Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdülillahi rabbil alemin.Esselatu ves selamu ala rasuluna Muhammedin alihi ve sahbihi ecmain.
Geçen hafta biliyorsunuz Peygamber (s.a.v) le ilgili ayetlerden okumuştuk, onları anlamaya çalışmıştık.
Diyanet İşleri Başkanlığı epey zamandan beri, aşağı yukarı on altı veya on sekiz yıldan beri “Kutlu Doğum Haftası “ adı altında bir hafta düzenliyor. O hafta boyunca peygamberimizle ilgili konuşmalar yapılıyor. Bu sene de bir slogan ortaya koymuşlar. “Peygamberimizi anmadan anlamaya” Yani boşu boşuna anma değil,bir takım duygusal sözlerle anma değil,onu anlamaya yönelelim diye.Konu olarak da “Çağımızda ailenin ve gençliğin problemleri” diye konu seçmişler. Birkaç tanıdık müftü de bize vazife verdi. Birkaç yerde konuştuk.
Bunların ilki İstanbul’da Bahçelievler’de oldu. Oranın camiinde konuştuk. Her zamanki gibi Kur’an-ı Kerim’den okuduk. Bir şeyler anlatmaya çalıştık. Evvela bizim orda konuşacağımızın ilan edilmesi, müftü tarafından emredilmiş olmasına rağmen, görevliler bu emri yerine getirmemiş. Hatta sanki cemaata “gelmeyin” denmiş gibi bir halleri vardı. En kalabalık camide cemaat çok azdı. O çok az olan cemaati de sanki hazırlamışlar gibi, “Ne hep Kur’an Kur’an Kur’an diyorsun?” diye, gelip böyle çıkışan oldu. “Peygamberimizi anlatsana, onunla ilgili hikayelerden bahsetsene, bir takım duygusal şeyler söylesene!” gibi. Ben hayatımda ilk defa böyle bir tepkiyle karşılaştım. “Niye Kur’an? Siz ilahiyatçılar zaten hep böylesiniz.Kur2an diyor, başka bir şey demiyorsunuz.” falan…Dedim ki “Bu gün burada peygamberimiz olsaydı ne anlatacaktı?” “E Kur’an anlatacaktı.” “Tamam işte ben de Kur’an anlattım” “Yok! Ama! Ama! Ama!” Ondan sonra birkaç tane yaşlı protesto ettiler gittiler.
Sonra Sarıyer’e gittim. Sarıyer’de çok güzel bir manzarayla karşılaştım. Hakikaten insanı duygulandıran bir şeydi. Geçen hafta da kısmen bahsetmiştim. Kırbirbin tane Kur’an meali dağıtmışlar Sarıyer’de. İnsanlar Kur’an-ı Kerimi öğrensinler diye. Toplantıda Kaymakam Bey, Belediye Başkanı, İdari Şube Başkanları ve halk,tamamen salonu doldurmuşlardı.Sonuna kadar büyük bir ilgiyle dinlediler. Ve gayet güzel bir şekilde toplantı sona erdi.
Bu sabah da Siirt’ten geldim. Sabahleyin Siirt’teydim. Pazar sabahı gittim, dün sabahleyin, din görevlilerine bir konuşma yaptık. Sohbet toplantısı yaptık. İşte Kur’an-ı Kerim’in fıkıhla ilgili bazı konularını, talaktır, evlenmedir, kadınların boşanma hakkıdır, onunla ilgili ayetlerden bahsettik. Dedim ki; siz kendinizi Peygamber (s.a.v) in henüz yeni vefat ettiği bir dönemde yaşıyor kabul edin. Elinizde bir Kur’an-ı Kerim var, bir de onun uygulamalarıyla ilgili bilgileriniz var. Herhangi bir mezhep oluşmamış. Bu şartlar altında bu problemi nasıl çözersiniz? O şekilde bakın. Sizin mezheplerle ilgili hiçbir sorunuza cevap vermeyeceğim. Mezhepler konusuna asla girmeyeceğim. Soracağınız sorulara da sadece Kur’an- Kerim’den cevap vereceğim. Son derece ilgiyle dinlediler. Çok güzel sorular sordular.
Yani şimdi Siirt dediğiniz zaman akla gelen nedir?
(Bir katılımcı) : – Cehalet
Yok cehalet değil. Siirt öyle Güney Anadolu’nun ilim merkezi kabul edilen bir ildir. Orda işte Tillo dedikleri bir ilçeleri var. Aydınlar ilçesi deniliyor. Orda hala birkaç tane medrese var. Diyanet de onları resmileştirmiş. Orda güzel Arapça öğretiliyor öğrencilere. Eski usul devam ediyor. Dolayısıyla Güney Anadolu’dan başlayın, ta İstanbul’a kadar çok etkili bir yerdir orası. Başka illere benzemez. Oldukça etkili bir yerdir Siirt.
Şimdi Siirt’in bir de başka bir özelliği var. Oranın merkez halkı Araptır. Köyler de Kürttür. Çok az Türk var. Böyle bir yapılanması var. O Arapların her birisi kendini, büyük bir aileye mensup kabul ediyor. Tabi doğru mu değil mi, onu bizim ne doğru deme imkanımız var, ne de yanlış deme imkanımız var. Madem öyle diyorlar, öyle kabul etmek zorundayız. Aksi sabit oluncaya kadar onların doğru söylediğini kabul etmek zorundayız. Yani öyleyse öyledir. İşte bir kısmı Peygamber (s.a.v.) soyundan seyittir, şeriftir. Yani Hz. Hasan kolundan, Hz. Hüseyin kolundan, işte Hz. Ömer soyundan, Hz. Abbas soyundan… Böyle her biri kendisini, sülalesini peygambere (s.a.v.) ya da ashabına dayandıracak şekilde yapılanma var. Şimdi böyle bir yapılanma olunca, birçoklarını dinliyorsunuz, bakıyorsunuz ki, tarihte yaşıyor günümüzde değil. Ağzını açtığı zaman kendinden değil, babasından, dedesinden, dedesinin dedesinden bahsediyor. E tamam onlar ne güzel, yani iyi yapmışlarsa yapmışlar, kötü yapmışlarsa yapmışlar. E bir de sana gel. Demiyoruz tabi. Şimdi orda daha bir günlük gitmişsin. Olay sade bir fotoğraf çekme.
Şimdi böyle bir yapı içerisinde, hurafeler çok rahat bir şekilde kendisine zemin bulur. Çünkü madem geçmişte yaşıyor, geçmişi allayıp pullayıp, çok olağanüstü göstermeye son derece müsait. Fakat yani ben tabi zihnimde bu şekilde düşüncelerle oraya gittim. Onun için konuşma yaparken de işte tepki toplayacak cümleler kullanmamaya çalıştım. Fakat tepkiler son derece müspet oldu. Yani beklediğimin aksine çok müspet tepkiler aldım. Bayağı hoşuma gitti. Bunu tabi sizinle de paylaşmak istedim. O din görevlileri içerisinde sorular sordular tabi. Ama böyle aklı başında, güzel sorular sordular. Sonra geçtik şeye. Öğleden sonra da konferans salonuna gittik, konferans vermek için. Elime Kur’an-ı Kerim’i aldım. Dedim ben bu Kur’an-ı Kerim’den konferansımı, konuşmamı yapacağım. Bu kitap, son derece önemli bir kitaptır. Hem Müslüman olanlar için, hem de olmayanlar için. Çünkü Müslüman olanlar inanıyorlar ki, bu Allah’ın kitabıdır ve doğruluğunda şüphe edilmeyen bilgiler bunda vardır. Bunun dışına çıktığınız zaman mutlaka, oranı artacak şekilde şüpheler peşpeşe sıralanır. Müslüman olmayanlar için de çok önemlidir. Çünkü onlar da Allah’ı bilirler. Allah’ın kitabıdır diye iddia edilen şey nedir? Madem Allah’ın kitabı olduğu iddia ediliyor, bu Müslümanlar Allah’a iftira mı ediyorlar, ya da dedikleri gerçekten doğru mu diye onların araştırmaları gerekir. Onlar için de çok mühim, bizim için de çok mühim. Ben de size bundan konferans vereceğim.
Konferansa Vali Bey geldi, Belediye Başkanı geldi,Müftülük zaten düzenlemişti, Müftü bey zaten ordaydı, hemen hemen bütün şube başkanları oradaydı. Ve halk büyük bir ilgi göstermişti. O manzara karşısında da insan gerçekten çok duygulanıyor. Dedim işte Türkiye’nin olması gereken manzarası bu. İnşallah darısı diğer illerin başına. O birliktelik, o kaynaşma insanı son derece duygulandırıyor. Son derece güzel bir şey elhamdülillah. Şimdi Vali bey dedi ki: “Ben burada en fazla yarım saat kalabilirim.” Çünkü çok programları varmış. “Haftanın ilk günü” dedi.”Bizim en yoğun olduğumuz gün.” Allah razı olsun” dedim.”Yani siz bu kadar vakit ayırdınız” “Yani, kusura bakma falan, çıkarım…” Ona rağmen belki bir yarım saat daha uzattı orada kalışını. Ben tabi saate bakamıyorum, ama epeyce uzattı. Şimdi o şeyden görüyorum. O müdürler böyle kıvranıyorlar, herhalde bekleyenler var. O da biraz daha kalmak istiyordu. Belediye başkanı da aynı şekilde, onun da programları varmış. O sonuna kadar kaldı. O çıkmadı. Onun müdürleri de gidip geliyorlar, böyle göz göze gelmeye çalışıyorlar başkanla. Başkan hiç bakmıyor o tarafa. Ve diğerleri de sonuna kadar kaldılar. Şimdi konuşma sırasında tabi ister istemez, bizim gittiğimiz hemen her yerde, önemli konulara mutlaka dikkat çekiyoruz. Onların başında şirk konusu geliyor. Çünkü ayetlerde, hangi ayeti okusanız orada geçiyor. Mecburen de izah edeceksiniz. Şimdi şöyle bir örnek verdim. Dedim bakın burada Belediye Başkanımız ve Valimiz var. Mesela dedim, sizin tanıdığınız birisi olsa, valimizle ilgili işlerinizi hep onunla yaptırıyor olsanız,sizin açınızdan vali kim olur? Dedim. Dediler ki o kişi olur. Tamam işte, şimdi dedim, Allah’a karşı da birisini aracı koyarsanız, sizin için Allah odur. Öbürü hikaye. Bunu söyleyince baktım ki birkaç kişi kalktı gitti. Biraz azalma oldu. Ama ciddi bir azalma olmadı. Oranlarsanız belki yüzde yirmiyi bulmaz. Ben mesela yüzde seksen gider diye düşünüyordum. Yani ben buradan giderkenki intibaım oydu. Yani bir de orda karşılaştığım… Bu çok güzel bir şey. Onu anlatmak için şey yapıyorum.
