Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Allah nasip ederse Enam Suresinin 42. Ayetinden itibaren anlamaya çalışacağız. Burada Allahu Teala şöyle buyuruyor. “Ve legad erselnâ ilâ umemim min gablike” “Ya Muhammed senden önceki toplumlara da elçi gönderdik.” “feehaznâhum bil beé’sâi” “Onları bir kısım baskılar altında da bulundurduk.” Elçi geldikten sonra baskılar oldu. “ved darrâi” “ve sıkıntılar da yaşadılar.” Bu baskı ve sıkıntıların sebebi şudur. “leallehum yetedarraûn” “Belki tadarruda bulunurlar.” (Enam 42) Bu tadarru kelimesi Arap dilinde 2:11 sn. anlaşılmıyor. ineğin süt dolu memesidir. İneğin yeni yavruladığı danayı düşünün. Onun oradan başka yiyecek kaynağı olmaz. Sadece oradan beslenebilir değil mi? Başka yerden beslenemez. Onun süt emme arzusu, orada gösterdiği davranışlar… Hiçbir taraftan bir şey beklemiyor. Sadece oradan bekliyor. İşte o kelimeden alınmıştır tadarru… Bizim gibi Allah’a inanıp güvenen kişinin de yardım alacağı, destek alacağı tek kaynak orasıdır. Onun için “iyyake nesteîn” (Fatiha 5) deriz. Yani Allahu teala bize başkalarını da destekçi verecekse kendi emriyle… Yani son onay oradan geçer. Çünkü Allah’ın onayı olmadan hiçbir şey yapılamaz. Onun için Allah hepimizi… Resul gönderdiği topluluklar… Hepiniz çok iyi biliyorsunuz ki asıl resul Kuranı Kerim’dir. Kuranı Kerim’in anlaşılmaya başladığı toplumlarda olur o… Bir takım baskılar görürsünüz. Çünkü birilerinin menfaatine dokunursunuz. O baskılar size bazen zarar şeklinde de yansır. Zararları da olur. Bu da Allahu Teala’nın bizi imtihanıdır. “leallehum yetedarraûn” “Belki tadarruda bulunurlar.” (Enam 42) Yani o baskılarda, o sıkıntılarda sadece Allah’a yönelir, yardımı yalnız ondan isterler. Allah sizi öyle bir imtihan yapar ki orada hemen sağa sola kıvrılabilirsiniz. Ne yapayım, mecbur kaldım, yoksa ben kendi isteğimle yapmadım falan filan diyerek kendinizi rahat bir şekilde kandırabilirsiniz.
“Felev lâ iz câehum beé’sunâ tedarraû” “Keşke bu ağır baskılar…” (Enam 43) Aslında Allahu Teala bizim baskımız diyor. O baskıya fırsat veren Cenabı Hak’tır. Allah’ın koyduğu sistemdir. Çünkü siz Allah’ın kitabına uyduğunuz zaman bir sürü menfaat çevrelerinin hesaplarını bozuyorsunuz. Onlarda bozulan bu hesaplardan dolayı baskı yapmış oluyorlar. Bu da imtihanın bir gereği oluyor. Yani işin tabiatının gereği oluyor. “Bu baskılar geldiği zaman tadarruda bulunsalardı.” (Enam 43) Yalnız Allah’a yalvarsalardı. Yani şeyi aklınıza getirin. Dananın ineğin memesinden başka alacağı hiçbir şey yok. Sırf onu düşünerek oraya yönelmesi… Sende “iyyake nesteîn” “ya rabbi yardımız yalnız senden isteriz” (Fatiha 5) diyen bir adamsın. Başına gelen her olayda Allah’a yalvaracaksın. Tabi ki vazifeni yapacaksın.
Yani çok iyi biliyorsunuz ki dua tek başına iş görmez. Duadan netice alabilmek için gereğini yapmak lazım. Bakara Suresinin 200, 201 ve 202. ayetlerinde Allahu Teala o konuyu bize açıklıyor. İnsanları ikiye ayırıyor. “feminen nâsi mey yegûlu rabbenâ âtinâ fid dunyâ” “Bazı insanlar Allah’a yalvarırlar. Ya rabbi bana dünyada ver.” (Bakara 200) Yani iyi bir evim olsun, arabam olsun, çok iyi bir işim olsun… Hep dünyada ister. Çünkü herkes bilir ki esas yetki sahibi Allahu Tealadır. Yeryüzünde bunu bilmeyen hiç kimse yoktur. Her insan ondan ister. Kimisi böyle der. “ve mâlehû fil âhırati min halâg” (Bakara 200) Onun ahiretle ilgili herhangi bir talebi olmadığı için orayla ilgili alacağı herhangi bir şeyde yoktur. Onun oradan bir payı yok. “Ve minhum mey yegûlu rabbenâ âtinâ fid dunyâ hasenetev” “Onlardan bir kısmı da şöyle der. Rabbimiz bize bu dünyada güzellik ver.” “ve fil âhırati hasenetev” “ahirette de güzellik ver.” “ve gınâ azâben nâr” “bizi o ateşin azabından koru.” (Bakara 201) Biz bunu her gün namazlarımızda okuruz. Peki, bu güzel bir dua ama öbürüde dua… Dünyalık isteyende, hem dünyalık hem ahireti isteyende ne olacak? Son ayete çok dikkat edin. “Ulâike lehum nasîbum mimmâ kesebû” “Bunların her birinin kazançlarından bir payı vardır.” (Bakara 202) Yani bu duayla olmaz. Gereğini yapacaksın. Allah ondan sonra verecek. Ben dua ettim oldu değil. Elbette dua edeceksin. Dua etmen demek Allah’tan istemen demektir. İşte bu tadarru’dur. Ama gereğini de yapacaksın. Sadece dua ile olmaz. “vallâhu serîul hısâb” “Allah hesabı çok çabuk görür.” (Bakara 202)
Şimdi tekrar Enam Suresi 43. Ayete gelelim. “Felev lâ iz câehum beé’sunâ” “Onlara o ağır baskılarımız geldiği zaman” Ağır baskılarımız demesinin sebebi Allah’ın koyduğu nizam gereğidir. Çünkü insanların sistemi çökertiyorsunuz. Ondan dolayı insanlar ister istemez sizi engellemeye çalışıyorlar. Size baskılar yapıyorlar. Arkasından bir takım maddi sıkıntılar devreye giriyor. Ona da “darra” deniyor. O zaman “tedarraû” “tadarru da bulunsalardı” Yalnız Allah’tan isteselerdi. “ve lâkin gaset gulûbuhum” “Ama kalpleri katılaştı.” Yani Cenabı Haktan isteme yerine başka tarafa kaydılar. “ve zeyyene lehumuş şeytânu mâ kânû yağmelûn” “Yapmakta oldukları şeyi şeytan onlara güzel gösterdi.” (Enam 43) Çünkü başka yerlerden destek gördü. O destek gördüğü tarafa gitti.
