Prof. Dr. Servet BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Ekranları başında ve internet karşısında aynı zamanda Süleymaniye Vakfı’nın merkezinde bizleri izleyen siz değerli izleyicileri, siz değerli katılımcıları Allah’ın selamı ile selamlayarak bu Salı sohbetine başlıyoruz. Sohbetimize başlarken şöyle bir hatırlatmada bulunalım. Bugün Abdülaziz BAYINDIR hocamız yurt dışında bulunduğundan biz bu akşam ki dersi birlikte yapacağız. Kimle birlikte? Ben ismim Servet BAYINDIR. Dersi birlikte işleyeceğimiz arkadaşımız Vedat YILMAZ… Kendisi Süleymaniye Vakfı özellikle Dinler Tarihi alanında araştırmalarıyla tanınan değerli bir hocamızdır. Dolayısıyla bu akşam ki dersimizi inşallah hep birlikte… Allah’tan verimli, bereketli, faydalı, yararlı kılması niyazıyla başlıyoruz. Peki, ne yapacağız? Bu akşam duyurularda da size ulaştığı gibi İslam’ın mal ve ticaret hayatına ilişkin biz Müminlere vahiy yoluyla gelmiş olan genel ilkeleri nelerdir, onlar üzerinde duracağız. Bu konuları değerlendirirken özellikle son günlerde yaygın şekilde tartışılan bazı uygulamalara da kısaca temas etmeye çalışacağız.
Yüce Allah Kuranı Kerim’de Malı yani varlığı son derece değerli kılmıştır. Öyle değerli kılmış ki insanoğlunun hayatını idame edebilmesi için, artı olarak insanoğlunun gerek birey gerek devlet gerek şirket veya ümmet olarak ayakta durabilmesinin, dik durabilmesinin bir vesilesi, aracı olarak kılmıştır. Bunu Nisa Suresi 5. Ayetine dayanarak söylüyoruz. Allahu Teala bu ayeti kerimede “Ve lâ tué’tus sufehâe emvâlekumulletî cealallâhu lekum gıyamev verzugûhum fîhâ veksûhum ve gûlû lehum gavlem mağrûfâ” Allahu Teala ayetlerin baş tarafında yetimlere ilişkin bir takım hükümlerden bahsediyor. Yetim çocukların mallarına sahip olan, onlara göz kulak olan, onları idare eden, hukukta vasi dediğimiz insanlara yönelik özellikle hitap ediyor. Bu ayete geldiği zaman “Ve lâ tué’tus sufehâe emvâlekum” “Sakın ha sefih olan kişilere mallarınızı teslim etmeyiniz.” Peki, sefih olan kişi ne demektir? Malı, serveti, parayı, varlığı gerektiği gibi değerlendirmekten, gerektiği gibi kullanmaktan, gerektiği gibi korumaktan veya harcamaktan yoksun olan, mahrum olan insandır. Allahu Teala böyle kişilere hele de yetim çocuk ise o yetim çocuk büyüyüp de malına sahip olacak yaşa gelmiş olsa dahi, mal velev ki kendisinin olsa dahi onlara teslim etmeyin diyor. Neden? Bugün ki dersimizle ilgili asıl nokta “elletî cealallâhu lekum gıyamev” “Çünkü Allah malı, mülkü, serveti, dünyalığı sizin dik durabilmeniz, ayakta durabilmeniz, onurlu bir şekilde hayatınızı sürdürebilmeniz için size vesile kılmıştır.” Mal, mülk olmadan dik duramazsınız. Ayakta duramazsınız. Bağımsızlığınızı, haysiyetinizi, şerefinizi, namusunuzu koruyamazsınız. Vatanınızı koruyamazsınız. Bayrağınızı koruyamazsınız. Ama bu insanların aklı ermiyor diye onları da açlıktan öldürmeyin. “verzugûhum fîhâ veksûhum” “O mallardan o tür insanları rızıklandırın.” Onları giydirin, onlara bakın ama malı siz idare edin. “ve gûlû lehum gavlem mağrûfâ” “ve onlara güzelde davranışlarda bulunun. Güzel hitap edin.” (Nisa 5) Ama sakın ha malı, mülkü onlara teslim etmeyin. Malum biz doğuyoruz. Hemen doğduğumuz andan itibaren yemeye, içmeye, giyinmeye ve başımızı sokacak bir yere ihtiyaç duyuyoruz. Bütün bunlar sonuç itibariyle hepsi mal ile oluyor. Yani yediğimiz içtiğimiz şeyler gıda sektörünü oluşturuyor. Giyindiğimiz şeyler tekstil sektörünü oluşturuyor. Başımızı soktuğumuz yer, bina, inşaat sektörünü oluşturuyor. Diğer bütün detaylar aslında bu emel sektörlerin daha güzel, daha mükemmel, daha kolay, daha verimli üretilmesi, geliştirilmesi, dolaştırılması, iletişiminin