Son zamanlara televizyonlara, kendi internet sitesinde ve bazı gazetelerde, kişinin ihtiyacından artan malını harcamasının farz olduğunu, biriktirmenin haram olduğunu söylemeye başladı. Buna Hayrettin Karaman cevap mahiyetinde bir iki tane yazı yazmış. Sonra Mustafa İslamoğlu’nun Ali Bulaç’ın, Hayri Kırbaşoğlu’nun konu ile ilgili görüşlerini almışlar.
Benden de görüş istemeye geldiler. Düzgün Duruş gibi, Özgün Duruş hah Düzgün Duruş değil evet daha önce de öyle dedim değil mi bir kere daha, Özgün Duruş evet. Özgün Duruş diye bir haftalık gazete var. O gazeteden bana da geldi bir röportaj yaptılar. Galiba oröportajda söylediklerim onlara çok ağır geldi galiba yani o yazıya da dökmekte sıkıntı çekmişler öyle anlaşılıyor. Çünkü o röportajda konuşmamın ağır olduğunu sonra bende kabul ettim kendi kendime. Yani bir gazete için fazla ilmî olan konuşma yapmış olduk. Ama iyi oldu, o vesileyle biz şey yapmış bunu bu konuyu kendi içimizde gündeme getirmiş oluyoruz.
Tamam işte bu önce bu âyet–ikerime’yi okuyayım, Bakara Suresi’nin 219. âyeti. Burada Allah Teâlâ şöyle buyuruyor esteuzubillah“Yes’elunekeanilhamrivelmeysir” (Bakara 2/219) Sana Hamr’ı ve Meysir’i sorarlar. Yani içkiyi ve kumarı sorarlar.“kul fıhimaimünkebıruv ve menafiulinnasi” (Bakara 2/219)De ki her ikisinde de büyükism ve insanlar için menfaat vardır.İsm demek biz günah diye tercüme ediyoruz da onun diğer günahlardan farkı şu; hayırdan uzaklaştıran, şerre yaklaştıran bir özelliği vardır. İşte içki içen kişi mesela sarhoş olunca namaza asla yaklaşamaz, her türlü pislikle arasındaki ilişkiyi çok rahatlıkla kurulabilir. İsm kelimesinin öyle bir anlamı var. Kumar da öyle işte, kumar oynayan kişide de böyle bir durum söz konusu.
İnsanlara bir takım menfaatleri de vardır diyor.Şöyle düşünün; üzümü üretenden, en son tüketim noktasına kadar içki büyük bir ekonomik faaliyettir. Binlerce insan çalışır orada. Yani ciddi bir istihdam meydana getirir. Elbette ki bunun ekonomiye sağladığı bir takım menfaatler vardır ama kumarda öyle yani kumar da, bir zamanlar Türkiye’de kumara izin verilmişti. Ülkeye döviz girsin diye, döviz girdi ama meydana gelen sıkıntılar, pislikler daha fazla olduğu için kumara izin veren otorite kumarı kaldırmak zorunda kaldı.
İşte burada diyor ki Allah Teâlâ“ve ismühümaekberuminnef’ıhima” (Bakara2/219) Her ikisinin günahı, hayırdan uzaklaştırıp, şerre yaklaştırma özelliği sağladığı menfaatten daha fazladır.Ondan sonra “ve yes’elunekemazayünfikun” (Bakara2/219) Neyi infak edeceklerini soruyorlar “kulilafv“ (Bakara 2/219)De ki ilafv.
Şimdi ben ilavf tercüme etmeden geçiyorum onu. De kiilafvonu. “kezalikeyübeyyinüllahülekümülayatileallekümtetefekkerun“ (Bakara 2/219)Allah işte o âyetleri size böyle açıklar.Belki siz tefekkür edersiniz.Yani tefekkür etmek fikri çalıştırmak ama bu bu şeyde bu Tefa’ulbabında şey vardı tekellüf vardı değil mi? Tefa’ul, tekellüf yani öyle kolay bir şey değildir. Tefa’ulbabıyla ifade edilen şey. Mesela teallam tu dersin, ne demek? Ben öğrendim ama hemen öyle değil yani. Bir sürü sıkıntılarla öğrendim. Tefekkür de öyle, fikrimizi çalıştırıyoruz ama öyle kolay değil. Yani demek ki o güçlü bir çalışmadan sonra insanlar bu açıklamaların nasıl?Ne demek? olduğunaulaşmış olabilirler.
Şimdi bizde âyetlerin Allah tarafından nasıl açıklandığı mesela “yübeyyinüllahü” (Bakara 2/219) diyor Allah beyan ediyorâyetlerini. Allah’ın nasıl beyan ettiği konusunda yani açıklamayı Allah’ın nasıl yaptığı konusunda bizim geleneğimizde her hangi bir şey yok, bunu hepimiz biliyoruz.Her defasında tekrarlamak zorunda kalıyoruz. Yani en azından şu elimizdeki kitaplarda bunu göremiyoruz. Belki, belki değil çok büyük bir ihtimalle önceki dönemlerde var. Çünkü onun işaretlerini ben hep eski kitapları okuduğum zaman aralarında böyle cümle cümle görüyorum. Yani âyetleri,âyetlerle açıkladıkları belli ama o kopukluklar olduğu için bu defa arada bağlar kurulamıyor ve ilişki tamamen kopuyor. Hatta bazen bir âyetten çıkarılmış olan hükmün nereden çıkarıldığı belli olmadığı için, delilsiz kaldığını da görüyoruz.Yani âyetler arası ilişki diye bir şey bilinmediğinden dolayı.
Şimdi bu âyeti bitirdikten sonra “ilafv” kelimesine önümdeki mealde nasıl mana verilmiş, bu Türkiye Diyanet Vakfı’nın, Diyanet Vakfı’nın mealidir. Sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar,ihtiyaç fazlasını de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki düşünesiniz. Şimdi ihtiyaç fazlası ifadesini kullandığınız zaman, mesela aylık maaşınız diyelim iki bin lira, ihtiyacınız bin beş yüz lira. Neyi harcamanız gerekir buna göre?Beş yüz liranın tamamını vermeniz lazım. İşte iş yapıyorsunuz, yıllık kazancınız diyelim ki işte yüz bin lira, ihtiyacınız elli bin lira o zaman elli bin lirasını harcayacaksınız. Artanın tamamını vermeniz lazım. Şimdi bu aslında bir mantıktır yani tüketimin teşviki açısından oldukça önemlidir. Tüketimin teşviki eğer israfa gitmezse ekonomiyi ciddi manada canlandırır.
Şimdi mesela Türkiye’de şeyler ticari ve sınai kuruluşlar, yapmış oldukları yatırımları masrafa sayarlar ve onlar otomatik olarak vergiden düşmüş olur. Bazı sınai kuruluşları hiç vergi vermez devlete, sürekli işletmelerini genişletirler. Şimdi burada devlete vergi vermiyorgibi gözükse de aslında büyük, ciddi manada vergiler vermiş oluyorlar. Çünkü orada çalışan işçinin sigortası devlete gidiyor, orda satın alan malın, malı satanların bir sürü oraya gelinceye kadar ki vergilerini bu kişi ödemiş oluyor, orada yeni iş sahaları açılıyor, yeni iş sahasında yeni insanlar çalıştırılıyor. Yani bu ülkenin kalkınması açısından oldukça yani mantıklı ve makul bir şeydir. Bu sebeple mesela bazı ülkelerde vergi oranları çok yüksektir. Çok yüksek olmasının sebebi de kardeşim, yatırımını yap, tamam araba mı alıyorsun? Al, değiştir bu arabanı daha pahalısını al onu vergiden düşersin. Git çok pahalı yerlerde yemek ye, git işte tatil yap, git şunu yap bunu yap. Şimdi tüketimin arttırılması, aslında üretimin arttırılmasını, istihdamın arttırılmasını zorunlu olarak arkasından getiriyor.
Bu bir mantık tamam,şimdi bu açıdan yani bu âyet–ikerime’ye bu açıdan bakmak mümkün. Yani işte artanın hepsi harcanacaktır diyen kişiler iktisadi olarak belki birileri tarafından bu şekilde şey yapılabilir, savunulabilir. Yani elindeki her şeyi harca, bir şey kalmasın ki kalırsa hepsini vereceksin vergi. İşte yanlış bilmiyorsam Amerika’da vergi oranları yüzde yetmişe kadar çıkıyor. Niye yüzde yetmiş işte bu. Ondan dolayı dünyada en büyük israfın olduğu, en lüks arabaların kullanıldığı, en şey konutlarda oturulan yerler orasıdır. Bu tüketimi teşvik ediyor. O tüketimin teşviki üretimi de teşvik ediyor ve büyük ölçüde ekonomide etkin hale gelmiş oluyorlar. Ama tabii bunun arkasından da büyük bir israf oluyor, o çok güzel ekonomik politikalarla desteklenmezse öbür tarafta işte sefiller ordusu meydana geliyor, evsizler ordusu meydana geliyor neyseişin ekonomik tarafına girmeyelim.
