Euzubillahiminişşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim Elhamdulillahirabbilalemin velakibetilmuttakin vessalatüvesselamu alaresulüne muhammedin vela alihi vesahbihi ecmain Bugün müslümanların Kuran’dan nasıl kaçtığına dair ayetleri okuyacağız. Müslümanlar dediğimiz zaman tabi iki türlü müslüman var; birisi konu ile ilgili ayetleri bilen, diğeri de bilmeyen. Konu ile ilgili ayetleri bilemeyenlere Allah-u Teala ümmi diyor. Mesela ehli kitapla ilgili olarak şöyle diyor; Bakara Suresi 78. ayette; “veminhum ümmiyyune laya’lemunel kitabe- Ehli kitabın bir kısmı ümmidir o kitabı bilmez” yani Tevrat’ta ne olduğunu bilmez. Bugünde biliyorsunuz müslümanlar içerisinde Kuran’da ne olduğunu bilmeyenler oldukça çok. “illa emaniyye- bir kısım kurguları bilir” o kurgular da çocuklukta bize öğretilendir ve bizim ulemamız Kur’an-ı Kerim’e kesin olarak uyar, Resulullah (sav)in söz ve uygulamalarını kesin olarak uygular, Kuran’da ve Resulullah’ın sözlerinde her şey yoktur, bir kısım konularda icma yapılmıştır, bir kısım konularda Kur’an’a ve Resulullah’ın sözlerine kıyasla hükümlendirilmiştir. Dolayısıyla bizim ulemamız dinle ilgili her konuyu mutlaka Allah’ın kitabına uygun bir şekilde halletmiştir. Biz bunu böyle ezberliyor ve böyle zannediyorduk; öyle olmadığını anlayıncaya kadar. İşte bizim önceki halimiz ümmiler grubuna girmemizi gerektiriyor. Yani siz bir konuyu çok iyi bildiğiniz zannediyorsunuz ama o konu ile ilgili ayetleri bilmediğiniz için siz ümmi oluyorsunuz; ümmi yani anasında doğduktan sonra belli konularla ilgili bir şey öğrenmemiş demek. Dikkat ederseniz insanların hepsi cahildir -ümmiye cahil diyelim- insanların hepsi cahildir ama cahil oldukları konular farklıdır. En alim dediğimiz belli konuların alimdir değil mi; onun dışındaki konuların nesidir; cahilidir. Dolayısı ile yeryüzünde cahil olmayan tek kimse yoktur. Cahil olmayan bir tek Allah-u Teala. Ondan sonra bir başka cümle daha söyleyelim; herkes alimdir -tam zıddı- ama bildiği konular farklıdır. Mesela köyde çobanlık yapan kimse çobanlığın alimidir. Ben çocukken bir gün çobanlığa gittim, öyle sıraylaymış, bütün koyunları kaybettim iki tane ile geldim. Benden sonra koyunlar Allah’tan ki kendileri geldiler. Hayatımda ilk ve son bir daha da olmadı, zaten şehirde yaşayan birisiyim, o konuyla ilgili hiçbir şey bilmiyorum. Herkesin kendine göre bildiği konular var, bilmediği konular var. Bir kimse din konusunda alimse o kişi mutlaka kendisiyle ilgili, bildiği konularla ilgili ayetleri bilmek zorundadır ama maalesef bizim geleneğimizde böyle bir şey yoktur. Şii ve Sünni bütün mezheplerde Kuran, Resulullah’ın uygulaması çok gerilerde kalır, başka şeyler dinin yerine geçmiştir ama insanlara bu insanların Kuran’a ve Resulullah’ın uygulamasına uyduğu şeklinde bir algı yanıltması verilerek, ezberlettirilerek -üniversitede profesörlük yapan kişi bile kitap yazdığı sahada ayetleri bilmez, doktora yapar o konuda kitap yazar ama o konudaki ayetleri bilmez, en ilginç olanı da Kuran’ı tefsire edenlerin çoğusu Kuran’ı bilmez-. Onu biraz sonra göreceğiz bilmediklerini. Dolayısıyla bu sahada çok ciddi bir algı yönetimi yapılmıştır, Yahudiler yapmışlar, Hıristiyanlar yapmışlar ve Müslümanlar da yapmışlardır. Bizdeki durumda aynı. Diyor ki Allah-u Teala 78. ayette, Bakara Suresi “veminhum ummiyyune laya’lemunel kitabe- Bir kısmı ümmidir o kitabı bilmezler” yani Tevrat’ı bilmezler, bizdekiler bilmezler. “illaemaniyyebildikleri bir takım kurgulardır” nedir o kurgu; çocukluktan beridir ezberlettiğimiz bizim ulema Kur’an’a ve Resulullah’ın uygulamasına muhalif hiçbir şey yapmaz. “ve inhum illa yazınnun- bunlar sadece zan peşinde -tahmim-” kesin bilgi yok, nerden biliyorsun deseniz; sizin ulemanızın bu konuda yanlış iş yapmadığını nerden biliyorsunuz deseniz; olur mu öyle şey onlar büyük alimler, nerden biliyorsunuz sözü de duygusal cevaptır, ilmi cevap değildir, onun için zan içerisindeler. Geçen hafta okuduğumuz ayeti kerime var; Nisa Suresi 59. ayeti bu açıdan okuyalım hep beraber. Diyor ki Allah-u Teala “Ya Eyyuhellezine amenu atiullahe ve atiurresul- Müminler Allah’a ve Resul’e itaat et.” Bu ayete tefsirlere bakarsanız şöyle anlam verilir; Allah’a itaat edin ve Resul’e; Resul’e dediğimiz zaman tabi Peygambere deniyor orada, derler