Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün ki dersimiz Kuranı Kerim’in evrenselliği hakkında olacak. Allah’a şükür Türkiye’de ve birçok İslam ülkesinde daha önce görülmediği şekilde insanları Kuran’a yönelmesi var. Bir de sosyal medyanın yayılması sebebiyle bilgi anında bütün dünyaya ulaşabiliyor. Bununda verdiği kolaylıkla bakıyorsunuz ki her yaştan insan bilgilere ulaşıyor. Allah’ın kendisine verdiği kabiliyetleri kullanarak sorguluyor. Tabi bu sorgulanmada menfaat çevrelerini en çok rahatsız eden şey Allah’ın kitabıdır. Yani bir insan Allah rızası için canı dahil her şeyi vermeye hazır değilse, menfaatlerini öne alıyorsa bu insanın dinini de kendi menfaatlerine uydurmasından daha doğal bir şey olmaz. Dinini menfaatlerine uydururken de kendisini din dışı saymaz. Dolayısıyla biliyorsunuz. Birkaç gündür derslerimizi bu konuda yoğunlaştırıyoruz. Kuranı Kerim kitap mıdır, hitap mıdır şeklinde uzun süredir var olan söylemler artık iyice ortaya çıktı. Kitap dediğimiz zaman ki Allahu Teala kitap diyor. Hitap kelimesinin Arap dili açısından kitap diye algılanmasında bir mani yok. Fakat bunu söyleyenlerin düşünceleri şudur. Tamamen Batı’da ki söylemin İslam Alemine servis edilmesinden ibarettir. Batı’da İslam için Allah’ın dini denmez. Muhammedilik denir. Dolayısıyla Kuranı Kerim’de Allah’ın kitabı olmaz, Muhammed’in kitabı olur. Peki, şimdi siz İslam Aleminde bu kitabın Allah’ın kitabı olduğunu söylemezseniz sizi orada yaşatmazlar. Öyleyse Allah’ın kitabı diyeceksiniz. Peki, meleklerin getirdiği vahiyle mi? Hayır. Bir şair çevresini gözlemlerken içerisine doğan bir takım duygularla şiirini nasıl yazıyorsa Muhammed’de… Tabi onlara göre Muhammed. Allah’ın resulü değil. Ama tabi ki Allah’ın resulü diyecekler. Yani Batılılardan tek farkı bunlar İslam ülkesinde yaşadıkları için Allah’ın resulü demek zorundalar. Kuran’a da Allah’ın kitabı demek zorundalar. Ama altı boşaltılmış bir kitap… Bunu derken Muhammed’in o günün şartları içerisinde yaptığı konuşmalardır. Zaten yazdırmamıştır. Daha sonra yazıya geçirmişlerdir falan diye söyleniyor. İslam dini diye bir din yok diyemedikleri için Batılıların din derken dinden anladıkları neyse onu bize din olarak servis ediyorlar. Batılıların din derken dinden anladıkları iman, ibadet ve ahlaktır. Yani günlük hayata dair işler dine girmez. Kanundur, yönetmeliktir, ekonomidir, sosyal hayatla ilgili düzenlemelerdir, şudur, budur… Bu son zamanlarda iyice dillendirilmeye başlandı. İsmini her tarafta söyledikleri için tekrar ediyorum. Bu Mustafa ÖZTÜRK’e mal ediliyor. Ama bu Mustafa ÖZTÜRK’ün kendi söylemi değildir. Zaten Türkiye’de yıllardır dillendirilen ama yeni yeni ortaya çıkarılan bir söylemdir. O söylem sahiplerinden bir tanesi de Mustafa ÖZTÜRK’tür. O kadar. Kuran kitap değil, Muhammed’in sözlerinin daha sonra derlenmiş şeklidir derler. Muhammed’de yerine göre burada şunu söylemiş, şurada şunu söylemiş. Bazen halkın arasında yerleşmiş bir takım hikayeleri de anlatmış. Onlar daha sonra Kuranı Kerim’e doldurulmuş falan… Tabi bunlar olacak. Bunlar gayet normal bir şeydir. Ama Kuranı Kerim Allah’ın kitabıdır. Evrenseldir. Bütün dünyada geçerliliği vardır. Burada her derste de size anlatıyoruz. Maalesef Kuranı Kerim’e karşı mücadele Resulullah’ın hayatında başlamıştır. Münafık Yahudiler bunu başlatmışlar. Kimliklerini ustaca gizlemişler. Osman’dan (r.a) sonra daha etkili faaliyet yapma fırsatı bulmuşlar. Ve birçok ayetlerin anlamını saptırarak kendi inançlarını kurtarmaya çalışmışlardır. Çünkü menfaatlerine ters düştüğü için hoşlarına gitmiyor. Mesela Allahu Teala Bakara Suresinde Yahudilerle ilgili olarak şunu söylüyor. “Ve legad âteynâ mûsel kitâbe ve gaffeynâ mim bağdihî bir rusuli” “Musa’ya o kitabı verdik. Onun arkasından çok resuller peş peşe geldi.” “ve âteynâ îsebne meryemel beyyinâti” “Meryem oğlu İsa’ya da kendi nebiliğini ortaya koyan açık deliller verdik.” “ve eyyednâhu birûhil gudus” “Ruhul Kudis (Cebrail) ile onu destekledik.” “efekullemâ câekum rasûlum bimâ lâ tehvâ enfusukum” “Hangi resul hoşunuza gitmeyen bir şeyle gelirse” “istekbertum” “Kendinizi büyük mü gördünüz?” (Bakara 87) Bakın resulün kendisi değil, resulün getirdiği… Buna çok dikkat edin. Allah “efekullemâ câekum rasûlun” “size her bir resul geldiği zaman kendinizi üstün gördünüz” demiyor. “Size her bir resul geldiği zaman kendinizi üstün gördünüz” değil. “bimâ lâ tehvâ enfusukum” “Hoşunuza gitmeyen şeyle…” (Bakara 87) Hoşlarına gitmeyen şey nedir? Allah’ın kitabıdır. Yani resulün kendisinden değil. Hoşlarına gitmeyen şey… Mesela İsa (a.s) onlara geldi. Tevrat’ı ben kaldırıyorum dedi mi? Ne dedi? “Ve musaddigal limâ beyne yedeyye minet tevrâti” “Yanımdaki Tevrat’ı tasdik eden bir kişi olarak geldim” (Ali İmran 50) dedi. Tamam, Tevrat’ı tasdik ediyor. Yahudilerde Tevrat’a inandığını söylemiyor muydu? Peki, başka ne yaptı? “liuhılle lekum bağdallezî hurrime aleykum” “Size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak için geldim” (Ali İmran 50) diyor. Bakın ne yapıyor? Haramı helal kılmak onları rahatlatır mı? Yaptıkları yanlıştan dolayı helal olan bazı şeyleri Allah onlara haram kıldığını söylüyor. Hayvanların iç yağları, bazı bölgeleri, bazı hayvanlarla ilgili yasaklar… Bunları size helal kılmak için geldim diyor. Peki, oraya geldiyse… O zaman onu baş tacı etmeleri lazım. Çünkü işlerini kolaylaştırıyor. “ve cié’tukum biâyetim mir rabbikum” “Rabbinizden de müjdeyle geldim.” “fettegullâhe ve etîûn.” “Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının. Benim dediklerimi tutun.” (Ali İmran 50) Yani Allah’ın elçisi olduğumu iyice öğrendiniz. Peki, şimdi siz kendinizi İsa (a.s) hayattayken orada yaşayan Yahudilerden olarak düşünün. Çünkü hak din zaten bir tanedir. O sıra daha Muhammed (a.s) gelmemiş. Tevrat var. İsa (a.s) gelmiş. Geliyor, çamurdan kuş heykeli yapıyor, üflüyor, uçuyor. Geliyor, ölüleri diriltiyor. Geliyor, milletin neler yediğini söylüyor. Anadan doğma körü ve alaca hastalığını iyileştiriyor. Böyle birisini duyduğunuz zaman müthiş bir şekilde ona itibar gösterirsiniz. Mesela İstanbul’a bir tane sihirbaz gelse, göz bağlayıcı insanlar gelse herkes önünde kuyruğa girer ki bilet alsın da onu seyretsin değil mi? Ama bu Allah’ın resulü olduğunu da söylüyor. Bir de size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak için geldim diyor. Mesela iç yağı helal… Ne güzel, bundan sonra bunu yiyeceğiz diye düşünürler. Peki, iç yağının helal olmasından kim rahatsız olur?
