Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Ya rabbi her şeyimizi sana borçluyuz. Biz yoktuk sen var ettin. Kitabınla müşerref ettin. Kitabını iyi anlamayı ve oradaki emir ve yasaklarını samimiyetle yerine getirmeyi bizlere nasip eyle.
Bu akşam, üzerinde duracağımız konu ehli kitaptan kimlerin kâfir olabileceğidir. Ya da insanlardan kime kâfir diyebileceğimiz konusunu da çok iyi anlayıp kavramayı ve çok güzel bir şekilde anlatmayı bizlere nasip eyle.
Bugün ki dersimiz Maide Suresinin 69. Ayetidir. “İnnellezîne âmenû” “Allah’a iman edenler” İman neydi? Allah’ı var ve bir bilmek mi? Allah’ı var ve bir bilmeyen var mı? İbliste var ve bir biliyor değil mi? İman Allah’a tam güvenmek demektir. İbliste var ve bir biliyor ama tam güveni yok. Tam güvense Allah ne diyorsa odur der. Tam güvenmediği için Âdem’e secde etmeyi kendisi için yanlış biliyor. Onun için “İnnellezîne âmenû” “inananlar” Allah’a inanıp güvenen demektir. “vellezîne hâdû” “Yahudi olanlar” “ves sâbiûne” “Sabiiler” “ven nasârâ” “Nasraniler” Yani Hıristiyanlar… Yani bir insan bunlardan hangisinden olursa olsun. Ben Yahudi’yim demek, ben Hıristiyan’ım demek, ben Sabii’yim demek, ben Müminim demek insanı kurtarmaz. “men âmene billâhi vel yevmil âhıri” “Bunlardan kim Allah’a inanır ve güvenirse” Allah’a tam güvendin mi, bu kitap Allah’ın kitabıdır dendiği zaman buna da tam güvenmen gerekir. Madem Allah’a güveniyorsun. Kendi bilgisi ölçüsünde şunu Allah söylemiştir diye biliyorsa inanıp güvendiği zaman… “ve ahiret gününe de inanır, güvenirse” Çünkü burada adı geçen Yahudilikte, Hıristiyanlıkta, Sabiilikte ve Müslümanlıkta ahirete inanç bir inanç esası olarak sürekli bildirilir. Bir de ahiret yaptığının hesabını vereceğin bir gündür. Ahirete iman, yaptığım iyiyse karşılığını alacağım. Yaptığım kötüyse gene karşılığını alacağım diye bildiğin ve karşılığını alacağım bir günün olduğunu kabul ettiğin şeydir. Peki, sadece ahirete iman mı? “ve amile sâlihan” “ve iyi, uygun, faydalı iş yapan” Allah’a güveniyorsan faydalı iş nedir? Allah’ın onayladığı iştir. “felâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn” “Öyleyse onların üzerlerinde hiçbir korku olmaz ve üzülmezler de.” (Maide 69) Bu dünyada mı, ahirette mi? Hiçbir korku olmaz derken sadece ahiret mi?
Hisham ALABED: Hem dünya hem ahiret…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İkisi de olur. Ne dersin? Benim içim rahat kardeşim dersin. Çünkü Allah ne diyorsa onu yapıyorum. Beni yaratanda o, ben rahatım.
Hisham ALABED: Allahu Teala “elâ bizikrillâhi tatmeinnul gulûb” (Rad 28) diyor. Bu dünyada…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabi “Allah’ın zikriyle yani Allah’ın verdiği bilgilerle, Allah’ın kitabıyla kalpler yatışır, rahatlar, huzur bulur.” (Rad 28) Dolayısıyla Allah’ın emirlerine uyduğunuz zaman rahatlarsınız. Ama mesela sizin önünüzde çok güzel bir yemek olur. Kokusu, tadı hoşunuza gidebilir. Sonra bakarsınız ki midenizi rahatsız etti. Ne oluyor orada? Mideniz buna itiraz ediyor. Reddediyor. Fıtratınız bunu kabul etmiyor. Din konusunda da öyledir. Size yanlış bir bilgi verilir. Aklınıza yatmaz. Yatmaması şu olur? Bazen hasta olduğunuz zaman en güzel yiyecekler bile size acı gelebilir. Ya benim hastalığımdandır ya da bunun yanlışlığındandır. O zaman sana bir düşünme, sorgulama alanı çıkmış oluyor. Ben hasta mıyım, yoksa bu mu yanlış değil mi? İşte burada Allahu Teala bu kadar inanç sahibinden dört grubu zikrediyor. Zaten “İnnellezîne âmenû” derken aslında sadece biz değil hepsi de girebilir. Çünkü herkes kendisini imanlı kabul eder. Mümin kabul eder. Ama Allah kabul ediyor mu? O ayrı bir konudur. Konunun içerisine girmeden önce üç grupla (Yahudiler, Hıristiyanlar, Sabiiler) ilgili Vedat’tan genel bir bilgi edinelim. Yani neden Hadu deniyor? Neden Nasara deniyor?
Vedat YILMAZ: Yahudileri az çok biliyoruz zaten. İsrail oğullarının dinine verilen isimdir. Neden Yahudi denmiş? Çünkü Davut (a.s) zamanında İsrail oğulları bir krallık kuruyorlar. Bu krallığı da Yahuda krallığı deniliyor. Çünkü Davut (a.s) Yahuda soyundan geliyordu. Yahuda krallığı deniliyordu. Dolayısıyla o krallığın resmi dini olarak görüldüğü için tarih içerisinde Yahudilik denmiş. Yani o krallığa mensup kişinin dini anlamında kullanılmış.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama sonradan bir dinin adı 8:48 8:50 sn. arası anlaşılmıyor.
