Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
“Rabbenâ lâ tuzığ gulûbenâ bağde iz hedeytenâ veheb lenâ mil ledunke rahmeh, inneke entel vehhâb” “Ya rabbi, doğru yoluna kabul ettikten sonra kalbi kayanlardan eyleme.” (Ali İmran 8)
Bu akşam Allah nasip ederse, “Dinden Dönme ve Zındıklık” konusunu işleyeceğiz. Tabii i Maide Suresinin 53 ve 54. Ayetleri çerçevesinde… Onları esas alıyoruz. Biz size her defasında bu dinin nasıl bu hale geldiğini anlatmaya çalışıyoruz. Onlardan bir tanesi bu akşam olacak. Hakikaten Müslümanların savrulması akıl almaz boyutlarda… Bu akşam da göreceğiz ki, Kuranı Kerime % 100 aykırı olmasına rağmen mezheplerin tamamı dinden dönenin öldürüleceğine ittifak etmişlerdir. Dinden dönmek kurtarmıyor. Dindar olanları da öldürmelere gerekiyor. Çünkü İnsanoğlunun yaratılıştaki özelliği neydi? Muhalif yapıydı. İlk muhalefeti kime yaptı? Allah’a yaptı. Yani İblis, ilk muhalefetini Allah’a yaptı. Allahu Teala ona, “emrettiğim halde secde etmene engel nedir” (Araf 12) derken ben sana secde etmem dedi mi? Lafı evirip çevirdi. Sanki Allah’a itaat ediyormuş gibi gösterdi. Ne demişti? “ene hayrum minh, halagtenî min nâriv ve halagtehû min tîn” “ben ondan hayırlıyım.” Sanki emri Âdem vermiş gibi… “beni ateşten yarattın, onu çamurdan.” (Araf 12) Peki, Adem (a.s) ilk muhalefeti kime yaptı? O da Allah’a yaptı. Hangi maksatla yaptı? Daha çok dünyalık elde etmek için. İblis, Adem’e (a.s) şöyle demişti. “hel edulluke alâ şeceratil huldi ve mulkil lâ yeblâ” “size ölümsüzlük ağacını, yok olmayacak saltanatı göstereyim mi?” Allah’ın yasakladığı ağaçtan yiyecek, ölümsüzleşecek. Bu akıllı bir adamın yapacağı bir şey mi? Adem (a.s) akılsız mıydı? Son derece akıllı ve son derece bilgiliydi. Gelmiş geçmiş bütün insanların en bilgilisi o… Çünkü öğretmeni Allahu Teala her şeyi ona öğretmiş. Ama ne yaptı? Dünyalık arzusu ile İblis’e uydu. Ama akıllılık yaptı. Uyarıldığı zaman Allahu Teala ona şöyle dedi. “elem egul lekumâ inneş şeytâne lekumâ aduvvum mubîn” “Size dememiş miydim şeytan sizin açık düşmanınızdır.” (Araf 22) Ne dediler? Onlar lafı evirip çevirmediler. “Gâlâ rabbenâ zalemnâ enfusenâ” “Ya rabbi biz kötülüğü kendimize yaptık.” Yani biz cezayı hak ettik. “ve il lem tağfir lenâ ve terhamnâ lenekûnenne minel hâsirîn” “Bize merhamet etmez de durumumuzu düzeltmezsen, bizim yaptığımızı görmezlikten gelmezsen kaybettik.” (Araf 23) Her şey senin elinde biz cezayı hak ettik demiş oluyorlar. Peki, şimdi öğretmeni Allahu Teala olan Adem (a.s), İblis’in kandırmasıyla Allah’ın emrine karşı çıkıyor mu? Mukarreb meleklerden, Allah’a yakın meleklerden olan İblis, Adem’i (a.s) kıskandığı için kafir oluyor mu? İblis ile Adem’in farkı şudur. Âdem suçunu kabul ediyor. İblis suçunu kabul etmiyor. Aynı bu şekilde Kuranı Kerim ellerinde… Kuranı Kerimin ellerinde olması ne demektir? Her şeyi biliyorlar demektir. Adem (a.s) Allah’ın emrini unuttu mu? Yok. O zihninde… Ya da İblis Allah’ın emrini unuttu mu? Yani Kuranın elinde olmasından daha güçlü bir şey? Bilgi zihinde… Kafaya iyice yerleşmiş. Ona rağmen birisi evirip çeviriyor. Allah’a karşı çıkmıyormuş gibi göstererek, haşa Allah’ı kandırmaya çalışıyor. Ama öbürü evirip çevirmiyor. Şimdi bunlar bu yanlışı yapabiliyorlarsa Resulullah’ın ashabı yapamaz mı? İnandıktan sonra kâfir olan sahabi tanıyor musunuz? O konuda ayet var. Mesela Münafikun diye bir sure var değil mi? Münafık ne demek? Kâfir olduğu halde kendisini Müslüman gösteren kişi demektir. Bakın şimdi Allah diyor ki. “İzâ câekel munâfigûne gâlû neşhedu inneke lerasûlullâh” “O münafıklar sana geldiği zaman derler ki, biz şahidiz, sen gerçekten Allah’ın elçisisin.” “vallâhu yağlemu inneke lerasûluh” “Allah biliyor ki sen onun elçisisin.” “vallâhu yeşhedu innel munâfigîne lekâzibûn” “Ama Allah şahit bu münafıklar yalan söylüyorlar.” (Münafikun 1) Senin Allah’ın elçisi olduğunu kabul etmiyorlar. “İttehazû eymânehum cunneten” “onlar sana karşı güçlü şeyler söylüyorlar.” Biz şahidiz sen gerçekten Allah’ın elçisisin şeklinde güçlü sözler söylüyorlar. Onu kendi önlerinde bir siper yapıyorlar. “fesaddû an sebîlillâh” “Allah’ın yolundan sıvışıyorlar.” İblis’de aynı şekilde yaptı? Ben sana şey yapmıyorum ki, ben Adem’in (a.s) sözünü tutmam gibi bir hava veriyor. “innehum sâe mâ kânû yağmelûn” “onlar ne kötü iş yapıyorlar.” (Münafikun 2) “Zâlike biennehum” “Onların bu kötülüğü yapmasının sebebi şu. Onlar inandılar.” Bunlar gerçekten mümin olmuşlar. İblis’de daha önce mümin değil miydi? “summe keferû” “sonra kâfir oldular.” (Münafikun 3) Bu adamların kafir olduğu Allah’ın şahitliği ile ortada mı? Şüphe var mı? Önce mümin sonra kafir… Buna ne diyoruz biz? Müretd diyor. Dinden çıkmış ama dinden çıktığını göstermediği için münafık oluyor. Önce mümin olmuş, sonra dinden çıkmış. Mezheplerin tamamında; Sunniler, Şiiler, Zeydiler vs. mürtedin öldürüleceğini kabul ederler. Allah şahitlik ediyor ki ayetteki adamlar böyle yapıyorlar. Gerçekten inanmışlar. İnandıktan sonra kâfir oluyorlar. “fetubia alâ gulûbihim fehum lâ yefgahûn” “kalpleri üzerinde bu yeni bir yapı oluşturuyor. Artık onlar ne dersen de anlamazlar.” (Münafikun 3) Çünkü kendilerine göre dünya kurmuşlar. “Ve izâ raeytehum tuğcibuke ecsâmuhum” “Onları