ki; Allah’a itaat etmek Kuran-ı Kerime uymaktır, Resule itaat etmek de sünnete uymaktır, tefsirlerde böyle derler. Sünnete uymak dendiği zaman da Kuran-ı Kerim’in yanında ikinci bir vahiy ortaya konmak zorunda kalınıyor. Ondan sonra konu çatallanıyor. Zaten her derste anlatıyoruz hikmet kaybolduğu içinde Resulullah’ın sözlerinin kuranla bağlantısı bilinemiyor. Sanki iki ayrı şeymiş gibi söyleniyor. Çocuklukta bize böyle öğrettiler üniversite okurken de böyle öğrettiler, Allaha itaat kuranı kerime uymak Resulullah’a itaat sünnetine uymaktır diye. Sünnet kelimesi onların anladığı manada ne Kuran-ı Kerim’de ne Resulullah’ın sözlerinde geçer. Sünnet; Allah’ın elçi gönderdiği toplumlarda uyguladığı kanundur. İnsanların sözlerinde de, Arapların sözlerinde de yol, üslup, yöntem olarak kabul edeceğimiz şeydir. Ben şimdi size bir soru sorayım cevabını siz verin; “atiullahe-Allah’a itaat edin” ne demek acaba Allah’a itaat edin. İnsanlar elçi olmadan Allah’ın kendilerinde ne istediğini bilebilirler mi? Peki Allah’a itaat nasıl oluyor? Bakın bu Nisa Suresinin 80. ayetini açın burada diyor ki Allah “men yutiarresule fekat etaallah- Kim resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur” o zaman Allah’a itaat neymiş; Resule itaatmiş değil mi; o zaman “atiullahe” ne demek “Allah’a itaat edin” ne demektir; Resule itaat edin demektir değil mi? Çünkü resul nedir; elçidir, kimin sözünü söylüyor; Allah’ın Resulü Allah’ın sözünü söylüyor. Allah’ın sözünü söylediğine göre itaat resule midir; Allah’a mı? Kendi sözü değil ki zaten, Allah da böyle söylüyor diyor ki “men yutiarresule fekat etaallah- Resule itaat eden Allah’a itaat eder”. Şimdi burada şu sorunun cevabına ihtiyaç yok mu; “Allah’a itaat edin” tamam da Ya Rabbi nasıl? Allah bize bırakmaz onu değil mi; her şeyi açıklar, biz açıklamaya kalktığımız zaman yanlış anlam veriyoruz. Tefsirciler hep öyle yapıyor, dolayısı ile bu gün insanlar da ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Biliyorsunuz iki hafta önce Diyanet İşleri Başkanlığı Allah’ın Peygamberi kelimesini kullanıyor, Peygamberimiz de helal-haram koyar, deyince karma karışık bir durum ortaya çıktı. Bu melallere ve mevcut tefsirlere bakan kişiler Diyanet’in o hutbesindeki anlamı dışında bir anlam bulamaz. Çünkü bu meal tefsirler o ulema tarafından yapılmıştır. Her zaman tekrarladığımız ayetler vardır Hud suresinin 1 ve 2. Ayetleri, neydi; Kuran-ı Kerim’i kim açıklardı; Allah açıklar. Başkasının açıklamasına ne diyordu Allah; kendini Allah’ın yerine koymak, diyordu. Tekrar kısaca okuyalım, diyor ki Allah “Elif Lam Ra Kitabun uhkimet ayatuhu – bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış; summe fussilet-sonra ayrıntılı olarak açıklanmıştır; milledun hakimin habir- Hakim ve Habir tarafından ayrıntılı olarak açıklanmıştır; ella ta’budu illallah- Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye”. Bunu her defasında aklımızda tutmamız lazım çünkü müslümanların en büyük yanlışı budur. Kuran-ı ulemanın açıklaması, Kuran’ı ulema açıkladığı zaman o Hud suresinin ayetlerine göre kendini Allah yerine koymuş oluyor. Resulullah dahil hiç kimsenin Kuran’ı açıklama yetkisi yoktur. Ama bakıyorsunuz ki ulema hiç; mesela Hud suresinin ilk ayetlerine bakın, o ayetlere de doğru dürüst meal vereni bulamazsınız kolay kolay. Çok nadiren doğru meal veren var. Örnek olması bakımından Diyanet Vakfının mealini bir okusun bakalım. “Elif Lam Ra Bu sana indirilen Hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış sonra da açıklanmış bir kitaptır.” Demek ki ayetleri çürükmüş sağlamlaştırılmış. Ne demek; ayetleri sağlamlaştırılmış sonra da açıklanmış dendiği zamanda herhalde bu ayetleri başka bir kitapta açıklaması gerekir değil mi? “De ki bu kitap Allah’tan başkasına ibadet etmemeniz için indirildi.” Ayetlerin arasındaki ilişkileri tamamen kopardı, iki ayeti de anlamsız hale getirdiler ve bunun adı da Dinayet Vakfının tefsiri, Türkiye’nin de en önde gelen hocalarının hazırladığı tefsir. Bu onların hatası değil; açın büyük tefsir kitaplarını aynısını onlarda da görürsünüz. Arapçalarda da görürüsünüz. Bakın Allah’ın açıklaması ile hareket ettiğiniz zaman ne oluyor? Geçen hafta okuduğumuz Nisa Suresinin 59.a yetinde Cenabı Hak “yaeyyuhellezine amenu etıullah-müminler Allah’a itaat