Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Ya rabbi senin dinini en iyi anlayan, en iyi yaşayan kişiler olmamızı nasip eyle. İbrahim (a.s), Muhammed (a.s) bu dini nasıl anlamış, nasıl yaşamış ve nasıl anlatmışsa o şekilde olmayı bizlere lütfeyle…
Geçen derslerimizde bir sayfayı atlamışız. Bir arkadaşımızın uyarması üzerine farkına vardık. Onun için Maide Suresinin 77. Ayetine döndük. Bu ayette Allahu Teala şöyle buyuruyor. “Gul yâ ehlel kitâbi lâ tağlû fî dînikum ğayral haggı” “De ki ey ehli kitap dininizde haksız yere aşırılık yapmayın.” Yani hakkınız olmayan şeyleri yapmayın. “ve lâ tettebiû ehvâe gavmin gad dallû min gablu” “Sizden önce yoldan çıkmış olanların arzularına uymayın.” “ve edallû kesîrav” Onlar yoldan çıktı. “Çok kimseyi de yoldan çıkardılar.” Saptırdılar. “ve dallû an sevâis sebîl” “Onlar düz yoldan, orta yoldan ayrıldılar.” (Maide 77) Yani aşırılık yaptılar. Biri bir tarafa geçti. Biri bir tarafa geçti. Burada ehli kitap derken ilk akla gelen Yahudiler ve Hıristiyanlardır. İsa (a.s) Allah’ın nebisi olarak, resul olarak İsrail oğullarına geldi. İsrail oğulları zaten onun beklentisi içerisindeydi. Allahu Teala ona Tevrat’ı ve İncil’i öğretti. Mucizeler verdi. Muhataplarının şüphe etmeyeceği şekilde… Bu şahıs Allah’ın elçisidir diyecekleri şekilde… Bir kuş heykeli yaptı. Üfledi, Allah’ın izniyle kuş oldu. Alaca hastalığı, anadan doğma kör onları iyileştirdi. Allah’ın izniyle ölüleri diriltti. Bütün bunlar birer mucizedir. Yani İsa’nın (a.s) Allah’ın elçisi olduğunun belgesidir. Mesela siz bir okulun müdürüsünüz. Birisi gelip ben bu okula öğretmen olarak tayin edildim diyor. Mesela çok sevdiğiniz bir dostunuz. Ne güzel, çok sevindim dersiniz. Ondan sonra ne dersiniz? Tayin belgeni ver dersiniz. Size, “sen bilmiyor musun öğretmen olduğumu” dese. Tamam, güzel de… O makamın seni öğretmen olarak tayin ettiğini bana ispatlaman lazım. Birisi de gelip ben Allah’ın elçisiyim diyor. Güzel seni severiz, ederiz ama ispatla. İşte İsa (a.s) o belgeyle geliyor. İspatlayacağı belge öyle bir belge olmalı ki onu Allah’tan başkası düzenleyememeli… İşte bu ölüleri diriltme işi… Allah’tan başkasının yapabileceği bir iş değil. Kuş heykeli… Anadan doğma kör… Alaca Hastalığı… Evde yediklerini, biriktirdiklerini de söylüyor. Ve İsa (a.s) Allah’ın elçisi olduğunu onlara ispatlıyor. VE söylediği de şu… “Ve musaddigal limâ beyne yedeyye minet tevrâti” “Ben hazır bulduğum Tevrat’ı tasdik ediyorum.” “ve liuhılle lekum bağdallezî hurrime aleykum” “Size haram kılınmış bazı şeyleri de size helal kılmak için geldim.” (Ali İmran 50) Bazı şeyler haram size helal kılacağım diyor. Hayvanların iç yağları, bir takım şeyler haram… Haram olunca bunlar ne yapıyorlar? Mesela Sinagoglarda o yağları getirip bize verin diyorlar. Yemesi haram olduğu için onlardan güzelce mum yapıp satıyorlar. Şimdi bunları yemek helal dendiği zaman kimin işi bozulur? 6:01 sn. anlaşılmıyor. Onun için İsa’dan (a.s) hoşlanmayanlar oranın din adamlarıdır. Hoşlanmayınca ne olmuş oluyor? Yani elimizdeki yetkiyi buna devretmiş olacağız diyerek İsa (a.s) aleyhinde bir harekete geçiyorlar. İşin o tarafı fazla önemli değil ama asıl yaptıkları… İşte Cenabı Hak İsa’nın (a.s) canını alıyor. Ruhunu yükseltiyor. Ve onların elinden kurtarıyor. Onların elinden kurtarıyor ama onlar İsa’dan (a.s) büsbütün kurtulmaya çalışıyorlar. Çünkü onlar bir Mesih beklentisi içerisindeler. Yani bir nebi beklentisi içerisine girmiş. Nebi gelince bütün ümmet o nebiye inanmak zorunda… Bu ümmeti o nebinin elinden kurtarmak için o Hahamların yapması gereken çok önemli işler var. Yaptıkları en önemli şey onu Allah’ın nebisi olmaktan çıkarıp kendisini ilah yapan bir kâfir olarak ilan etmektir. Öyle ilan ettiğiniz an insanlar, “buna inanılır mı kardeşim” diyecekler. Bizim beklediğimiz nebi bu değil diyecekler. İşte Muhammed’i (a.s) de Medine’ye gelen Yahudiler bekliyorlardı. Çünkü bugün ki Yahudilerin kitaplarını okuyun. Gelecek nebiye inanmak onlarda imanın şartlarından bir tanesidir. Şimdi gelmesi gecikti ama gene bekleriz derler. Çok beklersiniz. Gelene inanmayın. İşte Medine’de bir nebi beklentisi içerisindeydiler. O nebi geldi. Çok iyi anladılar. Ama niye bizden değil diye düşündüler. Yine kıskandılar. Aynen İsa’ya (a.s) yaptıklarını Muhammed’e (a.s) yaptılar. İsterseniz Vedat’tan İsa’yı (a.s) nasıl tanrılaştırdıklarını dinleyelim. Tanrılaştıran Hıristiyanlar değil, Yahudilerdir. Tanrılaştırmalarının tek sebebi de bu insanlar ona beklenen nebi muamelesi yapmasınlar.
