Münafıklara Karşı Takınılacak Tavır 4 – Nisa Suresi 105. Ayet ve Devamı
Bugün ki dersimiz yine münafık davranışları ile alakalı. Bundan önceki derste, kurban bayramından önce Nisa Suresinin 105. Ayetini okumuş; kurban örneğini vererek Kur’an’dan ne kadar uzak olduğumuzu göstermeye çalışmıştık. Yine Nisa 105. Ayetten başlayacağız.
Allah-u Teala burada şöyle buyuruyor; “innâ enzelnâ ileykel kitâb bilhakkı-Ya Muhammed (sav) bu kitabı sana tümüyle gerçek olarak, gerçekleri içeren bir kitap olarak indirdik. li tahkume beynen nâsi… insanların arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin diye sana bu kitabı indirdik.”
Şimdi Allah-u Teala hem kitabı indiriyor hem de kitapla nasıl hükmedileceğini gösteriyor. Biliyorsunuz bir kitap vardı bir de ne vardı; hikmet vardı. İkisini birlikte indiriyordu Allah-u Teala bütün nebilere. Bakara (?)230. Ayette Cenabı-ı Hak diyor ki; “vema enzele aleykum minel kitabi velhikmeti yaizukum bih-size indirdiği kitap ve hikmetle size öğüt veriyor.” Yani hem kitapla amel ediyorsunuz hem de hikmete uygun hüküm veriyorsunuz. Hikmeti Allah önce nebilerine öğretiyor, nebileri de ümmetlerine öğretiyor. Onun için Cenab-ı Hak Ali İmran 164 de “Lekad mennallâhu alâl mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim– Alla-u Teala müminlere ikramda bulundu; içlerinden bir resul çıkardı, onlara ayetlerini okuyor ve onlara geliştiriyor; ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmete-kitabı ve hikmeti onlara öğretiyor.” Hikmeti önce kim öğretmiş Resulullah’a; Allah öğretmiş “bimâ erâkallâh-Allah’ın sana gösterdiği medtodla”. Hikmet o metodun adıdır. “Ve lâ tekun lil hâinîne hasîmâ-sakın hainlerden yana tavır alma.” Hain ne demek? Alttan alta iş çeviren kişiler aynısı Türkçemizde de var; içi başka dışı başka olan kişiler. İçi başka dışı başka olan iki türlü insan vardır; birine münafık denir, iki yüzlü yani Müslüman gözükür ama kafirdir. Biri de haindir, hainlik -tabi münafıkta da hainlik olur münafık olmayanda da hainlik olabilir, kafirde de hainlik olabilir. Hainlik;- verdiğiniz bir emanete yada verdiği bir söze aykırı davranışta bulunmak olur. Mesela size bir söz vermiştir verdiği sözü çaktırmadan yerine getirmez. Ya da bir emanet vermişsinizdir emanete hainlik etmiştir. Yani yanlış bir tavır içerisine girmiştir.
Şimdi burada Allah-u Teala “sana gösterdiği şekilde hükmet” dediğine göre hainlik onunla alakalı olmalıdır. Diyor ki Cenabı Hak; -estaizubillah- “kitâbun uhkimet âyâtuhu summe fussılet min ledun hakîmin habîr-bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış sonra Hakim ve Habir tarafından açıklanmıştır; Ellâ ta’budû illâllâh-Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye”(Hud 1-2). Şimdi birisi hainlik eder hiç alakasız ayetleri bir araya getirerek sanki bir açıklama yapıyormuş gibi davranır. Ondan önceki hafta kurbanla ilgili ayetlerin nasıl işe yaramaz hale getirildiğini –işte Kur’an’da kurban yok- şeklinde bir ittifak ortaya çıkartıldığını burada görmüştük. Ayetleri Allah-u Teala açıklarken insanlar kendileri açıklıyor; mesela Hac suresinin 36. Ayetinde “Vel budne cealnâhâ lekum min şeâirillâhi -diyor Allah-u Teala- o budne sizin için Allah’ın simgelerinden yaptık” diyor. Şimdi “budn” kelimesine büyük baş hayvan anlamı vermişlerdi. İstersen oradan bir okusana; onu önce 34. Ayeti oku Hac suresinin, mealini oku nasıl meal vermişler;