Sonra akşam çıktık, halkın çok büyük bir ilgisi oldu. Mesela bir saatte bitirelim diye kararlaştırmıştık. Fakat bırakmadılar. Hem oradakiler devam et diyor, vali yardımcıları hiç ayrılmadı zaten. Bütün şeyler “devam et hocam, falan…” Ben de devam etmek istiyorum ama milleti de sıkmamak lazım. Sorular sordular, sorulara cevaplar verdik. Sonra baktım onlar da hakikaten onlarda da çok büyük bir iştiyakla dinleme var. Bir de zannediyorum ki elimde Kur’an-ı Kerim’in olmasının da psikolojik bir etkisi mutlaka olmuştur. Sonra akşam o Tillo diye, zaten asıl adı Tillo, sonradan adını Aydınlar yapmışlar, şu anda adı Aydınlar ilçesi olarak geçiyor. Siirt’e 9 km. uzaklıkta. Oldukça yakın. Bir dış mahalle gibi bir şey. Oraya gittik. Orda medrese var. 250 kadar öğrenci var. O öğrenciler orda güzel Arapça öğrenmişler. Güzel de bir kütüphane donatmışlar. Akşam yemeğini orda onlarla birlikte yedik. Orda da bir sohbet başlattık. İşte bizim burada sık sık yaptığımız şeyler var. Kur’an-ı Kerim’in Kur’an-ı Kerim’le açıklanması metodu. Şimdi o medresede şey var. Bizim bir çok medresede olduğu gibi geleneksel olarak mezheplere aşırı bağlılık var. Şimdi onlara anlattım. Dedim ki şöyle düşünmemiz gerekmez mi? Peygamberimiz (s.a.v.) birkaç kişi yetiştirmiş. Bunlar birkaç kişi. Yani toplasanız yüz yirmi beş kişiyi bulmaz. Vefatında işte birkaç yüzbin sahabesi var ama bunların çoğusu, hayatında bir kere görmüş. O ne kadar almış olabilir peygamberimizden. Asıl onun yetiştirdikleri işte yüz yirmi beş kadar sayılıyor, İbn Kayyım’ın “İ’lamu’l – Muvakkiin” adlı kitabında. Onların hepsini seçin, en tepedekiler de o dört sahabe,şeyler,halife. Bu kadar az insan yetiştirmiş. Fakat bu kadar az insan,öyle yetişmiş ki, o gün, o insanlar Kuzey Afrika’ya gitmişler Fas’a kadar. Bu gün oralar hala İslam. Burda sık sık anlatıyoruz. Orta Asya içlerine, Doğu Türkistan’a kadar gitmişler. Bu gün Çin’in aşırı baskılarına rağmen bakın, aradan asırlar geçmiş, o İslami renk oradan sökülüp atılamıyor, devam ediyor. İşte Anadolu’ya gelmişler, hala o İslami renk var. Kafkaslara gitmişler. Nereye gitmişlerse, o İslami rengi oraya koymuşlar. Halen devam ediyor. Peki bunların torunları, Tarık bin Ziyad mesela, veya beraberindekiler, İspanya’ya gittiler, sekiz asır kaldılar. Şu anda İspanya’ya İslam devleti gelemez değil mi? Ordan silindiler. Peki ne oldu da bu insanlar Medine’den de çıkarılmadılar. Çünkü “bize lazımsınız, gitmeyin bir yere” denildi. Bunlar bir merkezde kalan insanlar. Ama…Ve ellerinde bir tane Kur’an-ı Kerim de yok. Kur’an-ı Kerim’i Hz.Ebu Bekir toplattı. Yani bir araya getirtmişti. Tek bir nüsha Kur’an-ı Kerim var.O da Hafsa validemizin korumasına terk edilmiş. Al koru. Pegamberimizin eşlerinden. Onun dışında hiç kimsenin elinde Kur’an-ı Kerim de yok. Ama Kur’an’ın mesajını hazmetmiş insanlar. En azından Fatiha Suresini kavramış insanlar. Gittikleri her yerde evrensel dili konuşuyorlar.
Yani şimdi şöyle düşünün, güneş aydınlatırken ya da ısıtırken ya da toprağın ihtiyaç duyduğu ışınları verirken, bir dil farkı gözetir mi? Din farkı gözetir mi? Irk farkı gözetir mi? İşte siz o evrensel dili yakaladığınız zaman, söylediğiniz söz, güneş gibi olur. Adam kafir de olsa çok etkilenir. İnanmayabilir. Şimdi şöyle düşünün; güneş bir çöplüğe doğduğu zaman, çöplük güneşten etkilenmez mi? Ha bazen kokusu artabilir, ama etkilenmiştir. İşte bunlar, o evrensel dili, yani güneş gibi olmayı yakalamış insanlar. Ve gittikleri her yerde, muhataplarının içine öylesine nüfuz etmişler ki, orda kalıcı olmuşlar. Peki gelelim, biz de Balkanlar’da 400 sene kaldık. Oraya Müslümanlığı götürebilmek için Anadolu’dan Müslüman aileleri taşımak zorunda kaldık. Öyle değil mi? Bak burada arkadaşlarımız mesela Balkanlar’dan. Bu da öyle. O yerli halktan Müslüman olanlar fazla var mı?
Bir katılımcı: – Varmış hocam.
Varmış. Ama esas olan buradan gidenler. Varmış diyorsunuz. Ama sahabenin gittiği yerlerdeki müslüman olanların tamamı yerli halk. Taşıma şeyi yok. Çünkü asıl o merkezi sağlam tutmak için, Hz. Ömer çıkmalarını yasaklamıştır. Medine’yi terk etmelerini de yasaklamıştır. Çünkü “bana lazımsınız” diyor.”Sizinle istişare edeceğim.” Şimdi, peki ne oldu da dedim biz böyle olduk? Bunu bir düşünmek gerekmez mi?
İşte o kütüphaneleri gezdim. Kütüphaneler dolu. Bak burda binlerce kitap var. Her bir kitabın çok da güzel isimleri var. Şahane de ciltleri var. İçine bakıyorsun, çok da güzel baskıları var. Tamam bunlar gayet iyi. De…İçindeki ne? O ana kitabı, Allah’ın kitabını anlayabiliyor muyuz? Şimdi ordaki hoca dedi ki;” hocam” dedi,” Bu gün herkes kalkmış diyor ki “Biz Allah’ın kitabını anlarız.” Öyle herkes anlayamaz. Biz de anlayamayız.” Niye anlayamıyorsun dedim. Niye anlayamıyorsun? “E şimdi mesela” dedi “Hadisleri okuyoruz, bakıyoruz ki en güvenilir hadis kitabında peş peşe sıralanan hadisler, üsttekinin ak dediğine alttaki kara diyor. Bunalıma giriyorum, işin içinden çıkamıyorum. O zaman diyorum, en iyisi eski ulema ne demişse öyle yapayım.” E bak hadislerle ilgili söylüyorsun. Sen hiç ayetler üzerinde bir çalışma yaptın mı? Tabi bunun cevabı yok. Şimdi dedim ki; bakın bu Kur’an-ı Kerim, bir ormana benzer. Yeni doğmuş bir çocuğu da götürdüğünüz zaman, ormanın havasından da, tatlı esintisinden de yararlanır. Halbuki orman ne demektir bilmez. Belki de uyuyordur değil mi o anda. Fakat bir de ormanın uzmanları vardır. Oraya giden herkes yararlanır, ama uzmanları esas olarak yararlanır. Çünkü Kur’an-ı Kerim’i okuyan herkes, ondan istifade eder. Fakat birisi ormana gidip de, çok güzel gördüğü bir ağaçtan, “ben bundan iyi bir mobilya yapacağım” derse, mobilya ustası değilse, ne yapar onu? Kendini de zayi eder, ağacı da zayi eder değil mi? Aklı başında bir insan bunu söyler mi? Bu da aynı. “Ben bu ayetlerden fetva çıkaracağım, içtihat yapacağım” diyenler de aynı onun gibidir. Bunun da kuralı var. Ama insaflıysa, haddini biliyorsa… “Ama hocam, işte bir sürü şeyleri var” dedi.”Saptırıyorlar Kur’an’ı kullanarak” Tabi ki saptıracaklar. Bu çok tabii bir şeydir. Allah demiyor mu ki;
Zalikel kitabu huden lil muttakin (Bakara, 2)
“İşte kitap bu. Bu, muttakilere yol gösterir.”
Yani kendini koruyanlara yol gösterir. Fakat başka ayette demiyor mu;
Ve la yezidüzzalimine illa kasarsa (İsra, 82)
“Zalimlerin de sadece zararını arttırır.”
Çünkü bazıları dini kendine uydurur. Bazıları da kendisi dine uyar. Esas olan dine uymaktır, dini kendine uydurmak değildir. Ama bu olacak. Allah bu hürriyeti vermiş. Sen engelleyemezsin. Bu böyle olacak diye, şimdi mesela dedim ki, millet içki yapar diye biz şimdi üzüm yetiştirmeyelim mi dedim. Üzüm yetiştirmeye son verelim o zaman. Aman işte birisi kalkıp içki yapar, neme lazım falan gibi. Ya da adam sofrasında meze yapar diye hayvan kesimini yasaklayalım. Öyle şey olur mu ya? Şimdi neyse.
