâ tentıgûn” “Niye cevap vermiyorsunuz?” (Saffat 92) Ne diye konuşmuyorsunuz?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ben size soru soruyorum. Konuşmuyorsunuz.
Harun ÜNAL: “Ferâğa aleyhim darbem bil yemîn” “Derken onlara sağ elle güçlü bir darbe indirdi.” (Saffat 93)
“Feagbelû ileyhi yeziffûn” “Kavmi telaş içerisinde ilahların bulunduğu yere dönüp geldiler.” (Saffat 94)
“Gâle etağbudûne mâ tenhıtûn” Bu defa onlara soruyor. “Elinizle yonttuğunuz bu şeylere mi yapıyorsunuz?” (Saffat 95)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Dikkat ederseniz sorular hep kafayı çalıştırmaya yönelik… Kafanızı çalıştırın diyor. Yani kendi elinizle yontuyorsunuz… Kendi elinizle yaptığınız şeye ilah diye tapıyorsunuz.
Harun ÜNAL: Oysa ki “Vallâhu halegakum ve mâ tağmelûn” “Sizi de sizin yapıp ettiklerinizi de yaratan Allah’tır.” (Saffat 96)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, şimdi size bir soru… O toplum Allah’a inanmıyorsa ne cevap vermesi gerekir? O da kim demeleri gerekir değil mi? Hocam ne diyor?
Harun ÜNAL: Demiyorlar. “Gâlubnû lehû bunyânen” (Saffat 97)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Cevap veremiyorlar.
Harun ÜNAL: Susuyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani Allah da kim diyemiyorlar.
Harun ÜNAL: Çünkü biliyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah’ın varlığından, birliğinden en küçük şüpheleri yok.
Harun ÜNAL: Cevap veremeyince bu sefer “Gâlubnû lehû bunyânen” “Bir yer yapın.” “feelgûhu filcahîm” “Bunu o ateşin içerisine atın.” (Saffat 97) Bu adamı yakıp ortadan kaldırın diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bakın söyleyecek sözleri yok. Dikkat ediyor musunuz? Söyleyecek tek sözleri yok. Cevapsız… Sadece yakın diyorlar. Burada putları savunamıyorlar. Allah ile ilgili herhangi bir kelime söyleyemiyorlar.
Harun ÜNAL: “Feerâdû bihî keyden” “Ona tuzak kurmak istediler.” “fecealnâhumul esfelîn” “Biz de onları aşağıların aşağısına indirdik.” (Saffat 98)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabi orada biliyorsunuz. Ateşe attılar ama Allahu Teala İbrahim’in (a.s) ateşte yanmamasını emretti. Yanmadı. Oradan çıktı. Ateşten çıkınca hepsi şok oldu. Koskoca toplumun karşısında tek kişi ama Allah’ın yardımıyla çok güçlü bir kişi haline geldi. Tamam, hocam Allah razı olsun.
Bakın İbrahim’in (a.s) toplumu Allah’ın varlığına ve birliğine inanan bir toplumdur. Yani burada çok enteresan bir şey var. Az önce Harun Hoca söyledi. Kitaplara bakın. Kafir kim? Allah’ı kabul etmeyen yazar. Yani her insan Allah’a inandığını biliyor. Böyle bir kafir tanımı yaparsan herkes ben ondan değilim ki zaten der. Müşrik kimdir? Puta tapan derler. Yeryüzünde puta tapan var mı? Bilmiyorum ben duymadım. Belki vardır. Yani puta tapma dediğimiz zaman aklımızda olan… Bir de tekrar edeyim. Kuranı Kerim’de Mekke toplumuyla ilgili put kelimesi hiç geçmez. Peki, o zaman Allah onlara niye müşrik diyor? Yeryüzünde Allah’ın varlığı ve birliği konusunda şüphesi olan insan var mı? Onu da Aydın Hoca’dan dinleyelim.
Aydın MÜLAYİM: Hocam isterseniz Araf Suresi 172. ayetten başlayayım.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela Kalu bela olayı var. Eskiden Erzurum’da mahalle arkadaşları arasında “Müslüman mısın?” “O ne demek? Hem de dik alası” “Ne zamandan beri?” “Kalu bela dan beri” “Kalu bela ne demek” “Kalu Allah demek bela şeytan demek” derdik. Ezelden, ruhlar aleminden falan filan… Evet, oku bakalım. Gerçekten öyle miymiş?
Aydın MÜLAYİM: Araf Suresi 172. Ayette Allahu Teala şöyle buyuruyor. “Rabbin, Ademoğullarının bellerinden nesillerini aldığında onları kendilerine karşı şöyle şahit tuttu: “Ben sizin Rabbiniz (Sahibiniz) değil miyim?” Onlar da “Evet! Sahibimizsin. Biz buna şahidiz.” dediler. Artık kıyamet günü, “Biz bunun farkında değildik” diyemezsiniz.”
“Şunu da diyemezsiniz: “Önceden ortaklar uyduran atalarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesildik. O boş işlere dalanların yaptıklarından ötürü bizi yok mu edeceksin?”
“İşte o belgeleri böyle açık açık anlatırız. Belki dönerler.” (Araf 172-174)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Dikkatle takip edelim. Mesela ne zamandan beri Müslünmansınız dendiğinde kalu bela’dan beri derler. Tabi kalu bela… “Sizin rabbiniz değil miyim” diye Allah sordu. Bize anlatılana göre bu soruyu kime soruyor Hocam?
Harun ÜNAL: Ruhlara…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bize şöyle anlatmışlardı. Yani hepimizin ruhları var. Ezelde Allah hepsini bir araya topluyor. Ben sizin rabbiniz değil miyim diye soruyor. Hepsi evet diyor. Evet dendiği zamandan beri Müslümanız diye öğrettiler. Böyle bir olayı hatırlayanınız var mı? Ama şuraya bakın ki Allah ayette öyle mi diyor? “Ve iz ehaze rabbuke mim benî âdeme” Burada Adem’in sırtından bütün neslinin ruhları alındı diye anlatırlar. Adem’in sırtından kıyamete kadar gelecek bütün neslinin, soyunun bütün ruhları alındı. Demek ki o ruhların hepsi Adem’in sırtında bir yerde duruyordu. Alınınca o da rahatlamıştır. Oh be dünya varmış diye… Peki, Allah Adem’in sırtlarından mı diyor? Adem’den mi diyor, beni Adem’den mi diyor? “Beni Adem” “Ademoğulları” demektir. Ademoğulları derken burada hanımlarda dahil yeryüzünde Ademoğlu sayılmayan birisi var mı? Herkes Ademoğlu değil mi? O zaman hepimiz Ademoğlu muyuz? Yani Arap dilinde böyledir. Yani ifadenin içine kızlar, kadınlar girer. “Onların sırtlarından zürriyetlerini aldığı zaman” (Araf 172) Bakın her birimizin sırtından zürriyet… Zürriyet ne demek? Soy demektir. Peki, zürriyet sırttan mı alınır? Yani zürriyet belden mi alınır? Belden alınan o zürriyete sebep olan yumurta veya spermdir.