“Felemmâ nesû mâ zukkirû bihî” “Kendilerine verilen bu bilgileri unuttular.” Yani “İyyake nağbudu ve iyyake nesteîn” “kulluğu yalnız sana yaparız, yardımı yalnız senden isteriz” (Fatiha 5) bunu lafla söylemek çok kolaydır. Başınıza sıkıntı geldiği zaman yalnız ona yönelebilmek çok ciddi bir şekilde Allah’a güvenmeyi gerektirir. Güvenmiyorsanız yalpalar yaparsınız. Yalpa yaptığınız zaman aşağıya küt diye düşersiniz. Onun için şöyle diyor. Bunu unuttukları zaman “fetahnâ aleyhim ebvâbe kulli şeyé’” “her şeyin kapılarını açarız.” Her şeyin kapılarını açtığı zaman ne olur? Bakarsın ki işler yürüyor, her şey tıkırında… Vay be demek ki Allah beni seviyormuş derler. Hem Allah’ın yolundan ayrılacaksın hem Allah seni sevecek öyle mi? Öyle şey olur mu? “hattâ izâ ferihû” “şımardıkları zaman” Bir noktadan sonra bakarsınız ki şımarmaya başlıyorlar. Ben neymişim ya falan demeye başlıyor. Demek ki Allah bizi seviyor ki bu kadar destek veriyor, bu kadar önümüzü açıyor falan… “bimâ ûtû” “verilen şeyler sebebiyle şımarırlar.” “ehaznâhum bağteten” “hiç beklemedikleri bir anda onları yakalarız.” Bakarsınız ki küt diye aşağı düşmüşler. “feizâ hum mublisûn” “Bakarsınız ki bütün ümitleri bitmiş.” (Enam 44)
“Fegutıa dâbirul gavmillezîne zalemû” “Bu yanlışı yapan toplumunda kökü kesilir.” “vel hamdu lillâhi rabbil âlemîn” “Her şeyi güzel ve düzgün yapmak (hamd) alemlerin rabbi olan Allah’a hastır.” (Enam 45)
Resulullah (s.a.v) Mekke’de son derece saygın bir konumdaydı. Herkes güveniyordu. Gayet iyi… Ama ne zamanki onları Allah’ın yoluna çağırdı. Hâlbuki Mekkeliler kendilerini İbrahim’in çocukları olarak biliyorlardı ve bundan dolayı da çok övünüyorlardı. Allah “millete ebîkum ibrâhîm” “Babanız İbrahim’in dini” (Hac 78) diyor. Babanız dediği Mekkeliler… Mekkeliler İbrahim’in (a.s) soyundan gelen insanlardır. Ve bunlar çevrenin en dindar insanları olarak biliniyorlar. Herkes oraya Hac için, umre için geliyor. Peki, güzel… Ama şu var yani… Menfaat çevreleri sık sık şeyi bozarlar. Dini kendilerine uydurmayı çok iyi becerirler. Çünkü o kadar zor bir imtihan ki gerçekten herkes bu imtihanı kazanamaz. Allah’ın emrini her zaman birinci sırada tutacaksın senin bütün menfaatlerini ikinci sıraya alacaksın. Bu kolay bir şey değil. Sadece bunu konuşmak kolaydır. O başlayınca resulullah’a karşı tavırlar değişti, değişti en sonunda müthiş baskılar yapmaya başladılar. Çünkü Mekke’de düzen bozulmaya başladı. Sistem bozulmaya başladı. Şimdi doğrulara karşı çıkmak çok zordur. Önce insan kendisiyle çatışır. Karşı taraf haklı… Ama olmuyor ki kardeşim… Bizim sistem bozuluyor derler. Bunu yaparsak ne olacak? Mesela Mekkeliler bunu söylüyorlardı. Tamam, senin dediğin doğru ama doğruları yapsak ne olur? Burada Mekkeliler şöyle diyorlar. “Ve gâlû in nettebiıl hudâ meake” Tamam, tamam güzel de “biz seninle beraber bu doğru yola uyarsak, seninle beraber bu hidayete uyarsak” Yani bu rehbere uyarsak, Kuranı Kerim’e uyarsak… Bakın Kuranı Kerim’e rehber diyorlar. Doğru olduğundan şüpheleri de yok. Ona uyarsak ne olur? “nutehattaf min ardınâ” “Bizi buradan atarlar.” Bizi burada kimse yaşatmaz. Görüyor musunuz, senin dediğini yaparsam ben işimi gücümü kaybederim diyorlar. Yani tamam, güzel ama ben kredisiz nasıl iş yapacağım derler. Hep etraf böyle diyenlerle dolu değil mi? “e ve lem numekkil lehum haramen âminen” “Onlara bu güvenli haremi bir mekan, bir ülke, yaşayacakları yer yapmadık mı?” “yucbâ ileyhi semerâtu kulli şey’ir rizgam” “Bütün ürünler halk tarafından toplanıp buraya getiriliyor.” Bugün de gitseniz hiçbir yerde bulamayacağınız bir şeyi Mekke’de bulursunuz. “mil ledunnâ ve lâkinne ekserahum lâ yağlemûn” “Yani katımızdan bir rızık olarak oraya toplanıyor ama onların çoğu bunu bilmiyorlar.” (Kasas 