Fatih ORUM: “Biz her ümmete (kurban kesmeye uygun hayvan cinsinden) kendilere rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah’ın adını ansınlar diye kurban kesmeyi gerekli kıldık…”
Abülaziz Bayındır: Kurban kesmeye uygun bir hayvan ile ilgili bir açıklama yapmışlar mı
Fatih Orum: Kurban kesmeye uygun demiş orda…35. Ayet
Abdülaziz Bayındır: “Ve li kulli ummetin cealnâ menseken li yezkurûsmallâhi alâ mâ razakahum min behîmetil en’âm-Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği behimetil en’am üzerine Allah’ın adını ansınlar.” ‘behimetil en’am’a ne mana vermiş oluyor; kurban kesmeye uygun hayvan; peki uygunluğu kim belirleyecek; kurban kesmeye uygun, var mı hangi hayvan olacağı; birisi çıkıp horoz dese uygun değildir diyecek birisi var mı; Allah öyle mi söylüyor. Halbuki en’amın ne olduğunu En’am suresinde 143-144. Ayetlerde bildiriyor; koyun, keçi, sığır, devenin erkeği ve dişisi. O zaman “behimetil enam” dediği zaman enam cinsi hayvanlar. Şimdi dikkat ediyor musunuz; zamanında birisi bir oyun yapıyor ama arkasında gelenler onun kör taklitçisi olarak devam ediyorlar. Şimdi bunu Allah-u Teala Kur’an’da en’amın ne olduğunu iki tane ayette açıklayacak; koyun, keçi, sığır, deve diyecek; siz orada en’am yerine kurban kesmeye uygun hayvan diyeceksiniz. Bu kurban kesmeye uygunluğu kim belirleyecek; mezhepler mi belirleyecek; halbuki Allah-u Teala her şeyi bütün ayrıntıları ile açıkladığını bildirecek, değil mi? Şimdi görüyor musunuz; bakın ayet ne hale getirilmiş. İstersen sen aynı mealden 143-144. Ayetleri bir oku; bakalım onlara nasıl mana vermişler; En’am Suresi 143-144:
Fatih Orum: “(dişi ve erkek olarak) sekiz eş yarattık; koyundan iki, keçiden iki…”
Abdülaziz Bayındır: Hadi bakalım “Sekiz eş yarattık”; sanki bütün yaratılan hayvanlar bunlar, burada da bir acayiplik var görüyor musunuz?
Fatih Orum: “De ki; O bunun erkeklerini mi yoksa dişilerini mi; yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram etti? Eğer doğru iseniz bana ilimle söyleyin. Deveden de iki, sığırdan da iki yarattı. Deki o bunların erkeklerini mi, dişilerinini mi yoksa; bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kıldı? Yoksa Allah’ın size böyle vasiyet ettiğine mi şahit oldunuz?”
Abdülaziz Bayındır: İstersen 142’de oku bir.
Fatih Orum: “hayvanlardan yük taşıyanı ve tüyünden döşek yapılanları yaratan O dur. Allah’ın size verdiği…“
Abdülaziz Bayındır: En’ama hayvan anlamı verdi burada da. En’am hamule; yük taşıyan ve yününden döşek yapılan şey demek; mesela deve taşır, öküz de arabayı çeker o da bir şeyler taşır, bunların yünlerinden de mesela koyun, keçi; onların da yünlerinden yararlanılır. Bakın en’am kelimesi dedikten sonra sekiz çift, sekiz tek diyor, sekiz çift dediğimiz zaman 16 anlaşılır da sekiz eş diyor, ondan sonra koyun, keçi, sığır, deve diyor. Bu mealleri okuduğunuz zaman hiçbir şey anlayamazsınız. Ondan sonra da geçiyorsunuz Hac suresinin 34. Ayetine orada da kurban kesmeye uygun hayvan; en’am denen bir hayvan türü var yani. Bakın bu birçok yerde anlatılıyor “behimetil en’am”; behime ne demek peki; hayvan behime demek, en’am da en’am cinsi hayvan demektir. Şimdi bakın görüyor musunuz şeylerde çok ustaca oyunlar oynanarak ayetler işe yaramaz hale getirilmiştir. Şimdi birisi şey yapsa; hayvanlardan sekiz çift yarattık; koyun, keçi, sığır, deve; erkeği ve dişisi. Peki diğer hayvanları kim yarattı? Şimdi burada ondan sonra da haccın Hac suresinin 34 ü oku, arkasında da 36 yı okuyalım.
