Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Enam Suresini anlamaya devam ediyoruz. Bu sure Mekke’de inmiştir. Orada doğrudan doğruya Mekkeli müşriklerle ilişkiler öne çıkıyor. Bu sureyi çok iyi kavradığımız zaman şirki de çok iyi kavramamız mümkün oluyor. Bugün ki dersimiz 68. Ayetten başlıyor. Allahu Teala burada şöyle diyor. “Ve izâ raeytellezîne yehûdûne fî âyâtinâ feağrıd anhum” “Ayetlerimiz hakkında ileri geri konuşanları gördüğün zaman” Bakarsınız ayetleri ağzına almış, onunla adeta oyun oynuyor. “Hemen ondan yüz çevir” diyor. Çünkü onlarla tartışılacak bir şey yok ki… Bilmediğinden de şey yapmıyor. Adam ayetlerle dalga geçiyor. Ondan yüz çevirdiğin zaman hareketinle ona ders vermiş olursun. Çünkü o çok daha etkili olur. “hattâ yehûdû fî hadîsin ğayrih” “Başka bir konuşmaya dalıncaya kadar” Yani konuyu değiştirinceye kadar onlardan yüz çevir. Yani bu fiili olarak onları etkilemiş olur. Onları terk et demiyor. Belli bir süre… Sadece yaptıklarını anlasınlar diye… “ve immâ yunsiyennekeş şeytânu felâ tag’ud bağdez zikrâ” “Ama şeytan sana unutturacak olursa aklına geldikten sonra oturma” “meal gavmiz zâlimîn” “bu zalimler (yanlış yapanlar) topluluğuyla” (Enam 68) Bu zalim kelimesi Türkçe ile Arapça arasında farklıdır. Bizde zalim denince birisine haksızlık yapan kişi olarak anlaşılır. Arap dilinde 3:33 3:36 sn. arası anlaşılmıyor. diye tanımlanır. Yani yanlış yapmak diye tercüme edeceğimiz şeydir. Yanlış yapmanın her şekli olabilir. Birisine baskı yapmak da yanlıştır. Burada da Allah’ın ayetlerine karşı yanlış davranışlar içerisinde bulunanlar zalimler topluluğu olmuş oluyor. “Ve mâ alellezîne yettegûne min hısâbihim min şey’iv” Ya rabbi onlar kendi aralarında daldılar da benim suçum ne? “Kendisini yanlıştan koruyanlar için onların hesaplarından bir şey yok.” Onlar kendi günahlarından sorumlu sen kendi günahından sorumlusun. “ve lâkin zikrâ” “Ama senin yapacağın ona bir şey hatırlatmak olacak.” Fiilen yanından uzaklaştığın zaman… Ondan dolayı uzaklaştığını bilecek ki “Allah, Allah biz ne yaptık ki bu adam gitti” diyecek. Bir hatırlatma… Yani doğruyu bir çeşit öğretme… “leallehum yettegûn” “Belki onlarda bu vesileyle yanlıştan korunabilirler.” (Enam 69) Çünkü Allah’ın ayetleriyle şey yaptıkları zaman yanlış yaptıklarını gayet iyi bilirler. Sizde ona karşı tavır koyunca iş ciddi… Sen gereksiz laf dalaşına da girmiyorsun. Ayrılıyorsun. Onlar meseleyi çok daha ciddiye alıyorlar. Burada şöyle bir şey var. Bu ayetlerin ilk muhatabı kim? “Eğer şeytan unutturursa” (Enam 68) diyor. Nasıl unutturur? O anda senin aklına öyle şeyler getirir ki o anda unutursun. Yani senin dostun gibi gelir. Bu Allah’ın nebilerine geliyor. İnsan ve cin şeytanları… Öyleyse hiçbirimiz kendimizi korunmuş olarak görmememiz lazım. Demek ki bizde ömür boyu bu tür üçkâğıtçıların hedefi oluruz. Yapmış olduğunuz mücadele ne kadar güçlüyse şeytanlarınızda o kadar güçlü demektir. O zaman ne yapmak lazım? Allahu Teala yardım eder, hiç korkmayın. Çünkü Allahu Teala ayette söylüyor. “Huvellezî yusallî aleykum” Salla kelimesinin manası hiç yalnız bırakmama anlamındadır. “Sürekli sizi destekleyen Allahu Tealadır.” Allah’ın desteğini hak etmek içinde Allah’a kulluk yapmak lazım değil mi? Gereken kulluğu yapmak lazım. Sadece Allah mı? “ve melâiketuhû” “Melekleri de” Melekleri de sürekli destek veriyor. Allah ve melekleri… “liyuhricekum minez zulumâti ilen nûr” Peki, bunu niye yapıyor? “Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın diye…” (Ahzab 43) Demek ki bizi sürekli karanlıklara sokmak isteyen kişiler olacak. Bundan dolayı sinirlenmenin gereği yok. Niye yok? Çünkü bu Allah’ın koyduğu kuraldır. İmtihan bu… Bu imtihanın gereği değil mi? “Ben abdestimde, namazımdayım. Şeytanın benimle ne işi olur?” derler. Peki, şeytanın Allah’ın nebileri ile ne işi oluyor? İmtihandan geçiyorsun kardeşim… İmtihandan geçtiğin için Allahu Teala seni sıkıntılara sokacak. Mesela bu ayetlerin indiği Mekke’de en büyük sıkıntıya giren kimdi? Mesela Ebu Cehil sıkıntıya girdi mi? Girdi. Ebu Sufyan girdi. Yani Mekke’de sıkıntıya