kurulması, taşınması için yararlanılan şeylerdir. Yani Allahu Teala gerek birey olarak hepimizi gerekse bütün insanlığı bir defa yaratılışı itibariyle mala, varlığa muhtaç yaratmıştır. Dolayısıyla mal, mülk son derece önemlidir. Müslümanların bu konuda son derece dikkatli uyanık olması gerekir. Bakınız günümüzde yaşadığımız adeta bir savaş var. Eğer sizin varlığınız olmazsa, paranız olmazsa ne silah alabilirsiniz, ne tankı, ne topu, ne tüfeği, ne şunu, ne bunu yapabilirsiniz. Dolayısıyla güçlü olmak zorundayız. Bunu neden söylüyoruz? Allahu Teala malı, mülkü, serveti kendisine izafe etmiştir. Allahu Teala; yeryüzü, gökyüzü ve oradaki bütün malların asıl sahibi benim diyor. Dolayısıyla bir şey Allah’ın ise… “Ve sehhara lekum mâ fis semâvâti ve mâ fil ardı” (Casiye 13) “Ve lillâhi mulkus semâvâti vel ard” (Ali İmran 189) diyor. “Ve sehhara lekum mâ fis semâvâti ve mâ fil ardı” “Göklerdeki ve yerdeki her şeyi sizin emrinize, hizmetinize amade kılan Allah’tır” (Casiye 13) diyor. “Ve lillâhi mulkus semâvâti vel ard” “Semavattaki ve yerdeki her şeyin mutlak maliki, sahibi Allah’tır” diyor. (Ali İmran 189) Peki, Allah yüce bir varlık değil mi? Hepimizin rabbidir. Allahu Teala bir şeyi kendisine izafe etmişse o şey değersiz olabilir mi? Yani mümkün mü öyle bir şey? Değersiz bir şeyi Allahu Teala kendisine atfeder mi? İzafe eder mi? Herhangi birimiz değersiz bir şeyi kendimize izafe eder miyiz? Etmeyiz. Nitekim mesela annemiz, babamız, eşimiz, evladımız bizim için değerli mi? İnsan fıtraten, doğal olarak canını feda eder değil mi? Bir evladı için, eşi için, kardeşi için, babası için, annesi için… Allahu Teala mal ile eşi, evladı birlikte aynı satırda zikrediyor. “İnnemâ emvâlukum ve evlâdukum fitneh” “Şunu iyi bilin ki mallarınız, servetiniz ve evlatlarınız sizin için bir imtihan aracıdır.” (Teğabün 15) Dikkat edin, insanoğlu evladıyla başka ayetlerde annesiyle, babasıyla, eşiyle imtihan olur. Artı olarak ayeti kerimede malıyla da imtihan olur diyor. Ama dikkat edin, malla evladı birlikte zikrediyor. Peki, buradan ne anlıyoruz? İnsan değerli varlıklarla imtihan edilir. Daha doğrusu önemli fırsatlarla imtihan edilir. İmtihanın ağırlığı, imtihanın önemi ne kadar yüksekse karşısındaki ödül, kaybedildiği zamanda ceza o kadar yüksek olur. O kadar önemli olur. Dolayısıyla insanın en önemli imtihan aracı insanın anası, babası, eşi, evladıdır. Allah muhafaza… Kuranı Kerim’de Lokman’ın (a.s) kıssası vardır. “yâ buneyye lâ tuşrik billâh, inneş şirke lezulmun azîm” “Ey evladım sakın ha Allah’a şirk koşma. Çünkü bu çok büyük bir yanlıştır.” (Lokman 13) Şirk, çok büyük bir zulümdür. “Ve vassaynel insâne bivâlideyh” “ve insana annesine ve babasına güzel, iyi davranmayı vasiyet ettik.” Öğütledik, görev verdik. “hamelethu ummuhû vehnen alâ vehniv” “Çünkü insanı annesi sıkıntı üzerine sıkıntıya katlanarak onu yüklendi ve taşıdı.” “ve fisâluhû fî âmeyni” “ve annesinden ayrılması da iki yıl sürer.” Yani sütten ayrılması… İki yıllık bir sürede annesine bağlı olarak yaşadı. Annesi bütün bu sıkıntılarına katlandı, çekti. Bütün bunları annene, babana iyi davran, güzel davran, çünkü sen böyle bir ortamdan geçerek bu hale geldin. “enişkur lî ve livâlideyk” Dolayısıyla “bana ve anne babana teşekkür et” diyor. Yani rabbine karşı yapman görevi tam yap, annene babana karşı yapman gereken görevi tam yap. “ileyyel masîr” Çümkü “dönüş banadır.” (Lokman 14) Ama asıl bu ayet nereden aklımıza geldi. Burası “Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ılmun felâ tutığhumâ ve sâhıbhumâ fid dunyâ mağrûfâ” İşte evladın ana baba ile imtihanı meselesi… Hani dedik ya evlat son derece önemli