Şimdi esas olan bu bir âyet–ikerime olduğuna göre, bir de arkasından Allah Teâlâ işte âyetleri Allah böyle açıklar dediğine göre, o konuda şey yapmamız gerekiyor onun üzerinde durmamız gerekiyor ama önce builafvkelimesi bunun manası nedir?Afv kelimesinin çok çeşitli manaları var yani mesela bir kişinin kişiyi görmezlikten gelmek afv’dır. Görmezlikten gelirsiniz, kusuruna bakmazsınız, suçunu bağışlarsınız bunların hepsi afv kapsamına yani Arapça olarakafv kapsamına girer. Ama ekonomik anlamda kelimenin birçok manası var sözlüklerde. Mesela müfredatta şöyle bir ifade kullanılıyor; (12.03)Yani o tarafa talebi ve elde edilmesi kolay olan şey demektir. O zaman (12.20) bu şey yapmış müfredat sahibi (12.28) Yani sana neyi harcayacaklarını soruyorlar de ki infakı kolay olanı, rahatlıkla verebileceğini.
Şimdi rahatlıkla verebileceğin dendiği zaman, malın artanının tamamı olmaz. Rahatlıkla verebilmek için bir kere temel ihtiyaçlarının karşılanması lazım. Bana kalan kısmın da beni tatmin etmesi lazım. Kolayca verebileceğin kısım dendiği zaman, artan değil. Mesela birinci mana bu kelimede artan değil, harcaması kolay olanı. Tamam, şimdi kırkta bir mesela şeyde ticaret mallarında zor bir şey değil. E tarladan çıkarmadan ürün üretildiği zaman onda biri alınıyor,ürün olarak alınıyor. Diğer ilave masraflarını sen yapmıyorsun, onu alan kişi artık ondan sonrasını yapıyor,nakliyesini, başka şeylerini. O da zor bir şey değil. Eğer siz sizin o tarladaki ürünün üretilmesine ilave bir emekle katkınız varsa sizin emeğinize ayrılan kısım ayrılıyor, yarısının vergisi alınmıyor yani zekâtı alınmıyor, kalan yarısının onda biri alınıyor. Şimdi yarının onda biri, toplamın yirmi de biri ediyor. O da işte peygamber efendimizin Hadis-i Şerif’inde(13.55) deniyor. O da zor olan bir şey değil. Ticaret mallarında kırkta bir o da zor değil, bunlar verilebilecek olan şeylerdir. Yani bunlarda malın kendisini veriyorsunuz.
Mesela bugünkü vergi mantığı bunun tam zıddıdır. Onun için insanlar vergi vermekte çok zorlanırlar bugün şuanda Türkiye’de de başka yerde de. Niye? Ürettiğinden almıyor devlet. Üretme şansın olmayan bir maldan istiyor belki. Onun için buradaki“kulilafv“’a girmez bugünkü vergi mantığı yanikolay verilebilecek bir şey değildir. Nedir üretme şansı olmak? Devlet senden para istiyor vergi olarak. Kardeşim parayı üreten sensin, ben parayı üretemiyorum. Ben mal üretebilirim, hizmet üretebilirim. Benim ürettiğimden al vereyim kolay bir şekilde. Ama bana bana üretmesi yasak olan bir şeyden istiyorsun. Benim depomdaki malı para değeri olarak hesap ediyorsun, bana şu kadar para ver diyorsun. Ben nereden vereceğim? Ondan dolayı bugün vergi ödeme işi ciddi manada kişileri ve kurumları sıkıntıya sokar. Mesela şeyler biz memurlar olarak bizden alınan vergiden hiç haberimiz olmuyor. Hiç önemli değil. Aslında ben şunu söylüyorum, şimdi benden bordroya bakıyorsun oo ayda şu kadar para kesilmiş müthiş bir para. Aslında hiç kesmese de fark edeceği bir şey yok benim için yani. O kendisi bir taraftan koyuyor bir taraftan alıyor. Hiç koymasa da almasa da değişecek bir şey yok ama bir ticari kuruluşsa orda para istediği zaman ciddi sıkıntı oluyor. Öyle olmuyor mu Fikret bey?Senin üretemediğin bir şeyden istiyor.
Şimdi bakın bu âyet–ikerime; bak birinci manası vergi açısından ne kadar önemli değil mi? Kolaylıkla verebileceğin bir şey olmalı. Ha bir de temel ihtiyaçların hariç. Mesela bugün temel ihtiyaçlar hariç kavramı yok. Bu hala oturmuş değil. Adam koskoca bir fabrikatördür, vergi indirimi asgari ücret üzerinden mi yapılıyor? Yani sen asgari geçim indirimi üzerinden bir vergi indirimi yapıyor. Ya kardeşim seninasgari geçim indirimi dediğin o şeyi ben misafirlerimi bir gün lokantaya götürsem o harcamayı yapacağım. E onu da fatura et diyorsun, ama hep bütün harcamalarım öyle olmuyor ki. Herkes onun gibi değil. Yanikulilafv’ınbirinci manası bu. Bakın ne kadar farklı bir şey değil mi?
Şimdi ikinci manası ne ilafvkelimesinin? İkinci manası da al-‘Ayndiye bir lügat vardır biliyorsunuz. Gerçi diğer bütün lügatlerde da var bu ama al-‘Aynen eski lügat olduğu için ondan aldım buraya diyor ki(17.02) malın en helal ve en temiz olanıdır diyor. Yani en helal ve en temiz olanını ver malından fazlasını değil. E şimdi Allah Teâlâ bir âyet–ikerime’yi hatırla burada varama(17.25) Bakara Suresi’nde evet 267. âyet. Burada diyor ki Allah Teâlâ“eyyühellezıneamenuenfikumintayyibatimakesebtüm” (Bakara 2/267) Şimdi mesela ben bu birinci âyetin yani harcaması kolay olan kısmının açıklamasına girmedim. Yani şeyden tarladaki ürünlerden yüzde on ya da yüzde beş, ticaret mallarından kırkta bir, bunların ikisi de her ne kadar hadisle sabit olmuşsa da hepsi ile de ilgili âyetler var.
Mesela bizim kitaplarımızda hep şu vardır, kitap sünnet ilişkisini anlatırken, bütün kitapların tekrarladığı şudur; efendim işte siz sünneti devre dışı bırakırsanız zekâtmiktarlarını nerden öğreneceğiz? Bu söylenen doğru gerçekten başka bir kaynağımız yok ama ikinci adımı yanlış. O miktarların Kurân’dan çıktığı söylenmez, o miktarların sanki peygamber efendimize ayrı bir vahiy olarak geldiği söylenir o zaman işler karma karışık olur. Hâlbuki onların hepsi onda bir, yirmide bir, kırkta bir tamamı âyet–ikerimelerin hükmüdür. Ha şimdi ben bugün ona sıra geleceğini hiç zannetmiyorum ama onları da buraya büyük ölçüde yazdım.Yani tamamıbitmedi ama buraya büyük ölçüde yazdım. Hepsi âyetlerden çok rahat bir şekilde çıkıyor yani. Onda bir de çıkıyor, yirmide biri de çıkıyor, kırkta bir de çıkıyor. Ve kırkta birinin para ve ticaret malları olması gerektiği de Kurân-ı Kerîm’de var. Onda bir ve yirmide birin tarım ürünlerinden olması gerektiği de Kurân-ı Kerîm’de var.
Yani peygamberimiz (s.a.v) ne söylemişse, ne yapmışsa Kurân’ın dışında bir şey söylememiş ve yapmamıştır. Ama siz onu işte bugün şey gibi canım bizim şeyde lokantamızda tabii olmayan hiçbir ürün ikram edilmez diye adam yazsa, gerçekten de öyle yapsa yani siz orada yediğiniz yiyecekleri tabiatta görebiliyor musunuz? Tabiattan almış ve pişirmiş yeni bir yiyecek haline getirmiştir. PeygamberimizdeKurân-ı Kerîm’dekiâyetlerden almış ve âyetlerde hemen göremeyeceğiniz bir sonuç size sunmuştur. Doğrudur, hadisler olmasa bunları insanların öğrenmesi mümkün değil amailim adamlarına düşen, Kurânile sünnet arasındaki bu ilişkiyi ortaya koymaktır yani onu göstermektir.İlim adamlarına düşen budur, vatandaş için değil. Yani mesela yemek uzmanlarına düşen, o her bir yemeğin gerçekten tabii ürünlerden mi yoksa başka ürünlerden mi olduğunu göstermesidir.
Şimdi yani o birinci(20.45) diye müfredat sahibinin söylediği kolay harcanan kısmın açıklamasına girmiyoruz. Onu belki bu hafta ona sıra gelmez. Ama mesela (20:58)Onu Kurân-ı Kerîm söylüyor,malın en helal ve en temiz olanı.Diyor ki Allah Teâlâ bakın burada Bakara 267. âyette“Ya eyyühellezıneamenu” (Bakara 2/267) Müminler“enfikumintayyibatimakesebtüm” (Bakara 2/267) bak kazandıklarınızın temiz olanlarından infak edin.Zaten Tayyip ile helal aynı anlama geliyor. Hem kaliteli olacak hem helal olacakTayyip olması için. Ondan sonra bu ne dedi? (21.41)Ondan sonra “ve mimmaahracnalekümminelard” (Bakara 2/267)Ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan infak edin. “ve la teyemmemülhabıse” (Bakara 2/267)Tayyip’in zıttı habis, habis olana yönelmeyin.“minhütünfikune“(Bakara 2/267) Ondan harcarsınız. “ve lestümbiahızıhiilla en tüğmidufıh” (Bakara 2/267) Önemli değil falan demeden, göz yummadan sizin almayacağınız şeyleri vermeyin.
