Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdulillah, elhamdülillah, elhamdülillah. Nahmeduhu ve nestainuhu ve neuzu billahi min şururi enfusina ve min seyyiati amelina.
Bugün Allah nasip ederse önemli konulardan birisini anlamaya çalışacağız. Resulullah’ın (s.a.v) kendine ait olan sözleri, nebi vasfıyla söylemiş olduğu sözler vahiy ürünü müdür, yoksa kendi sözleri midir? Bugün İmam Şafii’den sonra Resulullah’a (s.a.v) ait olan sözlerin yani kendi kişisel sözlerinin birer vahiy olduğu kabul edilmiştir. Buna vahiy derken de ayetler çok ciddi anlamda çarpıtılmıştır. Daha sonra da İmam Şafii’nin kitabında Resulullah’a ait olan sözlere sünnet kelimesini kullanıyorlar. Sünnet Kuran’dan daha üstün bir konuma konmuştur. Kuran sünneti, sünnet Kuranı nesh edemez yani yürürlükten kaldıramaz diyor. Hemen aynı yerde bir tane hadisle üç tane ayeti yürürlükten kaldırıyor. Onu yaparak recm cezasını İslam’ın sanki bir emri gibi kabul ettiriyor. Aynı şeyi bütün mezhepler daha sonra kabul etmiştir. Yine kendi kitaplarında faizle ilgili ayetlerin hemen hepsini bir tek hadisle ortadan kaldırıyor. Öyle bir faiz tanımı ortaya koyuyor ki bugün dünyanın en rahat çalışacak faizli bankasını kurmaya imkân veriyor. Acaba bu mümkün mü?
Maide Suresinin 48 ve 49. Ayetlerini okuyacağız. Dikkatli dinleyin. Bunu anlamak için âlim olmaya gerek yoktur. Hani sık sık söylüyoruz ya, Kuranı Kerimi doğru anlamak için âlim olmak gerekmez ama anlamını saptırmak az bir ilimle olmaz. Çok ciddi bir ilim sahibi olmak lazım. “Ve enzelnâ ileykel kitâbe bil haggı” “bu kitabı sana bütün gerçekleri içerir şekilde indirdik”. “musaddigal limâ beyne yedeyhi” “kendinden öncekileri tasdik eden (onaylayan) bir kitap olarak”. Tevrat, İncil ve gelen diğer kitaplar Allah’ın kitabıdır, doğrudur diye tasdik eder. “ve muheyminen aleyhi” “ve onlardaki bilgileri koruyan”. Yani siz bugüne kadar indirilmiş kitaplardaki ana bilgileri araştırıyorsunuz, hepsi buradadır. Doğru Tevrat istiyorsanız buradadır. Doğru İncil istiyorsanız buradadır. Sana bu kitabı indirdik dedikten sonra “fahkum beynehum bimâ enzelallâhu” “Allah’ın indirdiği ile onların arasında hükmet”. Allah’ın indirdiği nedir? Kuran. Çünkü sana da bu kitabı indirdik dedi. Allah’ın indirdiğiyle hükmet ne demektir? Bu kitapla hükmet demektir. Anlamasında bir zorluk var mı? Gayet açık. “ve lâ tettebiğ ehvâehum” “onların arzularına uyma”. Resulullah’da ismet sıfatı vardır derler. Ne demektir? Korunur. Korunuyorsa… Yani asla yanlış yapmaz. Ufak tefek şeyler olabilir ama hele Allah’ın kitabıyla hiçbir şekilde yanlış yapmaz derler. Peki, öyleyse bu ayetin bir anlamı kalır mı? “Onların arzularına uyma” diyor. Eğer Resulullah’ın ağzından çıkan dinle ilgili sözler vahiyse bu kendi tercihi olabilir mi? Öyleyse onların arzularına uyma, demenin bir anlamı yok. O zaman ne diyecek? Ya rabbi sen öyle indirirsen öyle söylerim, böyle indirirsen böyle söylerim der. Buna ne gerek var, demek gibi bir şey ortaya çıkar. “ve lâ tettebiğ ehvâehum ammâ câeke minel hagg” “sana gelen bu gerçekten uzaklaşarak onların arzularına uyma”. Demek ki uzaklaşabilirmiş. “likullin cealnâ minkum şir’atev ve minhâcâ” “Her biriniz için, bütün nebiler için bir şeriat ve bir yol oluşturduk”. Yani arada küçük farklar var. Onu geçen haftaki derste anlatmıştık. “ve lev şâallâhu lecealekum ummetev vâhıdetev” “Eğer Allah’ın tercihi farklı olsaydı hepinizi tek bir nebinin ümmeti yapardı”. Bir tane kitap verirdi. “ve lakil liyebluvekum fî mâ âtâkum” “ama size verdiğiyle sizi imtihandan geçirmek için küçük farklılıklar ortaya koydu”. Mesela Yahudilerde ki kıblenin Kâbe’ye döndürülmesi gibidir. O geçen haftaki dersin konusuydu. “festebigul hayrat” “hayırlı işlerde yarışın”. “ilallâhi merciukum cemîan feyunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn” “hep birlikte dönüşünüz Allah’ın huzurudur. Aranızdaki anlaşmazlıkları yarın size tek tek bildirecektir”. (Maide 48) “Ve enıhkum beynehum bimâ enzelallâhu” Gene tekrarladı. “Ya Muhammed aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet”. Ne o? Yine kitaptır. “ve lâ tettebiğ ehvâehum” “onların arzularına uyma”. Yine aynı sorular, aynı cevap. Demek ki uyabiliyor ki uyma diyor. Emevi döneminde bir kader inancı Müslümanlara –affedersiniz- yutturulmuştur. Her şey ezelden var demişler. Bizim zaten uğraşmamızın anlamı yok ki Resulullah’ın uğraşmasının anlamı olsun. Senaryoyu yazanlar her şeyi batırmışlar. “vahzerhum” “onlara karşı çok dikkatli ol”. Kime karşı? Biraz sonra göreceğiz. Daha çok Yahudiler. Medine’de çok sayıda Yahudi var. Ama diğer insanlarda aynı şekildedir. Çünkü insanlar menfaatleri için zekâlarını kullanarak sizi çok rahat bir şekilde sağa sola