diye… “Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî” “Eğer annen ve baban bana şirk koşman için seninle mücahede ederse” Mücadele ederse… Seni bana şirk koşman için her türlü çabayı, gayreti gösterirlerse “felâ tutığhumâ” “Sakın ha onlara bu konuda itaat etme.” “ve sâhıbhumâ fid dunyâ mağrûfâ” Fakat “dünyada da onlara güzellikte, iyilikte, insanlıkta sakın ha bir kusur da işleme.” Dünyada onlara güzel davran. Bakınız evlat anne babasıyla imtihan ediliyor. Bundan daha büyük bir imtihan olabilir mi? Aynı şekilde anne baba da evlat ile imtihan edilebiliyor. Dolayısıyla Allahu Teala Kuranı Kerim’in birçok yerinde evlatla, anne ile, baba ile malı, mülkü birlikte zikrediyor. Bu da malın, mülkün değerini bize gösteriyor. Peki, soru şu… Malı, mülkü biz nasıl sahipleneceğiz? Nasıl mal, mülk sahibi olacağız? Ve yahut da maldan, mülkten nasıl istifade edeceğiz? Her türlü yol mübah mı? İşte burada da Allahu Teala temelde iki ölçü koyuyor. “Ve kulû mimmâ razegakumullâhu halâlen tayyibâ” Bu mealden çok sayıda ayet vardır. “Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerden” ki az önceki ayetlerde göklerdeki ve yerdeki her şeyi ben size rızık olarak verdim demişti. “Bunlardan helal ve temiz olmaları kaydıyla istifade edin.” (Maide 88) Önce temiz den başlayalım. Temiz ne demek? Yani insanoğlunun fıtratının kerih görmediği, insanoğluna zararlı olabilecek içermeyen, bugün sağlıklı diyebileceğimiz her şeydir. Bu temiz olandır. Bir de helal vardır. Bakın Allahu Teala iki kayıt koymuş. Yani bizim mülkiyetimize bir malı, bir varlığı geçirmek istediğimizde yahut da geçmiş olan yahut da bizim mülkiyetimizden başka birine bir malı, varlığı geçirirken, transfer ederken dikkat edeceğimiz unsurlar… Birinci kural bu mal Tayyib yani temiz olmalıdır. İkincisi helal olmalıdır. Helal de kendi içinde ikiye ayrılıyor. Birincisi herhangi bir şeyin bizatihi yani özü itibariyle kullanılabileceği amaç bakımından helal veya haram kılınmış olabilir. Mesela domuz… Yeme açısından haram kılınmıştır. Mesela içki… İçerek kullanma açısından haram kılınmıştır. Mesela aklı örtücü bir takım uçucu maddeler, koklayarak alınan bir takım uyuşturucular… Bunlar koklama vs. bu yolla alma bakımından haram kılınmıştır. Özü itibariyle haram kılınmıştır. Mesela bir takım damardan iğne ile vs. yollarla alınan bir takım maddeler… Bunlar da bu yollar açısından haram kılınmıştır. Dolayısıyla bazı mallar, bazı varlıklar özü itibariyle haramdır. İşte Allahu Teala kanı haram kıldım diyor. Kan yenilebilir, içilebilir, bir takım şeyler yapılabilir. Bu açıdan haram kılınmıştır. İşte leş yani kendiliğinden ölmüş hayvanın eti… Velev ki hayvan normal şartlarda helal kılınmış bir mal olsun, ama canını verme yöntemi farklı olduğu için, kendiliğinden öldüğü için kesilerek et haline getirilmediği için bizatihi haramdır. Dolayısıyla bunlar özü itibariyle haramdır. “helalen tayyiben” Birincisi temiz, ikincisi helal olması gerekir. Yani bir Müslüman şunu diyemez. İçki bana göre temiz bana göre helal olduğu için ben bunu içerim diyemez. Yahut ta uyuşturucuyu kullanamaz. Yahut damardan alınan bir takım şeyleri alıyorum diyemez. Çünkü helal değil. Aslında bu saydığımız konularda halkımız genelde dikkat ediyor. Yani Hocam bana bunları neden anlatıyorsun diyen bile çıkabilir. Biz bunları bilmiyor muyuz diyebilirler. Evet, biliyoruz. Bu konuda aslında herkes müttefiktir. Ama ne var insanlar cahilliğinden, özellikle maalesef bir kısım gençlerimiz cahilliğinden bu tür şeylere başka sebeplerden dolayı girebiliyorlar. Allahu Teala inşallah onlara da bunlardan kurtulmayı nasip eylesin. Bu işlere de meyilli olanları Allah muhafaza etsin.
