Bugün Nisa Suresinin 36. Ayetini okumaya devam edeceğiz, geçen hafta biliyorsunuz ayetin ilk cümleleri olan “Allah’a kulluk edip ona bir şeyi ortak koşmama” konusu üzerinde durduk. Bugün ayetin diğer bölümlerini anlamaya çalışacağız. Geçen haftanın kısa bir özetini yapacak olursak; Kuran-ı Kerim’in en büyük günah saymış olduğu şirk konusu ilgili ayetlerde üstü kapatılan bir konu haline getirilmiştir. Şirkin ne olduğu İslam aleminde bilinmez, kafirliğin ne olduğu bilinmez, bu iki şeyin ne olduğu bilinmeyince imanın ne olduğu da bilinmez. Hakikaten en büyük yatırımı buraya yapmak zorundayız çünkü bu alana yapacağımız yatırım bizim hem dünyamızı kurtaracak hem de ahiretimizi kurtaracaktır. Bu haldeki İslam aleminden hiçbir şey beklenemez, beklenemiyor da, hakikaten her derste gördüğünüz gibi bu din tanınmaz bir hale gelmiş.
Geçenlerde Ankara’dan bir arkadaşımız geldi, SUSEM (Süleymaniye Vakfı UzaktanEğitim Seminerleri Merkezi)’ de eğitim alıyormuş, diyor ki; “kayınvalidem çok dindar bir hanımdı, ben öyle biliyordum, ben arada sırada Cuma namazına gider onun haricinde kendimi dinden uzak kabul ederdim. Şimdi dini öğrendim ve baktım ki onun din dediği din değilmiş, şirkin dibine kadar dalmış.”
Geçen haftada gördünüz, kendisini dindar saymayan hiç kimse yeryüzünde yoktur, Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayan hiç kimse yoktur ve kendini müşrik sayan hiç kimse yoktur. Bu iş bize kalacak olsa kendimizi cennetin en üst köşesine yerleştiririz, onun için dikkat edin hiç kimse kendisini de cehennemlik saymaz. Ama Allah-u Teala bize bakarak hüküm vermeyecek ki, yani bizim sözümüze bakarak hüküm vermeyecek, davranışlarımıza bakarak kendi kararını verecektir. Cenab-ı Hak kurallar koymuş ve en üzücü olanı da İslam inancı ile alakalı bin iki yüz küsur kitapta araştırma yaptım, hiçbir tanesinde şirk konu başlığı değil. Peki içerik? İçerikte de doğru düzgün bir şirk tanımı yok.
Bugün de anne-babaya itaat konusu üzerinde duracağız daha çok. Biliyorsunuz anne-babaya itaat söylenir, boyun eğme, hal bu ki hiçbir ayette anne-babaya itaatten bahsedilmez. Anne-babaya iyi davranmaktan bahsedilir, itaat başka bir şeydir, iyi davranmak başka bir şeydir. İtaat dediğiniz zaman kayıtsız şartsız boyun eğmeniz gerekir ama iyi davranmak dediğiniz zaman farklı bir şeydir. Şimdi onunda ne kadar kötü sonuçlar verdiğini görmeye çalışacağız. Önce Ayet-i Kerimeyi okuyalım, Allah-u Teala şöyle diyor;
“Vağbudullâhe ve lâ tuşrikûbihîşey’ev” “Allah’a kulluk edin, O’na boyun eğin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın”
Yani Allah hayatınızda devamlı birinci sırada olsun, hiçbir şeyi O’nun yerine koymayın, hiçbir şey birinci sırada olup Allah ikinci sırada olmasın. Devamlı Allah birinci sırada olmalı, onun dışındaki her şey ikinci sırada olmalı. Biz de hayatımıza bakalım bizim hayatımızda Allah kaçıncı sırada yer alıyor? Eğer başkaları hayatımızda birinci sırada yer alıyorsa o zaman kesinlikle hem kafir hem müşrik oluruz. Kendi kafamızda o birinci sırada olana ne anlam verirsek verelim, hiçbir fark yoktur dini açıdan.
“ve bil vâlideyniıhsânev” “anne-babaya da iyi davranın, güzel davranın” “ve bizilgurbâ” “ve size yakınlığı olan kimselere de iyi davranın” “velyetâmâvelmesâkîni” “yetimlere, çaresiz kalmış olanlara” “velcâri zil gurbâ” “size yakınlığı olan akrabalığı olan, komşulara” “velcârilcunubi” “yakın komşuya”“ves sâhibi bil cembi” “yanınızdaki arkadaşınıza” “vebnis sebili” “yolda kalanlara karşı iyi davranın” “ve mâmeleketeymânukum” “bir de elinizin altında bulunan esirlere karşı iyi davranın”“innallâhe lâ yuhıbbu men kânemuhtâlenfehûra.” “kendisini bir şey zanneden ve övünen hiç kimseyi Allah-u Tealasevmez.” (Nisa 4/36)
Çünkü insanlar kendileri için bir kurgu kurarlar, o kurguda kendilerine bir rol verirler, başkalarını o kurguda ikinci, üçüncü sıraya koyarlar, Allah-u Teala bu şekilde kendisini bir şey hayal eden ve övünen hiç kimseyi sevmez. Bunlar kimdir?