Vedat YILMAZ: İsa (a.s) nübüvvetinin ilk yıllarından itibaren insanlara hem Tevrat ile hem de kendisine indirilen kitap (İncil) ile tebliğde bulunuyordu. İncil ile hükümler veriyordu. Bu hükümlerden en önemlisi de daha önce Musa’nın kitabında (Tevrat’ta) yer alan en önemli hüküm 10 emirin 1. hükmü olan “benden başka bir ilahın olmayacak.” Bu 10 emirin 1. hükmüdür. Hükümlerin en önemlisidir. İsa’da (a.s) insanlara bunu tebliğ etti. Bugün elimizdeki İncillerde Markos bölümünün 12. Babında 28. Pasajdan itibaren şöyle anlatılıyor. “Onların tartışmalarını dinleyen ve İsa’nın onlara güzel yanıt verdiğini gören din bilgini…” Yani İsa’ya (a.s) yaklaşan bir din bilginidir. “Ona yaklaşıp buyrukların en önemlisi hangisidir diye sordu. İsa şöyle karşılık verdi. En önemlisi şudur. Dinle ey İsrail tanrımız tek bir rabtir. Tanrın rabbi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün aklınla ve bütün gücünle seveceksin.”En önemli buyruk budur diyor. Bu Tevrat’ta da yer alan en önemli hükümdür. Yani İsa (a.s) din bilginine onların elinde olan Tevrat’ı da tasdik eden bir cevap veriyor. Yani ben farklı bir şey getirmiyorum. Ben sizin elinizdeki kitabı tasdik eden bir nebiyim diyor. Ancak İsa’nın (a.s) vefatından sonra İsa’nın (a.s) hareketini bitirmek amacıyla bir takım projeler ortaya çıkıyor. İşte bunlardan bir tanesi de Pavlus’un hareketidir. Pavlus normalde İsa düşmanı bir adamdır. İsa’nın (a.s) takipçilerine işkenceler yapan bir insandır. Onları tutuklatan bir insandır. Şam bölgesinde de İsa taraftarı bir takım insanların tebliğlerde bulunduğunu öğreniyor. Kudüs yönetimi adına gidip oradakiler tutuklayıp Kudüs’e geri getirecek. Görevi bu… Şam’a giderken yol üzerinde Şam vizyonu denilen kendisinin anlattığı bir olay meydana geliyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Meydana geldiğini iddia ediyor.
Vedat YILMAZ: Evet, yani İsa (a.s) ona görünüyor. Onunla konuşuyor, ona sesleniyor. Niye böyle yapıyorsun, neden bana işkence ediyorsun, neden yoldaşlarıma işkence ediyorsun diyor. Orada Pavlus’u seçtiğini söylüyor. Ona bir takım misyonlar yüklediğini söylüyor. Onu kendi havarisi olarak ilan ettiğini söylüyor. Normalde Pavlus İsa’nın (a.s) havarilerinden birisi değil. Hayatı boyunca İsa’yı (a.s) görmemiş bir insandır. Havari ilan ediliyor. Benim bu mesajımı, İncil’i, müjdeyi bütün uluslara yaymakla seni görevlendiriyorum diyor. Senin görevin bu mesajı bütün uluslara yaymak diyor. Pavlus bu hikâye üzerinden kendi meşruiyetini ilan ediyor. İsa tarafından bizzat görev aldığını ilan ediyor. Bunun üzerine İsa’nın mesajı diye kendi bir takım öğretilerini etrafa yaymaya başlıyor. İsa’nın ismi üzerinden bunu yapıyor. Bunu yaparken Kudüs’te, Filistin’de İsa’nın (a.s) dibinde yetişmiş İsa’nın havarileriyle de diyalog içerisine giriyorlar. Ve onlarla ciddi çatışmalar yaşıyorlar. Onlar Pavlus ve taraftarlarına “Biz sizin söylediklerinizi hiçbir zaman duymadık. İsa böyle şeyler söylemedi” diyorlar. Pavlus ve yanındakiler “Siz bedensel olan İsa ile görüştünüz. Biz gökteki İsa ile görüştük. O yüzden siz bizim anlattıklarımızı bilmiyorsunuz. Tanrısal İsa’nın öğretilerini biz insanlara anlatıyoruz. Siz bedensel İsa’nın öğretilerini insanlara anlatıyorsunuz” diyorlar. Böyle söyleyerek İsa’nın (a.s) gerçek havarilerini de dışlamışlardır. Peki, Pavlus İsa (a.s) ile alakalı insanlara ne öğretti? Direkt Pavlus’un mektubundan okuyacağım. Pavlus’un Koloselilere Mektubu…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir de şunu söyle. Pavlus’un mektupları… Nereden okuyorsun?
Vedat YILMAZ: Üzerinde İncil yazan…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bugün İncil’in bir parçası haline getirilmiştir.
Vedat YILMAZ: Üzerinde İncil yazan kitabın içerisinde yazıyor bunlar. Koloselilere Mektubu, 1. Babın 15. Pasajı… “Görülmez tanrının görünümü, bütün yaratılışın ilk doğanı odur.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani ilk varlık o. Hiçbir şey yokken o var diyor. Buna dikkat edin biraz sonra bizimkileri de katacağız buna…
Vedat YILMAZ: “Nitekim yerde ve gökte görülen ve görülmeyen her şey tahtlar, egemenlikler, yönetimler, hükümranlıklar onda yaratıldı. Her şey onun aracılığıyla ve onun için yaratıldı. Her şeyden önce var olan odur. Ve her şey varlığını onda sürdürmektedir.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Her şeyden önce var olan o, her şey varlığını onda sürdürüyor.” Yani o olmasa sende hayatta olmayacaksın.