Asıl dikkat edilmesi gereken ama dikkat edilmeyen noktalardan bir diğer özü itibariyle değil de dolaylı yolla haram kılınan varlıklardır. Elde ediliş yöntemi bakımından haram olan varlıklardır. Burada birçok şeyi ıskalıyoruz. Yani bir takım yollar var ki, yöntemler var ki, o varlığın, o malın kendisi bizatihi helal olsa bile o elde ediliş yöntemi sebebiyle harama dönüşüyor. Bu açıdan baktığımız zaman haram malı, varlığı, parayı harama dönüştüren yöntemler nelerdir? Mesela bir rüşvet… Rüşvet alarak veya rüşvet yoluyla elde edilen bir mal isterse zemzemle yıkanmış olsun haramdır. Fakat biz bu konuda maalesef dikkat etmiyoruz. İkinci olarak hırsızlık… Hırsızlık yolu ile elde edilen mal haramdır. Gasp yoluyla elde edilen mal haramdır. Din istismarı, din sömürüsü yoluyla elde edilen mal haramdır. Yani insanlara din anlatıyorum diye hem dini tahrif edip hem insanların zihinlerini, beyinlerini bulandırıp, artı birde bu yolla insanların beyinlerini uyuşturup paralarını, mallarını, mülklerini almak, işte hem bu yöntem hem de bu yöntemle elde edilen para, mal, mülk, servet haramdır. Hilekârlıkla kazanılan mal haramdır. Ölçü ve tartıyla oynayarak, hesapla kitapla oynayarak kazanılan mal haramdır. Faizcilikle, faizcilik yapılarak, faizcilik yöntemi ile elde edilen mal haramdır. Dolayısıyla gördüğümüz üzere biz yani Müslümanlar bütün dünyada ve Türkiye’de ki domuz dediğin zaman hemen tiksinir. Allah haram kılmış, uzak durur. İçki dediğin zaman genelde çoğunluk uzak durur. İçenler dahi bunun haram olduğunu kabul eder ama lanet olsun bir musibete bulaştık der. Ama yediklerimizin, içtiklerimizin, kazandıklarımızın, kasalarımızda, ceplerimizde olanların acaba o diğer haram olanların kapsamına girip girmediği konusunda çok laubali oluyoruz. Dünya üzerinde bir araştırma yapılmış. En ahlaklı, en dürüst ticaretin, mal alışverişinin gerçekleştiği ülkeler, yolsuzluğun, hilekârlığın olmadığı ülkeler sıralamasında İslam ülkeleri çok gerilerdedir. Bu çalışmalar İslam’ın istediği kriterlere göre yapılmıştır. İslam’ın istediği kriterlere göre bir takım elemelerden geçirilmiş ve İslam ülkeleri çok gerilerde kalmış. Diğer birçok ülke İslam ülkelerinden çok ileride… Maalesef bizim ülkemizde o gerilerdeki ülkeler içerisinde… Neden? Bu konudaki laubaliliğimizden dolayıdır. Rüşvet konusundaki laubalilikten dolayıdır. Allahu Teala “Ey iman ettiğini söyleyen Müminler” “lâ teé’kulû emvâlekum beynekum bilbâtıli” “Batıl yollarla birbirinizin mallarını aranızda iç etmeyin.” “ve tudlû bihâ ilel hukkâmi liteé’kulû ferîgam min emvâlin nâsi” “İnsanlardan bir kısmının mallarını almak için yetkililere rüşvet vermek suretiyle batıl yolla mal edinmeyin.” (Bakara 188) Peki, biz dikkat edin taa Osmanlı Tarihinde Osmanlı Padişahlarının hazırlattıkları bir takım raporlar var. 1600-1700-1800’lü yıllarda… “Osmanlı neden geriliyor?” diye bir takım ilim adamlarına raporlar hazırlatıyorlar. Bütün raporlarda temel sebeplerden birisi rüşvet… Çünkü rüşvet bir toplumun içine, iliklerine sızdığı zaman o toplumun iflah olması mümkün değil. Bir diğeri de hilekarlıktır. Allahu Teala hilekarlık konusunda… Aslında tersinden şöyle buyuruyor. Bu temel ilke.. Belki de bu akşam ki sohbetin özü Nisa Suresi 29. Ayeti kerimedir. Bence bunu bütün Müslümanların, bütün insanların cüzdanlarının üzerine yazması lazım. Veya para kasalarının, yazar kasalarının üstüne yazması lazım. Dükkânlarının girişlerine, önlerine, arkalarına bu ayeti yazması lazım. Yazması yetmiyor, uyması da gerekiyor. “Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ teé’kulû emvâlekum beynekum bil batıli” “Ey inandık diyenler” Ey Müminler. “Mallarınızı