Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Enam Suresini anlamaya devam ediyoruz. 56. Ayette itibaren okuyacağız. İnşallah zamanımız eterli olur. 59. Ayete kadar okuyabiliriz. Geçen hafta okuyalım demiştik ama oraya sıra gelmemişti. Burada Allahu Teala nebimize şöyle emir veriyor. “Gul innî nuhîtu en ağbudellezîne ted’ûne min dûnillâh” “De ki Allah ile aranıza koyup yardıma çağırdıklarınıza kulluk etmek bana yasaklandı.” “gul lâ ettebiu ehvâekum” “De ki ben sizin hevanıza uymam.” Yani kendi arzularınıza göre, kendi kafanızdan söylediğiniz şeylere uymam. “gad daleltu izev ve mâ ene minel muhtedîn” “Eğer uyarsam bende sapıtmış olurum. Doğru yolda olanlardan olmam.” (Enam 56)
“Gul innî alâ beyyinetim mir rabbî ve kezzebtum bih” “De ki benim rabbim tarafından gösterilen açık seçik net bir yol üzerindeyim. Ama siz buna karşılık yalan söylediniz.” Yalan söylüyorsunuz. “mâ ındî mâ testağcilûne bih” “Sizin acele ettiğiniz şey benim yanımda değil.” Siz Allah’ın cezasını istiyorsunuz ama onu vermek benim elimde değil. “inil hukmu illâ lillâh” “Hüküm sadece Allah’a aittir.” Kararı o verir. Bir şey yapacaksa o yapar. Ben yapamam. “yegussul hagga” “Allahu Teala bütünüyle gerçeği ortaya koyar, anlatır.” “ve huve hayrul fâsılîn” “O, doğruyla yanlışı en iyi şekilde ayırandır.” (Enam 57) En iyi o ayırır.
“Gul lev enne ındî mâ testağcilûne bihî” “Sizin acele ettiğiniz şey benim yanımda olsa” “legudıyel emru beynî ve beynekum” “Benimle sizin aranızdaki iş bitirilirdi.” Benim elimde olsaydı bitirilirdi. Yani ben size hak ettiğiniz cezanın verilmesini sağlardım. Verirdim. Siz cezayı hak ettiniz. Ama Allahu Teala merhametinden dolayı vermiyor. “vallâhu ağlemu biz zâlimîn” “Yanlış yapanların kim olduğunu Allah en iyi bilir.” (Enam 58) Burada zalim kelimesi geçiyor. Arap dilinde zalim 4:37 4:39 sn. arası anlaşılmıyor. diye tarif edilir. Yani bir şeyi yanlış yapma anlamında kullanılır. Dolayısıyla Allah kimin doğru kimin yanlış yaptığını en iyi bilendir.
Şimdi tekrar şey yapalım. Ayetin başına gelelim. “Gul innî nuhîtu en ağbudellezîne ted’ûne min dûnillâh” “Allah ile aranıza koyarak yardıma çağırdıklarınıza kulluk etmek bana yasaklandı.” (Enam 56) Şimdi “min dunillah”… dun aşağısı demek. Allah’tan aşağıda, insandan yukarıda… Allah ile insan arasında bir yer… Biliyorsunuz müşrikler Allah’ı ikinci sıraya koyan kimselerdir. Müşrik demek ne demektir? Ortak koşan, ortak sayan demektir. Kime ortak? Allah’a… Allah’a inanmayan bir insan Allah’a ortak koşabilir mi? Zaten Allah’ın var ve bir olduğunu kabul etmeyen hiçbir insan yeryüzünde yoktur. Varlığını da bilirler. Birliğini de bilirler. Ama mümin ile kafir arasındaki fark; Allah senin hayatında kaçıncı sırada yer alıyor? Eğer insanlar sıkışırlarsa Allah daima birinci sıradadır. Yeryüzünde herkes çok iyi bilir ki Allah her zaman vardır, her yerde vardır. Kimden öğreniyor bunu? Kimseden öğrenmesine lüzum yok. Tabiatı gözlemlemesi ile kendi öğreniyor. Tabiattaki ayetleri okuyarak kendisi öğreniyor. Bunu herkes bilir. Ama zor olan Allah’a teslim olabilmektir. Allah ne diyorsa o diyebilmektir. Bu çok zor bir şeydir. Allah’a tevekkül edebilmektir. Yani tamamen Allah’ın emrine girebilmektir. Onun için mesela birisine “kardeşim Allah içkiyi yasaklamış. Sen içiyorsun” dersiniz. “Ya biliyorum haram ama inşallah bırakacağım” der. İnşallahı, maşallahı yok. Bırakacağım değil. Hemen bırakacaksın. Namaz Allah’ın emri biliyorum. Kılarım. Hemen kılacaksın. Bir saniye sonrasına senin bir güvenin var mı? Derhal… Allah ile aranıza herhangi bir şeyi koyup onu yardıma çağırmayacaksınız. Müşrikler Allah ile aralarına neyi koymuşlardır? Melekleri değil mi? Aslında meleklerin bu işten hiç haberleri yok. Allah ile araya koydukları melekleri de kullanan insanlardır. Mesela bugün kilise İsa’yı (a.s) kullanır. Meryem validemizi kullanır. İşte kutsal ruh diyerek Cebrail’i (a.s) kullanır. Bunların hangisinin bu işle ilgisi var? Ama kilise gelin bana ibadet edin dese sende kimsin derler. Ama İsa’nın şahsı manevisi… Kiliselerde vardır. Bu şahsı manevi kelimesini hep duyarsınız. Yani manevi kişiliği ile kilisede vardır. Ondan sonra kilise