Abdülaziz Bayındır: Eûzubillahi mineşşeytanirracim bismillâhir rahmânir rahîm. Elhamdulillahi rabbil alemin vessalâtu vesselâmu alarasulina muhammedin ve ala alihi vesahbihi ecmain.
Bismillâhir rahmânir rahîm. İzâ zulziletil ardu zilzâlehâ
Bu akşam Kuran-ı Kerim’in 99. Sûresindeyiz bu sûrenin adı; Zilzal Sûresi yada bizim Türkçe’deki adı Zelzele suresi. Zelzele kelimesi Arapça’dır. Türkçe’de yer oynaması deprem gibi kelimeler kullanılıyor.
İzâ zulziletil ardu zilzâlehâ: ‘’Yer kendi sarsıntısıyla sarsıldıldığı zaman, yer şiddetle sarsıldığı zaman.’’
Ve ahracetil ardu esgâlehâ: ‘’Yer de ağırlıklarını çıkardığı zaman.’’
Ve gâlel insânu mâ lehâ: ‘’O zaman insan der ki; nesi var bunun? Ne oldu?’’
Yevmeizin tuhaddisu ahbârahâ: ‘’O gün yer, haberlerini anlatır.’’
Bienne rabbeke evhâ lehâ: ‘’Şu sebeple ki rabbin ona, olup biteni vahyetmiş, bildirmiş.’’
Yevmeiziy yasdurun nâsu eştâtel liyurav ağmâlehum: ‘’O gün insanlar bölük bölük ortaya çıkarlar, kendilerine amelleri gösterilsin diye.’’
Femey yağmel misgâle zerratin hayray yerah: ‘’Kim zerre mikttarı iyilik yaparsa onu mutlaka görür.’’
Ve mey yağmel misgâle zerratin şerray yerah: ‘’Kim de zerre miktarı kötülük yaparsa ki, onu görür.’’
Bu Sure’i Celile tabi kısa, özlü ama o kadar çok şey anlatıyor ki;
İzâ zulziletil ardu zilzâlehâ: ‘’Yer şiddetli sarsıntısıyla sarsıldığı zaman.’’
Ve ahracetil ardu esgâlehâ: ‘’Toprak da ağırlıklarını ortaya çıkardığı zaman.’’
Toprağın ağırlığı nedir? Neyi ortaya çıkaracak?
Biz biliyoruz ki; toprak bütün ölen insanları ortaya çıkaracak. Yani bütün ölen insanlar, toprağa ekilmiş birer tohum gibi yeniden bitecekler.
Allahu Teala Nûh Sûresinin 17. Ayetinde buyurduğu gibi:
Vallâhu embetekum minel ardı nebâtâ: ‘’Sizi yerden bir bitki gibi bitirmiştir.’’
Yerden bitecek ve insanlar kabirlerinden kalkacaklar ve toplanma yerlerine gidecekler. Toplanmak için kalkanlar sadece insanlar değil, hayvanlar da kalkacaklar.
Tekvir Sûresi 5. Ayetinde buyrulduğu üzere;
Ve izel vuhûşu huşirat: ‘’Vahşi hayvanlar bir araya toplaştığı zaman.’’
Sadece vahşi hayvanlar bir araya toplanmıyor, diğerleri de toplaşacak. Dolayısıyla yeryüzünde yaratılan bütün hayvanlar, bütün canlılar bir araya getirilecek. Melekler de bir araya gelecek ve yeryüzü tıklım tıklım dolacak. Kuran-ı Kerim’de ‘tâmmetul kubrâ’ diye buyrulduğu üzere, ‘’en büyük toplantı’’ meydana gelecektir. Bütün hayvanlar orda bütün insanlar orda ve melekler de orda. Tabi yeryüzü bugünkü şeklinde değil, daha da uzatılmış oluyor. (‘ve iza erdul müddet’?) olarak buyrulduğu gibi.
Şimdi yeryüzünün yaratılışı çok enteresan, Allahu Teala Fussilet Suresinde diyor ki; ‘yeri iki günde yarattım, gökleri de iki günde yarattım’ diyor, etti dört gün. ‘Gıdalarını da dört günde belirledim, takdir ettim’ buyuruyor. Bunları üst üste koyarsanız sekiz gün eder. Halbuki, Kuran-ı Kerim’in yedi ayetinde göklerin ve yerin altı günde yaratıldığı belirtiliyor. O zaman öyleyse bir de şu belirtiliyor. Yerin yaratılışı bitirdikten sonra göğe yönelmiş ve iki günde yaratmış. Öyleyse yer yaratılırken, iki günde yer yaratılmış. Bu iki günde yeryüzündeki tüm gıdaların formülleri yere yerleştirilmiş, iki gün daha devam etmiş bu, yani yerin yaratılmasından sonra iki gün daha devam etmiş, böylece dört günde yerin yaratılması ve içindeki bütün gıdaların, maddelerin yerleştirilmesi iki gün almış. Öyle ki, siz toprağa fındık ekerseniz fındık bitiyor, domates ekerseniz domates bitiyor, çünkü onun formülleri var orda, bir avuç toprakta belki milyonlarca formül var. Belki daha fazla bilmiyoruz. bütün formülleri Cenabı Hakk onun içerisine yerleştirmiş belki dört günde. İki günde yer yaratılıyor, demek ki o yaratılışta aynı zamanda gıdalarla ilgili yerleştirmeyi yapıyor, iki gün daha da bu devam ediyor, etti dört gün, bütün bunlar bittikten sonra, Bakara Sûresi 29. Ayette buyrulduğu gibi;
summestevâ iles semâi fesevvâhunne seb’a semâvât: ‘’Sonra göğe yöneldi ve onu yedi gök olarak düzenledi.’’
