Bismillahirrahmanirrahim
Bugün Zariat suresinin 38. ayetinden itibaren okumaya devam ediyoruz.
Bugün kü konumuz ecel konusu
Bunu bir vesileyle burada anlatmamız gerekecek
Allah’u Teala burda şöyle buyuruyor:
‘’ve fî mûsâ iz erselnahu ilâ fir’avne bi sultânin mubîn’’ (zariat 38)
[musa’da da sizinle ilgili belgeler ibretler vardır, onu açık bir kuvvetle firavuna göndermiştik]
Şimdi, sultan, saltanat, yetki.. açık bir yetkiyle..
Musa a.s.’ın görevi neydi?
-Allah’ın elçisi
Peki gücü ne? Firavunun karşısında ki gücü ne?
-mucize onun peygamberliğinin ispat belgesi tabii. Asıl gücü tebliğinde yatıyor.
Çünkü firavun onu ilk dinlediği zaman verilen mesajların çok güçlü olduğunu anlamıştı. ‘Bu demişti sizi yerinizden edip, hakimiyeti ele geçirmek istiyor’’
Asıl güç orda. Yani asıl güç onun tebliğinde.
Birde peygamberliğini ispat için getirmiş olduğu belge var.
Allah Musa a.s.’ı elçi olarak gönderiyor. Kime?
‘’ilâ fir’avne ve melâihi ‘’(araf 103)
[firavuna ve önde gelenlere]
Şimdi şöyle tasarlayın; Amerika Suriye’ye bir elçi gönderiyor. Suriye devlet başkanıyla görüşüyor o elçi. Yani kelimeler böyle.
Suriye devlet başkanının ‘ben elçiyim’diyen kişiyi önce tanıması lazım ve onun elçiliği konusunda emin olması lazım. Çünkü herhangibir gözü açık birisi gelip elçi rolü oynayabilir. Kendini orda elçi gibi satabilir. Bunun için ne gerekiyor? Belge gerekiyor. Güven mektubunu sunuyor elçiler.
Allah’ın elçisinin de güven mektubu var mı? Yani muhatabı bu kişinin Allah’ın elçisi olduğu konusunda güven duymalı.
Güven kelimesinin Arapçası ne?
-emn
Bu kökten gelen kelimenin adı ne?
-iman değil mi?
İşte iman o güvenden sonra oluşur. Bir kere muhatabının Allah’ın elçisi olduğunu kesin bilmen lazım. Bunun için onun belgesini görmen lazım. Ondan sonra ne diyorsun?
-‘eşhedü’ diyorsun değil mi? Ben tanıklık ederim.
Bir ‘a’lemu’ kelimesi var: ben bilirim
Birde şahitlik ederim var.
Şahitlikte gözünüzle görüyorsunuz.
Bilgi birisinin size haber vermesiyle de olabilir. Ama o bilgide yanılmada olabilir.
Fakat şahitlikte gözünüzle görüp, duyu organlarınızla kavradığınız bir şeydeki bilginiz çok güçlü olur
Ondan dolayı biz Allah’a peygamberine imanımızı eşhedü ile bildiriyoruz.
‘’eşhedü en lâ ilahe illallah’’
[ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yok]
‘’ve eşhedü enne muhammeden abduhü ve resuluhü’’
[ben yine şahitlik ederim ki Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir]
İşte firavunda Musa a.s’ın Allah’ın elçisi konusunda tam güven duyabileceği
bir pozisyona getirtilmiş ve Musa a.s ona kendi güven belgesini sunuyor. Neydi o?
-mucizesi. Çünkü o güven belgesi öyle bir şey olmalı ki onu gönderen makamdan başkası onu düzenleyememeli.
ABD düzenlemeli o mektubu. Ama bu mektupların karekteri öyle birşeylerki, sahteside olabilir. Yani insanlar onun sahtesini yapabilir mi?
Onun için bir ülkenin büyükelçisinin sunduğu güven mektubuna mucize denemez. Çünkü onun sahtesini düzenlemek mümkün. Ama peygamberlerin sunduğu güven mektubunun sahtesi olur mu? Yani bir insan değneğini attığı zaman yılana dönüşür mü? Ya da esmer kişi elini koltuğuna sokup çıkardığı zaman beyaz olacak, tekrar soktuğu zaman esmerleşecek. Böyle bir şey mümkün mü? Yapsa yapsa bir un çuvalına sokup çıkarabilir. Buda belirsiz bir şey olur, oda foyası hemen ortaya çıkar. Tekrar geriye şey yaptığı zamanda yıkaması lazım, durun ben bir mutfağa gidiyim geleyimde demesi lazım, onuda kimse demez.
İşte böyle güçlü bir belgeyle geldi kifiravun aslında onun Allah’ın elçisi olduğunu çok iyi anlamıştı. En küçük şüphesi yoktu. Bunu bildiren ayeti kerime ne diyor:
‘’ve cehadü biha’’
Musa a.s.’ın getirdiği belgeler karşısında inkarcılığa saptılar. Bu ceh kelimesinin anlamı: bile bile inkar etmektir.
Hani bilmedende bir şeyi inkar edebilirsiniz. Ama bu bile bile inkar etmektir.
‘’vesteskanetha enfusuhum’’ (neml14)
[ama içleri o belgelerin doğruluğu, Musa a.s’ın peybamber olduğuna dair kesin bir kanaate sahip]
İşte bu öyle bir belgeki firavunu Allah karşısında ve kendi nefsi karşısında sorumlu tutacak.
Çünkü firavun kendisini insanlara bir şekilde satıp kabul ettirebilir ama kendine kabul ettiremez. İnsan kendinin ne olduğunu çok iyi bilir.
Tıpkı Nasrettin hoca gibi. Hani yolda giderken düşmüş ne demiş <<ne demiş Mustafa bey,bilmiyorum,sen orda değimliydin o günyazık ya bende ordaydın zannediyordum, şimdi sen Eeskişehirlisin, o da oraya yakın bir yerde>> demiş ki; aaah ihtiyarlık. Ahhh ihtiyarlık demiş, sonra sağa sola bakmış ki kimse yok, senin gençliğini de ben bilmiyor muydum demiş.
Şimdi başkasına yutturacaktı, ama kendine yutturamıyor.
