BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Elhamdülillhi rabbil alemin
Vel akibetü lil müttekîn
Vesselâtü vesselâmü alâ resulinâ muhammedin
Ve alâ âlihi ve sahbihi ecmaîn
Zariat suresinin 38. ayetinden başlayalım. Gerçi o ayeti daha önce okumuştuk, ama bazen bir daha okunmasında fayda var.
Çünkü bu oldukça ince bir konu. Bu meselelerin doğru anlaşılması lazım.
‘’ ve fî mûsâ iz erselnâ ilâ fir’avne bi sultânin mubîn’’ (zariat38)
[musa’da da sizin için ibret vardır]
Kur’anı Kerim^de geçmiş peygamberlerin hayatları anlatılır. Onları dikkatle okursak bu günümüz için çok fayda çıkarırız.
Mesela oralarda olayların hangi tarihte olduğu yazılı değil, olayların geçtiği bölge ile ilgilide fazla bilgi verilmiyor. Şahıslar anlatılmıyor.
Oralarda Cenabı Hakk’ın verdiği bilgiler bizim için bugün hayatımıza uygulayabilecek bilgilerdir. Hayatımıza birebir uygulayabiliriz. Bazen bakarsınız ki iki olay arasında uzun tarih vardır, ama ayetten sanki ikisi aynı günde olmuş gibi anlarsınız. Çünkü bunun fazla bir önemi yok. Bizim alacağımız ibret açısından, şu falan tarihte olmuş, bu da falan tarihte olmuş bizim için fazla bir önem taşımıyor.
Kur’anı Kerim’deki peygamber kıssaları peyaygamberlere karşı gelen, mesela firavun gibi insanların kıssaları, hikayeleri bizim için birer hayat örnekleri olarak çok güzeldir. Onları ihmal etmemek lazım. Son derece önemli. Üzerinde düşüne düşüne, kavraya kavraya onları okumak lazım. Ve dikkat ederseniz Kur’anı Kerim okuduğunuz zaman aynı sahneler değişik şekillerde karşınıza birkaç kere çıkar. Birincisinde anlamadıysanız 2.sinde anlarsınız, 3. sünde anlarsınız.
[Musa’da da sizin ibret alacağınız bir durum vardır],
‘’iz erselnâ ilâ fir’avne’’(zariat38)
[o nu firavuna elçi olarak göndermiştik]
‘’bi sultanin mubîn’’
[açık bir sultanla, yetkiyle]
Açık bir yetkiyle göndermiştik.
Şimdi şöyle düşünün; Musa a.s firavunun sarayında yetişmişti biliyorsunuz. Sonra bir olaya karışmıştı. Bir kıptiye bir yumruk vurmuş ve o da ölmüştü. Saray zaten Musa a.s’ın Israiloğullarından olduğunu biliyordu. Onun için O’nu hiçbir zaman benimsememişti. Musa a.s aleyhinde bir takım kararlar alındığını duyunca o kaçtı Medyen’e.
Medyen’de 10 sene kadar kaldı. Orda Şuayb a.s’ın kızıyla evlendi. Ordan da süre bitince Cenabı Hakk’ın emriyle, yani yolda kendisine peygamberlik verildi ve Allahu Teala firavuna gönderdi.
Cebabı Hakk onu firavuna gönderirken Musa a.s dedi ki; ‘’ben korkarım, onlar beni öldürür’’
Çünkü onlara karşı işlemiş olduğum bir suç var. Onların yasalarına göre o suçun cezası ölüm. İşte Allahu Teala onun eline öyle bir güç veriyor ki firavun onu öldürmeye cesaret edemiyor. O güç Allah’ın ona vermiş olduğu mucize. Çünkü birkaç kere firavun Musa a.s’ın yanına gelmiş, başına gelen sıkıntılar sebebiyle ; ‘’ ya musa rabbine yalvar başımızdan bu sıkıntıyı gidersin, bu sıkıntı giderse söz sana inanacağız ve israiloğullarnı serbest bırakacağız’’ demek zorunda kalmış, ki bu firavun kendisini tanrı ilan bir kişi. O derece kendisini yüksek görüyor.
‘’ene rabbukumul a’la’’ (naziat 24)
[Sizin en büyük rabbiniz benim]
‘En büyük rabbiniz benim’ diyen bir kişiydi o. Öyle olmasına rağmen Cenabı Hakk onun karşısında Musa a.s’ı o kadar güçlü bir pozisyona getirmişti, ona gidip yalvarmak zorunda kalıyordu. Birkaç kere bunu yaptı, Kur’anı Kerim’de bunlar var.
‘’fe tevellâ bi ruknihî’’ (zariat39)
Firavun rüknuyla, erkanıyla, yani devletin ileri gelenleriyle, devletin ana direkleriyle, temek direkleriyle, önde gelen yetkilileriyle birlikte Musa a.s’ın davetinden yüz çevirdi.
Dedi ki;
‘’ ve kâle sâhirun ev mecnunûn’’ (kamer39)
[dedi ki: bu adam sihirbaz]
Bu adam sihirbaz dedi, çünkü kendisi için en kolay yol o. Musa a.s değneğini yere atıyor, yerde yılan haline geliyor. O zamanda sihir oldukça ilerlemiş, sen sihirbazsın diyerek halkıda toplamıştı. O toplaşan sihirbazlar kendi oyunlarını yapmışlardı. Sihirbazın yapmış olduğu hiçbir şey yok, o sadece bir kısım maddelerdeki fizik kanunlardan yararlanarak insanın yanlış yönlendirilmesine sebep oluyor, mesela kitaplarda bir izah şekli var ki Kur’anı Kerim’de, Kur’anı Kerim’de anlatılan yapıya çok uygun bir izah şekli bu; o şeyler, firavunun sihirbazları, bağırsakların içersine civa yerleştirmişler, zamanıda güneşin tam tepeden geldiği bir zaman seçiyorlar. Yukardan aşağıya güneş ısısı geliyor, aşağıdan yukarıya tekrar dönüyor. Bu ikisi arasında bir ısı değişikliği oluyor. Yere atıyorlar. Civada biliyorsunuz ısıya son derece duyarlı bir maddedir. O kısa kısa ısı değişikliklerinden etkilenerek o civa hızla yer değiştiriyor bağırsağın içersinde,. O aradada bir hareketlenme oluyor bağırsaklarda. Gelenlerde yılan görmek için gelmişler, insanlar zaten kendilerini şartlandırmış yılan görmeye. Bir anda bakıyorlar ki herkes, her tarafı yılanlar sardı. Onu atmadan önce bağırsakların içinde şey var, bir taraftan tuttuğunuz zaman o bağırsağı, bayağı ağırdır o civa, bir değnek gibi duruyor. Sıvı olduğu için ortasından yutarsanız ip gibi gözüküyor. Öyle yapıyorlar ki Musa a.s değneğini atıyor, yılan haline dönüşüyor ya, bunlarda değneklerini atacak, yılan haline dönüşecek. Ya da iplerini atacak, yılan haline dönüşecek. Bir anda her tarafı yılanlar sarıyor. Musa a.s ‘da korkuyor. Cenabı Hakk diyor ki; ‘’korkma, sen galip geleceksin’’
Musa a.s değneğini atınca bütün onların yılanlarını yutuyor. Bu defa sihirbazlar bakıyorlar ki bu sihir değil, bu oyun değil, kendi değneklerinin bir tekini bir iğne delecek olsa bütün foyaları ortaya çıkacak, ama burada bu yutuyor onları. İşte sen sihirbazsın demekten başka şeyi yok, elinde imkanı yok. Bir de mecnunsun diyor.
Mecnun, yani sana cinler dokunmuş. Şimdi mecnuna deli diyorlar. Ama bu kelimenin Kur’anı Kerim’in indiği zamanki anlamı bu değil, daha sonra anlam değiştirmiş kelime.
Mecnun; cinlenmiş.
Yani şimdi cin bir insanın üzerinde hakimiyet kuruyor ve onu konuşturuyor. Şimdi diyorlar ki; ‘sen mecnunsun. Yani sana bir cin hakim olmuş, öyle acaip acaip şeyler söylüyorsun ki biz ona cevap vermekten aciz kalıyoruz. Çünkü farklı boyutlardan konuşuyoruz şeklinde.
‘’fe ehaznâhu ve cunûdehu’’ (zariat 40)
[biz onu yakaladık, ordusuyla birlikte]
Fakat 2. ayette tüm Musa a.s’ın ve firavunun hayatı anlatılıyor.
‘’fe nebeznâhum fîl yemmî’’ 8zariat 40)
[bunları denize, denizin içine attık]
Ne zaman attı, ne zaman denizin içine atılmış olur?
-deniz kapandığı zaman.
Önce bir çırpınırlar değil mi, kendilerini kurtarmak için. Boğuldular mı teker teker aşağıya doğru kayarlar. Denizin yüzünde kalsalar bile, deniz onları kıyıya atar, bir şeyler olur. Artık kendi kontrollerini kaybetmiş olurlar, canları çıkmış olur.