“Ellezîneyebhalûne” “Bunlar cimrilik yapan insanlardır” “ve yeé’murûnennâse bil buhli” “insanlara cimriliği emrederler”
Yani, bu kadar ne şey yapıyorsunuz kardeşim, yüz veriyorsunuz onlar da başımıza çıkıyorlar, çalışmıyorlar vs. böyle bahane çok. Hem kendisi yardımcı olmaz hem de yardımcı olana engel olmaya çalışır.
“ve yektumûnemââtâhumullâhuminfadlih” “Cenab-ı Hakkın kendi ikramıyla bunlara vermiş olduğunu da gizlerler” “ve ağtednâlilkâfirîneazâbemmuhînâ.” “o kafirlere itibarlarını düşürücü bir azap hazırlamışızdır.”(Nisa 4/37)
Kafir demek, kendisindeki Allah’ın vermiş olduğu nimetleri örten kişi demek. Geçen hafta burada okuduk, Allah, kime kafir diyordu? Çiftçiye kafir diyordu değil mi? Hadid Suresi 20. Ayette Allah, çiftçiye kafir diyordu, niye? Çünkü tohumu toprağın içine koyuyor üstünü örtüyor. Kendisi de günahları örttüğü için “keffaruzzunub” der, günahları örtmek için yaptığımız şeylere de “küfür” “kefaret” deniyordu. Size birisi, yaptığınız iyiliği görmezden gelirse ona biz nankör deriz, Araplar, nimeti örten manasında “küfran-ı nimet” yani “nimetin üstünü örten kişi” olarak söylerler. İşte burada da Allah, o kafirlere, Allah’ın vermiş olduğu nimetleri gizleyen o kişilere alçaltıcı azap verir. Allah size bir takım imkanlar verdi, siz bu imkanların kıymetini bilmediniz öyle mi?
“Ve cezâuseyyietinseyyietummisluhâ” “Yapılan bir kötülüğün cezası onun dengi bir kötülüktür” (Şura 42/40)
Siz elinizde imkanlar olduğu halde bununla ihtiyacı olanlara yardım etmediniz, Allah sizin elinizden o imkanları alır ve sizi muhtaç hale getirir. Yani karşı tarafın konumuna düşersiniz.
Anne-babaya iyilik meselesi İsra Suresinde de var;
“Ve gadârabbukeellâtağbudû illâ iyyâhu” “Rabbin şunu kesin karara bağladı, Ondan başkasına kulluk etmeyeceksiniz” “ve bilvâlideyniıhsânâ” “anne-babaya da iyilikte bulunacaksınız” “immâyebluğanneındekelkiberaehaduhumâ” “eğer onlardan birisi senin yanında yaşlanır” “ev kilâhumâ” “ya da ikisi de yaşlanırsa” “felâtegullehumâuffiv” “onlara sakın öf deme”
Öf, nedir? Böyle bir bıkkınlık ifade eder, “sana zor tahammül ediyorum” gibi bir ifade taşır.
“ve lâ tenherhumâ” Burada şöyle anlam verirler, gerçi sözlüklerde o anlam vardır “azarlama” diye. “Öf” dendikten sonra “azarlama” kelimesi kullanılmaz, bu yanlış bir şey. “ve lâ tenherhumâ” azarlama değil, “onlara karşı ilgisiz davranma” demektir. Bunu “MekayyasulLuga” diye bir sözlükte bu mana var ve kelimenin kurgusuna da son derece uygun. Bu kelimenin kökü “nehir” dir. Nehir, Arapça bir kelimedir, birbirine uzak iki tane yakası olan, ortada boşluk olan bir alana denir. İçerisinden akan suya nehir denmez Araplarda. Tabii içinden de su akar, biz suya nehir deriz, Araplar o aradaki boşluğa nehir derler. Mesela “nehar” kelimesi de gündüz için kullanılır, güneşin doğuşu ile batışını birer kenar olarak düşünürseniz, o ikisinin arasında kalan kısım da o boşluk oluyor, o boşluğa da “nehar” deniyor.
“ve lâ tenherhumâ” “onlara ilgisiz davranma” demektir. Anne-babayı azarlama değil, ilgisiz davranma. Hemen arkasından da zaten Cenab-ı Hak ilgisiz davranmanın açıklamasını da bize söylüyor;
“ve gullehumâgavlenkerîmâ” “ona ikramiyeli/ikramlı söz söyle.” (İsra 17/23)
Ne olacak? Böyle tatlı, hoşuna giden, hani bir maaş aldık bir de ikramiye aldık var ya. Hem güzel söyleyin hem de o güzelin yanına bir takım kelimeler ilave edin. “Onlara ikramlı söz söyleyin” cümlesinin zıttı olarak düşündüğünüz zaman “ve lâ tenherhumâ” daha iyi anlaşılıyor. Anneye-babaya ilgisizlik göstermeyin, ilgisiz davranmayın. Hakikaten çoluk-çocuk böyle ilgisiz davrandığı zaman anne-baba için üzücü bir şey olur. Çünkü onlar çocukluktan itibaren onlara bütün ilgi ve ihtimamlarını göstermişler, tabii ki de onlardan beklerler, karşılıklıdır bunlar.