57) Zannediyorlar ki kendilerinden kaynaklanıyor. Allah burayı böyle bir yer yapmış diyorlar. İşte biz sana uyarsak… Ben istemez miyim öyle olmayı… Tabi ki isterim ama… İşte ama dersiniz. İşte herkesin karşısında bu ama diyeceği durumlar kesinlikle olur. Yani bunu hiç unutmayalım. Mutlaka olacaktır. Çünkü bu imtihanı Allah yapıyor. Bu şekilde yapıyor. Bir takım baskılarla, bir takım sıkıntılarla mutlaka yüz yüze geleceksiniz. Durum ve şartlar ne olursa olsun tadarruda bulunacaksınız. Yani yalnız Allah’tan isteyeceğiz. Tamamen Cenabı Hakkın yardımına kendimizi odaklayacağız. Ve Allah ne diyorsa o şekilde bir davranış göstereceğiz ki imtihanı kazanmış olalım. Mesela Mekkei Mükerreme’de Müslümanlara yapılan o kadar büyük baskılar olmuştu ki orada yaşayamadılar. Sudan tarafına gittiler. Onlara karşı büyük bir boykot uygulandı. Mekke ile Mina arasında Ebi Talip denen bir bölgede yaşamak zorunda bırakıldılar. Daha sonra Mekke’yi tamamen bırakıp Medine’ye göç etmek zorunda kaldılar. Yani şimdi bunu anlatırken çok kolay gibi gözüküyor da bir düşünün bakalım. Evinizi bırakacaksınız, işinizi bırakacaksınız. Bazen eşinizi, çoluğunuzu, çocuğunuzu da bırakmak zorunda olabilirsiniz. Tek sebep Allah’ın emrine uymanız. Başka bir suçunuz yok. Bunun için ülkenizi terk ediyorsunuz. İşte bağlılığın doruk noktası budur. Ama arkasından Allah bunlara ne yaptı? Müthiş bir imkan verdi. Gidip Medine’ye hakim oldular. Geri dönüp Mekke’ye hakim oldular. Bir müddet sonra Arap yarımadasına hakim oldular. Yani kazancı inanılmaz derecede yüksek olan bir şey oldu. Evet, hocam Şibu Ebi Talip de olanları bir anlatırsanız
Harun ÜNAL: Hocamın anlattığı üzere Mekkeliler özellikle… Önde varlık gösterenler Ebu Cehil gibi, Ebu Leheb gibi vb. Baskılarını alabildiğine yürüttüler. Müslümanlar üzerinde birçok sıkıntılar meydana geldi. Yasir ailesini görüyoruz. Habbab bin Eret’i görüyoruz. Bilal Habeş’i görüyoruz. Bütün bunlar baskı ve zulüm altında… Ama özellikle Resulullah’ın (s.a.v) bu davayı bırakması noktasında amcası Ebu Talip’in de özellikle bulunduğu bir bölge var. Ki orada maalesef suda pek bulunamıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O bölgede ben su bilmiyorum. Görmemiş olabilirim.
Harun ÜNAL: Bu sıkıntıdan dolayı belli bir abluka altına, bir çember altına alıyorlar. Hatta öncesinde ileri gelenler amcası Ebu Talip’e gidiyorlar. İşte bu falancanın oğlu onu biz sana verelim. Sende Muhammed’i bize ver. Biz onu öldürelim. Onun yerine sana bir evlat verelim. Amcası Resulullah’a (s.a.v) bunu anlattığı zaman şu olay… 20:16 20:21 sn. arası anlaşılmıyor. “Amcacığım Allah’a and olsun ki eğer onlar güneşi sağ elime, ayı sol elime getirseler ya bu dava egemen olur ya 20:30 sn. anlaşılmıyor.” Hatta Resulullah (s.a.v) ağlamaklı bir halde… Amcası, gel kardeşim oğlu gel seni bırakacak değilim diyor. Dolayısıyla o mahalle içerisine hemen hemen inanan bütün Müslümanlar o bölgeye gidiyor. Orada Ebu Talip inanmamıştır ama Mekke’nin ileri gelen müşrikleri onun sözünden pek çıkamıyorlar. Resulullah (s.a.v) Hz Hatice annemiz ile evlenmiş. O da ben bu mal varlığımı bunun için hazırladım diyor. Resulullah’tan önce iki eşle evlenmiş. İkisi ölmüş. Onlardan büyük bir servet kalmış. Ya Resulullah buyur bu servet bugün içindir diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Müsaade ederseniz ben burada bir müdahale edeyim. Bakın bir servet kaldı dedi ya… Bu çok önemli bir şey… Bizde Mekke toplumunu öyle bir şekilde anlatırlar ki dünyanın en kötü toplumudur. Halbuki öyle değil. Bakın Kuranı Kerim’de de Mekkeli hanımların eşlerine mirasçı olduğu eşlerinin de onlara mirasçı olacağına dair ifadeler vardır. Bakın ne söyledi? Eşlerinden miras kalmış. Yok efendim kadına miras vermezlermiş derler.
