Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
“Ve ketebnâ aleyhim fîhâ ennen nefse bin nefsi vel ayne bil ayni vel enfe bil enfi vel uzune bil uzuni ves sinne bis sinni vel curûha gısâs, femen tesaddega bihî fehuve keffâratul leh, ve mel lem yahkum bimâ enzelallâhu feulâike humuz zâlimûn” (Maide 45)
Bugün Allah nasip ederse Maide Suresinin 45. Ayetini anlamaya çalışacağız. Bu ayette Allahu Teala şöyle buyuruyor. “Ve ketebnâ aleyhim” “Yahudilere yazdık”. “fîhâ” “Tevrat’ta Yahudilere yazdık”. “ennen nefse bin nefsi” “cana can” “vel ayne bil ayni” “göze göz” “vel enfe bil enfi” “buruna burun”. “vel uzune bil uzuni” “kulağa kulak”. “ves sinne bis sinni” “dişe diş”. “vel curûha gısâs” “ve yaralar, hepsinde kısas vardır”. (Maide 45) Kısas suçla ceza arasında tam bir denkliği ifade eder. “femen tesaddega bihî fehuve keffâratul leh” “kim kendisine yapılan bu eylemden sonra karşı tarafı bağışlar, hadi benim sadakam olsun derse onun için bir keffaret olur”. Yani Allah suçluyu bağışlayan kişinin de günahlarını, yanlışlarını, kusurlarını örter. Yaptığına karşı sevap alır. “ve mel lem yahkum bimâ enzelallâhu feulâike humuz zâlimûn” “kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse onlar zalimlerdir”. (Maide 45) Yahudilerde cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş bir kısas var. Bir de aynı zamanda yaralarda… Demek ki yaralanma varsa karşı tarafta aynı şekilde yaralanıyor. Kuranı Kerim önceki kitapları tasdik eden bir kitaptır. Allahu Teâlâ burada böyle buyuruyorsa mutlaka Tevrat’ta da olması lazım. Vedat Bey’den bu konuyla ilgili ifadelerini dinleyelim.
Vedat YILMAZ: Hocam bu hüküm Tevrat’ta dört yerde geçiyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Dört rakamıda boşuna değil. Mesani kelimesi, ikişerliler sistemi… Ayetlerin birbirini açıklaması…
Vedat YILMAZ: Hakikaten bir yerde geçen ifadeye bakınca tam net bir hüküm çıkmıyor. Ama öteki yerde geçen ifadeyle birlikte yapınca öteki pasajda ne demek istediği anlaşılıyor. Bir örnek veriyorum.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O zaman bu konu üzerinde kısaca duralım. Bu oldukça önemlidir. Tevrat’ta dört ayette geçiyor. Kuranı Kerimi açıklama konusunda da nasıl bir metot belirtiyor? Önce ayetler muhkem kısa, özlü sonra onu açıklayan başka ayetler var. Bu açıklayan ayetlerde ikişerli bir yapı oluşturuyor. Buradan çıkan sonuca hikmet deniyor. Kuranı Kerim sadece kitabı mı tasdik ediyordu? Hikmeti de tasdik etmesi gerekiyor değil mi? Çünkü Ali İmran Suresi 81. Ayette “Ve iz ehazallâhu mîsâgan nebiyyîne” “Allah nebilerden kesin söz aldığı zaman şöyle demişti” “lemâ âteytukum min kitâbiv ve hıkmetin” “size bir kitap ve hikmet veririm de”. Yani hem kitabı veriyor hem de kitabın kullanma kılavuzu diyebileceğimiz… Yani kitaptan hükümleri nasıl çıkarırsınız onun metodunu da kitabın içerisine koymuş. Dolayısıyla bu kitabı Muhammed’e (s.a.v) verdiği zaman hikmeti de vermiş oluyor. “summe câekum rasûlum musaddigul limâ meakum” “sonra yanınızda olanı tasdik eden bir resul gelirse”. O zaman ne yapacaksınız? “letué’minunne bihî” “ona kesinlikle inanacaksınız”. (Ali İmran 81) Vedat’ın söylediği o açıdan çok önemlidir. Tevrat’ta kısasla ilgili dört tane ayet var. Birbirlerini açıklayan ayetler. İşte ortaya çıkan sonuca da hikmet deniyor. O zaman Kuranı Kerim hem onun hükmünü tasdik etmiş oluyor hem oradaki hikmeti tasdik etmiş oluyor. Evet, devam et.
Vedat YILMAZ: Çıkış bölümündeki ifadeler şöyle; 21. Babta. “Cana karşılık can, göze karşılık göz, dişe karşılık diş, ele karşılık el, ayağa karşılık ayak, yanığa karşılık yanık, yaraya karşılık yara, bereye karşılık bere”. Bu ifade bu şekliyle kaldığı zaman biraz muğlak kalıyor. Yani dişe karşılık diş ne demek? Dişin diyetimi yoksa kısası mı olacak? Mesela burada bir sıkıntı oluyor. Muğlaklık kalıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kuranı Kerimde kısas kelimesi geçti.
