Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Maide Suresinin 89. Ayetine geldik. Bu ayette Yemin konusu işleniyor. Allahu Teala şöyle buyuruyor. “Lâ yuâhızukumullâhu billağvi fî eymânikum” “Kasıtsız olarak yapmış olduğunuz yeminlerden dolayı Allahu Teala sizi sorumlu tutmaz.” “ve lakiy yuâhızukum bimâ aggadtumul eymân” “Ancak yemininizi bir şeye bağlarsanız (bir şeye bağlı olarak yemin yaparsanız) Allah ondan dolayı sizi sorumlu tutar.” (Maide 89) Yemin kelimesi Arapçada sağ el demektir. Sağ el neyin işaretidir? Güç, kuvvettir. Yeminde söze kuvvet vermek için söylenen şeydir. Birisiyle bir sözleşme yapıyorsunuz. Sözleşme yapmasanız bile ben sana yarın yardım edeceğim diyorsunuz. Gerçekten mi dediğinde vallahi yapacağım diyorsunuz. Vallahi dediğiniz zaman ne yapmış oluyorsunuz? Allah’ın adıyla sizin o verdiğiniz söze bir güç ve kuvvet vermiş oluyorsunuz. Dolayısıyla karşı taraf size güveniyor. Allah’ın adına yemin etti. Bunu kesin olarak yapar diyor. Elinizde olmayarak yapamama durumu olabilir. Bilerek yapmama diye bir şey olmaz. İşte Allahu Teala böyle düşünmeden yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutmaz. Mesela günlük hayatta konuşursunuz. Vallahi ne bileyim falan dersiniz. Böyle yemin edersiniz ama birisine bir söz vermeye, bir işi yapmak için söze güç ve kuvvet verme diye bir şey akla gelmez. Günlük şeylerde ağız alışkanlığı ağzınızdan çıkar. Zaten karşı taraf ta ondan dolayı sizden bir şey beklemez. Allah onlardan dolayı sizi sorumlu tutmam da diyor. Ama yeminlerinizi bir şeye bağladığınız zaman… Yani vallahi şunu yapacağım, vallahi bunu yapmayacağım, vallahi şöyle yapacağım falan diye… Ya da iki kişi arasındaki sözleşmenin bir sağlamlığı için bir yemin yapılmışsa o zaman bundan dolayı sorumluluk olur. Böyle bir yemin yaptınız. Yerine getirmediniz. O zaman “fekeffâratuhû ıt’âmu aşerati mesâkîne” “Yapmış olduğunuz günahın kapatılması için on tane çaresizi doyurmanız gerekir.” Çaresiz kalmış on kişiyi doyurmanız gerekir. On kişiye birer günlük yiyecek… “min evsetı mâ tut’ımûne ehlîkum” “Ailenizi doyurduğunuzun ortalamasından.” Yani evinizde yapmış olduğunuz harcamalar neyse onun ortalamasından karşı tarafa bir harcama yapacaksınız. O zaman herkes kendi mutfak harcamalarının ortalamasını alacak. Kişi başı ne düşüyor onu vermek lazım. On tane fakir… “evkisvetuhum” “ya da on tane fakirin giydirilmesi” “ev tahrîru ragabeh” “ya da bir esirin azad edilmesi” “femel lem yecid fesıyâmu selâseti eyyâm” “Bir insan bunları bulamazsa o zamanda üç gün oruç tutması gerekir.” “zâlike keffâratu eymânikum izâ haleftum” “Yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizin keffareti yani günahınızın örtülmesi ancak bu şekilde olur.” Bu onun kefaretidir. “vahfezû eymânekum” “yeminlerinizi koruyun.” Yani yemin yaptığınız zaman yeminlerinizi yerine getirin. “kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî” “Allah ayetlerini size bu şekilde açıklar.” “leallekum teşkurûn” “Belki Allah’a şükrederseiniz.” (Maide 89) Yani Allah’a karşı görevinizi belki yerine getirmiş olabilirsiniz. Tabi yapılan yeminler bazen mecbur kalınarak bozulabilir. Bazende insanlar özellikle bozarlar ki onun ayrıca bir günahı da vardır. Ya tevbe etmek lazım. Ya da karşı tarafın hakkı geçmişse, ona bir zarar verilmişse o zararının da bir şekilde karşılanması için yardımcı olmak gerekir. Konuyla alakalı başka ayetler var. Onu da Vedat’tan dinleyelim. Sonra devam ederiz.
Vedat YILMAZ: Yemin kavramının geçtiği birçok ayet var. Bunların bir çoğu münafıkların, kafirlerin yeminlerini kalkan etmelerinden bahseden ayetler var. Bunun dışında Kuranı Kerim’de yeminlerin tutulması gerektiği birçok ayette vurgulanıyor. Mesela bunlardan bir tanesi Nahl Suresi 91. Ayetidir. “Ve evfû biahdillâhi izâ âhedtum ve lâ tengudul eymâne” “Allah için verdiğiniz ahidlerinizi yerine getirin ve yeminlerinizi bozmayın.” “bağde tevkîdihâ ve gad cealtumullâhe aleykum kefîlâ” “Allah’ı da üzerinize kefil kılmışken” Kefil kılarak tekit ettiğiniz için… Yani Allah’ı kefil kılarak o yeminleri pekiştiriyorsunuz, tekit ediyorsunuz. Allahu Teala “bu yeminleri bozmayın” diyor. “innallâhe yağlemu mâ tef’alûn” “Allah sizin yapmakta olduklarınızı bilir.” (Nahl 91)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Burada dikkat edilmesi gereken bir husus var. Allah’ın adını kullanarak bir sorumluluk altına giriyorsunuz. Karşılıklı olarak birbirinize söz veriyorsunuz ve yemin ediyorsunuz. İşte Allahu Teala bunu bozmayın diyor. Çünkü siz Allah’ı kendinize kefil etmiş durumdasınız. Ne yaptığınızı Cenabı Hak çok iyi biliyor. Yani yemin ettiyseniz arkasında durun. Öyle gevşeklik göstermeyin.