Harun ÜNAL: Ki bu cahiliye dönemi…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Cahiliye dönemi… Cahiliye dönemi dememizin sebebi onlar kötü olduğu için değil. Çevrenin en örnek topluluğu orası… Kureyş Suresi var. Zaten İsmail’in (a.s) soyu… Dindarlıklarıyla tanınıyorlar. Etraftan saygı duyuluyor. Ama şu var. Yeni iktidarlar gelince kendilerinden öncekileri anlatırken ne kadar yanlışlık varsa onlara yüklerler. Bizde de maalesef bu dini öyle bir hale getirmişlerdir ki hele siz orayı görseydiniz diyerek orayı kötüleyip kendilerini temize çıkarmaya çalışmışlardır. Abbasiler döneminde kadını tamamen değersizleştirdikleri için bir de Mekke’yi görseydiniz diyerek şey uydurmuşlardır. Bakın duydunuz mu, Hz Hatice’ye eşlerinden miras kalmış. Herkes çok rahat, Resulullah’ın eşi Hatice çok zengindi. Peki, kadına değer vermiyorlarsa nereden buldu? Resulullah Mekke’yi fethettikten sonra Safa Tepesinde kadınlarla görüşmedi mi? Hemde üst sosyeteyle… Onların tavırları ne kadar ciddi böyle şeydir. Kadına değer vermeyen bir toplumda onlar çıkacak da oraya hakim olmuş olan bir kişinin karşısında dimdik konuşacaklar.
Harun ÜNAL: Ebu Süfyan’ın karısı Hint o dönemde herkese kök söktürüyor. O manada bir kadın…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabi… Yani kendi yanlışlarını Mekke’ye fatura ederek doğru göstermeye çalışan maalesef yanlış bir şey var. Bu vesileyle ben bunuda dikkatlerinize sunmuş oldum. Hocam buyurun.
Harun ÜNAL: Hocamın buyurduğu gibi Hz Hatice kalan o servetle bizatihi ticaret yapıyor. Resulullah (s.a.v) ile evlendiği zaman o kervana bizatihi Resulullah’ı görevlendiriyor. Böyle bir kadın… Bütün mal varlığını bu şey için veriyor. Üç sene muhasara devam ediyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Müslümanlar için veriyor değil mi?
Harun ÜNAL: Tabi, tabi… Bu malları da ortaya koyuyor. Mal bitiyor. Müslümanlar ağaç kabuklarını kemirerek ancak ihtiyaçlarını zorla giderebiliyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani şimdi Hz Hatice’nin fedakarlığını düşünebiliyor musunuz? Bütün mal varlığını oraya veriyor. Müslümanlar için ne kadar büyük bir imtihan değil mi?
Harun ÜNAL: Dolayısıyla ama artık 3. Senenin sonunda halktan da gelen tepkiler… Burada bizim akrabalarımız var, kızlarımız var, çocuklarımızın evli olduğu kişiler var. Bunlar bizim ailemiz neden bunları aç bırakalım diye tepki gösteriyorlar. Ve neticede 3 senenin sonunda bu kalkıyor. Kalkıyor ama iki önemli olay oluyor. Ebu Talip vefat ediyor. Buna senetül hüzün, üzüntü yılı diyorlar. Aradan 15 gün sonra ya da birkaç gün sonra Hz Hatice annemiz vefat ediyor. Dolayısıyla bu defa neredeyse adeta Resulullah himayesiz kaldı gibi… Böyle bir noktaya geliyor. Müşrikler, tam fırsat bu an diyorlar. Tam saldırma anı bu zaman… İşte bu sırada Resulullah (s.a.v) bu defa bir Taif seyehati yapıyor. Hem davet edeyim. Kim bu davaya sahip çıkar diye… Taif’in önde gelen liderleri ile görüşüyor. Önce kabul eder gibi bir hava sergiliyorlar. Peki, sen öldükten sonra bu miras kime kalacak, bu makam kim oturacak, davası başlıyor. Bu miras yoluyla gelen bir şey değildir, bu Allah’ın bizatihi seçmesidir. Cenabı hakkın tercihidir. Onun için siz bu davayı sahiplenirseniz Allah da ona göre size hem bu dünyada hem ahirette her türlü imkanı başınızın üstünden ayaklarınızın altından her türlü rızkı ve imkanı verir. Bunu kabullenmediklerinden dolayı bu defa çocukları ve ayak takımlarını yola dizerek Resulullah’ı Taif’ten kovuyorlar, çıkarıyorlar. Hatta mübarek ayakları kan revan içinde oluyor. Taşlıyorlar. Yanı başında vurulan kölesi Zeyd vardır. Ki oğlu olarak… Sağdan gelen taşa siper oluyor. Bu defa soldan geliyor. Ona siper oluyor. Öbür taraftan geliyor. Bu defa kan revan içerisinde kalıyor. Nihayet Irak’ın Ninova şehri yakınlarında Hz. Yunus’un bulunduğu o bölgede birisi… Orada Taif bölgesinde birkaç kişinin