Ondan sonra da, baktım mezhepçilik üzerinde ısrar. Peki dedim, şimdi, örnek verdim. Şimdi şu ayeti kerimeye bakın dedim ve kitabı da getirdim. Şimdi hangi insaf sahibi der ki; ”Bunlar bu ayetten delil getirmişlerdir.” Dört mezhebin dördüne de delil getireceğimiz bir ayet koydum ortaya. O ayet şu; üstü kapalı bir şey olmasın. İsterseniz açın Bakara suresinin 232. Ayeti. Şimdi bu ayet dört mezhebin de, yani Hanefi, şafi, maliki, hanbeli. Bu dört mezhebin de evliliğin denetlenip denetlenmeyeceği konusunda delil aldığı ayet. Şimdi burda şey var. Gene bu dört mezhebin fıkhını anlatan, eski kitaplardan ve güvenilir kitaplardan “El Muğni” var. İbn Kudame’nin. İbn Kudame, eski Hanbeli alimlerindendir. Ama bütün mezhepleri, delilleriyle birlikte ortaya koyarak karşılaştırmalı bir kitap yazmış. El Muğni adında. Şimdi ona da herkes güvendiği için onu getirdim. Hepsini de yazıyor. Şimdi, Hanefi mezhebi, fetvasında, evliliği tamamen denetimsiz bırakmıştır. Yani şöyle, hepiniz duymuşsunuzdur, bilirsiniz, ya da dinleyenler duymuştur. İki tane şahit oldu mu, iki şahit huzurunda kadınla erkek, “biz evleniyoruz” dedikleri an, nikah kıyılmış olur. Herhangi bir denetime gerek yok. Yani ne devletin denetimine gerek var, ne ailenin denetimine gerek var. Bu ayeti delil alırken, şimdi bakın mealini okuyayım ben size.
“Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın.” (Bakara 232)
Bak, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde diyor. Şimdi ayetin metni şöyle. Şimdi burda ,” eski kocaları” diye bendeki kitapta parantez koymuş. Bu dört mezhep bu “eski” kelimesini almaz. “Kocalarıyla” diye alır. Çünkü kocalarıyla der ki, bu kadın eski kocasıyla da evlenebilir, yeni birisiyle de evlenebilir. Çünkü eski kocası da o anda kocası değildir. Boşanmıştır. Yani koca adayıyla demektir bu. Şimdi burda asıl delil aldıkları kısım şu;
Fe la taduluhunne
“Onlara baskı yapmayın, kadınlara.”
En yenkehne ezvacehunne
“Eşleriyle, yani müstakbel eşleriyle nikahlanmaları konusunda.”
Nikahlanmaları konusunda baskı yapmayın. Yani engel çıkarmayın.
İza teradev beyne hum bil ma’ruf.
“Aralarında marufa göre anlaşmışlarsa.”
Maruf ne demektir? Maruf, Kur’an-ı Kerim’e aykırı olmayan, gelenek, görenek, örf ve adetlerdir. Ama Kuran’a aykırı olmamak şartıyla. Marufa aykırı değillerse engel olmayın. Bundan ne anlarsınız. Marufa aykırıysa engel olun. Öyleyse evliliğin denetlenmesi anlaşılıyor mu burda? Yani şart var değil mi burda. Çünkü karşınıza birisi gelecek. Sizin de engel olma yetkiniz olması lazım. Burda yetkili olmanız gerekir. Bakacaksınız, marufa uygun mu? Uygun. Tamam onaylayacaksınız. O zaman da evlenecekler. Marufa aykırı, karşı çıkacaksınız. Şimdi mesela şu andaki evliliği düşünün. Evlenmek isteyen ne yapıyor? Evlenme dairesine müracaat ediyor. Evlenme dairesi ne yapıyor? Kendi belirlediği marufa göre denetim yapıyor. Yani, bir kanun çıkarılmış, o, eni boyu belli olan bir şeydir. Ha siz, şu maddeye karşı çıkabilirsiniz, o ayrı konu. Ama kendi belirlediği bir maruf var. O marufa göre bakıyor. Ondan sonra da görüşünü bildiriyor. Ne diyor? “Sakınca yoktur”, ya da “vardır” diyor değil mi? “Siz evlenemezsiniz” diyor. Sakınca yoktur dediği zaman gün veriyor ve o gün nikahı kıyıyor. Şimdi bu açıdan bu ayete bakın. Kadınla erkek birbiriyle anlaşmış. Evlenme dairesine başvururken de anlaşmış olarak başvuruyorlar değil mi? Allah böyle diyor. Aralarında anlaşmışlar. Ama marufa göre anlaşmışlarsa…Her anlaştım diyenin nikahını kıyıyor mu evlendirme dairesi? “Sen evlisin” diyor “Nikahın olmaz” diyor mesela. Değil mi? Marufa göre anlaşmışlarsa , engel olmayın. O zaman orda bir denetim var.
Şimdi Hanefi mezhebi ne yapmış biliyor musunuz? Ben onu tabi kitaptan onlara gösterdim. Hanefi mezhebi ayetin şart kısmını kaldırmış. Delil olarak almamış. Anlaşmışlarsa kısmını almamış. Peki bir yerde bir şey şart koşulmuşsa, o şartı kaldırırsanız bir anlamı kalır mı? Cümlenin şart kısmını kaldırıyorsunuz, öbür kısmı bırakıyorsunuz. Bunun bir anlamı olur mu? Üniversiteyi bitirmenin şartı, liseyi bitirmek ve yeterlilik puanı almaktır. Yok. Şartı kaldırdınız. Ne oldu? O zaman yeni doğmuş bir çocuk da ben üniversiteye gireceğim deyip getirirse kaydetmek zorunda kalırsınız değil mi? O zaman da üniversite üniversite olmaktan çıkar. Hiçbir anlam ifade etmez. İşte Hanefi mezhebi onu kaldırmış. Gösterdim. “Bakın” dedim.” Mezhep, mezhep” diyorsunuz. Siz şimdi Allahın verdiği akılla, böyle bir delil getirmeyi kabul eder misiniz? Ben önce hanefiden başladım. Çünkü hani önce iğneyi kendine batır, çuvaldızı başkasına ya. Biz şimdi Hanefi mezhebi kabul ediyoruz ya, orda onlar daha çok şafi mezhebinde. Önce kendimize batıralım.”Kabul edebilir misiniz?” dedim.
Bir de peygamber (s.a.v);
La nikaha illa bi veliyyin
“Velisiz,yani denetimsiz nikah olmaz.” Diyor ki, bu ayetin bir anlamıdır bu.
Ondan sonra da yine diyor ki peygamberimiz ;
“Hangi kadın, velisinin iznini almadan nikahlanırsa, yani denetimsiz nikahlanırsa, onun nikahı geçersizdir.”
Şimdi şöyle düşünün. Yani anlaşılması için söylüyorum. Bu gün “Efendim ne gerek var evlenme dairesine, biz zaten nikahlıyız, kendi aramızda da bir belge düzenledik” derseniz, resmi makamlar sizi evli kabul ederler mi? Hah işte peygamberimiz de diyor ki ; “Kur’an ve sünnetin belirlediği denetim yoksa biz o nikahı kabul etmeyiz.” diyor. Bak şimdi o hadisle o ayet arasında tam bir bütünlük var mı? Ama Hanefiler o hadislerin hiç birini de almamışlardır delil olarak. Peki Hanefiler, Kurana uymuş denebilir mi burda? Denemez. Sünnete uymuş denebilir mi? Hilkat garibesi bir şey koymuş. Peki fıtrata uymuş mu? Üniversitelerde bu gün kızla erkek anlaşıyor. İki tane,sevgilisi olan şey geliyor birbirlerine. Biri diğerine şahit oluyor. Aman ha, kimseye söylersen, ben de seni söylerim gibi. Ondan sonra “nikah kıydık” diyorlar. Ne ailelerinin haberi var, ne şunun ne bunun. Peki bu hangi vicdan nikah kabul eder? Zaten kendileri de kabul etmiyor. Diyorlar ki “Esas nikahı sonra kıyacağız.” Çünkü vicdanları bunu bir türlü onaylamıyor. Ama Hanefi mezhebi bunu kabul ediyor.” E Hanefi mezhebi kabul ediyor diye, ben de kabul edersem” dedim onlara “ben şimdi yarın Allahın huzurunda bunun hesabını verebilir miyim?” Kusura bakmayın, ben Ebu Hanife’ye hesap vermeyeceğim. Ben Allah’a vericem. Ebu Hanife iyi yapmıştır sevabını alır, kötü yapmıştır günahını alır. Beni hiç ilgilendirmez. O kendi hesabını vericek. Ben benim hesabımı vericem.