Vedat YILMAZ: Bakara Suresinin 225. Ayeti de aslında Maide Suresinin 89. Ayetinin müteşabihi durumunda bir ayettir. Orada da Maide Suresinin 89. Ayetindeki aynı ifadeler kullanılıyor. “La yuâhızukumullâhu bil lağvi fî eymânikum” “Boş söz olarak yapmış olduğunuz yeminlerinizden Allah sizi sorumlu tutmaz.” “ve lâkiy yuâhızukum bimâ kesebet gulûbukum” “Ancak kalplerinin kazanmış olduğu yeminlerden dolayı” Yani kalbinizden yapmış olduğunuz yeminlerden dolayı Allah “sizi sorumlu tutar.” “vallâhu ğafûrun halîm” “Allah bağışlayan ve halimdir.” (Bakara 225) Bu ayet ile Maide Suresi 89. Ayetin tek farkı 89. Ayette “aggadtum” ifadesi geçiyor. Bakara 225’de onun yerine “kalplerinizin kazandığı” ifadesi geçiyor. Yani aslında Allahu Teala bu iki ayeti birbiriyle açıklamış oluyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “kesebet gulûbukum” Yani vallahi, billahi dediğiniz zaman içinizden bir sorumluluk altına girmek aklınızdan geçmez. Ama içinizden bir sorumluluk altına girmeyi kararlaştırıyorsunuz ve karşı tarafa da bu şekilde söz verip Allah’ın adını da anıyorsunuz. O zaman bir sözleşme gibi bir şey meydana getiriyorsunuz. Ya da ondan önceki ayet konumuz açısından oldukça önemlidir. Allahu Teala burada şöyle diyor. “Ve lâ tec’alullâhe urdatel lieymânikum en teberrû ve tettegû ve tuslihû beynen nâs” “İyilik yapmayı, takvayı ve insanların arasını düzeltmeyi yeminlerinizle engellemeyin.” (Bakara 224) Yani Allah’ın adını bunlara engel hale getirmeyin. Allah’ın adını iyiliklerin arasına bir engel, bir siper gibi koymayın. Şöyle olabilir. Mesela birisi “Vallahi bundan sonra kimseye borç para vermeyeceğim” der. Borç verdiği kişiler ödeyememiştir. Bu yemini kesinlikle bozmanız gerekir. Allah’ın adı bu tür şeylere alet edilemez. Mesela bu tür hayır yaparsınız, iyilik yaparsınız bakarsınız ki adam sizi aldatmış. Hepinizin başından geçmiştir. Ben o durumlarda hemen şunu söylerim. Ya rabbi bana bunu unuttur. Bir daha aklıma gelmesin derim. Çünkü akla geldiği zaman bazı hayırları yapmakta biraz tereddüt etmiş oluyorsunuz. Tabi her yerde kötü insanlar olacak. Burası cennet değil ki, burası dünyadır. İyilik yapmaya engel yapmayın. Takvaya engel yapmayın. İşte yemin ettim. Falanca gün arkadaşlara içki ikram edeceğim. Kardeşim sen Allah’ın adını bir günaha niye alet ediyorsun? Yani kendini günahlardan koruman gerekirken Allah’ın adını günaha açılacak kapıya alet etmiş oluyorsun. Bunlarda yerine getirilmez. Bir de insanların arasını düzeltme konusunda da engel yapmayın. Vallahi bir daha iki kişi arasına girmek mi tevbe derler. Allah muhafaza, vallahi de, billahi de yapmayacağım derler. Böyle şey yok kardeşim. İnsanların arasını düzeltme konusunda, kendinizi günahlardan uzaklaştırma konusunda, bir de iyilik yapma konusunda Allah’ın adını sizinle onların arasına engel olarak koymayın. “vallâhu semîun alîm” “Allah işitir ve bilir.” (Bakara 224) Dolayısıyla bu şekilde yemin etmiş olanlar varsa bunu kesinlikle bozmaları gerekir. Evet, başka hangi ayetler var?