Vedat YILMAZ: Şimdi öğreti bu… Pavlus insanlara böyle bir İsa figürü sunuyor. Tanrısal bir figür. Her şeyin varlığının sebebi, her şeyin varoluşunun amacı vs. Böyle bir figür. Pavlus’un olduğu dönemde İsa’nın doğrudan bir tanrılaştırılması olmuyor. Pavlus’tan sonra da çok Pavluslar ortaya çıkıyor. Yani Pavlus’un başlatmış olduğu ivec hareketi, yoldan çıkış hareketi… Daha da arayı açan sayısız Pavluslar geliyor. Mesela orijen diye bir adam ortaya çıkıyor. Logos doktrini diye bir şey ortaya atıyor. “İsa sözdür. Mademki kelamdır. O halde onun tanrı olması gerekir” diyor. Ve İncillerde yer alan başlangıçta bir söz vardı. O söz tanrıydı. O söz tanrıyla birlikteydi. Her şey o sözün aracılığıyla var oldu şeklindeki pasajları İsa’nın tanrılığının bir delili olarak sunuyor. İsa’nın tanrılaştırılması böyle bir takım yorumlarla, bir takım tahriflerle adım adım aslında ta ki o 3. Yüzyıldaki İznik Konsülüne kadar adım adım bir takım felsefelerle geliştirilen bir teolojidir bu… Yani Pavlus ile oldu bitti değil. İşin içinden daha çok sayıda Pavluslar çıkıyor. Dolayısıyla bu tarz bir tahrif sürecinin sonunda o 4. Yüzyılda 325’de İznik konsülünde İsa (a.s) resmi olarak tanrı ilan ediliyor. Ve İsa’nın kendi taraftarları da maalesef yok olup gidiyor. Bastırılıyorlar. Çünkü bu adamlar arkalarına Roma yönetimini alıyorlar. Çünkü Pavlus zaten Roma vatandaşıdır. Arkasında ciddi bir destek var. 70 yılında Roma Kudüs’ü istila edince maalesef İsa’nın (a.s) taraftarları, havarileri de tamamen etkisiz hale gelmiş oluyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İsa (a.s) için Allahu Teala “İsa Allah’tan bir kelimedir” (Nisa 171) diyor. Kelime ne demek? Cenabı Hak onu ifade ediyor. “İnne mesele îsâ ındallâhi kemeseli âdem” “İsa’nın örneği Âdem’in örneği gibidir.” Âdem’in anası toprak babası kim? İsa’nın anası Meryem babası kim? Peki, oradaki kelime ne? “halegahû min turâbin” İkisini de topraktan yarattı. Çünkü Meryem validemizin rahminde oluşan şeyler topraktan gelen bir öz… Âdem’de (a.s) topraktan yaratılmıştır. Oradan gelen bir özle oluşmuştur. “summe gâle lehû kun” “Ol dedi” İşte Allah’ın kelimesi, sözü bu. Bunu Adem’e de söyledi, İsa’ya da söyledi. Bize de aynı şeyi söylüyor. Bizimde ana rahminde oluşumumuzda Allahu Teala Ol emrini veriyor. Oluşmaya başlıyoruz. “feyekûn” “O da oluşmaya başlar.” (Ali İmran 59) Ama insanlar bunları saptırmakta son derece mahir durumdalar. Resulullah (s.a.v) henüz nebi olarak gelmeden Medine’ye Yahudiler yerleşmişlerdi. Bütün arzuları yeni gelecek nebiyle birlikte… İşte bugün peşine düştükleri Armageddon, vaat edilmiş topraklar dedikleri şeyi elde etmek. Onu bekliyorlar. İşte göreceksiniz. Bir nebi gelecek, o zaman biz nasıl hâkim olacağız diye aslında farkına varmadan Medinelileri İslam’a hazırlıyorlar. Bilmeden onları hazırlıyorlar. Bakara Suresi 89. Ayette “Ve lemmâ câehum kitâbum min ındillâhi musaddigul limâ meahum” “Kendileriyle birlikte olanı tasdik eden kitap Allah katından gelince” Kuranı Kerim… “ve kânû min gablu yesteftihûne alellezîne keferû” “Hâlbuki ondan önce kâfirlere (Medine’de ki müşriklere, çevrelerindeki müşriklere) göreceksiniz, nebi gelecek önümüz açılacak diyorlardı.” Onun getireceği kitapla önümüz açılacak diyorlardı. “felemmâ câehum mâ arafû keferû bih” “O tanıdıkları nebi gelince onu görmezlikten geldiler.” Yok saydılar. “felağnetullâhi alel kâfirîn” “Allah’ın laneti o kâfirleredir.” (Bakara 89)
“Bié’semeşterav bihî enfusehum” “Kendilerini ne kötü sattılar.” “ey yekfurû bimâ enzelallâhu bağyen ey yunezzilallâhu min fadlihî alâ mey yeşâu min ıbâdih” “Allahu Tealanın indirdiklerini görmezden geldiler.” Biliyorlar ki bu Allah’ın kitabı. Niye? Allah kendi takdir ettiği birine ayetleri indirmiş. Kendilerinden değil. Niye bizden değil diyorlar. “febâû biğadabin alâ ğadab, ve lilkâfirîne azâbum muhîn” “Gazap üzerine gazabı hak ettiler. Gazaba geldiler. O kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.” (Bakara 90) Dikkat ederseniz o gün, bugün hala çok sıkıntılı bir hayat yaşıyorlar. Bugün Fırat ile Nil arasını biz alacağız falan diyorlar. Allahu Teala Bakara 40. Ayette “Yâ benî isrâîlezkurû niğmetiyelletî en’amtu aleykum” “Ey İsrail oğulları size verdiğim nimeti aklınızdan çıkarmayın.” “ve evfû biahdî ûfi biahdikum” “Bana verdiğiniz sözü yerine getirin.” Gelen nebiye inanacaktınız, kitaba inanacaktınız. “Bende size verdiğim sözü yerine getireyim.” “ve iyyâye ferhebûn” “Yalnız benden korkun.” (Bakara 40) Orada Müslüman olsalardı tamam. İşte Ömer (r.a) zamanında Fırat ile Nil arası tümüyle Müslümanlara geçti mi? Hala Müslümanların elinde… Boşuna ne uğraşıyorsunuz? Aslında onların bugün Suriye’de ki diğer yerleri karıştırmaları hep bunu şey yapmak için… O büyük İsrail hayali falan onlar boş şeyler… Ama Müslümanlar Müslümanlıktan çok uzak oldukları için onlar bunun nimetini yaşıyorlar. Bayramını sürüyorlar. Müslümanlar biraz daha Müslümanlığa yaklaşsalar, Resulullah kısa sürede onları nasıl Medine’den çıkardıysa bugün de çok rahatlıkla onların