Şimdi tabi buraya kadar problem yok. Nasılsa Ebu Hanife gitti. Ondan sonra da yine aynı kitaptan gösterdim. O kitabın yazarı Hanbeli. Az önce de söylemiştim, El Muğni’nin sahibi İbn Kudame. Bu konuda hanbeli, maliki ve şafi mezhepleri aynı görüşte. Aralarında ufak tefek farklar var. Yani temelde değil de detayda farklar var. Bu üç mezhebe göre kadın, nikahta taraf olamaz. Yani nikah masasına oturup da evet deme hakkına sahip değildir. Neden? Çünkü kadın nikahın tarafı değil, nikahın konusudur. Çünkü bunlar kadını satılık köleye benzetirler. Satılık mala benzetirler. Şurda satılan bir köle varsa, onun bir satıcısı, bir de alıcısı olmalı. Bu benim benzetmem, onların açık ifadelerine göre. Yani bu kelimeler benim şey yaptığım, size anlatmak için kullandığım kelimeler değil. Bu, onların kullandığı kelimeler. Kadın nikahın konusudur. Şimdi o zaman kadının, mesela bakireyse, bakireyse dulu da birbirlerinden ayırıyorlar. Diyorlar ki, bakireyi babası evlendiriyorsa, bu üç mezhep, baba kızının görüşünü hiç almadan istediği kişiye verebilir. Gene şafiler burda bir denklik arıyorlar. Ama diğerlerinde o da yok. Maliki mezhebi mesela diyor ki; Kız çok güzel, iyi bir aileye mensup, iyi eğitim almış,genç olsa, damat adayı da yaşlı, çelimsiz, ihtiyar, fakir, beceriksiz birisi olsa, baba evlendirdiği zaman kızın itiraz hakkı yok. Ona tıpış tıpış gitmek zorundadır. Mesela İstanbul’da tıp fakültesini bitirmiş olan bir kız, fakültenin de birincisi olmuş, hem de çok da güzel. Babası diyor ki; köyde otursun, burda tabiplik yapsın, ne yapıyim, bizim şu topal çobana vereyim. O topal çobanla evlendirdiği an, bu kızın intihardan başka seçeneği yoktur. Gelecek, kocasının evinde oturacak. Malikilerin koştukları tek şart şu; söylemek bile insanı utandırıyor ama, gerçekler söylenmek zorundadır. Bu adamın erkeklik organı sertleşiyorsa kadının itiraz hakkı yok. Tek şart. Ve siz buna din diyeceksiniz. Ve İslam dini diye takdim edeceksiniz. Bunu da gösterdim onlara. İşte buyurun dedim. Şimdi böyle bir yapı içerisinde, onlarca, bu üç mezhep de, ayetin şart kısmını almıyorlar. Az önce söylediğim kısmını.
İza beynehum bil maruf. (Bakara 232)
“Aralarında marufa göre anlaşmışlarsa” kısmını. Çünkü anlaşıp anlaşmamasının bir anlamı yok ki. İsterse aşık olmuş olsun, fark etmez.
Orda şunu da anlattım onlara. Ben İstanbul Müftülüğü’ndeyken, bir kadın bana telefon etmişti. Konuşmasından, o yörelerin kadını olduğu anlaşılıyordu. Dedi ki; “Onsekiz yıllık evliyim. Ben köyde bir delikanlıya terade
aşık olmuştum. Birbirimizi o kadar çok severdik ki, aşkımız çevre köylerde de yayılmıştı. Herkes biliyordu. Gizlisi kapaklısı yoktu. Sonra bu delikanlı askere gitti. O askerdeyken, beni bir başkasıyla evlendirdiler. İtiraz hakkı yok ya. Bir başkasıyla evlendirdiler dedi. Ve dedi, eşim benim o delikanlıyı sevdiğimi çok iyi biliyor. Herkes biliyor zaten. Gizlisi kapaklısı yok ki. O delikanlı da benim evlendiğimi duyunca, bir daha köye gelmedi askerden. Hiçbir haber alınmadı onsekiz senedir. Yaşıyor mu, öldü mü, nerdedir, belli değil. Ben de, dedi, o gün bu gün, bir türlü onu aklımdan çıkaramıyorum. Gece sabahlara kadar namaz kılıp, Allah’a yalvarıyorum. Ya Rabbi ne olursun, şunun sevgisini benim içimden al. Olmuyor. Ya Rabbi, ne olursun, şu kocamı sevmemi nasip et. Bir türlü sevemiyorum. Yalvarıyorum ama hiç sevemiyorum ben bu kocamı. Kocam da bana son derece anlayışlı. Hiçbir şekilde baskı yapmıyor. Hiçbir şekilde beni üzecek bir tavır içerisinde değil. Kadını bana sorusu şu; Hocam ben günahkar mıyım? Kocamı sevemiyorum, o adamı aklımdan çıkaramıyorum. Ve şimdi siz bana diyeceksiniz ki, İslam dininin hükmü. Mezheplere baktığınız zaman öyle gerçekten. Yani şafi, maliki, Hanbeli. Bu üç mezhebe göre, madem baba vermiş, bitti, kız gitmezse zaten çok büyük günah işlemiş olur.
Şimdi bu ayeti kerimenin şartını ortadan kaldırıyorsunuz; Aralarında marufa göre anlaşmışlarsa. Ama o yetmiyor bu mezheplere. Gene delil olmuyor. Ondan sonra diyor ki; baskı yapmayın kısmını ayetin, kendinizi bu işten uzak tutmayın şeklinde anlamlaştırmışlar. Yani geri çekilmeyin diye mana vermişler. Şimdi geri çekilmeyinle baskı yapmayın arasında bir bağlantı var mı? Yani şimdi Arapça bilenler için söyleyeyim.“Fe la tabuduhunne” yerine “fe la temteniu min tezvidihinne” anlamını vermişlerdir. Yani Türkçemizde de bunun karşılığı var. İmtina etmek. İmtina etmek ne demektir?
(Bir katılımcı): – Kaçınmak.
Hah. İmtina etmeyin onları evlendirme konusunda. Kelimenin anlamını, tam zıt bir anlama çekmişler. Ki o kelimeye, sordum onlara. “ Bu kelimeye bak siz bu kadar Arapça okuyorsunuz. Bu anlamı vermek mümkün mü?” “Hayır” dediler. Bak ama bunlar vermişler. Çünkü bu anlamı vermezlerse, mezhepler elden gidiyor. Ondan sonra bu da yetmiyor, bakın şimdi şu ayeti kerimeye bakın. Sayalım burda.
Fe la tadulunne 1
Eninkihne 2
Ezvacehunne 3
Burda üç tane kelime var.
“İza teradel beynehum bil maruf” u zaten kestiler. Şartı kaldırdılar. Öbüründe de üç tane kelime var. Şimdi birinci kelimenin ana fiilinin anlamını değiştirdiler. Fiilin yükleminin anlamını değiştirdiler. Yani cümlenin anlamı tamamen değişmez mi? “Ahmet buraya gel.” yerine “Ahmet buradan git.” dediniz. Ne oldu cümlenin manası? Tam tersi olmadı mı? İşte burda da, “baskı yapmayın” yerine, “imtina etmeyin” diyor. Ama bu da yetmiyor. Geriye iki tane kelime kaldı ayette. Şimdi “eninkihne” nikahlanmaları, nikah fiilinin faili burda kadın, yani Allah bu fiilin faili yapmış. Yani öznesi yapmış. Dolayısıyla nikahın tarafı. Tarafı olmazsa bir insan, kendi yapmadığı bir işin öznesi olur mu? Diyorlar ki; “Kadının nikah fiilinin faili olması mecazdır.” Niye mecaz? Kadın nikahın konusudur ya. Bu konusu diyen kim? Bir tane ayetten, bir tane hadisten herhangi bir, yani peygamberimizden, sahabeden, herhangi bir küçük bir nakil getirin ki, kadın nikah fiilinin konusu olsun. Böyle bir şey bulmak mümkün değil. Ama bunu siz söylüyorsunuz. Ne kaldı geriye? Şimdi diyebilir misiniz ki, bu mezheplerden herhangi birisi, bu ayeti delil almıştır? Bundan sonra da evlenmeyle ilgili hükümleri, bu temel üzerine kurmuşlar, boşanmayla ilgili hükümleri bu temel üzerine kurmuşlar. Ve bu aile! Bu şekilde kurulan aileden ne beklenir? Bir şey bekler misiniz? Ve bu İslam mı olur bu? Ve buyurun bakın dedim sizin. “E hocam, içtihatta fark olur.” Dedim ki, ben içtihat farkıyla meşgul olmuyorum. Anlayış farkları olur. Ama burda bir anlayış farkı yok. Allah’ın ayetinin anlamının değiştirilmesi var. Anlamının işlevsiz hale getirilmesi var. Peygamberimizden de bunlar delil almış değiller. Mesela peygamberimizin hadisini yazmışlar oraya. O kitapta var. Şunu delil aldık diyorlar.
Eyyumemreatin nikaha bi gayri veliyyiha ve nikahuha batılın batılın batıl
“Hangi kadın velisinin onayı olmadan evlenirse, onun nikahı batıldır batıldır batıldır.”
Evlenme fiilinin faili kim burda? Kadın değil mi? Özne. Bak peygamberimiz de kadını özne yapmış. Bir de velisinin izni olmadan, veli de zaten babadır, ailenin ileri gelenleridir, ya da devlettir, otoritedir. Peygamberimiz bunları da açıklıyor. Yerine göre.E burda sadece bir onay makamı. Sen burda tutuyorsun, kadın taraf olamaz diyorsun ve bu hadisi delil getiriyorsun. Bu hadis buna delil olur mu? E sonuçta siz şimdi başa taç ettiğiniz mezheplere, hadi buyurun uyun bakalım dedim. Ben asla uymuyorum dedim. Hiçbir tanesini de kabul etmiyorum. Kabul ettiğim bazı görüşleri var tabi. Bazı çok mükemmel görüşleri de var bu mezheplerin. Ama ben hepsine bakarım, Kuran ve sünnete aykırı oldukları zaman, hiç kusura bakmasınlar, ben hesabı Allah’a vereceğim.
Tabi sonra çok güzel bir sohbet oldu orda da. Onlar da şöyle söylediler; “Hocam “ dediler. “Bu gerçekten çok büyük bir problem” dediler. Ve şunu söyledim, dedim ki “ Kardeşim bakın, bir gayrimüslim kadın, Müslüman olmak istese, Müslümanlıkta işte kadına verilen şeyler buymuş diye, gördüğü zaman ne der? Bu Allah’ın dini olamaz der.” Demez mi? Peki bunun günahını kim çekecek? İşte zaten bu, Allah’ın dini olamadığı için, bizim iddiamız boş. Ondan dolayı bakın, bu gün aleme rezil oluyoruz. Allah’ın kitabı elimizde olmasına rağmen.