Fatih Orum: 34 “Biz her ümmete kurban kesmeye uygun hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah’ın adını ansınlar diye kurban kesmeyi gerekli kıldık. “
Abdülaziz Bayındır : Tamam, şimdi hangi hayvan üzerine kesecekleri var mı bırda; yok değil mi? Ondan sonra 36 yı oku. Bakın her ümmet derken Muhammed (as) ümmeti de var mı; kurban kesmeyi, 36 yı da oku.
Fatih Orum: “Biz büyükbaş hayvanları da sizin için Allah’ın dininin işaretlerinden kurban kıldık.”
Abdülaziz Bayındır: Peki bize büyükbaş hayvanı kurban kesme görevi var mı? Şimdi büyükbaş hayvan dediğimiz zaman at da girmez mi ona; büyükbaş hayvan işte. Şimdi bakın Allah-u Teala ne diyor; oynanan oyunlara bir bakın. Az önce okuduğum ayette diyor ki Allah “eliflamra kitâbun uhkimet âyâtuhu summe fussılet min ledun hakîmin habîra -bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış sonra da Hakim ve Habir tarafından ayrıntılı olarak açıklanmıştır.” O zaman enamın ne olduğunu Allah’ın açıklamış olması gerekmiyor mu bütün ayrıntılarıyla? Peki şimdi bu şartlar altında ayetlerin meali böyle olsa; gerçekten böyle olsa; herhangi bir kişi kurban kesmeye uygun hayvanları bütün ümmetlere, onlardan kurbanlık yaptık, işte Allah’ın adını ansınlar… Hangi hayvan; biri de çıksa dese ki güvercin, değildir diyebilir misiniz Kur’an-ı Kerim’e göre; yani bu manaya bakarak, Kur’an’ın diğer ayetlerine bakarak değil. Açıklamayı siz yaparsanız diyebilir misiniz? Değildir; neye dayanarak söylüyorsun; kurban kesmeye uygun hayvan; uygunluğa kim karar verecek? Peki arkasından büyükbaş hayvanları da sizin için… E bakıyorsunuz Resulullah büyükbaş hayvan kesmemiş, küçükbaş hayvan kesmiş çoğunlukla; büyükbaş da kesmiş ama o zaman kime uyacağız? Allah’a mı, Resulüne mi? Kime uyuluyor gelenekte? Nebimizin ifadesi, sanki O Kur’an-ı Kerim’e uymamış gibi bir hava ortaya çıkıyor değil mi? Allah büyükbaş hayvanları emredecek; O da ‘yok, küçükbaş da olur’ diyecek. Şimdi Kur’an-ı Kerim meallerindeki felaketi görüyor musunuz? Aynı felaket tefsirlerde var, aynı felaket fıkıh kitaplarında var. Onun için fıkıh kitaplarına bakanlar diyorlar ki bütün mezheplerin kitapları; Kur’an’da kurbanla ilgili hüküm yok. Bu ayetler neyin hükmü? Şimdi o açıdan baktığınız zaman “Ve lâ tekun lil hâinîne hasîmâ”. İşte burada öyle sinsice oyunlar oynanıyor ki; bak Allah diyor ki dikkat edin “kitâbun uhkimet âyâtuhu summe fussılet min ledun hakîmin habîra –bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kısa özlü anlaşılır şekilde şeyapılmış sonra da ayrıntılı olarak açıklanmıştır”. Mesela “Ve li kulli ummetin cealnâ menseken li yezkurûsmallâhi alâ mâ razakahum min behîmetil en’âm -her ümmete bir mensek oluşturduk” -mensek; kurban kesme zamanı ve kurban anlamına geliyor- behimetil en’am üzerine Allah’ın adını ansınlar” behimetil en’am nedir diye sorduğun zaman; geçiyorsun En’am Suresi 142-143-144 ikisini birlikte okuduğun zaman koyun, keçi, sığır, deve erkeği dişisi olduğunu anlıyorsun. O zaman hangi hayvanların kesilmesi gerektiği ortaya çıkıyor değil mi? Peki “li kulli ummetin” dendiği zaman Muhammed ümmeti de o gruba giriyor mu? Her ümmet, o zaman öyleyse Muhammed ümmetinin de kesmesi gereken hayvanlar hangisi; koyun, keçi, sığır, deve, bitti. Öyleyse verbudni’ye büyükbaş hayvan diyemezsin; bedeni gelişimini tamamlamış hayvan budne kelimsi zaten o anlamda kullanılır. Siz kendi kafanıza göre ayetlere nasıl anlam