planlarını alt üst etmek mümkün olacaktır. Bunlar Müslümanları çok kıskandıkları için… Mesela Ali İmran Suresinin 69. Ayetinde Allahu Teala şöyle diyor. Bunlar iki grup… Bir grup var. Gerçekten inanıyor, kabul ediyor, tamam diyor. Bu anlattıklarımız inanmayan grup… “Veddet tâifetum min ehlil kitâbi lev yudıllûnekum” O ehli kitaptan bir grup (Medine’de ki Yahudilerden) çok istiyorlar. Ah bunları yollarından bir saptırabilsek… Çünkü doğru yolda olduklarını biliyorlar. “ve mâ yudıllûne illâ enfusehum ve mâ yeş’urûn” “Bunlar sadece kendilerini saptırıyorlar ama bunun şuurunda değiller.” (Ali İmran 69) Anlayamıyorlar. Kavrayamıyorlar. Bunlar saptırabilmek için Muhammed’i (s.a.v) ilah yapmaya başlıyorlar. Aynen İsa’ya (a.s) ne yaptılarsa aynısını Muhammed (a.s) için yapmışlardır. Ama bu işlerini Resulullah hayattayken başlatmışlardır. Medine’de başlatmışlardır. Mesela Ali İmran 78. Ayette “Ve inne minhum leferîgay yelvûne elsinetehum bil kitâbi litahsebûhu minel kitâbi” “Onlardan bir grup var. Kitabı dillerine doluyorlar. Bir şeyler söylüyorlar. Siz onu kitaptan zannedesiniz diye…” (Ali İmran 78) Bakın Vedat İncil’in içerisinden okudu değil mi? Siz kendiniz bir Hıristiyan olduğunuzu düşünün. Türkiye’de doğduk, büyüdük. Çevremiz Müslüman şey yaptık ama… Bir Hıristiyan toplumunda da büyüyebilirdik. İncil bizim kutsal kitabımız derdik. Adam kendi mektuplarını İncil’in içerisine yerleştirmiş. Adı Pavlus’un mektuplarıdır. Vedat’ın anlattığı gibi Pavlus İsa’yı (a.s) görmüş değil. Ama gördüğünü söylüyor. Ne olacak? Gerçekten insanlar o kadar kolay kanıyorlar ki… Akıl almayan, hayal şeyler nedense insanların çok hoşuna gidiyor. “Ve inne minhum leferîgay yelvûne elsinetehum bil kitâbi litahsebûhu minel kitâbi” “Kitaptan olduğunu düşünesiniz diye onlardan bir grup dillerini kitapla eğip büküyorlar.” (Ali İmran 78) Bunlar öyle usta insanlar ki Resulullah’ı bile hayran bırakıyorlar. Yani çok usta insanlar… Çok iyi yetişmiş insanlar… O Münafikun Suresinde anlatılıyor. “Ve izâ raeytehum tuğcibuke ecsâmuhum” “Onları gördüğün zaman görüntüleri seni hayran bırakır.” “ve iy yegûlû tesmağ ligavlihim” “Konuştukları zaman sözlerine kulak verirsin.” Ne güzel konuşuyorlar diyor. “keennehum huşubum musennedeh” “Ama duvara dayalı kalaslar gibidirler.” Yani hiçbir garantileri yok. “yahsebûne kulle sayhatin aleyhim” “Her sesi aleyhlerine sanarlar.” (Münafikun 4) Biraz yüksek bir ses olsa o kalas devrilir. Bu derecede şeydirler. Ama çok usta… “ve yegûlûne alallâhil kezibe ve hum yağlemûn” “Bile bile yalanı Allah’a mal ediyorlar.” (Ali İmran 78) Yani Kuranı Kerim’in ayetlerini kendi keyiflerine göre sağa sola çekiyor. Yalanlarını bile bile Allah’a mal ediyorlar. “Mâ kâne libeşerin ey yué’tiyehullâhul kitâbe” Bu beşeri Muhammed (a.s) olarak düşünün. Az önce İsa (a.s) için anlattı. Şimdi Muhammed (a.s) için… “Hiçbir beşerin hakkı yoktur ki Allah ona kitap versin.” Muhammed’e (a.s) kitap verdi değil mi? “vel hukme” “hikmet versin.” “ven nubuvvete” “ve nebilik versin.” Kitap, hikmet ve nebilik… Muhammed’e (a.s) verilen şey. “summe yegûle linnâsi kûnû ıbâdel lî min dûnillâhi” “Desin ki Allah ile araya beni koyun bana kulluk edin” Ya da Allah’tan önce bana kul olun desin. Hıristiyanlıkta böyledir. Allah ile Hıristiyanların arasında kim var? İsa var. Onun için kilisenin manevi şahsiyeti İsa’dır derler. “ve lâkin kûnû rabbâniyyîne bimâ kuntum tuallimûnel kitâbe ve bimâ kuntum tedrusûn” “Bu kitabı öğretmeniz ve bu kitabı anlamaya çalışmanız sebebiyle Allah’a kul olun der.” (Ali İmran 79) Rabbaniler olun. Allah’tan yana olun der. “Ve lâ yeé’murakum en tettehızul melâikete ven nebiyyîne erbâbâ” “Melekleri ve nebileri rabler edinmenizi de sizden isteyemez.” İşte Hıristiyanlıkta mesela melek olarak ne var? Kutsal ruh var. Onu da isteyemez. “eyeé’murukum bil kufri bağde iz entum muslimûn” “Siz Allah’a teslim olduktan sonra sizin kâfir olmanızı mı isteyecek?” (Ali İmran 80) Ama şimdi az önce İsa (a.s) için Hıristiyanlar ne dediler? Kelime dediler. O kelime nedir dediler. Hiçbir şey yokken İsa vardı dediler. Yani kelime vardı. Her şey o kelimeden yaratıldı. Peki, İsa’yı (a.s) tanrı yapan o Yahudiler Resulullah’ı tanrı yapmak isterlerse aynı mantığı kullanmazlar mı? Şimdi bakın burada İncil dedik. Bir de Muhammed’i (s.a.v) nasıl tanrı yaptıklarını İslam Ansiklopedisinden göreceğiz. Kimin bu? Diyanet Vakfı’nın yayınları… Şimdi Diyanet İşleri Başkanı çıkıp Kuran ve sahih sünnete dönelim diyor. Tamam. Ama önce… Yapılacak çok şey var ama önce şu kitapların içerisindeki yanlışları insanlara duyurmak durumundayız. Burada Muhammed (a.s) aynen Yahudilerin İsa’yı tanrılaştırdığı gibi tanrılaştırılmıştır. Ve karşı çıkanlar ayıplanıyor. Yani yanlıştır falan denmiyor. Bu kitapta tasdik ediliyor. Onu da Aydın Hocadan dinleyelim. Yani sıradan Müslüman bir vatandaşı düşünün. Kardeşim İslam Ansiklopedisi, hem de Diyanet Vakfı çıkarmış diyecek. Diyanetin işte en büyük âlimler var burada diyecek. Hıristiyan’da buna ne diyecek? Bu İncil’de yazıyor diyecek.