Onun için şimdi “kulilafv“ (Bakara 2/219)ne olmuş oluyor?İkinci manası. al-‘Aynda var ama diğer bütün lügatlerde var. Az önce dediğim gibial-‘Aynen eski lügat olduğu için ben buraya onu aldım. Ne diyor (22.41)diyor. En helal ve en temiz olan malı şey yapacaksın. Allah için veriyorsan öyle. Şimdi sevdiğin bir misafirin gelse kötü mal mı ikram edersin ona? Allah için yapıyorsan o zaman her şeyini borçlu olduğun zattır o onun için verince en güzelini, en helalini verirsin. Bu ikinci anlamı ilafv’ın.
Üçüncü anlamı şu; yine al-‘Ayn da geçen manası (23.14)bilinen demek, bilinen. Bilinen nedir? Kurân-ı Kerîm’in bütün âyetlerinde anlatılıyor.Şimdi bilinen deyince“kulilafvkezalikeyübeyyinüllahülekümülayati” (Bakara 2/219) Şimdi Allah size âyetleri böyle açıklar.Demek ki o bilinen şeyleri ortaya koymak gerekiyor. Oradan bir bardak su şey yapar mısınız boğazım şey yaptı. Mesela(23.48)buna şu ilaveleri yapmış, diyor ki (23.53)o yukarının şeyiymiş ben yanlış yere koymuşum. Evet,(24.12)kaydını aşağıya kaydırmışım. (24.18)Yani onu yukarıda kolayca harcanacak şeyle ilgili olarak anlattık. Bu maruf bilinen, bilinen ölçülerde, miktarı belli şuşuşu belli olan şeyler demektir. Ki o da tamamı demek buraya kadar ilafvkelimesine artanın tamamı diye mana vermeimkânı yok. Gelecek, gelecek o da var yani. Bak şimdi ondan sonra dördüncüsü bak (24.56) olan anlam. (25.08) ne demek?Gelişme, artan mal. Şimdi bak artanı diye tercüme ettiğiniz zaman mesela zait nedir? Kendi içerisinde ziyadeleşiyorsa eğer, ne olur o?Nema. Şimdi zekât mallarında nema özelliği var mı? Şart. Nerden gelmiş peki kaynağı ne? ilafv’dan çıkmış işte. Yani olayın Kurân’la ilişkisini kurmayınca, ilişkiler kopuyor.
Nami malların zekâtı verilir diye hep yazar değil mi? şeydefıkıh kitaplarında.(25.52) Mesela âyette var bu Araf 95’i açalım; Yani bu (26.03) manası bir başka âyette var. Mesela diyor ki hatta 94’te birlikte okursak daha iyi olur“Ve maerselnafıkaryetimminnebiyyin illa ehaznaehleha bil be’saiveddarraileallehümyeddaraun” (Araf 7/94)Herhangi bir şehire, ülkeye bir nebi göndermişsek elçi olarak, mutlaka onun halkını bir takım baskınlar, sıkıntılarla imtihan ederiz. O şekilde yakalarız. Yani üst üste sıkıntılar geliyor işte o be’sai olmuş oluyor, darra dazorluklar, darlıklar oluyor. Niye? “leallehümyeddaraun” (Araf 7/94) Belki Allah’a yalvarır, yardım ister o nebiye yardımcı olurlar diye.
Şimdi sıkıntı çektikten sonra ne olur? “Sümmebeddelnamekanesseyyietilhasenete” (Araf 7/95) Sonra o iyilik oluşumunu güzelliğe çeviririz. Yanlış mana verdim ya. İyiliği seyyie yani kötülüğü güzelliğe çeviririz. Sıkıntıyı yani giderir, rahatlık getiririz.“hatta afev” (Araf 7/95) Nedir hatta afev?Afev. Hatta gelişirler, zenginleşirler,mal, mülk artar.Afev o demek. Çoluk çocuk artar. İktisat gelişir. Bak afev, ilafv’ın fiili değil mi bu? Nami yani artar. (28.20) Buradaki manayla alırsanız çoğaldılar tabii nema, Nübüv gelişme manasından geliyor yani şeydeki. Zaten zekâtta o tür o özelliğe sahip mallardan veriliyor. Mesela şimdi o özelliğe sahip mallar derken, tüketim malları adam diyor ki benim bir evim var, bundan kaç lira zekât vereceğim? Kardeşim o tüketim malıdır, ondanzekât vermene gerek yok ki. Mesela şimdi siz şey satıyorsunuz, ev aletleri satıyorsunuz mutfaklarda kullanılan, banyolarda kullanılan, buzdolabı, çamaşır makinesi falan. Şimdi o buzdolabı sizin için, sizin gelişmenizi sağlayan bir maldır. Benim için nedir ben alırsam? Tüketim malıdır. Sizin dükkânınızda nema sebebidir, değil mi? Ama benim evimde ihtiyaçtır, tüketim malıdır. Yani o benim gelişmemi sağlayan, evet evde rahatlıktır da bende maddi bir gelişmeyi sağlamaz o.Yani o ihtiyacı daha fazla gördüğüm için, malı oraya vermiş olurum. Dolayısıyla benim için tüketim malıdır, senin için nedir? Kazanç getiren bir maldır. Sana göre ticaret malıdır, bana göre değildir. Şimdi şu ceket, konfeksiyoncuda bir ticaret malıdır, benim sırtım ben aldığım zaman, tüketim malıdır. Ondayken onun zekâtını verir ama benim bunun zekâtını vermeme gerek yok. İşte o da bu âyetlerden ortaya çıkıyor. “kulilafv”(Bakara 2/219)dediğin zaman, o zaman nema şartı da ne oluyor?O zaman bu âyetten çıkıyor yine.
Şimdi beşinci anlamı şu, bak buraya kadar fadl kelimesi aslında o fadl da o fadl da nema manasına gelir aslında. Zade, fadl’a, nema manasına gelir. (30.36) Nafakadan artan. Peki, bu ne demek olur? Bu şu demek olur, temel ihtiyaçlardan zekât gerekmez. O zaman(30.54) zekâtın dışına ne için çıkarmışız Suat Hoca? Bu âyetten dolayı çıkarmışız. (31.06) kavramı da o âyetten çıkmış. O zaman“kulilafv” (Bakara 2/219) demek ne demektir? (31.16) fazla olan. (31.19) Allah âyetlerini böyle açıklar. Bak Allah öyle bir kelime koymuş ki oraya, dikkat ediyor musunuz? Zekât ile ilgili beş ayrı özelliği içerisinde topluyor. Ama burada Allah böyle açıklar deniyorsa her bir özelliğin ilişkili olduğu âyetlere de bakmak gerekir.
Evet,şimdi âyetin bütün bu ilişkileri göz ardı edilerek, şöyle bir tek âyete bakılarak hüküm veriliyor. Deniyor ki “ve yes’elunekemazayünfikun” (Bakara 2/219). Bakara 219’a tekrar dönüyoruz. Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar, harcayacaklarını soruyorlar; “kulilafv” (Bakara 2/219) De ki ilafv’ı infak edeceklerdir.Şimdi buna artanı diye anlam verip, işte şuradaki mealde de ihtiyaç fazlasını, ihtiyaç fazlasını, ihtiyaç fazlasını dendiği zaman az önce söylediğimiz gibi artanın tamamını vermek gerektiği anlaşılır.
Ama ilafvkelimesinin bak mesela âyetlerde geçen ihtiyaç fazlasını karşılayacak ikinci bir kelime yok değil mi? Âyetler açısından, âyetlere bakarsak yok. Ama sözlükte ihtiyaç fazlası diye anlam verilebilir. (33.24) kelimelerinin karşılığı olarak. İşte burada şunu tekrar etmemiz lazım ben her defasında bu cümleleri size tekrarlıyorum çünkü yerleşmesi lazım milletin zihnine.
Hud Suresinin ilk âyetlerini yine açalım; yani mümkün olsa ben her derste bu âyetleri okumak isterim. Çünkü biz eğerbu âyetlere uygun bir hareket edecek olsak, İslamâleminin, İslamâleminde anormal bir ihtilal meydana gelir. Yani çok ciddi bir dönüşüm meydana gelir. esteuzubillah “Elif lam rakitabünuhkimetayatühu” (Hud 11/1)Bu bir kitaptır ki âyetleri muhkem kılınmış. Yani hüküm ifade eden âyetler. Sana neyi harcayacaklarını soruyorlardekielafv’ı.El afv tamam da el afv’ın manası ne değil mi? Bunun açıklamaya ihtiyacı var, belli yani o afv’ı şey yapın, bu bir hüküm onu harcayın. Ondan sonra diyor Allah Teâla“sümmefüssılet“ (Hud 11/1)Sonra tafsilat verilmiştir, açıklama yapılmıştır.“mil ledün hakıminhabır“ (Hud 11/1)Hakim ve habir tarafından açıklama yapılmıştır.Hakiminhabır Allah Teâlâ’dır. Yani Allah Teâlâ bir yerde kısa ve öz bir hüküm koyar, ona muhkem denir. Ama başka yerlerde o muhkeme benzeyen âyetlerle yani müteşabihâyetlerle muhkemdeki hükümleri açıklar, detay verir. Niye böyle yapar? “Ellata’büduillellah” (Hud 11/2) Allah’tan başkasına kul olmayasınız diye.O zaman tek bir âyete bakıp, Allah’ın açıklamasını görmeden, onunla fetva vermeye kalkmak ne olur Serkan? “Ellata’büduillellah” (Hud 11/2)’a göre. Kendisini Allah’ın yerine koymuş olur değil mi onu yapan adam? Bu anlam tamamen kaybediliyor. Yani buradaki anlam kayboluyor.