Yedi gök yaratıldıktan sonra da, yeryüzünün döşenmesi yapılıyor. Yani yeryüzündeki bitkilerin bitişi ve hayvanların ortaya çıkması da, yedi göğün ortaya çıkmasından sonra, yani önce bu formüller toprağın içerisine yerleştirilmiş, gökler ve yer, altı günde yaratılmış, ondan sonra da yeryüzü döşenmiş. Allahu Teala da ondan sonra yeryüzünü döşedi. Naziat Sûresinin 30. Ayetinde buyrulduğu üzere;
Vel arda bağde zâlike dehâhâ: ‘’Ardından yeri düzenleyip döşedi.’’
Naziat SÛresinin 29. Ayeti ile beraber düşünürsek;
Ve ağtaşe leylehâ ve ahrace duhâhâ.
Yani gökleri ve yeri yarattıktan sonra Allahu Teala yeryüzünü döşüyor. Yani hayvanların yaratılması altı günde sonra oluyor, tabi bitkilerde ondan sonra ortaya çıkıyor. O zaman yeryüzü için ağırlık diyebileceğimiz şeyler, hayvanlar ve daha sonra yaratılan insanlar oluyor. ‘yeryüzü ağırlıklarını attığı zaman’ şimdi öyle enteresan birşey var ki;
Cenabı Hakk Enam Sûresi 38. ayetinde şöyle diyor;
Ve mâ min dâbbetin fil ardı: ‘’Yeryüzündeki bütün canlılar, yani insanı hayvanı yani kımıldayan bütün varlıklar’’
ve lâ tâiriy yetîru bicenâhayhi: ‘’İki kanadıyla uçan bütün kuşlar.’’
illâ umemun emsâlukum: ‘’Tıpkı sizin gibi ümmetlerdir.’’
Yani herbiri sizin gibi bir sosyal hayata sahiptir. Bir başı vardır. Bir organizasyonu vardır. Tıpkı sizin gibi bir organize topluluktur, yani siz öyle basit görmeyin onları.
mâ ferratnâ fil kitâbi min şey’in: ‘’Biz bu kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmış değiliz.’’
Yani ne demek? Kitap üzerinde çalışın, siz ne istiyorsanız, neyi öğrenmek istiyorsanız burdan öğrenebilirsiniz, yeter ki neyi öğrenmek istediğinizi bilin, neyi aradığınızı bilin. Neyi aradığınızı bilirseniz onu orda bulursunuz.
summe ilâ rabbihim yuhşerûn: ‘’Sonra bunlar Rablerinin huzurunda bir araya getirilecekler.’’
Kimler? İnsanlar, hayvanlar, kuşlar.
Tekvir Sûresinin 5. Ayetinde de bunlar;
Ve izel vuhûşu huşirat: ‘’Vahşi hayvanlar bir araya toplaştığı zaman.’’
Bununla birlikte üç ayeti bulduk dördüncü ayeti bulamadık bir tanesi daha var, evet Şura Sûresinin 29. Ayetinde de şöyle buyruluyor;
Ve min âyâtihî halgus semâvâti vel ardı: ‘’Gökleri ve yeri Allah’ın yaratması onun kuvvetindendir. Allahın gücü ve kudretinin delillerindendir.’’
Yani siz oralara bakarsanız göklerin ve yerin hangi şeyini incelerseniz inceleyin, Cenabı Hakkın o muhteşem gücünü orda görürsünüz.
ve mâ besse fîhimâ min dâbbeh: ‘’Göklerde ve yerde kığırdayan bütün canlılar.’’
Demek ki gökler de de kıpırdayan canlı varmış. ‘vessema’ yayılan, ‘daabbe’ kıpırdayan demek. Göklerde de demek ki yayılmış canlı var, yerlerde de var.
eyne mâ tekûnû yeé’ti bikumullâhu cemîâ, innallâhe alâ kulli şey’in gadîr.: ‘’Onları belirlediği günde bir araya toplamaya kadirdir.’’ ya da ‘’belirlediği günde bir araya toplamaya bir ölçü koymuş ve süre koymuştur.’’