“Vahfıdlehumâcenâhazzulli” Yine “ve lâ tenherhumâ” nın yani “onlara karşı ilgisiz olmamanın” bir açıklaması; “onlara karşı alçakgönüllü kanatlarını indir.” Çocukken onlar size karşı kol-kanat olmadılar mı? Tamam, sen de onlar karşı kol-kanat ol, Türkçemizde öyle deriz değil mi? Her şeyiyle ilgilen, yani ne oluyor? İlgisiz davranmanın bir açıklaması oluyor. Nasıl oluyor?
“miner rahmeti” “merhametten”
Onlar çocukken sana merhametli davrandılar, iyi davrandılar. Çünkü Yasin Suresinde Allah-u Teala der ki;
“Ve men nuammirhununekkishu fil halg, efelâyağgılûn.” “Kime uzun ömür verirsek yaratılışta onu geri çeviririz” (Yasin 36/68)
Şöyle bir düşünün, çan eğrisi vardır, insan çocuk olarak bir ucundan başlıyor, büyüyor, büyüyor, zirvesi olgunluk dönemi, sonra geri dönüyor. Tekrar çocukluğa döner. Onun için anne-baba yaşlandığı için ne derler; “çocuk oldu, tıpkı çocuk gibi”. Tamam, çok normaldir, çan eğrisi gibi geri dönüyor işte. Çocuktan farkı şu; çocuğa bağırıp çağırabilirsiniz ama onlara bağırıp çağıramazsınız. Ondan dolayı Allah-u Teala hiçbir zaman demiyor ki; “çoluk çocuğunuza karşı Allah iyi davranmayı emretti” demiyor. Zaten iyi davranırsınız çünkü çocuk sizin istikbaliniz ama annen-baban istikbalin değil ki, her geçen gün biraz daha düşük hale geliyor, düşkünleşiyor, daha ele-ayağa düşüyor, bakıma muhtaç hale geliyor. Ondan dolayı Cenab-ı Hak o konuda emir veriyor. Ondan sonra diyor ki;
“ve gurrabbirhamhumâ” ikramlı davranışı da açıklamış oluyor “Ya Rabbi, Sen bunlara merhamet et, iyilik yap, Sen bunların durumlarını düzelt, bunların yüzüne bak.”“kemârabbeyânîsağîrâ.” “Ben daha küçüktüm, bunlar beni büyüttüler ya, o büyütürken bana karşı davrandıkları gibi Sende bunlara karşı iyilik ve ikramda bulun.” (İsra 17/24) Kendisi bulunuyor ve Allah-u Teala’dan istiyor.
“Rabbukumağlemubimâ fî nufûsikum” “İçinizde neler olduğunu en iyi bilen Allah’tır”
Bakın neler düşüneceğinizi değil. Bu sıralar kader tartışmaları çok mu yapılıyor, epeyce tepkiler duyuyorum da. Tabii bu aralar bir takım uydurmalarla kendilerini kurtarmaya çalışanlar falan var. Bak ne diyor Allah; “içinizde olanı”. Allah gaybı bilir, hiç şüphesiz. Gayb nedir? “Ben elmamı kaybettim dersiniz, ben paramı kaybettim dersiniz, vardı bulamıyorsunuz değil mi? Var olup ta o an sizin bilemediğiniz şey. Benim kalbimin içinde bir şey var, siz ne olduğunu bilebiliyor musunuz? Onu Allah’tan başka hiç kimse bilmez, tahmin edersiniz sadece. Onun için ben bilirim, bana göre gayb değildir, Allah’a göre de gayb değildir ama başkalarına göre gaybdır. Göklerde ve yerde bulunan her şeyi yaratan O olduğu için onların tamamını Allah bilir. Henüz bir “şey” yoksa, “şey” kelimesi çok önemlidir, “şey” bir varlığı olan yani var olana “şey” denir, onun için Ayet-i Kerimede diyor ki Allah-u Teala;
“kulluşey’inhâlikun” “her şey etkisizleşir” (Kasas 28/88) Olmayan şey etkisizleşir mi? Kuran-ı Kerim hiçbir şeye ihtiyaç bırakmaz. “illâ vecheh” “Allah’ın yüzü başka”.
Buraya gelmeden önce eski bir müftü dostum beni aradı, beni tevbeye davet ediyor. “Sen demişsin ki;
“Ve lenebluvennekumhattânağlemelmucâhidîneminkumvessâbirîne ve nebluveahbârakum.” “İçinizden cihat edenleri ve sabredenleri bilene kadar sizi ağır bir imtihandan geçireceğiz” (Muhammed 47/31)
Diyor ki; o “bilene kadar” değildir, müfessirler “ayırt edene kadar” diye meal vermişlerdir. “Ayırt edene kadar ne demek?” diyorum, dinlemiyor çünkü biliyor ki onun da altından kalkamayacak. “Ayırt” demek, o zamana kadar ayırt edilmemiş, yine bilinmiyor. Hangisi daha iyi diye ortaya çıkması için. Sonra “ayıt edene” kadar dediğiniz zaman “ezelden vardır” diyorsunuz ya, demek ki bunlar ezelden olmalı ki bugüne kadar ayırt edilmiş olması lazım. O zaman Allah’ın yanında bir sürü ezeli varlıklar oluşturuyorsunuz. Dedim ki; “Yarın ben Cenab-ı Hakkın huzuruna gittiğimde diyeceğim ki; Ya Rabbi senin dediğin ne ise ben onu olduğu gibi kabul ettim, peki sen kendini nasıl savunacaksın? Ya Rabbi, ben müfessirlerin dediğini kabul ettim dersen, müfessirlerde yanlış çıkarsa senin halin ne olacak? Üstelik sen de Arapaçayı bilen bir adamsın.”
