Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Ya rabbi kendi arzularımızla sana teslim olma arasında git-geller yaşamaktan sana sığınırız. Arzularımızı ikinci sıraya koymayı, her zaman sana teslim olmayı birinci sıraya almayı bizlere nasip eyle. Doğruları bilmenin bir anlamı yoktur. Doğrulara uymak gerekiyor. Bildiği doğrulara tamı tamına uyan, yanlışlardan kaçınan kullarından olmayı bizlere nasip eyle.
Bugün Allah nasip ederse Enam Suresinin 19. Ayetinden itibaren anlamaya çalışacağız. Burada tam bir kâfir psikolojisi anlatılıyor. Kâfir kelimesi örtme manasındadır. Burada su var. Ben suyu kimse görmesin dersem peçete ile örterim. Siz oradan göremezsiniz. Burada bir şey var ama ne? Daha farklı bir şekilde örtsem hiç göremezsiniz, hiç anlayamazsınız. Kâfir örten anlamına geliyor. Bir şey olacak ki örtsün. Her kâfir aynı zamanda müşriktir. Çünkü o örttüğü şeyi Allah’ın yerine koymuş oluyor. Neyle örtüyorsa onu Allah’ın yerine koyuyor. Allah’ı ikinci sıraya alıyor. Allah nasip ederse bugün ki ayetlerde o psikolojiyi göreceğiz.
Enam Suresi 19. Ayette Allahu Teala şöyle diyor. “Gul eyyu şey’in ekberu şehâdeh” “Onlara de ki şahit olarak en büyük olan kim?” Onlara sor. “gulillâhu şehîdum beynî ve beynekum” “Onlara, sizinle benim aramdaki şahit Allah’tır de.” Peki, niye Resulullah soruyu soruyor sonra da cevabını veriyor? Çünkü yalan söyleyenler bunu bildikleri halde başka bir şey söyleyebilirler. Onlara fırsat vermiyor. “ve ûhıye ileyye hâzel gur’ânu” “Bu Kuran bana vahyedildi.” Niye? “liunzirakum bihî” “Bununla sizi uyarayım.” Yani başınıza gelebilecek yanlışlara karşı önceden bir uyarıda bulunayım. “ve mem belağ” “Bu Kuran kimlere ulaşırsa onları da uyarayım.” (Enam 19) Mesela Kuranı Kerim bize ulaşmış. Şu anda elimizde… Bununla bizi de uyarmış oluyor. Tabi Resulullah (s.a.v) bugün olsaydı bize bu kitabı okuyacaktı. Yapması gereken neymiş? “liunzirakum bihî” “Sizi bununla uyarayım.” Neyle uyarıyormuş? Kuranı Kerimle… “ve mem belağ” “Bu kitap kime ulaşırsa onu da…” (Enam 19) Muhammed (s.a.v) vefat etmiştir. Uhud Savaşında onun şehit edildiğine dair haberler yayılınca Cenabı Hak şu ayeti indirmişti. “Ve mâ muhammedun illâ rasûl, gad halet min gablihir rusul” “Muhammed sadece resuldür. Ondan önce de çok resuller gelip geçti.” Yani bu kitabı size ulaştırıyor. Kitap duruyor. “efeim mâte ev gutilengalebtum alâ ağgâbikum” “Ölür ya da öldürülürse gerisin geri mi döneceksiniz?” (Ali İmran 144) Dolayısıyla kitap var. Muhammed (a.s) olsa da aynı şeyi tebliğ edecekti. Olmadığı zamanda aynı şey tebliğ edilecek. Dolayısıyla bizim bu kitaba, bu kitaptan çıkarılan hikmetlere uyma görevimiz vardır. Biz kitaba uyacağız, kitabı kendimize uydurmayacağız. “einnekum leteşhedûne enne meallâhi âliheten uhrâ” Sen araya aracılar koyan, bir takım bir şeyler koyan bu insanlara söyle. “Allah ile birlikte başka ilahlar olduğuna gerçekten şahit misiniz?” (Enam 19) Şahitlik ediyor musunuz? Bakıyorsunuz araya bir şeyler koyuyor. İşte yetiş ya falan, yetiş ya filan diyorlar. İşte falan beni kurtaracak derler.
Bir Ramazan’da bir televizyonda programa çağırmışlardı. Bir şarkıcı ilahi söylemiş. Fonda da ezan vardı. Fonda ezan olur mu diye onu soruyorlardı. Söylediği ilahi de Yunus Emre’ye nispet edilen bir ilahiydi. Sözleri şöyleydi. “Gel şefaat eyle kemter kuluna, adı güzel kendi güzel Muhammed” Canlı yayında o şarkıcıya “kemter kulun ne demek olduğunu biliyor musun” dedim. Bilmiyorum dedi. En kötü kul demektir, sen kimin kulusun dedim. Allah’ın kuluyum dedi. Burada, gel şefaat eyle kemter kuluna derken Muhammed’in kulu olmuş oluyorsun dedim. Yok ya Allah Allah, hiç bilmiyordum dedi. Gel şefaat eyle derken şefaatten ne anlıyorsun dedim. Bizi kurtar diyorum dedi. Peki, kimden kurtaracak dedim. Düşününce birden şok oldu. Olur mu öyle şey dedi. Allah’tan kurtaracak demek değil mi? Allah’tan kurtaracaksa Allah’tan daha güçlü olması lazım. Seni Allah’tan daha fazla tanıması lazım. Ve Allah’tan sana daha yakın, daha merhametli olması lazım.