Yani göklerdeki canlılar yerdeki canlılar olabilir, mümkündür, olmaz diye birşey yok, ama yeryüzündeki, ‘daabbe’ dediğimiz zaman onun açıklamasını Enam Sûresi 38. Ayette gördük;
Ve mâ min dâbbetin fil ardı ve lâ tâiriy yetîru bicenâhayhi illâ umemun emsâlukum, mâ ferratnâ fil kitâbi min şey’in summe ilâ rabbihim yuhşerûn. ‘Kuşlar yürüyor, hayvanlar yürüyor, insanlar yürüyor,’ Bir de Tekvir Sûresinin 5. Ayetinde buyrulduğu gibi;
Ve izel vuhûşu huşirat: ‘’Vahşi hayvanlar bir araya toplaştığı zaman.’’
Şimdi orda vahşi hayvanlar bir araya getirildiği zaman, daha önce Cenabı Hakkın dediği gibi en zor bir araya getirilen hayvanlar onlardır. Çünkü adı üstünde vahşi, neden vahşi deniyor? Çünkü kaçıyor insanlardan ve birbirlerinden de kaçıyor. çünkü biri diğerini bulduğu zaman alt ediyor ve yiyor. Hem birbirlerinden kaçıyor.
Ve ahracetil ardu esgâlehâ: ‘’Yer de ağırlıklarını çıkardığı zaman.’’ dediği zaman da yer; içindeki hayvanları da, kuşları da, insanları da çıkarıyor. Hepsi de mahşer yerinde toplaşıyorlar, tabi tıklım tıklım dolu. ‘ettammetul kubra’ diyerek Cenabı Hakkın Naziat suresinde belirlediği en büyük toplantı meydana geliyor.
Ve gâlel insânu mâ lehâ: ‘’İnsan o zaman diyecek ki; ne oldu?’’
Hatırlayacak olursak, insanın ölmesi ve dirilmesi neye benziyordu? Uyuyan bir kimsenin uyanmasına benziyordu. Şimdi uyuyan bir kimse evinde uyuduğunu düşünüyor. Yani akşam yatağında yatıp da uyuyan bir kimseyle, o yatakta ölüp kabre konulan insan arasında bir fark yok, uyuyan kimse nasıl ki uyandığında odasına uyanmasına alışmış ise; ölen kimse de odasında kalkacağını düşünüyor. O yüzden Rasulullah (sav) diyor ki; Nasıl ölürseniz öyle diriltilirsiniz.
Örneğin; Arafat’ta bir hacı düşüyor başı yarılıyor ve ölüyor. Peygamber (sav) diyor ki; bunu yıkayın, kefenleyin, başını ve ayağını örtmeyin koku da sürmeyin. Yarın mahşer yerinde ‘lebbeyk’ diyerek kalkacaktır. Çünkü o öldüğünü bilmiyor ki, o zannediyor ki Arafat’ta uyuyorum. Arafat’a çıktığını biliyor, orda olduğunu biliyor, kalkınca da ‘lebbeyk’ diyecek. Ama onda sonra da denecek ki, yok sandığın gibi değil. Şimdi odasında uyuyanla ölen arasında hiçbir fark yok. Bunu daha önceden de söyledik, ilgili ayetlerle anlatmaya çalıştık. Şimdi bu insan gözlerini açıyor bir kalkıyor ki; farklı bir yer, bu nasıl bir şey? Hiç gördüğü bir şey değil. Onun için; Yasin Sûresinin 51. Ayetinde buyrulduğu gibi;
Ve nufiha fis sûri: ‘’sura üflendi.’’
feizâ hum minel ecdâsi ilâ rabbihim yensilûn: ‘’Bakmışsınız ki; kabirlerinde kalkmışlar, Allah’ın dediği yere doğru hızla gidiyorlar. İşte siz şurda toplaşacaksınız.’
Zaten iki yanda iki melek, birisi amel defterlerini taşıyor, diğeri yol gösteriyor, şuradan gidilecek diye. Ama o sıra şaşkın hiç alıştıkları bir yer değil.
Gâlû yâ veylenâ mem beasenâ mim mergadinâ: ‘’Diyecekler ki; yav! yazık oldu bize, bizi uykumuzdan kim kaldırdı?’’
yani sanki odasında yatıyor da sabahleyin kalkmış gibi.
hâzâ mâ veader rahmânu ve sadegal murselûn: ‘’İşte bu Rahman’ın vadettiği ve Peygamberlerin haklı olduğu kıyamet günüdür.’’
Şimdi bunlar anlatılınca ister istemez soruyorlar kabir azabı ne olacak? Kabir azabı gördüğümüz kötü rüyalara benzer. Tekrar Zilzal Sûresine döencek olursak, burası çok önemli;
Yevmeizin tuhaddisu ahbârahâ: ‘’O gün yer haberlerini anlatacaktır.’’
Nasıl anlatacak?
Bienne rabbeke evhâ lehâ: ‘’Çünkü rabbin ona vahiyde bulunmuş rabbin bildirmiş.’’