gördüğün zaman görüntüleri seni hayran bırakır.” Onlara kim hayran olacak? Resulullah. Kalbini bilmiyor değil mi? Peki, bu tasavvuf şeyhleri biliyor mu bilmiyor mu? Onlar Müslümanlıktan başka her şeyi bilirler. Adamın kalbini de bilirler, her şeyi bilirler. Haşa. “ve iy yegûlû tesmağ ligavlihim” “Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin.” O kadar güzel konuşuyorlar ki… Konuştukları zaman Resulullah ağzını açıp dinliyor. İşte bunlar tam Müslüman diyor. Sadece kafir olmakla kalmadılar, bir de oyun oynuyorlar. Hem de en ağır bir şekilde… “keennehum huşubum musennedeh” “Ama duvara dayalı ağaçlar gibidirler.” (Münafikun 4) Tabi bunu inşaatçılar gayet iyi bilirler. Bu konularla meşgul olanlar iyi bilirler. Benimde baba mesleğim (odun, kömür, kereste işleri) olduğu için ağacı duvara dik dayarsanız yanından yürürken düşer. Çünkü bir dayanağı yok. Dik olduğu zaman tam yaslanmaz duvara… Bunlar duvara dayalı kütükler gibidir. “yahsebûne kulle sayhatin aleyhim” “her sesi aleyhlerine hesap ederler.” Yani her şeyden korkarlar. “humul aduvvu” “asıl düşman onlardır.” Peki, ne yapmak lazım? “fahzerhum” Resulullaha verdiği emir şudur. “onlara karşı dikkatli ol.” (Münafikun 4) Öldür değil. Bu sure, münafıkların lideri Abdullah bin Ubey bin Selul’un Beni Mustalik Savaşında çıkardığı problemler sebebiyle inmiştir. Hatta orada Resulullah’a ağır hakaretlerde etmiş. Orada diyor ki, 14:34 14:38 sn. arası anlaşılmıyor. “hele bir Medine’ye dönelim, izzetli ve şerefli olan zelil ve hakir olanı oradan kesinlikle çıkaracaktır.” İzzetli ve şerefli kim? Abdullah bin Ubey bin Selul. Bu adam Müslüman olmuş, sonra kâfir olmuş. Zelil ve hakir olan kim? Resulullah’tır. Ayetle sabit değil mi? Bu olay ne zaman olmuş? Bunu savaş sırasında söylüyor. Bu olaydan bir müddet sonra da Hendek Savaşı başlıyor. Hendek Savaş’ının başında söylüyor. Çok kötü bir ortam… Bugünlerde Afrin’de savaş oluyor. Türkiye’de oradaki askerlerin moraline etki edecek her bir cümle, her bir hareket halkı ne yapıyor? Fena halde rahatsız ediyor. Müthiş tepkiler oluşuyor. Onunla kıyaslarsanız. Kolay değil ki… Resulullah’a diyor ki, “İzzetli ve şerefli olan o zelil ve hakir olanı çıkaracaktır.” Yüksek sesle söylüyor. Bunu ne yaparlar bugün? Öldürüler değil mi? Peki, mezhepler mürted öldürülür diyor. Kuran ile kafirliği sabit olan bu adam öldürülüyor mu? Bunun Abdullah adında bir oğlu varmış. Samimi bir mümin… Resulullah’a gelip “Bizim kavim içerisinde babasına en saygılı olan kişi benim. Herhangi bir Müslümana bunun öldürülmesini emredeceksen lütfen bana emret. Babamı ben öldüreyim. Çünkü babama karşı bağlılığım olduğu için bir Müslüman öldürürse onu affedemeyebilirim.” diyor. Resulullah ne diyor? “Bizim yanımızda olduğu sürece bizden sadece iyilik ve ikram görecektir” diyor. Peki, bu iyilik ve ikram neyin gereğidir? Bu adam Resulullah’a karşı fiilen savaş açmış mı? Hayır. Sadece lafla… Fiilibir savaş yok. Sözlü savaş var. Şimdi, dünyada düşünce hürriyetinin bu derece doruk yaptığı neresi var? Zirve değil mi? Savaşmamış. Resulullah ülkesinden çıkarmamış. Çıkarana destek vermemiş. O zaman buna iyilik yapılmasına bir mani var mı? Madem fiili savaş yapmamış. Resulullah, bizden iyilik ve ikram görür derken Mümtehine 8. Ayetteki hükmü söylüyor. Bu adamlar önce mümin olmuş, sonra kafir olmuşlar. Başka bir grup var ki, onlarda mümin görünüyorlar, kâfir oluyorlar. Resulullah’a (s.a.v) bir hadis mal ederler. “men beddele dinehu faktuluhu” “kim dinini değiştirirse onu öldürün.” Delilleri budur. Peki, bir kâfir Müslüman olduğu zaman dinini değiştirmiş oluyor mu? Ne yapmak lazım? Yalan söylemek kadar zor bir şey yoktur. Cümleyi kurmasını becerememişler. Ayete bakalım. “Ve gâlet tâifetum min ehlil kitâbi” “Ehli kitaptan yani Yahudi ve Hıristiyanların bilgili kişilerinden bir grup. Kendi adamlarına şöyle diyorlar.” “âminû billezî unzile alellezîne âmenû vechen nehâri” “bu müminlere indirilene günün başında inanın.” Sabahleyin size indirilene inandık deyin diyorlar. Böyle deyince Müslümanların gözünde ne olurlar? Müslüman olur değil mi? “vekfurû âhırahû” “günün sonunda inkâr edin.” (Ali İmran 72) Böyle yapınca ne olurlar? Mürted olurlar. Mezheplere göre ne yapmaları lazım. Öldürülmeleri lazım. Burada hiçbir yaptırımdan bahsedilmez. Bakara Suresi 256’da “la ikrahe fiddin” “din konusunda hiçbir baskı olmaz” dediyse… Mesela sen oğluna, kızına namaz kıl, oruç tut dersin. Müslüman olmasını istersin ama namaz kılmak için baskı yapabilir misin? Peki, baskı yapsan onun kıldığı namaz, namaz olur mu? Namaz kılması için içten samimi bir inançla Allah için yapması lazım. Senin için yaparsa namaz olmaz ki… Senin çin tutulan oruç, oruç olmaz. Allah için yapması lazım. Bir insan bir adama baskı yapsa o adamı Müslüman yapabilir mi? Çünkü iman kalple tasdiki gerektirir. Sen adama dışarıdan baskı yaparsın, ben Müslüman oldum der ama içinden olmaz. Onun için sen baskı yapsan da din baskıyı kabul etmez. Allah öyle bir yapı koymuş ki orada baskı imkânsızdır. Bu açık mı? Peki, ilk kâfir olan kimdi? İblis’di. Allah İblis’i öldürdü mü? Ne yaptı? Ömrünü uzattı. Bakın ilk kâfir olan İblis olduğu halde Allah ne yaptı? “rabbi feenzırnî ilâ yevmi yub’asûn.” Bakın rabbi dedi. Hiçbir kâfir Allah’ı yok saymaz. Hiçbir kâfir Allah benim rabbim değildir demez. Size karşı diyebilir ama kendi kendine demez. Her şeyi bilir. Onu kâfir yapan bildiklerini örtmesidir. Örtecek şey olmasa bir insan kâfir olabilir mi? “ya rabbi onların dirilecekleri güne kadar bana süre ver” (Hicr 36) diyor. Kıyameti inkâr ediyor mu? Allah da ne diyor? “feinneke minel munzarîn” “sen kendisine süre verilenlerdensin.” (Hicr 37)