edin” tamam da nasıl, şüphesiz başüstüne de nasıl? İşte o nasılın cevabını Cenabı Hak yine aynı surenin 80. ayetinde veriyor “men yutıerresule fekat eta allah- kim resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur” Kim bu Resule, Allah’ın elçisine -Er-Resul; Elif lamlı Resul, Elif lamlı Resulu muzaf sayarsak; Arapça bilenler için söylüyorum- “men yuti’resul fekat etaallah” olur “Allahın elçisine itaat eden Allah’a itaat etmiş olur” çünkü elçi kendi sözünü söylemez, kendisini elçi olarak gönderenin sözünü söyler. Kendi sözünü söylerse o zaman elçi olmaktan çıkar. O zaman elçi kendini gönderenin yani Allah’ın sözünü söylediğine göre Allah’a itaat nedir; elçiye itaattir; “men yutierresule fekat etaa allah”. Öyle ise bu suredeki “yaeyyuhellezine amenu etıullah ve etıurresul” deki ikinci etıu ne olur; şöyle bakın; “etıullahe”nin anlamı neydi öbür ayete göre; “Allah’a itaat edin”in anlamı neydi; Resule itaat edindi, değil mi? O zaman sonra Resule itaat edin bir daha geliyor, ne demek; Arap dilinde atfı tefsir denen bir usul vardır yani bir cümleyi koyar, ikinci cümle ile onu açıklar, onu da atıf denen bir bağlaçla yapar, öbür ayete baktığımız zaman yani atıullah kelimesi Allah’a itaat etmek Resule itaat etmek olduğundan, “men yutierresule fekat etaa allah” olduğu için “kim resule itaat ederse Allah’a itaat eder”. Burada başka hiçbir seçenek yok “etıullahe veetıurresul” atfı tefsirdir yani Türkçe olarak “Allah’a yani Resule itaat edin”. Çünkü biz Allah’la bizzat muhatap olup ondan emir alamadığımız için O’nun emirlerini getirene itaat edince bizzat Allah’a itaat ermiş oluruz, tamam mı? Ondan sonra “ve ulilemri minkum” geçen hafta okumuş anlatmıştık “sizden olan yetkililere”. Bir Resul vardı, bir Nebi vardı değil mi; maalesef bu iki kavram birbirine tamamen karıştırılmış. İşte muhterem müminler tefsirlere bakın burada “atıullah”a itaat edin resule; Taberi Tefsiri bile, Mukatil b. Süleyman daha eski en eskilere baktım bu gün, bir tane doğru dürüst bu ayetleri tefsir eden göremedim. Şimdi birisi kalkıp diyebilir ki o kadar büyük ulema bilmiyor da sen mi biliyorsun; hayır ben bilmiyorum, Allah’ın kitabı öyle bir kitaptır ki herhangi bir kişi (salondan müdahale) burada bilen kim ona bakacağız, bu çok önemli. Bakın burada bizim aslında yaptığımız bir şey yok; biz şunu söylüyoruz, diyoruz ki; biz bu işi bilmeyiz, ayetleri tefsir etmeye bizim yetkimiz yok, diyoruz. O yetkiyi bizim elimizden alan kim; Allah. Allah aldığı için bize düşen nedir; ona teslim olmak değil mi? Başka bir yetkimiz var mı? O zaman “atiullah” diyorsa “Allah’a itaat edin” diyorsa o zaman Ya Rabbi biz sana nasıl itaat ederiz; onu da bir başka ayette açıkladığını söylüyor ya “kitabun uhkimet ayatuhu sümme fussilet” sonra açıklamıştır, o zaman bu ayeti açıklayan ayete bakalım diyoruz; baktığımız zaman yani alim olmaya gerek yok; bir çocuğa da söylesen “Allah’a itaat edin” tamam itaat edeyim ama nasıl; demez mi çocuk. Allah da o zaman ne diyor “kim bu Resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur” ha! Demek ki resul, resul bir elçidir zaten, elçi Türkçemizde bir söz vardır “elçiye zeval olmaz” niye çünkü elçi kendi sözünü söylemez ki kendisine emanet edilen sözü söyler. Dolayısı ile o sözün sorumlusu kendisi değildir, kendini o sözle gönderen kişi ya da makamdır. Bunu yaptığımız zaman “kim resule itaat ederse Allah’a itaat eder” sözü kümün sözü; Allah’ın sözü, öyleyse Arapçada da atfı tefsir diye bir kural olduğunu kimse inkar edemez, bu herkesin basit Arapçayı bilen bir kişinin de bilmesi gereken bir husustur, yani bir cümle ondan sonra gelen bir cümleyle yada kelime, kelime ile açıklanabilir duruma göre. Şimdi Allah-u Teala o zaman bunu bu ayetin içinde açıklamış oluyor, nedir bu atfı tefsir “ya eyyuhelleizne amenu etıullah-müminler Allah’a itaat edin; ve atıurresule – yani Resule itaat edin” çünkü siz Allah’ın ne emrettiğini Resul olmadan bilemezsiniz. Buradaki manaya bir bakın bir de tefsirlerde yer alan Allah’a itaat etmek Kur’an’a itaat etmektir, Resule itaat etmek de sünnete itaat etmektir. Peki Resul sünnete itaat etmekse acaba bunun bir haklılık payı var mıdır, soracaksınız, mecburen soracaksınız; acaba bu adamlar haklı olabilir mi; Allah’a itaat etmek Kur’an’a, Resule itaat etmek de sünnete mi acaba