Maaleseffiravun kendisinin ne olduğunu çok iyi biliyor.
‘’fe tevellâ bi ruknihî (zariat39)
Şimdi firavuna geldi açık belge, firavun erkanıyla birlikte geri döndü. Yani bunu kabul etmek istemiyor.
(ha şimdi az önce Şinasi hocanın anlattığı gibi) o diyor ki; ‘’yalnız Allah’a kul olun’’.
Çok kötü bir şey. Firavun herkesi kendine kul etmiş. Yalnız Allah’a kul olun dendiği zaman bütün kullarını! Kaybedecek.
Ondan sonra bana uyun diyor, israiloğullarını serbest bırakın diyor. E serbest bırakında, kolay mı? Hanımları basit işlerde çalıştırıyor ve kölesi.
İZLEYİCİ: (00:09:29)anlaşılmıyor
-tabi kendi, kul ettiği kullarının seviyesine inecek. Yani kendi öbürleriyle birlikte Allah’a kulluk edecek. Firavunun hiçbir farkı kalmayacak ki. Aynı safta namaza duracak mesela.
‘’ve kale sâhirun’’(zaiat399
[bu adam büyücü dedi]
Çünkü ne diyecek başka? Çok etkilendi. Bu adam büyücü
İZLEYİİ: (00:10:00)anlaşılmıyor
Sonra
‘’en mecnûnun’’
Şimdi büyücüğü konusundada kendisi büyücü olmadığını çok iyi biliyor. Ama etrafını inandıracak.
’’ mecnûn’’
[ya da deli]
Yav bu adam şeymi, kokoca mısır sultanının yanına gelmiş neler konuşuyor, bu adam kafayı yemiş.. benim yanımda böyle konuşulur mu?
‘’fe ehaznâhu ve cunûdehû’’(zariat40)
[biz onu yakaladık, ordusuyla birlikte]
‘’fe nebeznâhum fîl yemi’’(zariat40)
[onları denize attık]
Yani denizde boğuldular, denizin dibini, denizin içerisini boyladılar
‘’ve huve mulîm’’ (zariat40)
Ama o ne yapıyordu; kendi kendini kınıyordu. Kendi kendini kınarken denizin dibine gitti.
Şimdi bu olay nasıl oldu?
Kur’anı Kerim’de ‘’ve huve mulîm’’ ifadesi bir başka ayette daha geçiyor.
Yunus a.s ile ilgili değil mi? Neydi o?
İZLEYİCİ: (00:11:34)anlaşılmıyor
‘’feltekamehul hûtu ve huve mulîm’’ (saffat 142).
Yunus a.s görev yerini terk etti. Çünkü yıllarca peygamberlik yapmış, bir tek kişi kendine inanmamış. 33 sene yapmış deniyor bazı kaynaklarda, Kur’anı Kerim’de senesi yok. Şimdi bir tek kişinin inanmadığını direk anlıyoruz. Çünkü bir tane inanan olsaydı onunla beraber giderdi gemiye. Bir tek kişi bile yok. Tek başına gitmiş, tek başına.
Yıllarca uğraşıyorsunuz bir tek kişi bile size inanmıyor. O da insan tabi, görev yerini terk edip gidiyor. Sonra kura çekiliyor biliyorsunuz gemide, ona çıkıyor kura.
Tabi gemi dediğimiz bizim bildiğimiz gemilerden değil, küçük bir tekne yani. Çünkü bugünkü gemilere bir kişi fazla gelecekte, kura çekeceksiniz, onu denize atacaksınız gemi batmasın diye. Böyle bir şey gülünç olur bugünkü gemilerde. Yani kaç kişi olursa olsun insan, önemli değil, yani bir kişiyle batmaktan kurtulması.
O küçük tekne, onu atıyorlar.
Atıldığı zaman onu bir balık yutuyor,
‘’ve nâdâ fîz zulumât’’ (enbiya 87)
[karanlıklar içersinde Cenabı Hakk’a seslendi]
Ne dedi:
‘’en lâ ilâhe illâ ente subhanek’’ (enbiya 87)
[senden başka ilah yok, senin hiçbir eksiğin yok]
‘’İnni kuntu minezzâlimîn’’ (enbiya 87)
[ben yanlış yaptım] [bunu yapmamalıydım] [görev yerimi terk etmemeliydim]
Şimdi karanlıklarda bağırdı diyor.
Burada henüz ölüm, ölümle yüzyüze gelmiş değil. Yani aslında balık yutmuş, ölecek ama Yunus a.s bunun farkında değil. Balığın kendini yuttuğunu bilse ordan çıkmak için çırpınır, hatta gitmemek için direnir, sağa sola ellerini koyardı. Ama o bilmiyor. Zannediyor ki bir kuyunun içine düştüm, gemiden atıldığı zaman.
İşte orada;
‘’fel tekamehul hûtu ve huve mulîm’’ (saffat 142)
Kendini ayıplıyor bi şekilde onu gemi(balık) yuttu. Orda tevbe etti Yunus a.s. Tevbe etti.
Tevbesi neydi, az önce söyledik;
‘’ lâ ilahe illa ente subhanek inni küntü minezzalimîn’’ (enbiya 87)
diyerek.
Yani pişman oldu, hatasını anladı.
[senden başka ilah yok, senin bir eksiğin yok, ben yanlış yaptım] dedi.
Allah’u Teala ne diyor;
‘’fe lev lâ ennehu kâne minel musebbihîn’’ (saffat 143)
‘’le lebise fî batnihî ila yevmi yub’asûn’’ (saffat 144)
Eğer Yunus bu tesbihi yapan biri olmasaydı balığın karnında tekrar dirilecekleri güne kadar kalacak, yani eriyip gidecekti. Balık onu yiyecekti orada, midesi onu hazmedecekti ve tekrar dirilecekleri güne kadar, yani kıyamette ordan, tabi balık nerde ölürse, onun şeyide orda, oradan vücüdu yeniden dirilecekti.
Bu tesbihi yapınca ne oldu?