İsterseniz bir de Ali İmran Suresi 86. Ayeti okuyalım. Burada en küçük bir şüpheniz kalacak mı? Zaten diğer ayetlerde en küçük bir şüphe bırakmıyor. Yani mürted öldürülür diye bir şey mümkün değil. “Keyfe yehdillâhu gavmen keferû bağde îmânihim” “İnandıktan sonra kâfir olan” yani gerçekleri örten… Örtüyor. “böyle bir kişiyi Allah nasıl yola gelmiş sayar.” İnanmıştı dersiniz. Ama şimdi örtüyor. İblis işte gerçeği örtüyor. Sanki Allah değil de Âdem demiş gibi gerçeği örtüyor. “ve şehidû enner rasûle hagguv” “ve resulün hak olduğuna şahit olmuş.” (Ali İmran 86) Bugün resulün hak olduğuna şahit olmanın tek yolu bu Kuranı Kerim’in hak olduğuna şahit olmaktır. Bu Kuran’ın hak olduğunu siz kendi kanaatinizle değil de hocam öyle diyor, anam böyle dedi, babam öyle dedi, bütün millet yalan mı söylüyor şeklinde olmaz. Okuyacaksın, anlayacaksın. Bu Allah’ın sözüdür, diyeceksin. O zaman şahit olmuş olursun. O zaman bunu getirende Allah’ın resulü yani elçisi olur. Şahit olmuş. Yani en küçük şüphesi kalmamış. Ondan sonra hesabına gelmediği için örtüyor. Dikkat ederseniz eline imkân geçene kadar herkes çok dindardır. Mesela muhalefet olan partiler, insan hak ve özgürlüklerini anlata anlata bitiremezler. Ama iktidara geldikleri zaman ilk unuttukları şey o olur. Bütün dünyada öyledir. Ondan sonra zengin olana kadar… Mesela birisine, sen hayır hasenat yapar mısın desen tabii ne demek der. Ama eline imkân geçtiği zaman çok az kişi dışında yapmaz. Çünkü daha çok, daha çok, daha çok derken bitmez. Hâlbuki yokken harcayamayan varken hiç harcayamaz. “ve câehumul beyyinât” “ve onlara bütün belgelerde gelmiş.” (Ali İmran 86) Artık her şeyi çok iyi biliyor ki bu din haktır. Ama bundan sonra üstünü örtmüş. Bugün o kadar çok vardır ki… Mesela faiz ayetini kimse görmek istemez. Mesela namaz vakitleriyle ilgili ayetleri sürekli söylüyoruz da hiç diyanet görmek istiyor mu? Ben bugün Süleymaniye Camii’ne gittim. Baktım, millet dağılıyor. Tam imsak saati… Millete teheccüd namazı kıldırıyorlar. Peki, bu kadar kendi sitelerini açsalar, kendi meallerini açsalar yanlış olduğu % 100 ortada… Niye? Tıpkı “ene hayrun minh” (Araf 12) biz daha iyiyiz canım… Biz Diyanetiz. Hep böyledir yani… Bu kadar açık ve net bir şekilde söylediğimiz halde hiç sesleri çıkıyor mu? Çünkü yanlış yolda olduklarını biliyorlar. Ondan sonra “vallâhu lâ yehdil gavmez zâlimîn” “Allah yanlış yapanları yola getirmez.” (Ali İmran 86) Önce yanlıştan vazgeçersin, sonra… “Ulâike cezâuhum enne aleyhim lağnetallâhi vel melâiketi ven nâsi ecmeîn” “Onların cezası Allah’ın laneti, meleklerin laneti ve tüm insanlığın lanetidir.” (Ali İmran 87) Niye? Çünkü Allah’ın ayetlerini uygulamadığınız zaman herkese kötü örnek olur ve zararlı olursunuz. Herkes sizi dışlama hakkına sahip olur. “Hâlidîne fîhâ.” Diyanet mealinde “o lanetin içinde ebedi kalacaklar” şeklinde anlam verilmiş. O zaman mürtedin Müslüman olma ihtimali var mı? Gerçekten anlamıyorum. Halid kelimesi ebedi ise diğer ayetlerde bir de “ebede” kelimesi geçiyor. Onun manası nedir? Ya bari kelimelerin sözlük anlamlarını değiştirmeyin. Allah aşkına. “Hâlidîne fîhâ” “ölmeden, ölümsüz olarak orada kalacak” (Ali İmran 88) demektir. Yani öldürülmeden kalacaklar. Öldürülseler “halidin” denmez. Yani o şekilde yaşayıp gideceklerdir. Anlamı odur. “Ebede” başkadır. Ebedi kelimesi değildir. “lâ yuhaffefu anhumul azâbu ve lâ hum yunzarûn” “o azap onlardan hafifletilmez.” (Ali İmran 88)Ne demek? Çünkü doğruyu gördükten sonra doğrudan dönmenin verdiği ıstırap adamı perişan eder. Bu dünyadayken cehennem ateşini tatmaya başlar. “ve yüzlerine de bakılmaz.” (Ali İmran 88) “İllellezîne tâbû mim bağdi zâlike” “Ama bundan sonra tevbe eder.” Tevbe demek dönüş yapmak demektir. “ve aslehû” “ve kendilerini düzeltirlerse.” (Ali İmran 89) Tevbe dönüş yapmak, ıslah da kendini düzeltmek demektir. Bunu kim bilebilir? Allah’tan başkası bilebilir mi bir adamın tevbe edip etmediğini? Kendini düzeltip düzeltmediğini? Mesela Resulullah hayran kalıyor. Bir insanın bilmesi mümkün mü? Resulullah, münafıklara hayran kalıyor. Münafikun suresinde belirtildiği gibi… “feinnallâhe ğafûrur rahîm” “o zaman Allah gafur ve rahimdir.” (Ali İmran 89) Ama “İnnellezîne keferû bağde îmânihim” “imanlarından sonra kâfir olup da” “summezdâdû kufral” “sonra kafirliklerini artıranlar” Yani kafir olarak yaşıyorsa… “len tugbele tevbetuhum” Yani o şekilde ölecekse… Sürekli artırıp öyle ölüyor. “Artık onların tevbeleri kabul edilmez.” (Ali İmran 90) Niye? Çünkü öldükten sonra hepsi tevbe edecek ama iş işten geçmiş olacak. “gâle rabbirciûn, Leallî ağmelu sâlihan fîmâ teraktu” “ya rabbi beni geri çevir de terk ettiğim dünyada belki güzel şey yaparım” (Muminun 99-100) diyecek ama artık geçmiş olacak. “ve ulâike humud dâllûn” “işte sapıklar bunlardır” (Ali İmran 90) diyor.