geleneksel manada. Bu sorunun cevabını da Cenabı Allah vermiş bizim cevap ermeye hakkımız yok. Mesela Maide suresinin 67. ayetini açarsanız diyor ki Allah-u Teala “Ya eyyuherresul- Ey Resul (yani Muhammed (sav)e söylüyor) belliğ ma ünzile ileyke min rabbikRabbinden sana indirilen neyse tebliğ et” tebliğ karşı taraf açık, net, hiç kuşku duymadan anlayacağı şekilde onlara anlat. “ve inlemtefal-bunu yapmazsan (karşı tarafında anlayacağı şekilde sözü karşı tarafa ulaştırmazsan) fema bellağte risaletehu- Allah’ın sana verdiği elçilik görevini yapmış olmazsın.” niye git bunu onlara anlat diyor değil mi, gidip anlatmazsan vazifeni yapmış olmazsın değil mi. ondan sona devam ediyor, sadece iş burada kalmıyor. Bu görevi yaparken evet Allah’ın emirlerini insanlara anlatıyorsunuz ama insanlar da pek istemiyorlar bazı kimseleri de öldürmüşlerdir yani bir çok nebiyi öldürmüşlerdir bir çok resule karşı çıkmışlardır değil mi; doğruları emreden insanları öldürmüşlerdir tarih boyunca. Burada Allah Muhammed (sav)e bir garanti veriyor “vallahu yasimuke minennas- Allah seni insanlardan koruyacaktır.” İnsanlardan koruyacaktır dendiğine göre bir parantez açmış olayım; Resulullah (sav)e Yahudilerin zehirli eti yedirmeleri mümkün mü? Allah koruyacağına göre Allah sözünden caymış olur, değil mi? Bakın neler yapılıyor, ne oyunlar oynanıyor. “İnnallahe la yehdil kavmel kafirin- Allah kafirler topluluğunu yola getirmez.” Yani nedir; Sen risaleti tebliğ ediyorsun adam görmezlikten geliyor, kafir örten biliyorsunuz, Allah’ın ayetini söylüyorsunuz, o örtüyor. Mesela bu kadar açık ve net değil mi ayetler ama insanların hesabına gelmediği zaman bakıyorsunuz ki hemen başka tarafa gitmiş, işte bir şey oluşuyor; Allah bir şey söylüyor resulü, resul olmaktan çıkıyor ortağına dönüşüyor, bir şey söylüyor. İkisinin sözleri arasında çelişki oluyor, bu çelişkilerden acaba hangisini alıp hangisini bırakalım; yok Kuran sünneti nesheder mi; sünnet Kuranı nesheder mi, saçma sapan şeylerle kitaplar doludur ağzına kadar. “İnnallahe la yehdil kavmel kafirinAllah kafirler topluluğuna yol göstermez.” Bak ben ayetler topluluğunda bunları açıklıyorum siz görmüyorsunuz ey alimler. Nedir yani; ümmilere bir şey yok tamam bilmiyorlar “veminhum ummiyyune la yalemune kitap- içlerinde bazıları ümmidir kitabı bilmez; illa emaniyye; bazı kurgular” (Bakara 78) bizim ulema Kuran’a aykırı iş yapmaz, öyle şartlandırılmış ama bir de bunu bilenler var anlattığınız zaman, karşı taraf öğrendikten sonra hala bilmezlikten gelirse ne olur; ondan sonraki ayet “feveylül lillezine yektubunel kitabe bieydihim.- yazıklar olsun o kitabı kendi elleri ile yazıp da; summe yekulune haza min indillahi liyeşterune bihi semenen kalila- az bir ücret almak için” yani ne yapıyorlar; kitap yazıyorlar az bir ücret, bir dünyalık almak için, bir itibar almak için, bir gülücük almak için karşı tarafın arzusuna uygun konuşuluyor. “feveylüllehum mimma ketebet eydihim- yazdıklarından dolayı veyl, yazıklar olsun onlara; veveylüllehum mimma yeksibunkazandıklarından dolayı yazıklar olsun onlara”. Yani asıl suçlu bilerek bunu yapanlardır çünkü bilerek yapanlar arkalarından milyonları saptırıyorlar. Yine sık sık söylediğiniz sözlerden birisi de şu; bir kuyuya bir deli bir taş atarsa ne olur; kırk akıllı çıkaramaz ama taşı o kuyuya bir akıllı atmışsa kırk milyar akıllı o taşın farkına bile varamaz. Delinin attığı taşın farkına varır çıkarırsın hatta insanlar tartışır bu taş burada olmalıdır dersiniz asıl suyun geleceği yeri de kapatmış olursunuz. Öyle usturuplu atar ki o taşı oraya işte ulemanın yaptığı yanlışı hiç kimse yapamaz. Ondan dolayı Allah-u Teala diyor “yazılar olsun onlara; yaptıklarından dolayı çekecekleri var, kazandıklarından dolayı çekecekleri var”. Maide’ye devam edelim diyor ki Allah-u Teala “kul yaehlel kitap- Ya Muhammed (sav) ehli kitaba şunu söyle (ellerine Tevrat, İncil olanlara)”. Daha önce anlatmıştık iki türlü Tevrat var; birisi yazılı Tevrat, birisi Sözlü Tevrat; onlar sözlü Tevrat’ı din diye uyduruyorlar, yazılı Tevrat’la sadece ibadet yapıyorlar. Birisi vahyi metluv oluyor yazılı Tevrat, sözlü Tevrat da vahyi gayri metluv oluyor, bu onların Yahudilerin ifadesi ama sözlü Tevrat daha sonra oluşmuş olan Tevrat’tır, oluşturulan dindir. Yazılı Tevrat