Harun ÜNAL: 18:35 18:38 sn. arası anlaşılmıyor. şey yaparken Yani sülbü erkeğin 18:42 sn. anlaşılmıyor. kadının olarak… Halbuki Kuran’da hiç böyle bir durum yok diyor. Bir açıklık yok. Erkekte de kadında da sülb de 18:51 sn. anlaşılmıyor. var. Yani o sperm dediğimiz şey…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani sen onları bugünlerde tercüme ediyorsun. İnşallah şey yapar.
Harun ÜNAL: Yani gerçekten düşünemiyorduk. Bu kadar önceden bizi teslim almışlar ki… O teslim aldıkları şeyi kitabı açtığımız zaman görüyoruz. Doğru söylememişler diyoruz. Oysa ki sizin az önce buyurduğunuz gibi “onların biz soylarından aldık” anlamındadır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Harun Hoca şey yapıyor. Burada Libyalı Abdülhamid Hoca vardı. Emekli Profesör, Tabip… Bizim Almanca sitenin yöneticisiydi. Rahmetli oldu. O, vücuttan yumurta ve sperm üretimi, bunu üreten organlar konusunda çok güzel bir yazı yazmıştı. Ama Türkçeye tercüme edilmedi. İşte Harun hoca bugünlerde onu Türkçeye tercüme ediyor. İnşallah yakında o tercüme tamamlanır.
Şimdi burada bakın. Bizde belinden anlamında… Yani insanın belinden… Ya da şöyle söyleyelim. Kadın ve erkek ne zaman çocuk sahibi olabilecek yaşa gelir? Buluğ ile birlikte değil mi? Yani buluğ ile birlikte olduğu zaman ne oluyor? Peki, sorumluluk ne zaman başlar? Buluğ ile birlikte başlar. Buluğ çağına ermeden çocuklarda sorumluluk başlıyor mu? Burada Allahu Teala şöyle diyor. “Ve iz ehaze rabbuke mim benî âdeme” “Rabbin Ademoğullarından aldığı zaman…” Adem’den aldığı zaman demiyor. Ademoğullarından aldığı zaman diyor. Ademoğulları ifadesine kız erkek dahildir. “min zuhûrihim” “bellerinden” “zurriyyetehum” “soylarına sebep olacak şeyi” Yani çocuğu değil. O ne olmuş olur? Buluğa erme yaşı olur. Buluğa erme yaşına geldiği zaman ne yapıyor? “ve eşhedehum alâ enfusihim” “Onları kendilerine bağlayıcı bir şekilde şahit tutar.” “elestu birabbikum” “Ben sizin rabbiniz değil miyim” der. (Araf 172) Burada buluğa ermemiş kimse yok. Herkes buluğa ermiş. Siz kendinize bakın. O buluğa erme yaşından itibaren ölene kadar sık sık siz bazı olaylarla karşı karşıya kaldığınız zaman sanki içten Cenabı hakka konuşuyor gibi bir yapıya bürünmüyor musunuz? İçinizden Allah ile karşılıklı bir diyalog… Mesela sana sığınırım deriz. Bir şey gördüğümüz zaman Allah’a inancımızı, güvenimizi sık sık tazeleriz. Ölünceye kadar devam eder. Bunu sadece biz değil. Dünyadaki her insan yapar. İşte orada içteki konuşmayla Allah bizden söz alır. Her insandan bu sözü alır. İçinizde öğretmen var mı? Var. Bir de anneler… Çocuklarınıza bakın. Çocuklarınız buluğ çağına kadar size Allah ile ilgili sorular sorarlar. Buluğ çağından itibaren Allah’ın varlığı ile ilgili soru soran hatırlıyor musunuz? Çünkü hiç şüphesi kalmaz. Allah’ın varlığına kesinlikle inanır. Bir müddet sonra çeşitli görüşlerin etkisinde kalıp Allah’a inanmıyormuş gibi tavırlar içerisine girebilir. Ben inanmıyorum falan der ama sıkıştığı zaman da Allah’tan başkasına da sığınmaz. Türkiye’de ateizm dendiği zaman insanların aklına ilk gelen kişi Celal ŞENGÖR’dür. Onunla ilgili bir televizyon kanalında konuşurken o inanmadığını söylemişti. Bende ona inandığını söylemiştim. Canlı yayındayken o da inandığını anlamıştı. Sonra Ali KIRCA ona sormuştu. Sen Jeoloji konusunda uzmansın. İstanbul depremi ne zaman diye sordu? Ne demişti hatırlıyor musunuz? Allah bilir demişti. Geçende de kendisine telefon açtım. O zamanda kendisiyle konuşmuştuk. Sen Jeoloji konusunda uzmansın, gel Kuranı Kerim’de ki Jeoloji ile ilgili ayetleri beraber okuyalım dedim. Tamam dedi ama bir türlü nasip olmadı. Geçende de telefon açtım. O kadar mutlu oldu ki… İnşallah bugünde buluşacağız. Allah nasip ederse… Şimdi şuna dikkat edin. Çok sayıda ateistle görüşmüşümdür. İsmini vermeyeyim. Belki rahatsız olabilir. Celal Bey’in rahatsız olmayacağından kesin eminim. Çünkü Celal Bey artık bu konuda herhangi bir şüphesi olmayacak noktaya geldi. Onun en küçük şüphesi yok yani… Kesin o konuda… Ama öbürü… O da gene bir televizyon kanalındaydı. Reklam arasında şöyle dedi. Hocam ben inançsız bir kadınım dedi. Ben öyle Allah’a falan inanmam dedi. Ama bu tür programları yapmayı seviyorum dedi. Ben sana bir şey söyleyeyim mi, Allah’ın varlığına ve birliğine kesin olarak inanıyorsun dedim. Bak var ve bir… İki değil. Yeryüzünde iki tane Allah var diyen hiçbir insan yoktur. Herkes bir tane der. Kendi kendine biraz düşündü. Heyecanlandı. Yani evet dedi. İnanmıyorum diyemedi. İkinci reklam arasında da sana bir şey söyleyeyim mi dedim. Sen çok dindar bir kadınsın değil mi dedim. Onu hiç düşünmeden evet dedi. Yeryüzünde kendisini dindar saymayan bir tek insan yoktur dedim. Sadece Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak değil. Sen kendine şu soruyu sor. Hangi dinin dindarısın? Hayatında Allah kaçıncı sırada? Allah hayatında birinci sıradaysa yalnız Allah’a kul olursun. Dünyanın en güçlü adamı olursun. Ama ikinci sıradaysa birinci sırada olanın kulu, kölesi olursun. Haberin olsun. Sen kendini dindar zannedersin ama Allah ile ilişkin kesilmiş olur.