Dolayısıyla hiç kimse bu hayal ettiği şeylerin ilah olduğuna inanmaz. Onun için “einnekum leteşhedûne enne meallâhi âliheten uhrâ” “siz gerçekten Allah ile birlikte başka ilahların olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz?” “gul lâ eşhed” “De ki ben şahitlik etmem.” “gul innemâ huve ilâhuv vâhıduv” “O bir tek ilahtır.” “ve innenî berîum mimmâ tuşrikûn” “Ben sizin Allah ile araya koyduğunuz şeylerden uzağım.” (Enam 19) Bütün müşriklerin söylediği şudur. “mâ nağbuduhum illâ liyugarribûnâ ilallâhi zulfâ” “Biz bunlara niye kulluk ediyoruz? Bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye…” (Zümer 3) Bakın bütün müşriklerin hedefi nedir? Allah’tır. Onun için Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayan bir tek müşrik yoktur. Allah en güçlüdür ama yukardadır. Ona nasıl ulaşacağım? Allah uzakta efendiler yakınlarında… O onları oraya yaklaştıracak. Peki, onu kim yaklaştıracak? Soru sorduğun zaman hemen donup kalıyorlar.
“Ellezîne âteynâhumul kitâbe yağrifûnehû kemâ yağrifûne ebnâehum” “Kendilerine kitap verdiklerimiz bu Kuranı Kerimi kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.” (Enam 20) Burada ki “ebnahum” kelimesini “oğulları” diye tercüme ediyoruz. Alışkanlık… Evlatlarını dememiz lazım. Çünkü Arap dilinde bu ifadenin içerisine kızlar da girer. Ama alışkanlıktan hiç farkına varmadan hemen oğul diye tercüme ediyoruz. Oğul değil, evlatlarını diye anlamak lazım. Mesela önümdeki mealde de oğul diye meal vermişler. Arap dilinde öyledir. Mesela bize “ya beni Adem” “Ey Adem oğulları” diye tercüme ederler. “Ey Adem evladı” diye tercüme etmek gerekir. Çünkü Arap dilinde bunun içerisine kızlar da girer. Ama Türkçede oğullar denince kız anlaşılmaz. “Ellezîne âteynâhumul kitâbe” “Kendilerine kitap verdiklerimiz” “yağrifûnehû” “Bu kitabı (Kuranı Kerim’i) tanırlar.” “kemâ yağrifûne ebnâehum” “Kendi evlatlarını tanıdıkları gibi…” (Enam 20) Burada evladı olanlar gayet iyi bilir. Bir milyar kişi içerisinde oğlunuzu ya da kızınızı görseniz tanımaz mısınız? Deseler ki bu senin oğlun değil. Ne dersin? Benim oğlumu bana mı şey yapıyorsunuz dersiniz değil mi? Ya da bu senin kızın değil deseler… Kardeşim benim kızımı sen bana mı tanıtıyorsun dersiniz. Benim kızımı sen benden iyi mi tanıyacaksın dersiniz. Benim oğlumu benden iyi mi tanıyacaksın dersiniz. Yani bir insan oğlundan, kızından bu benim oğlumdu, benim kızımdı diye şüphe eder mi? İşte aynı şekilde hiç şüphe etmeden bu Kuran’ın Allah’ın kitabı olduğu konusunu bilirler.
Peki, “Ellezîne âteynâhumul kitâbe yağrifûnehû” (Enam 20) da ki “hu” zamirine niye Allah’ın kitabı manası verdik? Çünkü Bakara Suresi 89. Ayette Allahu Teala şöyle buyuruyor. Medine’ye son gelecek nebiyi beklemek için gelip yerleşen Yahudi kabileleri vardı. Orada millete karşı son nebi gelecek biz onunla beraber dünyanın hakimi olacağız diyorlardı. Doğru inansalar hakimi olacaklardı. 42. Ayetten itibaren İsrail oğulları anlatılıyor. Burada Allahu Teala şöyle diyor. “Ve lemmâ câehum kitâbum min ındillâhi” “Onlara Allah katından bir kitap gelince” (Bakara 89) Ne zaman ki kitap geldi? Esas olan kitaptır yani… Elbette getiren çok önemlidir ama önemli olan kitaptır. “musaddigul limâ meahum” “yanlarındaki kitabı tasdik eden” (Bakara 89) Yanlarındakini diyor. Bize ne anlatırlar? İsa’ya indiği şekliyle derler. Allah yanlarındakini diyor. Yani Müslümanların kafası öyle bir bozulmuştur ki malesef… İsa’ya indiği şekliyle tasdik eder derler. Peki, İsa’ya indiği şekliyle o zaman yanlarında mıydı? Bu ayet bize hitap etmiyor mu? Yanlarındakini tasdik eden kitap geldi. “ve kânû min gablu yesteftihûne alellezîne keferû” “Hâlbuki bundan önce kâfirlere karşı bununla önlerinin açılacaklarını söylüyorlardı.” (Bakara 89) Göreceksiniz, bir kitap gelecek. Biz o kitaba uyacağız ve dünyaya hâkim olacağız diyorlardı. Doğru, uysalardı öyle olacaktı. Allah zaten baştan öyle söyledi. “Yâ benî isrâîlezkurû niğmetiyelletî en’amtu aleykum ve evfû biahdî ûfi biahdikum” “Ey İsrail oğulları size verdiğim nimetleri aklınıza getirin. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin. Bende size verdiğim sözü yerine getireyim.” (Bakara 40) Ona verdikleri söz bu kitaba inanmaktır. Allah’ın verdiği söz de dünya hakimi yapmasıdır. Bugün Yahudiler inanmadan dünya hakimi olmaya çalışıyorlar. Çok uğraşırlar. Onun için Bakara Suresi 89. Ayette Allahu Teala şöyle diyor. “Ve lemmâ câehum kitâbum min ındillâhi musaddigul limâ meahum” “Yanlarındaki kitabı tasdik eden bir kitap Allah katından gelince” “ve kânû min gablu yesteftihûne alellezîne keferû” “Daha önce kafirlere karşı bununla önlerinin açılacağını söylüyorlardı.” “felemmâ câehum mâ arafû” “Bu tanıdıkları kitap gelince” Tanıdılar. Allah’ın kitabı hiç şüpheleri yok. “keferû bih” “Onu görmezlikte direndiler.” Onun Allah’ın kitabı olduğunu görmek istemediler. “felağnetullâhi alel kâfirîn” “Allah’ın laneti o kafirleredir.” (Bakara 89) Allah’ta onları dışlar. Siz bu Kuran’ı dışlıyorsunuz değil mi? O zaman yaptığınızın misliyle cezalandırılırsınız. Allah da sizi dışlar.