Vedat YILMAZ: Etnik bir isim haline gelmiş aslında… Yahudilik İsrail oğullarıyla sınırlı bir dindir. Zaten Kuranı Kerim’de de Maide Suresinin 44. Ayetinde Allahu Teala Tevrat’ın Yahudilere indirildiğini söylüyor. Bunlarda İsrail oğulları…
Hıristiyanlıkta İsrail oğullarının içerisinden çıkan bir dindir. Yahudiliğin içerisinden çıkan bir dindir. Nasıl ki Uzak Doğuda ki dinler Hinduizm’in içerisinden çıkıp daha sonra başkalaşmış bir dinse Hıristiyanlıkta Yahudiliğin içerisinden çıkmış, sonra diğer kültürlerle, Roma Paganizmiyle kaynaşıp vs. başkalaşmış bir dindir. İsa’nın (a.s) mesajı daha sonra başkaları tarafından diğer toplumlara aktarılınca Hıristiyanlık ortaya çıkıyor. Yahudiler kendilerini Tevrat’a referansla anarlar. Hıristiyanlar İncil’e referansla kendilerini tanımlarlar.
Bir de Sabiilik var. Sabiilik de Kuzey Orta Doğu kökenli bir dindir. Yani Kuzey ırak bölgesinde yaşayan bir gruptur. Aslında Sabiiler kendilerini Hz Âdem dönemine kadar geriye uzatıyorlar. Çünkü onlarda da Hz Âdem geçiyor. Âdem ismiyle geçiyor. Ancak peygamber olarak Yahya’ya (a.s) hürmet ediyorlar. Yahya’nın (a.s) kendilerine peygamber olarak geldiğini söylüyorlar. Ancak Yahya’nın (a.s) bir kurucu olmadığını da söylüyorlar. Yani Yahya (a.s) bize gelmiştir, bizim… Onlar nebi kelimesine nebiha diyorlar. Yahya (a.s) nebihadır ama Sabiiliğin kurucusu değildir, Sabiilik Hz Âdem’den bu yana olan bir dindir diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bizim İslam için söylediğimizin aynısını söylüyorlar. Çünkü İslam Âdem’den beri gelen dindir. Onlar da Âdem’den beri gelen dindir diyorlar.
Vedat YILMAZ: Sabiiliğin içerisinde tanrı inancı var. Yani yaratıcı tanrı, yüce hayat sahibi diyorlar. Ancak diğer inançlardan farklı olarak Sabiilikte evrenin iki farklı güçle yönetildiğini düşünüyorlar. Yani evrenin bir ışık tarafı bir de karanlık tarafı vardır. Her ikisinin başında bir ilah vardır. Karanlığın ilahına karanlıklar ilahı deniyor. Işığın ilahına ışıklar kralı deniyor. Ancak yüce varlık aslında tek bir yüce varlıktır. Onlarda kendi kutsal metinlerinde “yüce hayat sahibinin ismiyle” şeklinde ibadetlerine başlarlar. Yüce Hayat Sahibi, kendi kutsal kitaplarında da çokça geçen bir isimdir. Yani Allahu Teala için Kuran’da ki “el hayyul kayyum” ifadesine benzeyen bir isim kullanılır. Sabiilikte ahiret inancı da vardır. Bu dünya hayatının sonunda kıyamet hayatının başlayacağı düşünülmektedir. Kıyametten sonra da genel bir hesap döneminin başlayacağı ve bu hesabın daha çok günahkâr ve kötü ruhlu insanlar için olacağına inanılıyor. Yine Sabiilikte ibadetler için bir zorunluluk olarak abdest olduğunu görüyoruz. Yine namaz var. Namaz daha çok dua olarak isimlendiriliyor. Sabiilikte de çok enteresan bir şekilde farz olarak günde beş vakit dua etmeleri isteniyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Farz olan namaz yani…
Vedat YILMAZ: Bunun yanında da günün yedi saatinde tanrıya hamd etmeleri onlardan isteniyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Birisi teheccüd birisi de kuşluktur. O Yahudilikte de var. Aynısı…
Vedat YILMAZ: Bunun dışında onlarda kurban ibadeti de var. Oruç ibadeti de var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Oruçta hepsinde Ramazan’dadır.
Vedat YILMAZ: Evet, büyük oruç, küçük oruç… Yahudilikteki oruca biraz benziyor. Çünkü Yahudilikte büyük oruç denen bir oruç vardır. Tam bir gün boyunca tutulan bir oruçtur. Bu oruç İslam’da Kuran ile birlikte… Çünkü Allahu Teala “uhille lekum” “size helal kılındı” (Bakara 187) diyor. Bizimle birlikte daha kolay bir hale getiriliyor. Ondan önce orucun daha zor olduğunu anlıyoruz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Onu kısaca söyleyeyim. Mesela Bakara 187. Ayeti inene kadar biz orucu Sabiiler, Yahudiler, Hıristiyanlar gibi tutuyorduk. Yani güneş batınca iftar ediyorduk. Hava kararmaya başlayıncaya kadar yeme, içme, karı koca ilişkisi serbestti. Hava karardıktan sonra yasaktı. Yani bugün Süleymaniye Vakfı takvimine göre yatsı namazının son vakti dediğimiz vakitte ki… Kuranı Kerim’e göre öyledir. Yanınızda hesabını bilesiniz diye diyorum. O zamana kadar yenir… En fazla 2 saat sürer. Kalan kısım oruçlu geçerdi. Allah Bakara 187’de yeme, içme ve karı koca ilişkisini ikinci fecre yani sabah namazı vaktine kadar uzattı. Onu ümmeti Muhammed için yaptı.
Vedat YILMAZ: Saniilerin kutsal kitapları da vardır. Kendi kutsal kitaplarına Ginza adı veriliyor. Bu kitabın içerisinde kıssalar var. Kozmolojik bir takım anlatımlar var. Yani evrenle, gezegenlerle alakalı anlatımlar var. Sabiiler için Astronomi, Astroloji bilimleri için çok önemlidir. Ahiret ile ilgili anlatımlar var. Ölümden sonraki yaşamla alakalı anlatımlar var. Yapılması gereken ibadetlerle ilgili anlatımlar var. Onun dışında da ilahiler bölümleri vs. tarzı anlatılar var. Tabi bu kitapların dışında Sabiilerin başka kitapları da var. Yahya’nın Öğretileri isminde bir kitapları var. Koleksiyon anlamına gelen bir dini kitapları daha var. Yani Ginza’nın dışında bir dini literatürleri var. Nasıl Yahudilikte Tevrat var, Talmud var, Midraşlar var vs. Sabiiliğin içerisinde de Ginza dışında başka literatürler de, başka kitaplarda var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu konuda doktora yapmış olan Şinasi Gündüz Bey arkadaşımız var. Sen anlatıyordun değil mi? Hocam bu Ginzaları niye Türkçe’ye çevirmedin dediğinde ne cevap vermişti?