Vedat YILMAZ: Başka bir bölümdeki ifadeye baktığımızda aslında onu açıklar niteliktedir. Şöyle söyleniyor. Levililer kitabında 18. Pasajdan itibaren okuyorum. “Kim komşusunu yaralarsa kendisine aynı şey yapılacaktır. Kırığa karşılık kırık, göze karşılık göz, dişe karşılık diş… Ona ne yaptıysa kendisine aynısı yapılacaktır”. ‘Ona ne yaptıysa kendisine aynısı yapılacaktır’ cümlesi ziyadesiyle aslında orada söylenmek istenen şeyin ne olduğunu açıklıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kısas… Kısas kelimesinin tercümesi o…
Vedat YILMAZ: Yani bu iki şeyi birleştirdiğimiz zaman orada söylenen şeyin diyet değil, aslında kısas olduğu anlaşılıyor. Ama Yahudiler bu ifadeyi diyet olarak anlıyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Değiştiriyorlar yani…
Vedat YILMAZ: Evet. Hatta bunun diyet olmadığını kısas olduğunu söyleyenleri cahillikle suçluyorlar. Böyle bir şey akla ziyan bir şeydir diyorlar. Yani bir kişinin gözünü çıkaranın gözünü çıkarmak kabul edilebilir bir şey değil diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kuranı Kerimin hükümlerini de söyleyince akla ziyan diyorlar.
Vedat YILMAZ: Cana karşılık canda kısası kabul ediyorlar. Cana karşılık canda kısas vardır ama diğerlerinde kısas yoktur diyorlar. Diyet vardır diyorlar. Onun için çeşitli açıklamaları var. Çeşitli yorumlara gidiyorlar. Ama hiçbirisi kabul edilebilir yorumlar değil. Mesela bir yorumda şöyle diyorlar. Eğer göze karşılık gözün diyetini Allah kabul etmeseydi kısaca şöyle diyebilirdi. Göze karşılık göz ama karşılığında tazminat almayın, diye bir şerh düşerdi. Ama böyle bir şey olmadığı için demek ki tazminat alınabilir diyorlar. Sırf o ifade orada yer almadığı için…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şunu yapmayın demediği için…
Vedat YILMAZ: Mesela bir de göz kelimesiyle alakalı… Göz kelimesi ayn sözcüğünden oluşur. Yani İbranice’de ayn-yod-nun harflerinden oluşuyor. Bu harflerin alfabede hemen altlarına denk düşen harflere bakarsanız p harfi, kaf harfi ve sameh harfleri olduğunu görüyorsunuz. Bu harfleride farklı çeşitlerde sıraladığınız zaman kasef sözcüğü ortaya çıkıyor. Kasef sözcüğüde İbranice’de para demektir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu bizim ebcedciler gibi…
Vedat YILMAZ: Demek ki Allahu Teala aslında göze karşılık para demek istiyor diyorlar. Oradan ona işaret ediyor diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ayetleri nasıl evirip çeviriyorlar, görüyor musunuz?
Vedat YILMAZ: Diğer yandan şunu söylüyorlar. Tevrat’ın metnine bakıp bir hüküm çıkarmamak gerekiyor diyorlar. Önemli olan bugüne kadar Rabailer bu metni nasıl anlamışlar, nasıl yorumlamışlar…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Rabai dedikleri nedir?
Vedat YILMAZ: Tevrat uzmanları…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bizim mezhep hocaları gibi… Siz metinlere bakmayın, öyle hadismiş, Kuranmış… Mezheplere bakın, ulema ne yapmış… Senin gittiğin bir toplantı vardı. Orada ne demişlerdi?
Vedat YILMAZ: Metin İslamcılığı demişlerdi. Yani metne bakıp oradan bir şeyler çıkartma…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Metin İslamcılığı yani Kurana bakıp hüküm çıkarılamaz diye bir toplantı yapıldı.
Vedat YILMAZ: Dolayısıyla göze karşılık göz tazminatı şeklinde anlaşılacağına dair ulemalar % 100 bir ittifak vardır diyorlar. Bunun farklı bir şekilde yorumlanması mümkün değil diyorlar. Göze karşılık gözün kısas şeklinde anlaşılmasını kesinlikle kabul etmiyorlar. Hatta böyle söyleyenleri cahillikle suçluyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Onu kabul etmeyecekler ki Kuranı Kerim ile ortak zeminleri oluşmasın. Kendi cemaatlerinin Müslüman olmasına engel olsunlar. Bu çok önemli bir şey…
Vedat YILMAZ: Şöyle bir şeyde yapıyorlar. Allahu Teala Tevrat’ta bir yerde katil esnasında eğer fidye teklif edilirse onun kesinlikle kabul edilmeyeceğini söylüyor. Mesela bir katil var, ben fidye vereyim kurtulayım dediğinde kesinlikle kabul edilmez, yasaktır. Ama diğerleri için bu tarz bir yasak kati olarak gelmediği için demek ki fidye alınabilir diyorlar. Buradaki kasıt fidyedir diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Önce öyle diyorlar. Sonra kesin olur diyorlar. Sonra başkası olmaz diyorlar. Kuranı Kerimi doğru anlamak için hoca olmaya lüzum yok ama saptırmak için hoca olmak şarttır. Bunlarda aynıdır. Şöyle düşünün. Birisinin arabasına öyle bir tuzak kurmak istiyor ki adam, arabayı kullanan virajı alırken araba arızalanacak, oradan aşağı düşecek. Bunu her usta yapabilir mi? Çok iyi usta olmak lazım. Ayetlere de keyfi anlam verebilmek için hoca olmak lazım. Karşı taraf anlamasın. Bakalım acaba bizimkilerde benzer bir şey yapmışlar mı? Burada gördünüz. Tevrat’ta aynı şeyler var. Ama Yahudiler onu kendilerine benzetmişler. Cana canda diyet yoktur dedi. Cana canda yoksa diğerlerinde de yoktur. Maide Suresi 45. Ayette açıkça kısas dedi. Ondan sonra yapılacak şey aftır. Ondan sonra yapılacak bir şey yoktur. Yani diyet yoktur. Bunu da çok dikkatle takip edelim. Ayeti tekrar okuyorum dikkat edin. Çünkü biraz sonra okuyacağım ayetle ilgili bir soru daha soracağım.