İZLEYİCİ: (00:15:37) anlaşılmıyor
‘’fe nebeznâhu bil arâi ve huve sakîm’’ (saffat 145)
[onu başka bir alana attık, denizin kıyısına]
Balık midesinden çıkardı onu. O hasta bir vaziyette. Çünkü balığın, böyle büyük balıkların midesinde insana birkaç gün yeten oksijen varmış. Ama orda bir sürü gazlar, asitlerde var tabi. Onlardan hastalanıyor. Ve denizin kenarında. Üzerine Cenabı Hak kabakgillerden bir bitki bitiyor. Sonra kendine geliyor ve kavmine dönüyor.
Şimdi kavmi inanmadığı için helakle yüzyüze. Yunus a.s kaçmış. Yunus a.s kaçmasaydı da, görevini tamamladığı zaman Cenabı Hak deseydi ki: ‘’ hadi sen çık buradan, Hud a.s’da olduğu gibi, Lut a.s’da olduğu gibi, o zaman onun kavmi ne olurdu, peygamberin ayrılmasıyla birlikte; helak olup giderdi. Ama bunların beklemedikleri bir anda peygamberleri gitmiş, tam o zaman akılları başlarına gelmiş, sonra tevbekar olmuş kavmi de.
İZLEYİCİ: (00:16:51) anlaşılmıyor
‘’ fe lev lâ kânet karyetun âmenet fe nefeahâ îmanuhâ illa kavme yûnus’’
[keşke bir topluluk inansaydı da, imanı ona fayda sağlasaydı]
Yunus kavmi başka;
‘’ felemmâ amenu keşefnâ anhum azâbel hızyi fîl hayatid dünya ve metta’nahum ilâ hîn’’
[onlar ne zaman inandılar, rezillik azabını onlardan kaldırdık ve belli bir süreye kadar onları nimetlendirdik] (yunus98)
Yani ölümden kurtuldular.
Şimdi bunlar kurtuldu.
Peki firavunda tevbe etti. Şimdi ben firavunla Yunus a.s’ın kavmini karşılaştırıyorum, konuyu iyi kavramak için. Firavunda tevbe etti. Etmedi mi tevbe? Ne zaman?;
‘’hattâ izâ edrekehul gareku kâle âmentu ennehu lâ ilâhe illellezî âmenet bihî isrâîle ve ene minel muslimîn’’ (yunus 90)
[Dedi ki; israiloğullarının inandığından başka ilah yok, ben de Müslümanlardanım]
>>Peki bunun<<
Bu bir tevbedir değil mi? Kabul edildi mi? Ne dendi?:
‘’ Âl’âne’’ (yunus 91)
[şimdi mi]
Çok geç artık. Sen bundan önce bozgunculuk yapıp duruyordun.
Peki niye kabul edilmedi o zaman?
Çünkü; Cenabı Hakk kulları arasında ayırım yapmaz ki. Birisi peygamberde olsa, öbürü firavunda olsa tevbe ettiği zaman tevbesini kabul eder.
Ama koyduğu bir prensip var Cenabı Hakk’ın. Tevbe ile ilgili koyduğu bir prensip var. Artık çok geç olmadan tevbe etmek lazım. Ne diyor nisa suresinde;
‘’innemed tevbetu alâllâhi lillezîne ya’melûnes sûe bi cehâleh’’ (nisa 17)
[tevbe cahilce kötülük yapan kişinin tevbesidir]
‘’summe yetûbune min karîbin’’ (nisa17)
[çok geçmeden tevbe eden kişilerin tevbesidir]
‘’ fe ulâike yetûbullâhi aleyhim’’ (nisa17)
[Allah onların tevbesini kabul eder]
‘’ve kânallâhu alimen hakîmen’’ (nisa 17)
[çünkü Allah halim ve hakimdir]
‘’ ve leysetit tevbetü lillezîne ya’melûnes seyyiât’’
[kötülük yapıp duranların tevbesi tevbe değildir]
‘’hattâ izâ hadara ehadehumul mevt’’ (nisa18)
Öyle ki, öyle bir zamana kadar yapmış ki, ölüm gelmiş çatmış, kimin durumu gibi?
-firavunun durumu gibi
‘’edrakehul garaku’’ (yunus90),
diyor ya orda, burdada ;
‘’ hadara ehadehumul mevt’’
Ölüm gelmiş çatmış;
‘’ kâle innî tubtul’âne’’
Deniyor ki; [şimdi tevbe etti]
Bu tevbe, tevbe değil.
Ama boğulmadan önce, yani boğulmayla yüzyüze gelmeden önce tevbe etseydi, tevbe olurdu. Yunus a.s kendini karanlıklarda hissettiği bir anda tevbe etti. Çünkü kendi kafasına göre kurtulma ümidi var, kendi anlayışına göre var.
Ama burada firavuna görede kurtulma ümidi yok, firavun burada tevbe etti. Bir de firavunun ‘’ve huve mulîm’’ olduğu bir tarafı var. İşte ayette geçen kendi kendini kınadığı bir an var. O an, ne an?
İZLEYİCİ: (00:21:33) anlaşılmıyor
-ruhu ayıplar. Şimdi bakın onuda şurdan okuyalım; mu’minun suresinin 99. ayetini bir açın
<<hepsinin numarası aklıma gelmez, bu aklıma geldi>>
‘’onlardan birine ölüm geldiği zaman’’
Şimdi firavunu düşünün. Geldi mi ölüm?
Çünkü denizin dibine doğru gidiyor. Boğuluncaya kadar denizin dışındaydı, çünkü konuşuyordu. Boğulduktan sonra vücut ölmüş, ruh vücudu terk etmiş. Ne diyor burada;
‘’ onlardan birine ölüm gelip çattığı zaman’’
Yani ölüm gelip çatmış, yani ölmüş;
‘’kâle rabbirciûn’’
[yarabbi beni geri döndürünüz] diyor.
Burada çok ilginç bir ifade tarzı var. Hani büyüklere biz ‘’siz’’ diye hitap ediyoruz, bize çocukluğumuzdan beri öğretilen siz hitabının batıdan geldiği şeklinde. Yani büyüklere siz diye hitabı, işte İngilizler ‘sen’e de ‘siz’e de ’you’ diyorlar. Herhalde ordan olmuş olabilir. Şimdi burdada Allah tekil olduğu halde çoğulla hitap ediyor. <<senin dikkatini çekmişmiydi bu kelime; ‘rabbirciûn’ diyor>>
‘ya rabbi beni geri döndürünüz diyor. Yani orda artık tam saygı, artık daha..