Vedat YILMAZ: İnsanlar Sabii olur diye korkuyorum demişti.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Niye? Çünkü Kuranı Kerim’e benzerliğinden dolayı değil mi?
Vedat YILMAZ: Olabilir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kuranı Kerim’e benzerliğinden dolayı. Öyle olmak zorundadır. Şinasi dediğimiz arkadaşımız bu konuda en iyilerden bir tanesidir. Diğerleriyle kıyasladığımız zaman gerçekten çok iyi bir çalışma yapmış. Sabiiler Yahya’ya (a.s) bir kitap indirmiş diye inanıyorlar. Peki, bizim kitaplarda Yahya’ya kitap indirildiğine dair bir kitap var mı? Rastladınız mı? Kuranı Kerim’i kastetmiyorum. Kuranı Kerim’de Yahya’ya kitap indirildiği açıkça ifade ediliyor. Çok açık bir şey… Gerçekten bu ulema bugüne kadar ne yapmış? Neyle meşgul olmuş. Tabi ezberciler… Verilen şeyleri ezberlemişler, gerisini karıştırma… Enam Suresinde Allahu Teala 83. Ayetten itibaren başlayıp 18 tane nebinin adını sayıyor. Bunların içerisinde 85. Ayette “zekeriyyâ ve yahyâ ve îsâ ve ilyâs” “Zekeriya, Yahya, İsa, İlyas” var. Zekeriya’ya kitap indirildiğini söyleyen var mı?
Hisham ALABED: Bildiğim kadarıyla yok.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani 4 tane kitap indirilmiş deniyor değil mi? İsa’ya indirildiği söylenir.
Hisham ALABED: İncil.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, İlyas? Ona da söylenmez. Allah bütün bunları saydıktan sonra 89. Ayette şöyle söylüyor. “Ulâikellezîne âteynâhumul kitâbe” “Onlar kendilerine kitap verdiklerimizdir” (Enam 89) diyor. Tabi Nuh’tan (a.s) İsa’ya (a.s) kadar sayıyor. Bunların babaları derken devreye kim giriyor? Âdem giriyor mu? Soylarından derken Muhammed (a.s) İbrahim’in (a.s) soyundan olduğu için o da giriyor. Kardeşleri derken bildiğimiz, bilmediğimiz bütün nebiler giriyor. Ama burada Yahya’yı isim olarak söylüyor. “Onlar kendilerine kitap” Allah sadece kitap mı veriyordu? Bir de hikmet veriyordu. “vel hukme” “ve hikmet.” Hikmet kelimesi… Şimdi Hisham yanımda… Arapça’yı gayet iyi bilen bir arkadaşımız. Kendisi de zaten Araptır. Arapçayı bilmeyenler için soruyorum. 19:30 19:34 sn. arası anlaşılmıyor.
Hisham ALABED: Evet, hocam… 19:35 19:38 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani hüküm neyse hikmette aynı anlamdadır. Ama hükmün doğrusu vardır, yanlışı vardır. Kuranı Kerim’de “keyfe tahkumun” “ne biçim hüküm veriyorsunuz” (Saffat 154) diye ayet var. Hükmün yanlışı var, doğrusu var. Arap dili açısından hiçbir Arap’ın asla itiraz edemeyeceği tek şey “el hikmet” in “doğru hüküm” olmasıdır. Değil mi?
Hisham ALABED: Evet.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hiçbir Arap itiraz edebilir mi?
Hisham ALABED: Hayır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mümkün değil. O zaman doğru hüküm demektir. Yani Allah kitap vermiş, bir de oradan doğru hüküm çıkarmanın metodunu bütün nebilere öğretmiştir. Onlarda doğru hüküm çıkarmayı ümmetlerine öğretmişlerdir. Onların arasında Yahya’da (a.s) var. İşte az önce Vedat’ın saydığı Sabiilerin dini kaynaklarından olan Yahya’nın Öğretileri dedikleri hikmette vardır. Yahya’da (a.s) Zekeriya’nın (a.s) neyi oluyordu? Oğluydu. Allah Zekeriya’ya veriyor. Peki, Zekeriya (a.s) İsa’nın (a.s) annesi Meryem’e bakan nebi değil mi? Yani aslında bunların hepsi aynıdır. Hep aynı kaynaktan geliyorlar. Aynı bilgileri veriyorlar. Zaten bu kitaplardan her biri de diğerini tasdik eden kitaplardır. Burada sayılan Hıristiyanlar, Yahudiler, Sabiileri Kuran’dan öğrendiğiniz zaman ortak noktalar bütünüyle ortaya çıkıyor mu? Çıkıyor değil mi? Hepsi Allah’ın indirdiği kitaptır. Bugüne kadar bize gelen yanlış da… Elimizde orijinal metniyle Kuranı Kerim var da bu yapılan yanlışları anlatmakla bitirebiliyor muyuz? Bitiremiyoruz. Bu kadar İlahiyat Fakültesi var, bu kadar medrese var, bu kadar orta dereceli okullarda din eğitimi yapılıyor. Herkesin söylediği şu oluyor. Neden onların hiçbirisi söylemiyor da siz söylüyorsunuz? Tabi vatandaş haklı… Vatandaş için bu doğru ama… Mesele şu… Sorguluyor muyuz? 5 Yaşında bir torunum var. Ankara’da anaokuluna gidiyor. Orada hocası Muhammed (a.s) 571’de doğdu diyor. 632’de öldü diyor. Ölürken 63 yaşındaydı diyor. Hocam bu yanlış, 632 olmaz 634 olur diyor. Hocada oğlum bana mı öğreteceksin diyor. Hoca ısrar edince toplayın hocam diyor. 571’in üstüne 63’ü eklersen kaç eder diyor. Resulullah kaçta doğdu, kaçta öldü diye size sorsaydım. Sizde 571’de doğdu, 632’de öldü diye aynı şeyi söylemez miydiniz? Kaç yaşında öldü deseydim 63 demez miydiniz? Hesap etmeden söyleyecektiniz. Niye? Bu ezberlenmiş bilgidir. Ama 5 yaşındaki çocuk ezberlemediği için hesap edince anlıyor. Hocası Mustafa’nın babasına, “Ben Mustafa’dan bu işi öğrendim, millete hava atıp duruyorum ama hiç Mustafa’dan bahsetmiyorum” diyor. Bizde bilgiler ezberletilir. Talebeliğimiz sırasında soru sormamız yasaklanmıştı. Ama Allah’a şükür biz sürekli soruyorduk. O ayrı bir konu… Soru sormayınca, muhakeme olmayınca sus ezberle, sen mi daha iyi biliyorsun, ulema mı? Yoksa kâfir olursun, yoksa kellen gidere kadar gidiyordu iş… İnşallah bundan sonra çok ciddi bir sorgulama başladı. İnşallah çok hayırlara vesile olur. Tabi ki bunu kendi keyfi için kullananlar var. Elbette olacak. Ama önemli olan sorgulamanın olması. Doğruları ortaya çıkarma imkânında oluyor.