Aydın MÜLAYİM: Allahu Teala her ne kadar da Kuran’da birçok yerde kendinizden öncekilerin saptığı yoldan sapmayın ve daha önce sapmış bir çoklarını da saptırmış ve dümdüz yoldan sapmış bir milletin arzu ve keyiflerine uymayın diyor. Hocamızın az önce Maide Suresi 77. Ayette size aktardığı gibi… Kendilerinden önce Hıristiyanlar ve Yahudiler gibi nasıl sapmış olduklarını, Muhammed’e (a.s) bakış açısından öğreneceğiz. Müslümanlar nasıl bakıyor. Hem tasavvufta hem de fıkıhta yani mezheplerin Allah resulüne bakış açısı nasıl olmuş? Kendi konumundan çıkararak… Şöyle söylerler. Şu hadise isnat ederek… “Ben gizli bir hazineydim. Bilinmek istedim. Mahlûkatı yarattım.” Bunu Hakikati Muhammediyye diye bir konum oluşturuyorlar. Yani Allahu Teala Muhammed’i (a.s) kendi nurundan yarattığını ileri sürüyorlar. Yani Allahu Teala bilinmiyordu. Kendi nurundan yarattığı bir varlık ortaya koydu. Bilinen, gözünüzle görünen, zatıyla ortada olan… Ve bir şekle soktu. Ve görünen kısmı Hakikati Muhammediyyenin zahiri oluyor. Görünmeyen batıni kısmı yani Allah ise Hakikati Muhammediyyenin batını olmuş oluyor. Dolayısıyla Allah ile Hakikati Muhammediyye aynı gerçeğin ön ve arka yüzleri gibidir diye söylüyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Onlar şöyle anlatıyor. Allah “la taayyundan taayyün haline gelmek istedi” diyorlar. Ne demek la tayyun? Yani Allah herhangi bir şeye benzer mi? Benzemez. “leyse kemislihî şeyé’” “onun benzeri herhangi bir şey yoktur” (Şura 11) diyor. Peki, taayyün ne demek? Herkesin boyunu, şurasını, burasını göreceği şekle şey yapıyor. Mesela denizin suyunu gördüğünüz zaman denizi bir şeye benzetirsiniz ama denizden bir bardak aldığınız zaman bunun altı, üstü, sağı, solu… 33:13 Bozuldu. Atlama var.
İstersen ben okuyayım. “Hakikati Muhammediyye aynı hakikatin ön ve arka yüzleri olmaktadır. Dolayısıyla la taayyun ve Hakikati Muhammediyye…” La taayyun Allah demek… “aynı hakikatin ön ve arka yüzleridir.” Yani kitabın arka tarafı Allah ise ön tarafı da Muhammed olur diyorlar.
Aydın MÜLAYİM: Biri görünen yüzü, diğeri görünmeyen yüzü…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bunun sonunda da “Zahir uleması, özellikle hadis alimleri ve Hanbeliler Hz Peygamberin bu şekilde anlaşılmasının onu ilahlaştırmak anlamına geleceğini söyleyerek bu inancı küfür ve şirk saymışlardır. Daha önceki ümmetlerinde Peygamberleri konusundaki aşırılıkları sebebiyle sapıklığa düştüklerini iddia etmişlerdir.” Bu iddiaymış. Görüyor musunuz? Savunuyor. “Hakikati Muhammediyye fikrini yine Eflatunculuktaki logos ve İskenderiyeli aziz Cermenes’in peygamberlik konusundaki görüşleriyle ilgili olduğu bunun önce Şii muhitine oradan da tasavvufa geçtiği ileri sürülmüştür.” Yani karşı çıkanları da böyle şey yapıyor. Nasıl savunduğunu görüyor musunuz? Yani Muhammed ne oluyor? Allah oluyor.
Aydın MÜLAYİM: Şimdi çok daha ilginç şeyler var. Tarikatçılar Hakikati Muhammediyyeye insanı kâmil adını veriyorlar. İnsanı kâmil Allah’ın ete kemiğe bürünmüş bir halidir. Eğer insanı kâmil olmazsa Allah bilinemezdi diyorlar. Her tarikatta kendi şeyhini insanı kâmil olarak görüyor. Hocam burada önemli bir kısım daha var. Onu da söyleyeyim. “Allah’tan başka hiçbir şey yokken Hakikati Muhammediyye var olmuştur. Bütün yaratıklar bu hakikatten ve onun halk edilmiştir.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Resulullah için halk edilmiş.
Aydın MÜLAYİM: “Âlemin var olma sebebi, maddesi ve gayesi bu hakikattir.” Tasavvufta bu hadis sürekli kullanılır. Kudsi hadis denir. “levlake levlak lema halaktu’l-eflak.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Biliyorsunuz bu hadisi çok önemserler. “Sen olmasaydın mahlûkatı yaratmazdım.” Aynısını İsa (a.s) için kullanırlar. Aynı ifadeleri… Bunlar aynı yerden çıkıyor. Çünkü ikisini de yapan Yahudilerdir.
Aydın MÜLAYİM: “Resulü Ekrem’in ruhu ve nuru bütün insanlardan, peygamberlerden hatta meleklerden önce var olduğundan peygamber insanlığın manevi babasıdır. Âdem insanların maddeten babasıdır. Hz Peygamber ruhların babasıdır. Allah ilk defa…” Şöyle bir hadis rivayet ederler. Bu hadis Buhari’de var. Sahih olarak kabul ederler. Ahmet bin Hanbel’de, Tırmizi’de de nakledilir. Ve şöyle denir. Allah ilk defa benim nurumu yarattı. Ve şöyle denir. “Allah ilk defa benim nurumu yarattı. Âdem toprakla su arasındayken ben peygamber idim.” Mealinde hadisi şeriflerle böyle yüceltirler. Hatta şöyle bir şey daha söylerler. Peygamberin Cebrail karşısında büyüklüğünü ifade etmek için Cebrail şöyle diyor. Hadis diye nakledilir. “Ahmet eğer o ulu kanadını açsaydı Cebrail ebede kadar dehşet içinde kalırdı.” Yani Resulullah kanadını açsaydı, Cebrail dehşet içinde kalırdı. Bu tarikatların genel bakışı böyledir. Tabi fıkıh uleması, mezhep uleması bunun şirk olduğunu, böyle bir şeyin ilahlaştırmanın şirke getirip çıkaracağını söylüyorlar. Fakat mezhep uleması ve fıkıh âlimlerinin birçoğu farklı şekilde Muhammed’i (a.s) yüceltiyorlar. Nasıl yüceltiyorlar? Allah resulünün zatını değil de onun sözlerini kutsayarak Kuranı Kerim’in önüne çıkarıyor. Ve hatta ona eş olarak, ortak olarak bir kaynak şekline getiriyor. Böyle yüceltiyorlar. Yani arada bir fark yok. Biri zatını yüceltiyor. Diğeri sözlerini alarak onu kutsuyor ve hatta “es sünnetu kadıyetun alel kitab” “sünnet kitabın üstünde belirleyicidir” sonucuna varıyorlar. Sünnet Kuran’ın önündedir diyorlar. Yani sünnet olmasaydı, hadis olmasaydı Kuran anlaşılmazdı. Hiçbir anlamı da olmazdı diyorlar. Neticede şefaatle, diğer şeylerle Allah’ın önüne çıkarıyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Maalesef bu çok yaygın olarak var. “levlake levlak lema halaktu’l-eflak.” “Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım.” Neredeyse herkese ezberletilir. Bunlar çok kolay tespit edilebilecek şirk çeşitleri… Ama bir de esas ustaca yapılan şirkler var ki… Az önce Aydın Hocanın anlattığı gibi… Bize bu ilim olarak öğretildi.