Bir kesit verdim size bakın. Bu kesiti size onlarca konuda veririm arkadaşlar. Bizim internet sitemizde bunlar var. Ama ben bu sohbetlerde fıkhi konulara pek girmek istemiyorum. Ama bunu burda neden anlatıyorum? Bu önemli bir hatıradır. Çünkü Siirt Türkiye’de önemli bir şehirdir. Dini hayatımız açısından önemli bir şehirdir. Ordaki hatıralar, böyle kayda da geçmiş olsun, sizin de haberiniz olmuş olsun diye, bir de bu arada böyle önemli bir meseleden haberdar olmuş olasınız diye anlatıyorum. Şimdi problemin büyüklüğünü her defasında görüyorsunuz değil mi? Yav kardeşim, Allah bize kendi kitabını vermiş. Bundan daha büyük nimet olur mu? Biz de onu bir kenara bırakmışız. Bırakmış mıyız, bırakmamış mıyız? Şimdi açıkça ortada değil mi? E bari Kuran’a dayanıyorum deme yav.
Şimdi bu usul-ü fıkıhta diyor ki; bu mezhepler, biz önce Kuran’ı delil alırız sonra sünneti. Ben de diyorum, onu benim kavuğuma anlat! Herhalde bundan sonra siz de söylersiniz bunu. Ben öyle deyince karşı taraf manasını anlamıyor. Diyor ki “Bu adam mezhepsiz falan filan.” Ondan sonra icma ve kıyas diye bir delil çıkarılmış. Onu da onlara anlattım. Dedim ki, yahu Allahu Teala bu din için diyor ki ;
El yevme ekmeltu lekum dinekum (Maide,3)
“Ben bu gün sizin dininizi tamamladım, olgunlaştırdım.”
Ve etmemtu aleykum nimeti
“Size olan nimetimi tamamladım.”
Ve raditu lekumul islama dinen
“Bu islamın da sizin dininiz olmasına razı oldum.” Yani onayladım.
Peki o zaman siz öyle bir sistem kuruyorsunuz ki, icma ve kıyas diye, habire şeriat üretmeye devam ediyorsunuz. Üretim devam ediyorsa bir eksiklik var demektir. Allah diyor ki, olgunlaştırdım. Daha ne ilavesi yapacaksınız olgunlaşmış bir dinin üzerine? Yapacağınız şey bu dini anlamak ve uygulamaktır. Muhterem arkadaşlar, bizim karşılaştığımız sıkıntıların tamamı budur. Biz bunu her vesile ile ortaya koyuyoruz. Siirt müftüsü çok güzel bir şey söyledi. Dedi ki ,” Ya hocam!” Ama ben bu konuşmaları yapmadan önce söyledi. Zannedersem bu konuşmalardan sonra artık onu söylemez. “Hocam” dedi, “Tamam, biz bu mezheplere uymak zorunda olmadığımızı biliyoruz da, bir problemle karşılaştığımız zaman, elimizde bir başka çözüm olmadığı için mecburen yine onlara gidiyoruz.” Bu doğru bir söz. Yani şey değil. Bir çözüm olmayınca ne yapacaksın?
Aynı şey Enes hocanın memleketinde olmuş değil mi? Siz de anlatıyorsunuz. Bu mezheplere uymayalım bari dedikten sonra ne yaptılar Doğu Türkistan’da? Bir sistem ortaya koyamayınca uymak zorunda kalmışlar. Ama hamdolsun bizim bir farkımız var. Şu Süleymaniye Vakfında yaptığımız çalışmaların farkı var. Biz hep alternatif ortaya koymadan konuşmuyoruz. Bu sistemi yazıyoruz. Mesela ben onlara götürdüm. Bak şöyle yapılacak, evlenme şöyle olur Kuran ve sünnette, boşanma şöyle olur. Kadının boşanma hakkı şudur, ki hiçbir mezhepte, üzeri küllenmiş, yoktur. Yazılı olarak götürdüm.Bak işte bu, alternatifsiz falan değil. Herşey burda var. Evet yani biz bu şartlar altında, yani biz bu gelenekle hareket edersek, daha çok daha ……………..(buradaki sözü anlaşılmıyor) Allah bize akıl vermiş, izan vermiş, bu çalışmaları yapıp bütün dünyaya anlatma mecburiyetindeyiz.
Geçen hafta da söylemiştim, bizim bu vakfın en büyük eksiği tanıtım eksiğidir. Eminim ki gerekli tanıtımı yapabilsek, hiç şüphem yok, dünyada bir numara olacaktır. Asla şüphem yok, çünkü mesela şu anlattığım şekilde bir çalışmayı, ben herhangi bir yerde ne gördüm, ne de duydum. Ne yapılıyor? Yapılıyor çalışmalar. Orda Tillo müftüsü dedi ki, işte” biz “dedi, “Riyad’da okurken, sizi yakından takip ederdik” dedi. Riyad’da okumuş.”Sizi yakından takip ederdik, sizin çalışmalarınızı. Yav biz bu hocaya destek için ne yapmalıyız falan diye arkadaşlar kendi aramızda otururduk, konuşurduk, planlar projeler yapardık. Ama bir şey olmadı şimdiye kadar. Ve biz orda” dedi “çalışmalarımız işte bize hocalar, Kuran ve sünnet esastır, dersler verirlerdi ve tercih yaparlardı.” Dedim ben sizin tercihlerinizi biliyorum. Ne yapıyorlar? Alıyor, Hanefi mezhebi şöyle demiş, delili şu, şafi böyle demiş, delili bu, Maliki böyle demiş, delili bu, Hanbeli böyle demiş, delili bu. Anlattıktan sonra, ben bunlardan şunu tercih ediyorum. Kardeşim bu bir çalışma değil. Bu bir çalışma değil. Sen evvela, hanefinin delili bu demişsin, bakayım bu ona delil olur mu olmaz mı? Biz ona bakıyoruz. O konunun, bu delili olur mu, adam delil almış diye? Şu mezhep bunu delil almış, delil olur mu olmaz mı, buna bakalım. Buna bakalım. Ama hamdolsun biz işin o tarafına baktığımız için Cenab_ı Hak çok ciddi şeyler lütfediyor.
E şimdi, adını vermeyelim de duyulmasın, fakat Enes Hoca çok büyük bir internet sitesi, ikiyüz tane çalışanı olan, yani ikiyüz tane ilim adamı çalıştıran Arapların bir internet sitesine bir tane soru sordu. Enes hoca tam böyle alnının ortasından vurur gibi soru soruyordu. Biz gene burda epeyce konuştuk. İşte Ataullah bir taraftan, Yahya, işte Mehmet hoca, ben falan, onu epeyce yumuşattık soruyu. Enes hocanın dediği şekilde sormadık. Çok nazik hale getirdik. Şimdi o soruyu sorunca cevap vermek kolay değil bu sorudan sonra. Bu defa Enes hocanın internetini şeye kapadılar. Bir daha ordan soru gelirse giden soruları artık almıyorlar oraya. Engelleme koymuşlar önüne. Şimdi adamların elinde geniş imkanlar var. İnşallah biz de tanıtım eksikliğimizi giderebilirsek, hiç şüphem yok burası bir numara olacaktır Allah2ın izniyle. Çünkü onun alt yapı çalışmaları yani aşağı yukarı bitmiş sayılabilir.
Bir katılımcı: – ……………………………………………………………………………(anlaşılmıyor)
Dili bilmek bir şey değil ki Ahmet bey. Dili bilmek bir şey değil. Bakın şu anlattığım şekildeki bir evlilik şeyini, herhangi bir kitaptan, herhangi bir ilim adamından bulamazsın, yok. Çünkü bu bakış açısı yok onlarda. Şimdi onlar prensip olarak “ulema doğru yapmış” tan hareket ediyorlar. Biz öyle hareket etmiyoruz. Biz bir konuyu araştırdığımız zaman şöyle diyoruz. Farzedin ki biz peygamberin (s.a.v.) vefatından hemen sonra Müslüman olmuş bir kişiyiz. Hiçbir mezhep çalışması yok. Elimizde Kur’an-ı Kerim var, bir de peygamberimizden gelen bilgiler var. Biz buna göre, bu problemi nasıl çözeriz diyoruz. Evvela öyle bir problemi çözüyoruz. Ondan sonra mezheplere bakınca böyle patır patır hatalar hemen kendiliğinden gözüküyor. Bizim hiç uğraşmamıza lüzum yok. Ve çok çabuk sonuç alıyoruz. Öyle bakıyoruz. Ama onlar öyle bakmıyor ki. Bunlar doğru yapmış, şu mezhep, bu mezhep, bu mezhep, bu mezhep. Onların arasından bir seçim yapıyor. Yani mevcut arasından bir seçim yapıyor. Yani yeni bir üretim yapmıyor. Tamam mı? Peki şimdi bu kadar kafi.
Biraz Zariyat Suresinden okuyalım. İki haftadır hiç okuyamadık. Ama şu oldu, bu sabah müftü bey dedi ki, dün akşam da söyledi “sizin bu gelişiniz” dedi, “çok güzel,çok bereketli oldu ama, yıllarca konuşulacak galiba” dedi. Geçekten Kur’an-ı Kerim’den söylediğiniz zaman, hem çok rahat oluyorsunuz hem de son derece etkili oluyor. Tabi etki sizde değil, etki Allah’ın ayetlerinde. E siz de o ayetleri dile getirme şerefini yaşıyorsunuz. Çünkü orda Allahın ayetini söylemek çok büyük bir nimet. Şimdi Zariyat Suresinden devam edelim. 41. Ayette kalmıştık değil mi?
Ve fi adin iz erselna aleyhimurrıhal akim. (Zariyat,41)
Şimdi yukarıda bir ibretten bahsederek geliyor. Daha önce işte Firavun’dan bahsedilmişti.
“Ad kavminde de sizin için bir ibret vardır. Onların üzerine , köklerini kurutan bir rüzgar göndermiştik.”