girmeyen kimse yok. Onların girdiği sıkıntı mı çoktu, Muhammed’in (a.s) ve Müslümanların girdiği sıkıntı mı çoktu? Onlar Mekke’den çıkmadılar. Müslümanlar Mekke’yi terk etmek zorunda kaldılar. Efendim işte biz Allah’ın dinine hizmet ediyoruz ama hiç kimse kıymetini bilmiyor derler. İnsanlardan bekliyorsan zaten yandın sen, kaybettin. Bunun kıymetini bilecek Cenabı Hak’tır. Başım sıkıntıdan kurtulmuyor derler. Sen Resulullah’ın yerine koy. Seni daha evinden atan oldu mu? O Mekke’de duramadı. Hadi Medine’ye gitti. Bari Medine’de dursun. Medine’de de duramadı. Onun hayatını bir düşünün. Ne sıkıntı kardeşim? Mekke’de duramadık adamlar Medine’ye ordu göndermesinler mi? Onu saldık. Arkasından tekrar… Hadi gittiler. Arkasından bir daha… Olmadı Hayber, olmadı Roma… Böyle şey mi olur? Şikâyete kalkacak olursan… Resulullah hiç şikâyet ediyor mu? Bu, bu yoldan gidenlerin başlarına mutlaka gelecek olan bir şeydir. Bunu bilmek zorundayız. İşte Allah bizi destekliyor. Desteklemesi nasıl olur? Bakarsınız ki en zor yerde içinize öyle güç ve kuvvet gelir ki karşı taraf hiç umurunuzda bile olmaz. Bakarsınız ki bir melek size bir şey fısıldar. Şuradan git der. Bakarsın ki oradan gitmem ne kadar önemliymiş dersin. O zaman ne olacak peki? Melek de fısıldıyor, şeytanda… Bunları nasıl ayıracağız? Ölçümüz ne olacak? Allah’ın kitabı olacak. Başkası değil. Kuranı Kerim’e hangisi uygunsa onu yapacağız. Yoksa benim içime şu geldi, şu doğdu. İçine doğan şey şeytan vesvesesi de olur, bir meleğin fısıldaması da olur. Hangisi olduğunu ayırabilmek için Kuran’a göre hareket edeceksin.
Buradan ayetlere devam ediyoruz. Burada insanlar Kuran ayetleri üzerinde ileri geri konuşuyorlar. İleri geri konuştukları sırada orada bazı ayet üzerine şey yapıyorlar ama orada etkilenen kişilerde vardır. Mesela siz şunu görürsünüz. Bakarsınız ki size karşı çok büyük protestolar yapan adam bir müddet sonra meseleyi anlar. Mesela bir tane eski müftü bana ikide bir telefon açar. Neler yapardı? Şimdi son zamanlarda açtığı her telefonda belki en az 10-15 tane soru soruyor. Ama hepsi de birbirinden önemli sorular… Kişi iyi niyetliyse mutlaka onun şeyini buluyor. Bundan sonra Allahu Teala şunu söylüyor. “Ve zerillezînettehazû dînehum leıbev ve lehvev” “Dinlerini oyun ve eğlence haline getiren” (Enam 70) İttehazu iki tane meful alıyor değil mi? 12:23 12:25 sn. arası anlaşılmıyor. da olur, 12:28 12:30 sn. arası anlaşılmıyor. ikisi de olabilir değil mi? Yani adamlar oyun ve eğlenceyi din haline getirmişlerdir. Hayat tarzı… Oyun, eğlence… Bir de kendi dinini oyun, eğlence haline getiriyor. Musikiyle, şunla, bunla çeşitli şeylerle bir din. “Onları bırak” (Enam 70) diyor. Çünkü bunlar kararlı… Bakın öbüründe bırak demedi. Ayeti okuyorlar. Kendi aralarında dalga geçer gibi… Ama şu var. Sen orada herkesi tek tek dinleyemezsin ki…
Enes ALİMOĞLU: Nisa Suresi 140. Ayet…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Nisa Suresi 140. Ayet… “Ve gad nezzele aleykum fil kitâbi” “Bu kitapta sana şu indirilmiştir.” Tabi o ayeti şey yapıyor. Bu Medine’de o Mekke’de… “en izâ semiğtum âyâtillâhi yukferu bihâ ve yustehzeu bihâ” “Allah’ın ayetlerinin yok sayıldığı (üstünün örtüldüğü), hafife alındığı durumları gördüğün zaman” “felâ tag’udû meahum” “Onlarla oturmayın.” Ayet okuyor. Mesela bana ayet okuma diyorlar. Ayeti kapatıyor. Şöyle yapıyor, böyle yapıyor. “felâ tag’udû meahum hattâ yehûdû fî hadîsin ğayrih” “Bir başka konuya geçinceye kadar onlarla oturmayın.” “innekum izem misluhum” “Orada kalırsanız onlara onay vermiş olursunuz.” Sizde onlar gibi olursunuz. Onlarla münakaşa yapmak başka bir şey… Sen böyle diyorsun ama böyledir. Onlar burada seni dinlemiyor. “innallâhe câmiul munâfigîne vel kâfirîne fî cehenneme cemîâ” “Allah münafıkları, kâfirleri cehennemde bir araya getirecek.” (Nisa 140) Demek ki onların bir kısmı münafık, bir kısmı da kafir olduğunu da hatırlatıyor. Böyle bir şey de var yani…
Enes ALİMOĞLU: Kafirler örtendir, münafıklar dalga geçenlerdir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Münafık dalga geçer, kâfir örter.