İşte bundan dolayı biz buradaki ayete o manayı verdik. Yani “Ellezîne âteynâhumul kitâbe yağrifûnehû” da ki “hu” zamirine kitap (Kuran) anlamı vermemizin sebebi bu ayettir. “Kendilerine kitap verdiklerimiz Kuran’ı Kerim’i tanırlar.” “kemâ yağrifûne ebnâehum” “Kendi evlatlarını tanıdıkları gibi” Yani hiç şüpheleri olmaz. “ellezîne hasirû enfusehum fehum lâ yué’minûn” “Ama kendilerini yiyip tüketenler var ya onlar inanmayanlardır.” (Enam 20) Gayet doğru olduğunu biliyorlar. Buna inanmak lazım, tamam ama bu kadar şeyi ne yapalım diyorlar.
Mesela Necar heyeti Medine’ye geliyor. Hristiyan bir heyettir. Resulullah’a karşı bir takım yanlış ifadelerde bulunuyorlar. Onları mescid de misafir ediyor. Hıristiyanlar ibadetlerini de mescid de yapıyorlar. Orada büyük bir lanetleşme yapınca… Buna mülaane deniyor. Ali İmran Suresi 61. Ayeti iniyor. “Femen hâcceke fîhi mim bağdi mâ câeke minel ılmi” “Bu bilgi sana geldikten sonra bu konuda sana delil getirmeye, seninle tartışmaya kalkan olursa” Yani Muhammed’in (a.s) bekledikleri nebi olmadığı, Kuran’ın bekledikleri kitap olmadığını söylerlerse… “fegul teâlev” “Deki gelin” “ned’u ebnâenâ ve ebnâekum” “Oğullarımızı da çağıralım, sizin oğullarınızı da çağıralım.” “ve nisâenâ ve nisâekum” “Kadınlarımızı çağıralım siz de kadınlarınızı çağırın.” “ve enfusenâ ve enfusekum” “Bizde gelelim, siz de gelin.” Hep bir arada… Bir tarafta siz, bir tarafta biz… “summe nebtehil fenec’al lağnetallâhi alel kâzibîn” “Sonra ‘ya rabbi kim yalan söylüyorsa senin lanetin ona olsun’ diye dua edelim.” (Ali İmran 61) Öyle deyince onlar yanaşmıyorlar. Bu mülaane denilen duruma yanaşmıyorlar. Bir takım anlaşmalar yaparak gidiyorlar. Giderken o papazın bir yakını niye yapmadınız diyor. Papaz da “bu adam Allah’ın son nebisi, biz bununla böyle dua etsek biz yok olur gideriz” diyor. Peki niye inanmadınız diyor. “Kilisemizi Roma besliyor. Biz ordayız. Dünya kadar şey geliyor. Biz buna inanırsak elimizdeki, avucumuzdaki her şey gider” diyor. Öyle mi deyip Müslüman olmaya gidiyor. Bana ne sizin şeyinizden diyor. Burada da “ellezîne hasirû enfusehum fehum lâ yué’minûn” “İnanmayanlar kendilerini yiyip tüketirler” (Enam 20) diyor. Çünkü yaptığının yanlış olduğunu bilir. Bunun psikolojik sıkıntısını ömür boyu yaşar. Karşılığını da ahirette görür.
“Ve men azlemu mimmenifterâ alallâhi keziben” “Bir yalanı Allah’a mal edenden daha zalim kimdir?” Yani kendisi bu Allah’ın kitabı değildir diye yalan söylüyor. Allah böyle bir kitap indirmemiştir diyor. Allah indirmemiştir diyerek kendi iddiasını Allah’a mal ediyor. “ev kezzebe biâyâtih” “ya da Allah’ın ayetleri karşısında yalana sarılanlar” (Enam 21) Yani Allah’ın kitabına inanmıyor ya da bazı ayetler karşısında yalan söylüyor.