İsa’nın şahsı manevisidir deyip de insanlara inandırınca artık sen kendini Allah ile kulun arasına koymuş olursun. Ama insanlara kendini değil İsa’yı koymuş gibi gösterirsin. Dolayısıyla Allah’a kendini ortak gösteren insanlar kendi kimliklerini gizleyerek başka şeyler kullanırlar. Dolayısıyla dinden menfaat sağlamak isteyen insanların hepsi dini bozar ama kendisinin bozduğunu asla söylemez. Birilerine mal eder. Şimdi Allahu Teala Resulullah’a emrediyor. “Sizin Allah ile aranıza koyarak ibadet ettiğiniz şeylere benim kulluk etmem yasaklandı.” (Enam 56) Bir yardım istemek var. Bir de kulluk var. Kulluk… Allah’a kul oluyorsunuz. Kul olmak nedir? Allah ne diyorsa o… Kul olmak odur. Allah ile araya bir şeyler koyanlar… Tamam, amenna ve saddakna ama… Mesela bir kabirin başına gidersiniz. Bakarsınız ki adamlar orada kabirden bir şeyler istiyor. Kardeşim ölen kişi seni nasıl duysun? Allah duyuramaz mı? Peki, ölmüş kişinin kendisine faydası yok ki sana faydası olsun. Ya bunlar Allah katında daha değerli, Allah bunların şeyini şey yapar… Yani ne yapıyor? Allah’a baskı kurmaya çalışıyor. İşte İsa (a.s) vasıtasıyla bana yardım et. Hıristiyanlar şöyle derler. “İsa aracılığıyla Allah’a ulaşmak isteyenlere Allah kesinlikle yardım eder” diyorlar. Allah’ın böyle bir garantisi var mı? Böyle bir şey yok. Kesinlikle İsa (a.s) böyle bir şey dememiştir. İşte o araya koydukları şeye kulluk ediyorlar ama aslında ona değil, kiliseye kulluk ediyorlar. Mesela tarikatlar Allah ile kendilerinin arasına mutlaka bir tarikat büyüğünü koyarlar. İnsanları ona kul ederler. Ama aslında orada kulluk tarikat şeyhine ve tarikatın halifelerine yapılır. Ama onu yapanlar zanneder ki o büyük zata kulluk ediyorum. Peki, o insana desen ki o nereden biliyor? Allah bildiremez mi der. Hep Allah’ı kullanır. İşte o Allah’ın yanında… Ya kardeşim Allah sana nasıl yakın? Şah damarından daha yakın… Peki, şah damarından daha yakınsa… Öyle derler yani…. Allah rahmet etsin. Abdülhamit Hocanın yaptığı çalışmalarla onun şah damarı değil, sinir uçları manasına… Hadi şah damarı diyelim. Tamam, şah damarı nedir? Boğazımda… Peki, şah damarım ile benim arama girecek şey beni ne yapar? Öldürür. Yaşama şansım var mı? Şah damarıyla arama çok ince bir jilet sokuştursak ne olur? Anında ölürüm değil mi? Kardeşim madem Allah sana şah damarından daha yakın bunu niye araya sokuşturuyorsun? İşte nedir? Bütün mesele bir grup oluşturmak, orada bir menfaat birlikteliği oluşturmaktır. Böyle dünyalık arzusudur. Onun için Enam Suresinden daha önce okuduğumuz ayetlere bakın. 40. Ayette Allahu Teala şöyle diyor. “Gul eraeytekum” Onlardan her birine “sen kendinize baktın mı” diyor. Yani sen kendi içindeki gruba bak. “eraeyte” “sen gördün mü” “kum” “sizi” Yani sen tek başına gözlemle… Grup içerisindeki arkadaşlarına da bir bak bakalım. Mensup olduğun tarikattaki insanlara… Ya da kilisedeki kişilere… Ya da işte Budistlerde de var. Allah yolundan çıkanların hepsi böyle yapar. Hep Allah ile araya bir şeyi koyar. “in etâkum azâbullâhi” “size Allah’ın azabı gelse…” Mesela gemi denizde iyice sarsılıyor. Batmak üzere… Ya da bir sel geldi. Ya da bir deprem oldu. “ev etetkumus sâatu” “ya da o saat gelse…” Buna ölüm saati de denir. Yani sizin ölüm saatinizde gelse… Ölümle yüz yüze gelseniz… “eğayrallâhi ted’ûn” “Allah’tan başkasını mı yardıma çağırıyorsunuz?” “in kuntum sadigîn” “Eğer iddianızda haklıysanız söyleyin.” (Enam 40) İnternette o kayıtlar vardır. Birkaç kere söylemiştim. Tekrar söyleyeyim. Bugünlerde işte Türkiye’de ateist olarak en çok tanınan kişilerden Celal ŞENGÖR, onunla beraber televizyondaydık. Ali KIRCA moderatörlük yapıyordu. Bu Allah’a inanmadığını söylemeye çalışıyor. Bende senin Allah’a inanmadığına inanmam diyordum. Allah’ın varlığını, birliğini bilmeyen yok. Ali KIRCA programın sonunda ona şöyle demişti. Ya sen bir deprem Profesörüsün, İstanbul’da ne zaman deprem olacak, söyler misin dedi. Allah bilir dedi. Hani… Niye Allah bilir dedin? Sen biliyorsun ki yalan söylüyorsun. Oradan bir menfaat bekliyorsun. Etrafına bir takım insanları toplamak istiyorsun. Ondan sonra Ali KIRCA şunu söyledi. Bir deprem