hurmalıklarını himaye ediyor. Onları şey yapıyor. Addas isminde birisi… Nihayet oraya geldiklerinde biraz dinlenelim diyorlar. Bağın, hurmalıkların kenarında… Bahçe sahipleri, bunlar herhalde yolcu, al şu hurmayı da götür diyorlar. Bu arada Resulullah (s.a.v) Addas ile konuşuyor. Kimsin, necisin, nerelisin? İşte ben Iraklıyım, Ninova’lıyım. Kardeşim Yunus’un memleketinden mi diyor. Sen Yunus’u nereden biliyorsun diyor. Resuller, Nebiler birbirlerini tanırlar diyor. Orada o haliyle tebliğ yapıyor. Hatta rivayetlerde şunu görüyoruz. Cebrail (a.s) geliyor. Ya Resulullah, Cenabı Hak her türlü şey serbestliği verdi. Ne istersen şu an… Gerekirse Taif yerle bir edilecek, bu dağlar şöyle olacak, böyle olacak diye birçok teklif ile geliyor. Resulullah’ın dediği bir şey vardır. Bunlar bilmeyen bir toplumdur. Ben bunlardan bir şey beklemiyorum. Bunlardan doğacak olan çocukların hidayete ereceklerini ümit ediyorum diyor ve mani oluyor. Dolayısıyla Resulullah (s.a.v) geliyor. Mekke’ye giremiyor. Çünkü Mekke dışına çıktıktan sonra tekrar giriş olayı birisinin himayesinde olması lazım. Amcası vardı. Amcası vefat etti. İki, üç kişiye haber gönderiyor. Birisi ben seni himayeme alırım ama ben sonradan Mekke’ye yerleşen biri olduğum için Mekkeliler benim himayemi kabul edemez. Dolayısıyla seni koruyamam diyor. Nihayet birisi kabulleniyor. Hemen iki oğlunu gönderiyor. Resulullah’ı gidip getirin diyor. Kabe’nin önünde kim Muhammed’e el uzatırsa karşısında beni bulacaktır diyor. Bir müşrik olduğu halde böyle bir erdemi gösterebiliyorlar. Dolayısıyla önemli olan şey nedir? Her şeye rağmen hakkı savunmak, hakkın yanında yer almak gereğini yapmaktır. Belki bu konuda birçok şey söylenebilir ama… Ammar bin Yasir’in çektiği, ailesinin çektiği, develere bindirip diri diri parçaladıkları… Bilali Habeşi’yi kızgın taşlarla Mekke’nin sıcak havasında cezalandırdıkları… Keza bir demirci ve aynı zamanda güzel kılıç yapan Habbab bin Eret ki bir kadının kölesidir. Onu kızgın demirle dağlıyorlar. Bütün bunların hiçbirisi davasından vazgeçmiyor. Ankebut Suresinde rabbim şöyle buyuruyor. “Elif lâm mîm. Ehasiben nâsu ey yutrakû ey yegûlû âmennâ ve hum lâ yuftenûn” “Elif lam mim. İnsanlar zannederler mi ki onlar sadece biz iman ettik, inandık demekle bırakılıverecek ve imtihana sokulmayacaklar?” Bu olacak bir şey değildir diyor. “Ve legad fetennellezîne min gablihim” “Biz onlardan önce birçoklarını imtihandan geçirdik.” “feleyağlemennallâhullezîne sadegû ve leyağlemennel kâzibîn” “Kesinlikle Allah kim doğrudur onu bilsin ve kim yalancıdır onu bilsin diye…” (Ankebut 1-3) Dolayısıyla hocamın vurguladığı birçok noktada da… Kuran, Kuran… Eğer biz Kuran’ın bu hükümlerine, ayetlerine bakacak olursak aslında bize anlatılan o yanlış siyerinde ne kadar çarpıtıldığını çok rahat bir şekilde görebiliyoruz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sadece siyeri çarpıtsalar keşke… Yani Kuranı Kerim’in tefsirleri, mealleri öyle bir acayip halde ki insan hayret ediyor. Nasıl yaparlar, nasıl ederler? Ama çok şükür bugün Türkiye’de bu iş ortaya çıkmaya başladı. Allah’a hamdü senalar olsun. Çok ciddi manada ortaya çıkmaya başladı. İşte buradan şunu gördük. Bakın en büyük sıkıntıyı çeken nebimiz Muhammed’dir (a.s). Öyle şey yok yani… Ben tek başıma da olsam bu işi yürüteceğim diyeceksiniz. O kadar… Yani Cenabı Hak hepimizi böyle çok ağır imtihanlardan geçirir. Bunu baştan bilelim. O imtihanla karşı karşıya geldiğimiz zaman üzülmek değil sevinmek gerekir. Demek ki önümüzde çok şeyler var. Ben hep öyle düşünürüm. Ayette de öyle diyor. “Felagtehamel agabeh” (Beled 11) Akabe kelimesi yokuş demektir. Siz yokuşu çıkarken ya ben dağa çıkamıyorum yoruldum falan derseniz orayı aşıp yeni ufuklara ulaşamazsınız. Ben yoruldum, bittim falan filan bu kelimeleri defterinizden tamamen sileceksiniz. Yorulmak yok, bitmek yok. Yola devam.