Tabii ki kapattı telefonu. İşte burada diyor ki; “Rabbiniz sizin içinizde olanı bilir” olacağı demiyor, olanı.
“in tekûnûsâlihîne” “eğer iyi kişiler olursanız” “feinnehûkânelilevvâbîneğafûrâ” “O yanlışlarından sık sık dönen/hatalarını kabul edenlere karşı hatalarını düzeltir ve düzgün bir hale getirir.” (İsra 17/25)
“Ve âtizelgurbâhaggahûvel miskine” “sana yakınlığı olanlara hakkını ver”.
Bazılarını yedirmen, içirmen, giydirmen gerekir. Annen ve baban da onlardandır, eğer ihtiyaçları varsa ihtiyaçlarını karşılayacaksınız. Oğlun, kızın, yakınlardan ihtiyacı olanlar.
“velmiskînevebnes sebili” “Çaresiz kalmış insanlara da, yolda kalmışlara da” “ve lâ tubezzirtebzîrâ.” “ama saçıp savurma, normal, ölçülü” (İsra 17/26)
“İnnelmubezzirînekânûıhvâneşşeyâtîn“ “Saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir” “ve kâneşşeytânulirabbihîkefûrâ.” “şeytan da Rabbine karşı çok nankör davranmıştır.” (İsra 17/27)
Şimdi burada anne-babaya karşı itaat, itaat dediğiniz zaman işin rengi tamamen değişiyor. Bu ayette de “ihsan” dedi Allah-u Teala, öbür ayette de “ihsan” dedi. Nisa Suresi 135. Ayeti açıyoruz;
“Yâeyyuhellezîneâmenûkûnûgavvâmîne bil gıstışuhedâelillâhi”
“kaim” “ayakta duran” demektir, “kavvam” da “dik duran”, “kıst” da “dik durun”.
“Müminler, herkesin hakkını verin, Allah için şahitliklerde bulunun” “ve levalâenfusikum” “kendi aleyhinize de olsa doğruları söyleyin” “evilvalideyni” “anne-babanın aleyhine de olabilir”
Efendim ben anne-babama iyi davranmakla emredildim. İyi davranmak bir insanın kötülüğüne arka çıkmakla olmaz. Yanlış yapıyorsa, yaptığı yanlışa karşı çıkmak ona iyi davranmanın bir parçasıdır. Az önce “ikramiyeli söz söyle” dedi ama “yaptıkları yanlışları da söyleme” demiyor, dikkat edin. Annenizin-babanızın aleyhine de olsa mutlaka doğrulardan yana olacaksınız. Kendi aleyhinize de olsa doğrulardan yana olacaksınız.
“velagrabîn” “en yakınlarınızın aleyhine de olsa” “iyyekunğaniyyen ev fegîran”
Şimdi karşı taraf zengin, fakir, ona bakma doğruları söyle. Adam dünyanın en zengin adamı, öbürü de en fakiri olabilir, biz hakkaniyeti söylemek zorundayız arkasından diyebilirsin ki şuna biraz yardımcı ol, o ayrı bir konu. Ama ne olursa olsun, doğrulardan yana olup hakkı söylemek lazım. İşte bu insanların en çok zorlandığı yerdir, niye? Çünkü onlara Allah senden daha yakın, onları sen niye düşünüyorsun ki, sen nesin ki? Allah onlara şah damarından da yakın, onlar Allah’ın kulu üstelik. Sen burada vazifeni yap, onları korumaya kalkma, doğruları söyle.
“fallâhu evlâ bihimâfelâtettebiulhevâ” “sakın hevanıza/arzularınıza uymayın yani hoşunuza giden davranışların peşine düşmeyin, doğrulardan yana olun” “en tağdilû” “öyle yaparsanız, yoldan çıkarsınız” “ve in telvû ev tuğridû” “eğip, bükerseniz”
Bazıları öyle söylerler ki ne tarafa çekersen çek ya da geri çekilirseniz bildiklerinizi söylemiyorsunuz. “Aslında ben söyleyecektim ama” aması yok kardeşim! “Konjonktür müsait değildi” Senin o konjonktürün batsın. Durum ve şartlar hiçbir zaman müsait olmaz, sadece cennette müsait olur çünkü orada imtihan yok. Bu dünyada hiçbir zaman müsait olmaz çünkü imtihandan geçiriliyorsun, senin tercihin önemlidir burada.