Hatta şu mealde de bakın, şu elimdeki işte Diyanet İşleri Başkanlığının neydi Diyanet Vakfı’nın Türkiye Diyanet Vakfı’nın meali ki dünyada en çok basılan mealdir Türkçe olarak. Milyonlarca nüshası basılmıştır Suudi Arabistan’da, Türkiye’de. Önce doğru manasını vereyim bir de şeyi okuyayım mealden okuyayım. Esteuzubillah“Elif lam rakitabünuhkimetayatühu” (Hud 11/1) Bu bir kitaptır ki âyetleri muhkem yani hüküm ifade eden âyetler olarak indirilmiş,“sümmefüssılet mil ledün hakıminhabır “ (Hud 11/1)Hakiminhabir tarafından ayrıntılı olarak açıklanmıştır.Yani Allah tarafından. Niye açıklanmıştır? “Ellata’büduillellah” (Hud 11/2) Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye.E peygamberimizin görevi nedir? “innenılekümminhünezıruv ve beşır” (Hud 11/2)Bende sizin için Allah tarafından uyarıcı ve müjdeciyim.Meali okuyorum bakın, Elif lam ra bu sana indirilen hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış sonra da açıklanmış bir kitaptır. Sağlamlaştırılmış, ne demek sağlamlaştırılmış? Sağlam olmayan âyet mi var ki sağlamlaştırılıyor?
Aynı kelimeyi Ali İmran 7. âyette muhkem diye yani “muhkematün” (Ali İmran3/7) ile muhkemArapça bakımından farkı yok. Orada muhkem diyor, burada sağlamlaştırılmış diyor. Ondan sonra ikinci âyette diyor ki mealde; de ki bu kitap, Allah’tan başkasına ibadet etmemeniz için indirildi. Bütün mana bozuldu mu? Alın bütün bütün mana gitti. Birinci âyette, ikinci âyette şu anlattığım her şey gitti. Bakın Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye açıklamayı ben yaptım dediği âyetlere yaptıkları açıklamalar sebebiyle o iki âyeti bitirdiler. İşte tahrif bu, tahrif bu. Tahrif anlam kaydırması yapmak demektir. Yoksa siz Tevrat’ında, İncil’inde o kadar nüshası varken herhangi bir kelimesini çıkarıp da yerine başka bir kelime koyamazsınız. Hele Kurân’a hiçbir şekilde koyamazsınız. O zaman yapacağınız nedir?Anlamını sağa sola kaydırmaktır. Ne anlamı oldu şimdi bu iki âyetin? Bak tekrar okuyayım bakayım hiçbir anlamı kaldı mı? Hiç ara vermeden okuyayım bakın; elif lam ra bu sana indirilen hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan, Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bir kitaptır. Deki, bu kitap Allah’tan başkasına ibadet etmemeniz için indirildi. Şüphesiz ki ben onun tarafından size gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim. Kayboldu mu mana? İşte burada dolayısıyla mesela burada ilafvkelimesini gördük diye ilafv kelimesine burada işte sözcüklerden de gördük, en güvenilir sözcükler. Orada ziyade manası veriliyor diye, ziyade manasını(39.47) vermiş. Diğerlerinde öyle bir mana görmedim ya da unutmuş da olabilirim, hatırlamıyorum en azından. İsterse olsun yani burada bir tek kelimeye beş anlamdan sadece bir tanesini vereceksiniz, âyet–ikerime’nin ilişkili olduğu diğer âyetlere hiç bakmayacaksınız, ondan sonra çıkıp millete diyeceksiniz ki kazancınızın artanın tamamını harcayacaksınız. Peki, kazancımızın artan tamamını harcayacaksak,Kurân-ı Kerîm de birçokâyet var onları ne yapacağız?
Mesela şimdi Enam Suresinin 141. âyetini açalım 6. Sure 141.Âyet. Burada diyor ki Allah Teâlâ esteuzubillah“Ve hüvellezıenşeecennatimma’ruşativ ve ğayrama’ruşativ” (Enam 6/141) Sizin için bahçeler oluşturmuş olan odur. Arş’lı yani çardaklı şöyle üst taraftan mesela bizim bu kapıdan dışarı çıkarken, üzüm hani üstten böyle şeylere konuyor ya bir şey gibi yapıyor, bir sanki bir tavan gibi oluşturuyor. Çardaklı çardaksız bahçeler “vennahle”(Enam 6/141) arı şey hurmanahile arı ya ben de ne hurma. Şimdi bayağı fazla yorgun olunca, şeyleri toparlayamıyoruz. “vennahle” (Enam 6/141) hurma“vezzer’a” (Enam 6/141) ekin, “muhtelifenükülühu” (Enam 6/141) Yemesi farklı, yani farklı şekilde yenen bu ekinler ve şeyler hurma“vezzeytune” (Enam 6/141) vezeytin, “ver rummane” (Enam 6/141) nar, “müteşabihev ve ğayramüteşabih” (Enam 6/141) birbirine benzeyen ve benzemeyen.Bunları sizin için bunları oluşturan Allah Teâlâ’dır.
Peki,“küluminsemerihıizaesmera” (Enam 6/141) Meyve verdiği zaman meyvesinden yiyin.“ve atuhakkahuyevmehasadihı” (Enam 6/141) Hasat günü de hakkını verin.Hepsini verin demiyor bak dikkat ediyor musunuz? Hasat günü hakkını verin. “ve la tüsrifu” (Enam 6/141) İsraf etmeyin,“innehu la yühıbbülmüsrifın” (Enam 6/141) O israfçıları sevmez.9. Surenin 103. âyetine bakalım, diyor ki burada Allah Teâlâ“Huzminemvalihimsadekaten” (Tevbe 9/103) Mallarından sadaka al. Mallarından sadaka al. (44.13) olsaydı ne olurdu? Hah! Sadaka olarak tüm mallarını al olurdu. “Huzminemvalihim” (Tevbe 9/103) Mallarından al, bir kısmını al yani. Sadakadan sadaka al. Şimdi diyebilir ki bu bela niyetine diyebilir. Onu diyemeyeceği âyetlerizaten az önce de şey yaptık. Diğer âyetlere de bakacağız.
“tütahhiruhüm ve tüzekkıhimbiha“(Tevbe 9/103) Bu alacağın sadakayla onları arındırırsın ve geliştirirsin. Demek ki sadaka, zekât vermek gelişmenin sebebidir. İnsanlar verdiği zekâtla kaybettiklerini zannederler. Hâlbukizekât verdiğiniz zaman siz çıkarırsınız mesela para olarak diyelim birisine bin lira zekât verirsiniz, o zekât verdiğiniz kişi muhtaç olduğu için derhal onu harcayacak olan kişidir. Saklayacak kişi değildir. O gider ihtiyaçlarını alır, o alır, onu onuonuonuonuonu bir müddet sonra piyasa bir canlanır, bir kazançlar meydana gelir ve sizin dükkânınızın müşterileri artar, verdiğiniz bin liranın yerine en az dört bin lira, beş bin lira para kazanırsınız, en az. Bu sizi sizi geliştirir. Aslında verilen vergi zarar değil yani zekât zarar değil, gerçek mana da kardır ama hemen değil, dolaylı bir şekilde geliriz.
“ve tüzekkıhimbiha“(Tevbe 9/103) Onları bu sadakayla geliştirirsin. Dolayısıyla ekonomi sadakaya dayalı olmalıdır. Faize dayalı olmaz bak, bunun mesele birisine bin lira verdiğiniz zaman, piyasaya bin lira girmiştir, bir daha çıkmayacak ama o bin lirayı faizli borç şeklinde verirseniz bir müddet sonra bin yüz lira olarak geri alacağınız için karşı tarafın fakirliğini yüzde on arttırmış olursunuz. İkinci gelişte bir müddet sonra artık onlardan bir sürü insan ekonomi dışı kalır ama zekât verdiğiniz zaman, ekonomi dışı kalan birçok kişiyi ekonomiye tekrar kazandırılmış olur. Üretimi canlandırmış olursunuz.
Bir de şeyde vardı ya (46.43)Tegabun’da mıydı?(46.45)Tegabunolacak, Zariyat mı? Kaç? 55. sure mi? 51 ha 19. âyet. Beş yüz yirminci sayfa. Neyse açmışken şu 19. âyete bir bakalım“Ve fi emvalihimhakkullissailivel mahrum“ (Zariyat 51/19) Tamam mallarında öbür tarafta malumdu burada malum geçmiyor. Fark etmez. Mallarında bir hak vardır. O zaman oradaki o min’i yani anma imkânı olur mu?“Huzminemvalihimsadekaten” (Tevbe 9/103) Tabii min’i anma imkânı olmaz, min’i mutlaka (47.56)almamız lazım yani mallarının bir kısmını al. Şimdi “hakkullissailivel mahrum“ (Zariyat 51/19)İsteyen ve mahrum olan için, mallarının içinde hak vardır.
O zaman demek ki ilafv’a tamamını manası verme imkânımız yok değil mi? Malın hepsi olur canım, bak o “Huzminemvalihim”(Tevbe 9/103) var ya “Hud emvalihim” demek olur. Bütün malını al demek olur. Tamam mı? Bütün malını demek olur. Ama bütün malını deme imkânı yok. Hayır,zahitteder adam. Arapça diyebilir, vardır, mümkündür. Ama bu âyetler ortaya ha? Şimdi bak Serkan, sen şeylere bak eğer bir şey söylemek istiyorlarsa eğer hiç kural mural dinlemezler. Arap grameri falan hiç dinlenmez, sen her halde hiç okumamışsın galiba o tefsirleri ve fıkıhları okumamışsın. Tamam, ama söylüyorlar şimdibunu söylüyorlar. Dolayısıyla orada bu tartışmaya girmenin bir anlamı yok. Şimdi bu âyetleri karşısına çıkardın mı bu defa onu da söyleyebilir.