verirsiniz. Ordan da Allah-u Teala ne diyordu Hud suresinde 2. Ayetinde ne diyor; “ella ta’budu illalah-Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye” böyle oluyor. İşte bakın öyle bir şey ortay çıkıyor ki Allah’tan başkasına kulluk. Şuradan bakın; bu gün kurban konusunda İslam alemi Allah’a mı kul oluyor yoksa Nebimize mi? Kime kul oluyor? Allah’ın kitabında yok, yok mu? Bak ne diyor Allah Resulü’ne diyor ki burada Nisa 105 de “İnnâ enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı -bu kitabı sana tümü ile gerçek olarak indirdi ki; li tahkume beynen nâsi bimâ erâkallâh -Allah’ın sana gösterdiğine göre insanların arasında hükmedesin.” Peki eğer Allah bu meallerde söylendiği gibi büyükbaş hayvanları da sizin için kurban yaptık dedi de Resulullah küçük baş hayvanlarla yetindi ise Allah’ın bu emrini yerine getirmiş oluyor mu? O da nereye sokuluyor görüyor musunuz? Allah’ın sana gösterdiği şekilde, deyince sanki sadece O’na göstermiş gibi Resulullah (sav)e, O ümmetine öğretmemiş gibi tefsir kitaplarında şu var; efendim Ömer (ra) demiştir ki; “Allah Resulü’ne doğruları gösteriyordu, O doğrularla hükmediyordu. Bizimkisi ise sadece zan ve tahminden ibaret”. Kardeşim sen kendi zannına yada tahminine göre hüküm verme yetkisine sahip misin ki; bu konuda en hassas olan zat Ömer (ra)dır. Onunla bitmiş ama ona rahatlıkla mal edebiliyorlar. Nasıl olsa o çok saygın ya; kimse ses çıkaramıyor O’nun adı kullanıldığı zaman. Halbuki o böyle bir şeyi duysa bunu söyleyen kişiye kesinlikle ceza verir ama yarın ahirette Allah’ın huzurunda elbette ki bunun hesabını soracaktır. Şimdi “Allah sadece Nebimize gösterir, bize göstermedi”; o zaman İslam orda bitti değil mi? Öyle olmuyor mu? Görüyor musunuz bakın oyunlar nasıl oynanmış asırlarca. Bu gün İslam alemi niye böyle şeyde; halbuki Allah Nebimize de kendi kafasına göre hüküm verme yetkisi vermemiştir. “Sana gösterdiği metodla hareket et” diyor “kendi kafana göre değil, hainlerden yana da tavır alma” diyor. Çünkü insanlar o hainler ne yapar; dış yönü ile sen zannedersin ki doğru bir şey yapıyor ama alttan alta o işler çeviriyor. O hainliğini de bir şekilde hissedebilirsin, hissettin mi hemen tavrı koyacaksın. Bakın bu hainlik bu gün ilim haline gelmiştir, dikkat edin. Mesela aynen mealden bir de Hud suresinin ilk ayetlerini oku bakalım, oraya nasıl mana vermişler. Lütfen dikkatle dinleyin Kur’an’ın ne hale getirildiğini görün.
Fatih Orum: “Eliflamra. Bu sana indirilen hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış sonra da açıklanmış bir kitaptır.”
Abdülaziz Bayındır : “Ayetleri sağlamlaştırılmış” hangi şey sağlamlaştırılır; çürük olacak ki sağlamlaştırılsın. “Uhkimet ayatuhu” diyorsun, sen hiç Arapça bilmiyor musun kardeşim? İsmi meful fiilin meçhulinden gelir; uhkimet veleku muhkemeten demektir “minhu ayetun muhkematun” diye geçen bir başka ayet var Ali İmran suresinin 7. Ayeti “muhkem ayetler ondandır”, muhkem ayetler diye bir kavram var burada da o. Sağlamlaştırılmış ne demek; çürüktü de mi sağlaştırıldı. Nasıl oluyor; ayetler, önce ayetin inmesi lazım sonra baktın sallanıyor, sağlamlaştır. Nasıl; neyle sağlamlaştırılıyor, nerde sağlamlaştırılmış? Sonra da ayrıntılı olarak açıklanmış mı diyor; peki açıklanmış, nerde açıklanmış? Bunun cevabı var mı? Sağlamlaştırıyor, sonra açıklıyor; ne anlarsınız buradan, bir şey anladınız mı? Anlaşılır mı bir şey? Ondan sonraki ayeti oku.