‘’ve huve mulîm’’ (zariat 40)
[o kendisini ayıplar haldeyken denizin içerisine attık]
Şimdi 2 hafta üst üste bunu tekrarladık. Geçmiş bundan 2 hafta önceki dersle, ondan bir hafta önceki derste tekrarladık. Bugün gene anlatmak istiyorum bu inceliği kavramamız lazım. Firavun bile; kimle karşılaştırmıştık, Yunus a.s ile karşılaştırmıştık. Şimdi burada; ‘’ve huve mulîm’’ ifadesi 2 yerde geçiyor, kendini ayıplıyor, ben niye böyle yaptım gibisinden. Yunus a.s balık tarafından yutulduğu zaman kendisini ayıplıyordu, ama Yunus a.s yutulduğunun farkında değildi, kendini karanlıklar içinde düşünüyordu. O kendini balığın karnında düşünmüyor atıldığı zaman sanki bir mağaranın içine girmiş gibi. Ve denize atılırken ölümü tabiî ki hissederdi, ama kendini karanlıklarda bulunca, iyi kurtulduk der, yani çünkü mağaraya girdik der. Denizin içinde şimdi siz kendinizi şöyle düşünün; bir teknede gidiyorsunuz. Şimdi gemi kelimesi bizim tekneler gibi olacak yani, yoksa bir kişiyle batacak gemi bugün yok. Gemi kavramı dediğimiz zaman bugün yok. O zaman teknedir bu, küçük bir teknedir hemde değil mi?
Şimdi Yunus a.s’ı atma kararı alıp atıyorlar.
İZLEYİCİ: 00:13:55
-Gündüzün gidiyorlardır. Çünkü ayeti kerimeye baktığınız zaman geceye kalmış değildir. Atılırken kendisi tabi denize atıldığını düşünür. Atılırken bir şey söylemiyor Yunus a.s. Yani denize atılırken ağzından çıkan söz yok. Çünkü o anda ölümle yüzyüze gelmiş. O anda bir şey söylemiyor. Çünkü artık ölüm meselesi söz konusu. Fakat atılıyor, şimdi atılırken siz denizdeki büyük balığı falan göremezsiniz, mümkün değil. O arada balığın karnından içeri giriyor. O bağırırken yani seslenirken;
‘’ve nâdâ fiz zulumâti’’(enbiya87), diyor ayet
[karanlıklarda seslendi]
Orda kurtulduğunu düşünüyor kendisinin. Yani siz onun haleti ruhiyesini şey yaparsanız, kurtulduğunu düşünüyor. Yani beni attılar ama işte bak geldim bir mağaraya sığındım mesela. Çünkü balığın midesinde insana epeyce yetecek oksijen varmış. İşte bir hafta falan yetiyormuş bir adama. Ama tabi orda, tabi bu büyük balıklar, ama orda asitlerde var. Vücutta yavaş yavaş sarhoş olmaya da başlıyor.
Onun için
‘’ ve nâdâ fiz zulumât’’
[karanlıklarda bağırdı],
denize atılırken bağırmadı,
denize atılırken kendini ayıplasaydı Cenabı hakk onu kabul etmezdi. Çünkü o zaman ölümle yüz yüzeydi. Balığın yuttuğunu bilse tabi ki ölüm korkusu olur. Balığın yuttuğunu Cenabı Hakk söylüyor. Ama Cenabı Hakk diyor ki; ‘’karanlıklarda bağırdı’’
yani Yunus a.s kendini bir karanlıkta düşünüyor orda, yani bir şeyin içinde düşünüyor. Yani bir denizin kenarında bir şey düşünün, bir mağara düşünün, ordan içeri girmiş, karanlık, birde kararmış hava. Tabi yaşadığını hissediyor
İZLEYİCİ:00:16:11
-Tabi bilmediği bir durum ama karanlık, ölümle yüzyüze görmüyor kendisini. Kendini öyle görmüyor. İşte kendini orda ayıplıyor;
‘’feltekamehul hûtû ve huve mulîm’’ (saffat142)
[balık onu yuttu, ama o kendini ayıplıyor]
Şimdi orada;
‘’la ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minezzâlimîn’’ (enbiya 87)
Dedi. Gene ayeti kerimede geçiyor. Bunu Yunus a.s söyledi;
[ya rabbi! Senden başka ilah yok, sen bütün noksanlıklardan, eksikliklerden uzaksın, ben yanlış yaptım] dedi.
‘Ben zalimlerden oldum’
Zulüm kelimesi: bir kimsenin yapmaması gerekeni yapması demektir. Yani yapmamanız gerekeni yaptığınız zaman zulmetmiş olursunuz.
Ben şimdi burada size konuşuyorum. Sizin kulaklarınızı patlatacak şekilde konuşursam ne yaparım?
-Zulmetmiş olurum.
Duyamayacağınız şekilde konuşursam, yine zulmetmiş olurum.
Ya da burada siz Kur’anı Kerim dinlemek için geldiniz, önüme Kur’anı alıp, Kur’anla alakası olmayan şeyleri anlatırsam yine zulmetmiş olurum.
İşte zulüm o. Yapmamanız gerekeni yapmak.
Yunus a.s’ın yapmaması gereken neydi?
-Görev yerini terk etmemekti, Allah’tan izin almadan.
Evet Salih a.s terk etti, insanlar inanmadığı için, Hud a.s terk etti, ama Allah’tan izinle terk etti, Allah’ın emriyle terk edip gittiler. Lut a.s terk etti, ama Allah’ın emriyle terk etti. Fakat Yunus a.s’a bir kişi bile inanmamış. Niye bir kişi bile inanmamış diyoruz?
-Kur’an’ın işaretiyle diyoruz. Çünkü bir kişi bile inansaydı, onunla beraber çıkardı şehirden. Yanında hiç kimse yok. Yani 33 sene kadar tebliğde bulunduğu geçiyor bazı kitaplarda. Kur’anı Kerim’de senesi yok, ama demek ki bayağı bir zaman bu işi yapmış. İşte Cenabı Hakk’tan izin almadan görev yerini terk etmek, zulmetmek, zulüm olur. Yani yapmaması gereken bir iştir. Ondan dolayı tercüme ederken ‘ben zalimlerden oldum’ diye tercüme etmiyoruz bir Türk’ün anlayacağı şekilde. Çünkü biz Türkiye’de zalim dedik mi..
E bir adam Allah’a zalimlik yapamaz, Türkler açısından yapamaz değil mi? Ama kelimenin gerçek anlamını söylersen; ‘ben yanlış yaptım’, kime karşı yanlış yaptı?
-Allah’a karşı
O zaman bu Allah’a karşı zulümdür. Ama Türkiye’de böyle derse, bir Türk bundan hiç bir şey anlayamaz ‘Yanlış söylüyor hoca’ der değil mi? Onun için o şekilde tercüme ediyorum.
‘Ya rabbi senden başka ilah yok, senin hiçbir eksiğin ve kusurun yok, ben yanlış yaptım’
İşte bunu söylüyor karanlıklar içinde.
Firavunda kendini ayıplıyor. Ne zaman?
-Boğulduktan sonra, zamanında değil. Boğulduktan sonra ayıplıyor kendisini.
Şimdi ayete bakın, dikkatle incelememiz lazım;
[onu ve ordusunu yakaladık]
‘’ fe nebeznâhum fil yemmi’’ (zariat40)
[denize atmak demek, denizin içine attık, deniz üzerine kapandı]
‘’ve huve mulîm’’
[o kendisini ayıplıyordu]
Deniz kapandı. Çünkü deniz kapamadan öncede söylediği bir söz vardı, yani boğulmadan önce söylediği bir söz vardı; ‘’Musa’nın ve Harun’un rabbine inandım’’ demişti.Bu bir kendini ayıplama olayı değil, bu bir tevbe olayıdır. Tevbesi kabul edilmedi. Niye kabul edilmedi?
-Ölüm anı gelmiş.
Peygamberimizin bir hadisi var; ‘’ can boğaza çıkınca Allah artık tövbeyi kabul etmez’’
Yunus a.s’ın tevbesi kabul edildi, çünkü onun açısından, Yunuz a.s’ın penceresinden baktığınız zaman can boğaza gelmemişti henüz, ölüm hali değildi. Ama ayette ne diyor;
‘’ayet anlaşılmıyor’’(00:21:30-00:21:40)
dedi ki boğulma onu yakaladı
‘’edrakahul garak’’
Artık boğuluyor yani,
Yani peygamberimizin bildirdiği gibi, can boğaza çıktı, artık gidiyor, kurtuluş yok. O zaman ne diyor; ‘‘ben inanıyorum ki israiloğullarının inandığından başka ilah yoktur, ben de müslümanlardanım’’ dedi. Yani Allah’a teslim olmuş kişilerdenim dedi. Şimdi Cenabı Hakk’ın koyduğu kanunda, neydi o kanun: ‘’veleysetit tevbetü..’’
Nisa suresinin 18. ayeti galiba, ya da 17. ayeti;
‘’veleysetittevbetu lillezîne ya’melunes seyyiât’’ (Nisa 18)
[kötülük yapıp duranların tevbesi tevbe değil]
İşte firavun ömrü boyu kötülük yapıp durmuş değil mi? Ne zamana kadar?;
‘’hattâ izâ hadara ehadahumulmevt’’ (nisa18)
[ölüm ona hazır oluncaya kadar]
Yani artık ölüm tam kapıda. Yani can boğaza çıkıncaya kadar firavunun tam durumu değil mi?