Vedat YILMAZ: Hocam çok kolay tespit edilebilir dediniz ama Yahya Hocamızın Kitap ve Hikmet Dergisinin 19. Sayısında Levlake diye bir yazısı vardı. İmamlara yapılan anketlerde imamların büyük bir çoğunluğu bunu ayet olarak bildiği çıkmış. Çok kolay fark edilir diyoruz ama imam dediğimiz insanlar bunları ayet zannediyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaten bugün ki okullar, medreseler bir acayip gerçekten… Yani insan hayret ediyor. Ben geçende bu ekonomik kriz sebebiyle… Aslında Türkiye’de kriz yok. Ben size çok net olarak söyleyeyim. Bir zamanlar Almanlara söylemiştim. Sizde bilgi krizi var. Ekonomik kriz yok. Onu hemen anladılar. Ama bunlar asla dinlemek istemiyorlar. Dinleseler belki anlayacaklar. Bu kadar açık konuşuyorum. Türkiye’de ekonomik kriz yok. Ekonomik kriz mal ve hizmetin yokluğu ile ortaya çıkar. Yiyecek ekmek bulamazsın. Bir yerden bir yere gidecekken gidecek imkân bulamazsın. Sistemi para üzerine kuruyorlar. Paranın da aslı astarı yok. Hiçbir değeri yok. Sıfır. Onun değerini yükseltiyorlar. Hayal… Onu dünyaya hâkim kılıyorlar. Ve herkes onun arkasından gidiyor. Bu ne kafadır, ne akıldır, ne mantıktır… Bir türlü hazmedemeyince şirk aklıma geldi. Ya hadi bu insanların dünyasını batırıyor. Baksana insanlar Allah ile kendi aralarına hayali ilahlar koyup dünyalarını da batırıyorlar, ahiretlerini de… O zaman tamam… Mesela az önce diyanetin İslam Ansiklopedisinden okuduk. Allahu Teala diyor ki… Şimdi Diyanet işleri Başkanlığının Mealinden okuyacağız. “Ey iman edenler Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin” (Maide 92)diyor. Bu emir Muhammed’i (a.s) de içine alıyor mu? Her Yatsı Namazından sonra “Âmener rasûlu bimâ unzile ileyhi mir rabbihî vel mué’minûn” “Resul rabbinden kendisine indirilene inanmıştır ve müminlerde öyle…” (Bakara 285) Ondan sonra Allahu Teala Resulullah’a emrediyor. “Vettebiğ mâ yûhâ ileyke mir rabbik” “Rabbinden sana vahyedilen ne ise sen ona uy” (Ahzab 2) diye emir alıyor. Burada şu mealim muhatabı Muhammed (a.s) olarak düşünün. “Ey iman edenler” O da onlardan mı? “Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin” O kim? Kendi kendine mi itaat edecek? Peygamber kelimesi… Kendi kendine mi itaat edecek? Ben buradaki mealden bahsediyorum. Kime, neye itaat edecek? Hâlbuki resul kelimesi… Allahu Teala “Mâ aler rasûli illel belâğ” “Resule düşen tebliğden başka bir şey değildir” (Maide 99) diyor. Sadece tebliğdir diyor. Resule düşen sadece tebliğse neyi tebliğ ediyor? Kuranı Kerim’i… Zaten Arap dilinde resul kelimesinin birinci anlamı getirilen şey, ikinci anlamı getiren kişidir. Az önce Aydın Hoca Ansiklopediden okudu. Adem’den önce de Muhammed vardı dediler. Ama haşa Allah’ın bundan haberi yok. Allahu Teala Ali İmran 144’de ne diyor? Uhud Savaşında Muhammed’in (a.s) şehit edildiği haberi yayılınca… “Ve mâ muhammedun illâ rasûl, gad halet min gablihir rusul” “Muhammed sadece resuldür. Ondan önce de çok resuller geldi.” Ansiklopediden okuduğuna göre Muhammed’den önce resul var mı? Haşa Allah bilmiyor. “efeim mâte ev gutilengalebtum alâ ağgâbikum” “O ölür ya da öldürülürse gerisin geri mi döneceksiniz?” (Ali İmran 144) Peki, o öldü. O zaman buradaki emir peygambere itaat edin. Kime itaat edeceğiz? İşte itaat edilecek şey Kuranı Kerim’dir. Ama öyle bir algı yönetimi yapılmıştır ki “etîullâhe” “Allah’a itaat edin.” “ve etîurrasûle” “ve resule itaat edin.” (Maide 92) Yani kitap ve sünnet… Ondan sonra ne oldu? Kitap Allah’ın indirdiği, sünnette Allah resulünün sözleri… Peki, bunlara nasıl itaat ediyoruz? O da Allah’ın kitabı gibidir diyorlar. Peki, yeri nasıl? Onunla aynıdır derler. Bunu İmam Şafii er Risale kitabında söylüyor. Ondan sonra sünnet Kuranı, Kuran sünneti yürürlükten kaldırmaz (nesh etmez) diyor. Kuran sünneti nesh eder dersek recm cezası ne olacak diyor. Zina eden kadının, zina eden erkeğin öldürülmesi olayı ne olacak diyor. Çünkü Kuranı Kerim’e baktığınız zaman recm yok. Şimdi arkadaşlarıma da söylemiş olayım. Sizlere de söylemiş olayım. Bu söylemek için pek aklıma gelmiyor. Recm cezasının olmadığını gösteren ayetlerin tamamının anlamı da saptırılmıştır. Mesela İmam Şafiinin er Risalesinde Nisa Suresinin 25. Ayetiyle ilgili nasıl bir ifade var, bakın. Diyanetin Mealinden okuyorum. “Sizden kimin, hür mü’min kadınlarla evlenmeye gücü yetmezse sahip olduğunuz mü’min genç kızlarınızdan (cariyelerinizden) alsın.” Alsın, nikâhlasın manasındadır. “Allah, sizin imanınızı daha iyi bilir. Hepiniz birbirinizdensiniz. Öyle ise iffetli yaşamaları” Bakın cariyelerin iffetli yaşaması, “zina etmemeleri ve gizli dost tutmamaları hâlinde” İffetli