Fatih Orum : “De ki bu kitap…”
Abdülaziz Bayındır: “Deki” kelimesini ilave ediyor oraya parantez içerisinde evet-
Fatih Orum: “Deki bu kitap Allah’tan başkasına ibadet etmemeniz için indirildi.”
Abdülaziz Bayındır: Hadi bakalım, söylenenlerin Kur’an-ı Allah’ın açıkladığına dair bir şey anlaşılıyor mu buradan? Halbuki mesela Diyanet İşleri Başkanlığı’nın meali var mı? Şimdi bu dağınıklığı görüyor musunuz? Millete diyoruz ki Kur’an meali okuyun. Yine diğerlerinden daha iyi bunlar da; bunlarında ne hale getirildiğini görün. Diğerlerinden derken diğer kitapları okumaktan daha iyi, gene bunların çoğu yerlerinde doğru mealler var ya da en azından bir şeyler anlıyor insan. Diyanet İşleri Başkanlığının mealindeki şeyi bir okusun Vedat.
Vedat: “Eliflamra bu Kur’an ayeti hüküm ve hikmet sahibi bulunan ver her şeyden hakkı ile haberdar olan Allah tarafından muhkem indirilmiş sağlam ve açık kılınmış…”
Abdülaziz Bayındır: “muhkem kılınmış” tamam doğru, evet…
Vedat: “… sonra da Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır.”
Abdülaziz Bayındır: “Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır”. Bu doğru bir meal. Şimdi en azından öbüründen iyi; yani açıklayanın kim olduğunu söylemiyor, Allah açıklamıştır demesi lazım ama ondan sonra da “Deki ben…
Vedat: “Şüphesiz ben size O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.”
Abdülaziz Bayındır : Muhammed (sav)in yapacağı uyarma ve müjdelemeden ibarettir. Açıklayan Allah’tır. O’da hüküm verirken Allah’ın gösterdiği şekilde hükmedecek. Şimdi bakın burada şuna varıyoruz; Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye açıklamayı Allah yapmıştır. Muhkem ve onu açıklayan ayetler. İşte burada gösterdik size; orada behimetul enam diyor; enam cinsi hayvan, öbür tarafta onun sekiz cins olduğunu söylüyor. Bizim için de aynı şey olmak zorunda. O zaman budin de bedeni gelişimini tamamlamış, zaten Arap dilinde bu böyledir, geçen dersimizde söylemiştik bunu. Ondan sonra Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye, diyor. Şimdi siz Kur’an-ı Kerim’i bir tarafa bırakıp da Kur’an’da kurban yok, Resulullah’ın sünnetinde var, dediğiniz zaman ne yapmış oluyorsunuz? Allah’tan başkasına kulluk değil mi? Hani “innenî lekum minhu nezîrun ve beşîr” ne oldu “ben de sizin için kitapta olanlarla sizi uyaran ve müjdeleyenim” diyor. Sadece yaptığım odur diyor o ayette gitti gümbürtüye.
Sizin karşınıza sanki hocaymış gibi çıkıyor sizin karşınızda meal okuyor; Diyanet Vakfı meali bundan daha iyisi olur mu fakat fark etmiyor ki eski mealleri okuyor. Çünkü bizim ulemanın tamamı Kur’an tefsirinde iki metodu kabul eder. Birisine dirayet tefsiri derler, bir diğerine rivayet tefsiri. Dirayet tefsiri; işte sözcüğe dayanılarak yapılan tefsir; rivayet tefsiri de eskilerin yaptıklarına bakılarak yada Resulallah’tan, sahabeden gelen rivayetlerle yapılan tefsir. Peki hani böyle bir şey var mı Kur’an-ı Kerim’de? Kur’an-ı açıklayan kim? Sadece Allah; ya bu ne oluyor böyle? Eğer Allah’ın açıklaması ortaya konursa herhangi bir mezhep oluşmaz. Ama siz mezhep oluşturmak, Müslümanları parçalamak isterseniz böyle yapmak zorundasınız. Başka çareniz yok. Ali İmran 103te ne diyor Cenab-ı Hak “Va’tasımû bihablillâhi cemîân – Allah’ın ipine –Allah’ın ipi bu (Kuran)- hep birlikte buna sarılın” diyor değil mi? “ve lâ teferrakû -bu kitaptan uzak durmayın”. Uzaklaştığın zaman sen orda, sen orda ne olur; tefrika olur, fırkalar medyana gelir yani mezhepler. Biz de ne deniyor; Fatih ne diyorlar?