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Onun ticaretini yapanlar…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Onların ticaretini kim yapıyor? Sen o konuda epeyce çalışıyorsun.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Allahu Teala Yahudilere hayvanların iç yağlarını helal kıldı ama helal olmadan önce Yahudi Hahamları bunu muma çevirip -düşünün, o devirde aydınlanma sanayisi bu- fahiş fiyattan satıyorlardı. Halk diyor ki bizde mum yapalım. Olmaz kutsal diyorlardı. Bunu bizim gibi adamlar yapar diyorlardı. Biz Allah ile sizin aranızda aracıyız, bir takım işlemlerden, reaksiyonlardan geçirip bunu size helal hale getiriyoruz diyorlardı. Hz İsa’da gelip bu helaldir, herkes bunu kullanabilir deyince bu sefer bunların çarkına fena halde çomak sokmuş oldu. Bütün kavgada oradan çıktı.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah ne dedi? Hoşunuza gitmeyen şey… Kimin hoşuna gitmiyor?
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Din adamlarının…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O zamanda din adamlarının, bugün de din adamlarının… Dinden menfaat sağlayan insanların… Dinden menfaat sağladığınız an her şeyi kaybedersiniz. Evet, bu dünyada bir şeyler olur. İstanbul Müftülüğündeyiz. Bir arkadaşa geldiler. Hocam bizim camide vaaz eder misiniz dediler. Tamam ama falan diyerek kıvranıyor. Hocam şu kadar para veririz dediler. Parayı beğenmedi. Gene bir takım şeyler söylüyor. Şu uygun değil, bu uygun değil… Neyse biraz parayı arttırınca uygun oldu gitti. Siz eğer insanlardan dini kullanarak menfaat sağlayacaksanız… Dinden menfaat sağlanmaz. Allah’ın nebileri insanlara ne demiştir? Sizden hiçbir şey istemiyorum. Bir şey istediğiniz zaman karşılığı… İşte bu örnekte de Fehmi’nin anlattığı gibi Havra’nın işi bozuluyor. Onun için İsa’yı (a.s) ortadan kaldırmaya çalışanlar onların din adamlarıdır. Onun için yöneticilerle işbirliği yapmışlardır. Öldürmeye kesin kararlı oldukları için de Allahu Teala onu kurtararak öldürmelerine müsaade etmemiştir. Aynı durum Resulullah (s.a.v) için de geçerlidir. O da Kuranı Kerim ile gelince ondan da rahatsız oldular. Çünkü gene hoşlarına gitmiyor. Yani bizim soyumuzdan olsun diyorlar. Tamam, bu dini bekliyoruz, sorun değil ama bizden olsun diyorlar. Hakimiyet bizde olsun diyorlar. Onun için Bakara Suresi 75. Ayette Allahu Teala “Efetatmeûne ey yué’minû lekum” “Bu Yahudilerin, İsrailoğullarının size inanacağını mı umuyorsunuz?” “ve gad kâne ferîgum minhum yesmeûne kelâmallâhi” “Onlardan bir grup geliyor. Allah’ın kelamını dinliyor.” “summe yuharrifûnehû mim bağdi mâ agalûhu” Onu kendi zihinlerindeki yani Tevrat’ın anlattığı nebi bu, ilişkiyi kuruyorlar. Kafaları tamam diyor. Hakikaten bizim inanmamız geren nebi bu diyorlar. Ama ilişkiyi koparmaya çalışıyorlar. “ve hum yağlemûn” “bile bile…” (Bakara 75) Peki, ilişkiyi nasıl koparırsınız? Allahu Teala Ali İmran Suresi 81. Ayette şöyle diyor. “Ve iz ehazallâhu mîsâgan nebiyyîne” “Allah bütün nebilerden kesin söz aldığı zaman” Ne dedi? “lemâ âteytukum min kitâbiv ve hıkmetin” “Size bir kitap ve hikmet veririm de” “Size bir kitap ve hikmet veririm” derken kitabı ve hikmeti kime veriyor? Bütün nebilere değil mi? Peki, bu ilişkiyi koparmaya çalışanların yaptığı ilk iş nedir? Bir kere nebilere kitap yok derler. İslam diye anlatılan kitapların tamamında böyle yazar. Resule kitap verilir, yazar. Onların kitaplarında da kitapların nebilere verildiği yazıyor. Bu ilişkiyi kopardılar. Kuranı görüyor musunuz, bizimle ilgili değil demek istiyorlar. Ayetin anlamını çarptırarak yeni bir din oluşturuyorlar. “Kitap ve hikmet veririm de…” (Ali İmran 81) Hikmet ne? Bilen var mı? Bütün nebilere verilmiş ama Müslümanların hayatından çıkmış. Hikmet o kitapları kullanma kılavuzudur. O kitapları kullanamaz hale geldiğiniz zaman o kitaplar ne işe yarar? Mutfağınız ağzına kadar her türlü gıdayla dolu, yemek pişirmesini bilmiyorsanız, aç kalırsınız. İşte hikmet yemek pişirmesini bilmektir. Size resul geldi dedi. Bu resul kim? Resul de bu kitap yani Kuranı Kerim’dir. Arap dilinde resulün birinci anlamı getirilen sözdür. Bunu sözlükler olmasa hiçbir yerde görmek mümkün değil. O kitap gelecek. Kitap nasıl olacak? “musaddigul limâ meakum” “Yanınızdakini tasdik eden kitap” (Ali İmran 81) Yani Kuran onların yanındakini tasdik edecek. Peki, bize öğrettikleri nedir? Tasdik mi, tahrif mi? Tahrif edilmiş dediğiniz zaman bir Yahudi’nin inanması gerekmez ki… İşte onun için “yuharrifûnehû mim bağdi mâ agalûhu” “O bağı kurduktan sonra saptırıyorlar.” “ve hum yağlemûn” “Bunu bile bile yapıyorlar.” (Bakara 75) Yahudiler Resulullah hayattayken yapıyorlar. Ama tefsirlere bir bakın. Kuran’ın ayetlerini tahrif ettikleri yani anlam saptırması yaptıkları ayette açık olmasına rağmen… Tefsirlerde nedir? Fehmi Diyanetin mealine bakar mısın? Yahudilerin Kuran ayetlerini saptırdığını tarif ettikleri halde bu ayete başka bir anlam vermenin asla ihtimali olmadığı halde Diyanet mealinin dipnotuna bakın. Bütün tefsirler böyle yazmıştır.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Diyanet Meali, Bakara Suresi 75. Ayetin dipnotu… “Bu ayet Yahudilerin kutsal kitapları Tevrat’ı tahrif ettiklerini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hadi buyur… Allahu Teala ayette ne diyor? Bir kısmı Allah’ın kelamını dinliyor. Hatta onların mealinden oku. O meali dinleyin. Bakın ki bu dipnot oraya yazılır mı?