kaydırabilirler. “ey yeftinûke” “seni fitneye sokarlar”. Fitne, altının bir potada eritilmesine deniyor. Eritildiği zaman o altının içerisinde yabancı madde varsa ortaya çıkar. Bunun Türkçe karşılığı olarak “seni yakarlar” diye tercüme etmek mümkündür. O potanın içinde olmayı kim ister? Kim o? Resulullah. Allah’ın koruduğu kişiyi yakabilirler mi? Allah sadece insanlardan korumuştur, başka şeyden değil. “ey yeftinûke am bağdı mâ enzelallâhu ileyk” “Allah’ın sana indirdiği herhangi bir şeyden uzaklaştırarak”. Az bir şeyde olsa yani… Küçük bir şey… Bir ayetten bile uzaklaştırarak seni yakabilirler. Dikkatli ol. “fein tevellev” “yüz çevirirlerse”. Onlar senden yüz çevirip giderlerse… “fağlem ennemâ yurîdullâhu ey yusîbehum bibağdı zunûbihim” “şunu bil ki Allah onların işledikleri bazı günahlardan dolayı onların başına bir musibet getirecektir”. “ve inne kesîram minen nâsi lefâsigûn” “insanların çoğu fasıktır (yoldan çıkar)”. (Maide 49) Yani aslında doğruları herkes bilir de doğruları herkes yapmaz. Mesela siz hiç yalanı savunan bir adam gördünüz mü? Yalan söylemek iyidir diyen gördünüz mü? Peki, yalan söylemeyen kaç kişi gördünüz? Bakarsınız ki baba oğluna veya kızına “sakın yalan söyleme ha, ben hayatımda hiç yalan söylemedim” der. İşte o yalandır. İnsanlar menfaatleri ile doğrular arasındaki tercih ile imtihan edilirler. Doğruları herkes bilir de doğrular pahalıdır. Onun için herkes yapmak istemez. Çünkü doğrulara ulaşabilmek için çok dürüst gitmek lazım. Epeyce sabırlı olmak lazım. İnsanlarda sabırsız olduğundan hemen o arada kıvırırlar ve günaha girerler. Burada, bunlar seni yakar dedi. Kim onlar? Allahu Teala, Bakara Suresinin baş tarafında Yahudilere “Yâ benî isrâîlezkurû niğmetiyelletî en’amtu aleykum ve evfû biahdî ûfi biahdikum ve iyyâye ferhebûn” “Size verdiğim nimeti hatırlayın”. Aklınıza getirin. Bakın, ne nimetler verdim size? “Size benim verdiğim görevi yerine getirin de bende size verdiğim sözü yerine getireyim. Yalnız benden korkun”. (Bakara 40) Peki, yüklediği görev ne? “Ve âminû bimâ enzeltu musaddigal limâ meakum” “Yanınızdakini tasdik eden şu Kuran’a inanın”. “ve lâ tekûnû evvele kâfirim bih” “bu kitabı ilk inkâr eden siz olmayın”. “ve lâ teşterû biâyâtî semenen galîlâ” “ayetlerimiz karşısında küçük bir menfaat almayın”. Yani bizim işimiz gücümüz bozulmasın, keyfimiz kaçmasın diye ayetleri inkâr etmeyin. “ve iyyâye fettegûn” “yalnız benden çekinin”. (Bakara 41) “Ve lâ telbisul hagga bil bâtıli” “hakkı batılla örtmeyin, karıştırmayın”. Hakka batıl elbisesi giydirmeyin. “ve tektumul hagga ve entum tağlemûn” “bile bile hakkı gizlemeyin”. (Bakara 42) Aynı Yahudilerle ilgili Bakara Suresinin 75. ayetinde “Efetatmeûne ey yué’minû lekum ve gad kâne ferîgum minhum yesmeûne kelâmallâhi” Musa’ya (a.s) neler çektirdiklerini yazdıktan sonra, o kadar mucizelerden sonra… “siz bu Yahudilerin size inanmasını mı bekliyorsunuz? Bunlardan bir grup Allah’ın kelamını dinliyor”. “summe yuharrifûnehû mim bağdi mâ agalûhu” “anladıktan sonra anlamını kaydırıyorlar”. Başka tarafa çekiyorlar. Yani orada laf cambazlığı yapıyorlar. “ve hum yağlemûn” “bunu bile bile yapıyorlar”. (Bakara 75) “Ve izâ legullezîne âmenû gâlû âmennâ” Medine’de bu Yahudiler, Resulullah hayattayken müminlerle karşılaştıkları zaman amenna, işte bizim beklediğimiz kitap bu, beklediğimiz nebi bu, biz inandık diyorlar. Gerçekten tamam, işte biz bunu bekliyorduk diyorlar. “ve izâ halâ bağduhum ilâ bağdın” “birbirleriyle de baş başa kalınca da”. “gâlû etuhaddisû nehum bimâ fetehallâhu aleykum liyuhâccûkum bihî ınde rabbikum” “siz aptal mısınız? Allah’ın açtığını, bunu niye onlara söylüyorsunuz?” diyorlar. Tamam, bunlara indirilen doğru, güzel ama bu adamlara niye söylüyorsunuz? Allah’ın huzurunda size karşı şahitlik ederler. Ne olur? Sanki Allah bilmiyor da… “efelâ tağgılûn” “hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara 76) Bu adamlara doğru yolda olduklarını söylemeyin diyorlar. “E ve lâ yağlemûne ennallâhe yağlemu mâ yusirrûne ve ma yuğlinûn” “Bunlar bilmiyorlar mı, Allah onların gizlediğini de açığa vurduğunu da bilir”. (Bakara 77) “Ve minhum ummiyyûne” “bu Yahudilerin içerisinde ümmiler var”. Yani “lâ yağlemûnel kitâbe” “kitabı bilmiyor”. Tevrat’ı da bilmiyor. Tevrat ile Kuran arasında karşılaştırma da yapamıyor. “ve in hum illâ yezunnûn” “bunlar sadece tahmin yürütüyorlar”. (Bakara 78) Bizim Haham söylüyorsa doğrudur diye düşünüyorlar. Bizim Hoca doğrudur şeklinde var ya… Ama “Feveylul lillezîne yektubûnel kitâbe bieydîhim.” (Bakara 79) Size şimdi bir soru sorayım. Medine döneminde münafık Yahudiler vardı diye herhangi bir kitapta okuduğunuz bir şey var mı? Ben okumadım. Harun Hocam sen okudun mu?