Şimdi bu açıdan dikkat edelim. Burada bunu görelim. Mesela kuranı Kerim’de puta tapan toplum olarak bize en fazla anlatılan toplum İbrahim’in (a.s) toplumudur. İbrahim (a.s) henüz nebi değil. Tıpkı az önce Aydın hocanın okuduğu gibi buluğa yeni ermiş bir genç, o kanaate varmış ve sorgulaması sebebiyle babasını sorguluyor, toplumunu sorguluyor. Burada ona gelen bir vahiyden, nebilikten bahsedilmiyor.
Aydın MÜLAYİM: “Sırtlarından” (Araf 172) ifadesiyle ilgili bir şey söyleyeyim mi Hocam? “Ademoğullarının sırtlarından nesillerini aldığında…” (Araf 172) Gelenekte rabbine şehadet konusunda nasıl sorun yaşanıyorsa ki bu olayı ruhların yaratılmasına götürüyor. Günümüzde onu hatırlayan yok. Rabbine şehadet konusunda, iman konusunda gelenek nasıl sorun yaşıyorsa nebilere iman konusunda da öyle hocam… Mesela bir örneğini vereyim. Harun Hoca da hadisçidir. Çok iyi biliyordur. Nebilere inanmak Kuranı Kerim’de getirilen belge, Allah’tan gelen belgeyle inanılmıyor ki… Mesela bu konuyla ilgili bir hadis rivayet ediyorlar. Resulullah (s.a.v) son günlerinde camideyken şöyle söylüyor. Sahabesine hitaben, bende hakkı olan birisi var mı gelsin, hakkını benden alsın diyor. İçlerinden bir sahabi kalkıp benim senin üzerinde hakkım var diyor. O zaman gel al diyor. Resulullah ben sana ne yaptım diye soruyor. Beni kırbaçlamıştın diyor. Hakkım olmayan bir şeyde beni kırbaçlamıştın. Kırbacın hakkını almak istiyorum. Bu hadis olarak rivayet ediliyor. Resulullah sırtını açıyor. Açtığı zaman sahabe görüyor. Sırtında Muhammedurresulullah mührünü görüyor. Görünce eğilip o mührü öpüyor. Yani geleneğin nebiye inanç şekli bu şekildedir. Maalesef bir belgeye dayanmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tamamen uydurma bir şey… Mümkün değil.
Şimdi bakın ibrahim’in (a.s) toplumu… şuna çok dikkat edelim. Burada Allahu teala şöyle diyor. “Ve kezâlike nurî ibrâhîme melekûtes semâvâti vel ardı” “İşte böylece İbrahim’e göklerin ve yerin melekutunu gösteriyoruz.” (Enam 75) Yani yönetimde etkin olan kim? Yağmuru yağdıran kim? Put mu, Allah mı, başka bir şey mi? İşte havanın sıcaklığı, soğukluğu, insanların yaratılışı, yapısı falan filan… Mesela tarikatlarda şöyle bir yapı vardır. Allah’ı Cumhurbaşkanı gibi anlatırlar. Bazen büyük şeyhlerini vali gibi… Ondan sonra ilahlar piramidi olur. En tepede Allah var. Onun arkasında işte İstanbul Valisi gibi… Ondan sonra Fatih Kaymakamı gibi… Bizim mahallenin muhtarı gibi… Falan filan… Böyle değişik şeyler… İnsanların zihnen hazır olduğu şeyleri de kullanarak sorgulamasını engellerler. Böyle bir şey mümkün… İbrahim’de (a.s) böyle bir yapıda yetişmiş bir insandır. Öyle öğretmişler… İbrahim (a.s) hemen putların ilah olamayacağını anlıyor. Hatta putlarını da kırıyor. Bunu kim yaptı diyorlar. Büyüğü yaptı diyor. Konuşabiliyorsa bir sorun bakalım diyor. Konuşmayacağını bilmiyor musun diyorlar. Hepsi de biliyor. Putları savunamıyorlar. Hiçbirisi savunamıyor. Şimdi bakın şöyle diyor. Peki, İbrahim (a.s) puta karşı çıktı da ne yaptı? Lütfen çok dikkat edelim. “Felemmâ cenne aleyhil leylu raâ kevkebâ” “Gecenin karanlığı kendisini örttüğü zaman…” Yani hava kararıyor. O zaman bir kevkab gördü. Yani bir gezegen gördü. Venüstür, Marstır… ışıkları çok yüksek olan bir gezegen gördü. “gâle hâzâ rabbî” “İşte bu benim rabbimdir dedi.” Bakın puta karşı çıktı. Yıldıza benim rabbim diyor. “felemmâ efele” “baktı ki kayboldu.” Tanrı bana 24 saat lazım değil mi? Kayboldu gitti. Benim ihtiyacım olduğu zaman yanımda olmayanı ben yapacağım? “gâle lâ uhıbbul âfilîn” “Ben çekip gidenleri sevmem dedi.” (Enam 76) Ben yok olanları sevmem dedi. Veya istemem dedi. Ne yapacağım ben bunu dedi.