Şimdi bizim dönüp dolaştığımız yerler hep bizi anlatacaklar. Onun için namaz kıldığımız yerler, namaz kıldığımıza şahitlik edecekler. Hadis sahih mi, değil mi bilmiyorum ama, bu ayeti kerimeler onun sahih olduğunu gösteriyor. Allahu Teala Nebe Sûresinin 20. ayetinde şöyle buyuruyor: ‘Ve suyyiratil cibâlu fekânet serâbâ.’
Örneğin yaşadığınız köye gidiyorsunuz, ne dağ var ne tepe var, ne dere var. Bizimkisi deniz kenarıydı felan. Aa! burada geçti olay, burda bir dağ vardı noldu, dağ gitmiş yürütülmüş hayali kalmış.
Ve suyyiratil cibâlu: ‘’Dağ yürütülmüş.’’
fekânet serâbâ: ‘’Hayal kalmış artık.’’
Şimdi bunun bir başka delili de olması gerekiyor. Allahu Teala Fussilet Suresinin 20. Ayetinde;
Hattâ izâ mâ câûhâ: ‘’O cehenneme geldikleri zaman’’
câûhâ şehide aleyhim sem’uhum ve ebsâruhum: ‘’Onların gözleri ve kulakları kendilerine şahitlik edecek.’’
ve culûduhum: ‘’Derileri de’’
bimâ kânû yağmelûn: ‘’Yaptıkları şeye karşı’’
O zaman şu anlaşılıyor, yani bu derilerdeki özellikler de aynen korunuyor Ahiret’te. Peygamber (sav) diyor ya; ‘’İşte insan öldüğü zaman vücüdünün tamamı çürür kuyruk sokumu hariç insan ondan tekrar yaratılır.’’
Yani büyük bi elma ağacının küçücük bir tohumunun kalması gibi. Yine aynı insan yine aynı özelliklere sahip, e tabi vücut yapısında değişiklikler oluyor elbette, Cennet’e gidecekse oraya uygun vücut, Cehennem’e gidecekse oraya uygun vücut veriliyor. Ama temel özellikler aynı kalıyor. Örneğin, deri yine aynı deri. Parmak izleri değişmiyor. Aynen kalıyor. Şimdi orda kişinin kulağı ve gözü kendi aleyhine şahitlik ediyor, derisi de öyle, ‘şuraya dokundu’ diyerek.
Şimdi her taraf deri de, gözün üzerinde deri yok. E kulak da dokunamıyor işiten kısım içerde kalıyor. İşte aleyhte şahitlik ediyor. Onun dışında denediniz mi? Vücutta hiç bir yer kalmıyor her tarafta deri var. Allahu Teala yine Fussilet Suresinin 21. Ayetinde ise şöyle buyuruyor;
Ve gâlû liculûdihim lime şehidtum aleynâ: (Kendi derisiyle konuşuyor insan.) ‘’Derisine diyor ki; niye siz bize karşı şahitlik yaptınız? E bak sen de yanıyorsun burada.’’
gâlû entaganallâhullezî entaga kulle şey’: ‘’Bizi Allah konuşturdu. Herşeyi konuşturan Allah.’’
Yani Allah her şeyi konuşturacak. Her şeyi dediğiniz zaman, bunun içine toprak da giriyor. Hayvanları da konuşturuyor olabilir. Yani hayvanların dördüncü ayeti bu olabilir.
entaga kulle şey’: ‘’Herşeyi konuşturur.’’
Biz şimdi bu asırda yaşayan insanlar olarak, eşyanın konuştuğunu artık biliyoruz. Bir cd de bir flaş diskte, bunun konuştuğunu, konuşmaktan öteye resimleri, dökümanları naklettiğini gayet iyi biliyoruz artık. Bunun daha ötesi de mutlaka vardır. Şimdilerde bunu iki boyutlu olarak biliyoruz, daha ilerde belki üç boyutlu olarak da göreceğiz. Ama her şeyi konuşturan Allah bizi de konuşturdu.
Şimdi bizim müfessirler şunu tartışıyorlar, acaba Zilzal Sûresi 4. Ayetini;
‘Yevmeizin tuhaddisu ahbârahâ: ‘O gün yer bütün haberlerini verir’ acaba mecaz mıdır? Diye tartışıyorlar. Şimdi mecaz mi, hakikat mi baklalım. Elbette hakikat mecaz değil ki. Her zaman söylüyorum bizim gelenekte, en iyi tefsir, Kuran’ın olan Tefsirdir, ama hiçbir zaman da yapmazlar. Asırlar öncesinden eğer birisi Kuran’ı Tefsir etmiş ise, asırlarca herkes onu tekrarlar durur. Demezler ki acaba nasıl oluyor bu iş. İşte bak aradığın zaman buluyorsun. Her şeyi konuşturan Allah dediğinizde her şeye hayvanlar da girer, dağlar da girer taşlar da girer.
ve huve halegakum evvele merrativ ve ileyhi turceûn: ‘’İlk defa sizi yaratan Allah, dönüşünüzde O’nadır.’’