İZLEYİCİ: (00:23:11)
-tüm şeyini kaybetmiş oluyor. Artık saygıda kusur etmiyor. ‘beni geri döndürünüz’
‘’leallî a’melu sâlihan’’ (mu’minun 100)
[belki bir iş yaparım]
‘’fîmâ terektu’’ (mu’minun 100)
[terk ettiğim yerde]
Nereyi terk etti?
Bak terk etmiş bitmiş artık. Ayrılmış ordan.
‘’kellâ’’ (mu’minun100)
[hayır]
Hayır,hayır, asla.
‘’innehâ kelimetun huve kâiluha’’
[bu bir sözdür ki, onu söyleyip duruyor]
Yani öyle diline dolaştırdığı bir sözdür.
Bitti.
Şimdi ayet ne dedi?;
‘’ ve lâllezîne yemûtûne ve hum kuffâr’’ (nisa 18)
[kafir olarak ölmüşlerin tevbesi tevbe değil]
İşte burada, ‘yarabbi beni geri çevir’ diyor.
Tevbe’nin kelime manası ne?
-Dönüş yapmak.
Şimdi dönüş yapmak..
‘’ve min verâihim berzahun’’ (mu’minun100)
[onların arkalarında bir engel var]
Şimdi engeli şu duvar olarak kabul edin, duvardan yürüyüp geçemem değil mi? Arkada engel var. Yani dünyaya dönemezsin.
Ne zamana kadar bir engel var;
‘’ ila yevmi yub’asûn’’ (mu’minun100)
[yeniden diriltilecekleri güne kadar bir engel var]
Yeniden diriltme ne zaman,nerde oluyor?
O zaman vücut ölmüş, konuşan ne?
-konuşan ruhtur
Ruh bu berzaha bir keremi geliyor?
İZLEYİCİ 00:24:55 anlaşılmıyor
-ne zaman? Evet
Diyor ki Allah’u Teala zumer suresinin 42. ayetinde;
‘’Allahu yeteveffel enfuse hîne mevtiha’’
[Allah nefisleri vefat ettirir]
Nefislerin ölümü sırasında.
Bakın nefis kelimesine 2 tane fiil tealluk ediyor; birisi ‘vefat’ fiili, birisi ‘ölüm’fiili;
yeteveffel ve enfes
yeteveffelin mef’ulu enfus kelimesi, ‘hîne mevtiha’daki mevt’in mef’uluda ‘hâ’ zamiri enfus’a gidiyor.
‘nefisleri ölümü sırasında vefat ettirir’
Demek ki bir kişi öldüğü zaman, aynı zamanda bir vefat olayıda gerçekleşiyor.
Bir ölüm, bir vefat olayı bir kişi üzerinde.
Nefisleri vefat ettirir.
‘’velletî lem temut’’ (zumer 42)
[ölmemiş olan nefside]
Gene lem temut’un mef’uluda oraya, faili oluyor bu defa lem temud, ölmemiş olan nefside vefat ettirir, gene vefatın mef’ulu;
‘’fî menâmihâ’’ [uykusunda]
Şimdi bir nefis var ki ölmüş, Allah onu öldüğü zaman vefat ettiriyor. Bir nefis var ki uyuyor, Allah onu uyuduğu zaman vefat ettiriyor. O zaman mevt ve vefat birbirinden farklı kavramlar bu ayette.
Ha bunların birbirinin yerine kullanıldığı oluyor. Çünkü çok yakın kavramlar.
İZLEYİCİ: (00:26:42)
-ney? Yok.
‘’vellezî lem temud’’
O ‘fenâmihâ’ ‘lem temut’un mef’ulun fîhi değil, ‘yeteveffa’nın mef’ulun fîhi.
Ölmemiş olanları da vefat ettirir; uykusunda. Çünkü ‘yeteveffa’ geldi ya orda. Ondan sonra devamı bu manayı vermemizi zorunlu kılıyor.
‘’ fe yumsikulletî kadâ aleyhel mevt’’ (zümer 42)
Vefa kelimesinin anlamı nedir?
-tamamlamak
Vefat ta tamamlatmak oluyor.
şimdi Allah ana rahmindeorganlarıtamamladıktan sonra bir ruh üflüyor vücuda ve o ruh sürekli gelip gidiyor vücuda. İşte ölümü sırasında ayrılıyor, uykusu sırasında ayrılıyor.
‘’fe yumsikulletî kadâ aleyhel mevt’’ (zümer42)
[ölümüne karar verdiği nefsi tutar]
O zaman bakın,ikisi, yani ruh ile vücudunbirleşmiş haline insan deniyor. Çünkü ana rahminde ruh vücuda girdikten sonra;
‘’halkan âhar’’ (mu’minun14)
Diye ifade edilirken şu şekli alıyor Mu’minun suresinde;
‘’summe enşe’nâhu halkan âhar’’ (cealnahu yanlış sanırım)
[sonra onu canlı bir yaratık haline getirdik]
Diğer tüm canlılardan farklı, ruhla vücut birleşmiş. İşte vücut öldüğü zaman, ruhu Allah çekip alıyor. Vücut uyuduğu zamanda ruhu Allah çekip alıyor. Şimdi sürekli uyuyupta vücuttan ayrılan ruh, ölüm sırasında tekrar bedene dönmek istiyor, ama Allah diyor ki;
‘’fe yumsikulletî kadâ aleyhel mevt’’
[ölümüne karar verdiği ruhu tutar, göndermez bedenine]
‘’ve yursilul uhrâ ilâ ecelin musemmâ’’
[ama ölmemiş olan kişinin ruhunu belli bir süreye kadar, uyanınca bedenine geri gönderir]
İşte bu tutulan ruh orda diyor ki ;
‘yarabbi beni geri gönderiniz, belki iyi bir iş yaparım, geriye bıraktığım dünyada’
Ve ona deniyor ki;
‘asla’ ‘bu senin ağzında gevelediğin sözdür, arkanda bir berzah var, engel var, yeniden dirilinceye kadar dünyaya dönmek yok’
Yeniden dirildiğin zamanda ruhla nefis birleşiyor.