Harun ÜNAL: Beni korumayacak…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bana lazım olduğunda yanımda olmayanı ben ne yapacağım? Peki, şimdi diyorsunuz ki hadi bu olmadı. “Felemmâ rael gamera bâziğan” “Bu defa Ay’ı gördü.” Ay’ın ondördü… Doğmuş… Tamam… “gâle hâzâ rabbî” “Benim rabbim budur dedi.” (Enam 77) Bakın puta karşı çıkan ne yaptı? Gök cisimlerinin ilah olabileceğini düşündü. Gayet normal… Siz bunu şeyle karşılaştırırsanız… İşte İstanbul’un Valisidir. Canım Ankara’dakinin yetkisi başka… Sen istediğin zaman ona ulaşabiliyor musun derler. Ben bu Mahmud Efendi grubuyla tartışırken her isteyen gelip İstanbul Müftüsü ile görüşüyor mu dediler. Allah İstanbul Müftüsü gibidir. Bu efendi de bizi İstanbul Müftüsü ile görüştüren falanca kişi gibidir dediler. Kendilerini böyle savundular. Siz Allah’ı bir insan gibi düşünüyorsunuz dedim. Allah size şah damarınızdan daha yakın değil mi? İnanmıyor musunuz dedim. Öyle deyince sustular. “felemmâ efele” “Ay da kayboldu.” Bakın araştırma yapıyor. “gâle leil lem yehdinî rabbî leekûnenne minel gavmid dâllîn” “Eğer rabbim bana doğruyu göstermezse… gerçekten ben de bu sapıtmış topluluktan biri olacağım” dedi.” (Enam 77) Bu rab kim? Bakın yıldıza rab dedi. O gitti. Tamam, ben bunu sevmiyorum dedi. Onu sildi. Gitti. Şimdi Aya rabbim dedi. Ay da kaybolunca ne diyor? “Rabbim bana doğruyu göstermezse” (Enam 77) diyor. Doğruyu gösterecek olan rab kim? Allah… O büyük rab, bu küçük rab… Yani birisi Cumhurbaşkanı, birisi İstanbul Valisi gibi… Öyle anlatıyorlar ya… O şekilde insanların zihinlerini karıştırıyorlar. Şimdi buna dersiniz ki tamam doğruyu anladı. Allah’tan başkasında bulamayacağını anladı. Yok değil. “Felemmâ raeş şemse bâziğaten gâle hâzâ rabbî” “Bu defa güneşi gördü. Güneş doğdu. Bu benim rabbim dedi.” “hâzâ ekber” “Bu daha büyük…” (Enam 78) Bundan daha büyük gök cismi yok ki… Bizim müşahedemizle yani… İşte bu benim rabbim dedi. Bu daha büyük… Bu sözlerin hepsi birer şirk sözü değil mi? Şirk sözü… Ama Allah İbrahim’i (a.s) bize örnek veriyor. “felemmâ efelet” “O da kaybolunca” Allah, Allah… Bu en büyüğünde bir şeyi yok. Hadi yıldız gitti. Ay gitti. En büyüğü de gitti. Bunların hiçbirisi benim işime yaramaz. Hemen meseleyi anladı. “gâle yâ gavmi innî berîum mimma tuşrikûn” “Ey kavmim izin Allah ile aranıza koyup yetkili saydıklarınız var ya ben onlardan uzağım.” (Enam 78) Yani şimdi bu yetkili kelimesi çok önemlidir. Mesela tekrar düşünün. Cumhurbaşkanı yetkilerinin bir kısmını İstanbul Valisine vermiş diyorlar. Çünkü insanlara öyle anlatıyorlar. İstanbul Valisinin bazı yetkileri Fatih kaymakamında… Fatih kaymakamının bazı yetkileri de bulunduğu mahallenin muhtarında… O zaman ne yapmış oluyor? Yetkide onlara ortak olmuş oluyor. Herkes kendi sınırı içerisinde… Ama asıl yetkiyi veren kim? En üst makam değil mi? Bu şeylerde öyledir. Şirkte de aynı şekilde bir yapı oluşturulmuştur. İbrahim (a.s) o zaman bakıyor ki bunların hiçbirisi yetkili olamaz.
Harun ÜNAL: Şirk ifadesini kullanmasıyla şirki burada kabulleniyor. Ama hemen başka türlü yorumluyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ayetlere öyle berbat manalar verirler ki… Gerçekten çok üzücüdür. Kuran ayetlerinde şirki anlatan bütün ayetlerin anlamı bozulmuştur. Bunun adı tahriftir. Ama tahrif kelimesinin anlamını da tahrif ettikleri için… Kuranı Kerim tahrif edilmiş kitap değildir derler. Tahrif anlamı bozmaktır. Anlamını bozmadığınız kaç tane ayet kaldı? Üzücü olan da şu tefsirlerin hemen hemen tamamı… İşte tefsir konusunda Harun Hoca uzmandır. Harun Hocamız Keşşaf tefsirini tercüme eden zattır. Hocam dun kelimesine hiç doğru mana veren birisini şimdiye kadar sen gördün mü? Dun kelimesi Allah’ın altı, insanın üstüdür. Yani şöyle düşünün. Gene aynı şekildedir. İstanbul Valisi Cumhurbaşkanının astı bizim üstümüzdür değil mi? İşte ona dun derler. Bizim üstümüz onun altıdır. Bunu anlatan kelimenin anlamı bozulmuş. Dua kelimesi ibadet diye anlatılmış. Yani okuyup da anlamanız imkansızdır. Neyse devam ediyorum. İbrahim (a.s) bütün buralarda öyle cümleler kullanıyor ki bunu söyleyen kesinlikle müşrik olur. Peki, müşrik olur da Allah İbrahim’e (a.s) müşrik diyor mu Hocam?
Harun ÜNAL: Demiyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İbrahim müşrik olmamıştır diyor. Niye? Çünkü o ezberletilmiş bilgidir. Hangimiz ondan uzak kalabiliyoruz ki… Ama sonra sorguluyoruz. Kendimize ait bilgi haline geldikten sonra Allah o konuda bizi sorumlu tutuyor. İbrahim puta karşı çıktı. Yıldıza benim rabbimdir dedi. Demek ki bakın sorgulamada tam bir hürriyet var mı? Sorgulamada Allah tam bir hürriyet vermiş mi? Bu benim rabbimdir diyebiliyor. Ama bugün… işte burada sık sık anlatıyoruz. Geçen Cumartesi günüde kaynağıyla buraya gelmişti. Getirmiştik. Ebussuud’a bir talebesi “Nebimizin bütün hadisleri doğru mudur? Ona uymak gerekir mi” diye soruyor. Verdiği cevap şöyle… “Sen bu soruyla doğru değildir demek istiyorsun. Bu söz seni kafir eder. Tevbe etmezsen öldürüleceksin” diyor. İbrahim’in (a.s) söylediği daha ağır bir ifade değil mi? Cenabı hakkın sorgulamada verdiği hürriyete bakın. Mesela sizin çocuklarınız… Anneler, babalar çok iyi bilir. Anneler kadar iyi bilemezler ama babalar da az çok bilirler. Gelip sorarlar. Anne Allah ne kadar büyük? Allah’ın şuna gücü yete mi? Çocuklarınız sormuyor mu? Sus oğlum sus… Kâfir olursun mu diyeceksiniz? Tabi ki soracak. Sorgulayacak ki kafasına yatsın. Yoksa nasıl olacak?