Dolayısıyla son derece dikkatli olmamız lazım.
Bir de biz eşyanın dili olduğunu da Kuran’dan öğrendik. Biz biliyoruz ki eşyanın dili var. Mesela gökler ve yer Cenab’ı Hakka söz veriyor. Bunu Fussilet Sûresinin 9 ve 12. ayetinde görüyoruz. Az önceki Ayette Fussilet suresinin 20. Ayetinde geçen derilerini konuşturması da son derece ilginç. Yani derilerini konuşturması da Fussilet suresinde geçiyor.
Bu demektir ki, bizim yaptığımız, bu konu üzerine çalışacak olanlara küçücük ışıklar açmaktır. Yoksa bizim yaptığımızın peşinden, eminim ki o kadar büyük ilimler çıkar ki. O kadar büyük ilimler çıkar ki. İnsanlar biraz daha gayret gösterseler, çalışsalar, öyle zannediyorum ki eşyayı kumanda da edebilirler. Usulünü öğrenirlerse. Örneğin gel, git gibi. Ancak uzaktan kumandayla değil. Bu tür çalışmalarda batılıların büyük bir şanssızlığı var. O da Kuran’dan habersizler. Bizim daha büyük şanssızlığımız var. Biz, hem Kuran’dan, hem tabiattan habersiziz. Batılılar hiç olmazsa Allah’ın yarattığı kitaptan haberleri var ancak indirdiği kitaptan haberleri yok. Biz yarattığı kitaptan da indirdiği kitaptan da habersiziz. Ancak bizim bir şansımız var. Allah’ın indirdiği kitaba inanıyoruz. Bunu Allah’ın yarattığı ayetlerle beraber okumamız gerektiğini bir anlasak, onların bu mevcut ilim seviyesini çokça geçeriz. Hem de insanın ve doğanın tabiatını bozmadan. O Tübingen’den gelen fakültenin dekanına şunu söyledim, dedim ki;
-Bir şeyi itiraf etmeniz lazım, Batılılar Allah’ın yarattığı kitabı okudular. Bugün yapılan belgesellerin tamamına yakını onlara ait. Bir hayvanı yıllarca takip ediyor ve bize anlatıyorlar. Bizde ağzımız açık bunu dinliyoruz. Çok da istifade ediyoruz. İyi ki de yapmışlar ve bundan da bir sürü keşifler yapıyorlar.
Şöyle sordum;
-Şimdi siz Allah’ın yarattığı kitabı okudunuz ama insanı ihmal ettiniz. Onun için çok ciddi problemle karşı karşıyasınız.
Onlar;
-Çok haklısın. dediler.
Ben de dedim ki;
-Siz Allah’ın yarattığı kitabı indirdiği ile birlikte okuyun ki eksiğiniz tamamlansın, ve çok büyük bir ilerleme sağlayasınız ve müslümanlara örnek olursunuz. Onlar ne Allah’ın yarattığı kitabı okudular, ne de indirdiği kitabı okudular. İkisinden de haberleri yok. Bak bu büyük bir fırsattır bunu değerlendirin.
Dedim. Onun da çok hoşuna gitti. Bakalım yapar mıyız? Henüz şu ana kadar bir hareket çıkmadı ortaya. ‘Orada birkaç üniversiteyi harekete geçireceğim.’ Dedi, ama şu ana kadar bir şey yok, inşallah olur.
Allahu Teala Fussilet Sûresinin 9. Ayetinde şöyle buyuruyor;
Gul einnekum letekfurûne billezî halegal arda fî yevmeyni ve tec’alûne lehû endâdâ, zâlike rabbul âlemîn.
FussiletSûresinin 11. Ayetinde ise şöyle buyuruyor;
Summestevâ iles semâi ve hiye duhânun fegâle lehâ ve lil ardıé’tiyâ tav’an ev kerhâ, gâletâ eteynâ tâiîn.
Allahu Teala yeri yarattığında, o iki gün içerisinde yerdeki gıdaların ölçülerini yerleştirdi, o gıdaların ölçülerini yerleştirmeye iki gün daha devam etti. Toplam dört gün. Bu olaydan sonra yani, gıdaların yerleştirilmesi ve yerin yaratılmasından sonra,
Summestevâ iles semâi: ‘’Allah göğe yöneldi.’’
ve hiye duhânun: ‘’O bir duman halindeydi’’
Şimdiki gök ve yer bitişikti. Allahu Teala diyor ki; onu patlattık. Gökün maddesi duman halindeyse demek ki, yerin de maddesi duman halindeydi. Gaz maddesi olarak düşünün diyor. Ayeti Kerime duman halinde diyor.
fegâle lehâ: ‘’O duman halindeki göke.’’
ve lil ardıé: ‘’Ve yeryüzüne Cenabı Hakk şöyle emir verdi;
tiyâ tav’an ev kerhâ: ‘’İsteyerek ya da istemeyerek emrime gelin dedi.’’