Fehmi İlkay ÇEÇEN: “Şimdi, bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa içlerinden birtakımı, Allah’ın kelamını dinler, iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi.” (Bakara 75)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bizde tahrif kelimesinin anlamı da bozulduğu için… Tahrif denilince kelimeleri değiştirme, harfleri değiştirme şeklinde anlaşılır. Tahrif, anlam kaymasıdır. Tahrifi de tahrif etmişlerdir.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: “Onlar iman edenlerle karşılaşınca iman ettik derler.” (Bakara 76)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İman edenler kim? Bakın “Siz umuyor musunuz” diyor. İman edenler kendi adamları mı? Ki Tevrat’ı tahrif etmiş olsunlar.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: “Birbirleriyle baş başa kaldıklarında da şöyle derler. “Rabbinizin huzurunda delil olarak kullanıp sizi sustursunlar diye mi, Allah’ın (Tevrat’ta) size bildirdiklerini onlara söylüyorsunuz?”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tevrat’ı nereden çıkardı? Parantez içine mi koymuş? Ne alakası var ya… “Allah’ın size açtığı şey yani bu kitabın hak olduğunu niye onlara bildiriyorsunuz?” Orada da aslında yanlış değil. Tevrat Kuran’ın haklılığını gösteriyor ama o anlaşılmaz.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Kafa karışıklığı meydana getiriyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaten tahrif odur. Kafa karışıklığı meydana getirmektir. Falanca, filanca… Açın tefsirleri bir tane buna doğru mana veren bulursanız gelin. Asırlar öncesinden Kuran’ın evrenselliği zaten ortadan kaldırılmıştır. Tasdik etmeyen bir kitap… Tahrifle geliyor. Hâlbuki tasdikle gelmezse inanmamaları gerekir. O zaman adamlar bak işte bizim beklediğimiz kitap bu değil diyorlar. O kadar ayete rağmen dört tane kitap indirilmiştir diye anlatırlar. Bütün nebilere kitap verildiğine dair dünya kadar ayet var. Bir tane onların dediği gibi ayet var mı? Size öğretildiğine göre Tevrat kime verilmiş? Musa’ya (a.s)… Musa’ya (a.s) indirildi diye bir tane ayet bulabilir misiniz? Tevrat İsrailoğullarına verilen bütün kitapların toplandığı koleksiyondur. Yahudiler baksana bunlar daha Tevrat’ın kime veriliğini bile bilmiyorlar diye düşünüyorlar. Kalkmış bir de sanki kendileri doğru yoldaymış da Mustafa ÖZTÜRK’ü yeriyorlar. Kardeşim onun asla savunulacak bir tarafı yok ama sizde bir adam olun da ondan sonra konuşun.
Kuranı Kerim evrensel kitap mı? Elbette. Bugün ki dersimizin konusu olan ayeti ben size okuyayım. Hatta öncesinden başlayayım ki tam anlaşılsın. Allahu Teala burada şöyle diyor. “Ve iy yemseskallâhu bidurrin felâ kâşife lehû illâ hû” “Eğer Allah sana bir zarar vermek isterse (bir zarar dokundurursa) onu ondan başka kimse gideremez (kaldıramaz).” “ve iy yemseske bihayrin” “Ama Allah sana bir iyilik dokunduracaksa, iyilik yapacaksa” “fehuve alâ kulli şey’in gadîr” “O her şeye bir ölçü koymuştur.” (Enam 17) Yapacağı iyiliğinde bir ölçüsü vardır. Ölçüsüz yapmaz. “Ve huvel gâhiru fevga ıbâdih” “O kullarının üzerinde tam bir hakimiyet sahibidir.” “ve huvel hakîmul habîr” “O doğru karar veren, her şeyin iç yüzünü bilendir.” (Enam 18) Ne yapıyorsunuz, ne ediyorsunuz, içinizi, dışınızı her tarafınızı bilir. “Gul eyyu şey’in ekberu şehâdeh” “Peki, buna en büyük şahit kim? Sor onlara…” “gulillâh” “Deki Allah” “gulillâhu şehîdum beynî ve beynekum” “Benim ve sizin aranızda şahit olan Allah’tır.” Muhammed Allah’ın elçisi mi derler. Tamam. Şüphelenmekte haklı mısın? Evet, haklısın, şüphelen. “ve ûhıye ileyye” “Bana şu vahyedildi.” “hâzel gur’ânu” “Bu Kuran.” Bu Kuran bana vahyedildi. Niye? “liunzirakum bihî” “Bununla sizi uyarayım diye” Başka kimi? “ve mem belağ” “Bu Kuran kime ulaşırsa onu” Peki, şimdi Muhammed (a.s) hayatta mı? Şu anda bizi ne uyarıyor? Kuran. Biz Arap değiliz. 21. Asırda Türkiye’de yaşayan insanlarız. “einnekum leteşhedûne” “Siz gerçekten şahit misiniz?” “enne meallâhi âliheten uhrâ” “Allah ile beraber başka ilahlar var.” Kainatta söz sahibi şunlar, bunlar var, gerçekten biliyor musunuz? Şu bize biraz garip gibi gelir de… Allah adına kendisini laf söylemeye yetkili gören herkes kendisini ilah yerine koymuştur. Bu açıdan bakarsanız İslam uleması içerisinde kendisini ilah yerine koymayan çok nadir adam bulabilirsiniz. Çok az… Bakın az önce Allah ne dedi, o meal ne dedi gördünüz. “gul lâ eşhed” “De ki ben buna şahit değilim.” Mesela herkes şunu ittifakla kabul eder. “Kuran’ı Muhammed’in (a.s) açıklama yetkisi vardır. Tabi önce yetkileri ona verecekler ki kendileri de kullanabilsin. Tıpkı kilisenin İsa’yı Allah’ın oğlu saymaları, Allah’ın yerine koymaları ondan sonra Papayı da İsa’nın temsilcisi saymaları, kiliseyi İsa’nın temsilcisi saymaları… Kiliseyi İsa’nın temsilcisi sayacaklar ki kendilerini Allah yerine koysunlar. Bu işin başka yolu var mı ki? O kadar açık ayetler… Diyanetin hakkını yemeyelim. Hud Suresinin ilk ayetlerine doğru mana vermişler. Fehmi oku bakalım.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: “Elif Lâm Râ. Bu Kur’an; âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi (bulunan ve her şeyden) hakkıyla haberdar olan Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve açık) kılınmış, sonra da Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kim açıklamış? Allah’ın açıkladığını söyledi. Niye Allah açıklamış? Başkasına kulluk etmeyesiniz diye… Peki, gelenekteki ve bugün ki tefsirciler ayeti kendileri mi açıklıyor, Allah’a mı açıklattırıyor? Allah burada ne dedi? Kendisini Allah’ın yerine koymak dedi. Peki, Resulullah’ın görevi neymiş?
