“Bu Kur’an en sağlam olana iletir. Uygun işler ve davranışlarda bulunun müminlere de müjde verir. Onlar için gerçekten büyük bir karşılık vardır.”
“Eunzubillehimineşşeytani racim…”
Tekvir Suresini açıyoruz. Zaten dersimiz ordaydı biliyorsunuz. Bu surenin 26. ayetinden itibaren, hatta öyle yapmayalım da 19. ayetinden itibaren başlayalım ki konu bütünlüğü oluşsun. Tekvir suresi Kur’an’i Kerim’in 81. suresi. Benim elimdeki mealde 587. sayfa. Bu sureyle ilgili daha önce birkaç ders yapmıştık. Şimdi 19. ayetten itibaren okuyoruz. Allah’u Teala şöyle buyuruyor: “İnnehu…Bu Kur’an değerli bir elçinin sözüdür.”Cebrail a.s. dan… Cebrail a.s. Allah’u Teala’dan alıyor, demek ki kendi lisanıyla, kendi lisanına çevirerek Peygamber s.a.s. e bildiriyor. “Likuvvetin…Gülcü olan arşın sahibi yanında, sağlam bir yeri olan, Allah’u Teala’nın… şey, sağlam bir yeri olan Cebrail’in sözüdür. Cebrail a.s. Allah’u Teala’dan alıyor. Peygamberlere iman bu bakımdan çok önemli, Çünkü insanlar doğrudan Allah’u Teala’dan bir söz alamıyor, ancak bir melek vasıtasıyla alıyor. Ya da bir perde arkasından. Ya da bizim gibi bir Peygamber vasıtasıyla alıyor. Biz de şu anda Allah’u Teala’nın sözlerini okuyoruz. “Mutaifemme emin…Cebrail orada, Allah’ın huzurunda kendisine itaat edilen ve güvenilir ir elçidir.”vemasahibukum… Sizin arkadaşınız Muhammed s.a.s. cinlenmiş değildir. Yani cinler gelip onu işgal etmiş değildir. Onun konuştuğu şeyler size biraz farklı gelebilir. Şu ana kadar içimizde ne kadar güzel konuşurdu, şimdi ne oldu buna niye değişik şeyler söylüyor diyorlardı. Hayır, kafayı yemiş değil. Şimdi aynı şeyi bizim için de söylüyorlar. İşte biz o eski Abdulaziz hocayı arıyoruz diyenler var. Çünkü o zaman Kur’an’i Kerim’den habersiz olduğumuz için o günkü konuşmalarla bu günkü konuşmalar değişiyor. Galiba bu adam kafayı yedi diyorlar. Aynı şekilde Peygamber s.a.s. e de bu kafayı yedi dedikleri için iştye
Allah’u Teala sizin arkadaşınız cin istilasına uğramış değil, yani cinler onu çarpmış falan değil. “Veleked reehu bil… Cebrail’i apaçık ufukta görmüştür. İşte o ilk vahiy alışı Hira ya da diğer adıyla Nur dağı. “Vamahua… Muhammed o kendisine gelen o gabya karşı kıskanılır değil, yani onu kıskanmanızın bir anlamı yok. Çünkü bunu çalışarak elde edemezsiniz ki. Çalışmakla elde edilecek bir durum değil. Allah ona vermiş kıskanmanızın bir anlamı yok. “Vamahua bi kavmi şeytani racim… O söz, kovulmuş şeytanın sözü değildir. Cebrail’in Allah’u Teala’dan getirdiği sözdür. Zaten Mekkeli müşrikler Allah’a inandıklarını söyleyen insanlardı. Putlarını Allah’ın kızı olarak kabul ediyorlar yani Meleklerin ruhlarını taşıdığını düşünüyorlar. Kendilerini Allah’a yakınlaştıracağını düşünerek onlara ibadet ediyorlardı. İşte bak o inandığınız Allah var ya, o Allah’ın gönderdiği sözdür bu. “Feeyne tevhebu… Öyleyse siz nereye gidiyorsunuz? Bu gidiş nereye? “İnhuve ille… Bu Kur’an varlıklara hatırlatmadan başka bir şey değildir. Yani size bir şeyler söyleniyor ya, aslında sizin tabiattan