Harun ÜNAL: Hayır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bakın, Kuranı Kerim’de Yahudi münafıklar var. Bunlar Yahudilerin âlimleridir. Bunlar Yahudi bilginleridir. Bunlar sadece konuşmuyorlar. Yazıyorlar. “Feveylul lillezîne yektubûnel kitâbe bieydîhim.” “Elleriyle bir kitap yazıyorlar”. Yani kitap dediğimiz yazı… Araplar bir, iki cümlelik yazıya da kitap derler. Mektuba da kitap derler. Böyle koskoca kitaplara da kitap derler. Elleriyle kitap yazıyorlar. “summe yegûlûne hâzâ min ındillâhi” “işte bu Allah’ın sözü” diyorlar. Bunlar Resulullah’a inandıklarını söylediklerine göre “hâzâ min ındillâhi” derken bu işte Muhammed’e söylediği demezler mi? Çünkü mümin olduklarını söylüyorlar. Nereden bileceksin? Bakıyorsun adam koskoca Yahudi alimi… Gelip tamam, Tevrat’ta ki kitap bu inandık amenna diyorlar. Kendi aralarındaki konuşmalarını sen nereden bileceksin? Resulullah da bilmez. Kim bilir bizim saygı duyduğumuz nice insanlar bunlardandır. Bilemeyiz ki ancak ahirette ortaya çıkar. “liyeşterû bihî semenen galîlâ” “bunun karşısında az bir şey satın almak için”. Yani bir menfaat… Kendi keyifleri kaçmasın diye böyle yapıyorlar. Müslüman gözüküyorlar, bu Allah katındandır diye kitap yazıyorlar. Bir oyun peşindeler. “feveylul lehum mimmâ ketebet eydîhim” “Elleriyle yazdıkları o şeyden dolayı yazıklar olsun”. Demek ki yazmışlar. Ama bu konuda hiç bilgi var mı kitaplarda? Hiç, kesinlikle yok. Hiç yok. Yazmışlar. “ve veylul lehum mimmâ yeksibûn” “kazandıklarından dolayı yazıklar olsun”. (Bakara 79) Demek ki bunu yapmalarına karşılık onları besleyen bir grupta var. Şimdi bunu yaz, al parayı, al itibarı, al makamı, mevkiyi… Yatırım yapıyorlar. Peki, şimdi bu ayetler var. Bir de şu var. Bunu biraz daha açıklayan ayetler var. Kuranı Kerim bütün ayrıntıları verir ya… Ali İmran Suresinin 77. ayetinde “İnnellezîne yeşterûne biahdillâhi ve eymânihim semenen galîlen” “Allah’a verdikleri taahhüt var ve yeminler var”. Yani o yeni elçi geldiğinde kesinlikle inanacaklarını söylüyorlar. Ona yardımcı olacaklarını söylüyorlar. Ama bu resulü görüyorlar. Bakıyorlar bizden değil, hemen karşı çıkıyorlar. “Onlar yeminlerini ve Allah’a taahhütlerini küçük bir bedelle satanlar”. Niye küçük bedel? Dünyanın tamamı da olsa küçüktür. Öldüğün zaman seninle beraber olmayacak ki… Ne olacak? “ulâike lâ halâga lehum fil âhırati” “bunların ahirette alacakları bir şey yoktur”. “ve lâ yukellimuhumullâhu” “Allah onlarla konuşmayacak” “ve lâ yenzuru ileyhim” “yüzlerine bakmayacak”. “yevmel gıyâmeti ve lâ yuzekkîhim” “onları tezkiye etmeyecek”. “ve lehum azâbun elîm” “acıklı bir azap onlarındır”. (Ali İmran 77) Ne yapıyor bu adamlar? Medine’de ki bu Yahudiler ne yapıyor? Az öncekinin aynısı… “Ve inne minhum leferîgay” “onlardan bir grup var”. Hepsi değil tabi… Yahudi bilginleri bunlar… Bilgin olduğunu öbür ayet söyledi. Ne yapıyorlar? “yelvûne elsinetehum bil kitâbi” “dillerini kitaplar şey yapıyor”. (Ali İmran 78) Ayet okuyor. Talak Suresinin koskoca Talak ile ilgisini tamamen kesmişler. Bütün mezhepler erkeğin karısını boşamasını saçma sapan bir hale getirmişler. Tutmuşlar Surenin 4. Ayetinde boşanan kadının bekleme süresiyle ilgili bir kelimeyi çekmişler. “vellâî lem yahıdn” (Talak 4) ifadesini çekmişler. “henüz adet görmeyen kadın” (Talak 4) diye yanlış mana vermişler, küçük çocukların evlendirilmesine delil almışlar. Kuranı Kerim’de o kadar çok ayet var ki reşit olmayan birisinin, kadın olsun, evlendirilemeyeceğine dair o kadar çok delil vardır. Bir tanesini görmemişler. Onu alıp şimdi sen Kuranda uzman değilsin ya ayet okuyor zannediyorsun. Ayeti okuyup Allah böyle diyor diye söylüyorlar. Bu Kuranda var ama o manada mı? Üstünü altını okumuyor ki… “litahsebûhu minel kitâbi” “sen onu kitaptan zannedersin”. “ve mâ huve minel kitâb” “ama kitaptan değil”. Ama kitabın hükmü değil ki o. Bir tane kelimeyi çekmiş, yanlış anlamda kullanıyor. Kimin sözünden bir iki kelime çekseniz ona istediğinizi söyletemez misiniz? Her şey olur. “ve mâ huve minel kitâb” “ama kitaptan değil”. “ve yegûlûne huve min ındillâhi” “Allah katından değildir”. “ve yegûlûne alallâhil kezibe ve hum yağlemûn” “bunlar Allah’a karşı bile bile yalan uydururlar”. (Ali İmran 78) Bunlar yine ehli kitaptan olanlardır. Yahudi ve Hıristiyanlardır. Ondan sonra diyor ki “Mâ kâne libeşerin” “hiçbir insanın hakkı yok”. “ey yué’tiyehullâhul kitâbe” “Allah ona kitap versin”. Resulullah’a kitap verdi. Zaten ondan bahsediyor. “vel hukme” “hikmet versin.” “ven nubuvvete” “nebilik versin”. “summe yegûle linnâsi” “sonra insanlara kalkıp desin ki”. “kûnû ıbâdel lî min dûnillâhi” “Allah’tan önce bana da kul olun”. Yani benim dediğimde Allah’ın dediği gibidir. Tabi öyle olması için ayrıca bir vahiy olacak. Mecburen… Çünkü herkese Allah’tandır diyecekler. Mesela Hz İsa’ya Allah’ın oğlu demeseler kim onu tanrı kabul eder ki? “ve lâkin kûnû rabbâniyyîne” “rabden yana olun der”. Allah’tan yana olun der. “bimâ kuntum tuallimûnel kitâbe” “bu kitabı öğreniyorsunuz.” “ve bimâ kuntum tedrusûn” “ve kafanıza yerleştirdiğiniz için böyle yapın der.” (Ali İmran 79)
Şimdi burada Harun ÜNAL Hoca var. Hadis konusunda uzmandır. Allah razı olsun. Bu akşam kalkıp buraya geldi. Bize hadis konusunu anlatacak. Şimdi isterseniz şöyle başlayalım. Resulullah (s.a.v) bildiğim kadarıyla Medine’de kendi sözlerinin yazılmasını yasakladı. Ortam böyleyse, Yahudiler yazıyorsa, sağa sola çekiyorsa, Resulullah kendi sözünün yazılmasına müsaade edebilir mi?