Fehmi İlkay ÇEÇEN: “(De ki:) “Şüphesiz ben size O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Orayı yanlış yapmışlar. “innenî lekum minhu” “O kitapta olan ile sizi uyaran ve size müjde veren kişiyim.” (Hud 2) Kitap ile… Çünkü Enam Suresi 19. Ayette de “liunzirakum bihî ve mem belağ” “Bu kitap ile sizi ve ulaştığı kişileri uyaracağım” dedi. Ama gene olsun. Hiç olmazsa oraya kadar doğru… Geçende yurt dışından bir karı koca gelmişti. Hanımına “Patatesi yemek olarak sofraya koyar mısın” dedim. Sadece patates olmaz dedi. Sadece patates olmaz derken onu haşladığını ve yanına da tuz koyduğunu düşünerek diyorsun dedim. Evet dedi. Ben öyle demedim dedi. Tarladan geldiği şekliyle koyar mısın dedim. Öyle şey mi olur dedi. Peki, yiyebilir misin dedim. Nasıl yiyeyim dedi. Kocasına da dedim. Ama bakın ne yapacaksınız? O patatesi ya yemek yapacaksınız ya da haşlayacaksınız değil mi? Haşlamak için ateşe ihtiyaç var. Kaba ihtiyaç var, suya ihtiyaç var. Bir de onları bilen bir kişiye ihtiyaç var. Haşladıktan sonra sofraya getirdiğiniz zaman kabuğunu soyar bir de tuza ihtiyaç var. Yer. Daha güzel bir şey yapmak istiyorsanız yanına başka şeyler katıp yemek yaparsınız. İşte Kuranı Kerim’in ayetleri, yani Allahu Teala yeryüzündeki her şeye ayet diyor. Kuranı Kerim’dekilerde ayettir. Ayetleri Allah açıkladığı zaman patates yemeği yersiniz. Açıklamadığı zaman bazen patatesin kendisini… Bazen elma yersiniz. Rahat. Armut yersiniz rahat… Tabiattaki bazı otlardan da yiyebilirsiniz ama her şeyi yiyemezsiniz. Her şeyden hüküm çıkaramazsınız. İşte burada kendileri Kuranı Kerim’e anlam vermeye kalktıkları zaman insanlar bu nasıl bir kitap diyorlar? Fehmi sen 14. Surenin 4. Ayetini bir oku bakalım. Diyanetin mealinden oku. Dipnot falan yazmışlarsa onları da oku.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: İbrahim Suresinin Diyanet meali şöyledir. “Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Dipnot var mı?
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Yok hocam.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İlk cümleyi bir daha oku.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: “Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Buna göre Muhammed (a.s) bize gelmiş mi? Kendi kavminin diliyle gönderdik, onu açıklasın diyor. Bize gelmiş mi? Kime gelmiş? Sadece Araplara gelmiş değil mi? Peki, Rüstem Muhammed (a.s) çevre kabilelere mektuplar gönderdiği zaman Arapça olarak mı gönderiyordu?
Rüstem: Gönderdiği bütün elçiler gönderilen yere, o yerin dilini, onların konuştuğu dili tam olarak biliyorlardı.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O zaman “ve mem belağ” “Kuran kime ulaşırsa” (Enam 19) ne demek oluyor? Kuran’ın hangi dil ile insanlara ulaşması lazım?
Rüstem: 33:46 33:48 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Onun için peygamber kelimesi dediğiniz zaman başka bir şey anlama imkanı var mı? “Ve mâ erselnâ mir rasûlin” “Hiçbir resulü göndermedik” (İbrahim 4) diyor. Resul, işte kitaptır. İlk muhatapları Arap olduğu için Arapça olması gerekir. Ama bize Kuran Türkçe olması gerekir. Öbürüne İngilizce, öbürüne başka bir dilde… Ki Allah bizden ne istiyor? Açık bir şekilde anlaşılsın istiyor. Bakın görüyor musunuz? Ondan sonrasını bir oku. Ayeti bir daha oku. Bu ayeti okuyup da ben bu dine nasıl inanırım demeyecek bir adam çıksın bakalım. Bu meali okuyup, ayeti değil. Haşa ayette hiçbir şey yok. O meali bir daha oku.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: “Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mekke’yi düşünün. Muhammed (a.s) Arapça olarak Mekke’ye getirdi. Niye getirdi? Her şeyi açık açık ortaya koysun diye… Tamam, açık açık ortaya koydu. Farz et ki sana geldi. Sen Muhammed’in muhatabısın. Her şeyi anladın. Güzel. Peki, ondan sonra sen yola gelecek misin? Devamını oku.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: “Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu meale göre senin yetkin var mı? Madem dilediğini saptırıp dilediğini yola getiriyor daha niye resul gönderdi ki demezler mi? Sonra bu resul açıklasa ne olur, açıklamasa ne olur? Çok iyi anlasam ne olur, anlamasam ne olur? Nasıl olsa yola gelme işinde, sapma işinde benim bir yetkim yok. Bu konuyu yıllardır bütün ayrıntılarıyla açıkladık. Benim gerçekten çok canım sıkılıyor. Diyanet denen yerde 21 sene çalıştım. Fetva Kurulu Başkanı olarak görev de yaptım. Bu insanlar hiç mi düşünmüyorlar. Yıllarca bu ayetlere yanlış mana verildiğini yıllar öncesinden bütün ayrıntılarıyla ortaya koyduk. Hiç mi görmüyorlar? Hangi yüzle kalkıp da bugün Mustafa ÖZTÜRK’e laf söylüyorlar? Önce bir kendinizi düzeltin de ondan sonra konuşun. Bakın, inandıklarını söyledikleri İmam Maturidi ne der? İtikadda mezhebimiz diyorlar ya… İmam Maturidi bu ayete şöyle mana verir. “Biz her resulü kendi kavminin diliyle gönderdik.” Tabi o resul kitaptır. “Onlara her şeyi açık açık ortaya koysun. Bundan sonra Allah sapıklığı tercih edeni sapıklıkta bırakır, hidayeti tercih edeni yola getirir. Güçlü olan o, doğru karar veren odur.” (İbrahim 4) Ne oldu şimdi? Problem var mı? Onun için bu meseleler son derece önemlidir.
Almanların organizasyonuyla Vatikan’a gitmiştik. Almanya’dan iki genç benim oraya gittiğimi duymuş. Bizim kalacağımız otelin hemen yanındaki otele gelip kalmışlar. Sabahleyin onlardan bir tanesi gelip Nahl Suresi 93. ayeti sordu. O da şöyle; öbür arkadaşı bizi takip eden birisi demiş ki… Bunlar çocukluk arkadaşıymış. Kuran kursuna beraber gitmişler. Çocukluktan itibaren beş vakit namazlarını kılıyorlar. Arkadaşına Kuran meali oku demiş. O da Nahl Suresi 93. Ayeti okuyunca bu nasıl Allah’ın kitabı deyip namazı da bırakmış. Bir müddet sonra ben bu dine mi inanıyorum demiş. Bir müddet sonra yapamamış tekrar namaza başlamış ama bir türlü aklına yatmıyor. İki sene bunu tartışmışlar. Fehmi Nahl Suresi 93. Ayetin mealini Diyanet mealinden okur musun?
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Nahl Suresi 93. Ayet mealen şöyledir. “Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hadi buyurun. Tamam, beni saptırdı seni doğru yola getirdi, seni saptırdı beni doğru yola getirdi. Güzelde yaptığımdan nasıl sorumlu olacağım? Tam kahvaltı yapıyordum. Bana bunu sordu. “Oradaki kelimeye yanlış anlam veriyorlar. Oradaki şae kelimesi şey etmek anlamınadır. Onun da bir yüklemi mutlaka vardır. ‘yudillu men yeşau ve yehdi men yeşau’ ‘kim sapıklığı tercih ederse Allah onu saptırır, kim yola gelmeyi tercih ederse Allah onu yola getirir’” dedim. İşte bu İmam Maturidi’nin verdiği mealdir. Ama enteresan şimdiye kadar İmam Maturidi’den başka bu meali veren bir tefsir görmedim. Abbasiler döneminde sözlükleri bile değiştirmişler.
Rüstem: Hocam sanki bu ayet kadere inanmış Arapların kafa anlayışına göre tercüme edilmiş.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kaderi Abbasiler çıkarmıştır. Kendi becerisizliklerini Allah’a fatura etmek için… İşte o zaman sözlükleri de değiştirmişler. Neyse oynanan oyunlar çok çok daha büyük… İnşallah onları teker teker ortaya çıkaracağız. Ben söyledikten sonra Allah razı olsun hocam dedi. Arkasından öbür arkadaşı gelip Hoca burada sor dedi. Sordum dedi. Cevabını aldın mı dedi. Aldım dedi. Tatmin oldun mu dedi. Tatmin oldum dedi. Benden bir iki dakika önce otelden çıktın, ne zaman gelip sordun dedi. Doğrular o kadar kolaydır ki yanlışlar zordur. Dolayısıyla İslam evrenseldir.