Şu tevbesi tevbe değil, o andaki tevbesi tevbe değil. Onun için Cenabı Hakk onun tevbesini kabul etmedi. Ama Yunus a.s’da buna çok yakın bir noktadaydı. Fakat kendisini öyle düşünmüyordu. Kendini karanlıklarda kabul ettiği için Cenabı Hakk onun tevbesini kabul etti. Onun için bu inceliği çok iyi kavramak lazım
İZLEYİCİ: 00:23:40 anlaşılmıyor
-Yok yoğun bakım ölüm sayılmaz. Çünkü yoğun bakımdan kurtulan çok hastalar vardır. Ama ölmekle yüzyüze geldiği zaman vardır o kişinin. O yoğun bakım demek adamın mutlaka öleceği manasına gelmezki. Ne kadar yoğun bakımda olupta kurtulan insanlar var. İşte ölümle yüzyüze gelmiş, durumunun ne olduğunu Cenabı Hakk belirlemiş zaten, biz sadece bunu bu kadar anlatırız, ondan sonrasını bizim cevap verebileceğimiz şey değil yani. Uygulamada ne zaman olur, karar verecekte Allah’tır. Çünkü onu bilen o. Mesela bize bıraksalar kararı bize verdirselerdi Yunus a.s’ında tevbesinin kabul edilmemesi gerekirdi. Ama Allah olduğu için, Allah Yunus a.s’ın o andaki durumunu çok iyi bildiği için, onun bakışıyla bize olayı anlatıyor. Ama biz dışarıdan baksaydık Yunus’un kurtuluşu yok derdik değil mi?
Çünkü biz kendi bakışımızla bakacaktık. Ama Cenabı Hakk işin iç yüzünü bildiği için böyle şey yapıyor, dolayısıyla burada karar verecek olan Allah’tır. Biz sadece Cenabı Hakk’ın ayetini anlatmaya çalışıyoruz, anlatabiliyor muyum?
İZLEYİCİ: 00:25:00 anlaşılmıyor
-Belli yani Yunus a.s’ın yüzyüze olmadığı. Ayetten bunu düşündüğün zaman anlıyorsun. Yunus a.s’ın tevbesini kabul etti, firavunda arık çok geç. Ayetin bir parçası böyle. Az önce okuduğumuz nisa suresinin 18. ayetinde devamı şu;
‘’ve lellezîne yemûtûne ve hum kuffar’’
[kafir olarak ölmüş olanlarında tevbesi tevbe değildir]
Çünkü kafir olarak öldükten sonrada tevbe var mı? Öldükten sonra tevbe var mı?
-Var var.
Tevbe olmasa ayette o olmaz. İşte bu ‘’ve huve mulîm’’ budur, ölecek firavun, ondan sonra tevbe ediyor. Tevbe eden nesi oluyor firavunun?
-Ruhu mu oluyor?
Ölüm neydi?
-Ölüm uykuda ruhun vücuttan ayrılmasıydı. Uykuda ruh vücuda tekrar dönüyor.
Ölümde ne oluyor?
-Dönmüyor
Ne zamana kadar?
-Tekrar yaratılıncaya kadar. Onun için geçende gene okumuştuk, bir daha okuyalım;
Mu’minun suresini, 23. sureyi bir zahmet açarsanız, kafamıza yerleştirmek için birkaç kere okumak lazım bunları, bir kereyle olmaz. Bu surenin 99. ve 100. ayetleri;
‘’hatta izâ câe ehadehumul mevtün’’
[onlardan birine ölüm geldiği zaman]
Mesela, firavun değil mi?
‘’kale rabbirciûn’’
[ya rabbi beni geri çevir]
Kendini ayıplaması sadece bir kelimeyle değil tabi, burada keşke bunları yapmasaydım, ben yanlış yaptım, böyle yapmamalıydım, tıpkı Yunus a.s’ın dediği gibi bir takım cümleler söylüyor tabi firavun orda.
Diyor ki;
‘’rabbirciûn’’
[ya rabbi beni geri çeviriniz’’ diyor
Çeviriniz. Ne kadar saygılı hale gelmiş. Daha önce hiç böyle hitaplar yoktu, bende tanrıyım deyip duruyordu, bende rabbim diyordu. Şimdi çok saygılı bir hale geldi.
‘’ya rabbi beni geri çeviriniz’’
‘’leallî a’milussalihân’’
[belki iyi bir şey yaparım]
‘’fîmâ terektu’’
[terk ettiğim yerde]
Nereyi terk etmişti?
-Dünyayı
Bak işte bu kendini ayıplamak değil mi?
Ama bu da bir tevbe yani. Ama artık öldükten sonra yaptığı bir tevbe. Artık Allah onu kabul etmiyor. Ne diyor;
‘’kellâ’’
[hayır]
Diyor, artık iş bitti, asla.
‘’innehâ kelimetun huve kâilhâ’’
[bu bir söz], söyleyip duruyor işte.
Susturmuyorda Cenabı Hakk yani konuşuyor. Ama kabul edilmiyor.
Bu insanlar cehennemdede beni geri çevir demeyecekler mi?
O da bir tevbe, ama bitti.
Tevbeyi ne zamana kadar yapmak lazım: can boğaza gelinceye kadar.
Ondan sonra hiçbir anlamı yok.
Şimdi Allah’u Teala diyor ki;
Ve min verâihim berzahun’’ (mu’minun 100)
[bunların arkalarında bir engel vardır]
Tekrar dönüyoruz, şey ayetini. Çünkü ayetler arası ilişkiyi tam kurmazsak Kur’an’ın ruhunu anlayamayız. Gene ben size çok okuduğum bir ayeti tekrar okuyayım, zumer suresinin 42. ayeti;
‘’Allâhû yeteveffel enfuse hîne mevtihâ’’
[Allah nefisleri ölümü sırasında vefat ettirir]
Hem vefat kelimesinin mef’ulu nefisler, hem mevt kelimesinin mef’ulu.
Arapça bilenler için söylüyorum, iyice kavrasınlar, bu çok önemli bir incelik;
Enfus kelimesi , yani tek bir kelime 2 fiilin mef’ulü, yani yüklemi. Birisi yeteveffa kelimesi,
‘’Allahu yeteveffel enfuse’’
[Allah nefisleri vefat ettirir]
Ne zaman? ;
‘’hîne mevtihâ’’
[o nefislerin ölümü sırasında]
Mevt’te mestardır, mastarın mef’ulüdür.
Mastar ‘’hâ’’ya muzaftır, o ‘’hâ’’ da enfus’u gösteriyor.
‘ölümü sırasında vefat ettirir’
Burada bir ölüm var ve vefat var;
‘’velletî lem temut’’ (zumer42)
[ölmemiş nefside vefat ettirir]
‘’fî menamihâ’’
[uykusunda]
O zaman burada 2 kelime var, nefis her halükarda vefat ediyor, ölümü sırasında vefat ediyor, birde uykusu sırasında vefat ediyor.
Şimdi biz vefat kelimesini Türkçemiz de ölüm manasında kullanıyoruz. Arapça’da da kullanılıyor. Kur’anı Kerim’de de bu kelime kullanılıyor ama mecaz olarak. Asıl sözlük anlamı mesela bizim Türkçemiz de de vefa kelimesi vardır. Adam ahdine vefalı, çok vefalı bir dosttur denilir. Sözünün eri, görevini yapan, şeyi yerine getiren, vefalı.
Tevafli işini tamamlamak manasına.
Vücut uyuduğu zaman ruhun vücutta yapacağı bir şey kalmadığı için onun işini Cenabı Hakk tamamlatıyor ve alıyor ordan. Vücut öldüğü zamanda ruhun yapacağı bir şey olmadığı için alıyor. Cenabı ne diyor Hakk?
Yani işte vefat ruhun alınması, ölüm değil, bu ayette ölüm değil. Ama ölüm manasında da kullanılır. Çünkü mevt kelimesi ile beraber kullanılıyor bu ayette vefat kelimesi. Ruhun çekilip alınması, öldüğü zaman kişinin ruhunu çeker alır, ölmemiş kişinin ruhunu uykuda alır, ruhlar gidiyor, tabi ki bir yere gidiyor
‘’fe yumsikulletî kadâ aleyhel mevt’’ (zumer42)
[Ölümüne karar verdiği kişinin ruhunu tutar]
Nasıl tutuyor?
Nasıl tuttuğunu öbür ayeti okuduğumuz zaman anlarız ama,
‘’ve yursilul uhrâ ilâ ecelin musemmâ’’(zumer42)
[Diğerini belirli bir sureye kadar serbest bırakır]
Diğeri, serbest bırakılan ruh nereye gidiyor?
-Bedene
O zaman tutulan ruh artık bedene dönmüyor demektir değil mi?
Ruh bedene dönmediği zaman insanda insan olmaz artık. Zaten beden ölmüş.
O zaman ölüm ne demekmiş?
Ölüm bedenin ölümü, ruhun ölümü değil değil mi?
Ruh şuurlu bir şekilde devam ediyor.