Harun ÜNAL: Asla. Öyle bir görevi de yok, haddi de yok. İsterseniz olaya Mehmet Akif’in bir şiiriyle gireyim.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Çok güzel olur Hocam.
Harun ÜNAL: Mehmet Akif, “Kitabı, sünneti, icmayı kaldırıp attık; Havası maskara yaptık, avamı aldattık; Yıkıp şeriatı bambaşka bir bina kurduk; Nebiye atf ile binlerce herze uydurduk; O hali buldu ki cür’et: Yecüzu fi’t-tergib; Karar-ı erzeli fetva kesildi! Hem ne garib;” diyor. Rezil bir karar başımıza fetva kesildi diyor. Dolayısıyla bunlarla şuda olur, buda olur diye kendilerinden bir takım şeyler uydurdular. Devam ediyor. “Hadisi vaz’ ediyorken sevab uman bile var!” Hadis uydururken sevap bile bekleyen var diyor. “Sevabı var mı imiş, bir zaman gelir, anlar! Cihanı titretiyorken nida-yı Men kezebe.” Cihanı titretiyorken kim Resulullah adına yalan söylerse diyor. Buna biraz sonra değineceğim. “İşitmiyor mu, nedir, bir bakın şu bi-edebe.” Şu edepsize bir bakın diyor. “Lisan-ı pak-i Nebi’den yalanlar uyduruyor.” Resulullah’ın o tertemiz dilinden Resulullah söyledi diye hadis adı altında uyduruyor. “Sıkılmadan da sevap işledim deyip duruyor. Düşünmedin mi girerken şeriatin kanına? Cinayetin kalacak zanneder misin yanına? Sevab ümid ediyor ha! Deyin ki namerde: Sevabı sen göreceksin huzur-i mahşerde!” Çok nefis bir şey yapıyor. Bu arada Pakistan milli şairi Muhammed İkbal’de şöyle diyor. “Tasavvufçulara selam olsun, bize dini getirdiler. Fakihlere selam olsun, bize dini getirdiler. Kelamcılara selam olsun, bize dini getirdiler. Fakat öyle bir din getirdiler ki, Peygamberde şaşırdı, meleklerde şaşırdı.” Haşa Allah şaşırmaz. Yani işin vehametini, işin ne kadar acı bir noktaya geldiğini, getirildiğini…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaten Allah demiyor mu? “etuallimûnallâhe bidînikum.” “Dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz?” (Hucurat 16) Allah’a din öğretiyorlar. Öyle yani. Bugün mezheplerin hangisini ele alırsan al, yanlış istemediğin kadar doğruda nadiren var.
Harun ÜNAL: Dolayısıyla buradan bazı örnekler sunmaya çalışacağım. Vatandaşın birisi 28.10.2016’da… Sabah Gazetesinde devamlı çıkıp konuşan bir vatandaş var. İsmini vermeyeyim. Hadislerin Kurana Sunulması Hikayesi diyor. Hadislerin Kuran’a sunulması bir hikayeymiş. Buna önem verilmemeli, bunlara dikkat edilmemesi gerekir diyor. Ve İmamı 26:55 sn. anlaşılmıyor. şöyle bir bilgi aktarıyor. “Hadislerin Kurana arz edilmesi rivayeti doğru olsaydı eğer şöyle olurdu; Hadis ya Allah’tan gelen sırf katıksız bir vahiydir veyahut kitap ve sünnetin vahye dayanan Hz Peygamberin içtihadıdır.” Dikkat edin. Resulullah Kuran üzerinde olmadığı halde kendisi içtihad edecek. “Bu hallerde Allah’ın kitabına zaten zıt olmaz. Sadece bu kadarını aktarayım. Bu insan böyle demesine rağmen… İbni Mace’den bir örnek aldım. Kitabul Cihad’da 11. Babda 2780 numaralı hadis. Az önce ismini verdiğim zatın babası İbni Maceyi tercüme etti. Benim kütüphanemde bulunan nüshada bakın ne diyor? Hadisi veriyor. İbni Mace kazvinlidir. Kazvinli olduğu için, nasıl İstanbul ile ilgili, Romayla ilgili, bazı beldelerle ilgili bu anlamda rivayetler varsa… Resulullah’ın ağzından… Enes bin Malik rivayet etmiş. Resulullah şöyle buyurmuş. “Setufte aleyhumul afak ve setufte aleykum Medine, yukalu leha Kazvin”. Oraya kazvin denir diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hocam Arapçanın diğer kısımlarını birçok kimse anlamadı.
Harun ÜNAL: Yani yakında birçok yerler feth edilecek diyor. Ama öyle bir şehir feth edilecek ki onun adı Kazvin’dir diyor. Ve 29:01 29:02 sn. arası anlaşılmıyor. “kim orada kalır devam eder veya oraya bağlılık gösterirse “erbaine yevmen ev erbaine leyleten.” “Kırk gün veya kırk gece orada kalırsa.” Nöbet tutarsa… 29:18 29:21 sn. arası anlaşılmıyor. “Cennette onun için tamamen altından bir direk vardır.” “Zebercedul hadra” “Yeşil zebercetten.” Diye devam ediyor. Kızıl yakuttan diyor. Ve yetmiş tane çift kapısı vardır. Kapılar altındandır diyor. Her bir kapıda hurilerden bir tane eş vardır diyor. Ve bu şekilde bitiriyor. Burayla ilgili İmamı Busiri diyor ki, “haza isnadun daifun muselselun biduafa”. “Baştan sona zayıflar zincirinden oluşan bir rivayettir”.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hocam bir de şey yapalım. Resulullah zamanında bu hadis yazılma konusu nasıl oldu?
Harun ÜNAL: Ona hemen değineceğim Hocam. Dolayısıyla İbnul Cevzi diyor ki, bunu anlattıktan sonra şunu söylüyor. İbni Mace için şöyle diyor. “Sen ilim adamı bir kişisin. Hayret edilir, şaşılır sana. Sen nasıl olurda bu kitabına bunu alırsın da fakat bunun yalan olduğunu söylemezsin. Sen hiç mi Allah’tan korkmadın? Resulullah’ın ‘men rave anni hadisen ennehu kezibun fehuve ehadul kezzabın.’ ‘kim benim adıma hadis rivayet ederse, yalan olarak aktarırsa oda yalancılardan biridir.’” Altta devam ediyor. Sırf milliyetçilik ve ırkçılık adıyla böyle bir şey yapmıştır diyor.