Mesela Vatikan’a çok yakın bir yerde Roma’da toplantı yapmışlardı. Akşam kokteyl verdiler. İçki falan yoktu. Hıristiyanlar içki içerler ama biz orada olduğumuz için öyle bir şey yapmadılar. Haklarını yememek lazım. Sadece çay falan… Helal şeyler vardı. Yarın saat 9’da toplantımız var. O davet ettikleri kişilere hitaben hepinizi bekliyoruz dediler. Saat 3’de Abdülaziz BAYINDIR’ın konuşması var. Mutlaka bekliyoruz dediler. Bende şaşırdım. Avrupa’nın her tarafından bu kadar hoca gelmiş. Beni niye özellikle vurguladılar diye şaşırdım. Hayırdır bu ne diye düşündüm. Herkes 20 dakika konuşacak ben üç saat konuşacağım. Bu nasıl oluyor diye şaşırdım. Seni dinlemek için Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelenler var dediler. Sırf bizi dinlemek için… Saat 3’e kadar salonda teknik elemanlarla üç-dört tane dinleyici vardı. Birkaç tane davetli hoca falan… Saat 3 olunca salon tıklım tıklım oldu. İçerisinde birkaç tane 25-30 yaşlarında genç vardı. Diğerleri Üniversiteden gelen hocalardı. Önce kısa bir sunum yaptım. Arkasından soru cevap yaptım. Herkes sorularını hazırlamış. İnternette olması lazım. Bakın ki tek kelimeyle bir itiraz bulabilecek misiniz? En küçük bir itiraz… Avrupa’da Kuranı Kerim’e en küçük bir itiraz yoktu. Üç saat oldu. Kimse salondan çıkmadı. Son konuşmacı bendim. Zaman doldu deyince yok, sorularımız bitmedi dediler. Yarım saat daha hak verdiler. Yarım saat daha devam etti. Gene kimse çıkmıyor. Bir toplantı sözü daha verirseniz o zaman çıkarız dediler. Toplantı sözü verince hakikaten akşam yemeğinden sonra bir toplantı daha yapıldı. Ama Avrupa’da, Amerika’da, Rusya’da o kadar çok toplantılara katılmışımdır. Amerika’da gayri Müslimlerle toplantım olmadı. Gerçi onlarla da bir kiliseyle üç saatlik bir görüşmem oldu. Boston’da bir kilisede Pazar ayininde onların cemaatinin burada internet üzerinden sorularını cevapladım. Üç saat kadar sürdü. Gayri Müslimlerden bir tane itiraz yoktu. Niye? Çünkü Kuran Allah’ın ayeti, dinleyenlerde Allah’ın ayetiydi. Her insan Allah’ın ayetidir. Allah’ın ayetiyle Allah’ın ayeti arasında uyuşmazlık olur mu? Ama ayetleri bu hale getirdiğiniz zaman adam bu ne biçim bir din diyor. Biraz da Rüstem Hoca’yı dinleyelim. Onun da bir takım hazırlıkları var.
Rüstem: Bugün ki konuya göre bende bir takım ayetleri Kuranı Kerim’den tespit ettim. Resulullah bir nebi olarak bütün insanlara elçi olarak gönderilmiştir. Ve onun evrensel olduğunu gösteren bir takım ayetler vardı. Getirdiği Kuranı Kerim’in de evrensel olduğuna dair bir takım ayetler var. İşte onları topladım. Kısaca üzerinden geçmek isterim.
“Ve mâ erselnâke illâ rahmetel lil âlemîn” “Seni elçi olarak göndermemiz çağdaşların için ve daha sonrakiler için bir ikramdır.” (Enbiya 107)
“Ve mâ erselnâke illâ kâffetel linnâsi beşîrav ve nezîrav ve lâkinne ekseran nâsi lâ yağlemûn” “Biz seni bütün insanlara, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik ama çoğu insan bunu böyle bilmez.” (Sebe 28)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabi çoğu insan bilmez. Bizim sebebimizden dolayı bilmiyor. Adamlara kitap götürmüyoruz ki… Adamlara Kuranı Kerim ile gitmiyoruz ki…
Sanırım 2002 yılıydı. Moskova Üniversitesinde konuşuyorum. Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayan hiç kimse yoktur dedim. Orası ateistleriyle meşhur olan bir ülkedir. Moskova Üniversitesinde Üniversitenin hocalarına hitaben konuşuyorum. Onu söyleyince kafalarını sallayarak birbirlerine baktılar. Tasdik ettiler. Evet dediler. Asla itiraz yok.
Size defalarca anlatmıştım. Almanlarla Fransızların ortak toplantısında benden konuşma istemişlerdi. Orada Fransızların en önde gelen ateistleri vardı. Onlara da aynı şeyi söyledim. Ateistler ne diyeceğiz şeklinde şaşırdılar. Çünkü inandıklarını kendileri biliyor. Birisi itiraf etsin diye birbirlerine baktılar. Bir tanesi Budistler de mi öyle dedi. Peki, kiminle Nirvanayı yapıyorlar dedim. Bizim tarikatlar onların Nirvanalarını buraya fenafillah diye getirmişler. Öyle deyince sustular. Toplantı bittikten sonra başkanları geldi. Bu gibi şeylerde ben hep en son konuşmacı olurum. Çünkü önü açık olsun ki soru sorsunlar. Bazen saatlerce sürer. En son başkanları geldi. Fransa’nın eski Berlin büyükelçisiymiş. Toplantı bittikten sonra ayakta bir takım sorular sordu. Sonra tanrı konusu akılla anlaşılmaz dedi cevabını almadan kafayı çevirerek gitti. Ertesi gün öğle yemeğinde namazı kılıp gittim. Baktım ki Alman Fransız işbirliği teşkilatı iki başkan oturuyorlardı. Kapıdan içeri girdim. İlk girişte masanın yarısını boş bırakmışlar. Beni bekliyorlar. İçeriye girdim. Gel gel dediler. Almanca tercüman arkadaş Mustafa EVLİ ile beraber gidip oraya oturduk. Fransız bir iki siyasi şey sordu. Benim siyasetle ilgim yok dedim. Bu defa esas konuya başladı. Hemen daha sofrada yemek bitmeden, Allah tevbeleri ne zamana kadar kabul ediyor dedi. Hani siz Allah’a inanmıyordunuz? Kimi kandırıyorsunuz? İşte Kuranı Kerim’in evrenselliği ile gittiğiniz zaman böyle oluyor.
Rüstem: İlk baştaki iki ayet Resulullah’ın evrensel bir nebi olduğuna işaretti. Sonraki ayetlerde Allah’ın bizzat Kuranı Kerim’in evrensel olduğuna şahitlik getirdiği ayetlerdendir.
“Tebârakellezî nezzelel furgâne alâ abdihî liyekûne lil âlemîne nezîrâ” “Herkesin bir uyaranı olsun diye kuluna doğru ile eğriyi ayıran(furkan) Kitabı indiren Allah pek yücedir.” (Furkan 1)
“Ve hâzâ kitâbun enzelnâhu mubarakum musaddigullezî beyne yedeyhi” “Bereketli olan ve kendinden öncekileri tasdik eden bu Kitabı da biz indirdik.” Kuranı Kerim’in tasdik oluşunu Allahu Teala söylüyor. Zaten bu başka ayetlerde de var. “ve litunzira ummel gurâ ve men havlehâ” “İndirdik ki Anakenti (Mekke’yi) ve çevresini uyarasın.” (Enam 92) Biz az önce gönderilen elçilerden bahsettik. Aklıma bir gelmişti. Hocayla da paylaştım. Resulullah gönderdiği bütün elçileri gönderdiği yerin kendi diliyle göndermiş. Yani o dili biliyorlardı. Dolayısıyla o dille götürülen bu kitabı rahatlıkla anlatsınlar diye, davet etsinler diye… Tabi bir mektupla gidiyorlar. Ama bir davet için… Bu kitabı anlatacaklar. Peki, gittikleri zaman bir Fatiha Suresini veya diğer sureleri hangi dilde okumaları lazımdı? Arapça mı yoksa onların anlayacağı bir dilde mi? Tabi ki onların diliyle… O zaman buradan ne çıkıyor? Bazıları karşı geliyormuş. Kuran tercüme edilemezmiş. Yani nasıl olur böyle bir şey?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İşleri bozulacak.