Sekiz gece yedi gün sürmüştü değil mi? Rüzgar geliyor. Orda Ahkaf denilen kum tepeleri var. Bunlar çok zengin insanlar.
(Bir katılımcı): – Yedi gece sekiz gün.
Yedi gece sekiz gün süren bir rüzgar. Bu rüzgar kum tepelerini bunların üzerine yığıyor. Şimdi onların o şehirleri keşfedilmiş yeni, 12 metre kumun altında kalmış. Tamamen yokolup gitmiş. Halbuki mesela bu, bunlarda bir İrem şehri var ki, hala şiirlerde falan anlatılır. Bağ-ı İrem diye. İramedetil imad elleti lemyuhlak fil bilad. İrem şehri. Yüksek sütunları olan şehir. İşte o buldukları şeyler, hala o yüksek sütunlar var. İnternette resimleri yayınlanıyor. İnşallah bir tepegöz falan oluşturabilirsek, burda belki gösterme imkanımız olur.
……………………………………………………………………(anlaşılmıyor)
Şimdi power pointler var. Şu anda bizde yok. Olduğu zaman inşallah şey yaparız. Şehir çok zengin ve bunlar da çok güçlü. Yani kendilerini o kadar güçlü hissediyorlar ki, karşılarında kimseyi görmüyorlar. Ayetlerde bu var ama şu anda ayet olarak sen bulursan, şey yapalım. Yani ayetlerde var. İri yarı insanlar. Oyma taşlar içerisinde evler, saraylar yapıyorlar. Böyle muhteşem bir saltanatları var. Ama peygamberlerine karşı gelip, onları dinlemedikleri için, 12 metre boyunda, ölçmüşler, o kumun altında kalıyorlar. Her şeyleri kaybolup gidiyor. Dünya da gidiyor, ahiret de. Şimdi biz de, yani orda ibret alın diyor ya Allahu Teala, biz bunları nasıl ibret alırız ? Biz de Ad kavmi gibi yapmıyor muyuz? Şimdi az önceki örneğe bakın, yani Kuran’a. Aile gibi bir konuda, ailenin kuruluşu Kur’an-ı Kerim’e uygun değil. Zaten kadınlara hiç boşanma hakkı vermemişsiniz, o da Kur’an’a uygun değil. Halbuki Kuran’da bunların hepsi var. Kadını satılık mal haline getirmişsiniz. Kur’an-ı Kerim, kadınla erkek arasında denklikten bahsediyor.
Ve le hünne mislüllezi aleyhine bil ma’ruf (Bakara, 228)
“Erkeklerin lehine olan, marufa göre aleyhine olanın dengidir.”
Yani hak ve görevler arasında bir denge olduğunu Cenab-ı Hak bildiriyor. Hiç köleyle efendi arasında bir denklik olur mu? Kadını köleye benzetiyorlar. Satılık mal gibi değerlendirdiğiniz şeyde bir dengeden bahseder misiniz? Şimdi biz çıkıp söylüyoruz. İslam, kadına çok büyük önem vermiştir. Ki gerçekten çok büyük önem vermiştir. Kur’an-ı Kerim’e baktığınız zaman, Allah-u Teala kadına, pozitif ayrımcılık yapmıştır. Çok açıktır. Zaten bunu ayette kendisi söylüyor Allah-u Teala. Nisa suresi 34. Ayet.
Fes salihatu kanitatun hafizatun lil gaybi (Nisa, 34)
“Saliha kadınlar,yani iyi kadınlar,itaatkar kadınlardır.”
Bizdekiler bu itaatkarı,kocasına itaatkar diye tercüme ediyorlar. Halbuki öyle değil.
(Bir katılımcı):- Öyle olsun hocam.
Öyle olsun da. Bakın şimdi kocasına itaatkar dediğiniz zaman, itaatin bir kuralı olmaz, Mecit bey. Kuralı koca koyar. Halbuki Allah-u Teala, başka ayetle, ayetler arası ilişkilerle açıklarsanız olayı, netleşir. Erkekler için de itaatkar. Aynı kelime erkekler için de kullanılıyor, kadınlar için de kullanılıyor. Şimdi bulacak yerini. Ahzap suresi 35. Ayet. Şu işe bak, enteresan. Nisa 35, Ahzap 35. Burda da bazen bir tevafuk oluyor ama ben bir şey yakalayamadım. Ama böyle bir şeyler var.
(Bir katılımcı): -Şifre!
Şifre? Hayır! Kur’an-ı Kerim’de şifre olmaz. Şifre olan kitap mübin kitap olmaz. Açık kitap olmaz. Öyle şey olur mu? Şimdi 33. Sure Ahzap, onun 35. Ayeti. Bak.
İnnel müslimine vel müslimat (Ahzap, 35)
“Müslüman kadınlar ve müslüman erkekler”
Vel müminine vel müminat
“Mümin kadınlar ve mümin erkekler”
Vel kanitine vel kaninat.
İşte “kanitin”. İtaatkar erkekler. Ve “kanitat”. İtaatkar kadınlar. Şimdi siz “kanitat” a, kocasına itaat eden eden diye mana verirseniz, “kanitin” e ne mana vereceksiniz? O zaman karısına itaat eden demek zorundasınız. Orda o manayı ver, burda başka mana ver , olmaz. Ama maalesef böyledir. Yani verilen mana böyledir. Tefsirlere bakın görürsünüz.
Şimdi burda muhteşem bir şey ortaya çıkıyor. Kadın da erkek de Allah’a itaat ediyor. Yani objektif kurallar içinde işi yürütüyorlar. Kuralı koca ya da kadın koymuyor. Kuralı Allahu Teala koyuyor, hem kadın için hem erkek için. Bir de diyor ki, Nisa 35’e döndük;
Salihatu kanitatun
“İyi kadınlar, Allah’a itaat eden kadınlardır.”
Hafizatun lil gayb
“Kimse yokken, kendilerini koruyan kadınlardır.”
Çünkü o zinada dört şahit getirme şartı ile ilgili ayetlerin tamamı sadece kadınlar içindir. Erkekler için değildir. Yani zina eden kadınların, dört şahitle ispatı şartı getirilmiştir Kur’an-ı Kerim’de. Dört şahitle ispat çok zor olduğu için, kötü niyetli kadınlar bunu kendi , afedersiniz edepsizlikleri için bir yetki olarak kullanabilirler. Çünkü üç kişi çıksa, üçünü de iftiracı kabul edip seksen değnek vuruyorsunuz. İşte Allahu Teala diyor ki bak; bunlar, kimsenin olmadığı yerde de namuslarını korurlar. Niye koruyor? Bima hafizallah.Allah onları koruyor ya, ona karşılık. Bak Allah kadınlara işte pozitif ayrımcılık yapıyor. Öyle bir şekilde koruyor ki kadınları, dört şahit gelmedikçe, hepsini iftiracı sayıyor ve dayak atıyor. O zaman sakın siz de bunu kendinize verilmiş bir ruhsat olarak görmeyin. Allah’ın sizi bu korumasına karşılık, siz de kendinizi koruyun. Tam bir pozitif ayrımcılık değil midir? Çünkü kadınlarda yapı olarak bir zayıflık vardır. Onu Cenab-ı Hak kendisi koruyarak, o zayıflığı gideriyor. Şimdi Allah-u Teala, gerçekten vermiş Kur’an-ı Kerim’de, eksik yok. Ama siz onun, uygulamaya, yansımasına baktığınız zaman, hiçbir şey kalmamış. Ve şu okuduğunuz ayet-i kerimede, Kur’an-ı Kerim’le alakası olmayacak şekilde anlamlandırılmış oluyor.
(Bir katılımcı): -………………………..(anlaşılmıyor)
Senin öyle soracağını anladığım için, ben şimdi konuyu yine mecburen değiştireceğim. Şimdi erkek karısını dövüyor ama kadın erkeği dövmüyor diyorsun değil mi? Devli misin sen? Evlen o zaman görürsün. Şimdi gerçekten bu ayeti kerimeyi bu vesileyle açıklamış olalım da. Esasında yoktu. Şeyden, bu ayeti açıklarken, ayetler arası ilişkileri kurarak açıklarsanız, o zaman ne muhteşem bir şeyin ortaya çıktığını göreceksiniz. O zaman artık gene mecburen konuyu değiştiriyoruz. Önemli değil, bunu açıklayalım bu akşam yeter. Çünkü bu da önemli bir husus. Nisa suresi 34. Ayet. Evet şimdi burda;
Er ricalu kavvamune alennisa (Nisa, 34)
“Erkekler, kadınlar üzerinde hakimdirler”
Bir yetkileri vardır. Var bak Mecit bey yani, korkma üzülme, senin de hakkın veriliyor. Cenab-ı Hak kimsenin hakkını zayi etmez. Şimdi bu erkeklerin kadınlar üzerinde hakimiyeti de, bedava bir hakimiyet değil. Karşılığı var.
Bima faddalallahubaduhum ala bad (Nisa, 34)
“Allah’ın birini diğerine üstün kılması karşılığında”
Bu üstünlük nedir? Tüm erkekleri düşüneceksiniz. Fiziki güçtür, o kadar. Fiziki güçtür. Çünkü fiziki yönden erkekler güçlü olduğu için eşlerini koruyabilirler. Bu bir. İkincisi de var.
Ve bima enfeku min envalihim (Nisa, 34)
Ve mallarından karılarına harcamaları sebebiyle. Çünkü kadın çok zengin olsa bile, onu geçindirme görevi erkeğe aittir. Öyle bir sistem kurmuş ki mesela Kuran ve sünnet, kadına çalışma yasağı hiçbir şekilde koymamış. Ama çalışma zorunluluğu da koymamış. Yani öyle bir sistem ortaya koymuş ki, kadın çalışmayabilir. Çalışırsa bu defa zevkine çalışır. Çalışmasını da yasaklamamış. O zaman ne oluyor? Yıpranmasını engellemiş oluyor. Sonra geliyoruz
Fessalihatun kanitatun hafizatun lil gayb
“İyi kadınlar itaatkar kadınlardır.” İşte Ahzap 35’ te de gördük.