Az önce okuduğumuz Maide Suresinin 69. Ayetinin bir benzeri Bakara Suresinin 62. Ayetidir. Allahu Teala burada şöyle diyor. Aynı ifadeler… “İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû” “Allah’a inanıp güvenen, Yahudi olan” “ven nasârâ” “Hıristiyan olan” “ves sâbiîne” “Sabiiler” “men âmene billâhi vel yevmil âhıri” “Bunlardan kim Allah’a güvenir, ahiret gününe inanır.” Çünkü bunların her birisinde ahiret inancı var. “ve amile sâlihan” “ve güzel iş yapar.” Az önce Vedat anlattı. Namaz var, oruç var, zekât var. Her şey var. Ben bir Sabiiyle beraber olmuştum. Ona oruç tutuyor musun diye sordum. Tabi ki tutuyorum dedi. Namaz kılıyor musun dedim. Elbette dedi. Bir de beyaz giyinirler, elbiselerinde en küçük bir leke göremezsiniz. O kadar dikkatlidirler. Evlerini de genellikle nehir kenarında yaparlar. Çünkü çok yıkanırlar. “felehum ecruhum ınde rabbihim” “Onların ücretleri rableri katındadır.” “ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn” “Üzerlerinde ne bir korku olacak, ne de üzüleceklerdir.” (Bakara 62) Demek ki kendi bildikleri şekilde doğru bildiklerini yapar, doğru inanır, yanlış bir şeye yönelmezlerse bunlar Cenabı Hak tarafından ne yapacak? Hiç korkmayın dendiği zaman, dünyada da korkmayacak, ahirette de korkmayacak.
Mesela bir yerde oturup konuşursunuz. Beyler çok hayırlı bir iş yapacağız. Yardımcı olur musunuz dersiniz. Elbette elimizden geleni yaparız derler. Peki, hadi yardım edin dendiği zaman ya şimdi zamanı değilim, müsait değilim demeye başlarlar. Çünkü ne zaman ki hadi dendiği zaman iş değişir.
Hiç unutmadığım bir olay vardır. Bir konfeksiyoncu, Avrupa’ya ciddi anlamda ihracat yapan birisiydi. Bir gün yanıma geldi. Fransa’ya 1,5 milyon dolarlık gömlek sattığını anlattı. Bir şey sormak için gelmişti. O oradayken de bir öğrenci geldi. 150 TL’ye ihtiyacı olduğunu söyledi. Ona şu öğrenciye 150 TL ver dedim. İnan ki yok hocam dedi. Az önce ne söyledi… Şu anda yok, gelsin dükkâna vereyim diyebilirsin. O anda olmayabilir. Az önce hava atıyordun. Aynı adam bir gün buraya geldi. Hocam ben intihar etmek istiyorum, bana bir fetva verir misin dedi. Hayırdır niye dedim. Çok borca battık dedi. Benim sağlık sigortam var, intihar edersem mirasçılarıma 200 bin dolara yakın para verilecek, onunla borçları verip rahat ederler dedi. Ya senin Florya’da güzel bir köşkün vardı, onu satsana dedim. Hocam 1,5 milyon dolarlık köşke 600 bin dolar veriyorlar dedi. Git onu 500 bin dolara sat dedim. Hakikaten gidip 500 bin dolara satıp kendini kurtardı. Bu tam ibret değil mi?
Yine Müftülüğe bir adam gelmişti. Kendisini çok iyi tanıyorum. Son derece onurlu bir insandır. Adana’nın ilçesinde bir yere gittim, tanıdıklar vardı, çok kötü durumdalar dedi. Ona biraz yardım bulabilir miyiz dedi. Bende Sultan hamam da bir manifaturacıya telefon açtım. Adam gidip geldi. Hocam o ne biçim bir insandı dedi. Hayırdır dedim. Ben oraya gittim. Beni büyük bir tüccar gibi karşıladı. Bana gel bir yemek yiyelim ondan sonra bakarız dedi. Beraber yemek yedik. İndik aşağıya şunlardan beğen dedi. İstediklerimi söyledim. Hepsini verdi. O zaman otobüslerin kalkış yeri Topkapı’daydı. Yanında çalışana, ‘Oğlum şu eşyaları bu beyefendiyle beraber Topkapı’ya kadar götür, falanca yere ver, kargo parasını öde gel’ dedi. Ben böyle bir insan görmedim dedi. Sonra ona teşekkür için telefon açtım. Bir de bu durumu da anlattım. Hocam benim bütün sermayem bu dedi. Şu komşularım bunun insana ne kadar büyük bir fayda sağladığını bilse bir kişiyi bana bırakmaz yolda yakalar kendileri alırlar dedi. Onlar bunun şeyini bilmiyor ki dedi. Bir şeyin doğru olduğunu bilmek başkadır, onu yapmak başkadır. Yahudiler, Hıristiyanlar, Sabiiler bunların hepsi çok iyi biliyor ki bizim kitaplarımızı tasdik eden bir nebi geldiği zaman ona inanmak zorundayız.