Rüstem: Çünkü işleri bozulur. Çünkü Kuran nereye giderse doğruyu götürürse orayı düzeltir. Bir bahçeyi bir bahçıvan nasıl işlerse, güzelleştirirse aynı şekilde de Kuranı Kerim’in bir fonksiyonu vardır. İşte o elçilerde gittiği yeri o dil ile uyarıyordu. Kuran’dan anlattıklarıyla… Bu birinci meseleydi. İkinci mesele ise giden o kişiler Kuranı Kerim’in ayetlerini götürürken ne yapıyorlardı? Evrensel olduğunu gösteriyorlardı. Tarihselciler, “ve litunzira ummel gurâ ve men havlehâ” ayetine bakarak şöyle diyorlar. Sadece Resulullah’a gelmiş ve Resulullah’ın o Mekke’de ve yakın civarlarında olan Arapları uyarsın diye… Halbuki ayette öyle demiyor. “men havlehâ” Mekke ve ondan uzak değil mi Hocam?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “ummel gurâ” ne demek? Şehirlerin anası demek değil mi? Şehirlerin anası Mekke ise diğer bütün şehirler de onun evlatlarıdır.
Rüstem: Dolayısıyla giden bütün mektuplar o Krallara… Bizans’a da gitmiştir. İranlılara da gitmiştir. Afrika’ya da gitmiştir. Yani bütün kıtalara diyebiliriz. O zaman kuranı Kerim ne olmuş? Evrensel sayılıyor. Ve evrenselliği ve hükümleri orada bilinsin diye Resulullah bunu her tarafa dağıtmış. Belki bu tarihselcilere cevap olacak mahiyette anlattım. Sonraki ayet Nisa Suresi 166. Ayettir.
“Lâkinillâhu yeşhedu bimâ enzele ileyke enzelehû biılmih, vel melâiketu yeşhedûn, ve kefâ billâhi şehîdâ” “(Başkaları şahitlik etmeyebilir) Ama Allah (Kur’an’ı), kendi ilmi ile indirdiğine (yine) sana indirdiği (Kur’an) ile şahitlik eder. Buna Melekler de şahitlik ederler ama Allah’ın şahitliği yeterlidir.” (Nisa 166)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Burada şimdi önemli bir husus var. Sen söyle.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Hatırlarsanız bundan dört yıl önce Ebubekir SİFİL ile Abdülaziz Hocam arasında bir münazara oldu. Orada Ebubekir SİFİL “bir şey kendi kendisine delil olmaz” demişti. Ayeti kerimede Allah “bu kitabı indirmiş olmama benim şahitliğim ve meleklerin şahitliği yeterlidir” diyor. Ayrıca Ali İmran Suresinin 18. Ayetinde Allahu Teala “Allah kendisinden başka ilah olmadığına kendisi şahittir” diyor. Şimdi Allah’a ne diyeceğiz? Senin şahitliğin geçerli değil mi diyeceğiz? Ayrıca Resulullah (s.a.v) “bu Kuran bana Allah’tan geldi” dediğinde başka hiçbir delili yoksa o zaman aynı itirazı Resulullah’a da yapmamız gerekir. Senin kendi kendine yapmış olduğun şahitliğin hiçbir geçerliliği yoktur dememiz gerekir. Buradan şu sonuca ulaşıyoruz. İnsanların kendi mantıkları, kendi felsefeleri, kendi akıl yürütmeleri ile ortaya koymuş olduğu ilkelerle Kuranı Kerim’i anlamaya ve yorumlamaya çalışmayalım. Allahu Teala Kuranı Kerim’i anlama prensiplerini kendisi belirtmiş. Bu çerçevede hareket edelim. Mesela Allah şunu yapmaz, Allah şöyle demez, Kuran’da şu yoktur, Kuran’da kesinlikle bu böyledir diye bir önyargı ortaya koyuyoruz. Ondan sonra bütün din algımızı da buna inşaa ediyoruz. Dolayısıyla Kuranı eleştirdiğiniz zamanda “Tarihseldir, o zaman öyleydi” dersiniz. Yani bunlar Kuranı Kerim’den biraz kaba bir tabir olacak ama kurtulma gayretlerinden başka bir şey değil. Başka hiçbir şey olamaz. Hocam benim ekleyeceğim bu kadar…
Rüstem: Fehmi Hoca senin dediklerine Rasim Hoca’nın aklıma gelen güzel bir sözü var. Felsefeci olduğu için…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Rasim Hoca dediği bizim Rusça Bölümü başkanıdır. Moskova’da üniversitede hocalık yapmış. Bizim burada yıllardır çalışıyor.
Rüstem: O şöyle der. Materyalist filozoflar önce Allah’ı inkâr ederler. Sonra o inkâr ettikleri üzerine de inkâr delillerini üretirler. Yani kendi kafasında bir inkâr yaratırlar. Sonra da ona çerçeve yaparlar.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: 56:21 56:23 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İsterseniz ben Rasim Hoca’nın sizin bilmediğiniz taraflarını biraz anlatayım. Soviyetler dağıldıktan sonra Rasim Hoca İstanbul üniversitesine yabancı bir hoca olarak gelmiş. Edebiyat Fakültesinde Felsefe Bölümünde ders veriyor. Kendisi esasen Azeri olduğu için Türkçede konuşabiliyor. Ama çocukluğundan Moskova’ya gitmiş. Mesela ben defalarca şahit oldum. Ruslar onun diline hayran kalıyor. O kadar güzel dile hakim ki… Şimdi burada Üniversitede işi bitmiş. Yani sözleşme süresi dolmuş. Gelip dediler ki bu Hoca iyi şey yapıyor sizin vakfınızda ihtiyaç olur mu dediler. Bir gelsin dedik. Buraya geldi. Annesi tabipmiş. Dindar bir hanımmış. O işte İslam’ı falan anlatıyor. Kendisi Moskova’da yetişmiş. İlkokulu orada okumuş. Şunu anlattı. “Ya annemden Kuran Kuran diye hep duyuyordum. Kuran nasıl bir kitaptır diye merak ettim. Kütüphaneye gittim. Bir Kuran görmek istiyorum dedim. Polit bürodan izin alacaksın dediler. Sadece arkasından içini açmayayım demiş. Yok, arkasından da göremezsin demişler.” Buraya geldi. Ömründe ilk defa Kuranı Kerim’i ilk defa burada gördü. Okuyup şaşırarak geliyor. Hocam Allah bunları nereden biliyor diyor. Kendisine öğretilen bir Allah anlayışı var ya… Hocam bunlar ne diyor. Şok olup geliyor. Bir ayet okuyup geliyor. Mesela ruhla ilgili bir ayeti okudu. Benim ruhla ilgili okumadığım kitap kalmamıştır dedi. Ben ruhu bu kadar güzel anlatan… Bir tek cümle ama her şeyi anlatıyor, bu ne biçim bir şey dedi. Dolayısıyla gerçekten bu işin içerisine girdiğiniz zaman görürsünüz.