“Ve ketebnâ aleyhim fîhâ” “Yahudilere Tevrat’ta şunu yazdık”. “ennen nefse bin nefsi” “cana can”. “vel ayne bil ayni” “göze göz” “vel enfe bil enfi” “buruna burun”. “vel uzune bil uzuni” “kulağa kulak”. “ves sinne bis sinni” “dişe diş”. “vel curûh” “yaralar” “gısâs” “hepsinde kısas vardır”. (Maide 45) Diyet dedi mi? Demedi. Ondan sonra “femen tesaddega bihî fehuve keffâratul leh” “kim bağışlarsa onun için bir keffaret olur”. Gene diyet yok. “ve mel lem yahkum bimâ enzelallâhu feulâike humuz zâlimûn” “Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler zalimlerdir”. (Maide 45) Yahudiler Allah’ın indirdiğiyle hükmettiler mi? Etmediler.
Gelelim bizimkilere… “Yâ eyyuhellezîne âmenû kutibe aleykumul gısasu fil gatlâ” “Müminler size kısas adam öldürmelerde yazılmıştır”. Biz ne zaman kısas yapabiliyoruz? Adam öldürmede… Yahudilere ne dedi? Cana can, göze göz, dişe diş hepsinde kısas var. Bizde ne dedi? “kutibe aleykumul gısasu fil gatlâ” “Sizin için adam öldürmelerde kısas farz kılınmıştır” dedi. Ondan sonra “el hurru bil hurri vel abdu bil abdi vel unsâ bil unsâ” “Hüre hür, esire esir, kadına kadın”. (Bakara 178) Burada hür esiri öldürürse, erkek kadını öldürürse ne olacak diyebilirsiniz. Onun cevabı zaten başka ayetlerde var. Burada anlatılan şudur. Arap toplumunda hiç kimse kendi adamını başkasıyla denk görmüyor. Kendisinin bir adamı öldürüldüğü zaman diğerinden on tane, yirmi tane öldürülse tatmin olmuyor. Bizden kadınsa onlardan birkaç tane erkek gitmeli, bizden bir esirse onlardan birkaç tane hür gitmeli falan diyorlar. Allahu Teala bunu burada ifade ediyor. Az önce Tevrat’ta da gördüğünüz gibi Kuranı Kerimde bir tek ifadeye bakamıyoruz. Onu açıklayan ikinci ayet, onu açıklayan ayetlere bakıyoruz. İsra Suresinin 33. ayetinde “Ve lâ tagtulun nefs” “canı öldürmeyin”. (İsra 33) Nefs dediği zaman “en nefse binnefs” (Maide 45) dedi ya kadın da erkek de girer bunun içine… İnsan yani… İster esir olsun, ister hür olsun, ister kadın, ister erkek fark etmez. Burada Müslüman kâfir ayrımı da yok. “Ve lâ tagtulun nefselletî harramallâhu” “Allah’ın haram kıldığı nefsi öldürmeyin”. (İsra 33) Canı öldürmeyin. Peki, Allah ne zaman haramı kaldırır? Sadece savaşta ve Maide 33’de ki terör suçunda kaldırır. Onun dışında yoktur.
Fatih ORUM: Kısasta var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kısası burada açıklayacak. “ve men gutile mazlûmen” “kim haksız yere öldürülürse”. Savaşta birisini öldürdüğünüz zaman yargı söz konusu olamaz. Çünkü o seni öldürmeye gelmiş. “ve men gutile mazlûmen” “kim haksız yere öldürülürse”. Mesela savaş ya da terör suçu dışında… “fegad cealnâ liveliyyihî sultânen” “biz onun velisine” Veli, en yakını demektir. “biz onun en yakınına bir yetki verdik”. “felâ yusrif filgatl” “o da adam öldürmekte aşırı gitmesin”. Yani öldürülen kişiyi öldürme yetkisi kime aitmiş? Öldürülenin yakınına… En yakınlarına… Yani mirasçılarına… Onlar bizzat öldürme hakkına sahipler. Ben öldürmek istemiyorum, sen öldür diye bir başkasına yetki verebilir. Mahkemenin bir görevlisi görevlendirilebilir. Ama asıl yetki kimin? Yakınlarının. Buda son derece önemli bir şeydir. Adam davayı takip eder. Adamın eline kılıcı verirsin, hadi vur kafasına dersiniz. Vuramaz. Kolay değil. Hadi affettim der. Affettim dediği an karşı taraf bunun en samimi dostu haline dönüşür. Medyadan hatırlarsanız iki-üç sene önce… İran’da bir kadının oğlunu öldürmüşlerdi. O da öldüren kişiyi tam öldürme anına kadar geldi, orada affetti. Affedince o affedilen kişi için bu kadın anneden daha ileri olmaz mı? Düşmanlık hemen dostluğa nasıl dönüştürülüyor, görüyor musunuz? Bizdeki ceza yargılaması ile Batı’nın ceza yargılamasını karşılaştırmaya imkân ve ihtimal yoktur. Hiçbir şekilde karşılaştırılamaz. Çünkü Batı’da devlet tanrıdır. İnsanlarda kuldur. Onların devlet yapısı 19. Asırdan beri bizde de geçerlidir. Belli zamanlarda gideceksin de bir oy vereceksin de falan. Senin kime oy verdiğini de bilmeyecek. Birisi çıkıp kanun çıkartacak. Falan, filan… Hâlbuki bizim yapımızda herkes devletin en önemli kişisidir. Herkes savcıdır, herkes polistir, herkes jandarmadır, herkes çevre güvenliğiyle sorumludur. Ve ceza yargısı da kişisel haklara yönelikse yetkili olan o suçtan zarar görendir. Bugün ki yargı sisteminde babanızı öldürseler mahkemeye verme hakkınız yoktur. Ancak savcılığa suç duyurusunda bulunabilirsiniz. Savcı dava açabilir. Siz de en fazla müdahil sıfatıyla gidip gelirsiniz. Tatmin olmadıkları için mahkeme koridorlarında adamları öldürürler. Ama burada adamın eline kılıcı veriyorsun, hadi öldür diyorsun. O tam öldüreceği zaman affediyor. Çünkü Allah yarattığını çok iyi bilir. Burada cana can dedi. Müslümanı, kâfiri, kadını, erkeği, esiri, hürü ayırmadı. Cana can… Herkesin canı kutsaldır. Bir kere sizin yönetiminizin altındaki gayrimüslimlerde kendi can güvenliklerini en az sizin kadar hissetmiyorlarsa size gereken değeri verip de sizin dininiz üzerinde düşünme ihtiyacı duymazlar.