F.O. : “Ümmetimin ihtilafı rahmettir.”
A.B. : Resulullah demiş ki “ümmetimin ihtilafı rahmettir.” İhtilaftan ne zaman rahmet çıkmış. Allah diyecek ki; uzak durmayın, parçalanmayın diyecek; Resulluh’a söyletecekler “ümmetimin ihtilafı rahmettir” diye.
Ondan sonra devamında ne diyor; “Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum ” bak birbirine düşmandınız –ihtilaf insanları birbirine düşman yapar.- kalplerinizi ısındırdık; fe asbahtum bi ni’metihî – Allah’ın nimeti sayesinde kardeşler haline geldiniz.” Bu kadar açık söylüyor yani. Bu gün dersten sonra talebelerimizden birisi diyor ki; hocam, şu hocaları topla, bizim kafamız karışıyor; hocaları topalsanız da bir ortak noktada birleşseniz. Ben bunu 80li yıllarda yapmıştım. İstanbul’daki bütün hocaları toplamıştım, böyle önde gelen hocaları, gelin birleşelim diye. Herkes birleşmeden yana; tabi hocam gelin, gelin ama herkes kendi yanında istiyor, benim yanımda birleşin diyor. Elbette birlikten kuvvet doğar, gelin… hiç kimse demiyor ki Allah’ın kitabına birlikte sarılalım. Baktım bu mümkün değil, bıraktım ben de. Herkes kendine çağırıyor insanları, Allah’ın kitabına değil. İşte bu günde görüyorsunuz din kullanılarak neler yapıldığını. İnsanlar bu gün çok net bir şekilde görmeye başladılar ama bu eskiden beri böyle, yeni değil ki; bu bugün çıkmış bir olay değil. Birisi biraz işi fazla ileri götürmüş, bir başkası da azıcık zararına dokunduğu için meseleyi ortaya koyuyor. Peki, mesela bu fetullah olayı ortaya çıktı da hiç televizyonlarda bunu Kur’an’a göre ortaya koyan birisini gördünüz mü bu güne kadar? Mesele tamamen siyasi hiç dini değil. Kardeşim bu bataklığı kurutmadıktan sonra buradan sivri sinekler eksik olmaz. Öyle bir bataklık ki tek tip sivri sinek de üretmiyor. Birisi ile mücadele edersen diğeri devreye giriyor.
“Vestagfirillâh -Allah’tan bağışlanmanı dile” Resulullah’a söylüyor; sana gösterdiği şekilde yap, sakın hainlik edenlerden yana olma. Yani adam tutmuş el yordamı ile kendi kafasına göre ayetler arasında bir ilişki kurmuş gibi gösteriyor, kafasına göre hükümler veriyor. Sakın ha, dikkat et; onları iyi niyetli görme, onları savunma. Bu gün biliyorsunuz bu insanların kendisini tanrılaştırma noktasına kadar gelmiştir. “innallâhe kâne gafûran rahîmâ- bir hata yaparsan da Allah’tan bağışlanma dile çünkü Allah-u Teala çok bağışlar ve çok merhametlidir.”
“Ve lâ tucâdil anillezîne yahtânûne enfusehum – kendi kendilerine hainlik edenleri savunma.” Kendine hainlik ne demek; kötülük yapan kötülüğü esas kime yapar; kendisine yapar. Onun için bir insanın kendisinden daha büyük düşmanı yoktur. Kişinin kendine yaptığı kötülüğü hiç kimse yapamaz. O zaman bir insan böyle alttan alta işler çeviriyor, çeşitli oyunlar içerisine girmiş, sakın onları savunmayın. İşte böyle hainlikler yapıyor, bakıyorsunuz ki senin yanındaki kişi sana öyle oyunlar yapmış ki Allah Allah! Ne oluyor, ya aslında bu çok iyiniyetlidir de falan, Ya kardeşim ne demek iyi niyetli? Hemen derhal orda tavrını koyacaksın, iyi niyetli olsa bunu yapmaz, hainlerden yana olmaz.