öğrendiğiniz bilgileri destekleyen şeylerdir bunlar. Yani siz düşündüğünüz zaman Kur’an’da olanlara yanlış diyemezsiniz. Ya çok doğru ben zaten böyle düşünüyordum dersiniz. Çünkü sizin fıtratınıza, yapınıza birebir uyan şeylerdir bunlar. Evet, şimdi bundan sonraki kısma bir bakalım. Bakın Kur’an’i Kerim fıtrata uyuyor da acaba biz onu ne yapıyoruz. Şimdi elinizdeki mealden okuyalım. Burada diyor ki: Siz nereye gidiyorsunuz. Buradan okuyorum. Meali daha sonra vereceğim. Siz nereye gidiyorsunuz? O alemler için halis bir zikirdir. İçinizden dosdoğru olmak isteyenler için. İçinizden dosdoğru olmak dileyenler için. Fakat, Alemlerin Rabbi dilemeyince siz dileyemezsiniz. Anladınız mı? Ne anladınız? Şimdi bakın tekrar okuyorum. Diyor ki, ben şimdi geleneksel ki bütün meallerde olan anlamı vereceğim. “feeynetetebun… Nereye gidiyorsunuz? “inhuve ille zikrun… Bu sadece bütün aleme bir hatırlatmadır. “limen şae minkum… O alem içerisinde doğru olmak isteyenler için, “vemateşaune… Siz Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz. Bak, sizden doğru olmayı dileyenler, Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz. O zaman bu çağrı ne anlam ifade eder? Diyor ki sizden doğru olmak isteyenler için. Ama benim istemem için Alemlerin Rabbi isteyecek. Nedir bu? Ne yaparsan yap, vermedi Mabut neylesin Mahmut. Tamı tamına kadercilik. İşte burada ŞAE fiili geçiyor. Asırlar içerisinde, öylesine bu kelimeyle oynanmış ki, biz yani burada vakıfta ekip olarak kaç senedir uğraşıyoruz daha yeni-yeni işte her gün biraz daha ilerleyerek bir noktaya ulaş…vardık Allah’a şükür. Dolayısıyla inşallah bu, bu vardığımız sonucu önce Türkiye’de sonra yurt dışında sonra bütün İslam aleminde bu konuyla ilgilenenlerle paylaşacağız. Biraz sonra göreceksiniz bu ne müthiş bir şeymiş. Ne müthiş bir manaymış, ne hale getirilmiş. Ne müthiş bir manaymış ne hale getirilmiş. Şimdi, konuya girelim. Burada geçen ŞAE kelimesi var. Tabi bu Arapça bir kelime değil mi? ŞAE. ŞAE kelimesinin mastarı ŞEY.
Türkçede şey derken ne anlıyorsanız, Arapçada da o. Şey. Ne anlıyorsunuz? Her şey. Siz de bir şey misiniz? Ya sen hiçbir şeymişsin. Değil mi? Sen de kendini bir şey zannediyorsun denir değil mi? Yani, şey her bir kavram için kullanılabilecek bir kelimedir. Kur’an’i Kerim’de Allah’a da şey denir, bizim Türkçede denmez ama, yani çünkü bu kelime Arapçadan bize geçmiş bir takım anlam kaybına uğramış elbet de. Çünkü her dilin kendine göre bir yapısı vardır ve başka dillerden alınan kelime orada birazcık kayıplara uğrar ya da değişikliğe uğrar. Kur’an’i Kerim’deki ŞEY kapsamına Allah’u Teala’nın kendisi de girer. “Leyseke mislihi şeyun fil ardi vel…Onun gibi bir şey yoktur göklerde ve yerde.” “küllü şeyun haliku…Her şey yok olur Allah’ın zatı hariç.” O zaman Allah da bir ŞEY. Bu ayetlere dikkat ederseniz. ŞEY. Yani şey kelimesi Allah dahil her varlık için kullanılan bir kelime. Bu isim olarak da kullanılıyor, mastar olarak da kullanılıyor. Mastar olarak da anlamı oluşturmak. İsim