Mesela Bakara Suresi 75. Ayette Allahu Teala bu Yahudilerle ilgili şöyle diyor. “Efetatmeûne ey yué’minû lekum” “Bunların size inanmalarını mı bekliyorsunuz?” “ve gad kâne ferîgum minhum yesmeûne kelâmallâhi” “Resulullah’ın yanına gelip Allah’ın kelamını dinliyorlar. “summe yuharrifûnehû mim bağdi mâ agalûhu” “Anladıktan sonra ayetin manasını başka tarafa çekmeye çalışıyorlar.” Aslında böyle demek istemedi, aslında şöyle diyor falan diyorlar. “mim bağdi mâ agalûhu” “Anladıktan sonra bunu yapıyorlar.” “ve hum yağlemûn” “Bunu bile bile yapıyorlar.” (Bakara 75) “Ve izâ legullezîne âmenû gâlû âmennâ” “Müslümanlarla karşılaştıkları zaman amenna (beklediğimiz nebi geldi, bu kitap Allah’ın kitabı) diyorlar.” “ve izâ halâ bağduhum ilâ bağdın” “Birbirleriyle başbaşa kaldıkları zaman” “gâlû” “Birbirlerine şöyle diyorlar.” “etuhaddisû nehum bimâ fetehallâhu aleykum” Allah sana gösterdi, tamam bu Allah’ın kitabı ama niye onlara söylüyorsun, aptal mısın diyorlar. “liyuhâccûkum bihî ınde rabbikum” “Allah’ın yanında size delil getirsinler diye mi?” “efelâ tağgılûn” “Kafanızı çalıştırmıyor musunuz?” (Bakara 76) Allah’ı da kandıracaklarına inanıyorlar. Görüyor musunuz? Sanki Allah onların içlerini bilmiyor. “E ve lâ yağlemûne ennallâhe yağlemu mâ yusirrûne ve ma yuğlinûn” “Bilmiyorlar mı ki Allah onların gizlediklerini de biliyor, açığa vurduklarını da biliyor.” (Bakara 77) Onu da biliyorlar. Ama Allah’ı kandıracaklarına inanıyorlar. Psikolojiyi görüyor musunuz? Allah’ı bile kandıracaklarına inanıyorlar. Dolayısıyla bu tam bir psikolojik sıkıntıdır. Yani kendilerini yiyip tüketiyorlar. Taha Suresi 124. Ayette de “Kim de kitabımdan yüz çevirirse onun sıkıntılı bir hayatı olur” diyor. Adamın psikolojisi bozulur diyor. “(Mezardan) kalkış günü mahşer yerine kör olarak haşrederiz” (Taha 124) diyor. Sen bu dünyada Kuranı görmediysen Allah ahirette seni kör olarak haşreder. Yaptığının cezasını çeker. Zaten siz çevrenizde görürsünüz. Görmezlikten gelen kişilerin nasıl psikolojik sıkıntılar içerisinde olduklarını görürsünüz. Ama Allah’ın kitabını içselleştirmiş olan kişilerin içi her zaman rahattır.
“innehû lâ yuflihuz zâlimûn” “Şurası bir gerçek ki yanlış yapanlar istedikleri hedefe ulaşamazlar.” (Enam 21) Yani siz yanlış yola girerseniz o yol sizi gitmeniz gereken yere götürmez. Yanlış yapmayacaksınız. Doğru yapacaksınız. Tabi bilmeden herkes yanlış yapabilir. Allahu Teala kişiyi gücünün yetmediği şeyden sorumlu tutmaz. (Bakara 286) Ama bile bile yanlış yaparsa Allah onu affetmez. Tabi tevbe ederse o başka…
“Ve yevme nahşuruhum cemîan” Bunların psikolojilerine dikkat edin. “Onları hep birlikte topladığımız zaman” Bir araya getirdiğimiz gün… “summe negûlu lillezîne eşrakû” (Enam 22) Şirke girenler… Yani Allah’ı ikinci sıraya koyup kendi arzularını birinci sıraya alırlar. Dine kendi kafalarına göre yön verirler. Mesela az önce olduğu gibi… Bunlara niye öyle söylüyorsunuz ki, Allah’ın yanında da size şey yapacaklar dediler. Kendilerini ilahlaştırmış oluyorlar. Yani Allah’ın sözlerini kendileri sağa sola çekebiliyorlar. Yani Allah’ı ikinci sıraya koydun mu müşrik olursun, birinci sırayı ne yaparsan yap. Önemli değil. Mesela bugün Hıristiyanlar İsa’yı (a.s) Allah ile aralarına koyuyorlar. “eyne şurakâukumullezîne kuntum tez’umûn” “O hayal ettiğiniz ortaklarınız nerede?” (Enam 22) Hani İsa sizi kurtaracaktı? Bugün mezheplerin tamamı –içerisinde farklı görüşü olan belki olabilir ama- Allahu Teala kıyamet günü hiç kimsenin kimseye faydası olmayacağını birkaç ayette açıkça söylediği halde şefaati uzma diye bir hadisi Resulullah’a mal etmişler. Ki onun da içerisi kendi kendisiyle çelişen bir hadistir. Bütün insanlık Adem’e gidiyor. Allahu Teala hesabı çabuk görürüm dediği halde bunlar yok çabuk görmüyormuş da Adem’e ‘Allah’a dua et de bizim hesabımızı çabuklaştırsın’ diyorlar. Allah çabuk görürüm diyor. Siz Allah’a inanmıyor musunuz? Yani hakikaten inanılır gibi değil. Adem’e gidince Adem ‘Ben ağaçtan yedim’ falan diyor. Yediyse de Allah tevbesini kabul etti. Ona git, ona git… En sonunda Resulullah’a geliyorlar. O da ümmetim, ümmetim diyor. Bütün insanlık geldi. Öbürleri ne diyecek? Acayip bir şey… Ondan sonra da şefaat ediyormuş. İşte bazıları da Resulullah’ı ilahlaştırıyor. Maalesef… Bugün mezheplerin çok büyük bir bölümü böyledir. İçlerinde mutlaka böyle olmayanlar da vardır. Birisi bu konuda yapar, birisi başka konuda yapar. Ama şefaati sadece bir örnek olarak verdim. Şimdi Resulullah bunları kabul eder mi? İsa (a.s) bunları kabul ediyor mu? Allahu Teala Maide Suresinin 116. ayetinde “eente gulte linnasittehızûnî ve ummiye ilâheyni min dûnillâh” “Ya İsa sen mi bunlara dedin ki beni ve anamı Allah ile aranıza ilahlar olarak koyun?” (Maide 116) diyor. İsa (a.s) kabul etmiyor. Dolayısıyla bu umdukları şeyde yanlarından kaçacak… “ve dalle anhum mâ kânû yefterûn” “O uydurdukları, iftira ettikleri şey kendilerinden uzaklaşıp gidecek.” (Hud 21) Kendileri buna asla inanmazlar. Burada birkaç kere anlatmıştım. Vatikan Başbakanı geçenlerde öldü. Jean Liu Pierre Touran, bana ‘Sen bize müşrik diyorsun. Biz müşrik değiliz’ dedi. Yani İsa’yı Allah ile aralarına koyuyorlar ya… Bende güldüm. Adam hemen konuyu değiştirdi. Çünkü müşrik olduğunu biliyor. En küçük şüphesi yok.