“Ve fi emvalihimhakkullissailivel mahrum“ (Zariyat 51/19) dediğin zaman, malın içerisinde bir hak var. Malın tamamı değil, artık hiç kimse onu söyleyemez. Adam der ki zahittir der ne yapacaksın. Ondan sonra neydi Mearic 70. sure 24. âyet. Beş yüz altmış sekizinci sayfa. Bu şeyleri iyi müminleri anlatırken, burada söylüyor “Velleziynefiyemvalihimhakkunma’lumun” (Mearic 70/24) Onlar öyle kimselerdir ki mallarında malum bir hak vardır. Malum nasıl oluyor malum? Demek ki onun miktarı da Kurân da belli. Oranı da belli Kurân-ı Kerîm de. İşte ders başlarken peygamber efendimizin para ve ticaret malları için kırkta bir gerçi ticaret malı kelimesinin geçtiği hadisi şerifler yok ama para ile ilgili geçiyor. Hiç ona hadisin olmasına gerek yok işin Kurân-ı Kerîm’le irtibatını kurduğunuz zaman, bu çok net bir şekilde ortaya çıkıyor. Kurân’la irtibatı kurmazsanız bir defa(51.00)mezhebi gibi dersiniz ki ticaret mallarından zekât yoktur. Yani Kurân’la irtibatını kurmadıkları için öyle dersiniz.
“Velleziynefiyemvalihimhakkunma’lumunLissailivelmahrumi.” (Mearic 70/24) aynı şey. İsteyen ve mahrum olan için, malum bir hak vardır. İşte o zaman tekrar kulilafv’da malın tamamını harcar diye bir mana verme imkânı bir kere daha ortadan kalkmış oluyor. Bak bak şimdi o ihtiyacı olanı zaten harcıyor, fazlasında hakkı malum olması lazım. İhtiyaç fazlasının tamamı hak diye fazlasına malum dersin de hakkunma’lumun diyemezsin. Hak kelimesini kullanamazsın.
Ve bir de şey yapın 17. surenin 29. âyetini açın burada ne diyor Allah Teâlâesteuzubillah“Ve la tec’al yedek mağluleten ila unukike” (Isra 17/29) Elini boynuna bağlı bir şekilde tutma, yani bizim Türkçe de ne derler? Cebinde yılan olmasın, akrep olmasın akrep mi? Cebinde akrep olmasın derler. Bu bir şeydir terimdir yani her dilde farklı ifade edilebilir. “ve la tebsuthaküllelbeştı” (Isra 17/29) büsbütün de açma. Büsbütün yani artanın hepsini de verme demektir değil mi? Öbürü zaten ihtiyacın, onu zaten veremezsin. Hepsini de verme. Peki, ne olur? Böyle yaparsan “fe tak’udemelumem mahsura” (Isra 17/29)Melun bir şekilde kalırsın. Yani millet sana der ki kardeşim sen aptal mıydın? Her şeyini verdin baksana şimdi zengindin, kendi elinle kendini fakir hale getirdin. Mahsur da yani açıkta kalırsın. Yapacağın bir şey olmaz. O mal dediğiniz her zaman gelmez ki, bazen gelir bazen gelmez onun için ölçülü harcayacaksın.
Tekrar Bakara 267’yi açalım, kırk dördüncü sayfa. Bak diyor ki “Ya eyyühellezıneamenuenfikumintayyibatimakesebtüm” (Bakara 2/267) Kazandıklarınızın temiz olanlarından verin. İyi ve güzel olanlarından verin. İyi olanlar da vardır, olmayanlar da vardır. Başka “ve mimmaahracnalekümminelard” (Bakara 2/267) Sizin için yerden çıkardıklarımızdan verin.Onun bir parçası. “ve la teyemmemülhabıse” (Bakara 2/267) pis olana yönelmeyin“minhütünfikune” (Bakara 2/267) ondan harcarsınız yani harcamak için verin, bir şey yapmayın“ve lestümbiahızıhi illa en tüğmidufıh” (Bakara 2/267) göz yummadan almazsınız siz.Tamam, canım oraya bırak, git falan dersiniz. Ha mühim değil diye göz yummazsanız almazsınız öyle bir malı vermeyin.“va’lemuennellaheğaniyyünhamıd“ (Bakara 2/267) Bilin ki Allah ğaniyyün ve hamıd’tir.Yani Allah zengindir. Sizden mal istiyor o insanların hepsine de bol miktarda mal verir. Problem değil. Ama bir imtihan ediyor birbirinizle. Hamid’dir Allah ne yaparsa güzelini yapar. Onun için kendi güzel yaptığı için, güzel yapılmasını ister.
Mesela Kârûn olayında bilirsiniz siz. Onu açmaya lüzum yok oradan mealden okuyayım size; Kârûn, Mûsâ’’nın kavmindendi. Onlara karşı aşırılıklar yapıyordu. Ona öyle hazineler vermiştik ki anahtarları kuvvetli bir topluluğa ağır gelirdi. Kavmi ona şımarma, Allah şımarıkları sevmez demişti. Allah’ın sana verdiği şeyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma. “Vebteğıfımaatakellahüd daral ahırate ve la tense nesıybekemined dünya” (Kasas 28/77)Rabbinin sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadaki nasibini unutma. Sen de hepsini verme yani dünya da sen de şey et istifade et malından mülkünden. Allah’ın sana yaptığı iyilik gibi sen de iyilik et. “ve ahsinkemaahsenellahü” (Kasas 28/77) Bu topraklarda bozgunculuk çıkarmaya çalışma, Allah bozguncuları sevmez.İşte bütün bunlarda da bak mesela bu malının mülkünün hepsini ver demiyor ki bir kısmını ver. Şimdi Cenab-ı Hak öyle bir kural koymuş ki diyor ki esteuzubillah“Men cae bil haseneti fe lehuaşruemsaliha” (Enam 5/160)Kim bir iyilik yaparsa ona onun on katı verilir.
Hatta ona geçmeden önce şunu da da okumakta fayda var; Bakara 177. âyetyani öbür tarafın eline delil olabilecek olanlar da söz konusu söylememiz lazım, yirmi altıncı sayfa. Esteuzubillah“Leyselbirra en tüvelluvücuhekümkıbelelmeşrikıvel mağribi” (Bakara 2/177) Gözlerinizi doğuya ya da batıya çevirmeniz iyilik değildir.“ve lakinnelbirra men amene billahi velyevmilahırivelmelaiketivel kitabi vennebiyyın” (Bakara 2/177) İyilik Allah’a inanan kişinin yaptığıdır. Ahiret gününe, meleklere, kitaba ve nebilere inanan kişinin yaptığıdır.“ve atelmale ala hubbihızevilkurba” (Bakara 2/177) Kendisindeki mal sevgisine rağmen, malını verir.Elmale derken iki şekilde de olabilir. Malının tamamı şeklinde de anlaşılabilir elif lam’lı olduğu için. Ya da o hakkı malum diye de anlaşılabilir, elif lam’lı olduğu için. Belli bir mal (58.45)da alabilirsiniz kendi malının tamamı diye, belli bir miktarını da alırsınız onu diğer âyetlere baktığımız zaman mecburen bir kısmını demek olur. “zevilkurbavelyetamavelmesakıne” (Bakara 2/177) yakınlara, yetimlere, miskinlere.“vebnessebıli“(Bakara 2/177) ve yolda kalmış olanlaraverir.“vessailıne ve firrikab” (Bakara 2/177) saillereve isteyenlere ve baskı altında boyunduruk altında olanlara da verir.“vessabirıne fil be’saiveddarrai”(Bakara 2/177) aynı baskılarda, sıkıntılarda sabırlı olanlar, zor durumlarda, darlıklarda ve ani baskınlarda“ve hıynelbe’s” (Bakara 2/177) sıkı şey yapanlar, sabırlı olanlardır.“ülaikellezınesadeku” (Bakara 2/177)Bunlar sadık kimselerdir.Sen mi oluyorsun? Sadık şey oluyor, yani içi özü sözü bir olan kimselerdir. “ve ülaikehümülmüttekun” (Bakara 2/177) Kendilerini koruyanlar da onlardır.
Şimdi bir de Tevbe suresinin 35. âyeti olacaktı, 34,35 burada diyor ki Allah Teâlâ“Ya eyyühellezıneamenuinnekesıramminelahbari ver ruhbani” (Tevbe 9/34) Şimdi ahbar’a ne manası vermiş bakayım?Hahamlardan ve rahiplerden şimdi var hibr’dan yani mürekkep ’den geliyor. Mürekkep yalamış kimseler; kim bu? İlim adamları değil mi? Âlimlerden ruhbanlar da rahibe kelimesinden yani Allah’tan korktuğunu söyleyen kimseler oluyor. Bunlar da din adamları, hepsi yani. İlim adamları ve din adamlarının çoğusu“leye’küluneemvalennasi bil batıli” (Tevbe 9/34)haksız yolla insanların mallarını yerler.Çünkü önlerine bir şey çıkarırlar, mesela bugün şey yapıyorlar, bir ürün çıkardık diyor öyle bir şey söylüyor ki milletin böyle salyası akıyor, paralar akıyor oraya bir müddet sonra bakıyorsunuz onun hiç bir şey olduğu anlaşılıyor ama adam alacağını almış oluyor. Şöyle de işte ahireti ahiretle ilgili millete garantiler veriyorsunuz, din konusu insanların en fazla sömürüldüğü konulardandır. Geliyor her şeyini veriyor size, ahirette de açıkta kalıyor.