olduğu zaman sen, ben kendisine ateist diyen arkadaşların hepsi Allah, Allah diyerek dışarı kaçmıyor muyuz dedi. Orada sesini çıkarmadı. Şimdi buradan dikkat edin. Daha önce yaptığımız derslerde vardı. Bütün kafirler neydi? Yalancı ve müşrikti. Yalancıydı. Çünkü kafir neydi? Örten değil mi? Olmayan şeyin üstü örtülür mü? Yani kalbinden onların doğru olduğunu gayet iyi biliyor. Hesabına gelmediği için üstünü örtüyor. Ne yapmış oluyor? Kendi hevasına uyuyor, arzularına uyuyor. Doğrulara değil. Burada da Allahu Teala şöyle diyor. “Gul” “Ya Muhammed onlara şunu söyle” “innî nuhîtu en ağbudellezîne ted’ûne min dûnillâh” “Sizin Allah ile kendi aranıza koyduklarınıza kulluk etmek bana yasaklanmıştır.” (Enam 56) Bakın burada bir ibadet kelimesi var. Bir de dua kelimesi var. Bizim şeyde… Gerçekten son zamanlarda iyice artık kesin kanaat getirmeye başladım. İslam Aleminde çok büyük bir proje uygulanmış. Şirkle ilgili bütün ayetlerin üstü örtülmüş. Ve Müslümanlar şirkin ne olduğunu bilmez hale gelmişlerdir. Bilmezler yani… Şimdi burada Rusya’dan gelen bir genç var. İyi de Arapça biliyor. Maşallah. Mesela sen gençsin. Bir araştır bak. Mısır’da üniversiteyi bitiriyor. Hocalarına da sor. Şirk nedir diye sor bakayım. Bakalım doğru bilen bir tane bulabilecek misin? Ya da kitaplara bak. Hiç şirki doğru dürüst tarif eden bir tane kitap bulabilir misin? Çünkü hep üstünü kapatmışlardır. İnsanlar neden böyle araya aracı koyma ihtiyacı duyuyor? Bir takım işlerini görebilmek için… Ben bu tarikat içerisinde oldum. Müşteri geliyor. Arada dostluğumuz var. Şu var. Bu var. Ben bunları nasıl bırakacağım diyor. Etrafınızda hiç insan kalmayacak. Şuradan kaçacaklar. Buradan kaçacaklar. Tabi canım… Allah seni imtihan edecek. Sen Allah’a güveniyor musun, güvenmiyor musun? Öyle noktalara gelecek ki her şey bitecek. Bir tek Cenabı Hak ile baş başa kalacaksın. Ama orada yine de bağlılığını devam ettireceksin. Asla bozulmayacaksın. Burada şöyle diyor. Diyanetin mealine bakın. Aslında bu meal Diyanete ait değil. Tefsirlere falan bakın. Doğru meal veren içlerinde çok azdır. Tamamı böyledir. Bakın şimdi size okuyorum. “De ki: “Sizin, Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeylere ibadet etmem bana kesinlikle yasaklandı.” (Diyanet Meali, Enam 56) Bakın duaya da ibadet dedi, ibadete de ibadet dedi. İki ayrı kelimeyi tek bir manayla tercüme etti. Hâlbuki bakın. Mesela Eyup Sultan’a gidenler ne için giderler? İmtihan döneminde imtihanı kazanmak için giderler. Bu dua değil mi? Peki o duanın kabul olması için ne yapar? Oraya adakta bulunur. Kabul edecek o ya… Yani önce ona kulluk ederler. Gider onun başına boynunu eğer. Hatta bazıları secde de ediyor. Geçende bir arkadaş Hatay’da kabristandan görüntüler göndermiş. Ben Müslümanım diyenler resmen secde ediyorlar. Bende bir keresinde Erzurum’dayken… Şehre yakın olan bir köy vardı. Orada yunus Emre’nin kabrinin olduğu yerlerden bir tanesiydi. Oraya bir gideyim dedim. Talebeyken gitmiştim. Yani üniversitede talebeydim. Oraya gittim. Baktım ki tepede bir şey var. Kadınlar onun etrafındaydı. Ne yapıyorsunuz dedim. Tavaf ediyoruz dedi. Niye? İşte bu falan hazretleri dediler. Yedi kere dönerek ondan bir şey istiyorlarmış. Yedi kere dönmek… Kabe’nin etrafında yedi kere niçin dönüyoruz? İbadet etmek için… İbadetin arkasından da bir şey istiyorlar. Önce ibadet yapıyorlar, kulluk yapıyorlar. Sonra… Mesela tarikatlara gidin. Şeyhlerinin yanına giderken yüzüne bakmaz kafayı eğer. Böyle sürünerek giderler. Ya da dört elli hayvanlar gibi giderler. Niye önce ibadet ediyor. Arkasından ondan bir şey beklerler. O, onun için yapılıyor. Siz bu ikisini kaldırdınız mı? Mesela Mahmut Efendi bana, biz insanlara ibadet edin demiyoruz ki demişti. Bu iki kavramı değiştiriyorsunuz. Namaz kılmak, oruç tutmak gibi anlaşılıyor. Ondan sonra bize şey yapın. Kardeşim ibadet ne demek? Allahu Teala namaz kıl diyor. Kılayım ama şöyle olsun. Sen dört rekat diyorsun, ben üç rekat yeter desem adam ibadet etmiş olur mu? İbadette itiraz yok. Peki, tarikatlarda şeyhe itiraz var mı? Onlar ne derler? Şeyhin karşısında mürid ne gibi olur? Ölü gibi… Peki, ibadet