Vedat YILMAZ: Hocam Allahu Teala bir de nebimizin yapmış olduğu bir yeminden bahsediyor. Tahrim Suresinde… Bu tarz yeminleri de bozmanın farz olduğunu söylüyor. “Yâ eyyuhen nebiyyu lime tuharrimu mâ ehallallâhu lek” “Ey nebi, Allah’ın sana has olarak helal kıldığı şeyi sen neden kendine haram kılıyorsun?” Yani Allah resulü bir yemin ediyor. Bu yemin neticesinde bu haram oluyor. Yani kendi kendine haram kılmış oluyor. “tebteğî merdâte ezvâcik” “Eşlerinin rızasını gözetiyorsun.” “vallâhu ğafûrur rahîm” “Allah bağışlar, merhamet sahibidir.” (Tahrim 1) “Gad feradallâhu lekum tehıllete eymânikum” “Bu tür yeminlerinizi bozmanızı Allah size farz kıldı.” (Tahrim 2) Yani Allah’ın helal kıldığı bir şeyi haramlaştıracak şekilde bir yemin ediyorsanız bu tarz yeminlerinizi bozmanız gerekiyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela vallahi bundan sonra şunu yemeyeceğim, şunu içmeyeceğim. Allah sana helal kılmış. Sen bunu haram kılma yetkisine sahip değilsin ki…
Vedat YILMAZ: Hatta hocam Maide 89. Ayetin başındaki ayetlerde de bir haramlaştırmadan bahsediyor. Belki onunda konuyla bir alakası olabilir. Helal kılınanları haramlaştırmayın şeklinde… Belki bu Tahrim Suresiyle birlikte okununca belki oradan bir mana çıkar ama… Bu tarz yeminlerde var yani… Allah’ın helal kıldığı şeyleri haramlaştıracak yeminler… “vallâhu mevlâkum” “Allah sizin mevlanızdır.” “ve huvel alîmul hakîm” “O her şeyi bilir ve hakimdir.” (Tahrim 2)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Geçen haftaki derste de burada konuştuk. Allahu Teala helalide kendisi koyar, haramı da kendisi koyar. Burada çok önemli bir husus var. Tahrim Suresinin 1. Ayetinde “Yâ eyyuhen nebiyyu lime tuharrimu mâ ehallallâhu lek” Mesela şuradaki Diyanetin mealinden okuyayım. “Ey peygamber! Eşlerinin rızasını arayarak, Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun?” (Tahrim 1) “Sen kendine haram ediyorsun.” Ey peygamber dedi. Aynı mealden başka bir ayeti okuyacağım. “Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resûle, o ümmî peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder” (Araf 157) İyiliği emreden kim? Peygamber… “onları kötülükten alıkoyar” Yine peygamber değil mi? “pis şeyleri haram kılar” (Araf 157) Haram kılma yetkisi var mı? Buraya göre var mı? Var. Peki, Tahrim 1. Ayete göre var mı? Yok. Bugün bir arkadaşımız bu ateist siteleri bu tür ayetleri alıp bu Kuran Allah’ın kitabı değildir diye propaganda yapıyorlarmış. Bunlara karşı ne yapalım dedi. Vallahi iyi ki yapıyorlar dedim. Gerçekten yapsınlar. Çünkü bunların başka şekilde uyanmaları mümkün değil. Yani gerçekten dışarıdan bir insan gibi bakın. Yani nebi resul farkını kaç kişi biliyor ki? Türkiye’de değil. İslam Aleminde… Allahu Teala nasip etti de ortaya çıkarmak mümkün oldu. Yani nebi resul farkının burada ortaya çıkışına kadar kimse farkında değildi yani… Şu anda da gene çok büyük bir çoğunluk farkında değil. Yani farkında olanlar İslam Aleminde %’ye girmez. Bindelik dilime de belki girmez. Peki, şimdi o şekilde bir dinleyin. Araf 157’de Peygamber “Pis olan şeyleri haram kılar. Temiz olan şeyleri helal kılar” diyor. Peygamber diye anlam vermiş. Peygamberin helal, haram kılma yetkisi var mıymış? Bu meale göre varmış. Kendinizi sıradan bir vatandaş olarak düşünün. Nebi, resul farkını bilenler gibi değil. Peki, Tahrim 1’de ne diyor. “Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun?” Y rabbi sen bana bu yetkiyi vermedin mi? Bizim mezheplerin tamamında Resulullah’ın helal, haram kılma yetkisi vardır. Delili de Araf Suresi 157. Ayettir. Onlara peki Tahrim 1. Ayet nedir desen. Orayı karıştırma derler. Çünkü cevabı yok. Bu bir. İkincisi… Vedat mana verirken Tahrim 1’e sana has olarak diye mana verdi? Doğru. Ama sana has olarak diye bizim mealin dışında hiçbir yerde bulamazsınız. Sana özel olarak helal kıldığımız şey diyor. Allah’ın Muhammed’e (a.s) özel olarak helal kıldığı nedir? Özel olarak helal kıldığı kendisine hediye edilen esir hanımın ona helal olmasıdır. Yani Mariye’nin ona helal olmasıdır. Onun dışında hiç kimseye esir hanımlar nikâhsız helal değil. Allah’ın emriyle helal olunca problem yok. Bir de kendinizi şöyle düşünün. Koskoca Mısır mukavkısı hediye gönderecek. O ortamda siz ona karşı son derece sıkıntılı bir duruma girersiniz. İşte Allahu Teala böyle özel bir yetki vererek Mariye’yi Resulullah’a helal kılmış. Sadece sana müminlere değil demiş. Bunu daAhzab Suresi 50. Ayette bildiriyor. Allahu Teala orada helal kıldı. Bu bizim muhterem mezheplere göre esir kadın efendisiyle nikâhsız ilişkiye girebilir mi? Mezheplere göre girebilir. Peki, bu konuda farklı bir görüş sahibi olan mezhep var mı? Tam bir ittifak vardır. İcma var. En küçük ihtilaf yok. Bir adamın evinde bin tane cariyesi olabilir. Karısının ona karşı çıkma hakkı da yok. Karşı çıkarsa kâfir olur. Susturmayı da öğrenmişler. Sanki Allah helal kılmış da Allah’ın helaline karşı çıkıyormuş. Bu konuda da hepsi ittifak halinde olduğu için “sana mahsus” meselesinde… Şimdi o ayetin mealini bir oku… Bakalım ne anlıyorsunuz? Dikkatle dinleyin. Yani şimdi ateistler site kurup bu Allah’ın kitabı değildir diyorlar. Buradaki mealleri okuyup da bu meallere göre inanmak kolay değildir. Onun için sorgulasınlar. İlk önce doğruyu öğrendikleri zaman en fazla Müslüman olacaklar onlardır. Yani sorgulayanlardır.