Gelelim bugün ki ayetlerimize… Ondan sonra konuyla ilgili arkadaşlarımız güzel şeyler söyleyecekler. “Feterallezîne fî gulûbihim meraduy yusâriûne fîhim” “Kalplerinde hastalık olanlara bakacaksın ki, Yahudilerle Hıristiyanlar arasında oradan oraya gidip geliyorlar.” Çok iyi geçiniyorlar. “yegûlûne nahşâ en tusîbenâ dâirah” “başımıza bir oyun oynanacağından korkuyoruz, onun için tedbir alıyoruz” diyorlar. “feasallahu ey yeé’tiye bil fethı ev emrim min ındihi” “Bakarsın ki Allahu Teala kendi katından bir açıklık getirir.” Kendi katından bir emir gelir. “feyusbihû alâ mâ eserrû fî enfusihim nâdimîn” “ve bunlar kendi içlerinde yaptıklarına pişman olurlar.” (Maide 52) Az önce Münafikun Suresinde ne okuduk? “İnandıktan sonra kâfir olan.” Kimdi bunlar? En başta Abdullah bin Ubey bin Selul’du. Münafıklar ve onun etrafında ona uyan kişilerdi. Abdullah bin Ubey bin Selul’un Medine’de ki Yahudilerle bir ilişkisi var mıydı? Vardı. Onlarla Beni Nadir de antlaşması vardı. Ne yaptı koruyabildi mi? Onlarla sıkı fıkı geçiniyor. Başta Müminim deyip sonra onları koruyordu. Beni Kaynuka içinde aynı şey söz konusuydu. Onlarla sıkı fıkı geçiniyordu. Oraya gidip geldiğini görüyorsun. Ne yapıyorsun diye soruyorsun. Ya Resulullah başımıza bir oyun gelir diye, bizden olabilirsin diyor. Çünkü konuşunca çok güzel konuşuyorlar ya… Resulullah’ı bile hayran bırakıyorlar.
“Ve yegûlullezîne âmenû” “Müminler şöyle derler.” Mesela Abdullah bin Ubey bin Selul’a şöyle diyorlar. “ehâulâillezîne agsemû billâhi cehde eymânihim innehum lemeakum” “bütün güçleriyle bizimle beraber olmaya yemin edenler bunlar mı?” Baksanıza düşmanlarımızla yağlı ballı… Resulullah’ı öldürmek isteyen Beni Nadir’i koruyor. “habitat ağmâluhum feasbehû hâsirîn” “bütün yaptıkları yok oldu ve kaybettiler.” (Maide 53) Abdullah bin Ubey bin Selul’da kaybetti. Yahudi kabilesi olan Beni Nadir’de kaybetti. Onlar tabii oradan Hayber’e gittiler ama Hayber’den yine münafıklarla ilişkilerini devam ettiriyorlardı. Bizde ashabı öyle anlatıyorlar ki… Sık sık söylüyorum. Kurşun asker gibi… Hiçbirisinin zaafı yok gibi… Resulullah’ın tanıdığı birkaç münafığın dışında kaç tane münafık var. Geçen hafta yaptığımız derste Allahu Teala, en ağır yanlış davranışları yapan Yahudi münafıklardan bahsetti. Bir tanesini bizim kitaplar yazmıyor.
Şimdi Allah bize emir veriyor. “Yâ eyyuhellezîne âmenû” “Müminler.” Mesela Abdullah bin Ubey bin Selul’un Hazrec kabilesi Medine’nin en güçlü kabilesiydi. Müslümanlar Medine’ye gelmeden önce o Abdullah’ı Medine’ye kral yapacaklardı. Hatta tacı hazırlanmıştı. Resulullah gelince krallığı suya düştü. Önce mümin oldu, sonra benim istikbalime mani oldu diye baş düşmanı haline geldi. “mey yertedde minkum an dînihî” “sizden kim dininden dönerse.” Ne olacak? Mezheplere göre ne yapmak lazım? Öldürmek lazım. Allah ne diyor? “fesevfe yeé’tillâhu.” (Maide 54) Sevfe’nin manası nedir Yahya?
Yahya ŞENOL: Uzak gelecektir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “İlerisinde Allah getirecektir.” “bigavmiy yuhıbbuhum ve yuhıbbûnehû” “onlar Allah’ı seviyor, Allah onları seviyor.” “ezilletin alel mué’minîne eızzetin alel kâfirîn” “bunlar Müslümanlara karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü.” “yucâhidûne fî sebîlillâhi” “Allah yolunda cihad ederler.” “ve lâ yehafûne levmete lâim” “kimsenin ayıplamasından da korkmazlar.” “zâlike fadlullâhi yué’tîhi mey yeşâé’, vallâhu vâsiun alîm” “bu Allah’ın bir ikramıdır ki onu hak edene verir. Allah’ın ikramı geniştir ve her şeyi bilir” (Maide 54)
Bu kadar ayet okuduk. Bu ayetten herhangi birisi inanç hürriyetine ters mi? Yok. Tabi ki Allahu Teala mümin olursanız size şu şu ikramı vereceğim der. Kâfir olanlara da sıkıntı çektirir ki küfürden vazgeçsinler. O sıkıntılarda onlara Allah’ın büyük bir rahmetidir. Küfründen vazgeçmesine sebep olabilir. Şimdi bakın bu kadar ayete rağmen mezheplerin mürted öldürülür, görüşünde ittifak etmeleri kabul edilebilir mi? Bunlar Allah’ın açık ayetidir. Bunda herhangi bir şüphe yok. Bunları anlamak için hoca olmaya gerek var mı? Üstünü örtmek için gerek var. Kapatmak için gerek var. Allahu Teala üstünü örtmeye kafirlik diyordu. Hepsi de kendisini İslam mezhebi olarak tanıtan ve milletin öyle zannettiği bu mezhepler… Geçen hafta söylediğimi tekrar söyleyeyim. Bunların aynı yanlışta ittifakı imkansızdır. O mezheplerin imamlarının bile bu olanlardan belki hiç haberleri olmayabilir. İbni Abbas’tan rivayet ettikleri bir hadise dayanıyorlar. Vedat, İbni Abbas ne zaman doğmuştu?