Yine burada birkaç kere anlatmıştım. Soviyetler yeni dağılmıştı. Türkiye’de siyasi ve ticari kalburüstü kişilerin özel bir uçakla bir gezileri vardı. Beni de çağırdılar, gittik. O zaman bizi hep üstte tutarlardı. Şimdi herkes geriye itiyor, ona bakmayın. Gittik. Kazakistan’dayız. Akşam otele geldim. Ertesi günde saat 3’te Türkmenistan’a gideceğiz. Orada otele geldim. İzmirli üç-dört tane işadamı koşa koşa kapıda yanıma gelip beni karşıladılar. Hocam bir gel dediler. Ne var hayırdır dedim. Burada bir delikanlı var. Sabahtan beri konuşuyoruz, konuşuyoruz ama ona hiçbir şey anlatamıyoruz dediler. Gittim, sen kimsin dedim. Ben Türk asıllı Almanım dedi. O ne demek dedim. Annem babam Türkiye’den gelmiş ben Almanya’da doğdum, büyüdüm dedi. İyi tamam dedim. Problem nedir dedim. “Anaokuluna gittik, sen Müslümansın dediler. Tamam, Müslümanız dedik. Bir müddet sonra baktım ki arkadaşlar namaz, oruç, hac bir takım şeylerden bahsediyorlar. Bizim evde öyle bir şey yok. Ben Müslüman değilim dedim. Bizim evde ne namaz, ne oruç hiç öyle bir şeyden bahseden yok. Hiç duymadım. Ben Müslüman değilim deyince bizimkileri bir hamaset sardı. Ne demek sen Türksün, Müslümansın dediler. Yahudi arkadaşlar gelip gel seni Yahudi yapalım dediler. Hıristiyan arkadaşlar gelip gel seni Hıristiyan yapalım dediler. Benimde kafam karıştı diyor. Kendi kendime dedim ki biraz büyüyeyim ilk harçlığımla bu dinlerin merkezlerini dolaşacağım. Hangi din daha doğruysa ona inanacağım dedim. Daha yaşı 20 yaşından biraz aşağıydı. Çalışmış harçlık biriktirip Vatikan’a gitmiş. Ondan sonra Kudüs’e gitmiş. Sonra Hindistan’a gitmiş. Bütün oradaki birçok din mensubu ile görüşmüş. Tibet’e gitmiş. Tibet’ten Kazakistan’a gelmiş. Bir tek Mekke kaldı. Oraya da gideceğim, kararımı vereceğim dedi. Allah’a inanıyor musun diyorlar. Tabi o elde birdir diyor. Alah’a inanmamak diye bir şey yok ki… Mesela Hindistan’a gittim. O kadar çok tanrılar var ama Allah en tepede herkes o tanrıları araya koyuyorlar dedi. O kadar başka bir şey yok. Tibet’e gittim onlarda aynı dedi. Ben Allah’a inanmayan hiç kimseyi şimdiye kadar görmedim dedi. O zaten elde bir dedi. Muhammed Allah’ın elçisidir biliyor musun dedim. Bırak Allah’ını seversen ben çok duydum bu hikâyeleri dedi. Ben nereden bileceğim. O sizin iddianız dedi. Aferin ben zaten senden bu cevabı bekliyordum dedim. Bu cevabı veresin diye şey yapmıştım dedim. Onun elçiliğinin belgesi bizde var biliyor musun dedim. Gerçekten mi dedi. Hiç onu duymamıştım dedi. Oda arkadaşım Prof. Dr. Mehmet YAZICI… Ona çık odadan Kuranı Kerim’i getir dedim. Diyanetin küçük eski meallerinden vardı. Getirdi. Ona verdim. Al bunu dedim. Burada mealden okuyacak tabii ki… Herkesin kendi diliyle ya… Otelin lobisindeyiz. Hakiki çiçekler var. Bir de naylondan yapılmış çiçekler vardı. Bak şurada naylondan yapılmış çiçekler var. Bunu insanlar yapmıştır değil mi dedim. Tabii ki insanlar yapar. İnsanlar yapar mı diye sorulur mu dedi. İyi tamam dedim. Peki, burada hakiki çiçekler var. Bunların yere düşmüş kuru yaprakları var, üstüne çiğner geçersin dedim. O bir yaprağı insan yapabilir mi dedim. Hayır dedi. Peki, o yaprağı yapan bir fabrika var mıdır yeryüzünde dedim. Yok dedi. Onu kim yapabilir dedim. Sadece Allah yapar başka kimse yapamaz dedi. Şimdi bu kitabı al dedim. Aynı o yapraklar birbirine benziyor ama Allah’ın yaptığı ile insanın yaptığını ayırmak çok kolaydır. Şimdi al bu sözleri okuyacaksın. Fatiha Suresini verdim. Al oku bakalım dedim. Eğer bu sözleri bir insan söyler diyebiliyorsan asla inanma dedim. Ama insan söyleyemez diyorsan o zaman inanacaksın dedim. Fatiha Suresine bir başladı. Ben şimdiye kadar hiç böyle bir şey duymadım dedi. Hele yalnız sana kulluk ederiz, yalnız senden yardım isteriz dediği yerde epey bir kaldı. Ya ne enteresan dedi. Bu ne biçim bir şey falan dedi. Fatihayı yarım saate bitiremedi. Ondan sonra tamam dedim. Ver bana… Elinden aldım Kuranı Kerim’i… Erzurumlu olduğumuz için çay içmeden yatamıyoruz. Bir semaver çay yaptırdım. Çay içerken kapı çaldı. Baktım o geldi. Kusura bakmayın, biliyorum gece erken saat 3’de kalkıp havaalanına gideceksiniz, vakit çok geçti ama ben şimdiye kadar böyle bir şeyi hiç kimseden duymadım, biraz yanınızda oturabilir miyim dedi. Tabi buyur dedim. Birtakım sorular sordu. Bizde çay ikram ettik tabi… Sonra rica etsem o kitabı bana verebilir misiniz dedi. Ben şimdiye kadar öyle bir kitap görmedim dedi. Kitabı verdik. Ondan sonra ne oldu bilmem ama işte bu…
Aynı şekilde Washington üniversitesinden bir hanım gelmişti. Doktora yapmak için gelmişti. Buraya kadar geldi, niye tebliğde bulunmadın diye yarın Allah bana soracak şeklinde kendi kendime düşündüm. Ona bir İngilizce Kuranı Kerim verdim. Ya şuradan biraz oku dedim. Yanına da bir tane de teyp koydum. Benim İngilizcem çok zayıf senin sesini şuraya alayım dedim. Ama ne yapmak istediğimi anladı. Çok zeki bir hanımdı. O da Fatiha Suresine bir başladı. Babaannem küçükken kiliseye beni götürürdü. Papazda aynı şeyi söylerdi dedi. O da gene “yalnız sana kulluk ederiz, yalnız senden yardım isteriz” ayetine gelince orada durdu. Çünkü onlar İsa’dan yardım istiyor, kiliseden yardım istiyor ya… Çok enteresan falan dedi. Sonuna kadar okudu. Ondan sonra bayağı bir ilgilenmeye başladı. Sonra Profesörlüğe başvurduğumuz zaman… Ki üniversitede sakalları kestiremedikleri için 13 sene geciktirmişlerdi Profesörlüğü… Acaba benimle ilgili yurt dışında yapılmış bir yayın var mı dedim. Bir araştırdım ki kadın Profesör olmuş. Bizimle alakalı Amerika’da o kadar çok yayın yapmış ki… Dosyaya onları koydum. Mesele bu kadar basit… Buyurun beyler… İşte Allah’ın kelamı… Bakara Suresinin 23. Ayetinde ne diyor? “Ve in kuntum fî raybim mimmâ nezzelnâ alâ abdinâ” “Kulumuza indirdiğimiz şeyden şüpheniz varsa” Tamam. Şüphelenmeye hakkınız var. “feé’tû bisûratim mim mislih” “Bunun surelerinden bir tanesinin benzerini getirin.” Benzer bir sure getirin. “ved’û şuhedâekum min dûnillâhi” “Allah’ın dışında ne kadar uzmanınız varsa hepsini de çağırın.” Tek başınıza siz yapın demiyor. O delikanlıya bir yaprağı bütün fabrikalar birleşse yapabilir mi diye sordum. Size de soruyorum. Yapabilir mi? Çiğneyip geçiyorsunuz. Bütün uzmanları da çağırın. “in kuntum sâdigîn” “Haklıysanız yaparsınız.” (Bakara 23) Eğer bu Allah’ın sözü değilse yaparsınız. “Feil lem tef’alû” “Yapamazsanız” “ve len tef’alû” “ki asla yapamayacaksınız.” “fettegunnâralletî vegûduhen nâsu vel hıcârah” “Tutuşturucusu insanlar ve taşlar olan o ateşe karşı kendinizi koruyun.” (Bakara 24) İşte olay bu. Şimdi sen oku bakalım.