“Summe lem tekun fitnetuhum” “Sonra onları orada yakan şu olacak.” Kıyamet günü herkes bir arada… Ne diyecekler biliyor musunuz? “vallâhi rabbinâ mâ kunnâ muşrikîn” “Rabbimiz olan Allah’a yemin ederiz, biz müşrik değiliz.” (Enam 23) Vatikan Başbakanının dediği gibi… Hep böyle derler. Sen bize müşrik diyorsun biz müşrik değiliz. Peki, şunu ne yapıyorsun diye sorduğunuzda o başka derler. Kardeşim bu dini kendine uydurmaya hakkın yok. Bu dine uymak zorundasın.
“Unzur keyfe kezebû alâ enfusihim” “Baksanıza kendilerini nasıl yalanladılar.” (Enam 24) Kendilerine karşı yalan söylüyorlar. Bunları Allah ile aranıza koydunuz. Evet, onların bir değeri yok diyorsunuz ama ona göre bir hayat kurdunuz. Kendi kafanıza göre… Yok efendim namaz yok, oruç yok… Şimdi artık öyle hocalar çıktı ki… Daha da çıkacak. Yani birisi namaz yok diyor. Birisi namaz iki rekattır diyor. Birisi başörtüsü yoktur diyor. Birisi giyim kuşamla ilgili… İyi vallahi… Biz insanların cehenneme gitme hürriyetini engelleyecek değiliz. Giden gitsin. Kapı sonuna kadar açık… Bizim ancak kendimize gücümüz yeter. Ben gitmeyeceğim. İsteyen gitsin deriz. “ve dalle anhum mâ kânû yefterûn” “İftira ettikleri şey de kaybolup gidecek.” (Enam 24) İsa (a.s) onlarla ilgilenecek mi? Ya da bazıları melekleri araya koyuyorlar. İlgilenecek mi? Mesela bazı çok değerli adamları araya koyanlar var. Adamın hiç haberi yok. Haberi olsa bunlarla mücadele ederler. Bunları kabul etmezler ki…
“Ve minhum mey yestemiu ileyk” “Bunların içerisinde seni dinleyenler de var.” Şey gibi… Az önce Yahudilerin gelip Resulullah’ı dinlemesinden bahsettik ya… Gelip dinliyorlar. Kuran dinlemeye de gelirler. Tabi ki herkes orada değil. O bir örnektir. Bugün de olur, yarın da olur. Her zaman olur. “ve cealnâ alâ gulûbihim ekinneten ey yefgahûhu” “Sanki anlamasınlar diye kalplerinin üzerine bir kın geçirmişiz gibi…” Yani kılıcın kını olur da kılıca elini süremezsin kının içindedir. Kalplerini Allah bir kının içerisine sokmuş gibi… Anlamasınlar diye Allah öyle yapmış. “ve fî âzânihim vagrâ” “Kulaklarında da ağırlık var duymuyorlar.” “ve iy yerav kulle âyetil lâ yué’minû bihâ” “Bütün ayetleri görseler inanmıyorlar.” (Enam 25) Tamam, tamam deyip geçiştiriyor. Buraya öyleleri çok geliyor. Ayetleri okuyorsun, okuyorsun hiç umurlarında değil. Ama bugün İran’dan hanımlar heyeti geldi. Hepsi de Üniversite hocasıydı. O kadar güzel bir şekilde şey yaptılar ki… Tabi böyle itirazlar oldu. Karşı sorular oldu ama itiraz inatçı bir itiraz değildi. Anlamak içindi. 2,5 saat sürdü. Yani böyleleri de var. Ama Medine’de bir Üniversitenin hocası geldi. Burada neredeyse kafayı yiyip gitti. Arkadaşlarımız ayet okuyor, bende okuyorum. Yok, sen öyle diyorsun diyor. Allah, Allah… Sen Medine’de bir Üniversitenin hocasısın. Hafızsın, o ayetleri ezbere de biliyorsun. Arkadaş ayeti okuyor. Yok, o senin görüşün diyor.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: İmsak ayeti gibi… 31:31 31:33 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Evet, yani hakikaten bir arkadaş… O 12 Eylül’de bir dik duruş sergilemişti. Çok hoşuma gitmişti. 33:43 sn. anlaşılmıyor. O da Arap ülkelerinde okumuş. Arapçası çok iyi… Fatih’te hocalıkta yapıyor. Yani medrese hocalığı yapıyor. Hidaye kitabıyla ekonomi ile bazı konuları okuyalım diye bir ara buraya da geldi. Biraz okuduk. Her cümle yanlış, her cümle yanlış… Dayanamadı. Yok ben bu kitapta yanlış olacağını kabul edemiyorum dedi. Kalkıp gitti. Kardeşim Arapçayı çok iyi biliyorsun. Yanlış değilse söyle… Beni düzelt.
Ondan sonra bir gün bir düğündeyiz. Aynı masaya oturmuşuz. “Bana senin birçok görüşünü soruyorlar. Görüşlerin hoşuma gitmiyor, katılmıyorum ama imsak ile ilgili görüşünde haklı olabilirsin” dedi. Bende ayeti okudum. Allahu Teala “hattâ yetebeyyene lekumul haytul ebyadu minel haytıl esvedi minel fecr” (Bakara 187) diyor dedim. Sadece ayeti okudum. O sana göre dedi. Ben ayeti okudum, bunu ben mi indirdim dedim. Allah’ın ayeti bana göre olur mu? Ben meal versem… Ben orada mealde vermedim. Meal versem buraya yanlış meal verdin diyebilirsin. Olabilir, hata yapabilirim. Doğrusu budur dersin. Tamam. Ama ben ayeti okuyorum. O senin görüşün diyor. Medine’den gelen hoca da öyleydi.