Harun ÜNAL: Hocam affedersiniz. 32:28 32:30 sn. arası anlaşılmıyor. Bakara Suresi 214. Ayette rabbim şöyle buyuruyor. “Em hasibtum en tedhulul cennete ve lemmâ yeé’tikum meselullezîne halev min gablikum” “Sizden önceki geçenlerin başına gelenler sizin başınıza gelmeden siz cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz?” “messethumul beé’sâu ved darrâu” “Onlara sıkıntı ve zarar geldi.” “ve zulzilû” “o kadar sarsıldılar ki” İşte bu noktaya çok dikkat edin. “hattâ yegûler rasûlu vellezîne âmenû meahû” “Resul ve iman edenler dediler ki” “metâ nasrullâh” (Bakara 214) Ya rabbi artık bizim takatimiz kalmadı.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Ne zaman yardımın gelir?” (Bakara 214)
Harun ÜNAL: Ne zaman yardım? Biz bu noktaya gelmedikçe… O zaman akabede yorulduk falan demek yok. Ta ki “metâ nasrullâh” (Bakara 214)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yokuş… Geçitler var ya oralara Araplar akabe derler. Yani orada sabırlı olmak lazım. Sonuna kadar asla geriye şey yapmadan yolumuza devam etmemiz lazım. Nefesim kesildi, gidemiyorum, dizlerim… Hayır, yok. Yürüyeceksin kardeşim. Sürüne sürüne git. Ama git. Durma. Demek ki bu başarı böyle… Mesela siz yolunuza devam ettiğiniz zaman o sarp yokuşu aştığınız zaman arkasında müthiş bağlar, bahçeler olan geniş bir alan önünüze çıkacak. Fakat o sarp yokuşa dayanamayıp geri dönenlerde bazı menfaatlerle karşı karşıya gelecekler. Bir çeşit paralel menfaat gibi… Ama bunlar tam işi kazandık dedikleri an kaybedecekler. Ama öbürü hiçbir zaman kaybetmeyecek. Mesela işte Resulullah’ı tam yakaladık dedikleri zaman kaybetmişlerdi. Mekke’den Medine’ye hicret ederken… Dolayısıyla bu imtihanlardan geçmemiz gerekiyor. Allahu Teala bu şekilde imtihan ediyor.
Şimdi ayetlere devam edelim. Enam Suresi 46. Ayette Allahu Teala şöyle diyor. Bizim dikkatlerimizi çekiyor. “Gul eraeytum in ehazallâhu sem’akum” “Biraz düşünün bakalım. Allah sizin dinleme kabiliyetinizi alsa…” işitme değil, dinleme… Ben şimdi size anlatıyorum. Siz dinliyorsunuz. Meseleyi şey yapıyorsunuz. Ben işitiyorum ama ne dediğini anlamıyorum dersiniz. Buradan sesler geliyor ama ne dediğini anlayamıyorum. İşte dinleme karşı tarafın ne dediğini anlamak demektir. “Sizin dinleme kabiliyetinizi Allah elinizden alsa…” “ve ebsârakum” “Basiretinizi alsa…” Görme değil, basar… Yani ilerisini görebilme… Bir takım şeyleri anlayabilme, yorumlayabilme… “ve hateme alâ gulûbikum” “ve kalplerinizi de mühürlese…” Kan dolaşımına sebep olan kalp değil. Ruhun kalbi… Yani olayları doğru bir şekilde değerlendirebiliyorsunuz. Aklınızla birlikte… Duygularınızı aklınızın eline vererek doğru sonuçlara ulaşabiliyorsunuz. Ama o kabiliyetinizi Allah elinizden almış olsa… “men ilâhun ğayrullâhi yeé’tîkum bih” “Allah’ın dışında hangi ilah var ki size bunları getirsin?” Yani yeryüzünde kime sorarsanız sorun bunu verecek başkası var mı? Allah’tan başkası olmaz der. Peki, bu böyleyse “unzur keyfe nusarriful âyâti” “Bak bakalım ayetleri nasıl böyle değişik şekillerde ortaya koyuyoruz.” “summe hum yasdifûn” “Sonra bunlar yüz çeviriyorlar.” (Enam 46) Yani hepiniz Allah’ın bu kadar güçlü ve kuvvetli olduğunu biliyorsunuz, niye Allah’a güvenmiyor da başkalarından medet umuyorsunuz?