Tekrar Bakara Suresine geliyorum. “Yâ eyyuhellezîne âmenû kutibe aleykumul gısasu fil gatlâ” “Size kısas öldürülen kişiler hakkında yazıldı”. Dikkat ediyorsanız burada dişe diş, göze göz, cana can yok. Kuranı Kerim buna ne diyordu? Bu ayet diğer ayeti ne yaptı? Nesih etti. Misliyle mi nesih etti, hayırlısıyla mı nesih etti? Hayırlısıyla nesih etti. Dişe diş, buruna burun, kulağa kulak, göze göz onları almadı. Peki, onları almadı da ne koydu? Dikkat edin. Az öncekinde diyet yoktu. Şimdi okuyorum dikkat edin. “femen ufiye lehû min ehîhi şey’un” Kullanılan ifadelere de çok dikkat edin. “femen ufiye lehû” “kimin için affedilirse”. “min ehîhi” “kardeşi tarafından”. Oradaki suçluyla buradaki davacıya ayet kardeş dedi. Sevgi bağı kurdu. Herhangi bir affedilirse diyor. Orada her ne kadar kısas cezası koyuyorsa da öyle bir sistem getiriyor ki… Herhangi bir şey affetti… Tamam, ben bağışlıyorum… Diyelim ki adamın on tane mirasçısı var. Birisi bağışladı. Adamın onda dokuzu öldürüp onda birini sağ bırakabilir misiniz? Mecburen adamın tamamını sağ bırakacaksın. Bu defa şöyle diyor. “fettibâum bil mağrûfi” “marufa göre olayı takip etmek gerekir”. “ve edâun ileyhi biıhsân” “o affedene güzellikle bir ödeme yapmak gerekir”. Bu ödeme ne olur? Diyet. Öbüründe var mıydı? Ödeme deniyor. Affetmeye teşvik ediliyor. Ben affettiğim zaman elime ne geçecek demiyor. Ayrıca bir takım maddi çıkarlarda bunlara lütfediyor. Bu affetmek için çeşitli sebeplerdir. En önemli sebepte az önceki ayette gördüğümüz gibi hadi al da öldür bakalım demektir. Kurban Bayramında bir tane koyunu kolay kolay kesebiliyor musunuz? Alışmış olanlar hariç. Bir koyunu kesemeyen bir insan bir insanı nasıl keser? Bir insanı nasıl öldürür. Kolay mı? Ama ne olur, o anda bu insanın içindeki bütün düşmanlıklar ölür. Çünkü ben hedefe ulaştım der. Öbür kişide ölümü % 100 hak etmişken affedilince bu tarafa her türlü teşekkürü borçlanır. Onun bütün ailesi de öyle olur. Ne olmuş olur? Düşmanlık dostluğa dönmüş olur. İşte bizdeki ceza yargılamasında bunlar vardır. “femeniğtedâ bağde zâlike felehû azâbun elîm” “bundan sonra da kim düşmanlığı devam ettirirse ona acıklı bir azap vardır”. (Bakara 178) Yani olabilir. Bakarsınız ki adam ondan sonra tekrar düşmanlığı devam ettirecek olur. Olmaz. O zaman Cenabı Hak senin cezanı verir. Bu ayeti kerime de anlatılan şekilde cezalar uygulansa kan davaları olabilir mi? Kan davalarında öldüreni mi öldürüyorlar yoksa öldürenin ailesinden birini mi öldürüyorlar? Ne oluyor? Hakikaten her iki aile içinde artık hayat zindana dönüşüyor. Kan davası mümkün değil. Burada öyle bir sistem var ki insanlar psikolojik olarak rahatlıyorlar. Düşmanlıklar dostluğa dönüşüyor. Karşı taraftan da maddi bir ödeme aldığı içinde ayrıca bu kişi kaybettiği aile ferdinin aileye sağlayabileceği maddi desteğinde ciddi bir bölümünü de almış oluyor. Her bakımdan bütün şeyler tamir edilmiş oluyor. Gayet huzur içerisinde… Hani burada birkaç sefer size anlatmıştım. Osmanlı İstanbul Mahkemelerinin Arşivini, İstanbul Müftülüğünde 21 sene kadar idare etmiştim. Yani orada gelen araştırmacılara, bir takım sorular soranlara, bilgi isteyenlere yardımcı olmuştum. Ve doktoramı da orada yapmıştım. 21 sene içerisinde İstanbul’un Fethinden Şeriatın kaldırılması zamanına kadar iki tane adam öldürme olayı hatırlıyorum. Birisi Üsküdar’da Bulgurlu’da olmuştu. Çünkü iki tane olduğu için yeri de aklımda kalıyor. Diğeri de Tophane’de olmuş. Peki, bunlar öldürülüyor mu, onun kaydı yok. Gerçekten Osmanlı yargı sistemi bugün bütün dünyaya örnek bir sistemdir. Alında Osmanlı’ya mahsus bir olay değil. İslam’a mahsus ama orada uygulama olduğu için, oradaki gerçek belgelerden uygulamayı yansıttığı için çok önemlidir. Mesela yargının her safhası halka açıktır. Osmanlı hiçbir zaman devlet görevlisi ile vatandaşı baş başa bırakmaz. Yanına başkasını da koyar. Yoksa