‘’ve izen nufûsu zuvvicet’’ (tekvir7)
Bu durumu Allah bu şekilde anlatıyor;
[nefisler çiftleştiği zaman]
İşte o zaman kişi kendisini uykudan uyanmış gibi hissediyor. Ondan sonra diyor ki;
‘’ya veylenâ men beasenâ min merkadinâ’’ (Yasin 52)
[yazık oldu beni uykumdan kim uyandırdı] diyor.
Yani ölmüş dirilmiş, ama uykudan uyandığını zannediyor. Çünkü hergün alıştığı bir eylemle karşı karşıya ahrette.
Şimdi burada öldükten sonra firavun kendini kınıyor ve bu kınamanında bir faydası yok. Halbuki eğer Yunus a.s gibi önceden kınasaydı oda kurtulacaktı. Nitekim Yunus kavmi kurtuldu. İşte buradan ecel konusuna girmemiz gerekiyor.
Bizde olaylara, yani dinî konulara yaklaşırken Kur2anı Kerimin bir tek ayeti alınır, bir çok ayeti bırakılır. O bir tek ayete de genellikle parçacı yaklaşılır. Çünkü önceden prensip konur, sonra o prensipler bazı ayetlere söylettirilir. Ya da ayetler üzerinde uzun uzun çalışma sıkıntı verdiği için bir ayetten anladıklarını hemen her şeye uygularlar. Meselâ bize hep okudukları şe ayettir:
‘’fe izâ câe eceluhum lâ yeste’hirûne sâaten velâ yestakdimûn’’ (nahl 61)
[ecelleri geldiği zaman ne bir saat geriye bırakılmasını isteyebilirler, ne de bir saat önüne geçebilirler]
Şimdi ‘yestakdimun’ ‘yeste’hirûne’ filinin faili insanlardır. Süre bitmiş, artık onu ileri geriye itemeyeceksiniz. Ama failin Allah olduğu yerlerde var, esas biz ona bakmak zorundayız.
Yani yestakdimun, yeste’hirune sözünde fail Allah değil, insanlar. Çünkü kesinleştiren Allah. Allah kesinleştirdikten sonra artık değiştirmez. Ama Allah kesinleştirmeden önce acaba bunu değiştiriyor mu, ileriye geriye alıyor mu? Asıl konu bu.
<<aşağılarda o ayeti kerimeler, biraz aşağıdadır, onları bul>>
Şimdi aklıma gelen bu Fatır suresinin 11. ayeti olacak, 35. sure,
<<birde burada iki Mehmet bey yan yanasınız, siz ana rahminde çocuğun durumlarıyla ilgili çalışma yapıyorsunuz ya, dikkatimi çeken bu ayet ( bu ayetin dikkatimi çeken bir şeyinide size hatırlatayım) çalışırken şeyyapar>>
‘’vallahû halakakum min turâbin’’
[Allah sizi topraktan yarattı]
‘’summe min nutfetin’’
[sonra nutfeden] [döllenmiş yumurtadan]
‘’summe cealekum ezvâcen’’
[sonra sizleri çiftler yaptı]
Şimdi biz bu çifleri kadın/erkek diye tercüme ediyoruz genellikle, ben doğru olduğu kanaatinde değilim. O Nur suresinin 14. ayetinde belirtilen halk, ahar haline gelme, yani bedenle ruhun çiftleşmesi. Çünkü az önce okuduğumuz ayettede ruh bedenden uzaklaşıyor, geliyor, beden adeta ruhun evi gibi oluyor. Biz gündüzün evden çıkar gideriz, ruhta vücut uyuduğu zaman çıkıp gidiyor, birde ev yıkıldığı zaman biz eve giremeyiz. Ruhta ölüm sırasında artık geri dönmüyor. Onun gibi kullanıyor. Çünkü ezvac kelimesi, az önce okuduğumuz ayeti kerimeden dolayıda gerekiyor.
‘’ve izen nufûsu zuvvicet’’ aynı kelime kullanılıyor, ahirettte yeniden dirilme konusunda, ‘nefisler eşleştirildiği zaman’, ruhlarla
‘’ve mâ tahmilu min unsa ve lâ tedau illa bi ilmih’’
[taşıdığı bir dişi ya da var ettiği bir yavru Allah’ın bilgisiyle olur]
Esas konumuzu ilgilendiren kısmı şu ayetin;
‘’Ve mâ yuammeru min muammerin’’ (fatır 11]
[yaşayan hiç kimse yaşamaz]
‘’ve la yunkasu mîn umurihî’’
[ömründen kısaltma yapılmaz]
ki;
‘’illa fî kitâbin’’
[ki bir kitapta olmasın]
Şimdi bak burada insanlar devrede;
‘’yuammeru min muammerin’’
[yaşayan yaşatılmaz]
Yaşatan kim?
‘’vallahu yuhyi ve yumit’’ (Ali İmran 156), değil mi?
Buradaki fail her ne kadar naibi failde olsa esas fail belli ki Allah’tır.
‘’ve la yunkasu min umurihî’’ (fatır 11)
[ömründen kısaltma yapılmaz]
Kim yapabilir?
Demek ki ömür kısaltılabiliyormuş,
‘’illâ fî kitâb’’
[bu sadece bir kitapta yazulıdır]
<<rad surasinin başına bak>>
Rad suresinin 38.-39. ayetleri;
Bak burada diyor ki;
‘’ve mâ kâne li resûlin en ye’tiye bi âyetin illa bi iznillah’’
[hiçbir peygamber Allah’ın izni onayı olmadan bir ayet getiremez ya da bir mucize getiremez]
Her ikiside söz konusudur. Yani Allah’tan bir ayet getirme peygamberin yetkisinde değildir, çünkü o bir elçidir. Onu elçi olarak gönderen bir ayet verirse getirir, vermezse yapacağı bir şey yok.
Ayeti mucize diyede algılarsanız, onuda getiremez. Yani peygamber istedi diye bir mucize getirme hakkına sahip değildir.