Vedat YILMAZ: Diyanet işleri Başkanlığı mealinden okuyorum.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Nereden okursan oku değişmez.
Vedat YILMAZ: Ahzab Suresi 50. Ayet. “Ey Peygamber! Biz sana mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Burada ganimet dedi. Ganimet derken ne anlarsınız? Savaş esiri… Peki, Mısır’dan gelen ganimet mi? Hediyedir. Ona Allah ganimet mi diyor. Fey diyor. “efâallâhu aleyke” Kelimenin anlamını da değiştiriyorlar. Tahrif…
Vedat YILMAZ: “seninle beraber hicret eden, amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını sana helâl kıldık. Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak üzere” (Ahzab 50)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Burada “diğer müminlere değil de sadece sana helal kıldık” ifadesini orada değiştiriyorlar.
Vedat YILMAZ: “Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikâhlamak istediği herhangi bir mü’min kadını da (sana helâl kıldık.)” (Ahzab 50)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hâlbuki bunların tamamı Resulullah’a has olan şeylerdir. Sanki son cümle hasmış gibi anlam veriliyor. Resulullah’tan mehrini verdiği hanımlar helal… Biz mehri vermeden evlenebiliriz. Daha sonra veririz. Ama Resulullah’ta mehrini verme şartı vardır. Hatta mehir belirlenmeden boşarsanız şöyle, şöyle yapın diye ayeti kerimeler var.
Vedat YILMAZ: “Mü’minlere eşleri ve sahip oldukları cariyeleri hakkında farz kıldığımız şeyleri elbette bilmekteyiz” (Ahzab 50)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Cariyelerle ilgili farz kıldığı nedir? Ancak normal bir eş olarak evlenebilirsiniz. Ve cariyelerde ikinci eş olarak asla alınamaz. Ayette açıkça vardır. Evli olan bir kişi cariyeyi ikinci eş olarak alamaz. O da ayetin hükmüdür. Onların hepsini karıştırdı da… Sen 50. Ayete devam et.
Vedat YILMAZ: “Bütün bunlar, sana herhangi bir zorluk olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Ahzab 50)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sen yukarıdan aşağıya bir daha oku. Zorluğa bakalım. Veya yanlışı düzeltmek ile uğraşmayalım. Doğrusunu okuyalım. Başka işimiz mi yok. Onlarla mı uğraşacağız?
“Yâ eyyuhen nebiyyu innâ ahlelnâ leke ezvâcekellâtî âteyte ucûrahunne” “leke” “sana has olarak” (Ahzab 50) demektir. Tahrim 1’de “mâ ehallallâhu leke” (Tahrim 1) dedi. Arapça bilenler… “ahlelnâ” ile “ehallallâhu”… Sana has olarak helal kılınan… “Sana mahsus olarak mehirlerini verdiğin eşleri helal kıldık.” Çünkü mehir vermeden evlenirse daha sonra ödeme sıkıntısı doğar. O kadar çok kişi var ki onunla uğraşamaz. Biz de mehir vermeden de evlenilebilir. Onsan sonra “ve mâ meleket yemînuke mimmâ efâallâhu aleyke” “Allahu Tealanın sana hediye olarak yani savaş dışı elde etmene vesile olmuş olduğu hanımı da senin için helal kıldık.” (Ahzab 50)
Vedat YILMAZ: Mesela hocam diğer müminlerden bahsederken “ezvacuke ev ma meleket” diye gelirken burada “ve mâ meleket” diye emir geliyor. Çünkü ikisiyle aynı anda birlikte olabiliyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Aynı anda olabiliyor. Ondan sonra “ve benâti ammike ve benâti ammâtike ve benâti hâlike ve benâti hâlâtikellâtî hâcerne meak” “amcanın kızları, halalarının kızları, dayılarının kızları ve teyzelerinin kızları seninle beraber hicret etmek şartıyla” (Ahzab 50) Çünkü Resulullah’ın eşi eğer Mekke’de kalsa… Eşi Mekke’de kalan çok Müslüman vardı. Resulullah’ın eşi Mekke’de kalsa, kendisi Medine’de olsa Mekkeli müşrikler o eşine eziyet ederek Resulullah’ı sıkıntıya sokmazlar mı? Sıkıntıya girmeyesin diye hicret etme şartı var. Onun dışında kimse için hicret şartı yok. “Mehirsiz olarak seninle evlenmek isteyen bir hanım çıkar da sende beğenirsen gene sana mahsus onun dışında hiç kimsenin mehirsiz evlenmeye hakkı yok. Peki, Tahrim 1’de ne oluyor? Mısır’dan Mariye… Tabi güzel bir hanım… Diğer hanımları onu kıskanıyorlar. Kıskanınca ben bunu kendime haram kılsam siz memnun olur musunuz? Oluruz. Peki, kendime haram kıldım diyor. Daha Mariye ile karı koca ilişkisinde bulunmayacağım deyince Allah ne diyor. Yemin ediyor. Yemin ettiği zaman Allah ne diyor? “Sana mahsus olmak üzere helal kıldığımız şeyi niye haram kılıyorsun?” (Tahrim 1) diyor. Diğer müminler için değil. Sana özel… Ama mealde öyle söylemiyorlar. Şu girişe bakın. “Bu sure Medine döneminde inmiştir. 