dedikodu çıkar. Baş başa bırakmaz. Mesela bir öldürme olayı var. Keşfe en az on bir tane o bölgenin önde gelen, sözü dinlenen, itibarlı kişileri çağrılır. Mahkemeden de bir kişi gelir. Ve hiç kimsenin en küçük şüphesi olmaz. Ondan dolayı da mesela yine size sık sık söylüyorum. Osmanlı Mahkeme sicillerindeki… Arzu eden görebilir. İstanbul Mahkemesi sicillerini İSAM’ın arşivine kopyaladılar. En az dava ceza davasıdır. O ceza davaları… Bir mahkemenin bir yıllık çalışmasını ortaya koyan şeriyye sicili denen defterlerin sonunda ya bir sayfa ya da iki sayfa yer ayrılmıştır. Yani orada da kabahat dediğimiz türden çok basit suçlar vardır. Hırsızlık suçu yoktur, adam öldürme suçu yoktur, gasp, şu, bu falan bunlar yoktur. Niye? Çünkü insanlar son derece duyarlıdır. Ben çocukluğumdan hatırlıyorum. O kültürün devamı olarak… Erzurum’da bizim sokağımızda oynardık. O sokaktan öbür sokağa geçtiğimiz zaman o sokağın çocukları… Eğer hızla gidiyorsak kimse bir şey demez. Ama sağa sola bakıyorsak hayırdır, ne arıyorsun falan diye mutlaka sorgularlar. Çünkü kendilerini oranın güvenliğinden sorumlu kabul ederlerdi. Gelenleri biz de öyle yapardık. Ne yapıyorsunuz, hayırdır, nereye bakıyorsunuz, kimi arıyorsunuz falan derdik. Yani herkes çevresine karşı çok uyanık bir şekilde, duyarlı bir şekilde yetiştiriliyordu. Allahu Teala buraya diyeti koydu. Öbür tarafta o zaman göz, kulak, burun, diş bunların karşılığında ne olacak? Diyet olacak, başka bir şey olmayacak. Ondan sonra da şunu söylüyor Allahu Teala. Bu akşam ki sohbetimizin ismi olarak da bunu belirledik. “Ve lekum fil gısası hayâtuy” “kısasta sizin için hayat vardır”. Siz can güvenliği mi istiyorsunuz? Kısas uygulayacaksınız. “yâ ulil elbâbi” “ey sağlam akıl sahipleri”. Ayakları yere sağlam basan kişiler, duygusal olmayanlar… “leallekum tettegûn” “belki böylece kendinizi korursunuz”. (Bakara 179) Can güvenliği son noktaya kadar… Hatta şöyle bir şey de vardır. Osmanlı’da da uygulanır. Şeriatın bir hükmüdür. Bir köyde, bir kenar mahalle de yani şehir yerinden uzak, güvenlik kuvvetlerinin kontrolünden uzak yerlerde eğer bir cinayet işlenirse kasame denen bir yargı sistemi uygulanır. Öldürülen kişinin yakınlarına gelin, şu mahalle halkından 50 kişiyi seçin denir. Oradan 50 kişiyi seçerler. O 50 kişiye teker teker yemin ettirilir. Öldürmedim, öldüreni görmedim, bilmiyorum. İçlerinden yemin etmeyen olursa onlar üzerine yoğunlaşılır. Herkes yemin ederse onun diyetini 50 kişiye yüklerler. Dolayısıyla herkes çevresiyle ilgili dikkatli olmak mecburiyetini hisseder. Keyfi hareket edemez. Buradan çok net bir şekilde gördük. Yahudiler için “Ve ketebnâ aleyhim fîhâ” “Onlar için Tevrat’ta şunu yazdık”. (Maide 45) Cana can, dişe diş… devam ediyor. Bizim içinde “kutibe aleykumul gısasu fil gatlâ” “adam öldürmelerde size kısas yazıldı” (Bakara 178) dedi. O zaman bu ayetlere göre bizde dişe diş, yaralamalarda kısas olur mu? Olmaz. Olmaz ama Sunni, Şii bütün mezhepler o konuda kısasın olacağında ittifak etmişlerdir. Ben esas şuna hayret ediyorum. Yanlışta bu kadar ittifak olmaz. Bu nasıl oluşmuş? Çünkü bu mezheplerin kurucuları aynı bölgede yaşamıyor. Aynı dönemde yaşamıyor. Bunların bu yanlışta ittifakı mümkün değil. Ama o kitaplarına baktığımız zaman kitaplarında kullandıkları cümleler bile aynıdır. Birileri onlara dikta ettirmiş. Yani bu mezhep ulemasının böyle bir görüşte olması mümkün değil. Ne kadar kötü niyetli olursa olsunlar, olmaz. Yani aynı yanlışta birleşmek mümkün değil. Niye? Doğru tektir. Yanlış sınırsızdır. İki kere iki dört eder. Kaç etmez? Ölene kadar saysanız bitiremezsiniz. Etmezler de ittifak edilmez ki… Ederlerde edilir ama… Peki, bu yanlışta bu kadar mezhep ittifak etmişse mutlaka bu belli bir merkez tarafından organize edilmiştir. Ve bu ulemaya mal edilmiştir. O konuyu da kısaca Fatih Hoca’dan dinleyelim. Bizim ulema ne demiş?