“Kanitatun” un karşılığı “kanitin” de var. Erkekler de itaatkar. O zaman burda “kanitat”a kocasına itaat manasını verirsen, orda da karısına itaat manası vericeksin. Kuralı belirleyici karı ve koca olacak. Ki tam bir kargaşa olur. Anarşi olur. Başka hiçbir şey olmaz. Halbuki her ikisi de Allah’a itaat eden olduğu zaman, kuralı Cenab-ı Hak koyar, Allah’a itaat çerçevesinde, objektif kurallar çerçevesinde aile yürütülür. Birbirleriyle ilişkiler o şekilde yürür. Şimdi gelelim;
Men la hu tehafune nüşuzehunne (Nisa, 34)
“Nüşuzundan korktuğunuz kadınlar”
Nüşuz ne demek?
(Bir Katılımcı) :-Huysuzluk
Huysuzluk. Tabi bu en kolay taraf. Peki huysuzluk diyelim. Hep öyle söylüyorlar.Serkeşlik diyorlar. Yani başını çekip bir tarafa gitmesi falan. Bu “nüşuz” kelimesi erkekler için de geçiyor.
Ve inimraetun hafet min ba’liha nüşuzen ev i’raden (Nisa,128)
“Bir kadın,nüşuzunden ya da kendisinden yüz çevirmesinden korkarsa……”
O zaman bu nüşuz kelimesine öyle bir mana vereceksiniz ki,hem kadına uygun olsun,hem erkeğe uygun olsun. Şimdi burda bir başka mana ver, orda bir başka mana verdiniz mi bu olmaz. Şimdi bakalım şurda nasıl bir mana vermişler. 34. ayet.
“Başkaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin.” Başkaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin. Peki kadın da kocasının başkaldırmasından mı endişe edecek? Bir de oraya bakalım. Nisa 128’i açın.
“Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden ….” E niye sıra kocaya gelince geçimsizlik diyorsun da kadına sıra gelince başkaldırma diyorsun? Peki sizdeki meallerde ne geçiyor? Farklı bir şey veren var mı? Nedir?
(Bir Katılımcı) :-……………………………………………(anlaşılmıyor)
Başkasını tercih edeceğinden veya kendini terk edeceğinden. Peki 128’de öyle demiş. O meal 34’te ne demiş?
(Aynı Katılımcı):- İffetsizlik edip, aileyi yıkacağından korktuğunuz kadınlar…
İffetsizlik edip, aileyi yıkacağından korktuğunuz. Gene aynı mana değil. Serkeşlik ne demek? Başını alop gitmek. Aynı mealden iki ayrı ayet. Ben de aynı mealden okudum.
(Bir Katılımcı) :-……………………………………………(anlaşılmıyor)
34’e mi söylüyor?
(Bir Katılımcı) :- Nüşuz kelimesini kullanmış, sözlük olarak vermiş.
Nasıl yazmış?
(Bir Katılımcı) :-……………………………………………(anlaşılmıyor)
Karşı cinsin cinsel arzularını tahrik edecek şekilde davranıp, uygunsuz davranışlar. Tamam. Kadın için onu söylemiş. Erkek için 128’de ne söylemiş?
(Bir Katılımcı) :- Burda sözlüğe bakın diyor. Sadece nüşuz geçmiş. Arka sözlüğe bakıyoruz. Orda aynı kelime.
Karşı cinsi tahrik edici davranışta bulunursa erkek. E bir erkeğin dörde kadar evlenme hakkı var. Gerçi bu meal doğruya en yakın meal. Hakkını vermek lazım. O mana doğru. Sadece orda bir uyum eksikliği var, o kadar. Başka bir şey yok. Şimdi Kur’an- Kerim’de yani çok dikkatli bakan insanlar, Kur’an-ı Kerim’i sözlük olarak da kullanabilirler. Ama bu konuda çok dikkatli bakmak lazım. Allah-u Teala önemli kelimelerin anlamını kendi vermiş. Başkasına bırakmamış. Çünkü zamanla sözcüklerde de kelime kaymaları oluyor. Bütün sözcüklerde oluyor. Arapça sözlüklerde de var. Ben o kadar şey yapmıyim, çünkü vakit dar. Bu kadar söyliyim de fazla sizi meşgul etmiyim. Bunun detayını görmek isteyenler, bizim internet sitemizde “Kadının dövülmesi” diye bir konu var ayrıca, biz yayınladık. Ordan okursunuz detaylı bir şekilde. Oraya temas etmiyorum , fazla vaktinizi almamak için. Gerçi oraya, kelimenin bu şekildeki anlamını da koymadık. İnşallah bir ara koyarız. Yani size söylemediğim orda da yok. Şimdi vakit dar olduğu için ona girmiyorum.
Şimdi “nüşuz” kelimesinin kökü “yeşz”. Bir tümseğe verilen addır. Kadın erkek ilişkilerinde de eşlerden birinin bir başkasını gözüne kestirerek, onu yani şöyle düşünün, mesela kadın kocasının yanında gezerken, gözü başka erkekte, ya da erkek karısının yanında gezerken gözü başka kadında. Tamam mı? Peki, bu başka erkekte, başka kadında olma işi, ileri noktalara kadar da gitmiş olabilir. Şimdi erkek evlenebilir bir başka kadınla da, kadın başka erkekle evlenemez. Şimdi böyle yaptığınız zaman, bakın iki ayette de uygun düşüyor. Şimdi öbüründe, erkek başka bir kadınla evlenebildiği için, ayet diyor ki;
Ve inimraetun hafet min ba’liha nüşuzen ev i’raden
Kadın bakıyor ki, kocasının gözü başkasında ve kendisinden de yüz çevirecek, o zaman onunla bir anlaşma yapsın diyor ayetinde. Anlaşma yapsın, çünkü kıskançlık vardır diyor herkeste. Bir anlaşma yapsın. Kadınlarda da kıskançlık vardır, erkeklerde de . Tamam beni de terk etme artık, onunla evleneceksen evlen. Bir anlaşma yapsın. Çünkü bunun bir orta yolunu bulmak lazım. Orda sulhten bahsediyor ayet. Ama kadının gözü başka erkekte olduğu zaman, erkekle anlaşma yapamaz ki. Anlaşma yapamaz. Çünkü kadın, bir başka erkekle birlikte olamaz ki. Yani ikinci bir evlilik yapamaz ki evli bir kadın. O zaman bunun çözümü farklı olmalı. Burda da bir şey var.
“Vellati tehafune” de havf kelimesi var. Havf kelimesi, bir bilgiden, ya da kuvvetli bir zandan doğan korkudur. Yani bakıyorsunuz, böyle mesajlaşma var, mektuplaşma var, ya da eve giren çıkan var, ya da başka. Yani elde bir delil olması lazım, kuruntu değil. Bir delil. İşte burda “vellati tehafune nüşuzehunne”. Peyamber (s.a.v.) veda hutbesinde bu konuyu anlatıyor. Diyor ki:
“Hiçbir kadın, evinin sergisini, kocasının hoşlanmadığı bir kişiye çiğnetmesin.” Yani evine kocasının hoşlanmadığı kişiyi almasın.Çünkü kuşku, orda başlar bu iş. Ondan sonra, aynen bu ifadeleri kullanarak, eğer bir kadın açık bir fahişelik yaparsa diyor, ona nasihat edin, en ileri noktasını söylüyor peygamber. Onun yatağını ayırın ve dövün. Eğer itaat ederlerse başka bir şey aramayın. Nedir burda, kadının gözü başka erkekte, hatta onunla da ilişkiye bile girmiş olabilir. Nur suresinin 6.,7.,8.,9. Ayeti. Orda Allah-u Teala diyor ki:
Vellezine yermune ezvacehum velem yekun lehum şuhedau illa enfusuhum
“Eşlerine zina suçu atanlar,ama kendilerinden başka şahitleri yok.” Bu ne demektir? Kendisi görmüş demektir. Gözüyle görmüş. Gözüyle görmesine rağmen, bu benim karım zina etmiştir diyene, Allah “Sen iftiracısın.” diyor. Bak, kadın bundandaha fazla korunur mu? Pozitif korumacılık dedik ya işte, bundan daha fazla kadın korunur mu? Diyor ki dört tane şahit getir. Nası getireyim ya Rabbi ben bunu? O zaman ne demektir? Sen istersen bu kadını dışarı atmayabilirsin. Sahip olursun. Peki ne yapıyim? Ben bu kadını ihbar etsem, ispatladığım zaman bunun cezası nedir? Yüz değnek. Yani dayak yiyecek. E bir de aleme rezil olacak. Ben de rezil olacağım. Çünkü çoluğum var,çocuğum var, şu var, bu var. Bir sürü şey. Burda, ya ben bunu tutarım, ama nasıl tutacağım? İşte Allah dövün diyor. Dövün diyerek senin de şeyini rahatlatıyor. Seni de rahatlatıyor, kadını da rahatlatıyor. Çünkü kadın da suçunu bilir ve rahatlamak ister o an. Çünkü problem halledilsin. Ve kimseye de duyuramıyorsun. Ağzından bir laf çıksa diyelim bir yere, bu kadın zina etti, hemen Allah sana iftiracı damgasını vuruyor. İftiracı damgasını vuran Allah. Başkası değil. O zaman kimseye de söylemiyorsun. Parçalanacak mısın? O zaman nasihat et,yatağını ayır, döv!
Fe in ata’nakum (Nisa, 34)
“Eğer itaat ederlerse, yola geldilerse”
Fe la tebğu aleyhine sebila
“Artık başka bir yol aramayın.” Yani çıkıp da şikayet falan etmeyin. Ya da boşamayın da demiş oluyor.
(Bir Katılımcı):- Gözümüzle gördüğümüz zaman ne olacak?