<<’’ve indehu umul kitâb’’(rad 39) ha yok>>
‘’li kulli ecelin kitâb’’ (rad 38)
Şimdi Allahu Teala burada diyor ki;
[her ecelin bir yazgısı vardır]
Yani her ecel için bir belge düzenlemiştir. Sen ne kadar yaşayacaksın, sen ne kadar yayayacaksın hepsinin bir belgesi vardır.
‘’yemhullâhu yâ yeşâu’’
Şimdi burada çok açık, az önce naibi fail olarak geçmişti, burada tam fail olarak geçiyor. Naibi failin zammından Cenabı Hakk’ınfailliğini fark etmiştik az önce, ama şimdi açık bak.
Ecel: Allah istediğini siler
Sildiği zaman ne olur?
Şimdi şurda 100 senelik ecel var, 5 senesini sil 95’e düşer. Yunkasu’nun tam tefsiri
‘’ve ma yuammeru min muammerin ve lâ yunkasu min umurihi’’
Orda >>muammer meçhur fiildi<< yunkasu meçhul fiildi bu onun açıklaması. Açıkça Allah fail olarak gösteriliyor.
‘’yemhullahu mâ yeşâu’’
[Allah istediğini siler]
İşte şu ecelden şu kadar silinecek
‘’ve yusbit’’
Yusbit ne demek?
-sabitler.
İlave etmiyor bakın.
Sabitler
Şimdi Yunus a.s o tevbeyi yapmasaydı ne yapacaktı Cenabı Hakk?
-silecekti.
İmha etmiş olurdu. Ama bu tevbeyi yaptığı için ne oldu?-
Sabitledi. Yani onun için daha önce belirlediği eceli yaşama imkanını verdi.
‘’ve indehu umul kitâb’’ (rad39)
[bu bu kitabın anası Allah katındadır]
<<anlaşıldı mı Cahit bey>>
Şimdi Nuh suresine geçelim.
<<Bütün peygamberlerin <<şeye bak, İbrahim 10, hud 23>>
Şimdi bütün peygamberlerin insanlara yaptıkları bir tebliğ var, ecelle ilgili olarak;
‘’kâlet rusuluhum e fîllahi şekkun fâtiris semâvati ver ard’’ (ibrahim10)
[Allah’tan hiç şüphe olur mu? Gökleri ve yeri yaratan],
‘’yed’ûkum’’ (ibrahim10)
[Allah sizi çağırıyor)
[Allah size davette bulunuyor]
‘’li yeğfire lekum’’
[sizi bağışlamak için çağırıyor, affetmek için çağırıyor]
‘’min zunûbikum’’
[günahlarınızı]
‘’ve yuahhirakum’’
[sizi ertelesin diye çağırıyor]
‘’ilâ ecelin müsemmen’’
[adı konmuş ecele kadar]
Yani sizin her birinizin bir eceli müsemması var. Senin 60 sene, senin 70 sene, senin 100 sene falan gibi. Sizi çağırıyor ki eceli müsemmanıza kadar yaşayasınız. O zaman firavun eceli müsemmasından önce ölmüş oluyor. İnansaydı ikramlarını biraz daha devam ettrecekti. Ama tanrı olarak değil, kul olarak devam ettirecekti. Kendini tanrı zannetti, her şeyini kaybetti.
<<Öbür ayet,
Hud suresi kaçıncı sureydi, buradan bulayım, 11. sure tamam>>
Bizim peygamberimizde aynı daveti yapmıştır. Buda bizim peygamberimizin daveti;
‘’elif ram râ. Kitâbun uhkimet âyâtuhu summe fussilet min ledun hakîmin hâbir’’ (hud11)
[bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmıştır]
Yani kısa özlü cümlelerle,
[Sonrada hakim ve habir olan Allah tarafından açıklanmıştır]
İşte ben her zaman size şu şikayette bulunuyorum;
Allah’ın yaptığı bu açıklamaları bizim ulemâ ortaya koymamıştır. Biz şimdi ondan bir örnek vermeye çalışyoruz.
Ecelle ilgili Cebabı Hakk’ın açıklamalarını size anlatıyoruz;
‘’ellâ ta’budû illallâh’’ (hud2)
[Allah’tan başkasına kul olmayasınız diye]
‘’innenî lekum minhu nezîrun ve beşîr’’ (hud2)
[ben sizin için O’nun tarafından gönderilmiş bir müjdeci ve uyarıcıyım]
Birde şunun için Allah açıklamıştır;
‘’ve enistagfiru rabbehum’’ (hud3)
[rabbinizden mağfiret dileyesiniz]
‘’summe tûbû ileyhi’’
[sonunda O’na yönelesiniz]
Peki O’na yönelince ne olur?
‘’yumetti’kum metâan hasenen’’
[sizi güzel bir şekilde nimetlendirsin bu dünyada]
Ne zamana kadar?;
‘’ilâ ecelin musemma’’
[eceli musemmaya kadar]
Yani sürenizi tam yaşayın, ömrünüzü tam yaşayın ve ondan yararlanın.
‘’ve yu’ti kule zî fadlin fadleh’’
[ve her fazilet sahibine faziletini versin]
Son olarakta bu konuyu en iyi açıklayan Nuh suresi 71. sure, burada bütün ögeler var konuyla ilgili.
Nuh a.s’ı diyor kavmine gönderdik; ‘onlara acıklı bir azap gelmeden kavmini uyar’
Neydi o azap?
-nuh tufanı
Dedi ki;
‘’kale ya kavmi inî lekum nezîrun mubin) (nuh2)
[dedi ki; kavmim ben sizin için açık bir uyarıcıyım)
‘’eni’budullâhe vettekûhu’’ (nuh3)
[Allah’a kul olun ve O’ndan sakının]
‘’ve etîûn’’
[ve bana boyun eğin, yani sözümü dinleyin]
Ki;
‘’yağfir lekum min zunubikum’’ (nuh4)
[sizin günahınızı affetsin]
‘’ve yuahhirkum ilâ ecelin müsemma’’
[ve sizi eceli müsemmaya kadar ertelesin]
Eğer daha önce ölme söz konusu olmasa peygamberler bunu söyleler mi? Yani yaptığınız günahlarla ömrünüzü kısaltmış oluyorsunuz. Tövbe edin Allah sizi eceli müsemmanıza kadar yaşatsın.