Fatih ORUM: Nefsin dışında yani bir kişiyi öldürdüğünüz zaman ona uygulanacak ceza kısasın dışında da uzuvlarda… Biraz önce sayılan uzuvlar konusunda da kısasın olduğu fıkıh eserlerinde kabul edilmiş. Yani bu konuyla ilgili bir ihtilaf yok sadece bir takım şekil şartlarının nasıl…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Delil olarak da Tevrat’ta yazılanı delil alıyorlar. Kardeşim ayet açık işte… Onu anlamak için alim olmaya gerek yok.
Fatih ORUM: Ne tür şartlar yerine getirilerek bunlar yapılır, onunla ilgili birkaç madde okuyacağım. Kitap Ömer Nasuhi BİLMEN Hoca’nın ‘Hukuki İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu’ adlı eseridir. Burada şu tür şekil şartlarından bahsediliyor. “Aza yani vücudun herhangi bir uzvu hususunda hakkında vuku bulan cinayetlerden dolayı kısas ile hüküm edilebilmesi için cerh ve kat yani yaralanan yahut kesilen uzvun iyileşmesi gerekir”. Yani hala yara devam ediyor. Sıkıntı, kanama, şu, bu devam ediyorsa beklenilir. Niçin? Çünkü bu yaralanmadan bu kesimden dolayı eğer mağdur ölürse iş farklı noktaya gidecek… Belki kısas yapılacak. Mutlaka yapılacak ama bir müddet bunların iyileşmesi için beklenir. “Sonra azaya mütalip cinayetlerde mecnimul aleyhin emir ve müsadesi bulunmamalıdır”. Yani bir kişi bir kişiyi yaraladı. Mesela burnunu kesti, kolunu kesti, yaraladı. Kısas mutlaka uygulanacak, aynısı ona da yapılacak ama şu farkla eğer o kişi kendisi istemediyse… Yani gel benim şu kolumu kes dediyse o da kestiyse bu durumda kısas uygulanmaz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani doktorlar burada kurtuluyorlar.
Fatih ORUM: Burada da şöyle bir gerekçe söylemiş. “Çünkü uzuvlar sahibinin emvali mesabesindedir. Bunların masuniyeti bu emir ve teklife binaen sükût etmiş olur”.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu kabul edilemez bir gerekçedir. Ama neyse öyle demiş.
Fatih ORUM: Başka bir şart; “Azaya müteallik cinayetlerde cani ile 39:59 sn. anlaşılmıyor. hür olmalıdır. İkisi arasında denklik olacak.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama ayeti kerimede yok. Çünkü cana can diyor. Hürriyet şartı yok.
Fatih ORUM: Mesela diyor ki; “bunlardan biri veya her ikisi hür olmayınca aralarında uzuvlara ait cerh ve katıdan dolayı kısas cari olmaz. Birisi hür birisi köle… Burada bir denklik olmadığı için kısas yapılamaz. Neye dönüşür? Diyete dönüşür”.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaten İslamiyet’te kölelik yoktur. Hiç olmamış. Ama mezheplere bakarsanız ittifakla vardır. İslamiyet köleliği kaldırmak istemişte zamana bırakmış derler. Allah aciz miydi kardeşim? Neye dayanarak söylüyorsunuz? Onu köleleştirince sanki o insan değil, bir hayvan gibi… Kesersen benim kolumla onun kolu birbirine eşit olur mu derler. Ne olacak peki?
Fatih ORUM: Diyete dönüşür dedik ama burada da diyet hür bir insanın diyeti gibi olmaz. Mesela bir örnek üzerinden bunu anlatmış. Bir köle veya cariyenin mesela bir kolunu tam dirseğinden itibaren haksız yere kasten kesen hür bir şahıs onun yarı kıymetini öder.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Piyasa fiyatının yarısını ödüyor. Çünkü onlar mal ya… İnsan değil onlar…
Fatih ORUM: Bir başka şart, “Azaya müteallik diyetler arasında mümaseret bulunmalıdır. Yani erkekler ile kadınlar arasında vuku bulacak cerh ve kat hadiselerinden dolayı diyet cari olursa da kısas cari olmaz”.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir erkek bir kadının kolunu keserse kadın onun kolunu kestiremez. Erkekle kadın kıyaslanır mı?
Fatih ORUM: Ancak diyet verilebilir diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Savrulmayı görüyor musunuz? Ayet cana can dedi. Yani nefis kelimesini kullandı. Esirin canı ile hür adamın canı arasında fark var mı? Yahudilerde de gördünüz, burada da görüyorsunuz.
Fatih ORUM: Bir başka şar; “Aza arasında mahal ve menafi itibariyle de bir mümaseret bulunmalıdır. Yani ne demek amden kesilen bir başparmak mukabilinde caninin de başparmağı kısasen kesilebilir. Mesela şehadet parmağı kesilemez”. Yoksa diyete mi dönüşecek acaba? Şehadet parmağı kesilmezse herhalde diyete dönüşecek.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ne diyor?