indirilendir; gerçi onun içine de bir sürü şeyler yerleştirmişlerdir de. Şimdi Allah ne diyor onlara “Deki ey ehli kitap Tevrat’ı yerine getirmedikçe (Allah’ın indirdiği Tevratı) ayakta tutmadıkça, onun hükümlerine uymadıkça; ve incile-İncil’e uymadıkça, Tevrat’a ve İncile uymadıkça (başka) vemaünzile ileyke min rabbikum- Rabbinizden size indirilene uymadıkça” o zaman indirileni tebliğ et emri bu Kuran’dan başka bir şey olur mu? Bakın Tevrat dedi, İncil dedi ve size indirilen ne olur; Kuran’dan başka bir şey olur mu; olmaz. Öyle ise sünnete yanlış mana vermenin anlamı yok. Tekrar ediyorum; hikmet elbette vardır ama hikmet kaybolmuştur. Müslümanlar hikmeti kaybettikleri için her şeyi kaybetmişlerdir. Problem çözme yeteneklerini kaybetmiş, problem üretmeye başlamışlardır. Müslümanlar derken ulemayı kastediyorum. “veleyezidenne kesiran minhum ma ünzile ileyke mirrabike tuğyanen ve kufra- Rabbinden sana indirlen var ya onların çoğusunun taşkınlığını ve kafirliğini artıracaktır; fela te’se ala kavmil kafirin- o kafirler topluluğundan dolayı üzülme cezalarını çeksinler”. Bu günlerde tartışılan çok önemli bir konudur –tekrar ediyorum bunu iyice zihninize yerleştirinAllah’ın ayeti ile Resule itaat neymiş; Allah’a itaatmiş, Allah’a itaat dediği zaman bunu Resule itaat olarak anlamamız lazım, Cenabı Hakkın ayeti. O zaman Allah’a itaat edin kitap, Resule itaat sünnet, ondan sonra da sünnet de gayri metluvdur diyerek bir algı yanıltması yapmak –geçen bir hoca bir talebeye anlattıklarını söylüyor; öyle usturuplu bir şekilde algı yönetimi yapıyor ki eminim kendisi de bilmiyor bu işi, bak Allah Resulüne de itaat edin demiş, Resulullah helal haram koymaz mı? Ayrı bir kaynak, öyle usturuplu bir şekilde konuşuyor ki-. Şimdi esas konumuza geliyoruz: diyor ki Allah-u Teala burada “elemtera ilellezine yezumune ennehum amenu bima unzile ileyk (burada açıkça söylüyor Allah ama algı yanıltması yapanlar saf zihinleri çok rahat bir şekilde kandırdıkları için bu kadar uzatmak zorunda kaldım girişi)-şu kişilere bakmadın mı; şunların durumunu bir düşünsene, zannediyorlar ki sana indirilene senden önceki indirilene inanmışlar” Şunu da hiç unutmayın kendini mümin saymayan hiç kimse yoktur ama müslim olmak zor, teslim olamazlar. Niye; diyelim ki masada su var, kaldırdım gösterdim size, gördünüz ben burada sakladım görebiliyor musunuz suyu; göremiyorsunuz değil mi. Küfür neydi; örtmekti ben suyu sakladığımda siz göremediğiniz zaman benden birisi su istese yoktur derim, hakikaten de görünmüyor yoktur; şimdi karşı taraf göre yoktur bana göre de mi yok? Var. İşte kafirler kendilerindeki imanı örttükleri için kendilerinde o imanın olduğunu düşünüyorlar. Karşı taraf görmüyor ama ben biliyorum. Onun için bazı kafirler şöyle derler; Allah benim kalbimi biliyor, herkesin inancı kendine. Doğru Allah elbette biliyor sende iman var da üstünü örttün kerata, onun için bunlar kendilerini mümin kabul ederler ama müslim kabul etmezler. Müslim ne demek; teslim olan. Tamam biliyoruz yapmamız gerekiyor ama konjoktür müsait değil, beyefendi o konjoktür hiçbir zaman müsait olmaz, konjoktür dediğin şey müsait olsa imtihan olmaz. Şartlar müsait olmaz, sen her şeye rağmen Allah’ın emrine uyacaksın ki müslim olasın ama işte senin bildiğin gibi değil ben bir tek şeyi bilirim; ben Müslümanım diyen Allah’ın emrine teslim olur, başka bir şey bilmiyorum. “elemtera ilellezine yezumune ennehum amenu bima unzile ileyk – kendilerini sana indirilene inanmış zannedenleri görmedin mi; vema unizle min kablik-senden ince indirilmiş olanlara da inanmış olduğunu düşünüyorlar” konuştuğu zaman amenna biz Kuran’a da inanırız, Tevrat’a da inanırız amenna; peki gelin şu problemi Kuran-ı Kerim’e göre çözelim dediğiniz zaman “yuridune en yetehakemu ilettağut- tağuta muhakeme olmak isterler” yani çözüm, tamam da uluslararası kriterler, Avrupa kriterleri, evrensel bir takım şeyler artık başlar saçmalamaya. Yani Allah’ın koyduğu kurallar uluslararası değil öyle mi, kainatı yaratanın kuralları evrensel olmayacak da falancanın filancanınki olacak öyle mi; o zaman kusura bakma, sen Allah’a inanmıyorsun, güvenmiyorsun, onun için münafık diyor Allah. “Vekad ümiru en yekfuru bih- Halbuki kendilerine tağutu inkar etmeleri emredilmiştir”. Tağut ne demek; tağut taşkınlık yapan