İZLEYİCİ: 00:33:48 anlaşılmıyor
-Şimdi ruhun ne olduğunu biz tam olarak bilemiyoruz. Tabi ki bağlantısı vardır. Bakın burada akıllıca laflar ediyor
İZLEYİCİ: 00:33:59
-Akılla bir alakası olabilir. Yalnız sizin sorunuza %100 netlikte cevap verebilecek netlikte değil şu an zihnimde, fakat şu kısım net; vücuda ruh üfleninceye kadar, yani ruhla vücut birleşinceye kadar, ana rahmindeki vücut diğer canlı varlıkların vücudundan farklıdır. Şekil itibariyle farklı tabii. Yani onun, o ayakta yürüyecek gibi, bilmem işte, ama yapı itibariyle farksız. Ne zaman ruh vücuda üfleniyorsa farklılaşma o zaman başlıyor. Onuda yine aynı surenin 14. ayetinde görüyoruz:
‘’ summe enşe’nâhu halkan âhar’’(mu’minun 14)
Tam ruhun üflenme, yani vücudun tesviyesi yani düzgün hale getirilmesinden sonra ruh üfleniyor. Ruh üflendiği zamanda kişiyi başka bir mahluk halinde, yaratık halinde inşa ettik diyor. İşte ruh üflenince insan ‘insan’ oluyor.
Tamam mı?
Dolayısıyla esas şey o, ama ruhla ceset birleşmedikten sonra ona tam insan diyemiyoruz.
Şimdi Allah’u Teala o ayette diyor ya;
‘’ölümüne karar verdiği ruhu tutar’’
Yani cesede geri göndermez. Açık değil mi bu? Herhangi bir tereddüte gerek yok.
İşte burdada bu şahıs diyor ki, yani bu ölen kişi, mesela burada örneğimiz firavundu;
‘’ve huve mulîm’’ den anlıyoruz, diyor ki;
‘’ta rabbi beni geri gönderiniz’’ diyor, tekrar vücuduma gireyim. Çünkü hergün çıkıp geldiği için buna zaten alışmış, yarın beni geri gönder diyor,
‘’belki iyi bir iş yaparım geride bıraktığım dünyada’’ diyor.
‘’kellâ’’
[hayır]
‘’innehâ kelimetun huve kâiluhâ’’
[onun söylediği bir sözdür, boş bir sözdür]
‘’ve min verâihim berzahun’’ (mu’minun 100)
[bunların arasında bir engel vardır], yani vücutlarına dönemezler,
Ne zamana kadar?
‘’ilâ yevmi yub’asûn’’ (mu’minun 100)
Yeniden dirilecekleri güne kadar, baas gününe kadar], baas
‘Ba’dü ba’del mevt’ deriz; deriz biz işte öldükten sonra dirilmek. Şimdi bu baas kelimeside çok önemli bir kelime. Baas kelimesinin asıl anlamı ‘yataktan kalkmak’tır.
Sözlük anlamı budur. Onun için Kur’anı Kerim’de bu anlamda kullanılıyor.
Diyor ki Allah’u Teala;
‘’Ve hüvellezî yeteveffaküm bil leyl ve ya’lemu mâ cerahtüm min nehari summe yeb’asukum fîhi li yukdâ ecelin musemma’’ (enam 60)
[geceleyin sizi vefat ettiren Allah’tır]
Vefatın ne olduğunu öğrendik değil mi? Sizin ruhunuzu aldı
‘’ve ya’lemu mâ cerahtum min nehar’’
cerah kelimesi nedir?
Manası: yaralamak.
Yani gündüzün neleri kırıp döktüğünüzü biliriz diyor. Yani bir şeyler yapıyorsunuz, neleri kırıp döktüğünüzü biliriz.
‘’summe yeb’asukum fîhi’’
[Allah sizi o güzdüzde baas eder]
Bakın ba’s kelimesi aynen burada geçen kelime; kaldırır.
Ruh vücuda üfleniyor, uyanınca o vücut kalkıyor.
Peki kıyamet günüde bir baas olacak. O zamanda yani bir vücut yaratılmış olacak, kabrimizin bulunduğu yerde, o zamanda kalkış olacak ki kıyamet demek ‘kalkış’ anlamına geliyor. İşte o sırada ruh gelip vücuda girecek, tıpkı yataktan uyanırken gelip girdiği gibi.
İZLEYİCİ: 00:39::11 anlaşılmıyor
-Aynı ruh, değişen bir şey yok. Ve o zaman ruh kendini uykudan uyanmış zannedecek, çünkü alıştığı o. Belki binlerce defa uyumuş uyanmış, e gene öyle düşünecek. Onun için gene sık sık okuduğumuz bir ayette Yasin suresinde Cenabı Hakk ne diyor;
‘’ve nufika fîs sûr’’ (yasin51)
[Sura üflendi]
Yani kalk borusu çalındı bütün insanlığa. Çünkü Allah herkesin vücudunu yaratmış, sonra kalk borusu çalınıyor, koğuş kalk der gibi.
Herkes yataklarından kalkanlar gibi sabahleyin kalkıyor.
Tabii kalkıyor ama şaşırıyor.
Şimdi hababam sınıfında var, ben hep onu görünce bu sahne aklıma geliyor. Arkadaşlarını tutuyorlar, hani koğuştan götürüp bodruma uyurken bırakıyorlar. Sonra adam uyanıyor, şaşırıyor, yav ben öldüm mü ne oldu falan. Çünkü yattığım yer başka, burası başka.
Şimdi ordada insan kalkıyor, hiç alışkın olmadığı bir yer, ama uykudan kalktığınıda biliyor.
‘’mem beesena min merkadinâ’’ (yasin52)
[Bizi uykumuzdan kim kaldırdı]
‘’hâzâ mâ vaader rahmân’’ (yasin52)
[işte bu rahmanın vaat ettiği gündür]
İzleyici:00:41:01
-E demek anlamasa tövbe söz konusu olmaz, ama insan unutur. Alıştığı şey bu. İnsan bir kere ölüp diriliyor ama uykudan uyanma işi günde kaç kere uyuyup uyanıyor değil mi? Vücut alışkın.
Ahirette ne diyor?;
‘’men beasenâ min merkadina’’ (yasin52)
[bizi uyuduğumuz yerden kim kaldırdı?)
Uykudan uyanmış zannediyor
‘’hâzâ mâ veaderrahmânu’’ (yasin52)
[bu rahmanın vaat ettiği şeydir]
Neyi vaat ediyor Cenabı Hakk?
-Ahirettir değil mi?
Öldükten sonra diriliş ve devamı.
‘’ve sadakal murselûn’’ (yasin52)
ve elçilerinde haklı çıktığı bir olaydır
‘bütün elçiler sizi uyarmıştı buna karşı’
İZLEYİCİ: 42.51 (rahman’ın vaat ettiği…)
-elbette tabi yani, bir şekilde Cenabı Hakk onlara duyuruyor. Yalnız şu var; bütün insanlık ahretin varlığını biliyor mu sorusuna cevap vermek o kadar değil, herkes bunu bilmeyebilir. Ama herkes böyle bir şey olmasını hisseder. Çünkü her insanın yapısında arzusunda ebedi yaşama duygusu vardır. Mesela birisi size bir kötülük yapar, siz dersiniz: ‘dur, zamanı gelecek, ben bunu sana ödeteceğim’dersiniz. İnanmayanda bunu söyler. Birisine bir iyilik yaparsınız, yanlış anlaşılır, eh zamanı gelince sen benim sana iyilik yaptığımı anlayacaksın dersiniz. Yani insanlar bir cennet ve cehennem beklentisi içersindedirler ve insanları dünyanın hiçbir varlığı tatmin etmez. Çok zengin olmak ister insanlar, bütün dünya sizin olsa gene tatmin olmazsınız. Sonsuz güzellik arzusu vardır insanlarda. Her insanda var. O zaman bunlar bir yerde tatmin olmalı. Ahretin olması gerektiğini siz hissedersiniz ama, bu his yetmez inanmanız için. Bu konuda kanat sahibi olmanız, yani bir desteğe ihtiyaç var. Ama Allah’ın varlığı için desteğe ihtiyaç yok. Onu zaten her gün görüyorsunuz. Ondan dolayı..
Bakın Cenabı Hakk bakara suresinin 62. ayetinde geçen hafta x hoca o ayetten bahsetti, orda ahret inancı konusunda bir ayırım yapılıyor:
‘’innellezîne âmenu vellezîne hâdu ve nâsara ve sâbiîne’’(bakara 62)
İnnellezîne âmenu: mu’minler
Vellezîne hâdu: Yahudiler
Ve nasara: Hıristiyanlar,
Ves sâbiîne: sabiîler
Şimdi Kur’anı kerim’de ahret inancı var, Yahudilerde ahret inancı var, Hıristiyanlarda ahret inancı var ve sabilerde ahret inancı var. Çünkü sabiler kendilerini Adem a.s’ın tebliğ ettiği dine mensup kişiler olarak görüyorlar. Kendileri için son peygamber Yahya a.s. Öyle düşünüyorlar kendilerini. Ama güçlü bir ahret inancı var onlarda. Allah’u Teala bir grup için diyor ki;
‘’men amene billahi’’ (tevbe 18)
[kim Allah’a inanırsa]
Allah’a inanma konusunda bütün insanlık eşit. Araya şirk koşulmaması gerektiği konusundada bütün insanlar eşit. Sabiler araya ortaklar koşuyorlar. Kendi hayallerinden ışık elçisi diye bir takım melekleri, bir takım varlıkları araya koyuyorlar aracı olarak. Ama konmaması gerektiğininde farkındalar. Kendi kitaplarını okuduğunuz zaman görüyorsunuz.