Mesela Bakara Suresinde Allahu Teala Yahudilerle alakalı anlatıyor. 89. Ayette şöyle diyor. “Ve lemmâ câehum kitâbum min ındillâhi musaddigul limâ meahum” “Allah katından kendileriyle beraber olan kitabı tasdik eden bir kitap geldiği zaman” (Bakara 89) O hangi kitap? Geliyor. Tevrat’ı tasdik ediyorum diyor. Yani kendinden önceki bütün kitapları… Tevrat’ı tasdik ediyorum diye bir ayet yok. Bu da çok önemlidir. Allahu Teala Tevrat’ı tasdik ediyorum demiyor da ne diyor? “musaddigal limâ beyne yedeyhi minel kitâbi” “kendi önünde bulunan bütün kitapları tasdik eder” (Maide 48) diyor. Sadece Tevrat değil ki… Sabiilerin Ginzaları… Mecusilerin Gataları… Hinduların Vedaları… Vedalarda Muhammed diye bir makale var. Yani Vedalarda gelecek olan Muhammed’e inanın diye Hindistanlı alim Mubarek Furi makale yazmış. Kendinden öncekiler dediği zaman Vedalarda giriyor mu? Konfiçyus’un kitabı nedir? Konfiçyus’u araştırın. Bakın çok doğru şeyler çıkacak. Budistleri araştırın. İşte kızım diğer kızımın, az önce anlattığım torunum ailesiyle birlikte gittiler. Oradaki insanların namaza durduğunu zannederek 2 yaşındaki torunum hemen babasının yanına gidip namaz kılar gibi namaza durmuş. Cuma vaktinde ibadetlerine şahit oldunuz değil mi? Bunları bilmek başka, kabul etmek başkadır. “Ve lemmâ câehum kitâbum min ındillâhi musaddigul limâ meahum” “Kendi yanlarında olanı tasdik eden bir kitap onlara gelince.” Yahudi Hahamlarına… Yahudi Hahamları diyorum çünkü diğerleri Tevrat’ı bilmiyor ki Kuran’dan anlasınlar. Fıtratlarına uyduğu zaman bu doğrudur derler de tasdik konusunu bilemezler. Ama sadece tasdik ettiğini bilmek isterler. Ama ayrıntıyı bilemezler. “ve kânû min gablu yesteftihûne alellezîne keferû” “Hâlbuki bunlar bu kitapla diğer kafirlere karşı önlerinin açılacağını söylüyorlardı.” (Bakara 89) Medineli müşriklere “Göreceksiniz, bir nebi gelecek, bir kitap getirecek, önümüz şöyle açılacak, böyle olacak falan diyorlardı. Aslında farkına varmadan Medinelileri Müslümanlığa hazırlıyorlardı. “felemmâ câehum mâ arafû” “O tanıdıkları nebi oraya gelince” “keferû bih.” (Bakara 89) Hisham “keferu” Arapça’da ne demekti?
Hisham ALABED: Yani gerçeği örttüler.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani “seteru” demek değil mi?
Hisham ALABED: Evet, “seteru…”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani Muhammed’i (a.s) gördüler. Ama görmezlikten geldiler. Baktılar, işte beklediğimiz nebi geldi dediler. İşte bu o kitap… Olmaz kardeşim, yani biz şimdi bu Muhammed’i kabul edersek o zaman bizim dükkânı kapatmamız lazım diye düşündüler. “felağnetullâhi alel kâfirîn” “Allah’ın laneti o kâfirlere.” (Bakara 89) Yani bile bile gerçeği örtenlere… O zaman peki Muhammed (a.s) gelmeden önce Medine’de ki Yahudilerin dini batıl bir din miydi? Bugün batıl bir din mi? O din hak dinde… Ama o din bunlara gelen yeni nebiye inanma mecburiyetini tanıyor, yeni gelen kitaba inanma mecburiyetini tanıyor. Bugün ki Yahudilere, bugün ki Hıristiyanlara, bugün ki Sabiilere Kuranı Kerim ile gitmezseniz, işte bu kitap sizin kitabınızı tasdik ediyor demezseniz onlara inanma görevi doğar mı? Doğmaz. Niye doğsun… Çünkü Allahu Teala Ali İmran Suresi 81. Ayette “Ve iz ehazallâhu mîsâgan nebiyyîne” “Allah nebilerden kesin söz aldığı zaman” Nebilerden bir tanesi Yahya değil mi? Birisi İsa (a.s) değil mi? Birisi Musa (a.s) değil mi? “lemâ âteytukum min kitâbiv ve hıkmetin” “Size bir kitap ve hikmet veririm de” (Ali İmran 81) Peki, sen bir Müslüman olarak bırak Kuranı Kerim’i tasdik etmesini Yahya’ya (a.s) kitap bile verilmemiş diyorsun. Sen şimdi Yahya’ya (a.s) kitap verildiğini bile kabul etmiyorsan bir Sabii seni beklenen nebinin ümmeti olarak kabul edebilir mi? O zaman sen ona nasıl kâfir diyebiliyorsun? Bir doğruları anlat önce inkâr etsin sonra kâfir olsun. “felemmâ câehum mâ arafû keferû bih” (Bakara 89) Tanıdıkları geldi, tamam dediler. Sonra görmezden geldiler. Mesela telefonum var. Sizden biri içeri girince telefonu göstermemek için kitabın altına koyuyorum. Orada ne sakladın diyorsunuz. Nerede ya orada bir şey yok diyorum. Az önce bir şey sakladın diyorsunuz. Sen yanlış görmüşsün diyorum. Ya bir kitabı kaldır bakalım diyorsunuz. Niye kaldırayım, senin başka işin yok mu, onunla meşgul ol diyorum. Göstermek istemeyen hep sağa sola atar. Ama ben bunu kitabın altında gizleme derdim olmasa o nedir diye sorulunca telefonu koydum derim. O zaman ben sizi kandırmaya çalışır mıyım? Mesela bu telefonun kitabın altında olduğunu bilmesem sizde kitabın altında ne var diye sorsanız hiçbir şey yok derim. Var bir şey deseniz yok vallahi derim. Aç bakalım bir deseniz açınca gerçekten varmış, bilmiyor muşum derim. Ben vallahi yok derken yalan mı söylemiş olurum? Aslında yalan ama bana göre değil. Sen adama gidip adam gibi Kuranı anlatmıyorsun, onun