aranızda batıl yollarla transfer etmeyin.” (Nisa 29) Peki, ya rabbi Kuranı Kerim’de batıl yollar nelerdir? Kuranı Kerime sorduğumuz zaman az önce saydığımız yollardır. Tekrar sayalım. Faizcilik, rüşvet, din sömürüsü, ölçü ve tartı ile oynamak yani hilekarlık, kumar ve kumarcılık, fuhuş vs. bu tür yollarla sakın ha mal transferi aranızda yapmayın. Bu tür yolları bir kazanç, mal edinme… Yani ekonomik aktivite haline getirmeyin. Neden? Bunlar batıl yollardır. Yani bunlar iktisadi anlamda bir değer üretici eylemler değildir. Katma değer üretici nitelikli eylem değildir. Bugün ki finans diliyle sıfır toplamlı işlemdir. Hatta zinadır, din sömürüsüdür, rüşvettir vs. eksi negatif toplamlı işlemlerdir. Çünkü aynı zamanda toplumu bir de batırır. Allahu Teala bunlardan uzak durun diyor. Peki, ya rabbi ne yapalım? “illâ en tekûne ticâraten” Eğer siz varlık sahibi olmak istiyorsanız yahut ta sahip olduğunuz bir varlığı ekonomik gaye ile toplumda başka alanlara sevk etmek, transfer etmek istiyorsanız bunun tek yolu, tek işlem Ticaret karakterine uygun olarak yapılmalıdır. Özü itibariyle, doğası itibariyle, fıtratı itibariyle ticaret olmalıdır. Peki, ticaret nedir? Ticaretin en basit yolu alım satımdır. Bir iktisadi değerli malı verip karşılığında başka bir malı alma eylemidir. Ticaretle olsun diyor. Ticarette “an terâdım minkum” “karşılıklı rızaya dayalı ticaret olsun.” Yani sadece ticaret olması yetmiyor. Birinci şart ticaret olmalı… Bunun üstüne bir de karşılıklı rızaya dayalı ticaret olmalıdır. Yani adamın tepesine silahı dayayıp sat arsanı, sat evini, sat konutunu dediğinde adam da sattım dese bile bu ticaret olmaz. Çünkü rızası yok. Peki, rıza nedir? Rıza, ister açıkça, ister gizli veya daha sonra öğrendiğinde bir insanın eğer o sözleşme esnasında bilseydim ben bu işi yapmazdım dediği her neyse o rızayı zedeleyen şeylerdir. Mesela bu tür neler oluyor? Birinci olarak tartıyla, ölçüyle oynamaktır. Yani gidip pazardan domates, patates ürünü alıyorsun. Çok güzel şekilde doldurup eline veriyor. Eve gelip bir bakıyorsun ki altı çürük… İçinden “eğer ben bunu orada görseydim almazdım” diye geçerse işte bu alışverişte rıza yoktur. Bu kişinin aldığı para haramdır. Bu ayetin pratiğe aktarılması olarak Resulullah (s.a.v) pazara gidiyor. Bir kişi pazarda buğday satıyor. Buğdayı da ağır gelmesi için ıslatmış. Ama ıslak olanı alta koymuş, üste kuru olanı koymuş. Görünmüyor. Resulullah (s.a.v) yaklaşıyor. Demek ki şüpheleniyor. Elini okuyor ki Buğday’ın altı ıslak… Neden böyle yapıyorsun diyor. Ya Resulullah yağmur yağdı, ıslandı diyor. O ıslaklar alta indi, üstü niye kuru diyor. İnsanlar görüp ona göre alsınlar diye neden o ıslak tarafı üste koymadın diyor. Bunun üzerine bizi aldatan bizden değildir diyor. Bakınız sadece Buğdayın yaşlılığı ve kurululuğu meselesi… Bizi aldatan bizden değildir. Biz kim? Müslümanlar. Bizden değildir. Müslüman değildir. Peki, bunu getirip bugüne vurun. Otomotiv satıyorsun, araba satıyorsun kilometresiyle oynuyorsun. Hayvan satıyorsun. Özel olarak iğne ile şişiriyorsun. Tavuk satıyorsun. Bir takım şişirici GDO’lu yemlerle hayvanı şişiriyorsun. Bal diye satıyorsun. Ne olduğu belirsiz tatlandırıcılarla tatlandırdığını bal diye satıyorsun. Daha bugünlerde Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın yaptığı bir duyuru vardı. 250’ye yakın firmanın hilekarlık yaptığı tespit edilmiş. Baldan peynire, şekerden ispirtoya… Aklınıza ne gelirse bu 250 firmanın hepsi bildiğiniz her şeyin sahteciliğini yapıyorlarmış. Bu firmaların birçoğunun dükkânına besmele ile giriliyordur. Siz gidin sizden daha fazla müttakidir, daha fazla takva sahibidir. Dindardır. 