12 ayettir. Sure adını Hz Peygamberin helal olan bir şeyi kendisine haram kıldığından söz eden ve Tahrim ayeti diye adlandırılan 1. Ayetinden almıştır. Tahrim haram kılmak demektir. Hz Peygamberin eşleriyle olan münasebetleriyle mutlu bir aile yuvasının oluşturulmasının temel prensipleri konu edilmektedir.” Ne anlaşılıyor? Hiçbir şey anlaşılıyor mu? Bu hale getirilince gerçekten hiçbir şey anlaşılmıyor. Resulullah burada Allah’ın kendisine özel bir ayetle helal kıldığı o Mariye’yi kendine yeminle haram kılmasını yasaklıyor. O zaman burada ne ortaya çıkıyor? Muhammed’in (a.s) haram, helal kılma yetkisi var mıymış? Yok. Burada nebi sıfatıyla geçiyor. Araf 157’de resul sıfatıyla geçiyor. Çünkü resul sıfatıyla olduğu zaman elçidir. Türkçe’de ne denir? Elçiye zeval olmaz denir. Niye zeval olmuyor? Çünkü kendi sözünü söyleyene elçi denmez ki… Kendi sözünü söylemiyor ki elçi olsun. Kendini gönderenin sözünü söylüyor. Ondan dolayı kendisinin bir sorumluluğu yoktur. Kendisinin tek görevi onu tebliğ etmektir değil mi? O zaman helal, haram kılan kim olur? Allah olur. Ama nebi olarak bir eştir. Bir insandır. Görevlidir. Yani şöyle düşünün. Diyelim ki ben İstanbul Üniversitesinde öğretim üyesiyim. Şu anda da öğretim üyesi miyim? Şu anda üniversitede ders veriyor muyum? Şu anda ders vermiyorum. Şu anda burada ders yapıyorum. Ben 24 saat öğretim üyesiyim ama 24 saat ders vermiyorum. Ders verdiğim zaman o dersin kurallarına uymam gerekir değil mi? Muhammed (a.s) 24 saat nebidir ama 24 saat resul değildir. Ne zaman Allah’ın ayetlerini insanlara okursa o zaman resul olur. Allah’ın ayetlerini okuduğu zaman da haram, helal kılan kendisi olmaz. O ayetler olur. Ama Tahrim 1’de kendisi kılmıştır. İşte nebi resul farkı ne kadar önemli değil mi?
Vedat YILMAZ: Tahrim 1’de Diyanet Vakfı Meali bir açıklama yazmış. Bu açıklamada Allah resulünün Mariye’yi değil, bal şerbetini kendisine haram kıldığı söyleniyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Oku.
Vedat YILMAZ: “Ayetin işaret ettiği hadise şudur. Hz Peygamber zevcelerinden Zeynep binti Cahş’ın evinde bal şerbeti içmiş. Bu yüzden onun yanında biraz fazla kalmıştı. Bu durumu kıskanan iki zevcesi Hz Aişe ve Hafsa aralarında kararlaştırıp Peygamber yanlarına vardığında kendisinden meğafir kokusu geldiğini söylediler. Hz Peygamber meğafir yemediğini söyledi. Demek ki balı yapan arı meğafir yalamış dedi. Bir daha bal şerbeti içmemeye yemin etti. Surenin bu münasebetle indiği rivayet edilmiştir.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kuranı Kerim’i burada kim açıklıyor? Kendileri açıklıyor. Az önce yaptığımızda kim açıkladı? Allah açıkladı. Aradaki büyük farkı görüyorsunuz değil mi? En çok dile getireceğimiz şey şu olacak. Kuranı Kerim’i ciddi anlamda tahrif etmişlerdir. Ama maalesef tahrif kelimesi de tahrif edildiği için… Türkçe’de tahrif dendiğinde kelimelerde değişiklik ya da harflerde değişiklik anlaşılır. Hâlbuki Arapçada tahrif anlam değişikliği, anlam kaymasıdır. Anlamları nasıl bozdukları ortadadır. Yani ayetleri anlaşılmaz, içinden çıkılamaz hale getirerek insanları Kuran’dan uzaklaştırmışlar. Kuranı okuyup da millet sorgulamaya başlayınca cevap veremiyorlar. Siz bunu yaşayan şahitlersiniz. O zaman söyleyecekleri tek şey ne oluyor? Siz Kuran’dan anlamazsınız. Karıştırmayın. Peki, ben anlamazsam sen anlarsın. Yok, bende anlamam. Anlayanlar ölmüş. Bitti. Yani Kuran diye bir şey kalmadı. Öyle değil mi? Şu anda öyle yani… Çünkü öylesine bozmuşlar ki… Şey yapılacak hali yok. Dolayısıyla bu ateistler aslında hayra vesile olabilirler. Birçok şer hayra vesile olabilir. Çünkü onun karşısında savunmaya çalışıp da başaramayanlar ya ateist olacaklar ya da doğruyu bulacaklar. Ama Allah’a şükür ki doğruyu bulma imkânları var. Eskiden olsaydı o yoktu. Mümkün değildi.