Şimdi gelelim, Hocamın da az önce buyurduğu gibi… Bir defa Resulullah (s.a.v) Efendimiz herhangi bir şekilde bir ayet geldiği zaman, birkaç ayet geldiği zaman, sure geldiği zaman onu vahiy kâtiplerine bu filan, filan yerlere yazılacak diye onlara yazdırırdı. Şayet ayetleri yazdırdığı gibi hadislerde vahiy olmuş olsaydı ki öyle diyorlar. O zaman kırk tane vahiy kâtibinin en az on tanesini de ayırıp sizde hadisleri yazın derdi.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yok öyle değil hocam. On tanesi ayet yazarsa elli tanede hadis yazmaları lazım. Çünkü hadis daha çok…
Harun ÜNAL: Onun için Resulullah (s.a.v) uyarıyor. “la tektubu anni şeyen ğayral kuran.” “Kuran dışında benden kimse herhangi bir şey yazmasın.” Eğer yazan varsa 32.04 sn. anlaşılmıyor. “Onu silsin”. Onu imha etsin diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaten bu kadar ayet olduğu halde bakıyor ki, işte Kuranı Kerim diyor. Yahudilerden sen kimliğini bilmediğin adamlar yazıyorlar ve Allah’tandır diyorlar. Öyle bir ortamda Resulullah hiç müsaade edebilir mi?
Harun ÜNAL: Asla izin vermiyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Veremez de zaten.
Harun ÜNAL: Bir iki kişiye izafe edilen şeyler vardır. Onları da araştırdım. Onlar da genelde duadır. Yani ahkama müteallik bir rivayeti yazdıkları söz konusu değildir. Çok enteresan bir örnek vereyim. Ahmedi bin Hanbel aktarıyor. 32:42 32:45 sn. arası anlaşılmıyor. “Yedi yüz bin tane hadis ezberlemiş. Bunun yüz kırk bin tane ayrıca tefsir alanında yazmış”. Toplam sekiz yüz kırk bin hadis oluyor. Resulullah Mekke ve Medine toplam yirmi üç sene kaldı diyor. Bir gün yirmi dört saat ise 14 saatini abdestiydi, yemesiydi, içmesiydi diye çıkarın. Geriye on saat kalır. Bunu yıllara böldüğümüz zaman şu kadar saat eder. Günlük Resulullah 105 tane hadis imal ediyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Onlarda yazıyor. Resulullah döneminde herhangi bir hadis yazdırılmadı. Bunu kesin olarak yasaklamış. Peki, Ebu Bekir (r.a) zamanında?
Harun ÜNAL: Ebu Bekir’in (r.a) beş yüz kadar hadis yazdığı kaynaklarda rivayet edilir. Resulullah’ın vefatını müteakip Hz Ebu Bekir sıddık o beş yüz tane hadisi Hz Aişe annemize verir. Bunu sakla bir tarafa der. Ama o gün sabaha kadar uyuyamaz. Rahatsız olur. Eski dinlerde olduğu gibi Resullerini ve Nebilerini Allah’ın önüne geçirerek, onlara indirilen kitapları hiçe sayarak, onların sözleriymiş gibi halka sunulan şeyler aynı duruma bu beş yüz tane hadisle gelir, Kurana karşı bir tavır koyanlar olur. Ve Kuran tamamen unutturulur.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaten okuduğumuz bu ayetleri oda biliyor. Mecburen öyle bir endişe taşıyacak.
Harun ÜNAL: Sabahleyin kalkar kalkmaz kızım sabahleyin sana verdiklerimi getir diyor. Ve tamamını yakıyor. İmha ediyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 500 tane bakın. 840 bin tane değil. Ömer (r.a) zamanında?
Harun ÜNAL: Hz Ebu Bekir’in yaklaşık 50 kadar hadis rivayet ettiğini söyleyenler var. Biraz daha altında, biraz daha üstündedir. Hz Ömer’in (r.a) de yaklaşık o kadar rivayet ettiği söylenir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: En uzun süre Resulullah’ın yanında yaşayan Ebu Bekir 50 tane diyorsunuz. Bir yerde konuşurken ya Resulullah bir gün şöyle yapmıştı dediği hadis oluyor. Bir insan olarak ister istemez anlatacaktır. Nasıl anlatmaz? Ama bakın ne kadar kendisini tuttuğunu anlayın. Mekke’de, Medine’de son ana kadar birlikte yaşadığı en yakın arkadaşı ancak 50 kadar bir rivayette bulunabiliyor. O da rivayette bulunmak için değil. Bir gün Resulullah ile falan yerdeydik, şöyle oldu deyince hemen yazıyorlar.
Harun ÜNAL: Dolayısıyla Hz Ebu Bekir’in vefatı üzerine Hz Ömer’in hilafete geçmesiyle Hz Ömer özellikle bir genelge yayınlıyor. Resulullah’ın vefatından sonra Medine dışına çıkmış olan sahabeyi topluyor. Medine’ye gelin diyor. Hepsini Medine’ye çağırıyor. Bundan böyle hadisten söz etmeyeceksiniz diyor. Ey Ömer sen hadisleri yasakladın mı, rivayeti yasakladın mı dediklerinde, hayır sadece hadisten söz etmeyeceksiniz diyor. Hatta Hz Ömer Irak’a gönderdiği bir heyet ile beraber Medine dışına kadar onlarla yol boyunca arkadaşlık ediyor. Belli bir yere kadar onları törenle uğurluyor. Onlara şöyle soruyor. Benim sizinle beraber yola neden çıktığımı, sizi neden uğurladığımı biliyor musunuz diyor. Onlarda bir takım cevaplar veriyorlar. Bizi hayırlı bir işe gönderdiğin için falan diye cevaplar veriyorlar. Evet bunun için diyor. Ama en önemli olan, siz öyle bir yere gidiyorsunuz ki Irak’a gidiyorsunuz. Irak halkı arılar gibi Kuranı okur, durur. Vızırdayıp dururlar. Sakın onların okumasını engelleyip de hadise yöneltmeyin diyor. Çünkü hadise yönelirlerse, bu anlamdaki rivayetlere yönelirlerse ihtilafın çıkacağını, birçok problemlerin olacağını söyleyerek uyarıda bulunuyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaten ırak tarafında, İran tarafında çok sayıda Yahudi var. Babil sürgününden dolayı… Bu ayetlerden dolayı da biliyor ki böyle bir kapı açılırsa bu Yahudilere gün doğar.