etmeden de daha ileri değil mi? Sen namaz kılarken diri diri kılıyorsun. O sen ölü gibi… İster asar, ister keser. İşte bu bir ibadettir. Peki, niye öyle? Bir isteğin var, bir beklentin var. Peki, sen ikisine de ibadet dersen herhangi bir tarikat mensubu bu ayeti okuduğu zaman kendisinin yanlış yaptığını anlayabilir mi? Hiç mümkün mü? Ama İslam Alemi gerçekten tam anlamıyla bitirilmiştir. Kuranı Kerim’in en temel haram dediği şirk konusu kelam kitaplarının konusu bile değildir. Kelam, yani İslam inancını anlatan kitaplar… Akaid kitapları… Orada konu başlığı olarak yoktur. Peki, ne vardır? İsbatı Vacip… Allah’ın varlığını ispat… Tevbestağfirillah… Bana niye kızıyorsun diyorlar. Nasıl kızılmaz bu adamlara? Siz ne biçim İslam alimisiniz ya? Yeryüzünde Allah’ın ispata kimin ihtiyacı var? Rusya’dan gelen arkadaşlara tabi konuşamayacak. Ben söyleyeyim bakın. Siz ateizm döneminde yaşadınız değil mi? Peki, size ateizm dersini veren hocalar Allah’ın yokluğuna inanıyor muydu? Kesinlikle değil. Bana onlardan birkaç tanesi şunu söyledi. Orada ateizm dersi verir. Gelip gece sabaha kadar ya rabbi bizi affet diye tevbe ederdik dedi. O dersi verenler söylediler. Bir gün Kremlin Sarayını geziyoruz. Gezdiren rehber orada anlatıyor. Orada üç tane kilise olması lazım. Orada dolaşıyoruz. Yani üç tane hatırlıyorum. Rehber şöyle dedi. “Herkes bizim Rusya Devlet Başkanlarını dinsiz zanneder. Bakın bunların hepsi Hıristiyandır. Şu ibadethaneye gelir. İbadetlerini yaparlardı” falan filan… Sen onu bana anlatma ben biliyorum dedim. Kendisini dindar saymayan bir tek insan yeryüzünde yoktur. 1- Hangi dinin dindarısın diye sormak lazım. 2- Allah senin hayatında kaçıncı sıradadır diye sormak lazım. Allah senin hayatında birinci sıradaysa “İyyake nağbudu ve iyyake nesteîn” “Ya rabbi kulluğu yalnız sana yapar. Yardımı yalnız senden isteriz” (Fatiha 5) dersin. Bitti. Peki, bu kaç kişinin başardığı bir şeydir? İnsanlar başlarına bir sıkıntı geldiği zaman feryadı basmıyor mu? Uyy. Ya ne oluyor? Kardeşim senin başına sıkıntı gelmezse Allah’tan başkasından yardım istemediğin nereden ortaya çıkacak? Çıkar mı? Tabii ki çok zor durumda olacaksın. Tabi ki bütün imkanlar kesilecek. Ama Cenabı Hakkın emrine odaklanacaksın. Allah’a odaklanıp tatavvuda bulunacaksın. Yalvaracaksın. Ya rabbi bana yardım et. Boyun eğeceksin falan… Allah da sana yardım edecek.
Hele dun kelimesi… “min dunillah”… Bu dun kelimesinin Arapça manasını bile tefsirler bozmuştur. Yani Allah yukarıda… Allah yukarıda ise benden uzak değil mi? Ben aşağıdayım. Arada boşluk var. İşte min dunillah o aradaki boşluktur. Allah’ın aşağısı, insanın yukarısı… Enes Hocaya bu dun kelimesine doğru mana veren bir tefsir bulabilir misin, bir araştır demiştim. Bulamadı. Niye? Doğru mana verirse şirk ortaya çıkacak. Kendilerinin de müşrik olduğu ortaya çıkacak. Onun için vermiyorlar. Çünkü Allah’ın kitabına kendi kafalarına göre anlam veriyorlar. Bakın şuradan tekrar okuyayım. Dikkatle dinleyin. “De ki sizin Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeyler” (Diyanet Meali, Enam 56) Burada dun kelimesi başka demek mi? Min dunillah… Allah ile aranıza koyduğunuz şey… Zümer Suresinin 3. Ayetinde Allahu Teala onları anlatır. “mâ nağbuduhum” “Araya koyduklarımıza ibadet etmiyoruz.” “illâ liyugarribûnâ ilallâhi zulfâ” “bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” (Zümer 3) O tarikatları bilirsiniz. Tarikat şeyhleri için ne derler? Bu beyefendi bizi Allah’a daha çok yaklaştıracak demezler mi? İşte Mekkeli müşriklerde bunun için yapıyordu. Hıristiyanlara da bakın aynısını yapıyorlar. Ve bu uluslar arası çok büyük bir projedir. Bir doktora öğrencim vardı. Bugünlerde profesör olacak. Kitaplara çok düşkün birisidir. Kütüphaneye gidip araştırmalar yapar. O düşkünlüğünden dolayı Rum Patrikhanesinin kütüphanesine gitmiş. Bir Papaz yaklaşmış. Ne yapıyorsun demiş. Araştırıyorum demiş. Neden demiş. Doktora yapıyorum demiş. Hangi konuda demiş. İslam Hukuku… Gel tasavvuf konusunda doktora yap. Sana biz maddi destek verelim demiş. Çünkü tasavvuf ile kilisenin hiç farkı yok ki… Hiçbir farkı yok. Yani yapı aynı, sadece isim değişiyor.