Harun ÜNAL: 44:47 44:51 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allahu Teala burada ne kadar güzel örnek veriyor değil mi? Ondan sonra şöyle diyor. “Ey kavmim ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım” (Enam 78) diyor. Tekrar edeyim. Ortak en az kaç kişi arasında olur? En az ikidir. Birincisi Allah’tır. “Bu benim rabbimdir dedi. Eğer rabbim bana doğruyu göstermezse” (Enam 77) dedi. O aşağıdaki rab, diğeri de alemlerin rabbi… Ondan sonra da şöyle diyor. “İnnî veccehtu vechiye lillezî fetaras semâvâti vel arda hanîfev” “Ben yüzümü doğrudan doğruya gökleri ve yeri yaratana çevirdim” (Enam 79) diyor. Eğer kavmi gökleri ve yeri yaratanın kim olduğunu bilmiyorsa İbrahim’e (a.s) ne derdi? O da kim? O da nereden çıktı demezler miydi? Az önce Aydın hocanın okuduğu Araf Suresi 172. Ayet… Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayan hiç kimse yoktur. Ama mesele şudur. Allah’ı kaçıncı sırada tutuyorsunuz. İşte şu yıldızlar bize yağmur yağdırır, güneş şunu yapar, ay bunu yapar falan filan derseniz Allah’ı ikinci sıraya koymuş olursunuz. Çünkü ihtiyaçlarınızı onlardan istersiniz değil mi? Ondan sonra şöyle diyor. “Ben yüzümü doğrudan doğruya gökleri ve yeri yaratana çevirdim” “ve mâ ene minel muşrikîn” “Ben ona ortak koşanlardan değilim” (Enam 79) diyor. Yani onun yetkisine hiçbir şeyi ortak koşmam diyor. Onun yanında ikinci bir yetkili yok. Bütün yetkiler onda… Ama bu defa ne yapıyorlar? “Ve hâccehû gavmuh” “Kavmi ona karşı delil getirmeye çalıştı.” Bana da Mahmud Efendinin orada bir takım şeyler getirmeye çalıştılar. Falan şöyle etmiş de, filan böyle yapmış da… Bende güldüm. Devam ettiremediler. Bakın İbrahim’in (a.s) söylediği söze bakın. “gâle etuhâccûnnî fillâhi” Tekrar ediyorum. Daha nebi falan değil. Sadece aklını çalıştırıyor. Akıllı bir insan olarak konuşuyor. “Siz Allah konusunda mı bana delil getiriyorsunuz?” O toplum Allah’a inanmazsa onlara böyle bir şey söylenir mi? Bize anlatılan Mekkelilerde Allah inancı var mı? Olmaması mümkün mü ya? Yani onları doğru anlamamıza imkan vermiyorlar ki… “gâle etuhâccûnnî fillâhi” “Siz Allah konusunda mı bana delil getiriyorsunuz?” (Enam 80) diyor. Bana doğru yolu o gösterdi. Araştırma yaptım.
Harun ÜNAL: 43:53 43:57 sn. arası anlaşılmıyor. Yani kafamı çalıştırdım.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sağa sola kendimi kaptırmadım. Aklımı çalıştırdım. Fıtratımı çalıştırdım. Tamam. Ben ayetim. Allah’ın yarattığı bütün varlıklar birer ayettir. Kuranı Kerim’de bir ayet, tabiatta bir ayet… Arada tam bir uyuşmayı görüyorum. Tamam, işte… Tatmin oluyorum. Bitti.
Aydın MÜLAYİM: Hocam bir şey söyleyeyim mi? Âdem (a.s) örneğinden sonra ikinci en büyük örnek bu ayetlerdeki İbrahim (a.s) örneğidir. Gerçekten din adamlarını rab edinme konusunda çalıştığım için bu ayetlerin ne kadar muhteşem olduğunu kavrayabiliyorum. Burada önemli olan Allah konusunda herkes müşterek… Müşriklerde müşterek… Herhangi bir sorun yok. Burada sorun olan rab konusu… Rab edinme konusudur. Putları rab edinmek, yıldızları rab edinmek… Günümüzde de Müslüman görünen çok insanın din adamlarını kendisine rab edinmesi konusu burada çok büyük örnek… Yani rab İbrahim’in izinden giden insanların rab edindikleri şeyi aslında bir sorgulaması gerekir. Kendileri bazen farkında olmadan rab edinmiş.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Rab ne demek?
Aydın MÜLAYİM: Terbiye eden…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sahip demektir. Yetiştiren, büyüten ve sahiplik yapan demektir. Allah benim rabbim demek ne demek? Beni yaratan, yaşatan ve bana her zaman sahip olan, bana her şeyden daha yakın olan demektir. Peki, Allah benim rabbimse, sahibimse benim herhangi bir yerde ben sahipsizim, kimsem yok demeye hakkım var mı? Tek başıma olmanın ne manası var? Allah var. Başka şeye ne gerek var? Allah var ne gam var. Ben sahipsiz değilim ki… Benim sahibim öyle bir sahip ki öyle ay gibi, yıldız gibi arada sırada görünüp kaybolan değil. Falan şeyh, filan şeyh gibi beni sömürmeye çalışan değil. Her şeye sahip olan, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, her zaman olan, her yerde olandır. Bitti. Ben sahipsiz değilim.
Evet, devam ediyorum. Kavmi ona delil getirmeye çalışınca “gâle etuhâccûnnî fillâhi” “Siz Allah konusunda mı bana delil getiriyorsunuz?” dedi. Kafanızı biraz çalıştırın. “ve gad hedân” “Bana doğruyu o gösterdi.” Niye? Çünkü nebilik falan yok. Bunu her insan yaşar. Allah nasip etti ben her şeyi gördüm dersiniz. Ondan sonra “ve lâ ehâfu mâ tuşrikûne bihî” “Sizin onun yetkilerine ortak saydıklarınız var ya ben onlardan korkmuyorum” diyor. İşte falanca şöyle yapar. Filanca çarpar. Şu bu falan… Bu tarikatların gene bana çok söyledikleri şeydir. Bende hep onlara gülmüşümdür. Yani şirkin tam yapılanmasını görmek istiyorsanız herhangi bir tarikatı inceleyin yeter. Şu tarikat bu tarikat demiyorum. Hangi tarikat olursa olsun. Bakın orada görürsünüz. “vesia rabbî kulle şey’in ılmâ” “Rabbimin bilgisi her şeyi kuşatmıştır.” Rabbim her şeyi biliyor. Benim durumumu da biliyor. Sizin durumunuzu da biliyor. Siz bilmiyor musunuz Allah’ın sizi bildiğini? “efelâ tetezekkerûn” “Tezekkür de bulunsanız.” (Enam 80) Ey toplumum şu bilgilerinizi bir yoklayın bakalım. Mesela bir yerde başınız sıkıştığı zaman puta mı sığınıyorsunuz, Allah’a mı sığınıyorsunuz?