“feinnallâhekânebimâtağmelûnehabîrâ.” “Allah-u Teala ne yaptığınızdan haberdardır.” (Nisa 4/135)
Anne-babaya iyi davranmaya, itaat dediğiniz zaman işin rengi bozuluyor, bizim gelenekte anne babaya itaat denir, rengi ciddi anlamda bozuluyor. Bakıyorsunuz ki anne-baba, çocuklarının hayatı ile ilgili onları bağlayıcı kararlar almaya başlıyorlar. Bugün bir gazeteci, kadınların zorla evlendirmesi konusunda sordu. “Diyanet İşleri Başkanlığı’na sorduk, Hanefi mezhebine göre kadınlar zorla evlendirilebilir ama diğer üç mezhepte evlendirilmez.” Hanefi mezhebinde şöyle bir şey vardır, bir kadının alnına tabancayı dayarsınız, mahkemede hakimin huzurunda da dayasanız ölüm korkusuyla “tamam seninle evlendim” derse evlilik geçerlidir. Ya da adamın kafasına tabancayı dayadınız, ölüm korkusuyla “seni boşadım” derse karısı boş olur. Bir de üç talakla boşattırırlar, boş olur. Bunlar tamamen siyasi fetvalar ama dini fetvaya dönüşmüş. Çünkü bir takım etkili ve yetkili kişilerin görüşüne göre verilmiş olan fetvalardır. Yani bunların iler tutar tarafları yok, şimdi ayetleri okuduğum zaman göreceksiniz.
Şafii, Maliki ve Hanbeli mezheplerinde, bakire kızları baba ya da dede onlara sormadan, onların görüşünü almadan istediği kişi ile evlendirir. Yani zorla kelimesinden daha ileri değil mi? Zorla evlenmede; “hadi evlen” dendiği zaman “evlenmiyorum, alnıma tabancayı sıkıyorsan sık” der, adam sıkarsa ölür sıkmazsa kurtulur. Ama öbüründe bu hak ta yok, bakire kızını baba, dede ona sormadan istediği kişi ile evlendirebilir. Bu itaat kelimesi buralara kadar gelmiştir.
Şii, Sünni bütün mezheplerin ittifakla verdikleri bir hüküm vardır, erkek olsun, kız olsun küçük çocuklar evlendirilebilir. Yani daha anasından yeni doğmuş çocukta kız olsun, erkek olsun evlendirilebilir. Talak Suresinin 4. Ayetine, ayeti tamamen tahrif ederek, keyiflerine göre anlam vererek bu mezhepler küçük çocukla cinsel ilişkiye girmeyi Kuran’ın hükmü gibi göstermeyi hala sürdürüyorlar. Yani hiç alakası olmayan iki kelimeyi çekip kendi keyiflerine göre anlamlandırıyorlar, kitaplara bakın hepsinde görürsünüz. Anneye-babaya itaatten öte bir noktaya geliyor.
Bilirsiniz Güneydoğu Anadolu’da “berdel” diye bir olay vardır. Kız almak biraz pahalı olduğu için bu kızı, öbür kızla değiştirirler, bir erkeğin kız kardeşi olsa, öbür aileden de bir erkeğin kız kardeşi olsa onun kız kardeşi bununla, öbürünün kız kardeşi bununla evlendirilir, getirirler iki köyün ortasında kızları değiştirirler, geçer giderler oh ne güzel. Ve bu İslam olur. Güneydoğuda töre cinayeti falan diyorlar, hiç alakası yok tamamen din cinayeti vardır, töre cinayeti değil ama adına töre cinayeti diyorlar başka bir şey.
Sahih bir hadistir, bir gün bir kızcağız Rasulullah (S.A.V.)’ın yanına geliyor. Diyor ki; “Ya Rasulullah, babam beni aile içinde itibarını arttırmak için amcasının oğlu ile evlendirdi. Ben bu evliliğe razı değilim.” Bakire bir kız. Rasulullah diyor ki; “bu evlilik geçersizdir, derhal babana söyle gelsin, sen istediğinle evlenebilirsin.” Kız diyor ki; “Yok Ya Rasulullah ben razıyım da kadınların yetkisi var mı yok mu onu öğrenmek istedim” diyor.
Yapılan işi küçük bir hikaye ile ben size anlatayım. Siirt’e gittim, müftü orada bir toplantı düzenledi ve orada konuştum, gitmeden önce bana dedi ki; “bir de Tillo’ya gidebilir miyiz Hocam?” “Hay hay niye gitmeyelim” dedim. Oraya gidip en meşhur medreselerinden birine girdik. Bölgenin en meşhur uleması var, orada dedim ki; “biliyorsunuz beyler, Hanefi mezhebinde kadınlar velisiz olarak evlendirilebilir, evet Rasulullah (S.A.V) demiştir ki; “La nikaheilla bil veliyyin” “velisiz nikah olmaz.” “Evet doğru” dediler. “Haberiniz olsun ben Hanefi mezhebinden Allah’a sığınırım” dedim. Çok mutlu oldular, Şafiiler ya kendileri. Çünkü gerçekten, birazdan göreceksiniz ne ayete uyar, ne hadise, hiçbir şeye uymaz. Hanefi mezhebinin evlenme işlemleri ile ilgili verdiği hükmün dayandığı ne bir ayet vardır ne de hadis, hiçbir şey yoktur. Ondan sonra “peki, Şafii, Maliki, Hanbeli mezhepleri bunlarda velisiz evlenme olmaz değil mi?” “tabii olmaz”. “Bunları anlatan bir kitap var mı?” “El Muni” var ya. “İyi bakalım getirin” dedim. İbnKudame’nin El Muni’si. Getirdiler, orada diyor ki; “bir kadının ister dul olsun, ister bakire olsun, nikahta taraf olmaya hakkı yoktur.” Bakire ise zaten baba sormadan evlendirir, dul ise baba ondan yetki almak zorundadır ama kendini evlendirirse evlilik geçersizdir, nikaha taraf olamaz. Nikaha taraf olamayınca baba evet demek için cebime bir şey koyunda ondan sonra evet diyeyim yoksa nefesim yetmiyor. Ondan sonra başlık parası çıkıyor ortaya. “Peki, delil ne” dedim. Önce Hanefi mezhebini tenkit için delil almış, bunlar basit olaylar değil, Şii, Sünni bütün mezheplerin karşısında konuşuyoruz.