Sanki Allah bunların kalplerini bir kın içerisine sokmuş. Kulaklarına mühür basmış. Gözleri de görmüyor. Ne yaparsan yap. Görmek istemiyor. Bilmediğinden değil. “hattâ izâ câûke” “Senin yanına geldikleri zaman” “yucâdilûneke” “seninle tartışmaya başlarlar.” Az önce yaptıkları gibi… “yegûlullezîne keferû” “Kâfir olanlar (ayetleri görmek istemeyenler) şöyle derler.” “in hâzâ illâ esâtîrul evvelîn” “Bunlar öncekilerin yalan, yanlış sözleridir.” (Enam 25) Mesela az önce bu senin görüşün dediği zaman Allah’ın ayetine adam Allah’ın ayeti diyor mu? Demiyor. İşte bunlarda aynı… Bunlar da Allah’ın ayeti demiyor. Eskilerin yalan, yanlış sözleri diyorlar.
Rüstem: Fussilet Suresi 26. Ayette de aynı şey… Sonraki ayette de öyle… 36:29 36:31 sn arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Evet. “Ayetleri görmezlikten gelenler (kafirler) şöyle derler: “Bu Kur’an’ı dinlemeyin, boş şeyler söyleyin, belki baskın gelirsiniz.” (Fussilet 26) Yani gidip orada gevezelik yapın, şunu yapın, bunu yapın belki baskın gelirsiniz diyorlar.
“Ve hum yenhevne anhu ve yen’evne anh” (Enam 26) Bunlar insanları Kuran’dan uzaklaştırıyorlar. Bakın bugün mesela Türkiye’de bir grup var. Kuran’ı kendisine uyduruyor. Kuran’dan kendi kafasına göre dinler çıkarıyor. Yahudilerin yaptığı gibi kelimeleri sağa çekiyor, sola çekiyor. Bir grupta var ki yok Kuran olmaz diyor. Kuran ile hiçbir problemi çözemezsiniz diyor. Bugün mezheplerin hemen hemen tamamında Kuran mücmeldir (anlaşılmaz kitaptır) diye bir kanaat vardır. Hâlbuki Allah mufassaldır (ayrıntılı olarak anlatılmıştır) diyor. Onların hiçbirisi umurunda değil.
Fehmi İlkay ÇEÇEN:
Rüstem: Hatta öyle diyen kişiler hadisleri de dikkate almazlar. Başka görüşleri alırlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela bizi hadis düşmanlığı ile suçlayanlar… Burada her derste görüyorsunuz. Bari hadisleri alsalar. Hadisleri de almıyorlar. Ne ayet var, ne hadis var.
Mesela bugün gelen hanımlara çocukların evlendirilmesi konusunu anlattım. İran’da bugünlerde o tartışılıyormuş. İran ile ilgilenen arkadaşlara söyledim. Bakın hangi konu gündemdeyse o konuyu onlarla konuşalım dedim. Bugünlerde gündemde olan çocukların evlendirilmesi konusuymuş. Reşit olmayan kadın ve erkeğin evlendirilemeyeceğine dair çok açık ayetler var. Reşit yani ne yapacağını bilen, aklı başında, malını doğru dürüst harcayan kişi demektir. O kadar çok ayet var ki… O ayetlerin hiçbirisini Sünni, Şii ayrımı yapılmaksızın hiçbir mezhep görmemiştir. Yani dünya kadar ayeti hiçbir mezhep görmemiştir. Şii, Sünni ayrımı yapmaksızın… Ondan sonra boşanma ile ilgili Talak Suresi var. Boşanma konusunda o sureyi Sünni, Şii ayrımı olmaksızın hiçbir mezhep görmemiştir. Kuranı Kerim’de 12 yerde Allah’ın hududu… Yani Allah’ın koyduğu sınırlar kelimesi geçer. Bunun tam 8 tanesi erkeğin ve kadının boşanması ile ilgilidir. Kadının boşanma hakkını kabul eden bir tek mezhep yoktur. 39:59 sn. anlaşılmıyor. diye bir saçmalık ortaya atarlar. O kelimenin geçtiği ne bir hadis, ne de bir ayet vardır. Hiçbir şey yok. Ama Şii, Sünni ayrımı olmaksızın tamamı bunu kabul eder. Şii, Sünni ayrımı olmaksızın tamamı Talak ile ilgili ayetleri kabul etmezler. Şii, Sünni ayrımı olmaksızın tamamı Talak ile ilgili hadisleri kabul etmez. Ondan sonra tutup bize laf söylerler. Peki, çocukların evlendirilmesi ile ilgili delil aldıkları nedir? Talak Suresinden bir tane kelimeyi çekip alırlar. O kelimenin de anlamını bozarlar. O kelimeyi de kadınla cinsel ilişkiye delil olan ayet ile ilgilendirirler. Ondan sonra çocuk büyüyene kadar ilişkiye girilmez derler. Yaptığınızın akılla, mantıkla hiçbir ilişkisi yok. Bakın bir kelimeyi çekmişler… Herhangi birinin bir kelimesini çekseniz ona istediğiniz şeyi söyletemez misiniz? Kuranı Kerim’den olunca o da uymuyor. Manasını değiştiriyor. Oradan çocukların evlendirilmesine hüküm çıkarıyor. Şii, Sünni hepsi tek kelimeye dayanıyor. O zaman bu mezheplerin kendiliğinden oluşması imkansızdır. Dolayısıyla Ebu Hanife şöyle dedi, Şafii böyle dedi… Bir kere ben asla inanmıyorum. Caferi Sadık böyle dedi. Bunlar tek bir merkezde oluşturulmuş mezheplerdir. Ufak, tefek farklılıklarla dağıtılmışlar. O saygın ulemaya da o sözler mal edilmiştir. Çünkü 2 kere 2 kaç eder dersem ne dersiniz? 4. Kaç etmez diye sorsam 4 gibi ittifak edebilir misiniz? Etmez de ittifak mümkün mü? Ancak birileri sizi yönlendirirse o zaman ittifak edersiniz. Birileri size Abdülaziz Hoca 2 kere 2 kaç etmez diyecek, hepiniz 5 deyin derse dersiniz. Onun dışında olmaz. Bu kadar mezhebin tamamı bu ayetleri görmeyecek, aynı kelime üzerinde aynı yanlışları yaparak çocukların evlendirilmesine fetva verecek. Dünya kadar ayeti hiçbirisi görmeyecek. Hiçbirisi o ayetlere mezheplerinde yer vermeyecek. Hadisleri görmeyecek. Bunlar akıl mantık işi mi? Biz hemen Yahudi, Hıristiyan’a sıra geldi mi keyifle saldırırız. Ama biz yanlış yapmayız, bizde olmaz.