Taha bu konuyla ilgili hadisleri okuyacak.
Taha BAYINDIR: Nesai’de geçen bir hadis. “Yemin edecek kişi Allah dışında hiçbir şey üzerine yemin etmesin.”
“Allah dışında bir şey üzerine yemin eden kimse şirk koşmuştur.”
“Allah atalarınızın üzerine yemin etmenizi yasaklamıştır.”
Bir kişi yemin ederim dese niyetinde de Allah’a yemin varsa yemin sayılır diyorlar. Yani vallahi demesine gerek yok diyorlar.
“Bir kimse bir şey için yemin eder. Sonra ondan daha hayırlısını görürse yeminini bozsun ve keffaret versin.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 36:13 36:15 sn. arası anlaşılmıyor.
Taha BAYINDIR: Onunla alakalı… Bir de “Bir konuda yemin ederken inşallah diyen bir kimseye keffaret gerekmez.” (Tırmizi)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu inşallah kelimesinin anlamı… Allah nasip ederse dediğiniz zaman kesin söz vermiş olmuyorsunuz. Kesin söz vermediğiniz içinde yapamadığınız zaman bir ceza çekmiyorsunuz. Ama inşallah Türkçe’de o manada fazla kullanılmıyor. Türkçe’de bazıları muhakkak yapacağım anlamında da kullanabiliyorlar. Çünkü kelimenin Arapça anlamını bilmedikleri için… O şekilde de oluyor.
Taha BAYINDIR: Prof. Dr. Vehbe ZUHAYLİ’nin İslam Fıkıh Ansiklopedisi… Kendilerine yemek verilecek olanlar… Yani yemin keffareti olarak yemek yedirilecek kişilerde… “Dört vasıf bulunan kimselere yemek yedirilir. Biri miskin olmaktır. Fakir olmayanlara verilmez. Çünkü yüce Allah miskinlere yedirmeyi emretmiş ve…”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Miskin ve fakiri birbirine karıştırırlar. Miskin, tamamen çaresiz kalmış kişi demektir. Yani miskin şudur. Mesela bugün çok iyi konumda insanlar vardır. Herkes zengin olarak bilir. Ama aslında malını, mülkünü ya da işini kaybetmiştir. Kimseye bir şey söyleyemez. İfade edemez. Yani birisine gidip bende şu var diyemez. İşte miskin odur. Yani zor durumda olduğu halde kendisini ifade edemeyendir. Çünkü herkes onu farklı biliyor. Ama onun için Allahu Teala sadakaları önce miskinlere vermeyi emreder. Miskin çaresiz kalmış demektir. Mesela bunun Kuranı Kerim’de örneği vardır. Musa (a.s) ile hadislerde Hızır olarak bildirilen melek olduğu kesin olan… Yani insan kılığında Musa’nın (a.s) karşısına çıkıyor. Belki bizim karşımıza da çıkmıştır. Farkında olmamışızdır. Ama Musa (a.s) sonunda fark ediyor. Baştan bilmiyor. Beraberce bir gemiye biniyorlar. Hızır gemiyi deliyor. Musa (a.s) gemiyi niye deldin diyerek karşı çıkıyor. Hani sen bana bir şey sormayacaktın falan diyor. En sonunda anlatıyor. “Emmes sefînetu fekânet limesâkîne” “O gemi miskin kişiler içindir.” Bu ansiklopedide miskine fakir dedi. Gemi sahibine miskin denir mi? “yağmelûne fil bahri” “Denizde çalışıyorlar.” Yani o işten başka yapacakları bir iş yok. O iş ellerinden alınırsa çaresiz kalacaklar. “feeradtu en eîbehâ” “İstedim ki bu gemiyi kusurlu hale getireyim” diyor. “ve kâne verâehum melikuy yeé’huzu kulle sefînetin ğasbâ” “Çünkü ilerisinde bütün gemileri zorla alan bir kral var.” (Kehf 79) Bunlar gidiyorlar. Bu “vera” kelimesi ön içinde, arka içinde bütün çevre içinde kullanılır. Yolun üzerinde bir kral var. Gemileri zorla alıyor. Bunun gemisini yaralı gördüğü zaman almaz. Peki, bunlar nasıl miskin olur? Gemi ellerinden alındığı zaman bu adamlar çaresiz kalacaklar. Fakat etrafta bunları herkes zengin bilir. Gemi sahibi… Bunlar insanlara bizim bir şeyimiz yok diyemez ki… Millet onlardan yardım istemeye gelir. Hâlbuki onların yardıma ihtiyacı vardır. Onun için adamların yapacak başka bir işleri yok. Bir ara beyaz yakalı diye bir terim vardı. Yani bulundukları işlerden çıkarılmışlar, yeni iş bulamamışlar ve zor durumda olan bir sürü bazı kurumlarda çalışan insanlar vardı. Mesela bir yerde genel müdür, işten ayrılıyor. Herkes onu genel müdür biliyor ama cebinde beş kuruş parası yok. Kimseye de bir şey diyemiyor. İşte miskin budur. İlk önce buna yardımcı olacaksın. Evet, diğeri…