Bakın Alahu Teala emir veriyor.
gâletâ eteynâ tâiîn: ‘’Dediler ki, biz içten boyun eğerek senin emrine geldik. İtaat ettik.’’
İtaat etseniz de, etmeseniz de böyle. Şimdi Allahu Teala, yerlere ve göklere gönüllü veya gönülsüz bunu yapacaksınız diyor, onlar da gönüllü olarak yaparız diyorlar.
Fakat insanlara öyle değil. İnsanla konuşması açısından bir fark yok. İnsanın da tabiatında ona göre bir donanımı var.
Cenabı Hakk İnsan Sûresinin 3. Ayetinde diyor ki;
İnnâ hedeynâhus sebîle: ‘’Biz ona yolunu gösterdik.’’
immâ şâkirav ve immâ kefûrâ: ‘’Ya şükreder Allah’a karşı kulluk görevini yapar, verilen kıymetlerin değerini bilir, yada nankörlük yapar.’’
Zaten kafirlik nankörlüktür. Kendisine kalmış, ama göklere yere öyle birşey demiyor, kendilerine kalmış değildir. Göklere ve yere öyle deseydi, Güneş de bir gün deseydi ben bir hafta tatile çıkacağım. O zaman Dünya’nın hali ne olurdu?
Mesela sizin de bildiğiniz gibi Allahu Teala, Nuh tufanında göke emir verdi. ‘Ey Gök! suyunu yut’ Yere de; ‘suyunu tut.’ Emri verildi onlar da bu emri yerine getirdiler.
Meryem Sûresinin 88 ve 91. ayetlerinden;
Göklerin, insanların yanlış davranışlarından lekelendiğini öğreniyoruz, Allah Teala Meryem Sûresinin 88. Ayetinde şöyle buyuruyor;
Ve gâluttehazer rahmânu veledâ: ‘’Rahman çocuk edindi dediler.’’
Meryem Sûresinin 89. Ayetinde şöyle buyuruyor;
Legad cié’tum şey’en iddâ: ‘’Gerçekten ortaya çok çirkin bir şey attınız.’’
Meryem Sûresinin 90. Ayetinde Şöyle buyuruyor;
Tekâdus semâvâtu yetefettarne minhu ve tenşeggul ardu ve tehırrul cibâlu heddâ: ‘’Bundan dolayı nerdeyse gökler çatlayacak ve dağlar yerlere geçecek gibi oldu.’’
Bakın Allah’ın oğlu olduğunu kim diyor? Hıristiyanlar. Peki Allah’ın kızı olduğunu kim diyor? Mekkeli müşrikler. Peki ‘Allah’ın çocuğu var’ iddiası kızları ve oğullarına da gider, değil mi? İnsanlar ‘Allah’ın çocuğu var’ dedi diye ‘çok çirkin bir şey ortaya attınız’ diyor. Bu gökleri ve yeri, dağları üzüyor. öylesine üzüyor ki; neredeyse gökleri çatlayacak ve dağlar yerlere geçecek gibi oldu. Çünkü Rahman’ın çocuğunun olduğunu iddia etmişlerdi. Yani demek ki ‘Gök’ veya ‘Yer’ deyip de geçmemek lazım. Yani bulunduğumuz yerler bizlere şahitlik ediyor. Eşya ile ilişkimizin de dostane olması gerekiyor.
Demek ki; hayvanlar da konuşacak. Artık onlarla ilişkilerimizin de dostane olması lazım. Şimdi diyorlar ki; çiçeklere iyi bakarsanız, -mustafa çavdar anlattı çiçeklerine ne kadar iyi baktığını- birkaç gün onlardan ayrılınca, üzüldüklerini bizzat kendiniz göreceksiniz. Birçok kimse görmüştür o artık zaten literatüre geçti. Ama ben bu ayetlerden şunu anlıyorum, bindiğiniz arabaya iyi davranın, o araba size daha çok hizmet eder. Oturduğunuz yere iyi davranın, eşya deyip geçmeyin. Öğrendiğimiz üzere çevremizdekiler de birer eşya, örneğin bilgisayar, tüm sözleri tüm bilgileri dünyaya yayabilme özelliği var. O kadar basite almamak lazım bunları.
Bir katılımcı: Bir hadiste; ‘Müezzinin sesini duyan her şey şahit olur.’ Deniyor.
Abdulaziz bayındır: Bak işte bunlar ayetlerle birleşince, nasıl da hadisler doğrulanıyor. Peygamber (sav) onu Kuran-ı Kerim’den alarak bize söylemiştir. Mesela Firavunla ilgili olarak, biliyorsunuz Firavun ordusuyla birlikte denizde battı ve boğuldu. Allahu Teala Duhan Sûresinin 29. Ayetinde diyor ki;
Femâ beket aleyhimus semâu vel ardu vemâ kânû munzarîn: ‘’Onlara ne gök ağladı ne de yer.’’