“Ya eyyühellezıneamenuinnekesıramminelahbari ver ruhbani” (Tevbe 9/34)İlim adamları ve din adamlarının çoğusu“leye’küluneemvalennasi bil batıli” (Tevbe 9/34) insanların mallarını batıl yolla yerler.Demek haklı yoldan yiyebilirler. Ama batıl yolla yememeleri gerekir. “ve yesuddune an sebılillah“(Tevbe 9/34) ve Allah’ın yolundan insanları engellerler.Yani yanlış şeyler gösteriyorlar, doğruları değil. “vellezıneyeknizunezzehebevelfiddate” (Tevbe 9/34)Altını ve gümüşü kniz edenler. Bir tarafta yılanlar yani. “ve la yünfikunehafısebılillahi” (Tevbe 9/34) Onlara Allah yolunda infak etmeyenler var ya“fe beşşirhümbiazabinelım”(Tevbe 9/34) Onları acıklı bir azapla müjdele.
Şimdi bu Mesûdî’nintarihinde miydi bu senin şey yaptığın? Ha? Evet, neydi kitabın adı? Murûc ez-Zeheb. Mesûdî’nin Tarihinde şeyle ilgili Ebu Zer el-Gifari ile ilgilibir rivayet var. Hz. Osman’ın yanına geliyor orada Abdurrahman İbnAvfmı vardı?Abdurrahman İbnAvf ölmüş, mirasının paylaşım meselesi var.Abdurrahman İbnAvf çok zengin bir sahabe. Ka’bu’l–Ahbar varmış orada.Hz. Osman soruyor diyor ki zekâtını veren kişi başka bir sorumlu ve ya sorumluluk altında olur mu? Ka’bu’l–Ahbardiyor ki yok vazifesini yapmıştır. Ebu Zer’de onun göğsüne vuruyor, diyor ki ey Yahudi diyor bu iş öyle değil diyor, işte az önce okuduğum iki ayeti okuyor; onların sorumluluğu bitmiş olmaz, malının tamamını vermesi gerekir miydi? Öyle bir şey vardı, ihtiyaçtan fazlasını vermesi gerekirdi. İhtiyacından fazlasını vermesi lazım diyor.
Şimdi bu enteresan yani tarih kitabında var ama hadis kitaplarında yok böyle bir rivayet. Şimdi Ebu Zer’in bu sözüne dayanarak bir sürü felsefe geliştirenler var; çok şeyler söylüyorlar. Uzatıyorlar, kısaltıyorlar falan. Yalnız burada şu ayeti kerime de “vellezıneyeknizunezzehebevelfiddate” (Tevbe 9/34) altını ve gümüşü kniz edenler, burada son derece önemli bir ekonomik mesaj vardır ki haşim bunda araştırma yapmıştı o hadisin sahih olduğunu tespit edememişti ama peygamberimizden gelen bir hadis var, mana olarak bana göre çok doğru bir hadis.Diyor ki borcunuzu ödemek için biriktirmişseniz başka benim diyor şu güneş kadar malım olsa, elimde üç dinarın kalmasına razı olmam, onu da harcarım diyor. Şimdi burada dinar demesi altın ve gümüş ifadesine son derece uyuyor. Şu açıdan çok önemli altın ve gümüş diğer paralar gibi değildir. Bunlar damarlarda dolaşan kan gibi piyasada sürekli dolaşması lazım. Yani bu insan infak edecek diye başkasının malı olsun diye vermeyebilir. Çalıştırsın diye bir kişiye ortaklık, mal olarak verdiyse o da infaktır. Yani ne demek? Harcama kanallarına girmiş olur demektir.
Baktım bu hadis sahih olması lazım. Yani o bakımdan yani manası çok doğru bir hadis. O mu sahih Müslüm’de olan. Ha iyi tamam, çünkü bu sahih olması lazım, bu son derece önemli.Benim aslında ben yıllardır zihnimde peygamberimiz bu konuda bir şey söylemiş olmalı ama nerde falan diye hep düşünüp durdum. Sen geçende onu söyleyince zayıf falan dedi bu zayıf olmaz dedim. O kısım o kısım zayıf değil değil mi? O kısım sadece borcu dışında, borcu biriktirme dışında peki Müslüm de olan hangisi? Hah tamam. Ama o çok güzel bir şey. Dinar demesi son derece önemli? Niye önemli? Şimdi para bu altın ve gümüş paradır. Bu ayeti kerime de de öyle yani. Altın gümüş dediğiniz zaman paradır. Para damarlardaki kan gibi sürekli dolaşması lazım. Mesela vücudun iki tane pazar yeri vardır. Birisi bağırsaklardır gelir oradan gıdaları alır, birisi ciğerlerdir gelir oradan oksijeni alır. Onu alır, götürür, satar. Kime satar? Her bir hücreye satar. Oradan da atık maddeleri alır, boşaltma organına getirir.
Şimdi bizim cebimizdeki para da aynı kan gibidir. Şimdi mesela sen burada çalışıyorsun, maaş aldın değil mi? Sana maaş olarak verilen para on dakika önce burada yoktur. Ya da yarım saat önce burada yoktur. E bir müddet zaten bir iki saat sonra da sende de kalmaz. Sen de götürür başkasına verirsin. Kan gibi yani. Şuradaki malı alır, şu eve getirir. Oradaki hizmeti alır, buraya götürür. Şuradakini oraya, oradakini oraya sürekli şeyi taşır kanın oksijen ve gıda maddelerini taşıması gibi mal ve hizmeti bütün evlere taşır. Yani vücuttaki hücreler gibi yani. Bütün evlere taşır. Eşimdi siz o parayı bir kenarda tutarsanız hiçbir kimsenin herhangi bir işini görmez. Altın, gümüş de öyledir, diğer paralarda öyledir. Ne yenir, ne içilir ne ev olur, ne araba olur, ne ayakkabı olur, ne pantolon, ne ceket hiçbir şeyolmaz. Ama piyasada dolaştığı sürece, bunların hepsi olur.
Evet, onun için burada hem bu ayeti kerime hem de o hadiste bir daha bir bak da o hangi ibaresi sahihtir. Sahih dediğin ibareyi ben tam anlayamadım, hangisidir? Müslüm’de geçen tam olarak ne? Üç dinardan fazla o da bu manayı çağrıştırıyor. Niye dinar diyor da mesela peygamberimiz vefat ettiği zaman(s.a.v.) Fedek’te epeyce bir arazisi vardı. Niye ona demiyor da değil mi? Ekonomiyi ha bir oku bakayım Müslüm de geçen hadisi; (01.09- 01.10)
Şimdi o zaman o Uhudda dedim hu zamiri nasıl şems’e gidiyor. Şimdi Ebu Zerdiyor ki peygamber (s.a.v.)’le beraberdik. Sen şunu görüyor musun?Diyor.Görüyor musun?DerkenUhud’u gösteriyormuş peygamberimiz o da bakıyor yani şu adamı görüyor musun?Der gibi anlamış, bakmış kimse yok. Güneşten başka bir şey yok. Ne kadar şey güneşin batmasına ne kadar var? Diye bakmış. Peygamberimiz şu dağı görüyor musun? Demiş şu dağ kadar altınım olsa demiş, yanımda üç dinardan fazla kalması hoşuma gitmez tamamını harcarım.
Üç dinar dediğimiz bizim Türkçe’ de Osmanlı altını yedi onda iki gram ağırlığındadır. Yedi onda üç, yedi onda iki gram o civarda. Dinar dört nokta otuz beş gramdır. Ki o zaman İstanbul’da basılan altındır, Bizans altını dinar. Dinar kelimesi de zaten arapçadeğildir.Bu Rumcadan falan olması lazım. Dört nokta otuz beş işte kullanıla kullanıla bazen dört grama kadar, bazen üç nokta doksana kadar düşüyor ağırlığı. Burada basılan altınlar tüm Asya da, Arap yarım adasında, her tarafta kullanılıyor. Üç dinar ne olur? On iki gram. Yani dört otuz beş olsa yeni basılmış para, on üç gram. On üç gramda kişinin işte belki bir aylık ihtiyacına o zaman denk gelebilir. Ya da iki aylık falan ihtiyacına denk gelebilir. O kadarı kalsın, gerisinin hepsini dağıtmak isterim. Çünkü o dağılacak ki piyasayı canlandırsın. Aslında onun canlandırdığı piyasa bir müddet sonra size zenginlik olarak yansıyacaktır ister istemez.