Taha BAYINDIR: “ikincisi hür olmak. Dolayısıyla mükatebte olsa köleye verilmesi yeterli olmaz.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kölelere verilmez diyor. İslam’da kölelik var mı? Yok. Bunların kölelik konusunda şüpheleri yok ki… Köle olduğu konusunda hiçbir mezhebin şüphesi yok. Ama haşa Allah bilmiyor. Mezhepler batılda tam bir ittifak etmişler. Aralarından hiç su sızmıyor. Evet, diğeri…
Taha BAYINDIR: “Üçüncüsü Müslüman olmaktır. Cumhura göre ister zımmi olsun, isterse harbi olsun kafire verilmez. Hanefiler ise mesakin fakirler adının kapsamına gireceği için zımmiyede verilmesini caiz kabul etmişlerdir.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bakın şimdi. Müslüman fakir olacak diyor. Sen bu Müslüman fakiri nereden çıkardın? Allah aşkına… Allah hiç öyle bir şey söyledi mi? Fakir fakirdir. Ayeti cumartesi günü okumuştuk. Yapılan hayır hasenatla ilgili olarak şöyle diyor. “Leyse aleyke hudâhum” “Onları yola getirmek senin görevin değil.” “ve lâkinnallâhe yehdî mey yeşâé’” “Ama Allahu Teala tercihini doğru yapanları yoluna kabul eder.” “ve mâ tunfigû min hayrin felienfusikum” “yapacağınız her hayır” Karşı tarafın inancından sana ne? “Kendin için yapıyorsun.” (Bakara 272) Bakın açık ayet var değil mi? Pek, Maide Suresin ne dedi? “On tane miskini doyuracaksın” (Maide 89) dedi. Hiç Müslüman, kâfir ayrımı yaptı mı? Yok zımmi de olsa, esir de olsa diyor. Köle de olsa diyor. Bunlar kendilerine göre bir kölelik hukuku oluşturmuşlardır.
Taha BAYINDIR: Dördüncü maddede büyük kişi olması lazım diyor. Yani bebeğe falan, yani yemek yiyemeyecek birine verilmemesi lazım diyorlar. Öyle bir şartta koşmuşlar. Bir de köle azadıyla alakalı…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabi şimdi bebeğin annesi doyduğu zaman o da çocuğunu doyurur. Köle azadı…
Taha BAYINDIR: Onda da “Yemin keffareti ve diğer konularda köle azat etmek hakkında söylenecek sözler sadece tarihi bir öneme sahiptir. Çünkü çağımızda fıkıhtaki manasıyla köle bulunmamaktadır. Buna göre böyle bir vacip sakıt olmakta, geriye yeminini bozan kimsenin tercihi yedirmekle, giydirmek arasında kalmaktadır. Burada keffaretle azat edilmesi caiz olan köle konusunda esas alınan ölçüyü kaydetmekle yetiniyoruz.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Maide Suresi 89. Ayette ki “ev tahrîru ragabeh” kelimesi yani esirlerin azat edilmesi… Esir alındığı zaman azat edilir. Ya karşılıklı ya da karşılıksız azat edilir. Burada bir insan yemin eder de yemin karşılığında esir azat etmesi gerekiyorsa esir açısından nasıl bir azattır bu? Esir bir şey ödüyor mu? Karşılıksızdır. Hata yollu adam öldüren bir kişide aynı şeyi yapar. Yemin eden de… Eşine karşı zıhar denen yemini yapan kişide esir hürriyetine kavuşturur. Bir de zekatın 8’de 1’inden bunların hürriyetine kavuşturulması için fon ayrılır. Yani öyle bir yapı oluşturulmuş ki… Savaşçılar esir almışlar. Esirler savaşlara dağıtılmış. Bedava serbest bırak. Herkes bırakmak istemeyebilir. Sen karşılığını istiyorsan al sana da karşılığı zekattan, sana karşılığı şuradan, buradan… Değişik şekiller var. Sonra da “femel lem yecid fesıyâmu selâseti eyyâm” “Bütün bunları bulamayan.” Yani on tane miskini yani çaresiz kalmış on kişiyi doyuracak. Ya da giydirecek. Ben böyle birini bulamıyorum. O zaman bir esiri azat edeceksin. “Bunlardan herhangi birini bulamayan da üç gün oruç tutacak.” Böylece yemininin keffaretini vermiş olacak. “Yemin ettiğiniz zaman yeminlerinizin keffareti budur. Yemin ettiğiniz zaman yeminlerinizi koruyun. İşte Allahu Teala ayetlerini size böyle açıklar. Belki şükredersiniz.” (Maide 89) diyor. Yani inşallah ben oldukça ümitliyim.