Harun ÜNAL: “efelâ tetezekkerûn” (Enam 80) “Kalu bela”ya (Araf 172) götürüyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah ile ilgili bilgilerinizi bir harekete geçirin. Sıkıştığınız zaman Allah’tan yardım istersiniz. Rahatladığınız zaman başkalarını devreye sokarsınız. Bunu bilmiyor musunuz? Bu kadar bilginiz yok mu? Tezekkür kelimesi zikir… Kuranı Kerim’in adı zikirdir. “İnnâ nahnu nezzelnez zikra ve innâ lehû lehâfizûn” “O zikri biz indirdik. Onu koruyacak olan biziz” (Hicr 9) diyor. Sadece Kuran’ın değil. Allah’ın indirdiği bütün kitapların adı zikirdir. Niye? Doğru bilgi vardır. Bu Allah’ın indirdiği ayetlerdir. Peki, tabiat? Allah’ın yarattığı ayetlerdir. Tabiattan elde edilen doğru bilgilerde zikirdir. İşte bakın burada görüyor musunuz? İbrahim (a.s) onlara bir ayet okumadı ki? Ne oldu? “efelâ tetezekkerûn” (Enam 80) derken tabiattan edindiği bilgileri söyledi. Ondan sonra şöyle diyor. “Ve keyfe ehâfu mâ eşraktum” “Sizin Allah’ın yetkilerine ortak koştuklarınızdan ben nasıl korkarım?” Allah adına siz kendiniz yetki veriyorsunuz. “ve lâ tehâfûne ennekum eşraktum billâhi mâ lem yunezzil bihî aleykum sultânâ” Allah size yetki vermedi. Elinizde bir belgeniz yok. Dayandığınız hiçbir şey yok. Siz kendi kafanıza göre yağmuru şu yağdırır, meyveleri şu verir. Filan şunu verir. Elinizde bir belgeniz var mı? Ben sizden nasıl korkarım? Siz kendi kafanıza göre bunları uydurmuşsunuz. “feeyyul ferîgayni ehaggu bil emn” “İki gruptan hangisi güvende olmaya daha hak sahibidir?” Allah’a dayanan mı, başkalarına dayanan mı? “in kuntum tağlemûn” “Biliyorsanız söyleyin.” (Enam 81) Onların bilgilerine vurgu yapıyor. Allahu Teala burada genel kuralı koyuyor. “Ellezîne âmenû” “Kim Allah’a inanıp güvenirse” Onun için hepimiz için geçerli şey odur. Cenabı Hakka inanın, güvenin. Allah’tan başkasına asla güvenmeyin. Allah’a güvenin. Hiçbiriniz sahipsiz değilsiniz. Sizin sahibiniz kendinden daha güçlü birisi olmayandır. Her zaman olan, her yerde olandır. Onun için kim ona güvenirse… Güvensizlik yaparsan yandın. “ve lem yelbisû îmânehum bizulmin” “İnancını da yanlışla örtmezse (karıştırmazsa)” (Enam 82) Yanlış dediği ne? Araya bir takım başka yetkililer sokuşturmak… Canım ben Allah’a kurban olurum derler. Gene bir televizyon kanalında bu tür konuları konuşmuştuk. Reklam arasında bir kadın geldi. Reenkarnasyon konusu konuşuluyordu. Ben inançsız bir kadınım, ben reenkarnasyona inanıyorum, yaşımda 45 dedi. Baktım ki 60 yaşında gösteriyor. Sen inançsızım falan diyorsun ama Allah’ın varlığına ve birliğine kesin olarak inanıyorsun değil mi dedim. Ov kurban olmuşum Allah’a, Allah dediğim zaman içim rahatlar dedi. Sen reenkarnasyon diye bir şey olmadığını biliyorsun da dünyaya tekrar güzel gelmeyi umut ettiğin için reenkarnasyona şey yaptın dedim. Üstü kapalı olarak falan kabul etti. Ama peygamberleri asla kabul etmiyorum dedi. Niye kabul etmiyorsun? Çünkü emir ve yasaklar onların aracılığıyla geliyor. Sen kendi kafana göre hareket etmek istiyorsun? Allah’ın emirlerine uymak istemiyorsun ki dedim. Sonra tamam falan dedi. Tabi devam edersem fazla vakit alır. Şimdi bunlarda böyle… Allah’a inanıp güvenir, araya kendi kafanıza göre bir şey sokuşturmazsanız “ulâike lehumul emnu” “İşte güven onların hakkıdır.” “ve hum muhtedûn” “Doğru yolda olanlar onlardır.” (Enam 82) Buraya dikkat edin. İbrahim’e (a.s) bir nebinin tebliği yok, kendisi de nebi değil. Aklını çalıştırıyor. Tabiatı gözlemliyor. Tabiatı gözlemlediğimiz zaman tabiattan elde ettiğimiz bilgiler Kuran’dan elde edilen bilgilerle örtüşür. Kuran’ın Allah’ın kitabı olduğunun delili de odur. Yok efendim ben nereden bileceğim Kuran’ın Allah’ın kitabı olduğunu derler. Siz geçmişi inkar ederseniz şu kadar raviler Kuran’ın Allah’ın kitabı olduğunu rivayet etmişler. O zaman Kuran’a inanmazsınız. Sen deli misin, divane misin? Eğer geçmişten gelme derseniz o zaman İsa tanrı diyenlerin sayısı az mı? Kiliseyi tanrı yapanların sayısı az mı? Ne yapıyorsun? Kardeşim senin geçmiş dediğin insanları ben tanıyabiliyor muyum? Hangisiyle tanışıyorum? Ölmüş gitmişler. Benim kendi kararım önemlidir. Kendi kanaatim olacak. Birilerinin kanaatini ben kendime inanç olarak kabul edemem ki… Çünkü hesabı ben kendim vereceğim. O zaman tabiattan elde ettiğiniz bilgileri Kuran’daki bilgilerle üst üste getirdiğiniz zaman “hah işte bu” dersiniz. Ve Kuran’ın Allah’ın kitabı olduğunun delili tabiattaki ayetlerdir. “Senurîhim âyâtinâ fil âfâgı ve fî enfusihim” “Onlara kendi vücutlarındaki ayetlerimizi göstereceğiz.” (Fussilet 53) Demek ki bizim vücudumuzda Allah’ın ayetleri var değil mi? Artık başparmağımızı basarak telefonumuzu açıyoruz. Artık bir ayeti