kitabını tasdik etmiyorsun, nebisini tasdik etmiyorsun. Ondan sonra da onun inanmasını bekliyorsun. Karşı çıkınca da adama kâfir diyorsun. Hele bir vazifeni yap, ondan sonra… Dikkat ederseniz bizde Müslümanlık sanki Türklük gibi, Araplık gibi, Kürtlük gibi vs. ırk meselesi gibidir. Ben Müslümanım derler. Neden? Türküz ya derler. Kardeşim senin Türk olduğunu biliyorum da o başka bir şey… Allahu Teala ahirette sen Türk müsün, anan kim, baban kim diye sormayacak. Zaten seninle alakalı değil ki bu… Senin kendi tercihini soracak. Sen hangi tercihlerle geldin ben Müslümanım diyorsun. Anam Müslüman, babam Müslüman derler. Tamam, anan, baban Müslüman olabilir. Ben senden bahsediyorum. Vedat dinler tarihi üzerinde çalışıyor. Tasdik konusunda da epey zamandır, 15 günde bir ders yapıyor. Ana başlığı ‘Kitap ve Tasdik’… Dolayısıyla bu konu üzerinde kafa yoran bir arkadaşımız… Tasdik konusu hiç bizim gündemimizde var mı?
Vedat YILMAZ: Bizim burada anlattığımız manada tasdik yok. Allahu Teala onların ellerinde olanı tasdik eder derken aslında o gün onların ellerinde bir kitap vardı da o kitabı tasdik ediyor anlamında anlamazlar. Allah önceden onlara bir kitap indirdiğini tasdik ediyor. Yani onlara da zamanında bir kitap inmişti anlamında bu cümlenin anlaşılması gerektiğini söylüyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hisham’ın Arapçasından yararlanalım. Ali imran Suresinin 81. Ayetindeyiz. Hisham Türkçe konuşuyor. Artık Türk vatandaşı da oldu. Mecbur konuşuyor. “Ve iz ehazallâhu mîsâgan nebiyyîne” “Allah nebilerden kesin söz aldı.” “lemâ âteytukum min kitâbiv ve hıkmetin” “Size bir kitap ve hikmet veririm de” (Ali İmran 81) Bir kere burada Müslümanlar sınıfta kalıyor. Nebilere kitap verilir diye bir şeyi Suriye’de size öğrettiler mi? Kitap kime verilir?
Hisham ALABED: Resule…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O da kaç tane?
Hisham ALABED: Dört tane…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hâlbuki Allah… O kadar çok ayet var ki… Tek bu değil. “summe câekum rasûlum” “sonra size bir resul gelirse.” “Resul gelirse” ne demek? Vedat bugün “resul gelirse” nasıl anlaşılır?
Vedat YILMAZ: Peygamber olması lazım.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O zaman Muhammed (a.s) geldi, gitti. Resul eğer bugün peygamber denen şey ise geldi, gitti. Bugün Yahudi’ye, Hıristiyan’a vs. gitme imkânı var mı?
Vedat YILMAZ: Yok.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, Hisham Arap dilinde resul kelimesinin anlamı nedir? Dildeki anlamı nedir?
Hisham ALABED: Bir defa Lisanul Arab denen sözlükte resul kelimesinin ilk anlamı risalet yani getirilen şeydir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani Kuranı Kerim’dir. Resulün birinci anlamı budur. Mesajı taşıyan şeydir.
Hisham ALABED: Arapça’da mesaj risalet demektir. Zaten resul risaletsiz olmaz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaten kitap olmasa Muhammed’in (a.s) bizim için bir değeri olur muydu?
Hisham ALABED: Olmaz. Risaletsiz bir resul olmaz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela Muhammed (a.s) vefat etti. Resullük bitti mi?
Hisham ALABED: Resullük Kuran ile devam ediyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bakın bu da Arap dilinde az önceki gibi çok kesin, kimsenin itiraz edemeyeceği bir bilgidir. Ve kelimenin birinci anlamıdır. Sen şimdiye kadar bu anlamı veren (Resul kitaptır diyen) bir tane tefsire rastladın mı?
Hisham ALABED: Tefsirlerde hep şahıslarla gidiyorlar. Resul demek Muhammed (a.s) demektir. Şahıs olarak alıyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani kelimenin ikinci anlamı… Şimdiye kadar birinci anlamını veren herhangi bir dini kitaba rastladın mı?
Hisham ALABED: Ben görmedim.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bende görmedim. Vedat sen gördün mü?
Vedat YILMAZ: Hayır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, siz gördünüz mü? Biz bu din anlayışıyla tutup bütün milleti kâfir ilan ediyoruz. Yanlış mı? İnsanlara Allah’ın kitabını götürmeden onları kâfir ilan ediyoruz.
Vedat YILMAZ: Kâfirlik inançsızlık olarak anlaşılıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kâfirin anlamı da bizde çok kötüdür. Vedat şuradaki İslam Ansiklopedisini çıkar da kâfir maddesini birazdan okursun. Biz söylemeyelim. Bizi izleyenler görsünler. İstersen bir de resul maddesini de çıkar. Ben Hisham’a esas soracağımı sormadım. Yani o kadar çok yanlış var ki… Dikkat ediyorsanız her kelimede yanlış var. Ve bu yanlış yerleşmiş. İslam âleminde ilim zannediliyor. “summe câekum rasûlum” “Sonra size bir resul gelir” Resul Kurandır. “musaddigul limâ meakum” “sizinle beraber olanı tasdik eden bu kitap gelirse.” (Ali İmran 81) “limâ meakum” demek az önce Vedat’ın söylediği gibi zamanında size indirilmiş kitap anlamına gelir mi?