Fatih ORUM: Adam başparmağını kesmiş. Onunda başparmağı kesilecek, diğer parmağı kesilemez diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Denklik olmaz manasındadır. Adamın baş parmağı yoksa 43:26 sn. anlaşılmıyor. diyete dönüşür.
Fatih ORUM: Bir başka şey; iki, üç kişi bir araya gelip bir adamın bir uzvunu kesiyorlar. Ortaklaşa bir iş çıkartıyorlar. Bu adamın elini veya kolunu kesti? Üç kişi diyelim. Tek kişi olmadığı için kısas hepsine ayrı ayrı uygulanamayacağından dolayı diyete dönüşür gibi bir takım şartlar böyle devam ediyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Devam eder, gider. Organlarda kısasın olacağını mezhepler kabul ediyor. Ama kabul etmedikleri sadece kadınla erkek arasında denklik olmaz diyorlar. Hür ile esir arasında… Ki onlar esir demiyorlar. Köle, cariye diyorlar. Onlar arasında denklik olmaz. Onların ki kendi kıymetleriyle orantılı şekilde tazminata dönüştürülür diyorlar.
Fatih ORUM: Bir de bu göz hususunda hepsi öyle mi, bilmiyorum. Burada onu farklı bir şey yapmış. Şöyle diyor. “Aza hakkındaki kısasta mümaserete tamamen riayet edilebilmelidir. Aksi takdirde kısas cari olmaz. Mesela bir kimsenin bir kolunu ziyadesi ve noksanı olmaksızın tam dirseğinden amden kesmiş olan şahıs hakkında kısas icra edilir ama amden çıkarılan bir göz mukabilinde caninin de gözü çıkarılamaz. Çünkü burada mümaseret sağlanamaz” diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani gözü çıkarırken orada farklı damarları kesebilirsiniz falan diye… Önemli değil. Önemli olan şudur. Ayet açık bir şekilde, Müslümanlarda kısasın sadece adam öldürmelerde olduğunu, yine İsra Suresi 33. Ayette de cana can olarak yani Müslüman kâfir farkı olmadan… Mesela orada Müslüman kafir arasında da denklik olmaz derler.
Fatih ORUM: Onunla ilgili şöyle bir kaide oluşturmuş. “La yuktelu müminin bikafirin” diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir mümin bir kâfire karşılık öldürülemez diyor.
Fatih ORUM: “Ve la yuktelu hurun biabdin”. Bunları maddeleştirmiş.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hür köle karşılığında öldürülemez, diyor. Biz göstermek istiyorduk sizde gördünüz.
Mesela yargılama açısından da son derece çabukluk vardır. Davaların hemen hemen tamamı bir celsede bitirilir. Şahitler hakkında güvenirlilik soruşturması açılması durumu varsa o zaman bir gün kadar sürer. Çünkü bütün vatandaşlar yargıya yardımcı olmak için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. O şekilde sürekli duyarlı vatandaş yetişir. Niye duyarlı? Çünkü devlet beni adam yerine koyuyor diye düşünür. Adam yerine koyduğu zamanda herkes kendini sorumlu hissediyor. Bugün mahkemeye başvuramıyorsunuz, savcı dava açarsa açıyor. Hatta ben bu doktora tezini hazırlarken bugün ki yargı sisteminin nasıl işlediğini görmek için yargıda çalışanlarla da görüşüyordum. O zaman bazı konularda bilirkişilik de yapıyordum. Mesela Aksaray’da bir avukat vardı. Bana bir dava anlattı. Bir kızcağıza tecavüz olmuş. Allah muhafaza buyursun. Dört yıldır uğraşıyoruz, dava açtıramıyoruz demişti. Niye? Çünkü davayı savcı açacak. Savcı açmıyor. Adam yazıyı göstermişti. Adalet Bakanlığına şikâyette bulunmuş. Yazının cevabı ne oldu, bilmiyorum. Ama bizim sistemde öyle değil. Eğer kişi aleyhine bir suç işlenmişse o kişinin kendisi doğrudan mahkemeye gider. Mahkemeye giderken şahitleriyle beraber gider. Suçluyu da aynı anda götürür. Çünkü bütün vatandaşlar yardım ederler. Polis çağırmaya gerek yoktur. Vatandaşlar zaten onu yakalar götürürler. Olmuyorsa o zaman subaşından yardım istenir. O şekilde de götürülür. Aynı gün gider gitmez, mahkemede yargılama başlar. Çünkü dava çok azdır. Bugün ki gibi değil. Genellikle aynı gün, nadiren ikinci gün dava sonuçlanır. Üç sene hapiste yatıyorsunuz. Suçlu mu, değil mi belli değil. Üç sene sonra ya kusura bakma diyorlar. Kusura bakma dediğiniz zaman bu adamın şimdiye kadar kaybolmuş zamanını geri getirebiliyor musunuz? Bu ne demek? Bizde bir kişinin suçsuz olması esastır. Suçu kim iddia ediyorsa onun ispatlaması lazım. Efendim delil karartmasından korkuyoruz derler. Kararacak delil, kararsın. Sana ne? Ne demek delil karartmasından korkuyoruz? Elinde bir delil yoksa sen bu adamı nasıl tutuklayabiliyorsun? Ayrıca sen kafana göre suç ihdas edemezsin. Böyle bir şey yok. Bu adam o suçu işlerken itham ettiğin şeyin suç olduğunu bilmesi