“Gul eraeytekum” “De ki sen kendine ve çevrene baktın mı?” Sen şöyle çevrene bak. “in etâkum azâbullâhi bağteten” “Allah’ın azabı aniden gelse” “ev cehraten” “ya da göz göre göre gelse” Hiç beklemediğiniz anda… Mesela bakıyorsunuz ki yatağınızda yatarken bir deprem oluyor. Ya da bakıyorsunuz bir yerden göz göre göre bir toprak kayması oluyor. Kaçmaya çalışıyorsunuz. Peki, bu durumda… “Helak edilenler zalim toplumlardan başkası mıdır?” (Enam 47) Yani yanlışlar içerisinde olan toplumlardan başkası helak edilir mi? Mesela hocamızın anlattığı Mekke toplumuna bakın. Helak olmak demek illa ölmek manasına değil. Etkisizleşmek manasınadır. Bugün teröristler etkisizleştirildi kelimesini ölenler içinde kullanıyorlar, teslim olanlar içinde kullanıyorlar. Kelimenin kullanımı doğrudur. Mekkeliler Muhammed’i (a.s) Medine’ye gönderdiler. Yani orada öldürmeye karar verdiler ama başaramadılar. Birçok Müslüman gitti. Onlar yanlışlar içerisinde olduklarını çok iyi biliyorlardı. Biraz sonraki ayetten de onu göreceğiz. Sonra Medine’ye giderek Bedir’de onları yok etmek istediler. Olmadı Uhud’da yok etmek istediler. Olmadı Hendek de yok etmek istediler. Peki, sonunda yok olan kim oldu? Bakın Resulullah’tan beri bütün dünyada Mekke kimin elinde kabul edilir? Müslümanların elinde… Hani nerede kaldınız? Helak olup gittiler. Etkisizleştiler. Medine? Nerede o Yahudi kabileleri? Arap yarımadası… Hatta Ömer (r.a) zamanında Müslümanların gittiği her yer bugün bütün dünyada İslam ülkesi sayılıyor. Oradaki Müslümanların kalitesi ayrı bir konu… Yani hakimiyeti kaybettiniz. Bugün İstanbul’u İslam ülkesi olmaktan çıkarmak için nasıl uğraştıklarını görüyorsunuz. Bu Yeni Zelanda da çok organize bir hareket yapıldı.
Harun ÜNAL: 39:27 39:34 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yaparlar. Şimdi aslında bunlar… Yahudiler geçende derste söylemiştim. Yahudiler ve Hıristiyanlar çok çok iyi biliyorlar ki Müslümanlar Kuran’a tamamen sarılırlarsa biz tamamen bittik. Bunu çok iyi biliyorlar. Öbürleri zaten birçoğu olup bitenin farkında değil. Ben Yahudi’yim diyen, ben Hıristiyan’ım diyen kişilerin çoğu kendi kitabından haberdar olmadığı için onlar bilmiyorlar. İnşallah kuranı Kerim’e sıkı sarılırız. Ama tekrar ediyorum. Bu sıkıntılar mutlaka olacaktır. Bunu asla göz ardı etmeyelim. Cenabı Hakka tam güvenme mecburiyetindeyiz. Allah’a güvenmeyip de başka kime güveneceksin?
Burada Allahu Teala şöyle buyuruyor. “Ve mâ nursilul murseline illâ mubeşşirîne ve munzirîn” “Biz elçileri müjdeleyen ve uyaran kişiler olarak göndeririz.” (Enam 48) Bu kuranı kerim birçok konularda bizi uyarıyor. Şu anda da uyarılarını dinliyoruz. Ve müjdeler veriyor. Bakın bu sıkıntıları çekeceksiniz ama önünüz açık… Bir takım sıkıntılar içerisinde elbette ki olacağız. Gayet normal… Sıkıntılar içerisine girmezsen kork. O zaman ufkun öylesine açılacak ki hayal edemeyeceğin şeyler olacak. İşte Muhammed (a.s) dünyanın en becerikli iş adamı olsaydı vefat edene kadar en fazla Mekke’den bir sokağın ya da mahallenin sahibi olurdu. Ama vefat ettiği zaman Türkiye’nin 4 katına yakın bir bölgenin hakimi oldu. O hakimiyette gönüllere hakimiyettir. Asıl hakimiyet odur. Öbürü önemli değil. Bugünde öyle. Gönüllere hakimiyet devam ediyor. “femen âmene” “Kim o resulün gösterdiğine inanır ve güvenir” güvenmenizi fiilinizle gösterin. Amenna ben inanmıyor muyum? Elbette ki inanıyorum. Bunu Firavun’da söyler. Lafla değil. Fiilen göstermen lazım. “ve asleha” “kendisini düzeltecek” Kim inanır, güvenir ve kendisini düzeltirse… “felâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn” “Bunların üzerinde ne bir korku olur ne de üzüntü” (Enam 48) Hiçbir şey olmaz. Umurunda bile olmaz.
“Vellezîne kezzebû biâyâtinâ” İşte Mekkelilerin ve bugün İslam’a bile bile karşı çıkanların özelliği… “Ayetlerimiz karşısında yalan söyleyip duran” Bakın kafir kelimesini burada kullanmadı. Bütün kâfirler yalancıdır. Niye? Çünkü içinden gayet iyi bilir ki söylenen doğru… Ama hesabına gelmez. Hesabına gelmedi mi üstünü örter. Yani üstünü ister örtsün, ister örtmesin. Yalan söylüyor. İşin temeli yalancılıktır. Ayetlerimiz karşısında yalan söyleyenler… “yemessuhumul azâbu” “O azap onlara dokunur.” Onları yakalar. “bimâ kânû yefsugûn” “Fasıklıkları karşısında…” (Enam 49)
Yani bu yola girdiğiniz zaman bu yolda asla dünyalık hedefi olmaması lazım. Mevki ve makam olmaması lazım. Etrafımda şu kadar insan olsun. İşte şöyle bir makamım olsun, şöyle bir mevkim olsun. Ya da şu kadar para kazanayım, şu kadar insanla… Hayır. Allah rızasına odaklanacağız. Ondan sonra Cenabı Hak bir kere sizi öylesine içinizi rahatlatır ki… Bakın burada ne dedi? “felâ havfun aleyhim” “üzerlerinde hiçbir korku olmaz.” (Enam 48) Benim rabbim Allah… Ne demek benim rabbim? Benim sahibim demek… Ben sahipsiz değilim ki korkayım. Sonra benim sahibim öyle biri ki her şeyin sahibi… Her zaman var. Her yerde var. Gece var, gündüz var. Her saniye her yerde var. Her şeye gücü yetiyor. Buna güveniyorsan sende korku diye bir şey olur mu? Başkası korkar. “Üzerlerinde ne korku olur, ne de üzüntü çekerler.” (Enam 48) O başlarına gelen olaylar onlara zevk verir. Üzüntü vermez. Siz şey yaparsınız. 45:27 45:30 sn. arası anlaşılmıyor. falan filan diye düşünürsünüz. Ama asla… Asla olmaz.