demek, kabından taşan demek, bardaktaki suyu taşırdığımız zaman bunun içerisi susuz kalır mı? İçinde yine su olur ama taşar ama tağutun kendisi içindeki suya bakarak ben müminim der. Ama esas taşan kısma bakacaksın ne oluyor; Allah’ın emirlerinin dışına çıkıyorsun ama “yuridune en yetehakemu ilettağut vekat ümiru en yekfuru bihtaşkınlık eden sınırları aşan kişilerin huzurlarında yargılanmak isterler onların kriterlerin uymak isterler, halbuki onlar kabul etmemeleri kendilerine emredilmiştir; veyuriduşşeytan (şeytan da boş durur mu orada, şeytan da hemen devreye girer yada o tağut, tağuta da şeytan denir) o şeytan da/tağut da şunu ister; en yudillehum delalen baida-bunları pek derin bir şekilde saptırmak ister”. Bu yeni bir olay değil eskiden beri böyledir; aklıma faizle ilgili uygulamalar geliyor. Onu da Allah nasip ederse Kitap ve Hikmet dergisinin bu önümüzdeki sayısı faizle alakalı olacak, oraya da arkadaşlar benden bir makale istediler, onu isteyince bu defa İstanbul Müftülüğüne girdiğim günden bu güne kadar ekonomi konusunda yaptığımız çalışmalar aklıma geldi. Cenab-ı Hakka çok şükürler olsun o zaman bu konular bilinmiyordu, ekonomi konuları bilinmiyordu. Çok şükür ben ticaret ve sanayinin içinde büyüyen bir kişi olarak zaten bunları biliyordum. İlkokul 5. Sınıftayken bile babam bir yere gittiği zaman işçilerin başında ben kalır, işçileri yönetirdim. O işlerin içerisinde büyüdüğümüz için ekonominin nasıl yürüdüğünü gayet iyi yakından takip ediyorduk. Dolayısı ile ekonomi ile ilgili kitaplarda gördüğümüz şeyler dikkatimizi çekiyordu. 1976 İstanbul Müftülüğüne geldik, enflasyon çok yüksek, millete fetva veriyorlar %20 den fazla kar edemezsin, baktım ben bilmiyor muyum bu işleri acaba dedim. Bu müftülükte yanlış fetva olmaz herhalde, koskoca İstanbul Müftülüğü yanlış fetva olur mu? Kitaplara baktık; kar haddi diye bir şey olur mu? Piyasa kendi şartları ile oluşur. O konularda bir iki müdahaleden sonra fetvayı bize bırakınca fetva verdik, adımız ilk önce faizciye çıktı. Hiç unutmadığım bir şey var; Tahtakale’de birisi günaha girmemek için mesela yüz liraya alıyor yüz yirmi liraya sattıktan sonra ikinci malı ikiyüz liraya alıyor, adam iflas etmiş; dükkanının kapısına bir tane tezgah, dükkanı bitmiş. Kardeşim kaç liradan satıyorsan sat, piyasa neyse o fiyattan sat deyince adam rahatladı. Şuana kadar ekonomi konusunda sayısız toplantılar yaptık, şu ortaya çıktı; üzülerek şunu gördüm; bizim dört mezhebin dördü de faizi tarif bile edememişlerdir. Neden; çünkü hiçbirisi Kuran-ı Kerim’e dayanmamıştır. Görüyor musunuz ayeti kerimeyi, hiçbirisi Resulullah’ın faizi tarif eden açık hadislerini almamıştır. Öyle saçma bir sistem oluşturmuşlardı ki –bunu bizim ticaret ve faiz kitabında görürsünüz, yıllar önce onu ciddi anlamda tenkit etmiştim- bu gün ben bu mezheplerin tamamına uyan, tamamının asla faiz değildir diyeceği bir yöntemle dünyanın en rahat çalışan faizli bankasını kurarım. Çok rahat bir şekilde, hiçbir mezhep buna faiz diyemez ama aklı başında hiç kimse de faizsiz diyemez. İşte bu yapının bu gün Türkiye’yi ne hale getirdiğini de görüyorsunuz. Şimdi bu insanlara Kuran-ı Kerim’e gelin dendiği zaman –bunu sürekli söylüyoruz, siz de farkındasınız- biz bunu söyledikçe millet fersah fersah kaçıyor. Kendilerini dindar göstererek kaçıyorlar başka şekilde değil. İlk günden itibaren Devletin her kademesi ile irtibattaydık fetva kurulu başkanı oldun mu herkes adam yerine koyuyor. 2005’ten beri kimse adam yerine koymuyor. Faize fetva vermedik ya ama o zamana kadar herkes, her konuda değer verirlerdi. O konuda çok fazla şeyim var da hatıralarımı anlatsam hoş olmaz, vazgeçtim. Diyor ki Allah-u Teala “elemtera ilellezine yezumume ennehum amenu bima unzile ileyk – Sana indirilene inandığını zannedenleri görmedin mi?; vema unzile min kablik- senden önce indirilene; yuridune en yetehakem ilettağut- istiyorlar ki o tağuta muhakeme olsunlar (tağut ne demek; taşkınlık yapan yani sınırı aşan demektir)”. Bu konuda bir tane hatıramı anlatayım da büsbütün hatırasız kalmayın: 1985 Türkiye’de ilk defa finans kurumları kurulmuş ilk defa bir toplantı yapılıyor. Geciken alacakların tahsilinde sıkıntı oluyor insanlar bankaların borçlarını ödüyor finans kurumlarınınkileri ödemiyorlar nasıl olsa faiz yok diye; onlar da sıkıntıya giriyorlar. 