Enes ALİMOĞLU: 15:24 sn. anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 15:25 15:26 sn. arası anlaşılmıyor.
Enes ALİMOĞLU: 15:27 15:28 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani ayeti okuyorsun. Tamam, öyle ama burada da şöyle derler. Bakıyorsunuz ki… Mesela şu anda Türkiye’de insanlarda çok ciddi bir Kuranı Kerim’e yöneliş var. Kuranı Kerim’e yönelişi engellemenin olmazsa olmaz yolu münafıklıktır. Kafirlikle buna engel olmak mümkün değildir. Adam kafir olarak senin karşına çıktığı zaman sen kendini daha güçlü hissedeceksin. Ama münafık olarak karşına çıktığı zaman, bir de giyimiyle, kuşamıyla böyle hoca görüntüsünde falan filan… Çünkü İblis doğru yolda oturacaksa doğru yola giyinir. O zaman bunlar çok dindar gibi görünecek ama ne yapacaklar? Dini batıracaklar. İşleri güçleri bu… Bundan da şikayet etmeye gerek yok. Ne yapalım? Herkesin cehenneme gitme hürriyeti var. Giden gitsin. Ben gelmiyorum. Size güle güle diyeceksiniz.
“Ve zerillezînettehazû dînehum leıbev ve lehvev” “Dinlerini oyun ve eğlence haline getiren” Bakıyorsunuz yani namaz kılıyorlar. Namaz bir başka şekilde… Yani ibadetlerinde, taatlarında işi oyun, eğlenceye getirmişler. Olabilir. Ya da oyunu, eğlenceyi din haline getirmişler. O da olabilir. Yani din insanın hayat tarzıdır. Kendilerinin hayat tarzı haline getirmişlerdir. Olur. “Onları bırak.” (Enam 70) Ama bırak ne? İçlerinde olma ama ilişkiyi kes değil. Bu da çok önemli… İlişkiyi kesmiyorsun. “ve zekkir bihî” “Onları Kuran ile bilgilendir.” Sen kendi kafana göre değil. Allah’ın kitabıyla bilgilendireceksin. “en tubsele nefsum bimâ kesebet” “Öyle bir şey yap ki her insan yaptığı şeye karşılık büyük bir belanın içine düşebilir.” 17:57 sn. anlaşılmıyor. öyle mana vermek Türkçe daha uygun olur değil mi? Ben buraya nereden düştüm demek gibi… Mesela ölüp yeniden diriliyorsunuz. Aradan birkaç saniye geçtiğini düşünüyorsunuz. Çok kısa bir süre… Bir de bakıyorsunuz ki yetkim kalmamış. Çevremde adam kalmamış. Beş para etmez diye gördüğüm adamlar burada çok itibarlı… Ben bu belaya nasıl düştüm ya? Bunu şimdiden onlara hatırlat. “en tubsele nefsum bimâ kesebet” “Her bir nefis yaptığının karşılığında musibetlerin, belanın içine düşebilir.” Yani sokulur. Niye sokulur? Onu sokan Allahu Teala’dır. Kendisi düşmüyor. Düşürülüyor. Allah onun cezasını veriyor. Sebep olan kendi davranışıdır. “leyse lehâ min dûnillâhi veliyyuv ve lâ şefîğ” “Öyle bir nokta ki Allah ile arasına girecek bir yakını yok.” (Enam 70) Babam var, annem var, kardeşlerim var… Benim oğlum, benim kızım, benim buyum… Yok. Şefaatçisi de yok. Birisi de gel yanıma iki dakika seni dinleyeyim. Bunu diyecek kimse de yok. Hani kurtarıcıyı bırak. Yanına alıp da… Çünkü hepsi birbirinden kaçacak. Derdimi dökecek bir adam bulamıyorum, patlayacağım. Esas ceza bu… Yani adam yanıyorum der değil mi? Esas yangın bu… “ve in tağdil kulle adlil lâ yué’haz minhâ” Hala elinde olsa Farzet ki dünyanın tamamı senin. Hepsini verdin. Dünyanın hepsi zaten Allah’ın… Allah niye alsın ki senden? Sen kime neyi şey yapıyorsun? Sende Allah’ın, o da… Buna karşı ne yani? Karşında bir insan mı var ki hadi şunu al da beni kurtar diyesin? “ulâikellezîne ubsilû bimâ kesebû” “İşte bunlar yaptıklarına karşılık bela ve musibetleri (sıkıntılar yumağının) içerisine düşürülen kimselerdir.” (Enam 70) Yani işte düşünün. Konuşacak bir adamınız yok. Birisine bir mesaj çekemiyoruz. Hiçbir şey yok. Yanımıza gelenler de yüzümüze tükürüyor. Çünkü herkes birbirinden rahatsız… Elde avuçta bir şey yok. “Heleke annî sultâniyeh” “bütün yetkilerim gitti.” (Hakka 29) O zaman bu dünyada o insanlara bunu anlatacaksın. “lehum şerâbum min hamîmiv” “Onların kaynar sudan içecekleri var.” Aslında buz gibi su içse bile onun içi onu kaynatır. Yani onun tadını göremez ki… “ve azâbun elîmum bimâ kânû yekfurûn” “Kâfirlikleri karşılığında da elem veren, üzüntü veren azapları vardır.” (Enam 70) Yani tatları, tuzları kaçmış. Bunlar, nereden nereye ya diyecek olan kişilerdir. Niye? Kâfirliklerini görmüyorlar. Burada o kadar gerçekleri gözlerinin önüne sermek istiyorsun. Görmek