Yani koskoca Firavun bütün askerleriyle düştü ve boğuldu. Gökler ve yer ağlamıyor iyi ki kurtulduk diyor demek ki. Ama iyi bir şey olsa iyi insanlar olsa, gökler de ve yer de demek ki birtakım hareketler olacaktı.
Yine Allahu Teala Bakara suresinin 74. Ayetinde de şöyle buyuruyor:
Summe gaset gulûbukum mim bağdi zâlike fehiye kel hıcârati ev eşeddu gasveh, ve inne minel hıcârati lemâ yetefecceru minhul enhâr, ve inne minhâ lemâ yeşşaggagu feyahrucu minhul mâé’, ve inne minhâ lemâ yehbitu min haşyetillâh, ve mallâhu biğâfilin ammâ tağmelûn. Ayette geçen;
ve inne minel hıcârati lemâ yetefecceru minhul enhâr, ve inne minhâ lemâ yeşşaggagu feyahrucu minhul mâé’, ve inne minhâ lemâ yehbitu min haşyetillâh: ‘’Taş vardır, içinden ırmaklar akar, taş vardır çatlar da içinden sular çıkar, taş vardır Allah korkusundan aşşağıya yuvarlanır.’’
Demek ki Allah’tan korkan da taş var yani. Yine Allahu Teala Haşir suresinin 21. Ayetinde şöyle buyuruyor;
Lev enzelnâ hâzel gur’âne alâ cebelil leraeytehû hâşiam mutesaddiam min haşyetillâh, ve tilkel emsâlu nadribuhâ linnâsi leallehum yetefekkerûn: ‘’Biz bu kuranı bir dağa indirseydik Allah korkusundan başını eğer, parça parça olduğunu görürdün. Bu örnekleri insanlara veriyoruz, belki düşünürler.’’
Şimdi ben bu eşyanın dili var sözünü bir mikrobiyoloji uzmanı olan bir arkadaşa söyledim, -vakfımıza haftada bir gelen biri olmak üzere- dedim ki;
-Eşyanın dili var biliyor musun?
Dedi ki;
-Ben onu görüyorum.
Bizler mikropları hastalık yapanlar olarak algılıyoruz ama onlar mikropları en küçük canlılar olarak algılıyorlar, ve o mikropların birbirleriyle konuştuğunu görüyoruz dedi. E birkaç gün önce de fizik konusunda mutahassıs olan bir arkadaşa bahsettim ve o dedi ki;
-Vallahi ben doktora yaparken bunları gördüm ama o zaman biran önce doktorayı bitirmeyi düşündüğüm için hiç aklımda yoktu bunlar. Ancak şimdi sen söyleyince düşünür oldum.
Yani eşyanın dili var. Şimdi Kuran-ı Kerim’den hareket ettiğiniz zaman eşyayı yaratan anlatıyor burada.
Bütün bunları gördükten sonra Zilzal Sûresine dönecek olursak;
Yevmeizin tuhaddisu ahbârahâ: ‘’O gün yeryüzü, haberlerini konuşacaktır.’’
O halde artık buna mecaz demeye gerek kalmıyor değil mi? Hakikaten bu Ayeti Kerimeleri daha yeni dün ve bugün düşünmeye başladım. Yani bunların bu şekilde olması gerektiğini, tüm bilgileri bir araya getirerek, düşünmeye yeni başladım. Mesela daha önce aklımda olan Nebe Sûresinin 20. Ayetini;
Ve suyyiratil cibâlu fekânet serâbâ’: ‘’Dağlar yürütülmüş ve yerinde hayali kalmış.’’
Çok düşünüyordum yani, neden hayali kalsın ki? Kim hayal edecek ki dağları? Diye düşünüyordum. Demek ki biz hayal edeceğiz. Demek ki yaşadığımız yerlere gideceğiz. Yer konuşacağına göre bizimle temasta bulunan yerler konuşması lazım. O zaman diyeceğiz ki, şurada bir dağ vardı, burada bir dere vardı, e ne olmuş? Dağ vardı sadece hayali kalmış, kendisi gitmiş. Peki neden bunlar konuşuyor. Zilzal Sûresine devam ederek;
Bienne rabbeke evhâ lehâ: ‘’Rabbin ona ne söyleyeceğini fısıldıyor da ondan.’’ Fussilet Sûresi 21. Ayette de geçtiği gibi;
entaganallâhullezî entaga kulle şey’: ‘’O, her şeyi konuşturan Allah bizi de konuşturturdu.’’
İşte konuşması. Vahiy ile oluyor, yani fısıldıyor. Cenabı Hakk ona o bilgileri veriyor, o da söylüyor. Bu da şunu gösteriyor, bunların hafızası yok, ya da bu olaylar hafızayı silmiş de olabilir. Onu bilmiyoruz Allah bilir. Bu olaylar hafızayı silmiş de olabilir o yüzden vahiy ederek konuşturuyor.
Son olarak Hac Suresinin 18. Ayetini de okuyarak bu dersi bitirelim.