Hisham ALABED: Değil Hocam. “limâ meakum” demek Kuran’dan önceki bütün kitaplardır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela Arap dilinde senin elinde olan kitaba “ma meake” derim değil mi?
Hisham ALABED: Evet.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “ma meake” “seninle beraber olan…” Senin yanında olacak ki “limâ meakum” olsun. Vedat’ın az önce söylediği gibi… “Medine’de aslında Tevrat yoktu. Bugün de yok. İncil’de yok. Zamanında Musa’ya indirilen Tevrat, zamanında İsa’ya indirilen İncil vardı” diyorlar. Kaldı ki Kuranı Kerim’de Tevrat’ın Musa’ya indiğine dair de bir ifade yok. Tevrat İsrail oğullarına indirilen kitapların toplamıdır. Tabi ki onun içerisinde Musa’ya (a.s) indirilen kitap çok önemli yer işgal ediyordu. O ayrı bir konudur. “Zamanında indirileni tasdik eden” diyorlar. Ya ben görmeden, bilmeden tasdik ettiğini nasıl anlayacağım? Elimde o kitap yoksa ben tasdik ettiğini nasıl anlayacağım? Anlayabilir miyim?
Hisham ALABED: “limâ meakum” sizin dediğiniz gibi olması lazım.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir de tasdik ettiğini nasıl anlayacağım? Dikkat ediyor musunuz, dindarlık hayalcilik haline dönüşüyor. Tasdik ederse “letué’minunne bihî ve letensurunneh” “Ona kesinlikle inanacaksınız ve yardımcı olacaksınız.” (Ali İmran 81) O zaman nebiler denince dünyanın her tarafında gönderilmiş nebiler akla gelmez mi? O zaman buna Hindistan’a giden de, Çin’e giden de, dünyanın diğer bölgelerine gitmiş olanlar da girmez mi? Dikkat ediyor musunuz, Allah ne kadar genel bir ifade kullanıyor?
Vedat YILMAZ: İslam Ansiklopedisi, Kafir maddesi… “Sözlükte örtmek, gizlemek, nankörlük gelmiş küfür terim olarak genellikle Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği hususlarda peygamberleri tasdik etmemek, onlara inanmamak diye tanımlanır.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani Muhammed (a.s) Kuranı Kerim’i getirmiş, bu Kuran’da olanlar konusunda onu tasdik etmemek, inanmamak… Bu güzel bir tarif…
Vedat YILMAZ: O zaman herkes Mümin oluyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şimdi bu Kuran’da biz ne var, ne yok tasdik ediyoruz. Çok güzelde… Peki, burada “sizinle beraber olanı tasdik eden” (Ali İmran 81) ifadesi Kuran’ın ifadesi değil mi ki bu hiç kabul edilmiyor? Yani Kuranı Kerim’de bütün nebilere kitap verildiği ifade ediliyor da siz neye dayanarak dört tanesine inmiştir? Dikkat ediyorsanız kuranı Kerim ile gittiğiniz zaman birinci olarak kişiye fıtratıyla gidiyorsunuz. Kuran dini fıtrat diye tanımlıyor dediğiniz an adamın kendisi Allah’ın kitabına dönüşüyor. Çünkü kendisi de bir ayettir. Bu Kuranı Kerim’de ki ayetler nasıl bir ayetse karşımızdaki her insanda bir ayettir. Allah öyle diyor. Bu Allah’ın kitabıdır dediğim zaman Yahudi, Hıristiyan ya da Sabii bunun Allah’ın kitabı olduğunu anlaması için ne yapması lazım? Kendi kitabını tasdik ediyor mu, etmiyor mu ona bakması lazım. Şimdi biz senin kitabın tahrif edilmiştir diyoruz. İnanması gerekir mi?
Hisham ALABED: Hayır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ben Katolik kilisesine gittiğim zaman 52:15 52:16 sn. arası anlaşılmıyor. Başbakanlık görevindeydi. Büyükelçi bana, “Hocam bu Papa’dan çok daha önemli bir kişidir. Aman dikkatli ol” dedi. Tabi onunla uzun konuşmalardan sonra bir mektup bıraktık ki sitemizde vardır. “Gelin Tevrat’ı, İncil’i, Kuranı Kerim’i, Vedat’ın anlattığı Ginzaları, Mecusilerin Gatalarını, Hinduların Vedalarını vs. nerede insanların kutsal kitap olarak tanımladığı kitap varsa hepsini bir araya getirelim. Önce bir tasdik açısından… Kuran onları tasdik ediyor mu, etmiyor mu? Bir kere bu kendi iç ilişkileri… Bir de evrensellik açısından fıtratla karşılaştıralım” dedim. Tamam, yapalım, edelim dediler, öyle kaldı. Daha benim mektuba hala cevap verecekler. 2008 yılında kızımla beraber gitmiştik. 11 sene olmuş. Elinde ilahi kitap olan insanlara Kuranı Kerim’in o kitabı tasdik ettiğini o insanlara söylemek zorundayız ki onlar Kuran’a inansınlar. Niye? Çünkü Allahu Teala ne dedi? “Sizinle beraber olanı tasdik eden bir resul” (Ali İmran 81) dedi. Biz değil. Kuran tasdik edecek. Allah’ın kitabını göstereceğiz. İşte buyurun diyeceğiz. Mesela Roma’da bana tanınan üç saatlik bir süre vardı. Avrupa’nın çeşitli üniversitelerinden de çok sayıda dinleyici gelmişti. Kuranı Kerim’i anlattım. Kısa bir girişten sonra 2 saatten fazla soru sordular. Ayetleri söyledim. Sordular ayetleri söyledim. Kızım en küçük bir itiraz hatırlıyor musun? Yok. Tek bir itiraz yok. Avrupa’da, Amerika’da, Rusya’da o kadar gayri müslimle o kadar toplantı yaptım. Kuranı Kerim’i anlattığımda en küçük itiraz olmadı. Niye? Çünkü kendi de Allah’ın ayeti, bu da Allah’ın ayetidir. Aradaki % 100 uyumu görüyor. O zaman Kuranı Kerim Tevrat’ı, İncil’i tasdik ettiği gibi Allah’ın ayeti olan insanı da tasdik etmiyor mu?