istemiyor adam… Hadi ya bırak Allah’ını seversen diyor. Çünkü doğru olduğunu biliyor. Kendi hayat tarzını değiştirmek istemiyor. Onlara karşı tavrımız… “Gul ened’û min dûnillâhi mâ lâ yenfeunâ ve lâ yedurrunâ” Siz şimdi bu dünyada tutuyorsunuz Allah ile aranıza bir şeyler koyup yardım istiyorsunuz. Falanca efendi, filanca efendi… “Bunların bize ne faydası olur, ne de zararı olur… Allah ile araya koyup onları mı çağıracağım?” Onlar kim? “ve nuraddu alâ ağgâbinâ bağde iz hedânallâhu” “Allah bize doğruyu gösterdikten sonra gerisin geriye mi döneceğiz?” Biz gördük, Allah ile araya bir şey koyulmaz. Allah bize sinir uçlarımızdan daha yakın… Ne olacak peki? “kellezistehvethuş şeyâtînu fil ardı hayrân” “Şeytanların kendi arzusuna uydurdukları kişiler yeryüzünde şaşkın bir halde…” Şöyle bir düşünün. Adam bir yere giderken şeytanlar ‘Sen falan yere gidiyorsun. Buradan kestirme bir yol var. Buradan git’ diyor. Oradan gidiyor. Ama ön taraf büyük bir uçurum. “lehû ashabuy yed’ûnehû ilel hudeé’tinâ” (Enam 71) Arkadaşları var. Yakın arkadaşları… Güvendiği kişiler var. Ya oradan gitme diye bağırıyorlar. Orası berbat… Gel bak burası asfalt yol, gel buradan gidelim diye bağırıyorlar. Ama o hiç dinlemiyor. Güvendiği kişileri dinlemiyor. Şeytanları dinliyor. Bugün hangi kafire sorarsanız sorun. Allah’a sen güvenir misin dediğinizde ne cevap verir? Enes Hoca, hiç güvenmem diyen kafir çıkar mı?
Enes ALİMOĞLU: Çıkmaz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ne demek ya? Allah’a güvenmeyip de kime güveneceğim der. Peki, niye Allah’ın çağrısına gelmiyorsun? Niye başın sıkıştığı zaman hep Allah’a yalvarıyorsun da problemin çözüldüğü zaman anında Allah’ı unutuyorsun? Dikkat ederseniz kâfirlerin tamamı yalancıdır. Kâfirlerin tamamı yanlış yoldadır. “gul inne hudallâhi huvel hudâ” “De ki asıl hidayet, doğru yol Allah’ın gösterdiği yoldur.” Beni yaratan, her şeyi yaratanın gösterdiği yolu bırakacağım, bir kişinin gösterdiği yola gireceğim. Bu, aklı başında insanın yapacağı bir şey mi? “ve umirnâ linuslime lirabbil âlemîn” “Bize emredilen şu, alemlerin rabbine teslim olmak.” (Enam 71) Her şeyin sahibi o… Benim de sahibim o… Beni yokken o yaratmadı mı? Ben şu anda nefes alıyorum. Nefesi geri vermemi yasaklasa ben sizinle konuşabilir miyim? Hadi verdim. Alamazsam? Peki, bir nefes alıp verdiğim zaman kaç tane şükür borcum oluşuyor? Hem almaya hem vermeye şükür borcum oluşuyor. Bir de gözün görüyor. Hareket ediyorsun. Yani oturuyorsun. Nice insanlar var ki oturamıyor. Konuşamıyor. Hareket edemiyor. Göremiyor. Duyamıyor. Bütün bunları Allah’ın verdiği nimetlerle yapıyorsun da niye Allah’ın koyduğu kurallara uymuyorsun? Akıllı insan bunu yapar mı? “ve umirnâ linuslime lirabbil âlemîn” “Biz tüm varlıkların sahibine teslim olma emri almışızdır.” (Enam 71) Bizden istenen budur. Tamam ama derler. Ama demeyeceksin. Allah’a ama denmez. Tam tamına Allah ne diyorsa o… Sen kendi kafana göre bir yol çizemezsin. “Ve en egîmus salâte” “O salatı ayakta tutma emri aldık.” (Enam 72) Alemlerin rabbine teslim olduk. Tamam. Teslim olma’nın içerisinde namaz kılmak da var. Ama namaz son derece önemli… Çünkü günde beş kere Allah’a kulluğunu hatırlıyorsun, ayetini okuyorsun. Bir de cemaatle birlikte olduğun zaman birlikte olmanın tadını yaşıyorsun. O namazı özenle ve tam olarak kıl. Namazın kazası var mıydı? Sık sık tekrarlıyoruz ama ne kadar tekrarlasak azdır. Allahu Teala senede bir kere tuttuğumuz oruçta iki tane istisna koyuyor. “femen kane minkum meridan ev ala seferin” “İçinizden kim hasta ya da yolculuk halinde olursa tutmayabilir.” “feıddetum min eyyâmin uhar” “Başka günlerde tutmadığı gün sayısınca tutar” diyor. Peki, niye böyle? Bu insan oruç tutamaz mı? Tutar. Ayetin sonunda “ve en tesûmû hayrul lekum” “oruç tutmanız sizin için hayırlıdır” (Bakara 184) diyor. Madem hayırlı ya rabbi niye tutma dedin? “yurîdullâhu bikumul yusra ve lâ yurîdu bikumul usr” Allah size oruç tutma, tutmama ruhsatı verdiği zaman tutmanız daha iyi ama “sizin sıkıntı çekmenizi istemiyor. Kolaylık istiyor.” (Bakara 185) Peki, sonradan neden tutayım?