Bugün bir arkadaşım söylüyor, bir yerde hocalarla bir araya gelmişler; “Abdülaziz Hoca’da bütün mezhepleri tenkit ediyor, bu kadar olmaz bir geçmişimiz var.” İyi kardeşim, siz annenizin-babanızın dininden gidiyorsunuz da biz size engel mi olduk? Git! Ama ahirette, cennete gidemezsiniz doğru cehenneme gidersiniz. Öyle bir şey yok, Allah-u Teala bu kitabı boşuna mı indirmiş? Bakara Suresi 232. Ayette Allah-u Teala diyor ki;
“Ve izâtallagtumunnisâe” “Kadınlarınızı boşadınız” “febelağneecelehunne” “sürelerinin sonuna ulaştılar” Buraya kadar olan bölümden dul kadın anlarsınız ama ayetin bu kısmına bakmıyorlar, dul ve bakire ayrımı yapmadan Hanefiler, ayetin devamındaki “felâtağdulûhunne” “onlara engel çıkarmayın” bölümü El Mebsut’ta yoktur. Sadece “ey yenkihneezvâcehunne” kısmı vardır. Kızla evleneceği kişi aralarında marufa göre anlaşmışlarsa “engel çıkarmayın” diyor Allah-u Teala. “Anlaşmışlarsa” dediği zaman ne oluyor? Kıza eş seçme hakkı oluyor mu? Bunların hiç birisi eş seçme hakkı vermedikleri için hesaplarına gelmiyor. Bu mezheplerin tamamında “izâterâdavbeynehum bil mağrûf” kısmı yoktur ayetin. Şart kısmı yoktur, gidin kitaplarına bakın göreceksiniz.
Bu anne-babaya itaatin arkasında bir kurgu var. Bakınız şart yok, şartı kaldırdığınız zaman geriye ne kalır? Mesela, “üniversiteye girmek istediğiniz zaman bazı şartlar gerekir.” Şartları kaldırdınız, hayatında hiç mektep görmemiş, dağda yaşayan doksanlık bir nine, ben buraya kaydolacağım dese kimse olamazsın diyebilir mi? Şartı sen nasıl kaldırırsın? Şartı kaldırırsan cümlenin geri kalanının bir anlamı kalmaz ki. Kaldırmışlar ama yetmiyor bu, ondan sonra diyor ki;
“felâtağdulûhunne” “Engel olmayın”, “engel olmayın” emri yetkisiz birisine verilebilir mi? Birisi size sokaktan birisini göstererek, “şu kız evlenecek engel olmayın lütfen” dese ne dersiniz? “Yaa benim ne yetkim var da engel olayım” dersiniz değil mi? “Engel olmayın” yetkili birisine verilen emirdir ama Hanefiler, Rasulullah’ın o konuda çok sahih hadisleri vardır, “velisiz evlenme olmaz” dediği için ayetin bu kısmı hesaplarına gelmiyor, çünkü yetkiyi haber veriyor. Ondan sonra nereyi almışlar;
“ey yenkihneezvâcehunne” “eşleri ile nikahlanmaları”, nikah fiilinin faili kim? Kadın. O zaman kadın serbesttir, istediği kişi ile evlenir. Denetimsiz nikah olduğu için kız kaçırmaların önü açılıyor ve zorla evlendirmenin önü açılıyor. “ey yenkihneezvâcehunne” kısmı, bütün şartlar, marufa göre anlaşmışlarsa, alnına tabanca dayayan birisi marufa göre anlaşır mı? Efendim, “engel olmayın” meselesi orada bir yetkilinin olmasını gerektirir. Bütün bunları kaldırıyorsunuz “eşleri ile evlenmeleri”, tamam kardeşim o zaman “evet” dedi nikahı kabul etti, nasıl kabul ettiyse etti, bana ne? Canını tercih etmedi, evlenmeyi tercih etti, böyle diyorlar. Ve zorla evlendirme mezhepte kabul ediliyor. Bak bu anne-baba değil, öbürüne gelince, orada ben dedim ki arkadaşlara “böyle bir delil olur mu? Böyle bir ayet delil getirilir mi?” “Yok” dediler, hoşlarına gitti tabii.