Rüstem: İlk başta birkaç ayetle Kuranı Kerim’in evrensel olduğunu söyledik. Sonra da Resulullah’ın da bütün insanlara nebi olarak gönderildiğini söyledik. Şimdi de Resulullah’ı inkar edenler ve Resulullah’a bu kitap gönderilmemiş diyenlere karşı şu iki ayeti okuyayım. Manasından hemen belli olacak.
“Ve yegûlullezîne keferû leste murselâ, gul kefâ billâhi şehîdem beynî ve beynekum ve men ındehû ılmul kitâb” “Ayetleri görmezlikten gelenler (kafirler): “Sen elçi olarak gönderilmiş değilsin” derler. De ki “Aramızda Allah’ın ve o Kitab’ın bilgisine sahip olanların şahit olması yeter.” (Rad 43)
“Huvellezî ersele rasûlehû bil hudâ ve dînil haggı liyuzhirahû aled dîni kullih, Ve kefâ billâhi şehîdâ” “Elçisini bu Rehberle; gerçek din ile gönderen odur. Onu bütün dinlerin üzerine çıkarmak için böyle yapmıştır. Şahit olarak Allah yeter.” (Fetih 28)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ben şimdi buradan açıkça meydan okuyorum. Kuran’ın bilimle ilgisi yok diyorlar. Gelin beyler ne demek yok ya? Eğer ilimde derinleşmek istiyorsanız yaratılmış ayetleri indirilmiş ayetlerle birlikte okuyacaksınız. Ne demek yok? Bakın bir küçük hatıramı daha anlatayım. Şimdi sorulara geçeceğiz. Geçen haftada söylemiştim. Bu vakıfta 10 yıl her Pazar günü sabah 8’de kahvaltı yapıp ekonomiyle ilgili toplantılar yaptık. O toplantılara gelirken bir problem getiriyorlardı. Tek şartları Kuranı Kerim’e göre çözülecek. Başka bir şey yok. İlgili ayetleri ortaya koyuyoruz. Onların bilgisiyle o ayetleri doğru anlayabiliyorduk. Çünkü adamlar konularının uzmanları… İlker PARASIZ Hoca –Allah rahmet eylesin- vefat etti. O da Uludağ Üniversitesinin İktisat Fakültesi hocalarındandı. O da çoğu Pazar Bursa’dan kalkıp gelirdi. Hatta Kıbrıs’dan kalkıp gelenler vardı. Ankara’dan gelenler vardı. İlker Hoca geldi. İçeride oturup konuşuyoruz. Bakara Suresi 261. Ayeti okuyorduk. “Meselullezîne yunfigûne emvâlehum fî sebîlillâhi” “Mallarını Allah yolunda harcayanların örneği” “kemeseli habbetin” “Bir buğday tanesi gibidir.” “embetet seb’a senâbile” “yedi sünbül çıkarmış.” “fî kulli sumbuletim mietu habbeh” “Her sünbülünde yüz habbe var.” O zaman yedi yüz dane olmuş oluyor. Bire yedi yüz… “vallâhu yudâıfu limey yeşâé’” “Allahu Teala tercih ettiğine bunun katlarını verir.” (Bakara 261) Biz bunu hep okuyunca hep sevap olarak… İşte Allah bire yedi yüz sevap verir, daha fazla verir diye şey yapıyorduk. O böyle yaptı. Ellerini başına koyup şaşırarak ben bu ayeti şimdiye kadar niye hiç duymadım dedi. Kendi kendime bu İlker Hoca ne yapıyor dedim. Ben 15 sene evvel bu ayeti duysaydım şimdi kesin Nobel ödülü almıştım dedi. Bu adam ne diyor? Orada tahta vardı. Tahtada bir şeyler yaptı. Bakın ekonomide buna çarpan etkisi derler dedi. Bir hesap yaptı. Yedi yüz rakamını çıkardı. Nasıl yaptı bilemem yani. O benim uzmanlık alanım olmadığı için… Mesela Fehmi’nin arkadaşımıza 100 lira borcu olsun. Ona ben yüz lira veriyorum. O ona, o ona, o ona… Herkesin birbirine 100 lira borcu varsa bir müddet sonra 1000. kişi olarak Rüstem Bey’in de bana 100 lira borcu vardı. Tekrar bana gelip cebime 100 lira girer. Ama bin kişinin işi görülmüş olur. 100 bin liralık iş görmüş olur. Buna çarpan etkisi denir dedi. Bu ekonomide son derece önemlidir dedi. Ekonomi meselesi çok çok mühim bir konu tabi… 2008 krizinde Almanlar beni çağırdıkları zaman Tübingen üniversitesine gittim. Burada yıllarca konuyu o kadar iyi kavramışız ki… Ondan önce de zaten bir 20 yıllık yaptığımız toplantılar vardı. Almanlara orada şunu söyleyebildim. İlk cümlem şu oldu. 2008 krizinde… Siz ekonomiden anlamazsınız dedim. Herkes şaşırdı. Çünkü sizin sisteminiz sömürü üzerine kurulmuştur, ekonomi değil dedim. Parayı esas alarak ekonomik krizden bahsedilebilir mi dedim. Hanginiz sabahleyin tabağına para doğrayıp yedi? Siz mal ve hizmet üreten bir ülkesiniz. Böyle bir ülkede ekonomik kriz olmaz. Uzun uzun anlattım. Tabi adamlar anlattıklarımızı ilk defa duyuyorlar. İnternette vardır. İsteyen izleyebilir. Tabi hiç bir şey söyleyemediler. Anlatılanları hiç duymamışlar ki… İlk defa duyuyorlar. Sonra o başkanları kalktı. Biz dersimize çalışalım da sana cevap veririz dedi. Bir buçuk ay sürdü sürmedi. Resmen bir teklifte bulundular. Yenidünyanın felsefi ekonomik arka planını birlikte oluşturabilir miyiz diye… Benzer teklif başka ülkelerden de geldi. Ama geldim. Herkes bizi yalnız bırakmış. Arkamızda kimse kalmamış ki… Oraya gittiğin zaman buradaki işler kalır. Dolayısıyla Allah’a çok şükür kutup bölgesinde yaptığımız çalışma… Burada birçokları dalga geçiyor. Bir müddet sonra bu ilmi çalışmalar tamamlansın bakın dünyada ilim anlayışı ne hale gelecek? Daha birçok konular var. Onun için ilmi çalışmanın merkezinde Kuranı Kerim olmak zorundadır. Tabi şimdi siz pişmemiş bir patatesi, yemeği bir marifet sayan kişiyseniz, metodunuz yoksa elbette yapabileceğiniz bir şey yoktur. Allah yardımcımız olsun.