Vedat YILMAZ: Hicretten üç yıl önce doğuyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hicret yani Resulullah Medine’ye geldiği zaman kaç yaşında oluyor? Üç yaşında oluyor.
Vedat YILMAZ: Hocam ancak şöyle bir şeyde var. Onu da söyleyeyim. İbni Abbas babası ile birlikte Fetih yılı hicret etmiş. Yani 630 senesinde…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hicretten bahsetmiyorum. Doğumu… Hicretten Üç yıl önce doğan İbni Abbas… Hicret 13. Yılda yapılmıştı. Kendi doğumundan on yıl önce olmuş olayın ravisi, anlatan tek kişisi… Ne adamlar varmış değil mi? Doğumundan on yıl önce, Resulullah hepsini Ebu Kubeys dağına çağırmış, Allah’ın dinini anlatmış. O da elin kurusun demiş. Onun üzerine Tebbet Suresi inmiş. Ebu Leheb’i hayatındayken kâfir yaparlar. Kader inancını millete yutturmak için şart. Ne yapacaksın? Surenin anlamını değiştireceksin. Diyanetin mealinden bir okuyayım. “Ebû Leheb’in elleri kurusun. Zaten kurudu.” “Ona ne malı fayda verdi, ne de kazandığı.” “O, bir alevli ateşe girecektir.” “Boynunda bükülmüş hurma liflerinden bir ip olduğu hâlde sırtında odun taşıyarak karısı da (o ateşe girecektir).” (Tebbet 1-5) Altında da şöyle bir not var. “Ebu Leheb Hz. Peygamberin amcası olmasına rağmen düşmanlık edenlerin en başında geliyordu. Karısı Ümmü Cemil’de bu düşmanlığında kocasına katılır. Hatta zaman zaman dikenli çalılar taşıyıp Hz. Peygamberin geleceği yollara dökerdi. Surede bunların hem bu düşmanlıkları hem de bu yüzden uğrayacakları azap dile getirilmektedir. Meali doğru yapmışlar. Ben doğru yapacaklarına ihtimal vermemiştim. Şu açıdan… “Ebu Leheb’in elleri kurusun, zaten kurudu.” “Zaten kurudu” demesi için bu surenin ne zaman inmesi lazım? Ölümünden sonra… Ama diğer mealler böyle demiyor. Yani tebrik ediyorum. Çünkü bu meal hakikaten birçok meale göre fark atıyor. O rivayeti Ebu Leheb hayattayken bu sure indi diye anlatırlar. Dipnota koymamışlar. Daha ölmeden Ebu Leheb’i cehennemlik yaparlar. Tevbe etme imkânı ortadan kalkar. Kuranı Kerim’in çok sayıda ayetine ters bir sure, Kuran’da birbiriyle çelişen (haşa) bir kitap haline geliyor. İbni Abbas ne zaman Medine’ye gitmişti?
Vedat YILMAZ: 630’da…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani 13 yaşındayken Medine’ye gitmiş. Resulullah’ın vefatına ne kadar kaldı?
Vedat YILMAZ: İki sene…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ki Resulullah vefat ettiği zaman 15 yaş eder. Resulullah ile iki sene kalan İbni Abbas kaç tane hadis rivayet etmiş?
Vedat YILMAZ: İbni Abbas’ın Hz. Peygamberin vefatında on üç yaşında olması, pek çok hadis rivayet eden sahabilerden (muksirun) 1660 hadis rivayet etmiştir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 1660’ı üç seneye bölseniz bir güne kaç tane hadis düşer? İki, yaklaşık üç düşer. İbni Abbas’ın hadislerini rivayet eden kim?
Vedat YILMAZ: İkrime…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İkrime ile hangi bilgiler var?
Vedat YILMAZ: 642 senesinde doğmuş. Abdullah bin Abbas’a köle olarak hediye edilmiş. Ölümüne kadar onun yanında kalmış. Daha sonra…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Öyle kelimelere pek inanma da…
Vedat YILMAZ: Daha sonra Abdullah bin Abbas’ın oğlu onu Halid bin Yezid bin Muaviye’ye 40 bin dinar bedelinde satmış. Ancak İkrime hep satılma esnasında sen babanın dinini mi satıyorsun diyerek sitem edince İbni Abbas’ın oğlu satmaktan vaz geçmiş.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İkrime’nin yanlışları, yalanları ile alakalı bir şey yok mu?
Vedat YILMAZ: İkrime’nin güvenilirliği konusunda kaynaklarda çeşitli ifadeler yer alıyor. Mesela İbni Abbas’ın oğlu İkrime’yi evine bağlamış. Evinde ona eziyet ederken bunu görmüşler. Siz kölelerinize böyle mi muamele ediyorsunuz demişler. İbni Abbas’ın oğlu, “babam hakkında yalan söylediği için ben onu bu şekilde cezalandırıyorum” demiş.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Babasıyla ilgili yalanlar söylemesiyle meşhur, ona benzer şeyler var. Şimdi bakın ona lüzum yok. Ben şimdi şu hadisi okuyayım. Buhari’den… Mezheplerin dayandığı hadis. En güçlü kaynak. Bunu okurken Yahya’ya da bir soru soracağım. İkrime şöyle diyor. 44:19 44:27 sn. arası anlaşılmıyor. Ali’ye zındıklar getirilmiş. Ali onları yakmış. Getirilen zındıklar ne diye getirilir? Esir olur değil mi? Esirlere yapılması gereken muamele nedir? Karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakmaktır. Çünkü başka bir şey var mı? Ali onu öldürmemiş, bir de yakmış. Peki, zındık ne demek? Yahya, bu zındık kelimesi ne zaman ortaya çıkmıştı?
Yahya ŞENOL: Kullanıldığı dönem olarak Abbasiler döneminde…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O zaman İbni Abbas çoktan ölmüştü. İbni Abbas’ın ölümünden çok sonra Arap diline giren zındık kelimesini Ali’ye (r.a) getirilen esirlerle ilgili kullanıyorlar. Ondan sonra bu İbni Abbas’a ulaşınca İbni Abbas, “ben olsaydım onları yakmazdım. Çünkü Resulullah (s.a.v) böyle bir şeyi yasaklamıştır. Allah’’n yaptığı azapla azap etmeyin diyor. Onun dediği şudur. ‘Kim dinini değiştirirse onu öldürün’” diyor. 45:49 45:50 sn. arası anlaşılmıyor. Dinini değiştireni öldürün sözünü sen biliyorsun da bütün ömrünü Resulullah ile geçiren Ali niye bilmiyor? Sonra bu getirilen zındıklar kim? Dinden dönmüş falan filan diye bir şey yok ki… Bu zındık kelimesi sonradan ortaya çıkmıştır. Yahya, sen zındıklıkla ilgili biraz bilgi verir misin?