Şimdi burada hatıralarımı anlatıyorum ama… Aslında hoşuma da gitmiyor ama gene de anlatayım. İstanbul Üniversitesine girmek için müracaat ettim. Sakalını kessin ondan sonra alırız dediler. Bir gün Dekan Yaşar Nuri ÖZTÜRK beni çağırdı. Herhalde sakalını kes diyecek diye düşündüm. Çünkü hep öyle söylüyorlardı. Gittim ki son derece sinirli… oturuyor ama kendinde değildi. İçeri girdim. Selamun aleykum, aleykum selam. Doktoradan eski arkadaşımdı. Hoca bunlar senden ne istiyorlar dedi. Yok sakalını kesecekmişsin, bir kılını kesersen sana hakkımı helal etmem dedi. 46:46 46:47 sn. arası anlaşılmıyor. Ben zannettim ki sen bana sakalını kes diyeceksin. Hakikaten sakalımı kesmiyorum, üniversiteye de gelmiyorum demek için gittim. Allah nasıl yardım ediyor görüyor musunuz? Allah rahmet eylesin. Sonra aradan uzunca süre geçti. Doçentim. Bir türlü profesör yapmıyorlar. Bir gün üniversite yönetiminden birisi dedi ki… İkide bir üniversite yönetiminden yazı geliyor. 28 Şubat dönemi… Fakülte sekreteri sana gelmiş diyerek yazıyı getirdi. Sakalının kesilmesi isteniyor… Atıyorum ben böyle yazıların muhatabı değilim diyorum. Sonra bir gün yönetimden birisi sakalını kesmezsen profesör olamazsın dedi. Benim profesör olmak istediğimi hiç hissettiniz mi dedim. Benden böyle bir şey gördünüz mü dedim. Ağzımdan çıkan böyle bir şey yok da… Hani profesör olmak istiyor diye hissettiğiniz bir tavrım oldu mu dedim. Yok dediler. O zaman ben bu sakalımı kessem üniversite yönetimi benden memnun mu olacak dedim. Yok dediler. Kesmiyorum, profesör de olmuyorum dedim. Sonunda Kemal ALEMDAROĞLU Fakülteye müracaat etmem için telefon açıyor. Ettim. Üniversite yönetim kurulunda sakalını kes deyince imzala, imzala diyor. Bakın siz hakikaten siz Cenabı Hakkın rızasına odaklandığınız zaman… Hakikaten profesör olmak benim aklımın köşesinden bile geçmemişti. Ne olacak sanki Cenabı Hak bana profesör müsün diye mi soracak? Profesör olsam ne olur, olmasam ne olur? Önemli olan Allah’a kul olmaktır. Bunların hepsi aldatıcı şeylerdir. Zenginsin, malın var, makamın var… Tamam, daha sonra ne olacak? Allah’ın huzurunda ne yapacağız? Asıl mesele odur. Onun için bunlara son derece dikkat etmemiz lazım.
Şu son ayet üzerinde de dikkatle duralım. “Ayetlerimiz karşısında yalan söyleyip duran” (Enam 49) Mesela o zaman mevcut yönetime yaranabilmek için halden hale geçen ne kadar insanlar vardı. Onların karşısında farklı, öbür tarafın karşısında farklı… Ne oldu? Hepsi geçip gittiler. Ama Cenabı Hakka güvenirseniz… Sizin kalbinize hakim olan odur. Sizin içinize öyle bir rahatlık verir, öyle bir huzur verir ki… Dünyanın hiçbir malı, hiçbir mülkü onunla kıyas kabul etmez. Sonra her yerde Allah varsa, her şeye o hakimse ben Allah’a güveniyorsam dünyada benden daha güçlü birisi olur mu? Allah yardımcımız olsun.
Vakfımız tarafından yayımlanan yeni bir kitabımız var. Kuran’dan Mesajlar Kuran’dan hayata diye… Bu kitap Fransızca sitemizin yöneticisi olan Hisham ALABED kardeşimiz yazdı. Bu kardeşimiz aslen Suriyelidir. Ama buraya geldi. Türkçeyi öğrendi. Gayette güzel bir Türkçeyle de bunu yazdı. Tabi Fransızcası da gayet iyi… Ama burada esas olan bunun içeriğidir. Kuranı Kerim’den gerçekten herkesi ilgilendiren konuları seçmiş, çok kısa, özlü başlıklarla yazıp bir araya getirmiş. Tavsiye edilecek bir kitap ortaya çıkmış. Daha yeni basıldı. Bende bunu herkese tavsiye ederim.