100 sefer umreye gitmiştir. Fakat Resulullah bunu yapan bizden değildir diyor. İşte son zamanlarda yine gündemde olan bir mesele… Şu bank, bu bank… Başına inek bank, öküz bank, tosun bank, tavuk bank, yumurta bank, solucan bank, bilgisayara bank vs. Ne derseniz deyin. Birçok yol yöntem çıktı. Aslında bakınız. Bunları maalesef bir kısım yetkililer “İlk defa duyduk, buda nereden çıktı, biz bilmiyorduk…” Bunlar yıllardır bize soruluyordu. Süleymaniye Vakfı fetva sitesine… Yıllardır biz bunun haram olduğunu söylüyoruz. Siteden de ilan ediyoruz. Hatta bu fetvaları yayınladığımız için… Daha geçen… Mailimde duruyor hala… Belki 20 gün oldu. Şu anda o yurt dışına kaçan adamın firmasından tehdit eden bir mesaj… “Siz haram diyerek bizim ticari itibarımızla oynuyorsunuz. Sizi şöyle yaparız, böyle yaparız.” Bende, “sözleşmenizi gönderin, bakalım eğer yanıldıysak düzeltiriz” dedim. Fakat bunu ben bir İlahiyatta hoca olarak biliyorum da… Ve bunu yaklaşık iki ay önce Hilal TV’de canlı yayında bunu anlattığım halde ben biliyorum da yetkililer niye bilmiyor? Bakın Peygamberimiz (s.a.v) gidip elini Buğdayın içine sokuyor. Yetkili böyle olmalıdır. Ve bizden değildir diyor. Hz Ömer pazarda sahtekârlık yapanları kovuyor. Bir daha buraya giremezsin diyor. Biz maalesef öyle bir hale geldik ki tarihte Yahudilerin yaptığı sahtekarlıklara, hilekarlıklara şapka çıkartacak hilekarlıklara giriştik. Ve ondan sonra da neden efendim toplum şöyle oldu, böyle oldu diyoruz. Neden bolluk yok, bu kadar mal, mülk ortadayken neden bereket yok, niye bu sıkıntılar diyoruz. Yine Resulullah’tan (s.a.v) gelen bir nakilde “Yediğin haram, içtiğin haram, giydiğin haram, her şey haram…” Ondan sonra Allah niye benim duamı kabul etmiyor derler. Nasıl kabul etsin? Sen Allah’ın duasını kabul etmemişsin ki Allah sana çağrıda bulunmuş… Şunu şöyle yapma, şunu yapma… Sen Allah’a icabet etmiyorsun ama Allah bana icabet etsin istiyorsun. Vedat bu Yahudilerin hilekarlıkları nelerdi? Sen onu anlat.
Vedat YILMAZ: Yahudilerde hileyi şeriyye dendiği zaman akla gelen Kuran’ın da aktardığı Cumartesi yasağını çiğneyenlerdir. Allahu Teala Bakara Suresinin 65. Ayetinde onlardan bahsediyor. “Ve legad alimtumullezînağtedev minkum fis sebti” “Cumartesi yasağını çiğneyenleri siz içinizden çok iyi biliyorsunuz.” “fegulnâ lehum kûnû gıradeten hâsiîn” “Biz onlara aşağılık maymunlar olun demiştik.” (Bakara 65)
“Fecealnâhâ nekâlel limâ beyne yedeyhâ ve mâ halfehâ” “O gün orada olanlar ve daha sonra gelenler için onları caydırıcı bir ceza kıldık.” “ve mevızatel lilmuttegîn” “Müttakiler için bir ibret kıldık.” (Bakara 66)
Bu adamlar ne yaptılar? Aslında sadece balık tuttular. Hocamızın dediği gibi normalde helal olan şeyler aslında yöntemine göre haram olabilir. Bunların yaptıkları şeyde aslında helal bir şeydir. Balık tutmakta ne var? Kötü bir şey değil ki… Ama Allahu Teala biz onları kıyamete kadar bir ibret vesikası haline getirdik. Neden? Çünkü onlar hileyi şeriyyeye başvurdular. Aslında Allahu Tealanın lanetlediği şey onların haşa Allah’ı kandırmaya çalışmayı denemeleridir. Buna tenezzül etmeleri, buna kalkışmalarıdır. Allahu Tealanın lanetlediği şey aslında budur. Onlar ne yapmışlardı? Cumartesi yasağı içerisinde göllerine, nehirlerine gelen balıkları avlayamadıkları için bir gün önceden bir takım terkiplerle, tuzaklarla o gün onları yakalıyorlardı. Ancak sebt (Cumartesi) bittikten sonra onları topluyorlardı. Yaptıkları yöntemi onlara sorsanız biz sebt günü dinlendik, hiç parmağımızı bile kıpırdatmadık derler. Ama Allahu Teala bu hileyi şeriyye… Hileyi şeriyye ne demek hocam? Şeriata uygun çözüm mü deniyor.