Harun ÜNAL: Aynen. Dolayısıyla Ebu Hureyre’yi de aynı şekilde, Ebu Hureyre’yi de hadis rivayetinden men ediyor. Ebu Hureyre Resulullah’ın (a.s) vefatından üç yıl önce Hayber’e geliyor. Çünkü Resulullah önce Hayber’e dönüyor. Hayber fethinden sonra… Onlarda haberi alınca Hayber’e geliyorlar. Fakat Ebu Hureyre sefalet içerisinde geçinen sıkıntı ve problemleri olan bir kişiliğe sahip bir insan… Resulullah Hayber’den Medine’ye gelince oda beraber Medine’ye geliyor. Ve mescidin yanındaki suffe denilen yerde ikamet ediyor. Orada kalıyor. Ama işin bu yönünü maalesef bizim hocalarımız, bizim kaynaklarımız ne yazık ki aktarmak istemiyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ne kadar süre kalıyor orada?
Harun ÜNAL: 19 ay.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani bir buçuk yıldan biraz fazla. Resulullah hayattayken o kadar kalıyor. Peki rivayet ettiği hadis sayısı kaç?
Harun ÜNAL: 5 bin küsür hadis rivayet ediyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ömrünü Resulullah ile geçiren Ebu Bekir 50 tane hadis rivayet ediyor. 19 ay Resulullah ile kalan 5 bin küsür tane hadis rivayet ediyor.
Harun ÜNAL: Hz Aişe annemizin rivayet ettiği hadis 2 bin küsürdür. Ki o özellikle kadınlar ile ilgili…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama burada şuda var Hocam. Sahabe döneminde hadisler 500’ü geçmiyor. Tabiin döneminde de geçmiyor. En fazla tekrarlarla beraber bini buluyor. O zaman bu Ebu Hureyre, Aişe validemiz öldükten sonra unuttuk şunları gidip tekrar yazdıralım diye dünyaya yeniden gelmişler değil mi? Reenkarnasyon mu var ne?
Harun ÜNAL: En çok zaten Kabül Ahbar’dan… Ona talebelik etmiş.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kabül Ahbar kim?
Harun ÜNAL: Kabül Ahbar’ın İsrailiyattan aktardıklarını Ebu Hureyre genelde kale Resulullah diye bir ibare ekliyor. Ve birkaç tane isim eklemek suretiyle… Bir de Arap atasözleri vardır. Resulullah da yeri geldiğinde o atasözlerini kullanmıştır. Sanki o atasözleri önceden hiç kullanılmıyormuş gibi kale resulullah diyerek onu yazmışlardır. Mesela tatlı gel deriz. Sık geleme anlamında… Bir gün Ebu Hureyre Medine’ye akrabalarının yanına gidiyor. Oraya akrabaları da yanında gelmiş. Resulullah, ey Ebu Hureyre nereden geliyorsun diye sordukları zaman söylüyor. Resulullah da tatlı git gel diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Fazla gitme diyor.
Harun ÜNAL: Hemen bunu hadis olarak aktarıyor. Buna benzer çok rivayetler var. Ebu Hureyre o kadar sahabeyi rahatsız ediyor ki, kimine ben açım beni doyurun diyor. Kimisinden şunu istiyor, kimisinden bunu istiyor. Gidiyor kapılarının önünde yatıyor. Beni doyurmadan gitmem diyor. En çok memnun olduğu kişi Caferi Sadıktır. O pek dışlamıyor. İkramda bulunuyor, yardım ediyor. Ondan sitayişle (övgüyle) bahseder. Ama Resulullah’ın yanında 19 ay kalmıştır. Sahabenin sürekli Resulullah’a şikayet etmeleri üzerine, Resulullah’ın Bahreyn’e vali olarak gönderdiği kişiyle birlikte bunu da yanına al götür diyor. Hatta ne yapacağım ya Resulullah diyor. Sana müezzinlik yapsın diyor. Orada müezzinlik yapıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hocam vakit daraldı. Biraz da Şia’yı dinleyelim mi? Şimdi bakın. En azından bunlar Resulullah şöyle dedi falan diyorlar. Şiilerin Resulullah dedi demelerine gerek yok. Çünkü onların imamları öyle bir makamdadır ki… Geçen hafta anlatmaya çalışmıştım. Humeyni, “Allah katında imamların öyle bir makamları var ki oraya ne bir nebiyi Mürsel ne de meleki mukarreb ulaşabilir.” Yani Cebrail’de (a.s), Muhammed’de (a.s) ulaşamaz diyor. O zaman bunların imamlarının Resulullah böyle dedi demeye ihtiyaçları olur mu? Şimdi Aydın’ı dinleyelim bakalım.
Aydın MÜLAYİM: Şia hadisleri vahiyleştirmeden önce şahısları ilahlaştırıyor. Yani ehli beyt imamlarını sıradan insan olmaktan çıkarıyor. Diğer kendi bilginlerine de, ulemasına da özel bir makam vererek… Mesela Ayetullah makamı… Ayetullah nedir? Allah’ın ayeti demektir. Herkes Allah’ın ayetidir ancak bunlar bunu farklı anlamda kullanıyorlar. Yani yeryüzünde Allah’ın ayetlerini temsil eden şahıs diye kullanıyorlar. Yani ayetleri yorumlama, açıklama, tefsir etme yetkisi bunlara aittir. Yani yeryüzünde Allah’ın yürüyen ayetleridir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani yürüyen Kurandır.