yaşayacak, zina etmeyecek, gizli dost tutmayacak. Efendisi onunla nikâhsız ilişkiye girerse bu şartlar mümkün mü? Bunu kabul etmeyen bir tane mezhep yok. Zinayı meşrulaştırmışlar. Hepsi meşrulaştırmış. Bakın bu esir kadının evlenmesiyle ilgili kurallar hür kadının evlenmesiyle ilgili kuralların aynısıdır. “fenkihûhunne biizni ehlihinne” “Nikâhlayın, ailesinin izniyle…” (Nisa 25) Ailesi onu zorla veremez. İzniyle… Ama bu mezhepler… Adam bu kadınla birlikte olma hakkını karşı tarafa sattığı için parayı cebine atar. Kadını satmayı da dinin bir parçası haline getirmişlerdir. Zinaya yaklaşmayın diyen Allahu Tealanın kitabını neye delil yapmışlar? Şimdi devam ediyorum. “Mehirlerini de güzelce verin.” Kime? Ayette o kadınlara verin diyor. Onu meale almamış. “ve âtûhunne” “O esir kadınlara verin.” “ucûrahunne” “mehirlerini.” Yani ödüllerini… “bil mağrûfi” “marufa göre” (Nisa 25) Onlara verin. Ama “onlara verin”i kabul eden bir tek mezhebe ben şimdiye kadar rastlamadım. Allah böyle emrediyor. Çünkü kölelik ve cariyeliği icat etmişler ya… Çünkü canları kadın istiyor. O kadınları eve getirmek içinde kadınla ilgili bütün hükümlerin anasını ağlatmışlardır. Bizim bu Kitap ve Hikmet Dergisinin son sayısındaki Aile yazısını dikkatle okursanız orada görürsünüz. Çok özet olmasına rağmen gene meseleyi anlatıyor. “Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa, onlara hür kadınların cezasının yarısı uygulanır.” Esir kadınlar evlendikten sonra fuhuş yaparlarsa… Hâlbuki ayet hür kadınların demiyor. Evli hür kadınların diyor. Gelenekte evli kadın ve erkek zina ederse recm, bekârlar ederse celde yani 100 kırbaç… Hâlbuki ayet çok açık bunu söylüyor. İmam Şafii burada ne diyor biliyor musunuz? “feizâ uhsınne” “evlendikleri vakit” yerine “feizâ eslemne” “Müslüman olurlarsa” diyor. Ya zaten Müslüman oldu… 50:26 Bozuldu. Atlama var. Hemen duyulur. Medine’de onunla bir görüşmek ister misin dediler. Tabi dedim. Gittik. Adam evini tamir ettiriyormuş. Telefon edince hemen ustalara gidin demiş. Ben gidip selamun aleykum dedim. Ya ben Türkiye’ye geldim, seninle görüşmek istedim beni görüştürmediler dedi. Kiminle dedim. Bir tarikat aracılığıyla dedi. Sen deli misin onlar hiç görüştürür mü dedim. Bu sünnet konusunda onlar çok şeydirler. “es sünnetu kadıyetun alel kitab” “sünnet kitap üzerinde belirleyicidir.” Yani sözü söyleyen sünnettir, Kuran değildir derler. Buna kesin inanırlar. İlim olmuş. Evinde tamir olduğu için orası müsait değildi. İlmi müzakere yapacağımız için üniversiteden de gelip dinlemek isteyen çok kişi vardı. Bir tarih belirledik. Harem Şerifin yanında bir vakıf binasında… 51:53 Bozuldu. Atlama var. Kısa süre sonra Abdülaziz Bey lütfen burada dur. Kafasını işaret ederek bu bilgisayar paramparça olacak dedi. Daha dayanamıyorum dedi. Lütfen burada bırakalım dedi. Gerçekten öyle bir hal olmuş ki… Bu sabah Özbekistan’dan gelen Behram isimli arkadaşımız anlatıyor. Özbekistan’da İslam dinini öğrenme açısından Orta Asya’da çok önemli bir merkezdir. Buhara, Semerkant falan… Nikâh çağına ulaşıncaya kadar yetim çocukları deneyin (Nisa 6) ayetine göre reşit olunca ancak evlenmeleri mümkün oluyor, ilgili ayetleri yazdım diyor. Oradaki hocalar Allah Allah yıllardır biz bu ayetleri okuyoruz, iye düşünmedik diyorlarmış. Gerçekten bir acayip bir şey… Talak ile ilgili yazıyorum, Talak ile ilgili ayetlerle fıkıhtaki Talakın uzaktan yakından alakası yok diyor. Yani bir erkeğin karısını boşaması meselesi… Zaten kadınların boşama hakkını bütün mezhepler ittifakla elinden almışlar. Hiçbirisinin kabul ettiği yok. Ve İran’dan gelen bir arkadaşımız geçende şöyle diyor. Benim şimdi bir kız çocuğum oldu diyor. “Çok seviyorum, kıyamıyorum. Bu şimdi büyüyünce evlendireceğim, kocasının yanında bir çöp kadar bile değeri olmayacak diye düşününce ben bu dine nasıl inanayım dedim” diyor. Tabi sonra gelip bütün şeyleri gördü. Tam benim oturduğum yerde otururken bana… Herhalde birkaç hafta çalıştı. Arapçasıda oldukça iyiydi. “Şimdi bu kitapların hepsini çöpe mi atacağız” dedi. Yok, senin atmana gerek yok, biz çöpçüyü çağırırız gelip alır dedim. Hakikaten öyle bir şey ki?
Tekrar Maide Suresindeki ayeti okuyayım. Bugün Yahudilikte, Hıristiyanlıkta asli hüviyetinden uzaklaşmış ama ayetlerde gördük. Kuran Müslümanları… 54:43 Bozuldu. Atlama var. “lime tekfurûne biâyâtillâhi ve entum teşhedûn” “Niye Allah’ın ayetlerini görmezlikte direniyorsunuz? Hâlbuki hepiniz şahitsiniz.” (Ali İmran 70) “Yâ ehlel kitâbi lime telbisûnel hagga bil bâtıli ve tektumûnel hagga ve entum tağlemûn” “Niye hakkı batılla karıştırıyorsunuz?” (Ali İmran 71) 55:13 Bozuldu. Atlama var.