Evet, peki şimdi ben şeye girmeyeyim bu zekât hesapları konusunu inşallah haftaya anlatalım Yahya. Sen onu tekrar şeyde ilan edin. Zaten öyle ilan yapmamıştık değil mi bu hafta biz. Artan malı infak dedik yani şimdi haftaya şunu inşallah anlatalım; neden ticaret mallarında altın, gümüşte kırkta bir, bunun Kuran’da ki kaynağı ne? Ondan sonra kendiliğinden oluşan tarım ürünlerinde yüzde on, onda bir öşür deniyor.İnsan emeğinin katıldığı, katılmasıyla neden yirmi de bire çıkıyor? Bunun Kuran’da kaynağı nedir bunların hepsinin? Derse başlarken söylediğimiz gibi bizim şeylerde fıkıh kitaplarının tamamı Kuran Sünnet arasında irtibat kuran, kuramadıkları zaman ki en temel dayanaklarından birisi budur. Peki, siz sünneti ayrı bir kaynak olarak almazsanız, müstakil bir kaynak olarak almazsanız namaz vakitlerini nasıl belirleyeceksiniz? Biz onu burada defalarca yaptık.Bana çok garip geldi bu hafta bir hadisçi bir arkadaşımız bir yerde bir konuşma yapıyor, işte namaz vakitlerinin sünnetle sabit olduğunu söylüyor. Bunun ayetle sabit olduğunu söyleyen de varmış ama bir yerde okumadım diyor. Yani demek ki yeteri kadar şey yapamıyor, millete bilgilendirme yapamıyorsa her halde öyle anlaşılıyor. Epey zamandır düşünüyorduk bir dergi yayınlayalım falan diye demek ki o tür şeyler gerekecek yani. Çünkü bizim bu konularda o kadar çok çalışmamız var ki yüzlerce. Kitap sünnet bütünlüğünü ortaya koyan. Ama bu sohbetler arasında kalıyor. Allah razı olsun işte Mithat Beyin oğlu Mehmet Türkmen bu küçük küçük bölümler halinde son zamanlarda şeyleri internete koydular da insanların istifadesi biraz daha kolaylaştı. İşte bunlar son derece önemli inşallah önümüzdeki hafta onu anlatalım Allah nasip ederse.
Şimdi gelen sorulara bakalım; Meryem Korucu Afyon’dan sormuş. Meram, bak hele ben önümdekini okuyamıyorum sen nasıl ezbere okuyorsun? Tamam, Meram Korucu evet doğru Afyon’dan soruyor; Bazen dua ederken şöyle deniyor; Ey Allah’ım bizi görünen, görünmeyen şerlerden muhafaza eyle. Görünmeyen derken cinler kast ediliyor sanırım. Görünmeyen varlıklar bize zarar verir mi? Canım görünmeyen varlıklar zarar vermezse bu radyasyon yağmuru ne demek oluyor değil mi? Görünmeyen varlıklar sadece cinlerle sınırlı değil. Yani cinlerin zararı olabilir. Zararının olduğunu zaten Kurân-ı Kerîm bize söylüyor. Esteuzubillah“Ve kezalikecealnali külli nebiyyinadüvvenşeyatıynel insi velcinniyuhıyba’duhüm illa ba’dınzuhrufel kavli ğurura” (Enam 6/112)Her peygambere insan ve cin şeytanları oluşturduk birbirlerine,bunlar aldatıcı sözler vahiy ederler. Şeyde de işte “Kul e’uzübirabbinnas” (Nas 114/1)’da da bu sureyi okuyarak onların şerrinden Allah’a sığınıyoruz. Bunlar olabilecek şeylerdir.
Dua ederken dualarımdan misal Allah’a hamt ederim. Şunu öğrenmeme vesile olan hocamızdan Allah razı olsun diyoruz. Hayatımızda hayırlı yönde isteklerimizi vesilelerle kazanıyoruz. Vesileler silsilesinde verenin Allah olduğunu biliyoruz, bu şekilde dua etmek doğru mudur? Size şunu öğrenmeme vesile olan hocamızdan Allah razı olsun sözü duadaki vesile manasında değil. Tabii ki elimize geçen her bir şeyin vesilesi, bir sebebi vardır. Şu anda burada bu dersi yapıyorsak, bunun sebebi işte İhsan Eliaçık’ın, Hayrettin Karaman hoca’nın ve diğerlerinin bu konular üzerindeki konuşmalarıdır. Mesela biz şimdi burada İhsan Eliaçık’ı tenkit ediyoruz, yanlış yapmıştır diyoruz ama ben kendi açımdan bir taraftan da çok teşekkür ediyorum. Niye? Çünkü onun bu şekildeki ifadeleri olmasaydı bizim de bu konular üzerinde bu derece yoğun düşünmemiz olmazdı yani. Bu son derece faydalı oluyor yani. Çok güzel sonuçlara sebep oluyor. O bakımdan da teşekkür etmek lazım. Şimdi vesile mutlaka her şey bir şeyin vesilesi oluyor. Ama Allah’la aramıza bir vasıta koyma manasında vesile bu caiz değil. Niye vasıta koymak caiz değil? Allah’ın bize yakınlığı ne kadar? Şah damarımızdan daha yakın. E şah damarından daha yakınsa şah damarı kadar bize yakın olan başkası var mı? E nereye koyacaksın? Şah damarınla senin aranda bir boşluk varsa oraya istediğini koy. Küçücük bir jileti koysan ne olursun? Ölür gidersin anında. İşte Allah’la kendi arana koyacağın her türlü vasıta ve vesile de senin dinini öldürür, senin dinini öldürür. Allah çünkü bizim içimizi de bilen o, melekler kalbimizde ne olduğunu bilmez ama Allah bilir. Peygamberler insanların kalbinde ne olduğunu bilmez ama Allah bilir. Onun için ayette ne diyor? Medine ehlinden münafıklarla esteuzubillah“ve minehlilmedınetimeradualen nifakı la ta’lemühüm” (Tevbe 9/101)Medine halkından münafıklık konusunda öyle dirençli insanlar vardır ki sen onları bilmezsin, diyor peygamberimize onu biz biliriz. Yani o eğitimde dirençli olan münafıkları peygamberimiz dört dörtlük Müslüman zannediyor. Kalbini bilse öyle der mi? E iyi ya onu Allah bilir. Dolayısıyla Allah’la bizim aramıza bir vasıta koyamayız çünkü bize Allah’tan daha yakın olan hiçbir varlık yok. Yani orada vesile Allah’la aramıza vesile koymaktır yanlış olan. Yoksa birbirimizle elbette ki zaten hepimiz birbirimize vesileyiz. “vebteğuileyhilvesılete” (Maide 5/35)ayeti kerimesi var; onu birçok kimse böyle şey yapıyor aynen az önce okuduğumuz ilafv gibi kelimenin bağlantılarını hiç düşünmeden anlam veriliyor. İşte Allah’a götürecek bir vesile arayayım derken, aracılar, tefeciler falan bir sürü şeyler koyuyorlar. Oradaki el vesile’nin ne olduğunu ayetler sık sık tekrarlıyor. Ne diyor mesela? (01.21)İnanmak, salih amel yapmak, namaz kılmak, zekât vermek işte bunları Kurân-ı Kerîm sık sık tekrarlıyor. Bu vesileler bunlardır. Bunlardan hiçbir tam aleyhine yüzlerce ayet olmasına rağmen, araya birisini sokuşturuyorlar, bu bize için vesile olacak diye. Peki, ona kim vesile olacak? Ve dinden uzaklaştırıyorlar kendilerini. Yani Allah’la ilişkilerini koparıyorlar.
Yatarken cünüp yatmıyoruz, ölümün ne zaman geleceği belli olmaz. Önemli değil, ölsen nasıl olsa yıkayacaklar fazla mühim değil. Cünüplükten temizlenmek uyumak için değildir, sadece namaz kılmak içindir.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in bazı hadislerinde sağ tarafınıza yatın ve abdestsiz yatağa girmeyin hadisleri var. Abdestsiz yatağa girmeyin hadisini hiç gördünüz mü? Var mı yani yatağa abdestsiz girme. Ben hatırlamıyorum. Benim sormak istediğim şu; namaza abdest alma yerine teyemmüm yaparak yatarsak olur mu? Hiç abdest almana gerek yok kiyatabilirsin. Yatağa yattığımız zaman ezberden Tebarekeve secde okuyorum, sonra da sol tarafımıza dönüyorum, yanlış mıdır?Hiçbir zararı yok okuyabilirsin.
Hüseyin Ünal Fethiye’den bir uyarıda bulunmuş.Diyor ki akşam Flash TV’de Cübbeli Ahmet hoca sizin içinVehhabi’dendaha kötü dedi. Lütfen o kanalda ona cevap verin. Allah sizden razı olsun. Allah sizden de razı olsun. Yazsın, yazsın okuyalım. Şimdi sen uydurma da olsa bir hadis bulamamıştın değil mi? Yok ne yapalım olsa dükkân senin yok. Hadis var dememiş, kitap yazacağım demiş. Neyse buradan bir dün akşam Cübbeli’nin bir konuşmasının bir kısmını ben dinledim. Önce şurayı bir okuyayım. Evet,Vehhabi’dendaha kötü dedi. Ben o kısmı dinledim yani orada. Yalnız şey yaptı yani orada hiçbir şeye benzetemedi. Vehhabi desek Vehhabi değil, Selef-i desek Selef-i değil bilmem şu.Şimdi hepsinden de var diyor ondan sonra ne diyor kendisine yeni bir rol biçiyor gibi bir ifade kullanmış. Ki o tespit doğru ben bunların hiçbirinden de değilim ben Müslümanımelhamdülillah. Ben bir Müslümanım ve bu Allah’ın vermiş olduğu bir isimdir. Başka bir isme de ihtiyacımız yok. Şimdi dün akşam şeye televizyona telefon ettim, canlı yayında katılayım diye çünkü geç çıkmıştım eve saat on bir sıralarıydı. Onlar tamam dediler sonra telefon ettiler ya hocam vakit bitmiş, onun için haftaya sizinle mutlakabağlantı yapacağız. Haftaya bağlantı yapılacak, sizin sorunuza gelince dün akşam Cübbeli orada söyledi. İşte Mahmut Efendinin de olduğu bir toplantıda Cübbeli vardı.Bin dokuz yüz doksanlı yılların başında bizim şeyde vardır tarih “Tarikatçılığa Bakış” kitabında tarihi vardır. O sıra ben İstanbul’da Süleymaniye de vaaz ediyordum. Bunların çıkarttıkları bir tefsiri getirdiler bana, tefsiri okudum, şok oldum. Ki ben o zamana kadar hakikaten tarikatla, tasavvufla ilgili bir şey bilmiyordum. Bir o bir de İskender Paşa’da yayınlanan kitaplar. O zaman bunlar o cemaatte bir Bayram BayramAli Karamustafaoğlu diye bir hoca vardıdır, onların fetva hocalarındandır. O bana sık sık fetva sormaya gelirdi. Yani işin içinden çıkamadığı konuları gelir bana sorardı, o zamanlarİstanbul Müftülüğündeyken. E bende böyle bir altı yedi sayfalık bir yazı hazırladım, ona verdim dedim ki ya bu sizin kitaplarda bir acayip bir şey anlayamadığım şeyler görüyorum, şuna bir bakın da bir görüşelim. Onlarda işte bir iki ay üzerinde çalıştılar, iki üç ay çalıştılar üzerinde ondan sonra beni çağırdılar, gittim işte Mahmut efendinin odasında İsmailağa da. Cübbeli Ahmet orada vardı, şey Ahmet Vanlıoğlu vardı, Abdullah Ustaosmanoğlu vardı. Ondan sonra Hızır Hoca vardı rahmetli. Böyle Bayram Ali Karamustafaoğlu vardı. O şeyde öldürülen Bayram Ali Öztürk vardı. Şimdi orada onlarla uzunca bir konuşma yaptık.