olarak anlamı varlık. Mastar olarak anlamı var oluş. Yani oluşturmak. Şimdi, mesela Türkçede mastar, “gelmek” nedir, mastardır. Geldi sözü, sözündeki anlam gelmekten farklı olur mu? Yine gelme ifade etmez mi? Geldi sözünün farkı şudur, burada bir özne ilave edersiniz, bazen bir tümleç ilave edersiniz, bir de zaman ilave edersiniz. Ama gene gelme eylemini ifade eder. Dolayısıyla mastarla fiil-i mazi arasında, fiil arasında anlam farkı olmaz. Arapçada da bu böyledir. Bütün dillerde böyledir. Yani ŞEY oluşturmak ise, ŞAE ’ nin anlamı da oluşturdudur. Oluşturdu. Oluşturdu. Zaten Allah’u Teala bununla ilgili şey yapıyor, diyor ki bir ayeti kerimede: “iza arade şeyen…Allah’ın yaptığı bir şeyi istdediği zaman ona ol der. O da olur. Şimdi bakın, sıralamaya bakın. Önce Allah istiyor, neyi istiyor bir ŞEY’i. O şey var mı? Yok. Ol diye emir veriyor o da oluşmaya başlıyor. Diyelim ki Allah bir çocuğun olmasını kararlaştırıyor, ol diye emir veriyor ve çocuk oluşmaya başlıyor. Yani önce bir irade safhası var, sonra kararlaştırma ve onun oluşumuyla ilgili prensipleri koyma var. Allah’u Teala her bir ŞEY için, yani ŞEY dediğimiz zaman onun kapsamına girmeyecek hiçbir şey yok. Allah’u Teala her bir şeyin kaderini belirlemiştir. Kader ne demek burada, ölçü demek, standart demek. Zaten KADER’in manası o. Kelimeleri asıl anlamlarından çıkarıp başka anlamlar aktardığınız zaman, her şey alt-üst olur. Her bir şeyin Allah standardını belirlemiş. Diyor ki: “Gaccaallahu liku…Allah her ŞEY’e bir ölçü belirlemiştir.” Éinne kulla şeyin halaknahu bil kader…” , çok sayıda ayet var, “Yarattığımız her ŞEY i bir ölçüye göre yaratırız.” Dolayısıyla bu ölçü, ölçüyü belirlemiştir, her şeyin standardı vardır, her şeyin sınırları vardır, her şeyin özellikleri vardır. Bu oluşum için de geçerlidir, yok olmak için de geçerlidir.
Allah’u Teala diyor ki: “Halekel mevt…Allah ölümü de yarattı yaşamayı da yarattı.” Çünkü ölmek için de Allah’ın yaratması gereken şeyler var, yaşamak için de Allah’ın yaratması gereken şeyler var. Her ŞEY’in Allah ölçüsünü koymuştur. Müslüman olmanın ölçüsü var, kafir olmanın ölçüsü var. Şu camı yapmanın ölçüsü var, kırmanın ölçüsü var. Şu kadardan fazla kuvvet tatbik edersen cam kırılır, azını tatbik edersen kırılmaz. Allah her ŞEY’e ölçü koymuş. Kainatta ne varsa her şeye ölçü koymuş. İşte ŞAE, ŞAE’nin anlamı, Allah’ın herhangi bir şeyi bir ölçüye göre oluşturmasıdır. Şimdi, “Allah her şeyi bir ölçüye göre oluşturması” anlamını tutar da buna sebep olan İRADE anlamına taşırsanız onu her şey alt-üst olur. Bizim gelenekte ŞAE’ye, hangi tefsire bakarsanız bakın, hangi mezhebe bakarsanız bakın, ister Mutezile olsun, ister Maturidi olsun, ister Eşari olsun, ister işte genel anlamıyla Ehl-i Sünnet olsun, ister başkaları olsun tamamı bu ŞAE kelimesine ER’ADE manasını vermişlerdir. Halbuki bu Arapçada yerleşik olan hiç kimsenin itiraz edemeyeceği kurallara aykırı olduğu gibi, Kur’an’a, az önce okuduğum ayetlere de aykırı. Ama yerleşmiş. Çünkü bunu böyle