Yahya ŞENOL: Zındık kelimesi kök itibariyle Arapça bir kelime değildir. Köken olarak eski İran’dan geliyor. Pers dili Farsça bir kelimedir. Zendık. Bu kelime ilk olarak Abbasiler döneminde -bizim tarih kitaplarından hatırlarsınız çoğunuz- Uygur Türklerinin benimsediği Maniheizm dininden bahsederler. Abbasiler Dönemindeki Maniheistleri nitelemek için kullanılan bir kelime olarak Araplara geçmiştir. Abbasiler Döneminde o tür gördükleri insanlara zındık derlermiş. Fakat zamanla bu zındık kelimesi Münafık kelimesiyle yer değiştirmiştir. Yani şöyle tanımlanmıştır. Zahirde Müslüman, dört dörtlük Allah’a inanır, Resulüne inanır, namazını kılar, din ne emretmişse onu yapar, ne yasaklamışsa ondan kaçınır ama içten içe kâfir bir adamdır. Kalpten inanmadığı halde dışarıdan dört dörtlük Müslüman görünen bir adamdır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bugün ki teknolojide yok. Bunlar hangi teknoloji ile adamın kalbinden kafir olduğunu okuyorlarmış?
Yahya ŞENOL: Zaten Münafıkla eş değer bir tanım bu… Ama farkı şurada… Biraz önce Münafikun Suresinde de gördük. Münafıklardan bahseden diğer ayetlerde düşünüldüğünde; Kuranı Kerim’de Münafıklara uygulanması gereken bire cezadan bahsedilmiyor. Münafığın cezası nedir? Yoktur.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ahirettedir.
Yahya ŞENOL: Hıristiyan kaynaklarında Resulullah döneminde, Resulullah’ın veya ondan sonra halifeler döneminde dört halifenin (Hz. Ebu Bekir’in, Ömer’in, Ali’nin, Osman’ın) uyguladığı bir ceza var mıydı? Yok. Ama burada yeni bir kavram ortaya atarak birilerinin ölümüne karar verilmesi gerekiyordu. Ne demeleri lazım? Münafık diyorsun. Münafığın cezası yok. Adama dokunamıyorsun. Dolayısıyla kendi kurdukları düzene aykırı yorum yapanları, değişik fikirler ortaya sürenleri Farsçadan aldıkları bir Zındık kavramıyla değerlendiriyorlar. Buna ölüm cezası öngörüyorlar. Zamanla şöyle tanımlar yapılır olmuş. Zındık, ilk başlarda (Abbasiler Döneminde) zahiren İslam’a bağlanmış görülmekle birlikte birbirine zıt iki prensibe (nur ve zulmet gibi) inanan Maniheistlere, Mezdekilere, Mecusi olan kimselere verilen bir isimdir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ali’ye (r.a) getirilenler en fazla bunlar olabilir. Bunlar inandıktan sonra kafir olmuş değil ki…
Yahya ŞENOL: Sonra ikinci bir tanım olarak şöyle deniyor. “Müslümanlığını ortaya koyup küfrünü gizleyen kişidir.” Bunun tanımı bizde münafıktır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Onun küfrünü gizlediğini nereden biliyorsun sen?
Yahya ŞENOL: Yani Allah haber verecek ki öğreneceksin.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hatta Resulullah hayran kalıyor. “ve min ehlil medîneti meradû alen nifâgı lâ tağlemuhum” “uzmanlaşmış münafıklar vardır. sen onları bilmezsin” (Tevbe 101) diyor. Bunlar nereden biliyor?
Yahya ŞENOL: Zaten burada söylemiş. “Bunlar İslam’ın ilk döneminde münafık olarak bilinirlerdi.” Dolayısıyla münafıksa hiçbir cezası olmaması lazım. Ama tanım yavaş yavaş genişliyor. Bir diğer zındık tanımı; “Küfrünü açıklamamakla birlikte (hiçbir şekilde ben inanmıyorum, ben şöyle, ben böyle dememekle birlikte) dini konularda laubali davranan kişidir.” İşte bu şekilde yavaş yavaş tanımda bir muğlaklık meydana getirerek kendileri içini dolduruyor. Ve insanları zındık, zındık diye nitelendiriyorlar. Şunuda ifade edelim. Bugün bizim dilimizde zındık, daha çok hakaret vari bir kelime olarak kullanılıyor. Vay zındık falan… O dönemdeki zındık bu anlamda değil. Ama yavaş yavaş bizim dilimizde de böyle oturmuş. Bunların zındık dedikleri Münafık ama münafıktan farklı olacak ki ona bir ölüm cezası öngörebilsinler. Bu yüzden Resulullah dönemindeki münafıkların bugün bizim dönemimizde olanları… Resulullah uygulamadı dediğinizde “olabilir, o münafık olarak biliyordu. Biz artık zındık olarak biliyoruz. Zındıklığın cezası da ölümdür” demek istiyorlar. Hatta Ansiklopedideki zındık maddesine bakılabilirse Ebu Yusuf… Ebu Yusuf, Abbasiler Döneminde baş kadıdır. Ebu Hanife’nin iki numaralı, İmam Muhammed’den sonra en büyük talebesidir. Mutezile itikadi bir mezhep olarak bilinir. Maturidilik, Eşarilik, Mutezile… Mutezilileri zındık olarak nitelendiriyor. Ebu Yusuf onlar için zındık fetvası vermiş birisidir. Maliki mezhebinin kurucusu olarak kabul edilen Malik bin Enes’de aynı şekilde Mutezilileri zındık olarak nitelendirmiştir. İmam Şafii’de onların hiçbir şekilde şahitliklerinin kabul edilmeyeceğini söylemiş. Yani muhalif olarak gördükleri kimselere pat diye hemen bir zındık etiketi yapıştırıyorlar. Ondan sonra nasıl ispatlayacaksınız? Adam diyor ki, dışarıdan dört dörtlük Müslüman… Bu adam islam’a aykırı ne yapmış? Namaz mı kılmıyor? Oruç mu tutmuyor? Hacca mı gitmiyor? Zekât mı vermiyor? Dinin esaslarından birini inkâr mı etmiş? Yok, hiçbiri yok. “Bu adamın içi kâfir siz bilmiyorsunuz” diyor. Sen nereden biliyorsun? Öldürüleceğine karar verildi ya… “Bu adam bize kandisini inanmış gösteriyor” diyor. İnanmamış biri… O zaman münafık olsun. Resulullah münafığa bir ceza uyguladı mı? Allah bir ceza öngörüyor mu? O zaman böyle bırak. Yok, bu bize inanmış görünüp daha sonra inanmadı ya mürted, o zaman bunu mürted kategorisinden götürmemiz lazım. Öyle olmak zorunda… Yoksa nasıl ceza uygulasınlar?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hayır, mürted kategorisinden sayılmaz.