85 de taksimde bir otelde toplantı oldu, toplantıda Türkiye’den ben varım diğerlerinin hepsi Arap, üç gün boyunca sürdü ağzımı açmadım çünkü hayatımda ilk defa Arapça konuşulan bir toplantıya katılmışım, biz Arapçayı sadece okumak için öğrenmişiz konuşmak için değil ki; üç gün sonra oturduk fetva heyeti olarak karar vereceğiz. Mustafa Ahmet Ez-Zerka –sınırı aşanlar dediği zaman hep başkaları zannediliyor değilArap dünyasında otoritesi tartışılmayan bir kişidir, vefat ederek gitti inşallah tövbe ederek vefat etmiştir, üç gün boyunca konuştuğu neydi biliyor musunuz; gecikme cezası adı altında gecikme faizi alınmasına fetva veriyor, bir tane ayet yok konuşmasında, bir tane hadis yok, şafi mezhebinin bir görüşünü alıyor Şafi ve Hanbeli mezheplerinin; o da gasp edilmiş olan kiraya verilebilecek bir malın gasp süresi içerisinde emsal kirasının alınması ile ilgili bir görüşleri var; diyelim ki adam sizin arabanızı gasp etmiş bir ay kullanmış getirmiş bir aylık kirasını alabilirsiniz ama diyor ki eğer faize konu olacak mallarsa; arpa, buğday, hurma, tuz, altın, gümüş, para falan, bunlar gasp edilirse bunlardan dolayı bir şey alınmaz, alınırsa faiz olur, bu iki mezhebin görüşü bu. Mustafa Ez-Zerka tutuyor bu mezhebin bu iş para ile olursa faiz olur kısmını hiç görmüyor, o parayı bir evin gasp edilmesi gibi düşünüyor -bu tuğyan değil mi, tağutluk değil mi, bu sınır aşmak değil mi- sanki parayı geciktiren kişi bir evde oturmuş gibi sayıyor, emsal kira gibi ki bu bankanın o süre içerisinde aldığı kar oranı kadar buna ceza uygulanır, diyor. Bu tam kabul görmüştü, ben itiraz ettim, en son bana sordu ben de itiraz ettim olmaz dedim faiz olur dedim, bana dedi ki üç gündür ağzını açmadın ne oluyor böyle, gerekçe isterim, valla kusura bakma ben konuşamam, istersen yazayım, ben zaten yazılı isterim dedi, yazdım, yanında iki kişi kaldı herkes bizim görüşümüze geldi, dolayısı ile bu konu yıllarca gündeme gelmedi ne zamana kadar 2005’e kadar. O anda hepsi vazgeçti iki kişi kaldı Ez-Zerka’nın yanında dolayısı ile karar alınamadı fakat daha sonra toplantı tutanakları yayınlanırken diğerleri tekrar gelmiş ama 2005’e kadar bu karar uygulanamadı. 2005’de nasıl ki Hayrettin KARAMAN aynı konuda, aynı gerekçe ile fetvayı verdi millet dört elle sarıldı. Aynı konu, aynı gerekçe; ayet yok, hadis yok, o mezhebin görüşüne de ters ama o mezhebe mal edilen bir görüş. Burada yapılan ne; Allah’ın Allah ve Resulü ile savaş dediği en ağır haramı çiğnemek. Bakın bu gün Türkiye’de öylesine faiz borcu var ki; Türkiye’nin nüfusuna, BDDK ve Merkez Bankasından yeni aldığım hesap iki hafta önce aldığım, 1,5 trilyonu Türkiye nüfusuna bölerseniz nüfus başına ne kadar faiz var; kişi başı 21.000 lira insanlar bankalar borçlu bu ne demek hem de faizli borç, bir yıllık banka faizi bu gün Türkiye’deki bütün paraların iki katından daha fazladır. Herkesin cebindeki kasasındaki paraları toplasanız bankalara verseniz yarısını karşılamıyor. Tabi orada gördüler baktılar ki faize fetva veren var, dediler ki o da hoca sen de hoca bundan sonra sana soru sormayacağız, peki haydi Allah’a ısmarladık. “elemtera ilellezine yezumume ennehum amenu bima unzile ileyk vema unizle min kablik – görmedin mi kendilerini sana ve senden önce indirilene inanmış zanneden kişileri; yuridune enyetehakemu ilettağut- o sınırları aşan kişinin hükmüne gitmek istiyorlar (yani hiçbir delili olmadan fetva veren kişinin hükmüne gitmeye çalışıyorlar); vekat ümiru en yekfuru bih- bu tür şeyleri reddetmeleri kendilerine emredilmişti (taşkınlık yapıyor delilsiz); ve yuriduşşeytane en yudillehum delalen baida- zaten şeytan da bunları pek derin bir şekilde saptırmak ister; ve iza kıle lehum tealev ila maenzelallahu ve ilerrresul – Allah’ın indirdiğine yani Resule gelin (burada yine öyle demek zorundayız, Resulullah’ın tebliğ ettiğine gelin dediği zaman) ; raeytel münafikine yesuddune anke sududa- o münafıklar bakarsın ki seni hiç duymak istemiyorlar ( ses seda yok senden yüz çeviriyorlar) fekeyfe iza esabethum musibetin bima kaddemet eydihim- kendi elleri ile yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet gelse (ne olacak); summe cauke- sonra sana gelirler; yahlifune- yemin ederler; billahi in eradna illa ihsanen ve tevfika- vallahi bizim