öğrendik. Şimdi üst aramalarda geldi. Çünkü sizdeki parmak izi dünyadaki hiç kimsede yok. Sizin bir saçınız, sizin bir teriniz, sizin bir hücreniz dünyada hiç kimsede yok. Bunların hepsi Allah’ın ayetleridir. Kendi içinizdeki ve kendi dışınızdaki ayetlerdir. “hattâ yetebeyyene lehum ennehul hagg” “Kendileri açısından çok net bir şekilde ortaya çıkacak ki bu kitap…” (Fussilet 53) Yani Kuran Allah’ın kitabıysa o zaman Allah’ın kitabı olduğunu Kuran’ın kendisi göstermelidir. Mesela ben Abdülaziz BAYINDIR. Abdülaziz BAYINDIR olduğumun delili kendim değil mi? Bir başkası benim için delil olabilir mi? “Senurîhim âyâtinâ fil âfâgı ve fî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum ennehul hagg” “Kendi içlerinde ve dışarıdaki ayetlerimizi göstereceğiz. Kuran’ın hak olduğu kendileri açısından net bir şekilde ortaya çıkıncaya kadar…” (Fussilet 53) İşte İbrahim’de (a.s) o ayetlere baktı. Yani yıldıza baktı, Aya baktı, güneşe baktı. Allah’tan başka araya bir aracı girmeyeceğini kesin olarak anladı. Mesela biz kuran ile yüz yüze değiliz. Öyle düşünün. Çeşitli yerlerinde yok. Ama Allah’ın yarattığı ayetleri herkes her gün okumuyor mu? Dünyanın neresinde olursa olsun. Okumayan yok. Peki, bir de tabiattaki kanunlar var. Eğer tabiattaki kanunlara teslim olmazsanız… Mesela ben şimdi karşınıza ceketsiz çıktım. Bundan bir ay önce ceket ile çıkıyordum. Niye şimdi ceketsiz çıktım? Yaz geldi. Hava sıcak… Bu kanuna teslim oluyoruz. Ona göre giyiniyoruz. Kış olunca yine ona göre giyiniyoruz. Gece yatıp uyuyoruz. Şu bu falan… Yani Allah’ın koyduğu kanunlara teslim oluyoruz. Güzel… Ama imtihan şudur. Menfaatlerimize ters düştüğü zamanda orada teslim olabiliyor muyuz? İşte Allahu Teala dinini de Rum Suresinin 30. ayetinde fıtrat diye tanımlıyor. Yani oluşum, değişim, gelişim kanun ve kurallarının insan hayatıyla ilgili kısmına da Allah din diyor. Allah’a teslim olduğunuz zaman son derece rahat ediyorsunuz. Huzurunuz, güveniniz oluyor. İçiniz rahat, dışınız rahat… Dünyada tek başınıza olsanız bile İbrahim (a.s) gibi çok güçlü oluyorsunuz. Dışınızdaki herkes de çok iyi biliyor. Mesela İbrahim’e (a.s) karşı çıkanlar onu yakıyorlar. Niye? Verecek cevapları yok. Ne desinler? Yapabilecekleri tek şey kabalıktı. Ama Allah da yardım edince onu yapamıyorlar. Bu şeyler son derece mühimdir. Bunların üzerinde düşünelim. Zaten bu surenin sonuna doğru da devam ettikçe bu şeyler hep ortaya çıkacak. Enam Suresi Mekke’de inmiş olan bir suredir. Tümüyle Mekke’de inmiş olan surelerdendir. Ve şirki en güzel anlatan surelerdendir. Allah’ı ikinci sıraya koyduğunuz an Allah’a ortak koşmuş olursunuz. Yani en sevdiğiniz bir arkadaşınızı düşünün. Baktınız ki artık sizinle eskisi gibi ilgilenmiyor. Başkalarını size tercih ediyor. Ne yaparsınız? Başka dostlar mı buldun, ne oluyor dersiniz. Aramıza kara kediler mi girdi denir değil mi? İşte Allah ile araya bir takım şeyler sokuşturmak da aynen onun gibidir. Yani insanlar kendi hayatlarında şirkin ne olduğunu çok iyi bilirler. Dolayısıyla tekrar edeyim, şirk Allah’ı ikinci sıraya atmaktır. İbrahim (a.s) zamanında birinci sıraya koydukları neymiş? Putlar… Putların tanrı olamayacağını herkes hemen anlar. Ama gök cismi… Olabilir, Allah yetki verebilir diye düşünülebilir. Onu da kendi araştırmanızla, kendi kafanızı çok iyi çalıştırarak şey yapacaksınız. Ama tekrar edeyim. Bu araştırmalarda insanlar tam hür bırakılmış. Ve Allah’ın asla şirk koşmamıştır dediği İbrahim (a.s) üç tane cümle kuruyor ki üç cümlenin üçü de şirkin dik alası değil mi hocam?
Harun ÜNAL: Evet.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bakın sorgulamada ne kadar büyük bir hürriyet var görüyor musunuz? Ve Allah, asla şirk koşmamıştır dediği İbrahim (a.s) üzerinden yapıyor. Niye? Çünkü çocukluktan gelen bir alışkanlık var. Onu terk etmek kolay mı?
Yani bugün mesela bizde Kuranı Kerim’de… Bugün Enes Hoca anlatıyor. Nisa Suresinin son ayeti… Ona Kelale ayeti denir. Resulullah’a bir soru soruluyor. Cevabını Allah veriyor. Arkasından “yubeyyinullâhu lekum en tedıllû” “cevabı sizin için Allah veriyor ki yanılmayasınız” (Nisa 176) diyor. Yanılmayasınız meselesini orada öyle bir hale getirmişler ki… O ayeti Allah açıkladığı halde o ayeti doğru anlayan bir tane mezhep bulamazsınız. Hep üstünü kapatmışlardır. Niye kapatıyorlar? Çünkü kadınları mirastan mahrum etmeleri gerekiyor. Bir adamın bir oğlu bir kızı olsa kızı babasından önce ölmüş olsa mirasın tamamı oğluna kalır. Kızın çocuklarına zırnık kalmaz. Hadi oğlu da kızı da ölmüş olsa gene kız babadan önce ölmüş olsa miras tümüyle oğlanın çocuklarına kalır, kızın çocuklarına miras kalmaz. Ama bu ayeti doğru anlasalar ikisine de kalacak.