lazım. O bilmeyebilir ama herkesin bilmesi lazım. Hapis cezası diye de bir ceza olamaz. Asla böyle bir şey yok. Çünkü hürriyet bir insanın en değerli malıdır. Adamın hürriyetini elinden aldığın zaman geri verebiliyor musun? Parasını alsan verirsin. Malını alsan verirsin. Hadi hürriyetini ver bakalım. Ama Batı’da öyle bir şey yok. Batı hapse de atar… Bizde ne olur? Kaçmasından korkulan suçlular yargı anına kadar tutuklu kalır. O da çoğunlukla kefaretle serbest bırakılır. Birisi kefil olur ve serbest bırakılır. Mahkemeye gidip bakıyorsunuz. Bir günde hâkimin önünde dünya kadar dosya var. İstanbul Müftülüğüne gidin. İstanbul Mahkemesinin bir yıllık çalışmasının defterini görün. Ceza davası, hukuk davası, o da yetmez. Onlar aynı zamanda tapu işlemleri de yapıyorlardı. O da yetmez vakıfların kontrolü vardı. Bugün ki camilerin görevlileri ile ilgili şeylerde onlardaydı. Diyanet falan çok sonra kuruldu. Batı’yı taklit edilerek kuruldu. Yani siz Şeyhülislamlığı Diyanet ile karşılaştırmayın. Onun durumu farklıdır. Bütün bunlara rağmen İstanbul Mahkemesinin bir yıllık çalışmasının toplamını alın cebinize koyun. Cübbe giyin cebinizde olduğu anlaşılmaz. Bir yıllık çalışma… Ama mahkemeye gidiyorsunuz, mahkemenin bir günlük çalışması masayı dolduruyor. O hâkim ne yapsın orada? Nasıl okuyacak o kadar şeyi? Onlara da çok büyük bir sıkıntıdır. Ben eskiden bilirkişilik yapmaya gidiyordum. Bir çuval evrak getiriyorlardı. İnşallah kendimize geliriz de bütün dünyaya örnek oluruz. Bütün dünyaya örnek olma mecburiyetimiz var. Biz burada mecburen geleneğe de atıfta bulunmak istiyoruz. Çünkü nasıl bir yapı içerisinde olduğumuzu göstermek için… Görüyorsunuz ki Kuranı Kerimin çok açık ifadelerine rağmen farklı bir yapı oluşturuluyor. Ama şunu da atlamamak lazım. Bakara 178 ve 179. Ayetlerdeki kısas gelenekte aynen vardır. Orada aynen olduğu için de başkalarıyla kıyaslanamaz. O kadar da güzeldir. O kadar da etkilidir. O kadar da insanları suç işlemeye karşı engelleyicidir. Onun canı benim canıma denktir dersem ben o adamı öldüremem ki… Çünkü bana göre benim canımdan daha değerlisi yoktur. Ama Kuranı Kerime göre karşı tarafın canı senin canınla aynı dengede olduğuna göre sen artık karşı tarafın canına kast edemezsin. Bir de tüm toplum bu konuda duyarlı… Ayrıca herkesin elinde de silah var. Bugün mesela Amerika’da silah yasağı yok. Sebebi nedir? Osmanlı. Bugün dünyada Osmanlı’yı en çok taklit eden Amerika’dır. Çünkü eskiden bize en fazla araştırma yapmaya Amerikalılar gelirdi. Üniversitelerin bu konudaki bölümlerinden gelenlerle çok fazlaca konuşmalarımız olurdu. Yani yıllarca yirmi küsür sene… Osmanlıyı en fazla taklit etmek isteyen onlardı. Kısa bir hatıramı da size anlatayım. Doktor 55:07 sn. anlaşılmıyor. vardı. Osmanlı tarihçisi çok meşhur bir adamdır. Kışın kalorifer yok. Yanımda çalışıyor. Benim odamda soba var. Bir tane defteri aldı, çok şaşırdığını belli eden hareketler yapıyor. Yerinde duramıyor. Hayırdır dedim. Osmanlı basitte mükemmelliği yakalamış bir devlet dedi. Bu ne böyle dedi. Bakıyorsun çok basit bir şey, böyle şey mi olur diyorsun. Bir de bakıyorsun, arkasında öyle mükemmel bir sistem var ki… Perşembe pazarında bir hanın tamiri var. Ustayı çağırmışlar. Anlaşmışlar. Tamam, yap demişler. Ama tamirin kontrolü için Perşembe pazarının büyük esnafından on bir kişiyi görevlendirmişler. Bu adam buradan hiç malzeme çalabilir mi? Buna hiç fazla bir para isteyebilir mi? Bu adam vaktinin dışında yapabilir mi? Bu nasıl bir şey dedi. Peki, niye hep siz geliyorsunuz dedim. Türkiye’de ben hep Amerikalıları görüyorum, başka kimseyi göremiyorum dedim. Avrupa’dan pek yok. Sana bir gerçeği söyleyeyim dedi. Yazılı tarihin bildiği en büyük devlet Osmanlı Devletidir dedi. Biz Amerikalılar olarak bu büyüklüğün sırrını araştırıyoruz dedi. Ben on bir yıldır nerde Osmanlı Arşivi varsa orada çalışıyorum dedi. Pek, ne buldunuz dedim. Ben şu ana kadar bulduğum Osmanlı’nın şaşmaz adaletidir dedi. Sen Müslüman mısın, kâfir misin, yerli misin, yabancı mısın, Osmanlı hiç bakmaz. Adildir dedi. On bir senedir bir zulüm yaptığına dair bir belge bulamadım ki bir toplantı da Osmanlılar şunu yapmıştır diye göstereyim dedi. Bir tane Şam’da buldum, sevindim dedi. Bir de baktım ki onu da bizimkiler yapmış dedi. Onun için gerçekten yargı konusu çok güzeldir. İnşallah bunlardan istifade ederiz.