“ Ve lâ tucâdil anillezîne yahtânûne enfusehum innallâhe lâ yuhıbbu men kâne havvânen esîmâ– çünkü öyle hainlik yapıp duran böyle iyi şeylerden doğru şeylerden uzaklaşan kişileri Allah sevmez.” Esim, isim demek; insanı doğrulardan uzaklaştıran şey demektir. Yani biz günah diyoruz, günah ne yapıyor; mesela işlediğiniz bir günah bir başka günaha zemin hazırlıyor. Bir insanın bir yerde yalan söylediğini düşünün, bir yalanla olmaz ki yanına birkaç tane daha yalan katacaksın ki açığın ortaya çıkmasın. Günah işlemekte aynı onun gibidir; onu yaparsın, onu yaparsın, onu yaparsın bir de bakarsın ki batmışsın günaha. Onlardan yana da olma, günaha batmış hainlik yapan kişilerden yana olma çünkü; onları savunmaya başladığın zaman aslında onların aleyhine yapmış olursun. Onları uyarmak lazım.
Şimdi az önce Fatih hocanın Resulullah’a yapılan iftira olarak anlattığı şey var; “ümmetimin ihtilafı rahmettir.” Bu hep savunulur değil mi? Ondan sonra mezheplerin, çok değişik mezheplerin olması bir rahmet olur. Öyle de enteresandır ki bunlar Kur’an’a muhalefette ittifak ederler de ihtilaf ondan sonra çıkar. Peki ben bunları niye savunacağım? Şimdi dikkat edin, bakın; herkes bu yapıyı savunur canla başla. Sakın savunmayın diyor Allah-u Teala. Bu aslında kendisini Tanrı edinme olayıdır, helal-haram koyma olaydır, Allah’ın dininin yanına yeni bir din katma olayıdır. İşte bu gün paralel din deniyor; doğru, yeni bir din ortaya çıkarıyor. Paralel kelimesi de düzgün onun üstünü kapatıyor, sen alt tarafı göremiyorsun, zannediyorsun ki üstteki doğrudur. Onun için çok dikkatli olmak lazım.
“Yestahfûne minen nâsi -kendilerini insanlardan gizlerler.” Çok kolay, o kadar yalan yanlış şeylerle mesela; bir ayet okuyormuş gibi yaparlar, siz zannedersiniz ki ayet okuyor. Ondan sonra oradan kendi kafasına göre bir takım hükümler ortaya koyarlar, çok da güzel hitabetleri şusu busu, rol de yaparlar karşı tarafı da gayet güzel bir şekilde etkiler, böylece insanlardan kendilerini saklamış olurlar yani hainlerini saklar, çok da büyük bir mücahid olarak ortaya çıkabilirler. İnsanlar öyle zannedebilir. Ama “ve lâ yestahfûne minallâhi -Allah’tan sakınamazlar. ve huve meahum -Allah onlarla beraberdir; iz yubeyyitûne mâ lâ yardâ minel kavl -Allah’ın istemediği bir söz (gece kendi aralarında yaptıkları toplantılar vardır; şunu yapalım bunu yapalım, işin üçkağıtçılık toplantıları) Allah-u Teala onlarla beraberdir, ne yaptıklarını gayet iyi bilir. Ve kânallâhu bi mâ ya’melûne muhîtâ -Çünkü Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır. ”
“Hâ entum hâulâi câdeltum anhum fîl hayâtid dunyâ -“ Kalkıyor, bu gün mezhepleri savunanlar dünya kadar değil mi; tarikatları savunanlar dünya kadar; cemaatleri savunanlar dünya kadar. Ya aslında niye böyle yapsınlar, aslında iyi niyetli. Ya kardeşim senin bir çizgin olmalı; sen ben müslümanım diyor musun; o zaman Allah’ın kitabına sarılacaksın, Allah’ın kitabında böyle yazıyor. “hadi bakalım bu dünyada siz onları savundunuz; fe men yucâdilullâhe anhum yevmel kıyâmeti – kıyamet gününde onları kim savunacak?” sen de bilerek ona destek verdiysen seni kim savunacak? “em men yekûnu aleyhim vekîlâ-onlara vekil kim olacak?” avukat kim olacak; kim savunacak onları, onların avukatı kim olacak?