“Gul innî alâ beyyinetim mir rabbî ve kezzebtum bih” “Ben rabbimden açık bir belge üzereyim.” (Enam 57) Hepiniz biliyorsunuz. Hani az önce okudum ya… Allah ile aranıza koyduğunuz şeyler… Yine Enam Suresinin 40. Ayetini okuyayım. “Gul eraeytekum in etâkum azâbullâhi ev etetkumus sâatu eğayrallâhi ted’ûn” “De ki Allah’ın azabı gelse ya da o saat (ölüm saati) gelse Allah’tan başkasından mı yardım istiyorsunuz?” “in kuntum sadigîn” “Haklıysanız söyleyin bakalım.” (Enam 40) “Bel iyyâhu ted’ûne” “Yalnız Allah’tan istersiniz.” Yani iyyahu, iyyake diyoruz ya aynı kelime… Yalnız ondan istersiniz. Bilirsiniz ki başkası bir şey yapamaz. Peki, sıkıştığınız zaman ondan istiyorsunuz da niye normal durumda araya başka bir şey koyuyorsunuz? Bu bir yalancılık değil mi? “feyekşifu mâ ted’ûne ileyhi in şâe” “Eğer Allahu Tealanın tercihi o yöndeyse o sizin yardım istediğiniz şeyi kaldırır. Size yardım eder.” “ve tensevne mâ tuşrikûn” “Ortak koştuğunuzu tamamen unutursunuz.” (Enam 41) Bizim Servet’in hatırasını birkaç kere size anlatmıştım. Talebeyken bir tarikatın yurdunda kalıyordu. Orada birisi anlatıyormuş. Her defasında İzmir’den arabayla geliyorduk. Bir virajda araba yoldan çıktı. Yetiş ya gavs dedik. Yardıma çağırdık. Bizi kurtardı oradan falan… Sonra Servet orada hoca oldu. Aynı adam ile tekrar konuşuyoruz. Ya kardeşim İzmir’den geliyorduk. Falan yerdeki virajda araba yoldan çıktı. Ya rabbi bizi kurtar dedik. Elhamdülillah bizi kurtardı demiş. Servet, hani şimdiye kadar gavs kurtarıyordu. Şimdi Allah nereden çıktı demiş. Karıştırma, karıştırma demiş. Onu millete söylüyorlar. İnsanları kandıracaklar ya… Çünkü kendilerini ilah yapmanın başka yolu yok. Kendileri ilah olacak. Herkes aslında doğruları bilir. Bütün mesele dürüst davranmak, içi dışı bir davranmak… İçindeki ile dışındaki bir olacak. İşte onlara sadık denir. Canım bende biliyorum dediğin zaman olmaz. Kusura bakma. Öyle şey yok. Bu işin aması yok.
Şimdi Enam Suresi 59. Ayete geliyoruz. Allahu Teala şöyle diyor. “Ve ındehû mefâtihul ğaybi” “Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır.” (Enam 59) Gayb nedir? İnternete Abdülaziz BAYINDIR diye yazarsanız karşınıza ilk çıkacak şeyler nedir? Allah gaybı bilmez demişiz haşa… Bu insanlara hadi bir tane getirin diyoruz. Nerede demişiz? Yok, sen kiminle evleneceğini bilmez dedin. O da gaybdır. Bu Allah gaybı bilmez demektir diyorlar. Peki, gayb ne demek? Adaşım Abdülaziz Bey gaybı Diyanetin yayaınladığı İslam Ansiklopedisinden okusun. Gayba ne diyorlar?