Yahya ŞENOL: Tabi şu açıdan farklılıkları var. Esas münafıklıktan ayrıldıkları nokta; bunun tevbesinin kabul edilip edilmeyeceği meselesi bir de buna uygulanacak cezadır. Kuranı Kerim’e baktıklarında münafığa bir ceza uygulanmadığını görüyorlar. Resulullah’ın hayatına bakıyorlar, hiçbir ceza yok. Dört halife dönemine bakıyorlar, hiçbir ceza yok. Ama karar verildi. Birileri muhalif aykırı görüş serdediyorlar, yerleşik düzene ters konuşuyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Aykırı görüşün Kuran ile bir ilgisi yok. Hadise de değil. Bizim görüşümüze aykırı, mezhebimize aykırı…
Yahya ŞENOL: Bu konuda şimdi bunlara ne muamelesi uygulanacak? Burada mezhepler kabaca iki ya da üç gruba ayrılmışlar. Hanefilerle, Malikilerin başını çektiği grup; “bir kişi zındıksa ve biz onun zındık olduğuna hükmettiysek.” Çünkü kimse ben zındığım diye ortaya çıkmıyor ki… Adam yerleşik inanç konusuna ters bir şey söylüyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela bu akşam ki dersi Osmanlı zamanında yapsaydık kesin zındıktık. Çünkü mezheplere aykırıdır. Bunu açıkça kitaplarında söylüyorlar.
Yahya ŞENOL: Birileri öyle diyecek diye, Dışarıdan birisi sizi zındık diye ilan edecek. Ettiler mi, o zaman bu adamın zındık olduğunu öğrendiği an iki durum söz konusudur. 1- Eğer bunu öğrendiği an biz onu tutup yakalamadan kendisi ben zındığım diye gelip itiraf eder ve “böyleydim ama şimdi tevbe ediyorum” derse bunun tevbesi kabul edilir. Bu adam öldürülmez.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, tevbeyi kabul etme yetkisi insanlarda mı, Allah’ta mı?
Yahya ŞENOL: İşte o işin şaşırtmacası… Ama bunu öğrendiği an, biz onu yakalamadan yani kendisi kalkıp tevbe etmezse, biz onu bir yerde kıstırır yakalarsak ondan sonra 7/24 tevbe etsin biz onun tevbesine itimat etmeyiz. Derhal, sorgusuz sualsiz öldürürüz. Niye? Çünkü bu adamın tevbesine de artık güvenilmez. Biz yakaladık ya… Korkudan etmiştir derler. Etsin. Tevbeyi kabul edip etmeme yetkisi kimde? Burası sorgulanmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaten şunu da söylüyorlar. Zındığın tevbe edecek bir şeyi yok ki diyor. Görünürde her şeyi tam, dört dörtlük Müslümandır. Neyine tevbe edecek? Ondan tevbe etmesi istenmez diyorlar.
Yahya ŞENOL: Bunlar yakalanıp yakalanmama durumuna göre ikili bir ayrım gözetmişler. Yakalanmadan tevbe ederse ölüm cezasından kurtuluyor. Ama askerler birini tutup yakaladıktan sonra kadıya götürülerse, yakalandıktan sonra ne yaparsa yapsın artık gözünün yaşına bakılmaz. Tevbeyi Allah diğer tarafta kabul eder, biz dünyevi olarak işiniz bitiririz, diyorlar. Şafiilere ait bir görüş var. Şafiiler biraz daha müsamahalı davranmışlar. “Yakalansın, yakalanmasın, biz devlet olarak her durumda ona tevbe teklifi ederiz. Zındık oldun, tevbe etmen gerekir” deriz. “Ederse mutlak olarak kurtulur ama etmezse biz onu yakaladığımız zaman öldürürüz” diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tam bir ilah yani… Ne bileceksin bu adamın tevbe ettiğini?
Yahya ŞENOL: Ama bir de Hanbeli mezhebine ait bir görüş var. Hanbeli mezhebi, “Hanefilerde, Şafiilerde çok mutedil davranmışlar, biz ne yakalanmasına, ne yakalanmamasına hiçbir şeyine itibar etmez, hiçbir durumda tevbe teklif etmeyiz, yakaladık mı öldürürüz” diyorlar. Gitsin, diğer tarafta Allah’a hesabını versin. Bu da Hanbelilere ait olarak bildirilen, kitaplarda yazılan görüş. Maalesef…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Büyük Şeyhulislam Ebussuud Efendi’den bir örnek ver bakalım.
Yahya ŞENOL: Hanefilerin son dönemde İbni Abidin diye yazılmış, en büyük fıkıh kitaplarından kabul edilen kitapta, İbni Abidin Ebussuud’un Maruzatından bir olay naklediyor. Ebussuud Efendi’de Kanuni Sultan Süleyman döneminde en meşhur Şeyhulislamlar’dandır. Kanuni her ne yaparsa onun fetvasıyla iş yaptığını beyan ediyor. Onun Maruzat adlı kitabında şöyle bir şey gördüm diyor. Bir öğrenci onun yanında Nebinin bir sözünden bahsedip Nebimizin bütün sözleri amel edilmesi gereken doğru sözler midir diye sorunca şöyle cevap vermiş.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hocayla öğrenci ilişkisine bakın.
Yahya ŞENOL: “Bu soru tarzı onunla amel edilmeyeceğini gösterir yani hissettirir bir şekilde olduğu için bir defa bunu söyleyen kâfir olur.” Sen bunu söyledin kâfir oldun.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hâlbuki öyle bir ayet var mı? Nebiye itaati emreden ayet var mı? Öyle bir şey yok. Resule itaati emreden ayet var. O da resul olarak anlattıklarının tamamı nedir? Kuran ayetidir.
Yahya ŞENOL: “İkinci olarak Nebi’yi (s.a.v) hafife almış oldun. İki suç birden… İlk sözünden dolayı kafir oldun. Sana imanını tazelemek emredilir. Ama ikinci ifade seni zındık yapar. Burada tevbe ettin, ettin ama biz yakaladıktan sonra tevbe edersen o bile kabul edilmez, öldürülürsün.” Yani o sorunun cevabı budur diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani orada bir öğrenci bu çocuğu öldürse yargı, yargılamaz. Hürriyeti görüyor musunuz? Ne müthiş bir inanç hürriyeti var.