Ve o konuşmaları “Kuran Işığında TarikatçılığaBakış” kitabında yayınladık. Siz o kitabı alın, götürün oğlunuzu verin. Okumazsa okumasın ne yapalım. Şimdi bu o yani Cübbeli Ahmet’inde olduğu bir şey dün akşam televizyonda söyledi yani bu toplantıdan bahsetti dün akşam televizyonda Cübbeli Ahmet. Dedi ki işte Mahmut efendiye geldi dedi. Bu dedi AbdülkâdirGeylânî’nin tasavvufuna bile inanmaz dedi. Şeyin büyükler öldüğü zaman ruhları kınından çıkmış kılıç gibi esas işi o zaman görüyorlarmış.O zaman Mahmut efendi bana şunu söylemişti o kitapta vardır; sen dedi AbdülkâdirGeylânî’ye inanıyor musun? Dedi. Dedim imanın kaçıncı şartı? Ben kitaplarda böyle bir şey görmüyorum dedim. Yani imanın şartlarından birisi de o mu dedim. Dedi sen AbdülkâdirGeylânî’ye inanmıyorsan, bizim senle yapacağımız hiçbir şey yoktur dedi. Abdülkadir Geylani demiştir ki dün akşam Arapça bir şeyler de okudu orada ama başka bir şey okudu o manayı verdi. (01.28)Müridim ister doğuda ister batıda olsun nereye giderse, nerede olursa olsun ben onun imdadına yetişirim. İşte biz böyle bir şeyhin müridiyiz dedi. Bizim her yerde, biz inanıyoruz ki dedi Allah ile bizim aramızda Evliyâ‘yızan ve Meşayih–i Kirâm bir bağ vardır. Onlardan istiâne de bulunur, İstimdad ederiz.İstiâne,İstimdad.Ve Kuran için Fatiha suresinde ”iyyakenesteıyn” (Fatiha 1/5) diyoruz ya ya rabbi yalnız senden yardım dileriz. Ben de onlara dedim ki orada o zaman bende size bir şey tavsiye edeyim, namaz kılarken Fatiha okuyorsunuz ya ”İyyakena’büdü ve iyyakenesteıyn” (Fatiha 1/5) ayetini bundan sonra okumayın dedim orayı atlayındedim.
Şimdi yani bu kendilerinin de kabul ettiği görüşmeler şeydir karşılıklı konuşma şeklindedir ve çok kolay okunur o, siz de okursunuz yani bir çocukta okur. E mesela şu ana kadar o kitaba herhangi bir karşılık vermediler. Bu görüşme olmadı da diyemediler. Evet, Allah nasip ederse haftaya Flash TV’de Cenab-ı Hakömür verirse, televizyon şey telefonla katılmak suretiyle, onun programına evet cevaplar vermiş olacağız. Hüseyin Ünal bey, Fethiye’densoran kardeşimiz bunu bilmiş olsun. Belki Flash TV bunun reklamını da yapabilir bilmiyorum. Şimdi televizyonlar reytingi çok severler ya. Cuma günü ben saat on bir de çıktım eve konuşuyordu yani. Kaçta başlıyorsa e tekrarlarına katılma olmaz, dinlemek için olabilir evet, doğru.
Hamdi Özdemir İstanbul’dan sormuş. Diyor ki benim sorum yeni araçlara adanan kurbanlarla ilgili. Kişinin adağı var ve arabasını alınca bu adağını yerine getiriyor. Kurbanını kesiyor ve kanını plaka ve jantlara sürüyor. Bunun dinimizdeki yeri nedir? Bunun dinimizdeki yeri plaka ve jantların kirlenmesidir. Ama arabada namaz kılmadıkları için, çirkin görünmesi dışında bir şey bir zararı olmaz. Namaz kılacak olsaydı arabalar, o kanla namaz kılamazlardı.Kan, akan kan necistir, pistir. Bunu herhangi bir yere sürmenin bizim dinimizle uzaktan yakından bir alakası yoktur.
Başka soru var mı? Ha söyle. Ha onu haftaya inşallah şey yapacağız. Yani haftaya o açıklamaları yaptıktan sonra inşallah sen gene gelirsen bu hatırlatmayı yap olur mu? Onun için şimdi o ayeti okumadım. Onun maksimum limitiolmaz. Senin(01.32)başka olur, öbürünün ki başka olur. Hayır, yani sizin temel ihtiyacınız. Mesela sen şimdi tabip olarak bir muayenehane açarsın, belki bir başkası için büyük bir servet denen denecek bir malı harcarsın, senin (01.32)dir o. Tamam mı? Evet öğretmen için… Senin adın neydi? Bak Ozan şimdi ben tekrarlayayım senin dediğini yanlış tekrarlarsam söyle, düzelt yani tamam mı? Çünkü canlı olarak dinleyen kardeşlerimiz var. Ev alacaksın, araba alacaksın İhsan Eliaçık diyor ki biriktirebilirsin. Değil mi? Öyle dedi, başka? Başka ne dedi? Toplumun ihtiyaç halinde olup olmaması bizi ilgilendirmiyor. O ayete mana verilince ona muhatap olanlar ilgilenir, o bizim isterse toplumun yüzde doksan dokuz nokta dokuzu olsun. Kendine gitmiyor mu o mal. Bak böyle bir ilmi mantık olmaz Ozan. Böyle bir mantık olmaz. Şimdi o işin o kısmı ayrı ayrı. Doğru doğru. Tamam, o kısımda söylediklerine bir şey demiyorum onlar tamam da şimdi İhsan Hocanın senin naklettiğin sözlerine göre yok yoksenin gidip sormuş olman çok güzel yani iyi ki sormuşsun. Ama şimdi ayeti kerimeye mana veriyorsa, bu defa kendiliğinden orda birtakım istisnalar ortaya koyamaz, kendisini şari yerine koymuş olur. Böyle bir şey olmaz yani. Buna hakkı hiç kimsenin hakkı yok. Yani kendisini Allah’ın yerine koymuş olur. İşte fazlasını harcayın diye anlam verirse işte sen ev için para biriktiriyorsun, öbürküsü de fabrika için biriktirir. Mustafa Bey de hastane kurmak için biriktirir değil mi? Kardeşim ihtiyacın sınırı mı var.
Bak şimdi ben sana söyleyeyim; ben tabii bir rahmetli babam tüccardı. Ben şunu gördüm ki fakir fukaranın ihtiyacı çok azdır. Yiyeceği içeceği ama tüccarın ihtiyacı çok fazladır, bitmez. Para ne kadar çok gelirse, ihtiyaç öyle kat kat artar. Şimdi dolayısıyla ihtiyaç ne demek? Artan ifadesinin bir zaptı raptı lazım. Şimdi siz orada bir ifade kullanıyorsunuz sonra sen kafana göre istisnalar ortaya koyuyorsun bu olmaz. Bu Allah’ın dinidir. Biz kendi kafamıza göre yapamayız. Eefendim benim hedefim üsttekiler. O zaman sen Kurân’ı kullanarak itibar elde etmek ya da bazı kimseleri arkana almak istiyorsun.
Kurân-ı Kerîm böyle bir kitap değildir hiç kusura bakmayın. Kurân-ı Kerîm kimseye rant sağlayan bir kitap değildir. O Allah’ın kitabıdır, burada ne yazıyorsa ona uyarsın. O tür açıklamalar, hani özrü kabahatinden büyük derler ya yaptığı hata az önce ben o konuşurken ne dedim? İyi ki bu cümleyi kullandı işte bizim bu konularda araştırma yapmamıza sebep oldu. Ama şu söylediğin şeyi eğer söylemişse ona hiçbir şekilde teşekkür meşekkür edilmez. Bu işten derhal vazgeçsin, derhal vazgeçip, öyle kendisini Allah’ın yerine koymasın denir, başka bir şey söylenmez. Evet.