Peki Şafii, Maliki, Hanbeliler ne yapmışlar? Onlarda bir hadisi delil almışlar. Hadis şu; “Hangi kadın velisinin izni olmadan nikahlanırsa”, nikah fiilinin faili kadın hadiste. Sen diyorsun ki; “nikah fiilinin faili olmaz kadın. Bu hadisi nasıl delil alıyorsun, bu hadis size delil olur mu?” dedim onlara. Hepsi sustu. Ondan sonrada diyor ki hadiste; “velisiyle de anlaşamazlarsa” bakın şimdi ayet ne dedi? “Adaletle emredin” dedi değil mi? Anne-babanızın aleyhine de olsa. Şimdi bu kız evlenmek istiyor, babası karşı çıkıyor, karşı çıktığı zaman hadis-i şerife göre onun veliliği ortadan kalkıyor. Çünkü babadır diye öyle zorla evlendiremezsin, itaat değil iyi davranmak. Sen şimdi babasın diye bu çocuğun hayatını engelleyemezsin. Bizim İslami geleneğin bununla uzaktan yakından alakası yok ki; İslami denmez o geleneğe ama millet öyle diyor. Hadiste diyor ki Rasulullah; “kızla velileri anlaşmazlarsa, velisi olmayanın velisi yetkilidir” gitsin yetkiliye, aynı Rasulullah’a gelen kız gibi. “Ben babamla anlaşamadı Ya Rasulullah” “Olmaz, ne demek seni zorla evlendiremez” diyor. “Yetkiliye gitsin” diyor, çünkü onun veliliği ortadan kalkar. Yani anne-babadır diye, itaat değil, iyi davranmak, bu çok önemli, bunu anlaşılsın diye söylüyorum ama itaat diyerek insanların hayatı ne hale getirilmiş.
Şafii, Maliki, Hanbeli mezhepleri bu ayete nasıl mana vermişler, biliyor musunuz? Hadisi delil getirmişler, o hadis onlara asla delil olmaz. Başka delil yok, evet veli var ama velinin şartlarını anlatmış Rasulullah. Onlara dedim; “bu hadis delil olur mu?” “yok”. Ayeti ne yapmışlar biliyor musunuz? Ayetin “felâtağdulûhunne” “kısmını kaldırmışlar, almamışlar. “Engel olmayın” çünkü karşı tarafın yetkisi yoksa ona engel olmayın denir mi? Demek ki yetkisi var ki “engel olmayın” diyor değil mi? Bunlar kızı yetkili kabul etmiyor, dul da olsa yetkili saymıyorlar. “felâtağdulûhunne” hiç hesaplarına gelmiyor, “izâterâdavbeynehum bil mağrûf” “aralarında marufa göre anlaşmışlarsa” o da hesaplarına gelmiyor. Ne demek ben istediğime veririm, bir de küçük çocukları evlendiriyorlar bu mezheplerin hepsi. Başını kesmiş, sonunu kesmiş, ortada iki tane kelime kalıyor, “ey yenkihneezvâcehunne”. O üç mezhebin bu iki kelime de hesabına gelmiyor, çünkü nikah fiilinin faili kadın orada. Ama bunlar diyorlar ki; “kadın nikahın tarafı olamaz”. O zaman şunu demişlerdi, aynen ifadeleri şu “kadın nikahın konusu olduğu için mecazen nikahın faili sayılmıştır.” Ayeti kırptın, kırptın en son iki kelime kaldı, ona da mecaz diyorsun. Konu ne demek? Efendim bu su ben bunu birisine satıyorum, bu su bir lira, sattığım kişi soracak bu su bir lira ama suya sordun mu? Alıyor mu almıyor mu? Bana gelecek mi gelmeyecek mi? Bu su kardeşim, kadını da böyle bir su gibi kabul ediyor, buna mecazen sordu diyor. Ne oldu şimdi? Hani bu mezhepler ayete, hadise uyuyordu. Bizi suçlayacağınıza gelin şunlara bir bakın. Şii, Sünni bir tane bırakmıyor, hepiniz toplaşın bir kelimelik cevap verin hadi erkekseniz, alimseniz, hadi göreyim sizi. Bir de Allah’tan korkmadan bize ne diyorlar? Sünneti inkar ediyormuşuz. Ben de bunlara diyorum ki; herhangi bir konuyu siz seçin, ben seçmeyeceğim, o konuda sizin bütün mezheplerinizi bir araya getirin, şu mezhep bu mezhep demiyorum, en çok hadis kullandığını iddia eden Hanbeli mezhebi de dahil, hangisi olursa olsun. Onların kullandığı bütün hadisleri toplayın, bir de bizim kullandığımız bütün hadisleri toplayın, bakın ki; bizim topuğumuza yetişiyor mu? Çünkü ayeti kullanamazsan hadisi hiç kullanamazsın.
Gördünüz mü anne-babaya itaat hangi noktalara varmış? Kızın hayatını mahvedici karar alıyor, zaten bununla ilgili öyle bir ayet var ki, ona girersem ortalık yıkılır, hepiniz şaşırır kalırsınız, Fatih onunla ilgili bir makale yazıyor inşallah okursunuz onu dergimizde. Hani “Bir Ayetin Başına Gelenler” diye bir köşesi var ya, orada yazacak inşallah. Bu dini ne hale getirmişler, dolayısıyla tekrar ediyorum, Nisa Suresinin 36. Ayetini tekrar okuyalım ve diğer bütün ayetler de öyle. Allah-u Teala diyor ki;
“Vağbudullâhe ve lâ tuşrikûbihîşey’ev” “Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın” “ve bil vâlideyniıhsânev” “Anneye- babaya karşı iyi davranın” “ve bizilgurbâvelyetâmâvelmesâkîni” “size yakınlığı olan yetimlere ve çaresizlere iyi davranın” “velcâri zil gurbâ” “akrabadan olan komşunuza” “velcârilcunubi” “yanınızda bulunan komşuya” “ves sâhibi bil cembi” “birlikte çalıştığınız arkadaşlarınıza karşı iyi davranın” “vebnis sebili” “yolda kalmış olanlara” “ve mâmeleketeymânukum,” “bir de elinizin altındaki esirlere karşı iyi davranın” “innallâhe lâ yuhıbbu men kânemuhtâlenfehûra.” “Allah kendisini bir şey zannedip te övünen hiç kimseyi sevmez.” (Nisa 4/36)
Bunlar kim?