Prof. Dr. Servet BAYINDIR: 46:32 46:37 sn. arası anlaşılmıyor.
Vedat YILMAZ: Şeri bir hile yapıyorlar. Allahu Teala o yüzden onlara aşağılık maymunlar olun diyor. Onların yapmış oldukları şey budur. Bunun dışında da bugünde yapmış oldukları hileyi şeriyyeler vardır. Mesela Şabat goy denen onlarda çalışanlar vardır. Şabat günlerinde bir gün önceden sadece Yahudi olmayan kişiler kiralanır. Bunlar İbrani değillerdir. Mesela o yörenin Arap halkından birisi olur. Ona bir gün öncesinden bir liste verilir. Sen Cumartesi günü şunları yapacaksın derler. Yani Şabat goy denilen işilere ne yapacakları bir liste halinde verilir. O, o gün elini kıpırdatmaz ama listeyi verdiği adam yapar. Onun yerine o çalışır. Yani bu tarz hileyi şeriyyeleri Yahudilerin içerisinde saymakla bitmez. Yani çok sayıda vardır.
Prof. Dr. Servet BAYINDIR: Hileler bitmez. Bu hilelerden birisi de maalesef son günlerde gündemde olan bu dediğimiz meselelerdir. Burada yani o banklar meselesi… Aslında problem nedir? Maalesef bizim insanlarımızın, halkımızın kısa yoldan köşe dönme karakteri, düşüncesi, anlayışı, bunun peşinde koşmalarıdır. Alın teri dökmeden, çalışmadan mal, mülk kazanma arzusudur. Bir diğeri de az önce bahsettiğimiz… Helal haram demeden, helal haram ölçüsüne riayet etmeden, nereden gelirse gelsin, nasıl gelirse gelsin… Milletin malı deniz, yemeyen keriz misali… Bu tür bir yaklaşımla insanlar, böyle bir sürü psikolojisine kapılıyorlar. Ne dedik? Batıl yolla mal edinme yöntemlerinden birisi kumardır dedik. İşte bu yapılanların tümü aslında kumardır. Meysir kelimesi de kolay yoldan mal kazanma yöntemidir.
Vedat YILMAZ: Kazanması da kolaydır, kaybetmesi de kolaydır.
Prof. Dr. Servet BAYINDIR: Halbuki Allahu Teala ne buyuruyor? “Ve el leyse lil insâni illâ mâ seâ” “İnsana ancak çaba gösterdiğinin (seâ yettiğinin) karşılığı vardır.” (Necm 39)
Yine başka bir ayette… “feminen nâsi mey yegûlu” “İnsanlardan kimileri” “rabbenâ âtinâ fid dunyâ” “bize dünya da güzellik ver.” “ve mâlehû fil âhırati min halâg” “Onlara ahirette hiçbir pay yoktur.” (Bakara 200)
“Ve minhum mey yegûlu” “bir kısmı da şöyle derler.” “rabbenâ âtinâ fid dunyâ hasenetev ve fil âhırati hasenetev ve gınâ azâben nâr” Hep dualarda okuruz. Namazların sonunda okuruz. Ama asıl devamını okumuyoruz. Kimileri de şöyle der. “rabbenâ âtinâ fid dunyâ hasenetev” “ya rabbi bize dünyada da güzellik ver.” “ve fil âhırati hasenetev” “ahirette de güzellik ver.” “ve gınâ azâben nâr” “bizi o narın, o cehennemin azabından koru.” (Bakara 201) Peki, Allahu Tealanın cevabı nedir?
Asıl cevap şimdi geliyor. “Ulâike lehum nasîbum mimmâ kesebû” Dünyalığı isteyenlerde hem dünyalık hem ahireti isteyenlerde böyle sadece sözle, sadece istekle, sadece dua ile olmaz. Ya “Ulâike lehum nasîbum mimmâ kesebû” (Bakara 202) Kesb ettikleri, çaba gösterip, gayret edip, emek verip, alın teri akıtıp kesb ettikleri şeyler karşılığında nasiplerini alacaklardır. Dolayısıyla helal olan, doğru olan yöntem budur.