Aydın MÜLAYİM: Bu usulle Kuranı bir anlamda saf dışı bırakmışlardır. Bir kere böyle yapmışlardır. Bundan sonra onları taklit etmek, onlara uymak kayıtsız, şartsız farzdır, vaciptir. Onlara uyulacak. Aslında bu imamlar bizimde imamlarımızdır ama ehli Şia, ehli beyt imamlarını insan olmaktan çıkardıklarını görmekteyiz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bizim imamımız derken, Caferi Sadık gerçekten çok değerli bir insandır. Mesela İsa’da (a.s) son derece değerlidir ama Hıristiyanlar ne hale getirmişlerdir. Yani burada Caferi Sadık’ın kendisine ait olan bir yanlışı değil. Önemli olan arkadan gelenler onu ne hale getirmişler. Mesele o…
Aydın MÜLAYİM: Tabi Hz İsa suçlu değil ki. Onu ilahlaştıranlar suçlu anlamındadır. Böyle sahih kaynaklardan birkaç tane örneğini vereyim. Nasıl ilahlaştırıyorlar. Mesela usulü Kafi Küleyni’de ehli sünnetin Buhari’si gibi bir zattır. “Bunu herkes bilmelidir ki Ali vefat etmeden Ali ve Fatma’dan doğan şahıslar insanlar gibi olamaz.” Sıradan insanlar gibi değildir diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani Ali ve Fatma’nın soyundan gelen insanlar diğer insanlar gibi olamaz diyorlar ama o Hasan’ın soyundan gelen değil, Hüseyin’in soyundan gelenlerdir. Niye? Çünkü Hüseyin’in karısı Şah’ın karısıdır da, Şah’ın soyundan gelen dense kimse inanmaz. Mecburen Hüseyin diyecekler. Yoksa onların ne Hasan ne de Hüseyin umurundadır. Ne Ali ne Fatma umurlarında değildir. Ama önemli olan Şehruba’dır. Niye? Kendi padişahlarının kızıdır. Ama onu derlerse olmaz ki…
Aydın MÜLAYİM: Onların buyrukları Allah’ın buyruklarıdır. Yasakları Allah’ın yasaklarıdır. Onlara itaat, Allah’a itaattir. Onlara isyan, Allah’a isyandır. İmam Caferi Sadık’a bir söz daha isnat edilir. Bu daha vahimdir. “Şüphesiz ki dünya ve ahiret imamındır. Dilediği yeri bırakır ve istediği kişiye de verir.” Artık İmam Cafer istediği yeri veriyorsa cenneti, ahireti, dünyada Allah’a artık ne hacet… Şunu da bir kenara koyalım. İmamlarını bütün nebilerden, son nebimiz Muhammed (s.a.v) dışında bütün nebilerden üstün tutarlar. Yani üstün görürler.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Muhammed’i (a.s) de mecburen… Yoksa ona saygı duyduklarından değildir.
Aydın MÜLAYİM: Yunus Suresi 101. Ayeti buna delil getiriyorlar. Bakın yunus Suresi 101. Ayeti nasıl tahrif ediyorlar. “ve mâ tuğnil âyâtu ven nuzuru an gavmil lâ yué’minûn” “ayetler ve uyarılar görmezlikten gelen bir kavme fayda vermez.” (Yunus 101) Bu ayeti okuyup imamların nebilerden daha önde olduklarını şöyle ispat ediyorlar. Çünkü imamlarda böyle bir şey vardır. Ayetlerde olan kelimelerin çoğu imamlara nispet edilir. İmamlar kastedilir diyorlar. Mesela “rasihun, sadikun, ayatun” gibi. Hatta ayet kelimesinin kendisi bile… Onunla kendi imamlarının kastedildiğini söylerler. Burada imamlar kastediliyor derler. Burada ayet kelimesi geçiyor. “ayetler ve uyarılar görmezlikten gelen bir kavme fayda vermez.” Önce ayetler geldiği için… Burada ayetler ve uyarılar kelimesi var. “ayat ve nuzur.” Buradaki ayet imamlardır, nuzur nebilerdir diyorlar. Kuranı Kerimde ayetler önce geldiği için imamlar nebilerden öncedir diyorlar. Bunu delil olarak alıyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tahrifi görüyor musunuz? Tahrif, anlam kaydırması demektir.
Aydın MÜLAYİM: İmam Cafer bunlarla ilgili çok güzel bir şey söylüyor. İbret verici… Günümüzde de var bunlar… Gençleri iki kısım… İki grup var ki gerçekten kendi usullarını alet ediyorlar. Gençlerinizi haddi aşanlardan uzak tutun. Bunlardan birisi şuanda IŞID’i kuran ehli sünnetin tekfirci grubudur, diğeri de İran’da ki bu ğulat kısmıdır. Yani haddi aşanlardır. İmam Cafer bunlarla ilgili şöyle diyor. “Gençlerinizi haddi aşanlardan uzak tutun ki onları yoldan çıkarmasınlar. Çünkü haddi aşanlar Allah’ın en kötü yarattıklarıdır. Onlar Allah’ın azametini küçültür. Ve Allah’ın kullarına rablık isnat ederler. Allah’a yemin olsun ki haddi aşanlar yani ğulat kısım Yahudilerden, Nasara’dan, Mecusilerden ve müşriklerden daha kötüdür. Bende onlardan beriyim” diyor. Günümüzde gerçekten ehli beyt imamlarını ilahlaştıranlarla ilgili çok ibretlik bir şey söylüyor. Hadis Usulüyle de ilgili az önce Hocamız söyledi.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir de Yahudiler ne yapıyorlar ona bakalım.
Harun ÜNAL: Ben kısa bir şey söyleyeyim. Burada Velid bin Abdülmelik’den söz ediliyor. O kadar ibadete düşkünmüş, camiden çıkamazmış. Adına hamametül mescid yani cami güvercini demişler. Ne zaman ki göreve gelince içki içmeye başlıyor. Said bin Cübeyir kendisine “bize gelen bilgilere göre sen şarap içiyormuşsun” diyor. O da “aynı zamanda kanda içerim” diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani milleti öldürürüm diyor.
Harun ÜNAL: Böyle bir zihniyet… Ki Emeviler Dönemidir. Bu zihniyetle hareket edenlerin ne kadar hadis imal ettiklerini siz düşünün.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ne var ki, tabi… Ayetleri çok net bir şekilde gördük. Bu Yahudiler Tevrat’ı büsbütün terk ettiler. Onu inşallah önümüzdeki haftalarda daha ayrıntılı bir şekilde göreceğiz. Neye uyuyorlar?
Vedat YILMAZ: Yahudilere göre tek otorite vardır. Temel bir otorite… Ona da Tevrat derler. Tevrat dışında başka hiçbir şeye uyulmaz. Ama sorun şu ki, Tevrat tam olarak nedir? Onlar Tevrat’ı ikiye bölüyorlar. Bunun birinci bölümü Tora Şebihtav denilen yazılmış olan Tevrat’tır. Bunun ikinci bölümü de Tora Şebaelpe olan sözlü Tevrat’tır. Yahudilikte sözlü olan Tevrat, yazılı olan Tevrat’ın üstünde görülür. Çünkü yazılı olan Tevrat’a beden, vücut denilir. Sözlü olan Tevrat’a da ruh denilir. Dolayısıyla sözlü olan Tora olmadıkça yazılı olan Tevrat hiçbir anlam ifade etmez.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yazılı olan Tevrat bizim Tevrat olarak bildiğimizdir.
Vedat YILMAZ: Biz Kuran dediğimiz zaman iki kapak arasında bir kitap görüyoruz ama Yahudiler Tevrat dendiği zaman iki kapak arasında bir kitabı anlamıyorlar. İki kapak arasında olan metin sadece Tevrat’ın bir bölümüdür. Buda anlaşılmayan bir bölümdür.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bugün Kuran için aynı şeyi söylerler.