Abdülaziz BEŞTOĞRAK: “Akıl ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen varlık alanı” demiş.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Varlık diyor. Doğru bir tarif… Mesela bekar birisi… Kiminle evleneceğine karar vermemiş diyelim. Orada evlenme olayı var mı? Yok. Ona gayb denir mi? Neymiş? Var olana gayb deniyor. Ama bizim bilmediğimiz… Şimdi senin içinde bir şey var. Bana söylemiyorsun. Benim için o nedir? Benim için gaybtır. Senin için değildir. Benim ayağımdaki ayakkabıların rengini söyleyin bakalım. Bilmiyorsunuz ki… Sizin için gayb… Ama benim için değil. Peki, mesela şu toprağın altında ne var? Şurada yürüyoruz. Altta ne var? Hepimiz için gayb değil mi? Peki, göklerde ne var? Yerde ne var? Şimdi şurada bugün, bizim vücudumuzun içerisindeki bütün ayrıntıları bilme imkânı var mı? Mesela kıyamet diye bir şey olacağını Cenabı Hak bize bildirdi mi? O zaman bildirdiğine göre o gayb mıdır? Değil. Cenneti bildiriyor. Cehennemi bildiriyor. Sadece ne zaman olacağını bilmiyoruz. O bizim için gaybtır. Zaten Allah bizi ondan da sorumlu tutmuyor. O zaman gayb ne demekmiş? Bizim hakkında bilgimiz olmayan bir şeymiş. Peki, Allah’ın bilgisinin olmaması düşünülebilir mi? Çünkü her şeyi yaratan odur. Peki, bu vesileyle şey yapalım. Allahu Teala şöyle diyor. “Hurrimet aleykum ummehâtukum ve benâtukum ve ehavâtukum ve ammâtukum ve hâlâtukum…” “Annelerinizle evlenmeniz, kızkardeşlerinizle evlenmeniz, kendi kızlarınızla evlenmeniz, teyzelerinizle evlenmeniz, halalarınızla evlenmeniz size haram kılındı.” (Nisa 23) Peki, önceden benim kiminle evleneceğim belliyse bunu değiştirme şansım var mı? Hayır. Peki, benim kiminle evleneceğim belliyse Allah’ın ayetinde “Ve in hıftum ellâ tugsitû fil yetâmâ” (Nisa 3) Yani yanınızda büyümüş yetim kızlar… Artık buluğa ermiş. Artık reşit. Onun sizin niyetinizden haberi yok. Ama mesela yanınızda yetişiyor. Malı mülkü var. Malı mülkü… Çocuk olduğu için babasından ya da anasından kalmış malına mülküne bakıyorsunuz. Bu kızı başkasıyla evlendirirsek bu mal elimizden çıkar gider. O zaman biz evlenelim de mal kalsın. Adamın sevgisi kıza değil, mala… Sevgisi mala ise bu kıza gereken değeri verir mi? Mümkün değil. İşte Allah burada onu söylüyor. Şöyle diyor. “Onlarla evlendiğiniz zaman onlara gereken değeri veremeyeceğinizden korkarsanız” “fenkihû mâ tâbe lekum minen nisâi” “hoşunuza giden kadınlarla evlenin.” (Nisa 3) Peki, öyle yaparsanız böyle evlenin diyorsa benim daha önceden kiminle evleneceğim belli mi? Bu benim sözüm mü? Allah’ın sözü… Ama bakın. İşte şirk içerisine batmış olanlar hep bu demagoji ile işi yürütürler. Allahu Teala buna Kuranı Kerim’de ivec der. Biz laf cambazlığı deriz. Türkçede laf cambazlığı deriz. Halk arasında sözü evirip çevirme, doğru söyle derler. Mesela bu sözü etrafa yayan kişi… İsmailağa cemaatinin çıkardığı Kuranı Kerim meali burada vardı. Ali İmran Suresi 142. Ayet… Bu ayeti okumuştu. “Em hasibtum en tedhulul cennete” “Siz cennete gireceğinizi mi hesap ettiniz?” “ve lemmâ yağlemillâhullezîne câhedû minkum” Uhud Savaşı ile ilgili olarak… “Allah henüz içinizde cihad edenleri bilmedi.” (Ali İmran 142) Bu kimin sözü? Benim sözüm mü? Onlarda meallerinde doğru mana vermişler. Ama ortaya çıkınca vay be nasıl büyük hata yapmışız dediler. Mesela Diyanetin mealinde ne diyor? “Yoksa siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden” (Diyanet Meali, Ali İmran 142) Bilmeye ayırt etme demiş. Ne değişti? Bir şey değişmedi. Ayırt etmek de gene bilme demek değil midir? Bakın bilmeden kelimesini kullanmıyorlar. Çünkü onların inandıkları kelam kitapları Kuran’a % 100 terstir. Kendileriyle çelişmemek için bu anlam saptırması yapılıyor. “Yoksa siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden” (Diyanet Meali, Ali İmran 142) Hâlbuki sabredenleri bilmeden olacak. Henüz bilmedi. Henüz cihad edenleri bilmedi. Nasıl cennete gireceksiniz? Deminde söyledim. Allah bizi imtihan edecek. Öyle noktayla yüz yüze geleceğiz ki… Mesela ticaret yapan insanlara bakarsınız. Gitti, her şey gitti derler. Gitsin. Hakikaten benim çok hoşuma giden hatıralarımdan bir tanesi… Bizim Kartal’da evimiz vardı. Hala devam eder. Müftülüğe gelmeden talebeyken Erzurum’da okuyorum. Arada sırada buraya geliyorum. Kadıköy’e gideceğim. Kadıköy minibüsüne binersem… Zannedersem ki şey… 150 kuruş mu verecektim. Öyle bir şey vardı. Ama yarım saat yol yürüyüp trene binersem 50 kuruştu. Trenin olduğu yere kadar bir minibüse binersem 25 kuruş verecektim. Oradan yarım saat yol yürüyorum. Bizim evlerin olduğu yerden cevizli durağına… Şöyle bir kendi kendime baktım. Ya rabbi dedim. Geçen sene olsaydı. Ben buradan giderken şuradan bir taksi parası falan filan hiçbir