Mahmut Efendi ile görüşmemizde Abdullah Ustaosmanoğlu vardı Yeşil Cami imamı, şimdi tabi ki yaşlandı, emekli olmuştur, Mahmut Efendinin amcasının oğlu “ya işte hocam” hocam da demiyor, Abdülaziz Bey diyor, benden zaten yaşlıdır, “biz bu zata Allah’ın huzurunda bize avukatlık yapsın diye böyle gelip teslim oluyoruz”. Yani avukat ne yapar; hakimin bilmediği bir takım şeyleri ortaya koyar, hakim bey sen bilmiyorsun işte şu adam şöyledir böyledir… Sizin neyinizi Allah bilmiyor da bu şahıs savunacak? İşte burada Allah-u Teala öyle diyor, bak; “em men yekûnu aleyhim vekîlâ-kim onlara avukatlık yapacak?” “Ve men ya’mel sûen – kim bir kötülük yapar; ev yazlim nefsehu– yada kendine karşı bir yanlış yapar (yapılan bütün yanlışların zararını kendiniz çekeceğiniz için başkasına verdiğimiz zarardan daha fazlasını kendimize veririz. Onun için dikkat edin, yanlış yapanların yanına hiç kalmıyor yani mutlaka bir gün Cenabı Hak onun acısını çıkarıyor. Zaten ahrette hesapta verilecek.) summe yestagfirillâhe yecidillâhe gafûran rahîmâ… Herkes yanlış yapabilir, herkes günah işleyebilir yaptın mı; eyvah ne olacak; Allah’tan bağışlanma dileyeceksin, tövbe kapısı her zaman açık, tövbe kapısı kapatılamaz her zaman açık. Onun için mesela bu gün bu fetö davasında, diğer konularda tövbe kapısının açık tutulma mecburiyeti var inşallah Cenabı Allah lutfederse bununla ilgili de dersler yapmamızı istiyor vatandaşlar, onu da yaparız ama onu cumartesi derslerinde yapmamız gerekiyor herkes duysun diye. Bu tür şeyler yani Müslümanların içerisinde bulunan veya müslümanlara sıkıntı veren yapılarla mücadele son derece zordur. Bu tıpkı bir vücudun içindeki mikroplarla mücadele gibidir. O mikrobu öldüreyim derken vücuttaki sağlam organlara dokunmamak lazım. Çok dikkatli olmak lazım. Sen şimdi karşıdaki düşmanı öldürebilirsin problem değil. Mesela Resulullah (sav) Medine’de Yahudileri çıkardı; onlarla daha öncenden anlaşma yapmıştı, anlaşmaya aykırı davranan Beni Kaynuka’yı, Beni Nadir’i, Beni Kureyza’yı ordan çıkardı. Ondan belki on kat, belki yüz kat daha zararı olan Abdullah bin Übey bin Selül’ü Medine’den çıkardı mı? Münafıkların reisi. Çünkü Abdulah bin Ubey bin Selul ile ilgili özel bir sure olmasına rağmen Resulluh’ın yanında onu savunan miminler vardı. Çünkü herkes münafıkları tanıyamıyor. İşte bu tür şeylerle mücadele etmek dünyanın en zor mücadelesi, çok dikkat etmek dikkatli olmak lazım; kurularla beraber yaşları asla yakmamak lazım Resulullah (sav)in yapmış olduğu mücadele o kadar muhteşem bir mücadeledir ki herkesi tatmin ettiği için kısa sürede bütün insanlar orda O’nun yoluna girmişlerdir.
“ve men yeksib ismen fe innemâ yeksibuhu alâ nefsihî. Ve kânallâhu alîmen hakîmâ– kim bir günah işlerse bunu kendine karşı yapar. Allah-u Teala onun ne yaptığını gayet iyi bilir ve kararını doğru verir. Ve men yeksib hatîeten ev ismen summe yermi bihî berîen -her kim ki bir günah işler bir hata yapar sonra alakası olmayan bir kişiye onu atarsa fe kadihtemele buhtânen ve ismen mubînâ – hem iftira suçu işlemiş olur hem de açık bir günah işlemiş olur.”
Şimdi bunlarla ilgili bir sebebi nüzul olarak anlatılan bir olay vardır; ben o olaya hiç girmedim ki o olay bu ayetleri biraz basitleştiriyor maalesef, onu dip notlarda da yazmışlar.