Yahya ŞENOL: “ve litukmilul ıddete” (Bakara 185) O da eksiği tamamlatmak için… Yani ruhsat kullanarak oruç tutmamış olanlar yarın Cenabı Hakkın huzuruna gittiğinde evet, bir izin kullanmış ama neticede 29 veya 30 gün tutması gereken Ramazan Orucunda hastalık veya yolculuk sebebiyle tutamadığı oruçlar eksik kalacak. Cenabı Hak onlara bir ikram olarak “madem bu izni ben verdim size o zaman Ramazan’dan sonra tutamadığınız günleri de tutma fırsatı ve ikramı sizlere tanımış oluyorum” buyuruyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, oruç tutmadım. Hasta değilim, yolcu da değilim.
Yahya ŞENOL: Öyle bir şey yok. Sadece hasta ve yolcu olan kişilere bir ikram… Öbürü bir nevi Cenabı Hakka artık başkaldırı…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Başkaldırmadır yani… Yani kendi kafasına göre din oluşturmuş olmuyor mu? Yok efendim ben niyetli değilim diyorlar. Hangi ayette oruca niyet edin var? Oruca niyet edin konusunda hadis var mı? Ben hiç hatırlamıyorum. Yok.
Enes ALİMOĞLU: “Bütün ameller niyetlere göredir” hadisi var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ameller niyetlere göredir ama niyet ne?
Enes Hoca bana sürekli laf atar. Maalesef haklı… Keşke haklı olmasa… Çocukluktan alışmışız. Burada imamlık yapıyorum. Farkına varmadan ağzımdan niyet ediyorum. Niyetin yeri ağız değil ki… Niyetin yeri kalp değil mi? Enes Hoca bana sen gene konuştun diyor. O duyuyormuş arkadan… Ben hiç farkında değilim.
Bugün Ramazan mı? Ramazan… Allahu Teala oruç tutacaksın diyor. Oruçlu geçireceksin. Bitti. Zaten böyle bir görevim olduğunu bildiğim an zaten benim içimde oruç tutma kararı varsa niyet odur zaten… Yok efendim ben bugün niyetli değilim derler. Yahya’nın dediği gibi bu Cenabı Hakka başkaldırmaktır. Namaz konusunda da bir şey söyler misin?
Yahya ŞENOL: Namazın kazası gündeme geldiği zaman genelde bu oruçla ilgili hükme kıyas yaparlar. Allahu Teala yılda en fazla bir ay tutmamızı istediği oruç ibadetinde bile kazaya izin verirken her gün en az 5 vakit yerine getirmemiz gereken namazın niye kazası olmasın derler. Hep bu kıyas vardır. Yoksa “namazın kazası vardır. Çünkü Allah şöyle buyuruyor veya Resulullah’ın şöyle bir hadisi var” şeklinde ne bir ayet ne de bir hadis vardır. Hep bu kıyasla giderler. Oruçta var da namazda niye olmasın derler. Mezheplerin neredeyse tamamı böyledir. Yanlış hatırlamıyorsam sadece İbn Hazm’da öyle bir şey yok. Hep öyle derler. Peki, ibadetlerin birbirlerine bu şekilde kıyaslanması doğru mu? Şöyle diyebilir miyiz o zaman? Yani Allah yılda bir ay oruç tutmayı farz kıldığına göre o zaman yılda bir ay namaz kılsak da olur mu? Yani orucun zamanı imsak ile iftar arası… Sadece o kadar sürede…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sen öyle diyorsun da 32:40 32:42 sn. arası anlaşılmıyor.
Yahya ŞENOL: Neler neler yani… Hep bu şekilde kıyaslamalar yapılır. Peki, Allahu Teala hasta ve yolcu olanlar tutmayabilir daha sonra tutarlar diye onlara açık bir şekilde bir ruhsat tanıyor. Aynısını namaz için söyleyebilir miyiz? Hasta olanlar namaz kılmayabilirler denebilir mi? Yolcu olanlar namaz kılmayabilir denebilir mi? Burada niye kıyas yapılamıyor? Ne alakası var, ikisi birbirine kıyas edilebilir mi dersiniz. Edilmez işte… Yani burada bunu söyleyen Allah haşa namazda da böyle bir şeyi söylemeyi unutmuş olabilir mi? Dolaysıyla ikisi birbirine kıyas edilebilecek şeyler değil. Namaz vakitle sınırlı bir ibadettir. Biz bir namazı vakti gelmeden kılamadığımız gibi vakti çıktıktan sonra da kılamayız. Bu bilinci kafalarımıza oturtmamız lazım. Yani vakitle sınırlı olması ne demek? Bir başı bir sonu var demektir. Başı gelmeden yapılıp yapılamayacağını herkes kabul ediyor. Ama sonu geldikten sonra yapılabilir olacağını gene çoğu insan kabul ediyor. Böyle bir şey olmaz ki… Bir başı bir sonu varsa bu ilk vakitle son vakit arası bu namaz kılınmalı. Bunun başka çaresi yok. İki durum sadece istisna olarak görülebiliyor. Bu da gerçekten insanın elinde olan değil. Meşru mazeret… Birincisi uyuyakalmak… Yani insani bir şeydir. Zorunluluktur. Uyuyakaldınız. Önleminizi almışsınızdır. Alarmınızı kurmuşsunuzdur, şudur budur ama yorgunluk, şu bu bir uyandınız. Namaz vakti geçmiş. Kalktığınız, uyandığınız zaman bir sonraki vakit girmeden hemen o ilk zamanda o namazınızı kılarsınız. Bu sizin için kaza değil eda olur. İkinci meşru bir mazeret ise unutursunuz. Yani gerçekten bir işe dalmışsınızdır, şu olur, bu olur… Bir baktınız bir sonraki ezan okundu. Namaz kılmadığınız hatırınıza geldi. Onu bir anda hatırladınız. O da meşru bir mazeret olarak kabul edilir. Hatırladığınız ilk an o namazı kılarsınız. Unutmak ve uyuyakalmak… Bunlar bilinçli olarak yapılabilecek şeyler değil. Hani şu da olmaz. Nasıl olsa uykudayken namaz geçince bir şey olmuyormuş. Yatalım uyandıktan sonra kılarız diye bir şey yok. Her türlü önlemini aldıktan sonra uyanamazsanız eğer o zaman uyandığınız vakit o namazı kılarsınız.