Yahya ŞENOL: Bu İbni Abidin’in 4. Cildinde 235-236. Sayfalardaymış. Baskıları neredeyse her yerde aynıdır. Sayfaları tutar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ebussuud Efendi’nin Maruzatı da var. O kitapta öyle berbat şeyler vardır ki… İlk toplantı için Cidde’ye gitmiştik. 1986 olabilir. İslam Ekonomisi ile ilgili olarak Ebussuud’un bir takım oyunlarla faizli borca müsaade etmesi vardı. Ebussuud Efendi faizli sistemi ilk defa Osmanlı’ya kuran adamdır. Ama öyle üç kağıtçılıkla yapmıştır ki, Muameleyi Şeriyye diye çeşitli numaralarla… Bizim Ticaret ve Faiz isimli kitapta o konuyu uzun uzun anlatıyoruz. Orada Abduseddar ebu Gudde vardır. Bu konuların organizasyon başıydı. Yıllardır öyleydi hala öyle olması lazım. Ebussuud’un bu konuda şeyleri varmış onları bana gönderir misin dedi. Arapların bir sözü vardır. 1:00:03 1:00:06 sn. arası anlaşılmıyor. Onunla ilgili duydukların göreceğin zaman olacak düşüncelerinden daha hayırlıdır. Yani sen duyduklarınla iktifa et, Görürsen adamın kötülüğü ortaya çıkar dedim ona. Yani siz Ebussuud’u bir şey zannediyorsunuz. O adam bir şey değildir. 1980’lerin başında. O adamın iler tutar tarafı yoktur dedim ona. Bizde de Ebussuud’u yere göğe koymazlar. Adam rica edince gelip Arapça’ya tercüme ettim. Bizim Süleymaniye’de orijinal metinleri var. Uzun uzun vakit almasın diye Yahya oradan okumadı. Gönderdik. Tuttular bunu Sukuk yaptılar. Tuttular bundan bugün ki faiz sistemlerini oluşturdular. Ben ne bileyim bu adamların böyle yapacağını… Bu pisliği görsünler diye göndermiştim. Bazen böyle iyilik yaptığın zaman kötülükte ortaya çıkıyor. Peki, şimdi Yahudilerde, Hıristiyanlarda dinden dönenlerle ilgili şeyler… Bunları mutlaka oralardan almışlardır.
Vedat YILMAZ: Yahudilerde zaten bir çok suçun cezası ölüm… Bunlardan bir tanesi de farklı ilahların peşine gitmek, farklı ilahlara tapmak… Bunun cezası da ölümdür. Tesniye’nin 13. Babında bu kişilerin öldürülmesi gerektiği detaylı olarak anlatılıyor. Onun dışında Hıristiyanlıkta da yazılı olarak her ne kadar onların fıkıh kitaplarında bununla ilgili bir şey olmasa da kilisenin vermiş olduğu tarih içerisindeki hükümler bellidir. Yani dine aykırı sapkın inanç yapan kişiler öldürülmüştür. Engizisyon mahkemeleri sırasında 50 bine yakın insan kiliseye aykırı sapkın görüşe sahip olduğu için öldürülmüştür. Kilise veya Papa bu konuda hüküm verdiği zaman zaten bu bağlayıcı oluyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kimse ona itiraz edemez.
Vedat YILMAZ: Kişi sapkındır, öldürülür derse öldürülür.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Papa veya Papaz… Papaz da öyledir.
Vedat YILMAZ: Bu gerekçeyle 50 bine yakın insan öldürülmüştür.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Onu tam olarak kimse bilemez. Onların itiraf ettikleridir. Gerçek rakam ancak ahirette belli olur. Peki, şimdi neticeye gelelim. Bakın hiçbir ayette mürtedin öldürülmesi diye bir şey yok ama 13 yaşında Medine’ye gelen İbni Abbas’ın iki yıl içerisinde her şeyi öğrendiği varsayılmış. Ona mal edilen sözlerdir. Bunu İbni Abbas’ın söylemesi imkânsızdır. Böyle bir şey asla olamaz. Çünkü burada ders yapmıştık. Ebu Bekir (r.a) zamanında hadis sayısı toplam 50 kadardı. Mustafa KARATAŞ’ın yaptığı bir doktora tezi vardır. Sahabe ve tabiin döneminde hadis sayısı 1000’i bulmuyor. Ama sadece İbni Abbas’a 1600 hadis mal ediliyor. Aişe validemiz içinde çok sayıda hadisler mal ediliyor. İbni Abbas Resulullah’ın amcasının oğlu olduğu için çok saygın bir konumdadır. Kullananlar hep onu kullanıyorlar. Sonra dikkat ederseniz yalan söylemek zor olduğu için “zındıklar getirildi, Ali (r.a) yaktı” diyor. Kardeşim eğer Ali kendisine getirilen Maniheist ya da başka dinlere mensup insanlar esir olarak getirildiyse yapılacak iki şey vardır. Ya karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakacaksın. Bunun üçüncüsü yoktur. Ali (r.a) bunu asla yapamaz. Mümkün değil. İbni Abbas’da böyle bir şey olamayacağı için böyle bir şey yapamaz. Sonra söyletilen sözde “kim dininden dönerse öldürün.” Hıristiyan Müslüman olunca dinden dönmüş oluyor. Dikkat ediyorsanız hemen her derste bu mezheplerin Allah’ın kitaplarına açtıkları savaşın bir parçasını anlatmak zorunda kalıyoruz. Ama gene her derste söylüyorum. Lütfen elinizden gelen ne varsa… Maddi, manevi hiçbir şeyi esirgemeden bu iş için harcayın. Osmanlı’da o kadar uzun zamanlar içerisinde devletin dokunulmazlık tanıdığı tek kurum kimdi? İlim adamları… Ulema… Ulemanın mahkemeyi denetleme yetkisi vardı. Ulemanın devleti de denetleme yetkisi vardı. Her şeyi de denetleme yetkisi vardı. Onun için dokunulmazdı. Kimse onlara dokunamazdı. Sadece kaçmasından korkulan durumlarda bir suç işlerse… Bir Kadı’nın kaçmasından korkulan durumlarda tutuklama hakkı vardı. Kadı, Ulemayı yargılayamazdı. Ulemadan birisi suç işlemişse doğrudan Divan’a şikâyet edilirdi. Padişah’ın kararıyla hareket edilirdi. Makamları bu derece korunmuştur. Devlet Ulema’ya bu kadar yetki verdiği halde Ulema neden kendisini yenileyememiş? Gördünüz mü? Suç Osmanlı Devleti’nin miymiş yoksa bu geleneksel yapının mı? Siyasetteki adam bunları bilmez ki… Bu insanlar gelecekler Fatih Sultan Mehmet’e, Kanuni Sultan Süleyman’a, vs. dinimizin emri bu diyecekler. Değildir deme şansı yok. Çünkü o konunun uzmanı değil. Yani devlet o kadar yetki verdiği halde… Padişah’a bile dokunulmazlık tanımadığı halde bunlar kendilerini yenileyememişler. Yenileyememelerinin sebebi bu çarpık yapıdır. Bunun Osmanlı’da da bazı örnekleri vardır. Onları başka derslerimizde anlatmıştık. Şu anda giremeyiz. Vakit bitti. Elimizdeki imkânları kullanarak doğru dini bütün dünyaya anlatmamız lazım. Bu şekilde bu dine kimse inanmaz. Yani bu geleneksel yapıdaki dine… Az önce Yahya anlattı. Bir öğrenci hocasına soru soramayacak mı? Ama sordurmazlardı. Ben Arapça okurken hem bizim işyerine gidiyordum hem de bir iki saat Arapça okumaya gidiyordum. Hocaya bir iki kere bir şeyler sordum. Baktım ki hoca çok rahatsız oldu. Daha da sormadım. Soru sormadan bir şey öğrenilir mi? Bakın soru sormak kelleyi vermeyi gerektiriyor. Orada bir talebe yetişir mi? Şimdi bir ara verelim. Ondan sonra soru cevaba geçeriz.