“Ellezîneyebhalûne” “bunlar cimrilik yaparlar” “ve yeé’murûnennâse bil buhli” “insanlara da cimriliği tavsiye ederler”
Yani kendileri vermediği halde fakirlere yardımı engellemeye çalışırlar. Yasin Suresinde “enut’ımumellevyeşâullâhuat’ameh” “Allah, bunlara verirse verir, Allah’ın doyurmadığını ben mi doyuracağım.” (Yasin 36/47) Kardeşim, Allah bu dünyayı böyle yapmış, kiminize fazla kiminize az, birbirinizle imtihan ediyor.
“ve ağtednâlilkâfirîneazâbemmuhînâ.” “Nankörlere kendilerini alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa 4/37)
Bakarsınız ki dünkü itibarları kaybolmuş ve eski makamları gitmiş, sönmüşler, bir sönük balon gibi itibarsızlaşmışlar. Onun için bir insanın kendinden daha büyük düşmanı yoktur. Son olarak tamamlayıcı mahiyette size bir şey söyleyeyim; Müslümanların bürokratı olmadığı için daha çok Abbasiler döneminde ve Emevilerde bürokrasi Sasani ve Romalıların eline geçmiş. Bu konuda çok çalışma yapmak lazım ama büyük ihtimalle onların etkisiyle olmuş çünkü bu Şafii, Maliki, Hanbeli ve Hanefi mezheplerinde evlenme işlemleri ile ilgili hükümler ve bir de boşanma ile ilgili hükümlerin tamamı Roma ve Yunan hukukundan alınmıştır. O yüzden bu konularda bu dört mezhebin verdiği bilgiler Kuran’a da, Rasulullah’ın uygulamalarına da yüzde yüz aykırıdır. Sadece evlenmede değil, boşanmada da öyle. Mesela burada kadınlar nasıl etkisizleştirilmişse, boşanmada da kadınların boşanma hakkı ellerinden alınmıştır. Mezheplerin tamamı ittifakla almışlardır.
Deminki sözümü tekrar ediyorum, şu anda çok güzel bir ortam var, siz İslam’ın çok zarar gördüğünü düşünüyor olabilirsiniz, hayır değil. Şu anda İslam dünyanın gündeminde, bu fırsatı ganimet bilip insanlara doğru İslam’ı anlatmanın zamanıdır. İşimizde çok kolay, mesela bir zamanlar Avrupa’ya giden arkadaşlarımıza hep Tevbe Suresinin 5. Ayetini sorarlarmış.
“fagtululmuşrikînehaysuvecedtumûhum” “Müşrikleri nerede bulursanız öldürün”
Ben de onlara ilgili ayetleri onlara söylüyordum ama şey yapmıyor, ben de defalarca gittim ve gittiğim yerlerde toplantılar en az üç, üç buçuk saat sürüyordu, çünkü çok soru soruyorlardı. Açıyordum Kuran’ı Kerim’i ne soruyorlarsa, “işte Kuran’da bu”onların da genellikle ellerinde oluyordu Kuran. Şimdi Kurandan cevap verdiğiniz zaman Kuran Müslümanların ana-temel kitabı ve Müslümanlar bunun Allah’ın kitabı olduğuna inanıyorlar, kendileri inanmadıkları için yani. Dolayısıyla Kuran konusunda herkesin ittifakı vardır, siz Kurandan okuduğunuz zaman karşı tarafın sesi tamamen kesiliyor. Benim gittiğim konularda ilk başlarda sorulan sorular bir daha bana sorulmadı. Kuran’ı esas aldığımız zaman dünyanın bugünkü yapısında ortaya çıkan boşluğu Allah’ın hakiki diniyle doldururuz, çünkü muhterem arkadaşlarım internetin olduğu şu dönemde Kuran-ı Kerim’den başak insanları tatmin edecek başka bir şey kalmadı. Artık insanlar kandırılamıyor, eskiden insanlar kandırılıp, baskılanabiliyordu.
Avrupa bir ara Budizmi denedi, olmadı, tutmadı. Hıristiyanlık tamamen bitti, insan dinsiz de olamıyor, aynı şey dünyanın diğer bölgelerinde de var. Bu fırsatı çok iyi kullanmalıyız ama bunu kullanırken Allah rızası haricinde hiçbir kaygı duymamalıyız. Falanca ne der derseniz bu yola hiç girmeyin arkadaşlar. Ama Allah ne der? Benim için Allah rızası tek hedef diyorsanız buyurun hep beraber yürüyüşe başlayalım ve devam edelim.
(Dersin bundan sonraki bölümünde Abdurrahman Yazıcı’nın “İslam Miras Hukuku” isimli kitabı tanıtılıyor)