yerleştirdiğiniz zaman, Müslümanları kaderci yapabiliyorsunuz. Yöneticiler kadercilikten çok hoşlanırlar. Zaten başlangıçta bunu yerleştirmek için birkaç kişiyi sallamışlar. Kadercilikten çok hoşlanırlar. Çünkü kendi hatalarını Allah’a mal etmek onları rahatlatır. Ne yapalım? Mesela hatırlayın şeytan taşlamada Suud hükumetinin yanlış kararı, yanlış uygulaması sebebiyle çok sayıda hacı öldü suçu kime attılar kadere. Kendilerinin suçu olmaz ki canım. Adamın birisini yakalamışlar götürmüşler karakola, karakol komutanı sormuş. Hırsızlıktan. Yahu kardeşim sen niye hırsızlık yaptın malını çe… malı çaldın? Komutan bey demiş benim suçum ne Allah öyle demiş öyle olmuş. Ya öyle mi? Benim kaderimde varmış demiş. Komutan demiş ya kusura bakma ben de bir an için şey yaptım öyle dikkat etmedim yanlış bir söz söyledim kusura bakma. Adam rahatlamış tabi. İçeriye girmiş kalınca bir sopa almış getirmiş, başlamış adamı dövmeye. Komutan ne yapıyorsun? Ya kusura bakma benim bir suçum yok ki, benim kaderim buymuş demiş. Benim bir suçum yok. İşte bu bir çok kimse, tembeller için zaten biçilmiş kaftan. Adam çalışmak istemiyor. Bir de bazı kimselerin bazı kimseleri kıskananlar için de çok güzel. Ya aman bırak kardeşim, iş olacağına varır. Hep öyle demiyor muyuz? Şimdi, tekrar edeyim, Kur’an’da geçen ŞAE kelimesi şeyi oluşturma manasındadır. ŞEY de standartları Allah Tarafından belirtilmiş oluşumun, gelişimin, değişimin bütün standartları Allah tarafından belirlenmiş. O oluştırılan şeyin diğerleri arasındaki dengesi de belirtilmiş. Her bir şeyin ihtiyaçları da belirtilmiş. Her bir şey için bir süre de konmuş. Yani son kullanma tarihi gibi bir takım şeyler. İşte bütün bunları ifade eden tek kelime ŞAE kelimesidir. Siz bu kelimeye göre, işte sistem manasına geliyor ŞAE. Çünkü ölçüsü belli, sınırları belli, durumu belli. Sistem anlamına geliyor. ŞAE kelimesi, yani ŞEY’i oluşturma, Kuran’ı Kerim’de şeyi, Kuran’daki ayetleri baştan sona kadar inceledik, ben inceledim, başka arkadaşlarımıza incelettik, başkalarına incelettik hani olur ya gözümüzden kaçar diye, gene de kaçmış olan belki olabilir, Kuran’ı Kerim’de şeyi oluşturabilecek iki varlık var, iki varlıktan bahsediliyor; biri Allah biri insan. İki varlık ŞEY’i oluşturabiliyor biri Allah biri insan. Ama insanın bir şeyi oluşturması Allah’ın da o şeyi oluşturmasına bağlı. Yani eğer Allah onaylamazsa siz o şeyi oluşturamıyorsunuz. Allah o şey için kural koymuş, kanun koymuş, prensip koymuş ona uyarsanız oluşur yoksa oluşmaz. Yani o standartlara uyarsanız oluşur. Ticaret yapıyorsan ticaretin kuralına uyacaksın, efendim sanayi ile meşgulseniz onun kurallarına uyacaksın, ilim yapıyorsan onun kurallarına uyacaksın. Kurallara uymazsan Allah o şeyi oluşturmaz. İman için gerekeni yapacaksın, küfür için gerekeni yapacaksın. Her bir şeyin standardı var. Sen o gerekeni yaparsan Allah da o sonucu yaratır zaten kuralını koymuş Allah. Onun için insanın oluşturacağı ŞEY için iki tane fail gerekiyor, birisi insan birisi Allah.