Bir de şunu düşünüyorum. Allah’a çok şükür ki Müslümanlar zayıf. Müslümanların zayıflığının şükredilecek tarafı neresi diyeceksiniz. Güçlü olsalar bize bu dersi asla yaptırmazlar. Sen İslam’da kölelik, cariyelik yoktur diyeceksin. Bunu kellenle ödemeyeceksin. İstediğin kadar ayet ortaya koy. Sen bir insan cariyesini odalık olarak kullanamaz diyeceksin. İstediğin kadar ayeti oku. Bunu kellenle ödersin. Öyle bir hürriyet yok. Bunu söylediğin zaman kafir oluyorsun. Ya da zındık oluyorsun. Aklınızda kalması için yine tekrarlayayım. Çünkü bunları Sosyal Medyada rahatlıkla kullanabilirsiniz. Sosyal Medya denen bir olay var. Bundan yararlanmak lazım. Ali imran Suresi 72. Ayet… Hatta Diyanetin Mealinden okuyayım. Bu ayete yanlış meal vereceklerini tahmin etmiyorum. “Kitap ehlinden bir grup, “Mü’minlere indirilene günün başlangıcında inanın” Yani Mescidi Nebeviye sabah gidecekler, bizde mümin olduk, inandık, sabah namazını kılacaklar, öğle namazını kılacaklar, ikindiyi kılacaklar. “vekfurû âhırahû” “günün sonunda da kâfir olun.” Niye kâfir olacaklar? Onu da burada söylüyor. “Sonunda da inkâr edin, belki onlar (size bakarak) dönerler” dedi.” (Ali İmran 72) Bu bir organize hareket mi? Yani bir ekip işidir. Başlarında ehli kitap yani Yahudilerin ve Hıristiyanların uzmanları, Papazlar, Hahamları, âlimleri var. İnsanları organize ediyorlar. Sabahleyin gidip Müslüman olduk diyorlar. Akşama da biz inkâr ettik, sizin dininiz doğru din değil diyorlar. Bu Müslümanlara meydan okumak mıdır, değil midir? Müslümanları kâfir yapmak için bunu söylüyorlar değil mi? Bu ne zaman oluyor? Medine’de oluyor. Peki, kaç kişinin kellesi uçurulmuş? Peki, bu Allah’ın ayeti değil mi? Bakın bu kadar açık ayet olmasına rağmen “Dinden dönen öldürülür” konusunda tek bir ihtilaf yoktur. Bu din kimin dini? Bu mu doğru? “Dinden dönen öldürülür” sözüne bir bakın. Yeryüzünde yalan söylemek kadar zor bir şey yoktur. Resulullah’a iftira ettikleri söz şöyledir. “men beddele dinehu faktuluhu” “kim dinini değiştirirse onu öldürün.” Peki, bir Hıristiyan Müslüman olsa dinini değiştirmiş olmuyor mu? O zaman bu adamları sabahleyin de öldüreceksin, akşamleyin de öldüreceksin. Hanbeli ve Şafii mezhebinde bir vakit namazı kılmayanı öldürme vardır. Onun için millet camiye geliyor. Neden dolayı? Namaz kılmak için mi? Kelleyi kurtarmak için… İşte İslam Alemi onun için beş para etmiyor. Yani Allah’a kul olmaktan vazgeçip insanlara kul oluyorlar. Ondan sonra da sen kafir oldun… Mesela Hanefiler lütfetmişler üç gün hapsedeceksin, tevbe ederse öldürmeyeceksin demişler. Üç gün içerisinde de ona yufka ekmek vereceksin. Başka bir şey değil. Peki, kelle gideceğine ben Müslüman oldum der daha iyi… Sen bunun tevbe ettiğini nereden biliyorsun? Tevbeyi kabul edecek olan sen misin, yoksa Allah mı? Sen Allah mısın? Bunları da siz sosyal medyada kullanın. Yani bu Ali imran Suresi 72 ve 73. Ayetler… Hiç kimsenin şüphe edemeyeceği kadar açıktır değil mi? Müslüman oluyorsun. Akşama kâfir olduğunu söylüyorsun. Ve bu organize harekettir. Kişisel değil. Bugün ki anlamda bu bir suç değil midir? Organize hareket. Kişisel olsa tamam. Ama Kuranı Kerim bunu dünyevi cezalandırılacak bir suç sayıyor mu? Peki, din hürriyeti bundan daha yüksek seviyede olur mu? Bizim eski Medine şartlarına dönmemiz lazım. Yani onuda artık bundan sonra slogan olarak söyleyelim. Resulullah’ın Medine’sine dönmemiz lazım. Resulullah’ın Medine’si dediğimiz an hiç kimse buna itiraz edemeyecektir. Tarikatlar itiraz edebilir mi? Mezhepler itiraz edebilir mi? Hiç kimse itiraz edemez. O zaman herkes kendisini ne yapacak? Sorgulamak zorunda kalacak. O yüzden bunu da slogan olarak kullanırsak çok iyi olur. Resulullah’ın Medine’sinin şartlarına dönelim. Allah yardımcımız olsun.