Elem tera ennallâhe yescudu lehû men fis semâvâti ve men fil ardı veş şemsu vel gameru ven nucûmu vel cibâlu veş şeceru ved devâbbu ve kesîrum minen nâs, ve kesîrun hagga aleyhil azâb, ve mey yuhinillâhu femâ lehû mim mukrim, innallâhe yef’alu mâ yeşâé’
Elem tera: ‘’Görmedin mi?’’
Bu ne demek? Demek ki biz bunları görebileceğiz. Yani bu konuda bilgiye gözümüzde görür gibi ulaşmamız lazım yani bunu yapmamız lazım.
ennallâhe yescudu lehû men fis semâvâti ve men fil ardı: ‘’Göklerde kim var, Yerde kim varsa hepsi Allah’a secde eder.’’
Nedir bu? Şimdi kafirler de Allah’a kulluk ederler, ama onların ki zorunlu kulluktur. Yani Allah’ın koyduğu prensiplere göre hareket ederler. Yemeden yaşayamazlar, içmeden yaşayamazlar, dışarı çıkmadan yaşayamazlar yani o kurallara tamamen uyarlar, ama gönüllü kulluk kısmında yanlışlık yaparlar, işte o yüzden müslümanı kafirden ayıran; gönüllü kulluktur. Yoksa geri kalan Allah’ın kanunlarına ikisi de uyuyor.
veş şemsu vel gameru ven nucûmu: ‘’Bak görmüyor musunuz diyor?’’
Demek ki istediğimiz zaman bunu yapabiliriz. Örneğin güneş, ay ve yıldızlar
vel cibâlu; ‘’Ve dağlar.’’
veş şeceru: ‘’Ağaçlar.’’
ved devâbbu: ‘’Hayvanlar.’’
Bakın güneşi saydı, yıldızı, ayı, ağaçları, hayvanları saydı. Allah’a secde eder dedi.
ve kesîrum minen nâs: ‘’İnsanların hepsi değil, birçoğu.’’
ve kesîrun hagga aleyhil azâb: ‘’Ama bir çoğuna da azab hak olmuştur.’’
Demek ki isyan edebilecek durumda olan sadece insanlar var. Onun için insanların birçoğu da secde ediyor. Biz Cenabı Hakka kulluk ettiğimiz zaman, göklerde ve yerde herhangi bir düzen bozuculuk yapmamış oluyoruz değil mi? Bakın Rahman’ın çocuğu var dedikleri için, sırf bu söz dağları çökertecek yerleri çatlatacak oluyor, bu derece onları rahatsız ediyor. Şunu da hatırlarsınız Hüdhüd kuşunun da gördüğü manzaradan nasıl rahatsız olduğunu, Süleyman (as) olayında, işte Belkis’ın durumunu görüyor ve nasıl rahatsız olduğunu gelip anlatıyor.
ve mey yuhinillâhu femâ lehû mim mukrim: ‘’Allahu Teala, kime alçaklık damgasını vurmuş ise, yani Allah’ın koyduğu kurallara göre kim alçaksa, onu yerde ve yukarı da sayacak kimse yoktur.’’
Kural Allahın kuralıdır. Kimse Allah’ın koyduğu kuralın üzerine kural koyamaz. Allah şunlar alçalacak dediyse, onlar alçalır. Şunlar da yükselecek dediyse onlar yükselir. Kural O’nunkisidir. Bize düşen onun kuralını uymak. Uymazsan gidersin gümbürtüye. Bizi Allahu Teala çok mükerrem yaratmış ama daha sonra yaptığımız yanlışlarla aşşağılardan en aşşağısına kadar düşebiliyoruz, Allah muhafaza etsin.
Evet şimdi enes hoca bir hadis hatırlattı: ‘’Bu bir dağ ki: Uhud’a söylüyor Peygamber (sav) bu dağ bizi sever, biz de onu severiz.’’ Ben bu hadisi şerifi hiç anlayamazdım, herhalde ki uydurmadır diyordum. Onun için zaten bu tip ayetleri gördükten sonra, bu hadislerle ilgili böyle zayıf mayıf olabilir ama uydurma demek için çok çok beklemek lazım. O kadar kolay değil. Peygamberden bir şey naklediliyorsa orada durmak lazım. Hiç aceleciliğe lüzum yok. Kuran-ı Kerimde, Firavun ve hanedanına gökler ve yer ağlamadı dediği üzere, dağlar da yerin bir parçasıdır. Yani vah vah! Firavuna yazık oldu demedi, iyi ki gitti demiştir mutlaka, kurtulduk demiştir. Onu sevmiyor. Onu sevmiyorsa Peygamber (sav) sever. ‘’Uhud bizim dağımızdır, bu dağ bizi sever biz de onu severiz.’’ Demek ki eşyada bizi sever ya da sevmez. O zaman eşya ile ilişkimize de dikkat etmemiz lazım. Evet, onlar Cenabı Hakka itaat ediyorlar ya gönülden. Biz de itaat edersek gönülden sıkıntı yok. Böylece dersimizi bitirelim.