Hıristiyanlar, Yahudilerde aynı. Onlar da araya aracılar koyuyor ama konmaması gerektiğinin onlarda farkında. O zaman araya aracılar konmadan inanmaları lazım, yani şirksiz bir inancınız olacak.
‘’ve amile sâlihan’’ (bakara 62)
[ve ahrete inanırlarsa]
Çünkü ahret inancı bunlarda da var
[ve iyi bir iş yaparlarsa]
İyi işte Cenabı Hakk’ın kabul ettiği iş olacak zaten.
[onların ücretleri Cenabı Hakk’a aittir]
[ne bir korku var, ne de üzüleceklerdir]
Ama birde şu var Kur’anı Kerim’de, tabi bir çok ayette, benim şimdi aklıma gelenler;
‘’yevme tebyeddu vücûhun ve tesveddu vucuh’’ (ali İmran 106)
[o gün, hitap günü bazı yüzler ak olacaktır, bazı yüzlerde kararacaktır]
‘’fe emmellezînesveddet vucûhuhum’’ (ali İmran 106)
[yüzleri kararanlara şöyle denecektir]
‘’e kefertum ba’de imânikum’’ (ali İmran 106)
[inandıktan sonra kafir mi oldunuz]
‘’fe zûkûl azâbe bimâ kuntum tekfurûn’’ (ali İmran 106)
[o zaman bu kafirliğinin karşılığı olarak bu azabı tadın]
Öyleyse Cenabı Hakk hiç kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez. İnsanların gücü buna yetiyor. Onun dışındaki insanların gücü neye yetiyor? Herhangi bir peygamberle yüzyüze gelmemiş insanların gücü neye yetiyor, inanç konusunda?
-Sadece Allah’a inanmaya gücü yeter. Başka bir şeye gücü yetmez. Çünkü inanmak için peygamberin mucizesini görmek lazım. Sadece Allah’a inanmaya gücü yeter. Bundan sorumlu olduğunuda Cenabı Hakk Araf suresinin 172., 173. ayetinde belirtiyor. 172 ve 173 her ikisinde belirtiyor.
İnsanların, her bir ferdin Allah’ın varlığı ve birliğini iyice kavrattıktan sonra diyor ki;
‘’en tekûlû yevmel kıyâmeti inna künnâ an hâzâ gafilin’’ (araf 172)
[sonra kıyamet günü kalkar derdiniz ki; bizim bundan haberimiz yok]
Hatta bunu epey oldu bu ayeti kerimeyi açıklmayalı, eskiler için bir tekrar olsun, yeniler içinde, yeni duymuş olurlar. Çünkü maalesef bir çok ayette olduğu gibi bu ayette bazı tefsirlerde çok yanlış anlamlara sebep verecek şekilde tefsir edilmiştir. Halkımız arasındada maalesef yanlış anlayışlar yerleşmiştir.
’elestü bi rabbikum’ olayı ne zaman olmuştur diye sorduğumuz zaman ne cevap verir insanlar:
_ruhlar alemi
Ruhlar alemi nerdeymiş?
Bununla ilgili bir bilgi var mı?
_yok, hayal
Nerden çıkardınız ruhlar alemini? Peygamberimiz böyle böyle bir şeyden haber vermemiş, Kur’anı Kerim haber vermemiş. Nerden çıkarıyorsunuz?
Şimdi bakın Kur’an, o ‘elestü bi rabbiküm’ olayını taa eskiye atıyorlar. Kur’anı Kerim’de bu konuda net bilgiler veriyor mu, vermiyor mu, şimdi oraya bakalım. Araf 172 yi bir zahmet açıverin;
‘’ ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum’’
[rabbim ademoğullarından, onların bellerinden soylarını aldığı zaman]
Ademoğulları dediğimiz zaman kimler girer buna?
Burada ademoğlu olmayan var mı?
Adem kızlarıda girer bu ifadenin kapsamına, yani kadın erkek herkes girer. O zaman kiminle ilgili bu ifade; hepimizle ilgili. Artık ruhlar alemine gerek var mı burada? Hepimizle ilgili.
[onların bellerinden zürriyetlerini aldığı zaman]
Belden zürriyyeyin alınması diye bir olay var mı?
Zürriyet nedir?
-Nesil, soy, çocuk yani çocuk.
Çocuk belden mi çıkar
İZLEYİCİ: 50:53
-nasıl bir yerde öyle? Mesela çocuğu anneler doğurur, babalar mı doğurur? O zaman (o değil, o daha sonraki bir olay) o zaman burada anlatılan nedir bakın, bellerindenden zürriyetin alınması ne demektir, belden çocuk doğmadığına göre, ne doğar belden?
-çocuğa sebep olan tohum doğar. O zaman burada bir mecaz var demekki. Belden zürriyetin alınması ne demek olur o zaman?
-ergenlik çağına girme olur. İşte o zaman ‘’elestü bi rabbikum’’ olayı oluyor. Ergenlik çağı sorumluluğun başladığı çağdır değil mi? Yani mükellef dediğimiz sorumluluğun başladığı çağdır
İZLEYİCİ: 52:00
-Her şey ergenlik çağında bütün sorumluluklar başlar. Oda belden zürriyetin alınmasıyla .gerçekleşir.
İşte o zaman ruhlar alemi değilmiş demekki.
‘’ve eşhedehum alâ enfusihim’’ (araf 172)
[Allah insanları kendilerine karşı şahit tutuyor]
Yani beni bana karşı şahit tutuyor. Hepimizi kendimize karşı şahit tutuyor. Çünkü ayette hani diyor ya;
‘’ se nurîhim âyâtiha fil âfâkı ve fî enfusihim’’ (fussilet 53)
[çevrelerinde ve kendi içlerinde ayetlerimizi onlara göstereceğiz]
Biz zaten doğumumuzdan itibaren bu ayetleri okumaya başlıyoruz, çevremizde ve içimizde
‘’hattâ yeteveyyene lehum’’ (fussilet 53)
[öyle bir noktaya gelecekki insanlar açık ve seçik bir şekilde net olarak ortaya çıkacak]
‘’ennehul hakk’’ (fussilet 53)
[Allah hakk gerçektir]
İşte bu çocukluktan itibaren gelen bir şey ve buluğ sırasındada Allah onları kendilerine karşı şahit tutuyor.
‘’elestü bi rabbikum’’ (araf 172)
[ben sizin rabbiniz değil miyim?]
‘’kalu bela’’(araf 172)
[tabi, elbette yarabbi]
Diye cevap verdiler.
Şimdi böyle bir sözleşme yapılıyor
İZLEYİCİ:53.48
-Hatırlamıyor musun?
Peki söyleyim, kaç yaşındasınız.
17 yaşındasın. Şimdi en yakın sensin değil mi?
Şimdi sen kendi içinden zaman zaman Cenabı Hakk’ın büyüklüğünü hissedip: ‘’ya rabbi sen ne büyüksün, senin varlığına inanmamak olur mu gibi sözler geçiyor mu hiç?
-İşte bu!
Bu kelimelerle olması gerekmiyorki. Herkesin kendi dili ve anlayışına göre. Bu aslında çocukluktan itibaren sorular şeklinde ortaya çıkıyor, bir takım karmaşık duygular, sonra netleşiyor zihninde, sonrada kesin olarak bir kanaate varıyorsun değil mi Allah’ın varlığı konusunda.
Şimdi baban başka şeyde söylese seni hiç ilgilendirmez öyle değil mi?
Ve bu ölene kadar tekrarlanan bir süreçtir. Yani bu konuşma ölene kadar tekrarlanır. Hepiniz hergün içten bunu tekrarlayan konuşmalar yapmıyor musunuz? Hissetmiyor musunuz hergün, Cenabı Hakk’ın varlığını, gücünü kudretini içten bir konuşma geçmiyor mu hergün, her zaman.
Ve bu her insanda geçer.
Dolayısıyla her insan Cenabı Hakk’ı görüyormuş gibi bilir. Ondan dolayıda Allah’a inancımızı biz nasıl ifade ederiz?
–Eşhedü kelimesiyle değil mi?
Eşhedü: ben şahitlik ederim ki
Bak burdada aynı;
‘’kalu bela şehidnâ’’ (araf 172)
[evet şahidim ya rabbi]
Ben şahitlik ederim ki, gözümle görmüş gibi bilirim ki, çünkü o kadar çok Allah bunun dediklerini bana gösteriyor ki, gözümle görmüş gibi bilirim ki; Allah’tan başka ilah yoktur
İZLEYİCİ:55:49
-Yok peygamber gelmediği taktirde
-Elbette
İZLEYİCİ: 56:04
-Peygamber gelmedi, ben Allah’ın varlığından birliğinden sorumlu değilim diyemez diyoruz
Ayetin devamı zaten bunu daha net bir şekilde ortaya çıkarıyor, senin bu dediğini daha da pekiştiriyor yani
İZLEYİCİ: 56:20
-Hiç şüphesiz, zaten bu ayettende görüyoruz onu
İZLEYİCİ: 56:30
-Şimdi bu hadise öyle bir şey ki, bunun eğitimini bizzat Allah veriyor. Burada okula şuna buna gerek yok. Bunun eğitimini bizzat Allah veriyor. Az önceki ayeti tekrarlayayım, diyor ki Cenabı Allah;
‘’se nurîhim âyâtiha fîl âfakı ve fî enfüsihim’’ (fussilet 53)
Yakin bir iman tabî allah’ın varlığı konusunda. Firavunda yakîn bir iman olmasa en zor zamanında Allah aklına gelir mi?