‘’inne ecelallâhi izâ câe yuahhar’’ (nuh4)
[çünkü Allah o süresi geldimi artık geriye bırakmaz]
Yani o cezayı hak ettiniz, tufan geldi. Nuh a.s ile ilgili olarak, artık geriye bırakılmaz. O zaman Nuh a.s oğluna seslendi, ne dedi?;
‘’ya buneyyerkeb meanâ ve lâ tekun meal kâfirin’’ (hud42)
[yavrucuğum bizimle beraber gel gemiye bin, kafirlerle birlikte olma]
O ne dedi;
‘’kâle seâvî ilâ cebelin ya’simun’’
[dağa sığınırım]
‘’minel mâ’’
[sudan korur beni] dedi
O da dedi ki; artık bugün Allah’ın azabından koruyacak hiçbirşey yoktur dedi. Sonrada araya bir dalga girdi ve oda öldü gitti.
İşte Allah’ın eceli geldiği zaman geriye bırakılmaz olayı bu. Mesela bakın şeyde gelmemişti daha henüz, Yunus a.s’da Allah onu eceli müsemmasına kadar yaşattı. Ama firavunda geldi. Yani firavun tevbe ettiği zaman artık çok geçti, çok geç. Orda artık geri bırakılmadı.
Yani zamanında bu tevbenizi yapın ki hayatınızı tam olarak yaşayasınız.
Birde bu Hadid suresinde bir ayeti kerime var <<hadid kaç, 57 miydi? Sen artık surelerin numaralarıyla ezberledin Mustafa bey>>
Şimdi burada birde şey var bakın bir ayete kerime var burada;
‘’mâ asâbe min musibetin fil ardi ve lâ fî enfusikum illâ fî kitabin min kalbi en nebreehâ’’ (hadid22),
[yeryüzünde ve kendi nefsinizde başınıza bir musibet gelmez ki o bir kitapta kaydedilmiş olmasın]
Önce onun kararı alınız, bir yere kayır yapılır, sonra o başınıza gelir.
‘’inne zâlike alâllahi yesîr’’ (hadid22)
[bu Cenabı Hakk’a kolaydır]
Ama şimdi ehli sünnet dediğimiz inanç nasıl bu konuda? <<sen kelamcısın söyle Mehmet bey>>
İZLEYİCİ: 00:47:00 anlaşılmıyor
‘’es saîdu saidun fi badni ummihi ve şakiyyu şakiyyun fi badni ummuhi’’
Derler ki, bunuda peygamberimize mal ederler maalesef ve birde inancın esası olarak oluştururlar; kişi anasının karnındayken cenetlikse cennetliktir, anasının karnında cehennemlikse cehennemliktir.
Ve şunuda peygamberimize mal ederler; ömrünün sonuna kadar adam ibadetle meşgul olsa, sonra kader gelir önüne geçer kafir olarak ölür, ömrünün sonuna kadar kafir yaşar, sonra kader önüne geçer mü’min olarak cennete gider. Ondan sonrada siz kendi kendinize dersiniz ki; yav daha niye uğraşayım ki?
Şimdi bu bataklıktan kurtulmak için başlarlar efendim bu Cenabı Hakk’ın bilgisinde böyle ama biz bilmiyoruz ki!
Bilsem ne değişir?
-hiç birşet değişmeyeceğine göre daha niye çalışayım?
İZLEYİCİ: 00:48.11
-Allah’ın bilgisinden değilde, allah’ın bildirdiğinden kendimizi sorumlu tutuyoruz.
İZLEYİCİ: 00:48:18
-işte Cenabı Hakk’ınburda bildirdiğine bakıyoruz biz. Allah’ın bilgisine değil de bildirdiğine.
Çünkü Allah’ın bilgisinden bizim bildiğimiz;
‘’vela yuhîtune bişey’in min ilmihi illa bima şâe’’
Allah istediğinyani ne kadar bildirmişse biz o kadarını biliyoruz. İşte bu ayeti kerime Kur’anı Kerim’de o kadarını bildirmiş, biz onu bilmeye çalışıyoruz,
İZLEYİCİ: Allah insanın doğuşundan hatta doğmadan önce nasıl yaşayacağını bilmesidir. Kudret budur zaten. Kudret ve irade ikisi yan yana düşünülen 2 sıfattır. Allah’ın fiilinin bir sonu sınırı olmayacağına göre bir insanın nasıl öleceğinide Allah biliyor (00:48:41)
Yani dolayısıyla insan hür iradesiyle nasıl davranacağını Allah’ın bilmesi ve ona göre yaratmasıdır, öyle savunuyor.
Öyle savunuyor evet, hep o şekilde söylüyor.
Şimdi öylede ama sonuç kaderci oluyor yani neticede öyle oluyor, dolayısıyle sen mesela..
Şu ayeti kerimeyide şu şekilde tefsir ediyorlar, az önce okuduğun ayeti kerimeyi. Diyorlar ki, bu koydukları inanç uygun olsun diye;
‘’mâ esâbe mîn musîbetin fîl ardı ve lâ fî enfusikum illâ fî fitabin min kalbi en nebreehâ’’ (hadid22)
Bu nebreha’daki hâ zamirini enfüse gönderiyor, yani ‘sizin başınıza bir musibet gelmez ki sizi yaratmadan önce onu bir kitapta yazmış olmayalım’.
Şimdi bu da Arapça bakımından mümkün değil böyle bir şey. Çünkü ‘’ fil ardi ve lâ fî enfusikum’ diyor. Eğer oraya gidecekse ard’a da gitmesi lazım; ‘min kalbi ebrahahuma’ olması lazım. Halbuki burada kelamda aslolan, kelamın asıl üzerinde durduğu konu musibettir. Onun için;
‘’min kalbi en nebrahâ’’
[onu yaratmadan önce]
Başka şekilde mana verirseniz Arapçasına aykırı olur.
Şimdi Allah’u Teala bu yazgıyı; ‘yaratmadan önce bir kitaba kaydediyorum’ diyor.
Onun için şeyler tabi Cenabı Hakk’ın tabii ilmiyle hareket ettiğimiz zaman o sonuçlardan kurtulmak mümkün değil. Ama Cenabı Hakk^’ın bildirdiğiyle hareket ettiğimiz zaman ki kitabında bildirdiği bu, o zaman her şey rahatlıyor ve insan kendi hür iradesinin farkına varıyor.