İşte bu ayeti kerimede Allah onu anlatıyor bize. Bak diyor ki, tekrar gelin bakın, bir az önceki anlamı tekrar vereyim kıyaslamanız kolay olsun. Diyor ki: “feinetelhebun… Nereye gidiyorsunuz? İnuha zikrullilalemin…O alemlere bir hatırlatmadır. Limanyaşa…İçinizden doğru olmak isteyenlere. Vemateşaune…Allah isteyemedikçe siz isteyemezsiniz.” Bu geleneksel anlam. Bir de az önce anlattığım manadaki anlam da şu: “veeyne…Nereye gidiyorsunuz? “inuhe….Bu, alemler için bir zikir yani evrensel bilgidir. Herkes için. Doğruluğu tartışılmaz evrensel bilgidir. Zikir o. Kimin için bu: limenşae..İçinizden doğru bir iş yapmak, iş yapma kararında olanlar için. Şimdi burada ŞAE kelimesinin iki anlamı var. Bir oluş… zihninizde bir şey oluşturuyorsunuz, yani şeyi bir zihninizde oluşturuyorsunuz, mesela namaz kılmak için karar veriyorsunuz. O namazla ilgili bilgiler zihninizde var. Abdest alıyorsunuz, elbisenizi temizliyorsunuz, seccadenin başına geçip kıbleye dönüyorsunuz gerekeni yapıyorsunuz ve namazınızı kılmış oluyorsunuz. Önce o zihninizde var sonra da onu uygulamaya geçiriyorsunuz. Şimdi, doğru bir şey oluşturmak isteyenler için. Peki doğru nedir? Vemateşaune….sizin oluşturacağınız şey, inneelyeşau…Ancak alemlerin Rabbi olan Allah’ın oluşturmasıyla oluşur. Yani siz bir şey oluşturacaksanız, o Alemlerin Rabbinin koyduğu kurala göre oluşursa doğru olur yoksa olmaz. Yani şu doğrudur, şu yanlıştır kararını Alemlerin Rabbi Allah verir. Onun için gerekenleri Allah yaratır, siz Allah’ın yarattığına uygun bir oluşumun içerisine girerseniz ancak o zaman o oluşur. Siz kendi kafanıza göre bir iman ve imanın şartlarını belirleyemezsiniz. Eğer kafamız göre olsa herkes kendini mümin kabul ediyor zaten. Siz kendi kafanıza göre bir doğruluk standardı koyamazsınız. Alemlerin Rabbi Allah’ın koyduğu standartlara uyacaksınız. Başka şeylerle olmaz. İşte sizin bir şey oluşturmanız, ancak alemlerin Rabbi Allah’ın oluşturmasıyla oluşur. Yani siz de oluşturursunuz onun yapısına uygun olursa oluşum meydana gelir. Şimdi burada ne oluyor? Biz ve Allah’u Teala burada da kurallarını koymuş. Diyor ki şeye bakın bu İsra suresinin 19. ayeti 285. sayfa. Allah’u Teala diyor ki: “vemen erade…Sizden kim ahreti ister vesealehe saiyahe…onun için gereken çalışmayı yaparsa, işte şeyi oluşturmak bu, bir şey için gereken çalışmayı yapacaksınız ondan sonra Cenabı Hak o işi oluşturacak. Nasıl oluşturuyor, feulaike…işte bunların çalışmaları teşekkürle karşılanır. O oluşum olur bir de ikramiyeli olur. Ha iyi yapmışsın şu da benden ikram olsun. Demek ki insanların oluşturması için yapacakları şey nedir, gereken gayreti göstermek. Bu dünyalık için de aynıdır, ahret için de aynıdır. Allah’u Teala diyor ki, veneyselil insani…İnsan için çalıştığından başkası yoktur. Bu Müslüman için de kafir için de geçerli. Nasıl çalışırsan, gereği gibi o iş için lazım gelen çalışmayı gösterdin mi Allah onun sonucunu yaratır. İlave olarak o çalışmayı mümin olarak yapıp Allah’ın emrine uyma niyetinde olursan, o çalışma aynı zamanda ibadet olur.