Adildir. Bir hâkim bir bölgede 11 aydan fazla kalamaz. Çünkü 11 aydan fazla kalırsa dostları oluşur derler. Mahkemeye olan güven kaybolur. Mahkemede hâkim karar verdiği zaman o bölgenin önde gelen kişileri de orada mutlaka hazır bulunur. Hepsinin isimleri kaydedilir. İstinaf Mahkemesi, temyiz falan yoktur. Ama birisi kararın yanlış olduğu kanaatindeyse gidip bir ilim adamından bir görüş alır. O görüşle doğrudan Saraya başvurur. Saray’da da bu çok ciddi bir şekilde incelenir. Eğer kararın yanlışlığı kanaatine varılırsa aynı mahkemeye gönderilmez. Aynı hâkime gönderilmez. Orada o hâkiminde hiç bilemediği bir kişi sırf o dava için hâkim tayin edilir. Sırf o dava için… Ve yargı sonuçlanır. Dolayısıyla yargı sistemi gerçekten mükemmeldir. Neyse… 1984’de Doktoramızı bitirmişiz. Bastırdık. Bu kitabı alın, kütüphanelerde millet istifade etsin diye Kültür Bakanlığına gönderdik. Kültür Bakanlığı Müsteşarı bana telefon açtı. Yarım saat konuştuk. Allah Allah. Bu adamla tanışmam etmem… Niye konuşuyor? Neyse telefon kapandı. Kitabınız almaya değer görülmemiştir diye yazı geldi. Şimdi anladım. Müsteşar başaramamış. Adam özür de dileyemiyor. Telefon ederek kendisini rahatlatıyor. Ondan iki dakika sonra Harvard Üniversitesinden bir yazı geldi. Doktoranızın basıldığını duyduk. Şu adrese 50 tane ödemeli gönderir misiniz yazıyordu. O zamanlar bizi İstanbul Üniversitesine İslam Hukuku Hocası olarak almak isteyen birçok çevreler var. Bir sürü şeyler çıkardılar. Hukuki bir engel bulamadılar. Bu defa psikolojik engeller derken bugün ismini çoğunuzun hatırlayacağı önemli bir adam gelip bana “gel seni Amerika’ya götürelim” dedi. Türkiye’de senin değerini kimse bilmiyor dedi. Çok da önemli bir üniversiteye… Kusura bakmayın gelmem dedim. Bakın adamlar ne yapıyorlar? Topluyorlar. Birazcık öne çıktığını gördüklerini oraya alıyor. Aldıktan sonra da kendilerine şey yapıyorlar. Eğer kendilerine uyarsa uyar, uymazsa zaten onu dışlarlar. Şimdi siz üniversitelerinizi onlara açmışsınız. Resulullah zamanında bunlar faaliyete başlamışlar. Resulullah hadislerin yazılmasını yasaklamış. Ebu Bekir yasaklamış, Ömer yasaklamış. Osman zamanında bütün kapılar açılmış. Her taraf dolmuş. İşte Vedat anlattı. Pavlus bana İsa göründü demiş. Kardeşim bizimkiler ne diyor? İmam Gazali ne kadar önemli bir kişidir değil mi? “Levhi mahfuz evliyanın kalbine olduğu gibi yansır” diyor. Bluetooth varmış değil mi? Levhi mahfuzda ne var ne yok o bilgi olduğu gibi gelir ama Allah’ın nebileri ancak melek vasıtasıyla bilgi edinir, veliler direkt bilgi edinir diyor. Hangisi daha üstün? Veliler. Onlar ne var ne yok her şeyi biliyor. Zavallı nebi ne yapsın? Melek getirirse biliyor, getirmezse bilmiyor. Bu insanları ne kadar büyüttüklerini düşünün. Bugün Cenabı Hakka sonsuz şükürler olsun. İslam Âleminde Kuranı Kerim’i olduğu gibi anlatan yer burasıdır. Bunu herkes biliyor. Ama burayı susturmak için herkesin elinden geleni yaptığını da herkes biliyor. Ama Allahu Teala ne diyor? “İy yensurkumullâhu felâ ğâlibe lekum, ve iy yahzulkum femen zellezî yensurukum mim bağdih” “Eğer Allah size yardım ederse hiç kimse size galip gelemez. Ama Allah sizi yardımsız bırakırsa size ondan sonra ardım edecek olan kimdir?” “ve alallâhi felyetevekkelil mué’minûn” “Müminler sadece Allah’a güvenip dayansınlar.” (Ali İmran 160)
Şimdi tekrar ayeti kerimeyi okuyup dersi bitiriyorum. “Gul yâ ehlel kitâbi lâ tağlû fî dînikum ğayral haggı” “De ki ey ehli kitap haksız yere dininizde aşırı gitmeyin.” “ve lâ tettebiû ehvâe gavmin gad dallû min gablu” “Sizden önce sapmış olan bir topluluğun arzularına uymayın.” Bugün Müslümanlar onların arzularına tam tamına uymuş vaziyetteler… “ve edallû kesîrav” “Onlar çok kimseyi saptırdılar.” “ve dallû an sevâis sebîl” “Orta yoldan uzaklaştılar.” (Maide 77) Onun için artık aklımızı başımıza toplayalım. Şimdi biliyorsunuz, Kuran okumak yasak… Bir arkadaşımız dün Ankara’dan telefon açtı. İlahiyatçılarla bu gece saat 4’e kadar birbirimizle mücadele ettik. Onlar illa Kuran ile olmaz diyor. Bakın İlahiyatçı Kuran ile olmaz diyor. Düşünebiliyor musunuz? Azerbaycan’dan bir arkadaşımızda aynı şekilde… Burada şu gruba mensup olanlar insanlar gelip Kuran ile olmaz diyorlar dedi. Dindarlık adına… Bugünde ciddi anlamda kuran düşmanlığı doruk yapıyor.
Vedat YILMAZ: Metin Sempozyumunda Yunus APAYDIN, “İlahiyat Fakültelerinde hadis derslerinin de azaltılması lazım. Çünkü insanlar hadislerden din öğrenileceğini zannediyorlar” falan dedi. İcmadır diyor. Yani buraya kadar ulema neyi kabul ettiyse biz onu kabul ederiz diyorlar. Zaten hadise bakalım dini anlayalım, Kuran’a bakalım dini anlayalım bu doğru değildir şeklinde bunu sempozyumda anlattılar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İcma dediğiniz zamanda Hıristiyanların konsül kararları gibidir. Neyse… Yani problem gerçekten çok ciddi büyüklüktedir. İnşallah hep birlikte hareket eder. Bu problemleri çözeriz. Allah yardımcımız olsun.