Bir de en önemlisi bu kaza dediğimiz şeyin kavramı bile zaten bize yanlış biçimde gelmiş. Kaza kelimesi Kuran dilinde de, Arap dilinde de bir şeyi yapmak etmek demektir. Vakitle sınırlı bir şey değil. Daha sonra yapmak değil. Bir şeyi yapmaktır. Dolayısıyla namazın kazası demek namazın kılınması demektir. Mesela hemen çok sık bir şekilde okuduğumuz bir ayeti hatırlatayım. Cuma Suresinin 9 ve 10. ayetleri Cuma Namazının farziyetini bildiriyor. 10. Ayette “Feizâ gudıyetis salâtu” diye bir ifade kullanılır. Kaza kelimesinin kalıp değiştirmiş şeklidir. Buna meçhul fiil deniyor. “Cuma namazı kaza edildikten sonra” “fenteşirû fil ardı” (Cuma 10) tekrar “yeryüzüne dağılabilir” ve işte ticaretinizi, alım satım’ınızı yapabilirsiniz diyor. Bu ayete göre namaz kaza edilince ne demek? Cuma’ya gittiniz. Ama bir hafta sonra kaza ettiniz falan… Böyle bir şey olur mu? Namaz kılındığı zaman…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 36:24 36:26 sn. arası anlaşılmıyor.
Yahya ŞENOL: Veya gidip bir önceki Cuma’yı kılıyorsunuz. Böyle bir şey yok. Gittiniz. “Feizâ gudıyetis salâtu” “Namaz kılındığı zaman” (Cuma 10) Ne zaman? Vaktinde… Öğlen vakti gittiniz. Namaz kılındı. Namaz esnasında yasak olan alım satım tekrar serbest hale geliyor. Yine başka bir ayeti kerimede Allah “Feizâ gadaytum menâsikekum” “Hac ile ilgili ibadetlerinizi yaparken” (Bakara 200) diyor. O nasıl? Onda da Hacca gidiyorsunuz. Bu sefer Cuma’da ki gibi bir hafta değil, bir sene bekliyorsunuz. Yok böyle bir şey… Gittiniz. Orada o vakit içerisinde Hac ile ilgili ibadetleri yerine getirdiniz. Dolayısıyla kavramda zaten yanlış. Ama bizde nasıl olur? Namazın kazası mutlaka vakti dışında… Yani öğlenin kazası akşam olur falan… Böyle bir şey yok. Öğlenin kazası öğlenin vakti içinde eda edilmesi ile olur. Yani eda, kaza ayrımı birazcık zihinleri karıştırıyor. Ama onu da öyle bilelim. Yani namazın kazası diye bir şey yok. Kelime anlamı olarak kaza da bir şeyi vaktinde yapmak demektir. İki durum meşru mazeret olarak kabul edilebilir. Elinizde olmayan uyku ve unutma hali… Onun dışında her namaz mutlaka vakti içerisinde kılınmak zorundadır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaten Allah ne diyor? “Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ” “Allah hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle sorumlu tutmaz.” (Bakara 286) Mesela hepimiz çok çok iyi biliriz. Bir yerde uyumamak için elimizden gelen her şeyi yaparız. Bir bakarız ki uymuşuz. Buna gücümüz yetiyor mu? Şunu unutmayacağım dersin. Ağzında tekrarlarken unutursun.
Enes ALİMOĞLU: 38:09 38:13 sn. arası anlaşılmıyor. kelimesinin manası lügat olarak eda etmek olduğu için… Kada kelimesine vaktinde yapmayıp 38:19 sn. anlaşılmıyor. yapmak diye mana verenlerde kada salavat demiyor. 38:23 38:24 sn. arası anlaşılmıyor. diyor. Çünkü o kelimeden emin olamıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kada ma fate mines salah diyor.
Enes ALİMOĞLU: Kaçırdığınız namazların kazası…
Yahya ŞENOL: Kılınması o da… Kaçırılan namazların kılınması…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Gene kaza kelimesini vaktinde kılma manasında kullanıyor.
Enes ALİMOĞLU: Bir de “Ve zerillezînettehazû dînehum leıbev ve lehvev” “Dinini oyun ve eğlence haline getirenleri terk et” (Enam 70) diyor. Yani dine kendi isteğine göre şekil verip o şekilde dindar olanlar dinini oyun ve eğlence haline getirmiş oluyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabi ki…
Enes ALİMOĞLU: Bu da onun bir misali…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şöyle bir düşünün… Ben bir vakit namazımı vaktinde kılmazsam, bütün ömrümü namazla geçirmiş olsam, Yahya onun yerine geçer mi?