şey aklıma gelmezdi. Kaç lira araba… Al tamam derdim. Arabayı satın alıp giderdim. Taksi bile aklımdan geçmezdi. Ne ki yani? Ama bugün 25 kuruşun hesabını yapıyorum. Allah Allah şuraya bak diyorum. Kendi kendime bakıp böyle düşündüm. Ama o kadar hoşuma gitti ki… Bir olay aklıma geldi. Rahmetli babam bir arkadaşıyla konuşuyordu. Çok borçluyum, 3bin lira borcum var, nasıl ödeyeceğimi bilmiyorum diyordu. Bizim de 1960’lı yıllarda günlük ciromuz 100 bin liranın altına düşmüyor. Bende babama karşı ayıp olmasın diye dışarıya çıkıp güldüm. Şu adama bak, ayıp ya 3 bin lira için söylenir mi dedim. Sonra aklıma geldi ki biz yüksek maaş veriyoruz. En yüksek maaş alan adam 300 lira maaş alıyordu. Yani biz elimizdeki paraya bakıyoruz. Cenabı Hakkın o imtihanı gerçekten çok hoşuma gitmişti. Orada ya rabbi sana şükürler olsun dedim. Sana şükürler olsun, ben bunu görmeseydim hiçbir fakirin derdinden anlamazdım. Ben orada o adama güldüm. Çok ayıp dedim. Bak şimdi 25 kuruşun hesabını yapıyorum dedim. Cenabı Hak bizi bu imtihanlardan kesin geçirecek. Peki, şey ne oldu? Ali İmran Suresinde okuduğumuz ayetler… Müslümanlar ne yapıyordu orada? Öyle bir noktaya geldiler ki… Bakın sahabe… Resulullah’ın emrini tutmadılar. Ganimete heveslendiler. Ganimete heveslenince bunlar ganimetle meşgul olurken Halid bin Velid komutasındaki Mekkeliler hemen bir baskın yaptılar. Beklemedikleri anda baskın gelince hepsi dağa kaçtı. “İz tus’ıdûne” “dağa tırmanıyordunuz.” “ve lâ telvûne alâ ehadiv” “Hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz.” Sahabenin tamamı… Biri ikisi değil. Ebu Bekir, Ömer… Hepsi dahil. Dağa kaçıyorlar. “ver rasûlu yed’ûkum fî uhrâkum” Muhammed (a.s) tek başına… O da onun imtihanı… “Elçi arkadan sizi çağırıyor” (Ali İmran 153) Enfal Suresinde bir ayeti kerime vardır. “Onlarla karşılaştığınız zaman geriye kaçmayın diyor. Resulullah kesinlikle o ayeti okuyor. Çünkü resul sıfatıyla çağırması lazım. “Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ legîtumullezîne keferû zahfen felâ tuvellûhumul edbâr” “Kâfirlerle aniden karşılaştığınız zaman onlara sırtınızı dönmeyin.” (Enfal 15) Onlar dönmüş gidiyorlar. Ama Resulullah tek başına… Bakın bir tarafta Mekke ordusu var. Bir tarafta kaçanlar var. O tek başına kalmış. O da onun imtihanıdır. Hepimiz böyle imtihanlardan geçeceğiz. Bunu çok iyi bilelim. Başınıza böyle bir şey geldiği zaman bu nereden geldi demeyin. Sevineceksiniz. İyi elhamdülillah bak bu imtihan bunu kesin başarmalıyım diyeceksiniz.
Şimdi Enam Suresinden devam ediyoruz. “Ve ındehû mefâtihul ğaybi lâ yağlemuhâ illâ hû” “Bütün gaybın anahtarları onun elindedir. Onu ondan başkası bilmez.” (Enam 59) Peki, şimdi size bir şey söylüyorum. Kuranı Kerim’i açtığınız zaman hemen Bakara Suresinde okuyorsunuz. “Elif lâm mîm. Zâlikel kitâbu lâ raybe fîh, hudel lilmuttegîn” “Elif, lam, mim. İşte itap bu… Onun doğruluğunda herhangi bir şüphe yoktur. Müttakilere (kendisini yanlıştan koruyanlara) doğru yolu gösterir.” (Bakara 1-2) Yanlıştan koruyorsan… Zaten korumuyorsan ne kadar gösterirsen göster adam görmez. Peki, onlar kim? “Ellezîne yué’minûne bil ğaybi” (Bakara 3) Bakın gayb kelimesini az önce ne yaptık? Abdülaziz Bey gaybın manasını oradan bir daha okur musun? Bakın dinleyin. Doğru bir tanım yapmışlar.
Abdülaziz BEŞTOĞRAK: “Akıl ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen varlık alanı…”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Aklınla da bilgi edinemiyorsun, duyularla da bilgi edinemiyorsun. Böyle bir şeye inanabilir misiniz? Bilmiyorsun. Bilgin yok. Ona inanacaksın. Nasıl inanacaksın? Ona inanılır mı? Bakın buradaki mealde ne diyor? “Onlar gaybe inanırlar.” (Diyanet Meali, Bakara 3) Hadi buyurun. 3. Ayet… Faizullah arkadaşımız tefsirlerde araştırma yaptı. Tefsirlerin büyük bir bölümü ne diyor?
Faizullah FEYYAZ: Büyük bir bölümü… Gayb; meleklere, kıyamete, cennete, cehenneme iman etmek…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Melekler hakkında bilgimiz yok mu? Var. Gayb mı oluyor? Kıyamet gayb mı oluyor? Zaten hemen devamında Allah söylüyor. Faizullah kardeşimiz Afganistanlıdır. Bizim Farsça sitenin yöneticisidir. Abdülaziz Beyde Doğu Türkistanlıdır. Onun da hem Japoncası hem de Çincesi çok iyidir. O da oradan sosyal medya yoluyla her gün gece… Dün yatsıdan çok sonra çıkıyordum buradan… Baktım burada… Şimdi bakın şu yanlışlığı görüyor musunuz? “Onlar gaybe inanırlar.” (Diyanet Meali, Bakara 3) Hakkında bilgi olmayan şeye nasıl inanılır. Ya siz Arapça bilmiyor musunuz? Bakın Kurtubi güzel bir mana vermiş. Az önce Faizullah gösterdi. Ben daha önce görmemiştim. Biz mealimizde şöyle mana veririz. İstersen sen onu oku da ben mealimizi buradan göstereyim.