İZLEYİCİ: 57:10
-Tabi, onun için dikkat edin, kafirler ne yaparlar biliyor musunuz?
Şimdi bu ‘kafir’ demek ‘örten’ demektir, örten.
(Şu kitabı ver bana, ya şu kutulardan bir tanesini.)
Şimdi şurda bir kaset kutusu var, şuda bir örtü. (kutuyu örtüyorlar)
Şimdi şurda kaset kutusunu görüyor musunuz?
Kafir kendi inancını böyle bir şeyle örter, dışarıdan baktığın zaman göremezsiniz. Ama şurdan bir rüzgar vursa, şunu kaldırır, aşağıdan kaset kutusu ortaya çıkar değil mi?
Kafir niye örtüyor inancını göstermiyor. Çünkü bazı gösterişleri var, bir takım beklentileri var, … bir şey var kendine göre günah işlemek istiyor, Allah’ı hatırlamak istemiyor falan, bir sürü menfaat var. Ama sıkıştığı zaman firavun gibi mesela, artık bunların bir anlamı kalmıyor. O zaman Allah Allah demeye başlıyor. Ondan dolayı ayetlerde var; ‘gemi dalgalar içersinde sallanırken Allah’tan başkasına yalvarmıyordunuz, ama nasıl sahile geldiniz, bu defa müşrik olmaya başladınız’
Çünkü gemi sahile çıkıncaya kadar Allah onları kurtarır, sahile çıktıktan sonra kaptan kurtarmış olur, ustalık yapmışlardır, falanca efendi gelip kurtarmıştır, filanca şöyle yapmıştır, böyle yapmıştır
İZLEYİCİ: 58:59
-Her insan. Her insanda yakîn iman var
İZLEYİCİ:59:09
-Allah inancı bilimsellikten öte, yakîn. Bakın bilimsel kelimesi hafidtir. Çünkü bilimsel olarak kanıtlandı derler size ve gelir sizin karşınızdada ispatlarlar onu. Gördükten sonrada bir başka ilim adamı çıkar onun yanlış olduğunu ispatlar, hayır şimdiye kadar böyle biliyordum dersiniz. O bilimsel
Onun için biz ‘’a’lemu lâ ilahe illallah’’ demiyoruz. Ben biliyorum ki Allahtan başka ilah yoktur demiyoruz. Bilmek kelimesi biraz zayıftır.
Ama eşhedü diyoruz; ‘gözümle görmüş gibi biliyorum’
Yani hiç tereddüt edilecek bir şey aksi ispatlanamaz bir şekilde.
İZLEYİCİ: 01:00:10
-Ama bilmenin çok daha ileri bir safhası bu, çok ileri bir, en ileri safhası ‘eşhedü’.
İşte şuna elimle dokunduğum gibi biliyorum.
İZLEYİCİ: 01.00:22
-Bilmeden olur mu? Çocukluktan itibaren Allah bu eğitimi her insana veriyor
İZLEYİCİ: 01.00:30
-Zaten kainattan öğreniyor bunu, çevresinden öğreniyor, insanlar kendinden öğreniyor
İZLEYİCİ: 01:00:39
-Çok güzel söylediniz. Şimdi Kur’anı Kerim’e bakın hiçbir peygamber Allah’ın varlığını ispatla uğraşmamıştır. Çünkü buna gerek yok. Eğer böyle bir şey olsaydı ‘eşhedü’ diyemezdik.
‘ben şahidim ki’ diyemezdik. Ne derdik?
-Falan peygamberin söylediğine göre Allah’tan başka ilah yoktur derdik.
Oda iman olmazdı. Böyle bir şey yok. Eşhedü diyerek kendimize mal ediyoruz, ‘ben şahitlik ederim ki’ diyoruz.
Ondan dolayı, tekrar ediyorum en kafiri bile sıkıştığı zaman yalnız Allah’a sığınır.
Şimdi burada belki olayı tam net olarak anlatamayacağım ama, Rusya’dan gelen bazı arkadaşların birkaçındanda duydum, Stalin’i anlatıyorlar. Stalin hani inanç konusunda çok ağır baskıları olan insan, yanında bir komutanıyla birlikte imiş, bir şey söylemiş, o cümleyi aynen söylemem mümkün değil de, mealen söyleyeyim, komutanına demişki; ‘bütün bu işleri yapan, acaba kim yapıyor? ‘siz yapıyorsunuz efendim’ demiş, ‘sus lan’ demiş, ‘Allah yapıyor’ demiş. Komutanım bende biliyorum ama ne yapayım demiş.
Çünkü Allah yapıyor dese kelle gideceğinden korkuyor.
İZLEYİCİ: 01:02:53
-Fıtrat değil yani
Çevrede öğrenilen bir bilgi. İnsan bu bilgiye sahip olarak doğmuyor. Bu bilgiyi elde edecek kapasitede doğuyor. Bu öyle değil yani, sahip olarak doğsa o ayetin bir anlamı kalmaz.
İZLEYİCİ: 01:03:16
-yani Allah öyle bir eğitim veriyor insanlara ki insan nerede doğar nerede büyürse büyüsün, bir çevre içinde yaşıyor. O çevre o insana, yaşadığı fıtrî çevre, işte fıtrat orası, o manada fıtrat, o çevre o insana Allah’ın varlığını ve birliğini tüm şüphelerden uzak bir şekilde anlatıyor.
İZLEYİCİ: 01:03:42
-Şimdi Allah yoktur diye ispat için uğraşan kişi, Allah’ın varlığına herkesten daha çok inanan kişidir. Çünkü niye?
-Onun var olduğunu biliyorsun, bir tarafa itmeye çalışıyorsun, tamam mı?
Mesela sen hiç hayatında olduğuna inanmadığın bir şeyin yokluğunu ispata çalıştın mı? Hiç aklına bile gelmez.
İZLEYİCİ:01:04:34
_23 kitabı varda, bir türlü kendini yenememiş, o kadar kitabı
Şimdi ben gene çok anlattım, şu an tekrar anlatıyorum, bu biraz bazıları için çok sıkıcı oluyor farkındayım, ama gene kısaca anlatayım;
Şimdi öldü Türkiye’nin meşhur ateistlerinden bir tanesi, yani ismi aklıma gelmezde, ateist camiada oldukça iyi bir yerde olan fakat medyatik tarafı olmayan bir adam. Medyatik tarafı çok zayıf olan bir adam.
Şimdi birgün konuşuyoruz, bana dedi ki; ‘hiç kendini yorma hoca’ dedi, ‘ben dinsiz bir adamım, ben Allah’a filan inanmam’ dedi. Bende böyle tam önünde oturuyorum, kalktım böyle yumruğu bir vurdum masaya, ‘bana bak’ dedim, ‘sen yalan söylüyorsun’ dedim, ‘bende senin Allah’a inanmadığına inanmam’ dedim. ‘Tabi inanıyoruz hoca’ dedi. ‘Ama senin inandığın gibi inanmıyoruz’.
İşte mesele bu. Mesele Allah’a inanıp inanmamak değil.
İZLEYİCİ: 01:05:52
-Adına Allah demişsin, doğa demişsin fark etmez. O doğa derken senin Allah dediğini kastediyor, başkasını kastetmiyor. Şimdi burada asıl mesele şu; hani az önce hiçbir peygamber Allah’ın varlığını ispatlamakla meşgul olmamıştır diyoruz ya, peygamberlerin yaptığı şey, insanlara ‘’lâ ilâhe illallah’’ dedirtmektir. Allah’ın dışında hiçbir ilah yoktur dedirtmektir. Allah’ın eşi ve benzeri yoktur dedirtmektir. İnsanlar Allah’a benzer varlıklar oluştururlar, Allah’ın bir takım özelliklerini varlıklara verirler, onları tanrılaştırırlar. İşte peygamberlerin mücadelesi buradadır. Araya aracılar koydukları zaman Cenabı Hakk ile ilişkileri kesilir. Tıpkı sizin başbakanla yapacağınız işlerinizi gören bir adam bulursanız sizin için başbakan odur artık. Başbakanda artık aklınıza bile gelmez. Benim işimi bu adam görüyor deriz. Allah ile ilişkilerinizi düzenleyen birisini hayalinizde buluyorsunuz artık daha Allah’ı hatırlamanıza artık gerek yok. İşte Hıristiyan alemini görüyorsunuz, İsa bizi koruyacak diyorlar, kime karşı?
-Allah’a karşı koruyacak.
Niye koruyacak?
-Çünkü Allah yanlışlık yapacak, o zaman İsa Allah’tan da güçlü olacak, daha merhametli olacaki bizi daha iyi tanıyacak, bütün her şeyimizi bilecek. E böyle inandıktan sonra, daha Allah’ı niye aklınıza getiresiniz ki? Bakın Hıristiyan dünyasına, İsa diyorlarda başka bir şey demiyorlar. Nadiren Allah diyorlar.
Gemi batarken onu derler, çoğu zaman İsa akıllaına gelmez.