Vedat YILMAZ: Asıl olan Tevrat az önce söylemiş olduğum sözlü olan Tevrat’tır. Buda Musa’ya (a.s) Sina dağında indirilmiştir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Söz kelimesinin Arapçası Hadistir. Dikkat edin oradan geliyor. Yani Ebu Bekir’in (r.a) karşı çıkması bundandır. Ömer’de (r.a) bundan dolayı karşı çıkıyor. Yahudiler hadisi Tevrat’ın yerine koydular, bizimkilerde yapar diyor.
Vedat YILMAZ: Sözlü olan Tevrat’ın genelde iki vazifesi vardır. Birincisi Tevrat’ı anlaşılır hale getirmektir. Örneğin siz Tevrat’a baktığınız zaman göze göz görürsünüz ama aslında o öyle değildir. Onun gerçekte ne anlama geldiğini sözlü Tevrat’a baktığınız zaman anlarsınız. Mesela göze karşı göz tazminatıdır. Siz yazılı metne baksanız bunu anlayamazsınız. Ama sözlü Tevrat’a baktığınız zaman ancak bunu anlayabilirsiniz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bugün aynı şey denmiyor mu? Namazı bir tarif et bakalım diyorlar. Bilmem Kuranda şu var mı, Kuranda bu var mı… Sanki Allahu Teala eksik bir kitap indirmişte…
Vedat YILMAZ: İkinci en büyük görevi de, bu en büyük görevidir. Tevrat’ta eksik olan bölümlerin sözlü Tevrat ile tamamlanmış olmasıdır. Eğer sözlü Tevrat olmazsa sadece yazılı Tevrat’a bakacak olursanız sizin dininiz yarım bir din olur. Hatta yarımdan daha eksik bir din olmuş olur. Çünkü yazılı Tevrat’a baktığınız zaman ahkam ayeti olan detayların çok az bir kısmı vardır. Birçok kısmı yoktur, onun içerisinde bulamazsınız. Bu eksikleri ancak ve ancak sözlü Tevrat tamamlar. Dolayısıyla sözlü Tevrat olmadığı sürece sizin bir Yahudi olmanız, dininizi yaşamanız kesinlikle imkansızdır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabi Hıristiyanlarda Tevrat’ı da, İncil’i de bir kenara bıraktılar. Zaten bunu daha önce konuşmuştuk. Yani görüyorsunuz. Resulullah (s.a.v) Kuran dışında benden bir şey yazmayın diyor. Diyor ama Resulullah Kuranı öğrettiği gibi hikmeti de öğretiyor. Yani Kurandan nasıl hüküm çıkarılacağını öğretiyor. Problemlerin nasıl çözüleceğini öğretiyor. Hikmet, kuranı Kerimin kullanma kılavuzudur. Onunda bütün özellikleri Kuranı Kerimin içinde vardır. Resulullah ashabını bu konuda yetiştiriyor. Problemleri çözme açısından… Onun için Ömer (r.a) bütün sahabeyi çağırıyor. Hatta önde gelenlere Medine’den çıkmayı yasaklıyor. Şimdi problemi Kuranı Kerime göre çözüyorsunuz. Yani şöyle düşünün. Mutfağınız ağzına kadar yiyecek dolu, nasıl yemek pişireceğinizi de biliyorsunuz. Daha önce pişirdiğiniz yemekleri saklamanıza gerek var mı? Hiç lüzumu yok yani. Zaten lazım oldukça pişirir yersiniz. İşte hikmetle bütün problemler rahatlıkla çözülür. Hadis, Yahudilerin Resulullah hayattayken başlatmış olduğu cereyanın bir devamı şeklinde, Kuranı Kerimin yerine ikinci bir vahiy… Az önce Vedat söyledi. Sözlü Tevrat, yazılı Tevrat’ın üzerindedir derler. Bizde de “essünneti kadıyetün alel kitab” “sünnet kitabın üstündedir” derler. Hâkimiyet ondadır derler. Maalesef buna da Arap ülkelerinde herkes inanır. Hikmet kaybolmuştur. Hikmet kaybolunca Kuran ile problem çözme imkânı kalkmış oluyor. Hadislerde de kendi istediklerine göre bir şey yapmışlardır. Bu defa savrulma başlıyor. İstedikleri her şeyi Kuranı Kerime söyletebiliyorlar. Adamın canı kadın istiyor, kölelik ve cariyelik devreye giriyor. Şia’da muta nikahı diye bir şey devreye giriyor. Bir saatliğine, iki saatliğine nikah diye bir şey devreye giriyor. Nasıl bir nikahsa… Adamın canı içki istiyor, içkiyle ilgili bir sürü saçma sapan şeyler var. Canı çocuk istiyor, emredersin deyip bir kelimeyi yakalayıp hiç alakası olmayan şeyden benzerlik bulup fetva veriyorlar. Benzerlik bulamadıkları zamanda Kuranı’da, sünneti de, icmayı da bırakıyorlar. Her şeyi bırakıp kendileri devreye giriyor ki çoğunlukla böyledir. Yani birçok konuda ne Kuran vardır, ne sünnet vardır, ne icma vardır, ne kıyas vardır. Kendi keyiflerine göre ben dedim oldu şeklinde din… Bugün İslam alemi niye bu halde? Dua edin ki bu halde… Eğer cahil, cühela olmasa… Yani mesela ben yıllarca bu mezheplere göre fetva verdim. Kurana uymadıklarını bilmiyordum ki… Biz çocukluktan itibaren eğer Kuranda bir ayet varsa bizim mezhepler kesinlikle o ayete uyar diye öğrettiler. Ayet yoksa hadise bakılır, ayet varsa hadise bakılmaz diye öğrettiler. Ayet ve hadis yoksa icma varsa icmaya bakılır. Ayet, hadis ve icma yoksa o zaman kıyas olur. Orada ihtilaf meydana gelir. Biz böyle öğrendik. Bir de İstanbul Müftülüğünde bizi Fetva Kurulu Başkanı diye görevlendirdiler. Şimdi bakıyorum ki o zaman ne kadar yanlış fetvalar veriyormuşum. Ama bilmiyordum ki… İşte İslam alemini ayakta tutan bu samimi cahillerdir. Bilmiyorlar. Bilmedikleri için zannediyorlar ki bizim ulema Kuran’a uyar. Ama öğrendikten sonra buna devam edenleri Cenabı Hak perişan eder. Dünyasını da batırır, ahiretini de batırır. Allahu Teala cümlemize doğruları nasip eylesin. Allah hepimizden razı olsun.