Yahya ŞENOL: Mümkün değil.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sonra kaza edersin diyorlar. Zaten insanoğlu tembeldir. Sonra kaza ederim der. Sonra dediği ne zaman?
Enes ALİMOĞLU: 39:39 39:52 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bak işte o olur işte… O zaman vakti içinde olur. Baktınız ki güneş battı. İkindiyi kılmadınız. Güneşi geri çağıracaksınız. Bir dakika gel. Ne var diyecek? Namaz kılacağım. Ondan sonra tekrar batarsın diyeceksiniz. Güneş de emrin olur der değil mi? Ancak o şekilde kaza edilebilir. Geriye bırakılabilir. Az önce Yahya çok güzel anlattı. Hem ibadetle ilgili konularda kıyas olmaz derler. Biz kıyaslama yapamayız derler. Çünkü ibadettir. Allah nasıl diyorsa öyle yaparız derler. Hem de kendi kafalarından hükümler sokuşturmadıkları bir tek ibadet bırakmazlar.
Yahya ŞENOL: Şöyle bir yanlış kıyas var. Oruç kıyasını hatırlayalım. Allahu Teala oruçta ne demişti? Hasta veya yolcu olanlar tutmayabilir değil mi? Bari deyin ki hasta ve yolcu olduğu için namaz kılmayanlar kaza edebilir. Orada Allahu Teala’nın kasten yani hasta ve yolcu olmadığı halde oruç tutmayana kaza ruhsatı var mı? Yok. Verilmeyen bir izne kıyas yapılıyor. Yani hasta ve yolcu olmadığı halde oruç tutmayana kaza var mı ki siz hasta ve yolcu olmadığı halde namaz kılmayanın kazasını ona kıyas ediyorsunuz?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kaldı ki yolcunun namaz kılmasına dair açık ayetler var.
Yahya ŞENOL: Kıyas da yanlış yani… En azından madem kıyas yapıyorsun. Madem Allah oruçta hasta ve yolculara tutmama ruhsatı veriyor. Namazda da hasta ve yolcular kılmayabilir. Onlarda iyileşince veya yolculukları bitince kılsınlar demeleri lazım. Bunu diyemiyorlar. Çünkü kıyas yanlış oluyor. Aklınıza gelmeyecek olan başka bir yere kıyas yapıp hiçbir meşru bir mazereti olmadığı halde oruç tutmayana kıyas yapıyorlar. Çünkü Allah ona da ruhsat vermiyor. Ama siz ona acaba böyle mi falan derken işi katakulliye getirip kaza namazı var diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela Yahya bunu söyledi ya… Birileri kendisini hoca yerine koymaya çalışabilir. Çünkü duydukları şeyleri hep saptırıyorlar. Hastanın namaz kılacağına dair ayet Kuran’ı Kerim’de var mı diyebilirler. Nisa Suresi 102. Ayette… Karşınızda düşman var. Siz yolcusunuz. Namazı kısaltabilirsiniz diyor. İki rekatı bir rekata düşürebilirsiniz diyor. Bunu anlatırken şöyle diyor. “ve lâ cunâha aleykum in kâne bikum ezem mim metarin” “Size günah olmaz. Yağmurdan dolayı bir sıkıntı…” Yani yağmur yağıyor. Yolcusun. Sığınacak yer yok. Karşıda düşman var. Yani her türlü sıkıntı… “ev kuntum merdâ” “Ya da hasta olursanız…” (Nisa 102) Hasta, yolcu… Bunlar yolcu… Hasta… Ayrıca yağmur… Düşman var. Ne istersen var. Peki, namazı geriye bırak var mı? Yok.
Yahya ŞENOL: Cenabı Hak tam burada dese olurdu. Savaş meydanında, canınız tehlikede, hastalık her türlü sıkıntı var. Canınız sağ olsun. Akşam yaparsınız nasıl olsa diyebilirdi.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Düşman gitsin, yağmur da kesilsin…
Yahya ŞENOL: Ama Cenabı Hak ayetin sonunda ne diyecek?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sadece “en tedaû eslihatekum” “Silahlarınızı yanınıza bırakabilirsiniz.” (Nisa 102) Ama öbüründe silahını kuşanmış olacaksınız. Niye? Çünkü hasta olduğun zaman silahı kullanamayabilirsin. Yağmur yağdığı zaman yağmur senin için yağıyor da düşman için yağmıyor mu? Onun içinde sıkıntı olacak. Namaz kılmayabilirsin demiyor. Sadece silahını yanına koyabilirsin diyor. Peki, bu yolcular… Demek ki yanımızda silahın sürekli olması da Kuran’ın bir hükmüdür. Osmanlı’da herkesin silahı olurdu. Resulullah zamanında da öyleydi. İşte bu ayeti kerime…