Bir de şey vardır bizde; ‘maktul eceliyle ölür’ diye bir inanç vardır
Yani bir adam birisini öldürüyor, bu kişi eceliyle ölür. Gerçekten öyle mi?
-Allah’ Teala bize bu konudada örnek veriyor. Mesela Kehf suresinde Musa a.s ile Hızır kıssası var. Musa a.s’ın Hızır’a arkadaşlık ettiği bir olay var. Gerçi Hızır kelimesi surede geçmiyor, Peygamber s.a.v’in hadisinde Hızır’dan bahsediliyor. Orda Hızır bir çocuğu öldürüyor biliyorsunuz orayı siz, Musa a.s’da hemen karşı çıkıyor;
‘’ e katelte nefsen zekiyya bi gayri nefsin’’ (el fesadin fil ard)’’ (kehf 74)
(kırmızı yazdığım kısım ayette yok, altı çizili zekiyya kelimeside eksik, sanırım yanlışlık yapılmış)
[sen şimdi bir başka nefse karşı olmadan (yani bu çocuk suç işlemedi, birisini öldürmedi, yeryüzünde fesat çıkarmadı) sen tuttun bunu öldürdün. Bu çok çirkin bir davranış dedi]
Tabi 2 tane daha olay olmuştu biliyorsunuz orda. Sonra Musa a.s’a Hızır dedi ki, işte birisinde biliyorsunuz gemiyi delmesi olayı, birisinde yıkılmak üzere olan duvarı doğrultması olayı, diyor ki Hızır bunları niçin yaptığını anlatırken
O çocuğu niye öldürdüğünü anlatıyor diyor ki;
‘’ve hemmel ğulâmu fe kâne ebevâhu mu’mineyn’’ (kehf80)
[o çocuğun anası banası mü’min kimseler di]
‘’ve haşinâ en yurhikahumâ tuğyânen ve küfrâ ve küfrâ’’ (kehf 80)
[korktuk ki bu çocuk annesini babasını taşkınlığa ve küfre zorlayacak, kafir olmaya zorlayacak, onun için öldürdüm]
İZLEYİCİ: 00:54:07 anlaşılmıyor
Şimdi ‘onun için öldürdüm’ diyor.
Hadisi şeriftede işte kafasını bükmüş, omuriliği kopararak öldürmüş olarak geçiyor. Şimdi eğer bu çocuğun ömrü o anda bitmiş olsaydı, Hızır böyle bir savunma yapabilir miydi ve Musa a.s’ın zaten itiraz yapmasına da gerek yoktu.
Peygamber s.a.v’inde bir hadisi şerifi var:
Cabir bin Abdullah anlatıyor, diyor ki; bir yolculuktaydık, bir taş geldi birisinin başını yardı. Mesela bir yamaçta yatarlar, yukarıdan bir kuş bir taşı yuvarlar, gelir başını yarar. Sonra o adam ihtilam olur. Dedi ki; ‘ben teyemmüm etsem olmaz mı?’ diye sordu. Dediler ki; hayır, sen gusül abdesti alabilirsin, yeyemmüm olmaz. Adam gusül abdesti aldı. Tabi su beynine gitti ve öldü. Medineye geldik ve durumu peygamber efendimize anlattılar diyor. Peygamberimiz son derece sinirlendi ve dedi ki; ‘katelehumullah’
İZLEYİCİ: 00:56:19
-o da var, oda var, değişik rivayetler, ya da ‘ kateltumuhu katelehumullah’
(siz adamı öldürdünüz, Allah’ta sizi öldürsün), (yani Cenabı Allah sizin canınızı alsın.
Bilgisizliğin şifası sormaktır, bir bilene sorsaydınız olmay mıydı, yani bir uzmana sorsaydınız yıkanır mı diye. Onu bir beze sarsaydınız, üzerini mesh etseydi, vücudun geri kalan kısmınıda yıkasaydı ne olurdu diye şey yapıyor)
Bu çok önemli: ‘onu öldürdüler, Allah’ta onların canını alsın’
Çünkü islamda bir prensip var :
‘ve cezâu seyyietün, seyyietün mislüh’a’
(işlenen suçun cezası, onun dengi bir kötülüktür.
Evet böylece sonuca doğru gelelim.
Tabii bunun çok sayıda örneği var, burada vakit bir hayli geçti, dersimizi burada tamamlamış olalım.
Netice şu, Cenabı Hakk’ın Kur’anı kerim’de bize bildirdiği ve bütün peygamberlerin söylediği şu; *siz Allah’ın emrettiği gibi yaşayın ki Allah size hayatınızı tam yaşatsın*
Ve gene Fatır suresinde okuduk, ömrün kısalabileceğini cenabı hakk bildiriyor, ama uzayacağını söylemiyor.
Gene Rad suresinde okuduk;
‘’yemhullâhü mâ yeşâu ve yusbit’’ (rad39)
[Allah istediği kişinin ömrünü siler, istediğini sabitler]
Yunus a.s olayında ve Yunus kavmi olayında gördük; tevbekâr olunca Cenabı Hakk onlara ömürlerinin kalan kısmınıda yaşatıyor. Ama tevbekâr olmanın bir zamanı var. O zamanı kaçırdığınız an, artık tevbeniz kabul edilmiyor, firavunda olduğu gibi. Çünkü bakın burdada şuna dikkat etmeniz lazım; firavun Musa a.s’a baş kaldırmış, e Yunus kavmide Yunus a.s’ı bıktırmış, değil mi? Yunus kavminin tevbesi kabul edilirde firavunun ki edilmez mi?
-Yunus kavmi henüz çok geç olmadan ve peygamberleri yanlarından gitmiş, peygamberleri görevini tamamlamamış. Yani o ecel geçti ya, Allah’ın belirlediği süre gelmemiş henüz. O süre gelmeden tevbekâr oldukları için onlar yaşamalarına devam ettiler. Ama o süre geldikten sonra firavun ve ordusu, ne kadar, ne söyleyecek olrsa söylesin artık orda yapılacak bir şey kalmamış oluyor.
Böylece burdada dersimizi bitirmiş oluyoruz.