İZLEYİCİ: 01:08:08
-Şimdi mesela ‘şek’ ile ilgili olarak Kur’anı Kerim’de İbrahim a.s çok anlatılır. Zuhruf suresi değil mi?
İbrahim a.s’ın mücadelesini anlatan ayetlerden zuhruf suresi 26. ve 27. ayetler;
‘’ve iz kâle ibrâhîmu li ebîhi ve kavmihî’’
Diyor ki;
[İbrahim babasına ve kavmine demişti]
‘’innenî berâun mimmâ ta’budûn’’
[ben sizin kul olduklarınızdan uzağım]
Bunlar nelere kul?
-Bir takım putlara kul.
Peki putlara kul olanlar, kendilerini Allah’a kul olarak kabul etmiyorlar mı?
-Allah’a da kul sayıyorlar. Ama aracılara güvenerek, Allah’ın baskısından kurtulacak, ya da kendileri biz Allah’a sesimizi duyuramayız, Mekke’li müşriklerin söylediği gibi;
‘’hâulâi şufeâunâ indallah’’ (yunus 18)
[onlar Allah yanında bizim şefeatçılarımızdır]
Dolayısıyla bunlar esasen Allah’a kul olduklarını iddia ediyorlar. Yani asıl niyetleri o gibi gösteriyorlar. Ve gene Mekkeli müşrikler diyorlardı ki;
‘’mâ na’buduhum illâ li yukarribûna illallâhi zulfa’’ (zümer 3)
[biz bunlara kulluğu niye yapıyoruz biliyor musunuz, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye]
Niye daha çok yaklaştırsın?
-Çünkü lat, menat, uzza dedikleri melek isimleri. Neml suresini dikkatli okursanız görürsünüz, bunların melek ismi olduğunu. Meleklerede Allah’ın kızları diyorlar. Yani Allah’a kızları aracılığıyla gittiğiniz zaman, Allah kızlarını kıracak değil ya, işte biz onun aracılığı ile Cenabı Hakk’a sesimizi duyuracağız diye hayal ediyorlardı.
O zaman siz müşriklere Allah’a kul olmak istemiyorlar der misiniz?
İstiyorlar.
İşte bakın İbrahim a.s’da ne diyor burada, çok iyi kavramazsak etrafımızda gördüğümüz müşrikleride anlayamayız.
‘İbrahim banasına ve kavmine dedi ki; ‘’ben sizin kulluk ettiklerinizden uzağım’’
‘’ illellezîne fataraî’’ (zuhruf 27)
[ama beni yaratan hariç]
Yani O’na da kulluk ediyorsunuz, ama ben O’na kulluk ediyorum ama diğerlerinden uzağım.
İZLEYİCİ: 01:11:06
-Şimdi hiçbir (bakın az önce söylediğimi düşünün) şu latın putu, şu menatın putu, şu uzanın putu diyor Mekkeli müşrik.
(necm suresindeki o şeyide bir açsana gösterelim arkadaşlara)
İZLEYİCİ: 01:11:36
-Hiçbirisi bu taşa tapmıyor. Hiçbir putperet taşa toprağa ağaca tapmaz. (niye şimdi?)
Onu orda düşünüyor, onun manevi huzurunda durduğunu düşünüyor, yoksa taşa ibadet etmiyor. Taşı görmüyor, o taşta bir ruhani görüyor, yani onun melek olmadığını biliyor tabi. Lat melek değil ki, taş. Yani o heykeli kastediyorum. O heykel melek değil, ama onun heykelini yaparak, çünkü onun heykelini sadece burada yapmıyor, başka yerlerdede yapıyor. Yoldada helva olarak yapıyor, sonra helvayı yiyor. Düşünüyorki helvanın içerisinde o var, onun ruhu gelip oraya giriyor diye düşünüyor. Dolayısıyla taptığı o taş toprak değil, onun temsil ettiği ruhani. Sen taşı yapmasanda o ruhaniyi hayalinde düşünsen birşey değişir mi?
İZLEYİCİ: 01:12:46
-Değişen bir şey yok yani hayal ettiğin zamanda aynı şey oluyor. Şimdi bizimkilere, fotoğraf bulunduruyor bazıları değil mi? Heykel bulundurmuyorlar. Niye bulundurmuyorlar?
-Peygamberimizin sert uyarıları var. Peygamberimizin o uyarıları olmasaydı onlar o heykeli yapmazlar mıydı? Karşısına geçipte rabıta yaptıkları zaman, boyunlarını eğip yardım istemezler miydi?
Ve birisi gelip deseydi ki bu taştan ne bekliyorsunuz? Derlerdi ki; ben bu taştan ne bekliyorum, ben sadece zihnimi toparlıyorum, ben efendi hazretlerinden bekliyorum derdi değil mi?
İZLEYİCİ: 01:13:34
-Putlarda öyleydi. Bazen büyükleri temsil ediyor, bazande işte Mekke’de olduğu gibi melekleri temsil ediyor. Şimdi bakın okuyalım ve bu tamamlanmış olsun cümle, çünkü olayın bu kısmını hiç anlatmadık şimdiye kadar;
Necm suresinin 19. ayeti 53. sure. Üstten almıyorum, çünkü dağılmasın, bundan aşağısı yetiyor, şimdi bakın;
‘’efera eytumul lâte vel uzzâ’’
(şimdi melekler ifadesi yukarda var mı, aşağıda tamam)
[lat ve uzayı gördünüz mü?]
_El lât
_Allah
Benziyor mu siz ce?
El lat, eallah
Birisi müzekkiri, birisi müennes. Biri erkek için, biri dişi için aynı isim. Allah’ın karısı var diyemedikleri için hiçbir kafir Allah’a karı isnat edemez, çünkü Allah’ı hiçbir şeye benzetemez. O konuda herkesin bilgisi aynıdır. Taoistlerin Tao ile ilgili anlattıklarını alın, Kur’anı Kerim’in Cenabı Hakk ile ilgili anlattıklarına tıpatıp benzer
İZLEYİCİ: 01:15:12
–Ente sen demek, ente de bir şey yok. Ente sen anlamına geliyor, anlamı sen. Enti’de sen demek. Enti müennesler için sen yani kadınlar için, ente’de erkekler için sen demek
Cenabı Hakk ile ilgili ifadeler her erkeklik cümleleriyle kullanılır Kur’anı Kerim’de. Arabın dili neyse onu kullanacaksın, yeni bir dil icad edemezsinki.
El lat, Allah; görüyor musunuz?
Vel uzza; Cenabı Hakk’a ne diyor: el Aziz diyor
Arapçayı bilen bu yakınlığı hemen anlar.
Ve menat; Mennan: Cenabı Hakk’ın çok geçen bir ismi.
Zaten Cenabı hakk’ın sıfatlarını ….(01:16:21 anlaşılmıyor)
Zatta değil sıfatta şirk olur.
El lat’ı el uzza’yı ve diğer 3. menat’ı gördün mü, bunların hepsi dişi, Allah’ın kızları. Mekkeliler kendi kızlarının olmasını istiyorlar mıydı? Kız oldu mu simsiyah kesiliyordu.
Allah’u Teala diyor ki;
‘’ele kumuz zekeru ve lehul ünsâ’’ (necm 21)
[erkek size de, kız Allah’a mı?]
‘’niye kızlar isnat ediyorsunuz’’
‘’tilke izen kısmetun dîzâ’’ (necm 22)
[o zaman bu haksız bir paylaşım]
‘’in hiye illâ esmaun semmeytumûhâ entum’’ (necm 23)
[bunlar sizin taktığınız isimlerden başka bir şey değil]
Gerçekte böyle bir şey yok. Kendi hayallerinin ürettiği isimler, boş isimler.
Siz o taşa Allah’ın adına benzeterek bir isim veriyorsunuz, kendi hayalinizde; bu işte melektir, bu Allah’ın kızıdır falan filan diyorsunuz.
Şöyle düşünürseniz; bir hanedan düşünün. Yani diyelim ki Sultan Fatih, ya da Suud kralını da düşünün şu anda yaşayanlardan. Suudi Arabistan’da bir işiniz olduğu zaman, hanedandan birisini ararsınız değil mi? Hanedandan birisiyle iş yaparsanız, çok kolay yaparsınız. Şimdi buralarda Allah’la ilişkilerini yürütmek için hanedandan kızlarını arıyorlar, aynı mantık. Çünkü Allah’ı insana benzetiyorlar.
‘’in hiye esmâun semmeytumûha entum’’ (necm23)
[bu sizin taktığınız isimler]
‘’ve abaukum’’ [necm23]
[babalarıda aynı şeyi yapmıştı]
‘’mâ enzelallâhu bihâ min sultân’’ (necm 23)
[Allah bu konuda sizin elinize bir belge vermiş değil]
Madem Allah diyorsunuz, önce Allah kabul etmesi lazım bu benim kızımdır diye. Böyle bir şey yok.
‘’in yettebiûne illez zanne’’ (necm23)
[onlar sadece kendi hayallerinin peşine düşmüşlerdir]
‘’ve mâ tehvel enfus’’ (necm23)
[canlarının hoş gördükleri şeylerin]
‘’ve lekad câehum min rabbihimul hudâ’’ (necm23)
[işte onların rablerinden bir hidayet gelmiştir]
Bakın işte peygamber geldi, kitabı anlatıyor size.