Peki, biz bu tür hilekarlıkları nasıl anlayacağız? Nasıl fark edeceğiz? Ne bilim ben, Hoca senin kadar okumadık biz diyebilir. İzleyicilerimiz, insanlarımız… Birinci olarak mal edinme yolu, yöntemi ticaret olmalıdır. Ticaretinde birinci basamağı, birinci aşaması nedir? Alım satımdır. Bu bahsettiğimiz insanlar ne diyorlar? Biz size tavuk satıyoruz, biz size dana satıyoruz, biz size süt satıyoruz, biz size solucan satıyoruz, biz size şunu satıyoruz, bunu satıyoruz… Dolayısıyla bu insanlar hizmet satıyoruz diye reklamlarda bulunuyorlar. Ve bizden para istiyorlar. Bir defa ticarette kesin bir kuraldır. Yatırdığının aynısını birisi sana geri vaat ediyorsa bu ticaret değildir. Yani buraya 100 lira yatırırsan bir yıl sonra 100 lirayı geri alacaksın dese velev ki aynısı olsun bu ticaret değildir. Demek ki burada başka bir iş vardır. Hele ki yatırdığından daha fazlasını vaat ediyorsa kesinlikle burada ticaret yoktur. Hiçbir ticari işlemde… Hangi din, hangi mezhep, hangi ırk… Dünyanın neresinde hangi sektör olursa olsun böyle bir şey yoktur. Çünkü sen ticaret yaptığın zaman, parayı yatırdığın zaman bir mal alıyorsun. Bu malı ondan sonra başka tarafa satmak üzere alıyorsun. Satıyorsun. Eğer karla satarsan kar ettin. Zararına satarsan zarar ettin. Peki, bir diğer nokta… Varsayalım ki “Ana para garantisi yok, gelir garantisi de yok, ben sana dana satıyorum, süt satıyorum, tavuk satıyorum, yumurta satıyorum” dedi. İkinci kural… Temel bir kural… Mevcut olmayan bir şeyin satılması caiz değildir. Mevcut değil. Dünyada yok. Adam sana sattım diyor. İkincisi kişinin kendi mülkiyetinde olmamış… Dolayısıyla mevcut değil. Mülkiyetine girmemiş. Olmayan bir malın satılması mümkün değildir. Üçüncüsü miktarı, cinsi, kalitesi, özelliği neyse vs. belirlenmemiş bir malın satımı caiz değildir. Dördüncüsü teslimi ve tesellümü… Yani teslim edilmesi ve karşı tarafın teslim alması mümkün olmayan, imkânsız olan bir malın alımı, satımı da caiz değildir. Şimdi bunu bu örneklere vurduğumuz zaman, bu bahsettiğimiz örneklere vurduğumuz zaman… Adam bir ineği bin kişiye satmış. 800 bin tane inek sattım diyor. 800 tane inek var. Şu kadar litre süt sattım diyor. Onun 10 da 1’i, 100’de 1’i var. Hele kimisi bilgisayardan tıklayarak vur diyor. Sana satıyorum para vereceğim diyor. Hiçbir şey ortada yok. Buna tık tık vurma karşılığında para verip ben fazla para alacağım diyen de onunla aynı sahtekârlık içindedir. Veya o süt banka para yatıran… Veya o dana banka bile bile yatıranların da aslında diğerinden farkı yoktur. O uyanık bunları sömürmek üzere yola çıkmış. Bu uyanıklarda onu sömürmek üzere yola çıkmışlardır. Sen bilmiyor musun ki böyle bir işte para garanti olmaz. Biliyorsun. Orada bir saf çıkmış, ben onu ne kadar sövüşlersem benim karıma diyor. Bakın bu şimdi burada patladı. Ve yıllardır da oluyor. Tekrarlanıyor. İnsanlar akıllanmadıkça, bu dünya devam ettiği sürece de tekrarlanacaktır. Dolayısıyla tekrar ediyorum. Ticaretin, alım satımın genel ilkeleri… 1- Mal mevcut olacak. 2- Mal o satıcının mülkiyetinde olacak. 3- Malın miktarı, cinsi her şeyiyle net olacak. 4- Mal teslim edilebilir, teslim alınabilir nitelikte olacak. 5- Dersin başında söylediğimiz meşru nitelikli bir mal olacak. Yani helal, meşru nitelikli bir mal olacak. Dolayısıyla bu kriterlere uygunsa bir ticari işlem… İşte o zaman insanlarımız buna girsinler. Aksi halde bunlardan bir veya bir kaçı eksikse bu işin içinde mutlaka bir hile, bir hurda, bir sahtekarlık, bir yalancılık vardır. Bundan uzak dursunlar. Bunların aksi durum tamamen kumardır. Dolayısıyla kumarda Allahu Tealanın yasakladığı en büyük haramdır, suçlardan birisidir. Allahu Teala hepimizi bu tür konularda uyanık kılsın. Yanlışlardan uzak eylesin. Bu tür durumlara düşenleri de bir daha düşürmesin. Ve hatalarından da tevbe ederek kurtulmayı nasip eylesin. Hepinize hayırlı akşamlar diliyorum. Teşekkür ederim.