Vedat YILMAZ: Resul maddesini buldum.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Oku bakalım.
Vedat YILMAZ: “Nebi, resulden daha geniş bir anlam taşır. Nebi Allah’ın belli bir konuya ilişkin bilgileri bildirdiği insandır. Ve aldığı vahiyleri başkalarına tebliğ etmekle yükümlü değildir.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Nebi daha niye vahiy aldı? Tövbestağfirullah böyle bir nebi olur mu?
Vedat YILMAZ: “Bu tür vahiyler alan kadın nebiler de vardır. Resul ise daha özel bir anlam taşır. Buna göre her resul nebidir fakat her nebi resul değildir.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tam tersi Ali imran 81. Ayette… Peki, Allah’ın kitabı diye bir şey var mı?
Vedat YILMAZ: “Nebi Allah’ın kendisine kitap ve şeriat göndermediği elçisidir.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu nedir? Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi değil mi? Bu İslam Aleminin bilgi birikimidir. Nebi nasıl elçi oluyor? Kitap göndermediği kişi nasıl elçi oluyor? Hani elçilik yapamaz demişti?
Vedat YILMAZ: “İnsanları önceki dönemde veya yaşadığı çağda kitap ve şeriat verilen bir resulün dinine davet etmekle yükümlüdür.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, Ali İmran 81. Ayet böyle mi diyor? Bütün ayetlerde öyle mi diyor? “ve mâ ûtiyen nebiyyûne mir rabbihim” “rablerinden nebilere verilenler” (Bakara 136) diyor. Çok sayıda ayet var. Bu savrulmayı görüyor musunuz?
Vedat YILMAZ: Başka bir enteresan bir tanım daha var. “Nebi Allah’ın sadece müminlere gönderdiği elçiyken resul kâfirleri hak dine davet etmek üzere görevlendirilen kimsedir.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Gerçekten buna ne denir? Artık bilmiyorum. Siz söyleyin ben söylemeyeceğim.
Bakın şimdi burası önemli… Dersimizin son cümlesi olmuş olsun. Allahu teala şöyle diyor. “Senurîhim âyâtinâ fil âfâgı ve fî enfusihim” Şimdi buraya kadar bir adam Yahudi ise Kuranı Kerim’in kendi kitabını tasdik etmesine bakacak değil mi? Hıristiyansa aynı şeyi yapacak. Sabii ise aynı şeyi yapacak. Hiç birisi değil. Sen “Bu Allah’ın kitabıdır” diyorsun. Ben nereden bileceğim? Muhammed (a.s) çok güvenilirdi falan diyeceksin. Ben sana mı inanacağım? Bana “eşhedu” “ben şahidim” dedirtmek istiyorsun. Nasıl şahit olacağım? Ben senin sözünü naklettiğim zaman bir olaya şahit olabilir miyim? Bakın burada da kitabın ne olduğuna bakalım. “Ayetlerimizi çevrelerinde göstereceğiz.” Ki yaratılan her şey Allah’ın bir ayetidir değil mi? “Bir de kendi yapılarında göstereceğiz.” O zaman benim vücudum bir ayet, vücudumda ki her şeyde bir ayet… Toplarsak bir kitap gibi oluyor değil mi? Onu Allahu teala gösterecek. “hattâ yetebeyyene lehum ennehul hagg” (Fussilet 53) Kendileriyle bu kuranı Kerim arasındaki irtibata bakacaklar, tamam diyecekler. Bu defa Kuran neyi tasdik etmiş olacak? Onların vücudunu değil mi? Onların fıtratını tasdik etmiş olacak. Tamam diyecek. Avrupa’da 20’nin üzerinden seminerimiz, konferansımız olmuş. Sayılarını tam bilmiyorum. Rusya’da o kadar çok oldu. Başka yerlerde de oldu. Allah’ın kitabını anlattınız mı herkes can kulağıyla dinliyor. Hatta Roma’da üç saat geçti, hiç kimse salondan kalkmadı. Soruları bitmedi diye yarım saat daha verildi. Gene kalkmadılar. Bir daha toplantı sözü verelim dedikten sonra kalktılar. Çünkü bakıyorlar ki işte bu diyorlar. İnanır mı, inanmaz mı? Ondan sonrası bizim işimiz değil. O tamamen onun tercihidir. İşte şeyde de oldu. Yahudiler “bizi tasdik eden kitap dediler” ama Yahudilerin çoğu inandılar mı? İnanmadılar. O bizi ilgilendirmiyor. İşte Kuranı Kerim’in hak olduğu artık belli olduktan sonra ona inanıp güvenmek gerekir. Çünkü Allah konusunda kimsenin şüphesi yoktur. Ondan sonra bunu anlayıp kavradıktan sonra artık buna göre hareket etmeniz gerekir. Yahudi içinde, Hıristiyan içinde, Sabii içinde söz konusudur. Tasdikle gitmemiz şartıyla… Hindu’su içinde, Brahman’ı içinde, hepsi içinde bu böyledir. Onlara tasdikle gideceğiz. Sabiilerde de, Zerdüştlerde de… Ve bütün insanlığa da kendi fıtratlarıyla gideceğiz. Ama fıtratlarıyla olması içinde Kuranı Kerim’i kendimize uydurmayacağız. Yahudi Hahamlarının yaptığı gibi yapmayacağız. Bazı Hıristiyanların yaptığı gibi yapmayacağız. Allah’ın kitabına uyacağız ki, muhataplarımız kendilerini Kuranı Kerim’in içinde bulsun ve inanma ihtiyacı duysunlar. İyi davranışlar yapsınlar. İşte o zaman üzerlerinde “ne bir korku olur, ne de mutsuz bir hayat yaşarlar.” (Maide 69) Allahu Teala cümlemizi bu kitabı doğru anlayanlardan eylesin.