Yahya ŞENOL: Bir sonraki ayette bu hükmün sebebi açıklanıyor. “innes salâte kânet alel mué’minîne kitâbem mevgûtâ” (Nisa 103) Yani Allah savaş meydanında silahlı silahsız her türlü şekilde namaz kılınmasını anlatıyor. Bunun sebebi namazın vakitle sınırlı bir ibadet olarak farz kılınmış olmasıdır. Kendine has bir baş ve son vakti olmasaydı Allah akşam olur zaten derdi. Zorlamaya gerek var mı? Canın tehlikeye girecek. Hastasın. Şu bu falan… Akşama olur derdi. Hayır. Orada bile vaktinde yapacaksın. Niye? Çünkü namaz vakitle sınırlı bir ibadet olarak farz kılınmıştır. Onun vakti geçti. Geçmiş olsun artık olay bitti. Böyle bir ortamda namazın kazasından bahsetmeyen Allah keyfi olarak kılınmayan namazların kazasını falan emretmiş olabilir mi?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hastaysa hastalık, yolcuysa yolculuk… Savaşsa savaş. Burada bir tek şu var. Öğle namazının ilk vakti Kuranı Kerim’de belli… İkindinin son vakti belli… Bunlardan öğle ile ikindiyi birlikte öğle vaktinde ya da öğle ile ikindiyi ikindi vaktinde kılabilirsin. Ama akşam namazını ikindi ile birlikte kılamazsın. Yatsı namazını sabah namazı ile birlikte kılamazsın. Ama akşam ile yatsıyı birlikte kılabilirsin. O kadar… Böyle bir kolaylık var. Ama bu kolaylık da gerçekten çok muhteşem bir kolaylıktır. Ama gene de Allahu Teala o vakti bu namazların vakti saydığı için yani sınırı… Allah’ın koyduğu sınır… O sınırın dışına çıkmış olmuyorsun. Zaten namaza neden salat deniyor? Salat bir şeyin sürekli arkasında durmak demektir. Zengin de olsan, fakirde olsan, hasta da olsan, yolcu da olsan, savaşta da olsan… Hangi şartlar altında olursan ol terk edemeyeceğin tek ibadet hangisidir? Namazdır. Orucu hasta veya yolcu tutmayabilir. Zekatı olmayan zaten veremez. Hacca imkanı olmayan zaten gidemez. Ama beş vakit namazı mutlaka ama mutlaka kılacaksın. Tabi farzını… Diğerlerini de kılarsan o sana kalmış bir şeydir.
“ve umirnâ linuslime lirabbil âlemîn” “Biz alemlerin rabbine teslim olma emri aldık.” (Enam 70) Biz ne Hanefi mezhebine teslim oluruz, ne Şafii, ne Maliki, ne Hanbeli, ne Şii, ne Sünni… Hiçbirisine… Alemlerin rabbine teslim olma emri aldık. Mezheplere uymuyor mu? Bu mezhepler uymuyor mu derler. İşte anlattık. Uyuyor mu, uymuyor mu? Siz karar verin. Biz ona teslim olduk. O kadar… Mesela bana sen hangi mezheptensin diye sorduklarında ben Resulullah’ın mezhebindenim diyorum. O hangi mezheptense ben ona uyuyorum. O kadar… “Ve en egîmus salâte” “ve namazı tam ve özenle kıl.” “vettegûh” “Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının.” “ve huvellezî ileyhi tuhşerûn” “Onun huzurunda toplanacaksınız.” (Enam 72) Ona yarın ne cevap verebilirsiniz. Hiçbir şey saklayamazsın ki… Her şey ortaya çıkacak. Allah’a karşı yanlış yapmayın. “Ve huvellezî halegas semâvâti vel arda bil hagg” Benim çok güzel arsam var, şahane villam var, filan yerde deniz kenarında şuyum var, buyum var derler. Onları yaratan kim? Seni yaratan kim? Ondan zevk aldıran kim? “Gökleri ve yeri gerçek varlıklar olarak yaratmış olan odur.” “ve yevme yegûlu kun feyekûn” “Ama bir gün geldiği zaman ol dediği zaman oluşacak.” (Enam 73) Ne? Tekrar geri oluşacak. Mahşer günü gökler dürülmüş olacak. Yeryüzü düzeltilmiş, dağlar içeriye çökertilmiş olacak. Dağlar yerinde kalmayacak. Ama hesap verilip bittikten sonra da Cennete giden cennete, cehenneme giden cehenneme… Artık dünya ayrıldığı için eski haline dönecek. “kemâ bedeé’nâ evvele halgın nuîduh” “Göklerin ve yerin ilk başlangıcı nasılsa onu tekrar eski haline getireceğiz.” (Enbiya 104) Artık tekrar dünyada falan yaşanacak bir şey kalmayacak. Bitti. “gavluhul hagg” “Allah’ın sözü bütünüyle gerçektir.” Allah bu… Başka birisiyle kıyaslayamazsın ki… Ben Kuranı Kerim’i okurken bazen şaşırıp kalıyorum. Ya rabbi bu ne böyle diyorum. Sonra da Allah’ın sözü bu başka nasıl olacak diyorum. İnsan şaşırıp kalıyor. Bu ne güzellik… Tabi Allah’ın sözü başka ne olacak? “ve lehul mulku yevme yunfehu fis sûr” “O sura üflendiği gün (yeniden diriliş günü) kalk borusu çaldığı zaman herkes kalkar. Tüm yetkiler onundur.” Başka yetkili hiç kimse yok. “âlimul ğaybi veş şehâdeh” “O gizli olanların tamamını da bilir, açık olanların tamamını da bilir.” Sen içinde sakla saklama, o hepsini bilir. “ve huvel hakîm” “O kararları doğru olandır.” “el habîr” “her şeyin iç yüzünü bilendir.” (Enam 73) Ondan hiçbir şeyi saklayamazsınız. Ona göre kendinizi ayarlayın. Allahu Teala hepimize nasip eylesin. Kısa bir aradan sonra Soru-Cevap bölümüne geçelim.