Dede mahrumu dedikleri bir saçmalık üretmişlerdir. Efendim babası dedesinden önce ölmüş. Bir adamın iki tane oğlu var. Bir trafik kazası oldu. Kazada oğul babadan iki üç saniye önce öldü. İki üç saniye önce öldüğü için çocukları varsa oğlunun mirasının altıda biri babaya geçer. Ama babanın mirasından zırnık oğlunun çocuklarına geçmez. Çünkü babasından önce ölmüş. Babasından bir dakika sonra ölen diğer oğlunun çocukları bütün malı alır. Biz aynı denenin çocukları değil miyiz? Dede yetimi diye bir saçmalığın zırvasını şey yaparlar. Ve bugün mezheplerin tamamı bunu kabul eder. Bu Kuranı Kerim’e göre şirk değil mi hocam?
Harun ÜNAL: Şirktir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bakın mezhepte mezhep imamlarının Kuran’a aykırı görüşlerini kabul etmek şirktir. Biz bu şekilde yetişmedik mi hocam? Bizi böyle yetiştirdiler. Aynı İbrahim (a.s) gibi… Bilmiyorduk ki… işte Enes Hoca epeyce zamandır çalışıyordu. Meseleyi tam tamına ortaya çıkarmış. Mesela öyle bir şey ki… Kelalede; anne ölmüşse anne bir çocuklar annenin yerine geçiyor, baba ölmüşse baba bir çocuklar babanın yerine geçiyor. Anne baba ölmüşse ana baba bir kardeşler her ikisinden alıyor. Baba bir sadece baba tarafından alıyor. Ana bir sadece ana tarafından alıyor. Muhteşem bir şey… Fakat bu muhteşem sistemi kabul eden bir tane mezhep bulamazsınız. Peki, bunlar nedir? Yani bu şirk sadece İbrahim toplumunda mıydı? İslam Alemi bugün gırtlağına kadar şirkin içindedir. Mezhepler tam birer ilahtır. Bana niye diyorsun diye kızıyorlar. Doğruları söylemek günahsa söylemeyelim. Eğer Batılılar herhangi bir şeyi tenkit ediyorlarsa bu aslında bizde yok diyorlar. Ama peki, Osmanlı gibi güçlü olsaydınız ne diyecektiniz? Kâfir kes sesini diyeceklerdi.
Harun ÜNAL: Hocam gerçeği dile getirdiğiniz zaman hainsiniz. Ama hikâye anlatırsanız sizden daha iyisi yoktur. Mesela Abdülhamid dizisi var. Orada vatandaşın birisi borçluymuş. Resulullah’ı rüyasında görüyor. Bizim Abdülhamid’e git, verir diyor. Abdülhamid’ geliyor. Bundan alacağım var diyor. Meczup biri falan diyorlar. Abdülhamid, çağırın gelsin diyor. Resulullah’ı gördüm böyle böyle dedi diyor. Bizim Abdülhamid’e 01:05:29 01:05:31 sn. arası anlaşılmıyor. Ne dedi bir daha söyle diyor. Bizim Abdülhamid deyince bir kese atıyor. Bir daha söyle ne dedi diyor. Bizim Abdülhamid deyince bir kese atıyor. Dört tane kese altını verdi. Buna sanki vahiy gibi iman ediyor. Buhari’de şöyle diyor. “Maymun zina ettiği için recm ettiler” diyor. Onu ben bizim siteye yazdım. İnşallah dergide de yazacağım. Beni hain olarak ilan ettiler.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Boş ver. Onlar hain ilan etmediği zaman sen kendinden şüphe et. Doğru yolda olduğunun en güzel delilidir. Ama tekrar ediyorum. Bakın burada Harun Hoca anlatıyor. Mesela burada Osmanlı olsaydı hemen derhal hesabını görürlerdi. (öldürürlerdi) Mesela Mursi’yi dün öldürdüler. Millet kızıyor, bağırıyor, çağırıyor. Peki, güzel… Beyler açın o sizin fıkhınızı bakın ki buna aykırı bir tek kelime bulabilecek misiniz? Mezheplerinizden buna aykırı bir tane görüşü olan bulun da ben size en büyük madalyayı takayım. Sizin mezhepleriniz devlet adamlarını ilah yapmış. Siz sadece demokrasi bilmem ne… Allah’tan ki bir Batı şeyi var da bunları konuşuyorsunuz. O da olmasa onu da konuşmayacaksınız. Bu ne ya? Mursi’yi tenkit ediyorsunuz. Hani dinime söven bari Müslüman olsa derler ya… Sen doğru yolda mısın ki gelip konuşuyorsun? Bakın bizim sitede açın görürsünüz. Teokrasi ile ilgili yazılarımız vardır. İşte kutbu azam… Yani devlet adamlarının nasıl ilahlaştırıldığını da bütün mezhepler açısından göreceksiniz. Tabi Mursi’ye yapılanların asla savunulacak bir tarafı yok. Ama bu vesileyle bu yapınızı bir görün. Bakın Allahu Teala ne kadar muhteşem bir sorgulama hakkı vermiş. İbrahim (a.s) üzerinden şirk sayılacak kelimelerle sorgulama yaptırıyor. Ve o sorgulamayı yapan İbrahim’e (a.s) hiç müşrik olmamıştır diyor. Niye? Çünkü gerçeği anladığı an vazgeçiyor. Biz de Kuran’a aykırı o kadar çok fetva verdik ki… Siz vermediniz mi hocam?
Harun ÜNAL: Tabi ki…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama biz onların Kuran’a aykırı olduğunu bilmiyorduk ki… Öğrendiğimiz an hemen irtibatı kestik. Allah’a hamd olsun doğruları gördük. Buradan duyarsınız. Şunu yanlış biliyormuşuz. Sürekli söylemiyor muyuz? Tamamen İbrahim’in (a.s) yaptığı gibi… Bir sorgulayalım ya… Böyle bir kitaba inandığını söyleyen insan toplumu böyle mi olur? Allah yardımcımız olsun. Peki, şimdi soru cevap bölümüne geçebiliriz.