Faizullah FEYYAZ: 49:49 50:00 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Manasını ver. Sen Arapça biliyorsun. Bunları da biliyor zannediyorsun. Manasını ver ondan sonra…
Faizullah FEYYAZ: Arapçada 50:05 sn. anlaşılmıyor. demek yani kimin söylediği belli olmayan…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 50:08 sn. anlaşılmıyor. değil. Önceki okuduğun cümlenin manasını ver. Sen anlıyorsun. Zannediyorsun herkes anlıyor.
Faizullah FEYYAZ: “yué’minûne bil ğaybi” (Bakara 3) Yani burada bil gaybi tefsir ediyor, açıklıyor. Bil gaybi demek kalpleriyle inanıyorlar, içten inanıyorlar demektir. “yué’minûne” “inanıyorlar.” Ne ile? “bil ğaybi” yani “bikulubihim” “kalpleriyle” diye tefsir ediyor, açıklıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Burada Arapça bilenler için söyleyeyim. Bizim verdiğimiz mana şudur. Zaten bu ayetin dipnotuna bunu yazmışız. Ama ilk defa burada bulduk. “Allah’a içten inanan” (Bakara 3) Şimdi oldu mu? Çünkü benim içim, senin için gayb değil mi? Herkes için gayb… Onun için kimin Müslüman olup olmadığını Allah’tan başkası gerçek manada bilmez. Biz adamı dört dörtlük Müslüman görüyoruz. Resulullah münafıkları görüyordu. Halbuki en büyük İslam düşmanıymış. Ama Resulullah hayran kalıyordu. Kalbini bilseydi hayran kalır mıydı? Onun için “Ellezîne yué’minûne bil ğaybi” demek Arap dili açısından elif lam muzafun ileyhten ıvazdır. Arapça bilenler için söylüyorum. “Ellezîne yué’minûne bil ğaybihim” demektir. “bi gaybihim” yani kimsenin bilmediği içten inanırlar. Onun için dinde kimseye baskı olamaz. Adamın içine nasıl baskı yapacaksın?
Seyirci: 51:37 51:41 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yok bu o değil. Bu başka bir şey… Mesela bakın burada da onun açıklamasını yapmıştım. Zaten Süleymaniye Vakfı Mealinde Bakara Suresi 3. Ayetinin dipnotuna bakarsanız görürsünüz. Onunla vakit kaybetmeyelim. Yani arkadaşlar her derste görüyorsunuz. Yani inanılmaz yanlışlar yapılmış. Ve bunu birisi, ikisi yapsa bu adamlar yanılmış dersiniz. Organize olay… Bu ne ya? Bu kadar kitabı niye yazdınız. Bu milletin kafasını bozmak için mi yazdınız? Yine anlatayım. Allah hayırlı uzun ömürler versin. İstanbul Eski Müftüsü Selahattin KAYA ile İstanbul Müftülüğünde 18 sene beraber çalıştık. Ben üniversiteye geçtikten sonra Müftülüğe de devam etti. Her sabah bir saat kadar gelirdi. Oturup konuşurduk. Ondan sonra makamına geçerdi. Şöyle derdi. Şu kitapların hepsini yakmak lazım ki Müslümanlar doğru dinlerini bulsunlar deyince benim öyle bir canım sıkılırdı ki… Şimdi Müftüye saygımdan bir şey diyemiyorum ama bizim bütün bilgilerimiz bunlar zaten… Sonra kendisini gördüğüm zaman hatırlatıyorum. Hocam ne kadar doğru söylüyormuşsun diyorum. O da, o sözü İmam Hatip Okullarını kuran Celal Hocanın sözü olarak naklederdi.
“ve mâ tesgutu miv veragatin illâ yağlemuhâ” “Bir yaprak düşse Allah onu bilir.” “ve lâ habbetin fî zulumâtil ardı” “Yerin karanlıklarında bir dane…” Biz tane diyoruz ama dane ile tane farklıdır. Yani o daneli bitkiler var ya… Mesela bir buğday tanesi… “ve lâ ratbiv ve lâ yâbisin” “Yaş kuru…” “illâ fî kitâbim mubîn” Bunlar sadece Allah’ın bilmesiyle değil. “Bunların her bir yerde açıkça kaydı da vardır.” (Enam 59) Evet, muhasebeci nasıl bu? Müthiş bir kayıt değil mi? Yaratan nasıl bilmez? Onun emri olmadan hiçbir şey olmaz ki… Ama bizimde bu dini Allah’ın anlattığı gibi öğrenmemiz lazım. Kafamıza estiği gibi değil. Onun için dikkat ediyorsanız burada anlatılanlar gayba iman… Abdülaziz Bey o yazıda gayba inanmaktan bahsediyor mu? Hatırlıyor musun? Var mı öyle bir şey? Yok mu? Peki, tamam. Gayba inanırlar ne demek? Ama imanları kalplerindedir dediğin zaman kendi gayblarındadır. İşte Kurtubi burada güzel mana vermiş. Tam Arap diline birebir uyan bir manadır. Bu insanları ben anlayamıyorum. Allah yardımcımız olsun.