‘’em lil insâni mâ temennâ’’ (necm 24)
[insan her arzu ettiğini elde edebilir mi?]
E ben böyle düşünüyorum Allah’ta verir. Allah senin emrinde mi?
Şimdi dikkat ederseniz Cenabı Hakk’a hep kendi hayallerinin ürünlerini yaptırmaya çalışıyorlar. Cenabı Hakk niye yarattığı cana niye ceza versin, bizi korkutup duruyorsunuz?
Biz korkutmuyoruz ki, Allah gönderdiği peygamberlerle söylüyor bunu;
‘’fe lillâhil âhiretu vel âlâ’’ (necm25)
[‘son’da Allah’ın ‘ilk’te Allah’ındır]
‘’ve kem min melekin fîs semâvâti’’ (necm 26)
[göklerde nice melekler var]
İşte yukardakilerin melek olduğunu hissettiriyor bu ayeti kerime.
‘’lâ tugnî şefâatuhum şey’e’’ (necm 26)
Şimdi bunlar demiyorlar mı?
‘’hâulai şufeâunâ indallah’’ (yunus 18)
Yani bunlar Allah’ın kızı ya, Allah’ın yanında bize şefaat edecekler.
Allah Teala diyor ki; ‘gökte nice melekler var’ , siz gelmiş 2-3 tanesinden bahsediyorsunuz. Sayısız melek var, ama bunların şefaati sizin hiçbir ihtiyacınızı karşılamaz, size hiçbir faydası olmaz.
‘’illâ min ba’di en ye’zenallahû’’ (necm26)
[sadece Allah izin verdikten sonra faydası olur]
Kimin için?;
‘’limen yeşâu’’
[Allah’ın istediği kişi için]
‘’ve yerdâ’’ (necm26)
[ve razı olduğu kişi için]
Yani Allah o meleğe diyecek ki, tamam git şuna şunu yap, o zaman olur. Yoksa melek melek kendiliğinden bir şey yapamaz.
Öyleyse niye tutmuşsunuz, kafanızdan bir takım tanrılar uyduruyorsunuz?
‘’innellezîne lâ yu’minûne bil ahireti’’ (necm 27)
[ahrete inanmayan kişiler ya da başlarına gelecek şeyler konusunda güvencesi olmayan kişiler]
Çünkü iman konusunu iyi anlamak lazım. Mesela kafirlere ‘Allah’a inanmayan’ ..
Mesela ‘eyyühellezîne amenu’,
‘amenu billahi ve resulihi’ ;(mu’minler Allah’a ve resulune inanın),
İnanma kelimesi içerisinde güven kelimesi vardır. Kafirler Cenabı Hakk’a güvenmedikleri için tam olarak, işte mesela bu beni koruyacak, hep güvensizlikten kaynaklanmaz mı? Yoksa hiç kimse Allah’ın varlığını inkar etmez ama, güvenmiyor.
‘’innellezine la yu’minune bil ahir’’ (mu’minun 74)
Mesela ahret konusunda güvencesi olmayan insanlar
Niye bir dala tutunuyorlar? Bize şefaatçi olacak bizi orda kurtaracak.
‘’le yusemmûnel melâikete tesmiyetel unsâ’’ (necm 27)
[bunlar melekleri dişi adlarla adlandırırlar]
‘’ve mâ lehum bihî min ilm’’ (necm 28)
[ve onların bu konuda bilgileri yok]
‘’ in yettebiûne illez zanne’’ (necm 28)
[bunlar sadece kendi hayallerinin peşine düşmüşlerdir]
‘’ve innez zanne lâ yugnî minel hakkı şey’a’’ (necm 28)
[zan gerçeği değiştirmez, hatta hiçbir şeyi ortadan kaldırmaz]
_şimdi evet, o hangi ayet dediniz (01:22:22) (izleyicinin sorusuna dönülüyor)
_Nuh suresinde de var, inşallah önümüze gelecek. Nuh suresinde 5 kişiden bahsediliyor; vedd, yagûs, yaûka, nesr, suva.
Bunlar 5 kişi eskiden çok iyi, dindar insanlarmış. Sonradan insanlar bunları putlaştırmışlar, bu da olur.
Şimdi esas konumuza dönelim, şimdi esas konumuza değilde, açtığımız parantez daha kapanmadı, Cenabı Hakk ne diyor insana; ‘belinden zürriyetini aldığı zaman’ diyor. Ondan evvelde diyor, zaten çocukluktan itibaren bu eğitimi alıyor alıyor, ortada sınıf geçme notunu arıyor, yani imtihan, net, netice işi bağlıyor. Ya rabbi sen beni sorumlu tuttun ama buluğda sorumluluk başlıyor, bana öyle öğrettin ki. Öğrettiğimden sorarım başkasından değil.
‘’lâ yukellufulâhu nefsen illa vus’aha’’ (bakara 286)
[Allah kimseyi gücünün yetmediğiyle sorumlu tutmaz]
Şimdi
‘‘elestü bi rabbikum’’
[ben sizin rabbiniz değil miyim?]
Diye soruyor
‘’kalu bela’’
[tabi]
‘’şehidnâ’’
[biz sana şahidiz]
Bunu niçin yapmış Cenabı Hakk?
‘’en tekûlu yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn’’ (araf 172)
[sonra kıyamet günü kalkıp derdiniz ki]
‘ya rabbi sen bizi bilmediğimiz şeyden sorumlu tutmazsın. Bizim senin varlığından, birliğinden haberimiz yoktu ki’ diyebilirdiniz bu olmasaydı.
Şimdi bir müşrik topluluğu içerisinde doğup büyüyen bir insan. Nerden anlıyoruz? Ayetten.
‘’el tekul’’ ya da şöylede diyebilirdi:
‘’innemâ eşrake abâuna min kablu’’ (araf173)
[Daha önce babalarımız şirk koşmuşlar]
‘’ve kunnâ zurriyyeten min ba’dihim’’
[bizde onlardan sonra gelen, onların soyundanız]
Biz ne görmüşsek onu yapmışız, biz nerden bilelim, herkes müşrik, herkes puta tapıyor, biz de taptık diyebilirdiniz.
O zaman onlara peygamber gelmemişi mi bu adamlara? Burada belirtilen gelmemiş.
‘’e fe tuhlikunâ bimâ fealel mubtilûn’’ (araf173)
[hakkı batıl gösterenlerin yaptığından dolayı biz sorumlu mu tutacaksın?]
‘Ne yapalım onlar bize öyle gösterdi, biz ne yapabilirdik ki?’
Bunu da diyemeyeceksin, çünkü ben her birinize varlığımı ve birliğimi öyle basit bir şekilde değil, şahit olacağın bir şekilde göstermiştim.
Buraya nerden geldik? Vakit geldi, hayır, şeyi tamamlayalım, öbür dersi bitirelim, asıl dersimizi, zariat suresi;
‘’fe ahaznâhu ve cunûdehu fe nebeznâhum fîl yemi ve huve mulîm’’ (zariat40)
Yani firavunda Cenabı Hakk’ın varlığı ve birliği konusunda şüphesi olmayan bir kişi. Yoksa en zor zamanında ben Allah’a inandım demez, mümkün değil. Ömür boyu mücadele ettiği bir şeyle, inandım diyebilir mi? O anda aklına başka şeyler gelir, ama gelmiyor. Sadece Allah aklına geliyor. Çünkü o kadar net bir bilgisi var ki o konuda, ama pişmanlığı ölümünden sonrada izhar ediyor. Tevbesini ölümle yüzyüze geldiği zaman yaptığı için kabul edilmedi. Pişmanlığıda ölümden sonra olduğu için kabul edilmedi. O zaman bunu çok iyi anlamış olalım, hem de dersin bir özeti olmuş olsun: can boğaza gelinceye kadar Allah tevbeyi kabul eder, suç ne olursa olsun. Bakın en büyük suç şirktir değil mi? Şirkten tevbe ettiği zaman Allah affeder mi? Peygamber s.a.v’in ashabının büyük çoğunluğu neydi baştan; şirkti ve tevbe ettiler, Allah kabul etti. O zaman en büyüğünü kabul ediyorsa ondan aşağılarınıda kabul eder. Ama bunun şartı; can boğaza gelmeden. Canın ne zaman boğaza geleceğini bilebilir miyiz? O zaman bir an önce tevbe etmek lazım, sonra çok geç olmuş olacak.
Can boğaza geldiği zaman yapılan tevbe kabul edilmiyor. Ondan sonrada insanın pişmanlığı devam ediyor. Öyleyse dünya ile ahret arasında bir insanın konuşabildiği bir zaman dilimi var, ayette gördük.
Mu’minun suresinin 99. ve 100. ayeti.
Orda bir sıkıntı çektiğide anlaşılıyor ki,’geriye gönder ya rab’ diyor, ‘daha iyi şeyler yapayım’ diyor. Ama henüz yeniden dirilmemiş, ölmüş ama daha dirilmemiş. Yani o ruh vücuda gelip girmemiş. Şimdi bunada ne diyoruz biz?
-Kabir hayatı diyoruz, değil mi?
İZLEYİCİ: 01:28:23 (kabir hayatı)
-Açık değil mi ayet, açık. Kabir hayatı var. Ondan sonrada ahret hayatı.
Böylece bugünkü dersimizide özetlemiş olduk.