Gözünle gördüğün zamanla ilgili amca burası. İşte Allah böyle diyor yani. Ayetlerde diyor. Bak tekrar ayeti okuyayım sana. Ben amcamın geldiğini bilmiyordum, daha şimdi gördüm.
(Bir Katılımcı):- Hocam, adamın melek olması lazım.
Allah ne yapıyor? Kol kırılır yen içinde kalır demiş oluyor.
(Bir Katılımcı):- Hocam, şimdi gördükten sonra iftira olur mu?
Allah iftira diyor buna ben demiyorum.
(Bir Katılımcı):- Hocam kendi kendine yemin etme olayı var ama şahitlik konusunda.
Şimdi tamam. O zaman sizi tatmin edene kadar konuşmam lazım.
(Bir Katılımcı):- Hocam, tam tersi olursa, kadın görürse erkeği? Ne olacak hocam?
Kadın da görür söylerse dört şahit getirmeden, iftiracı sayılır.
(Katılımcılardan sorular,sorular…)
O zaman hiç anlamamışsınız benim söylediklerimi. Tekrar etmem lazım. Hiç anlaşılmamış anlattıklarım. Hiç anlaşılmamış. Dikkatle dinleyin.
Şimdi kadın erkeği niye dövsün? Erkek karısını ayırmadan, ailenin devam etmesi için aranan bir şart. Aile devam etsin diye konan bir çözüm bu. Orada da erkeğin de şeyi gidiyor. Hani çatlasın mı, patlasın mı, öldürsün mü? Orda birçokları öldürmeye kalkışır. Onda adamı rahatlatacak bir şey vermiş Cenab-ı Hak. Yol göstermiş. Ha git söyle, çık da şikayet etmek istiyorsan et. Onu yasaklamamış. Ama rezil olursun. Her zaman kolay mıdır bu? Ama siz şimdi oturup rahat rahat şey yaparsınız. Biz şimdi müftülükte uzun sene kaldığımız için, insanların ne hale girdiğini çok yakından gördük bu olaylarda. Öyle o kadar kolay mı? Çoluğun var çocuğun var. Toplumda bir itibarın var. Bazen boşayamıyorsun da. Mümkün de olmuyor. E ne yapıcaksın?
(Bir Katılımcı):- Hocam, arkadaşımız diyor ki,erkek evlenme müsaadesi olduğu halde, ikinci evliliği yapabilecekken evlenmiyor. Erkek zina yaparsa?
Yav,o kafayı lüzumsuz bir şeye takmış. Yav orda olay hukukun yolunda gider. Burda kadını evde tutmanın bir yolunu gösteriyor Cenab-ı Hak. Onlan bu hiçbir alakası yok. Olay, bunla o farklı bir şeydir. Onlan bunu niye kıyaslıyorsunuz? Bu kadının ailenin bir parçası olarak devam etmesi için çözümü gösteriyor Cenab-ı Hak, tamam mı? 128’de onu söylüyor açıkça. Çünkü olayın kadınla ilgisi olduğu zaman boyutu farklıdır, erkekle ilgili olduğu zaman boyutu farklıdır. Bütün dünyada bu böyledir. Kadınla erkek arasında fark var. Ona bakacaksın tabi. Yani bakın bir de şu var. Allah kimseye göstermesin tabi ama oluyor olaylar. Erkek, kadın bir başka erkek ilişkiye girdiği zaman, onu doğuracağı çocuğun babası, bu erkek olacak hukuken. Öyle değil mi? Hukuken o olacak. Ama erkek bir başka kadınla ilişkiye girdiği zaman o kadının doğuracağı çocuğun annesi, bu kadın mı olacak? Onun için olayı aynı değerlendiremezsiniz. Öyle şey mümkün değil. Ve yani hayatın gerçekleri var. Tamam şikayet ediyorsan et. Allah onun da kapısını kapamamış. Şikayet etmene de müsaade etmiş. Nur suresinin o ayetinde diyor ki,tamam, senden başka şahit yok mu, sen gördün değil mi? Sen çıkarsın dört kere dersin ki;” Bu kadın zina etmiştir. Ben doğru söylüyorum bu konuda” diye, şahitlik sözüyle, “Ben şahitlik ederim ki doğru söylüyorum.” dersin. Beşincisinde de “ Eğer yalan söylüyorsam, Allah’ın laneti üzerime olsun” dersin. Ha kadına da eşit bir savunma hakkı vermiş Allah. Bak gene savunmasız bırakmamış. Kadın da kalkar dört kere der ki… Tam eşit bir savunma hakkı. Erkek dört kere diyor ki “ Bu kadın…..ve ben doğru söylüyorum “ diyor. Tam bunu tersi, şeyde, matematikteki artı eksiyi düşünün. Mesela m artı, m eksi, hiç şeysi yok.Aynı cümlelerle söylüyor. Diyor ki, “Ben şahitlik ederim ki, bu adam yalan söylüyor.” Sonunda da yine artı eksi şeklinde “Eğer o doğru söylüyorsa, Allah’ın laneti benim üzerime olsun.” diyor. Böylece kadın da şeyden kurtuluyor. Erkek de o çocuğun babası olmaktan kurtuluyor eğer bir çocuk doğacaksa. Ve tabi bunlar da ayrılıyor. Ama dediğim gibi, her zaman bu iş bu kadar kolay olmaz. İnsanın bir sosyal mevkii olur, eşi olur,şu olur, bu olur. Yani bu, çok zor bir şeydir.Allah kimseye göstermesin. Şimdi Cenab-ı Hak burda bir de, evliliği bozmadan çözüm yolunu gösteriyor. Ki bunu peygamberimiz, veda hutbesinde çok daha açık ifadelerle söylemiş. O açık ifadeler, bizim internet sitesinde var, görürsünüz. İşte kadının dövülmesi burda Cenab-ı Hak tarafından meşru kılınmış. Hadisle ayetler arası ilişkiyi kurduğunuz zaman, bu net bir şekilde ortaya çıkıyor. Ha iş zina noktasına gelmeden de bu olabilir. Elde emareler varsa. Çünkü aileyi kurtarmak… Ha onu öyle de yapabilirsiniz. Öyle yapma yerine bir başka şekilde evliliğe de son verebilirsiniz. Allah ona da şey yapıyor. Ve burda devam ediyor, diyor ki:“ Baktınız ki bunlar anlaşamadılar”
Fe in hıftum şikaka beynihima (Nisa,35)
“Aralarının ayrılacağından korkarsanız”
Yani durulmuyor araları,erkek de çıkıp da söyleyemiyor da dışarıya, çünkü söylese bir sürü başına işler açılacak. Bak Allah söyletmiyor zaten. Kadın bundan fazla nasıl korunur? Mümkün değil yani.Hiç bir kanun yapıcının aklına bile gelmez bu.
Fe in hıftum şikaka beynihima
Eğer aralarının artık ayrılacağına, bir türlü tutmuyor yani, adam kabullenemiyor. O zaman diyor ki
Feba’su hakemen min ehlihi ve hakemen min ehliha (Nisa,35)
“Bir kişiyi kadının ailesinden, bir kişiyi de erkeğin ailesinden hakem olarak gönderin.”
Gene aile içinde halledilmesidir.
İn yurida islahen (Nisa,35)
“Bunlar, aralarını düzeltmek isterlerse” diyor ki;
Yuveffikıllahu beynehuma (Nisa,35)
“Allah onların arasında uyuşmayı sağlar.”
Allah da burda bak söz veriyor. Çünkü burda belli bir zaman geçecek.
İnnallahe kane alimen habira (Nisa,35)
“Allah her şeyi bilir ve her şeyden haberdardır”
Şimdi biz burda ayetler arası ilişkiye göre kadının dövülmesine bir bakın, bir de bizde hep anlatılanlara bakın. Benzerlik var mı? Halbuki bunu peygamberimiz açıklamış.Ayetler açıklamış. Biz şimdi kendimiz, Allah’ın sözünü kendimiz açıklamaya çalışıyoruz. Siz kendinize bir soru sorun. Sizin bir yerde söylediğiniz sözü, bir başka kişinin açıklamasına razı olur musunuz? Bir yerde bir söz söylüyorsunuz, sizin sözünüzü bir başkası yorumluyor. Doğru yorumlayabilir mi? Doğru yorumlaması için sizi çok iyi tanıması lazım. Ancak ondan sonra doğru yorumlama ihtimali vardır. Ya sen, kendi sözünün yorumlanmasına razı olmuyorsun, Allah’ın sözünü yorumlama hakkını kendinde görüyorsun. Olmaz öyle şey. Allah bu hakkı peygamberine bile vermemiş. Çünkü diyor ki;
La tuharrik bihi lisaneke li ta’cele bihi (Kıyamet,16)
Yani Kuran sana indiği zaman, böyle aceleyle ezberleyim diye, hemen okumaya kalkma.
İnne aleyna cea’hu ve kuraneh (Kıyamet,17)
“Onu senin zihninde toplamak ve okutmak bize düşer.” Yani sen peygambersin. Tabi ki onu ezberleyeceksin. “Unutmazsın, korkma!” demiş oluyor.
Fe iza karanahu fettebi’ kuraneh (Kıyamet,18)
“Biz okuduğumuz zaman sen sadece okuyuşu takip et.” Yani Cebrail geliyor okuyor, sen onu takip et.
Sümme inne aleyna beyaneh (Kıyamet,19)
“Sonra onu açıklamak bize düşer.” diyor.Kendi sözünü kendisi açıklıyor.
Peygamberimizin sözleri de zaten Allah’ın yaptığı açıklamalardır. Başka bir şey değildir. O açıklamalar bizim için son derece önemlidir. Çünkü Kuranı doğru anlamamızı sağlıyor. Ama o açıklamayı ayrı bir vadide değerlendirin, Kuran ayetlerini de parça parça edin, sonra da bir sonuca varmaya, kendiniz açıklama yetkisinde olduğunuzu gösterin, işte ortaya çıkan manzara, bu gün yaşadığımız manzaradır. Evet Allah yardımcımız olsun.