başta kötü bir niyetimiz yoktu sadece insanların problemlerini çözmek istedik iyilik olsun diye yaptık bunu (sadece arayı bulalım diye böyle yaptık)”. “Ulaikellezine ya’lemullahu ma fi kulubihim” onun için uzun uzun durdum orada Allah’a itaat Resule itaat “onların içlerinde ne olduğunu Allah çok iyi bilir; feağrıd anhum- sen de onlardan yüz çevir; veızhum-onlara nasihatini devam ettir; ve kul lehum fi enfusihim gavlen beliğa- onların kendi içlerine çok açık ve net bir şekilde (onun için çok açık konuşuyorum burada üstü kapalı konuştum mu? Ne diyor; bu Allah’ın emri çünkü, beliğ bir şekilde konuş tam anlasınlar hatalarını, belki vaz geçerler) onlara kendi içlerinde hiç şüphe etmeyecekleri (acaba falan demeyecekleri) şekilde bir söz söyle” meseleyi tam olarak ortaya koyacak bir söz söyle “vema erselna min resulin illa liyutaa biiznillah- her elçiyi Allah’ın izni ile itaat edilsin diye gönderdik” elçilerin görevi odur; birisi gelir de Allah’ın ayetini açık ve net bir şekilde tebliğ ederse ona itaat edeceksin, o itaat ona itaat değildir ki Allah’a itaattir. Çünkü ayete itaat edeceksiniz, o kişiye değil. “velev ennehum izzalemu enfusehum caeuk- onlar kendilerine karşı yanlış yaptıkları zaman sana gelselerdi (yani Kuran’a gelselerdi, sen çünkü Resul ya bu Resule gelselerdi, Kuran-ı Kerime gelselerdi); festağferullahe- Allah’tan bağışlanma dileselerdi; vesta’fere lehumurresul- Allah’ın Resulü de onlar için bağışlanma dilese ( Ya Rabbi Sen bunların günahlarını ört deseydi) levecedullahe tevvaberrahima- Elbetteki cenabı Hakkı Tevvab bulurlardı Allah onların tövbelerini kabul eder ve merhamet eder onlara ikramda bulunurdu; fela ve Rabbike la yuminun- hayır Rabbine yemin olsun ki onlar inanmış olmazlar; hatta yuhakkimuke- seni hakem tayin etmedikleri (seni derken hangi sıfatla burada; Resul sıfatı ile yani ayeti yani Kuranı hakem tayin etmedikçe, çünkü önceki ayette hep Resulden bahsediliyor yukarıdan beri değil mi, çünkü Resule itaat Allah’a itaat diyor ayetlerde) seni hakem tayin etmedikçe aralarındaki anlaşmazlıklarda; sümme la yecidu fi enfusihim- (şuanda mesela Muhammed (sav) olacak olsa burada ki, artık bu ayetin hükmü kalkmış demektir değil mi; kim gidecek onun yanına da onu hakem tayin edecek; ama onun Resullüğü devam ediyor yani Allah’ın kitabı, bu kitap hakem tayin edilecek) aralarında çıkan ayrılıklarda seni (yani elçi diyor yukarıda elçiyi yani kitabı) hakem tayin etmedikçe; sümme la yecidu fi enfusihim haracen mimma gadyte- senin verdiğin hükümden dolayı içlerinde en küçük bir sıkıntı duymadıkça; ve yusellimu teslima- tam olarak teslim olmadıkça (ne olur) iman etmiş olmazlar.” Demek ki böyle her hangi bir konuda Allah’ın ayeti varsa ama işte kardeşim durum şartlar… kusura bakmayın öyle bir Müslümanlık yok. Öyle diyorsun ama… tamam biz o ama diyenlerle hiçbir alakamız yok, sadece onlara doğruları anlatır bırakırız. Verdiğin hükümden dolayı; verdiği hüküm ne olur; Allah’ın ayetinin hükmü olur, değil mi; zaten kitap ve hikmet, ayrıca o zaman tam olarak teslim olurlar. Nisa Suresi 60. Ayete düşülen bir not varmış Diyanetin mealinde; “Bundan önceki ayet (59. Ayet) Müslümanların bilgi ve hüküm kaynaklarını sıralamış, sonradan kitap, sünnet, icma ve kıyas şeklinde formülleştirilen kaynakların temelini koymuş, anlaşmazlık çıkarsa çözümün bu kaynaklara başvurularak aranmasını emretmişti. (AB:Buyurun bakın ayet neyi emrediyor muş; kitap, sünnet, icma, kıyas) Buna rağmen bir münafığın hasmına Resulullah yerine Kab b. Eşref’e başvuralım demesi bu ayetin nüzulüne sebep teşkil etmiş, ayet her yer ve zamanda emsali bulunan münafıkların maskesini indirmiştir.” Burada Tevrat ile ilgili bir şey yok. Bu işte bakın en başta niye o kadar uzun konuştum, çünkü bizi de çocuklukta böyle yetiştirdiler de ondan dolayı; işte Allah’a itaat Kuran’adır, Resulullah’a itaat sünnetedir. Halbuki Allah ne diyor; kim resule itaat ederse Allah’a itaat eder, diyor değil mi; o zaman Allah’a itaat neymiş; Resule itaatmiş. Dolayısı ile Kuran-ı Kerim başka hiçbir şeye ihtiyaç bırakmaz, Resulullah (sav)in söz ve uygulamaların da tamamen Kuran’ın metni ve Kuran’dan çıkardığı hikmetlerdir. İşte o hikmetleri unuttuğunuz zaman böyle şaşkın şaşkın dolaşır durursunuz. Cenabı Hak tekrar Kuran-ı Azimüşşana yönelmemizi nasip eylesin.