“Ve hum yenhevne anhu ve yen’evne anh” “Bunlar insanları Allah’ın kitabından yasaklıyorlar, kendileri de uzak kalıyor.” (Enam 26) O zaman böyle bir münafık yapısı şey yaptı. Bugün bana sordular. Hadisler konusunda ne yapıyorsunuz dediler. Arapçada biliyorlar. Hepsi Üniversite hocasıydı. Allahu Teala Kuranı Kerim’de Medine halkında münafıklar vardır, sen onları tanımazsın diyor. Peki, Resulullah’ın tanımadığı münafıklar hadis uydurup bize kadar getirdilerse ne olacak? Arakasından onlar gibi münafıkları Resulullah tanımadı ben nasıl tanıyacağım? Resulullah tanımadığı adam için ne iyi diyebilir, ne kötü diyebilir. Hatta hadi iyi niyetli olayım diye iyi diyecek. Resulullah’ın iyi dediği adama sen nasıl kötü dersin… Onun için biz burada hadisleri ne senedine bakarak, ne başka bir şeyine… Sadece Kuran ile bağlantısına bakarak değerlendiririz. Öyle deyince hiçbir şey söyleyemediler.
“Ve lev terâ iz vugıfû alen nâri” “Bu adamlar ateşin karşısında durduruldukları zaman” Şimdi şeyi düşünün. O münafık Yahudiler Resulullah’a gelip tamam, doğru bizde inandık, bizde Müslümanız diyorlar. Bu adamlar ateşin karşısında durduruluyorlar. Yani böyle düşünelim. “fegâlû yâ leytenâ nuraddu” Keşke bir geri çevrilsek diyecekler. Tekrar dünyaya dönsek… “ve lâ nukezzibe biâyâti rabbinâ” “Rabbimizin ayetleri karşısında yalan, yanlış şeyler söylemesek…” “ve nekûne minel mué’minîn” “Bizde ona tam inanıp güvenen birisi olsak derler.” (Enam 27) Bunlar zaten dünyadayken bunun böyle olduğunu bilmiyorlar mıydı? Onun için Allahu Teala şöyle diyor.
“Bel bedâlehum mâ kânû yuhfûne min gabl” “Bunların daha önce gizledikleri şey karşılarına çıktı.” Artık yalan söylemenin bir anlamı kalmadı ya… Kendileri için ortada… Ama şöyle diyor. “ve lev ruddû leâdû limâ nuhû anhu” “Bunlar dünyaya tekrar döndürülseler bile tekrar aynı yasağı çiğnerler.” Niye? “ve innehum lekâzibûn” “Bunlar yalancıdır.” (Enam 28) Artık yalanı özümsemişler. Vücutlarının bir parçası olmuş. Bir müddet sonra… Bir insan bir yerde bir şey yaptığı zaman rahatsız olur. Mesela hep sigara içenleri örnek veriyorum. Niye? Çünkü ben çocukken birilerine heveslendiğim için bir iki tane sigara içtim. Böyle acayip bunu nasıl içiyorlar diye kendime söyledim. Sonra baktım ki canım istiyor. Hemen bıraktım. Bu ne dedim. Bir de eskiden satranç oynamayı çok severdim. Arkadaşlar gidip kahvede satranç oynayalım dediler. Tamam, bir iki kere gittim. Kahvenin havası berbat… Üçüncüsünde baktım ki canım kahveye gitmek istiyor. Arkadaşlara kusura bakmayın ben bir daha oraya gelmem dedim. Ben bir daha gelmem dedim. Bir müddet sonra yaptığınız yanlış alışkanlık meydana getiriyor. Ve sizin için artık o vazgeçilmez hale geliyor. Çünkü bunlar yalancı… Ne yaparsanız tekrar şey yapar. Yalancı…
“Ve gâlû in hiye illâ hayâtuned dunyâ” “Bizim bu dünya hayatımızdan başka hayat yok diyorlar.” Hayat, bu dünya hayatı… “ve mâ nahnu bimeb’ûsîn” “Öldükten sonra yeniden diriltilecek falan değiliz.” (Enam 29) Reenkarnasyon konusunda yıllar önce bir akşam bir televizyona çağırmışlardı. Konuşuyoruz. Tam karşımda bir hanım oturuyor. Ben reenkarnasyona inanıyorum, falan filan dedi. Cevabını verdim. O televizyon idaresi, yöneticiler benden dolayı rahatsız olmuşlar. Hemen reklama girdiler. Reklamları iki saat sürdü. Sonra kulis tarafına geçtik. O hanım ben ateistim, ben öyle ahirete falan inanmam dedi. Ben sana bir şey söyleyeyim mi, sen Allah’a kesin olarak inanıyorsun değil mi dedim. Tabi, ben Allah’ıma çok inanıyorum, ben onun adını andığım zaman içim rahatlar, ben ona sığınırım ama peygambere inanmıyorum dedi. Tabi dedim. Allah ile Resulullah’ı birbirinden ayıracaksın ki sen hayatını istediğin gibi yaşamak istiyorsun… Resulullah’a inandığın zaman namaz, oruç, hac, zekat, giyim, kuşam… Bundan dolayı şey yapıyorsun. Ondan sonra ben reenkarnasyona kesin inanıyorum, yaşımda 48 dedi. En az 65 yaşında gösteriyordu. Hemen yaşını söyledi. Sen reenkarnasyona inanmıyorsun da belki daha güzel dünyaya gelirim diye düşünüyorsun değil mi dedim. Aynen öyle dedi. İşte sende ahiret inancı var dedim. İnsanların… Bakın kendinize dikkat edin… Çocukluğumda Erzurum’da hep taş binalardı. Bir de beton bina yapıldı. Erzurum taş mağazalar vardır. Tamamen kuyumcuların olduğu bir çarşıdır. Orada bir beton bina yapıldı. Benimde dikkatimi çekiyordu. Oradan geçerken de bakıyordum. Adam çok güzel bina yaptı. Adam tam içine gireceği gün öldü. Şahsen o olaydan o kadar etkilendim ki… Adam içine bile giremedi. Peki, ileri yaşta insan bu kadar güzel binayı neden yapar? Çünkü hiç kimse ölümü düşünmüyor. Ondan sonra bizim İstanbul Eski Müftüsü Abdurrahman Şeref GÜZELYAZICI vardı. Müftüyken vefat etti. Yaşlıydı. İnsanlar yaşlandıkça dünyaya daha çok bağlanıyor diye hep kendi kedime düşünürdüm, bir de baktım ki çınarlar ne kadar yaşlı olursa kökleri yerin dibine o kadar fazla gidiyormuş dedi. Yani insanda bir ölümsüzlük, ahiret inancı bu psikolojisi de var. Yine bu Büyük Larousse ansiklopedisinin yazarlarındanım. 1985 senesinde basılmıştı. 12 Eylül ihtilali yeni olmuştu. Orası da ateistlerin merkeziydi. Ben haftada bir kere gidiyordum. Onların başı Adnan BENK vardı. İnanmadığını söylerdi. Bir gün benim yanıma geldi. Her gittiğimde yanıma gelip konuşurdu. Ben haftada bir kere gidip yazılarımı teslim eder gelirdim. Pazartesi günleri bir yarım saat falan kalırdım. Bir gün gelip “düşünüyorum da eğer ahiret varsa her şeyi bırakıp ömrü ibadetle geçirmeye değer” dedi. İnsanın ömrü 100 sene bilemedin 150 sene dedim. “150 milyon sene olsa ne yazar, bir gün bitmeyecek mi? Matematikte bir kural vardır. Sonsuz karşısında bütün rakamların değeri sıfırdır. Bu öyle bir kumardır ki dünyada bundan daha değerli kumar olmaz” dedi. Hadi şu kumarı oyna da bir göreyim dedim. Yanımdan kalkıp gitti. Hani sen ateistim falan diyordun. Ne oldu? İşte bakın bu ayette onların psikolojisini ortaya koyuyor.
Allahu Teala 30. Ayette şöyle diyor. “Ve lev tera” “Onları bir görsen” “iz vugıfû alâ rabbihim” “rablerinin karşısında durduruldukları zaman” “gâle e leyse hâzâ bil hagg” Allah onlara soracak. “Bu ahiret gerçek değil miymiş?” “gâlû belâ ve rabbinâ” “Rabbimize yemin olsun ki gerçek diyecekler.” “gâle fezûgul azâbe bimâ kuntum tekfurûn” “Bu gerçeklerin üstünü ısrarla örtmenizin karşılığında bu azabı tadın bakalım denecek.” (Enam 30) Bütün bunları aldığımız zaman… Bakın hepimiz içinde aynı şey söz konusudur. İmtihan gerçekten çok zordur. Dikkat ediyor musunuz, bilgi imtihanı değil. Bilgi imtihanı olsa bu ayetlere bakarsanız kaybedecek kimse var mı? Allah’a güven ve dayanma imtihanıdır. Allah’a tam olarak güvenebilmek ve Allah’a tam olarak teslim olabilmek… İşte kafirler Allah’a inanmayan insanlar değildir. Yeryüzünde Allah’a inanmayan bir tek kâfir olmaz, olamaz. Yine Fransızların önde gelen ateistleri ile görüşmemizi defalarca size anlattım. Birinci gün kabul etmediler. İkinci gün başkanları bana “Allah tevbeleri ne zamana kadar kabul ediyor” diye sordu. Yani bunu bilmeyen yok. Ama size karşı yalan söylerler. Ondan dolayı Allah… Hani Enam Suresi 19. Ayette “De ki hangi şeyin şahitliği daha büyüktür?” “En büyük şahit kimdir diye sor Sen cevabı Allah’tır diye ver dedi. Çünkü onlara bırakırsan yalan söylerler. Onun için Kuranı Kerim’de Allah her kafire yalancı der. Gördük işte… Ayetleri okuduk. Onun için kafir psikolojisini çok iyi bilmek zorundayız. Bizde aynı şekilde olmamak için menfaatlerimizi devamlı ikinci sıraya atacağız. Çünkü sürekli imtihan halindeyiz. Her an menfaatlerimizi öne alıp Allah’ın emirlerini geriye bırakabiliriz. Bu imtihanı sonuna kadar şey yapmamız lazım. Onun için Yakup (a.s) oğullarına ne demiştir? “felâ temûtunne illâ ve entum muslimûn” “Allah’a tam teslim olarak canlarınızı verin” (Bakara 132) Çünkü son ana kadar yanlış yapma ve yoldan çıkma ihtimalimiz var. Hiçbirimiz kendimizi garantide görmeyelim. Son derece dikkatli olalım. Başkalarına anlatırken çok kolaydır ama kendimize sıra geldiği zaman ama falan demeyelim. Allah yardımcımız olsun. Cenabı Hak rızasından ayırmasın.