Yani hem bir kafir gibi sen de dünyalık elde edersin, hem de Allah rızası olduğu için niyetinde o ibadete dönüşür aynı zamanda. Eğer bu dini konulara ilgiliyse gene Allah’ın istediği gibi yaparsan olur. Şimdi desen ki mesela akşam namazı üç rekat. Ya ben iki rekat kılsam yeter, olur mu? Olmaz. Akşam namazını kılacaksan Allah’ın dediği şekilde kılacaksın. E canım ben şimdi sabahleyin kalkıyorum, akşama kadar işim oluyor, gücüm oluyor kılıyorum-kılamıyorum sabahleyin beş vakti de kılıp öyle çıkıyorum evden. Olur mu? Kuralı kim koyar? Kuralı Allah koyar sana uymak düşer. Sana kurala uymak düşer. Peki Şeyi Allah nasıl oluşturur? İnsanın oluşturması için gereken çalışmayı yapması lazım. Allah’ın oluşturması için de Allah’ın emir vermesi yeterlidir. Allah önce onaylıyor, diyor ki: “Feiza kada emran…” vav ileymiş yanlış okumuşum. “Veiza kada emran…” Bakara suresinde bu, numarası da silinmiş bende ne ise, “veiza kada ermen…” Allah bir işe karar verdi mi… Şimdi siz bir yönetici olduğunuzu düşünün bir yerde. Size bir proje geliyor, bakıyorsunuz proje uygun, yönetim kurulunuzu topluyorsunuz diyorsunuz ki tamam, bu projeyi uygulayalım. Değil mi? İşte “Kada ermen” o. Kadı. Efendim? “Veiza da var değil mi, tamam. “Feiza kada da varmış” Neyi? Vavsız yok yani? “Fe iza kade” ben burada vav, Bakara değil miydi? Ne ise tamam. “Feiza kada ermen…” Allah bir işe kararını verdiği zaman. Yani, tekrar ediyorum, siz bir yerde yöneticisiniz, size bir proje sunuluyor, birisi diyor ki ben bu projeyi uygulamak istiyorum, siz de bu projeye bakıyorsunuz o projeyi onaylıyorsunuz. Uygundur diyorsunuz. Ondan sonra, uygundur dediğiniz zaman, yapma emri, uygulama emri verilmezse o proje uygulanabilir mi? Uygundur ama ne zaman uygulayacağız? Değil mi? Heh. İşte Allah’u Teala da her kim bir şey oluşturmak isterse, Cenabu Hak onu, onun uygunluğunu onaylar. İster küfür olsun ister iman olsun, isterse ne olursa olsun çünkü insanlara “şey” i oluşturma yetkisi vermiş ya. Onu uygun buldu mu, o uygunluğu Allah’ın razı olduğu manasına gelmez. Allah küfrü de, kafirliği de öyle onaylar, fesadı da onaylar, itaati de onaylar hepsini de onaylar. Çünkü insanlara hürriyet vermiş. Ama Allah’ın onayı olmadan hiçbir şey olmuyor. Onaylar ama koyduğu kurallar var sistem var. Onu onaylar, ondan sonra ol der “Fe iz akada emran…” Bir işi onayladığı zaman. Kadı kelimesini düşünün, hakim kelimesini düşünün. Hüküm vermiş onaylamış. “Feinnema yakulu nehu…” Onun için sadece şöyle der, “Kün” Ol. Yani, uygulama başlansın. Derler ya start verdim. Başlattım işi. Onun gibi. Allah’u Teala da Kün der ondan sonra ne olur, bizim gelenekte derler ki hemen olur. Hayır, hemen olmaz. “Feyekuun” Yekunu bir süreçtir. O iş oluşmaya başlar. Neye göre oluşmaya başlar, Allah’ın koyduğu kanuna göre. Kurallarına göre. O iş oluşmaya başlar. Şimdi Kuran’ı kerimde bu “Şae” fiilinin failleri, yani özneleri dört ayrı şekilde karşımıza çıkıyor. Bazıları var ki sadece faili Allah. Yani sadece Allah’ın işi olarak geçiyor. Öyle yerlerde sistem konması anlaşılır. Mesela sizin bir iş yeriniz var, o iş yeri için sistemi koyuyorsunuz. O sistemi siz koyarsınız değil mi? İşte kainatın sistemini Allah’u Teala koyuyor. O sistemin bir parçası da isteyenin inanması isteyenin de inanmamasıdır. İnsanlar arasında, yani kimi doğruyu yapar, kimi yanlışı yapar biliyorsunuz siz.
Çok iyi biliyorsunuz, kendinize bakın işlediğiniz günahların hepsini bile-bile işlemişsinizdir. Öyle değil mi? Yani başkalarına, bize söylemeyin ama içinizden evet dersiniz. Ve bir insanın en büyük düşmanı kendisidir. Çünkü herkese söz geçirirsiniz ama kendinize söz geçirmeniz çok zor. Başkasına nasihat etmek kolaydır. İnsanlar yaptıklarını bile-bile yaparlar. Doğrunun…doğru olduğunu çok iyi kavradığı halde yanlış iş yapar. Mesela şimdi şeyi hatırlayın, ilk örnek. Allah’u Teala Adem a.s. ı yarattı. Meleklere emir verdi, Adem’e secde edin. Emri kimin verdiği belli mi? Allah. Bunlar Allah’ı çok yakından biliyorlar mı? Gayet iyi biliyorlar. Bütün melekler secde etti İblis etmedi. Niye etmedi? Çünkü kıskandı. Çünkü üstün olma arzusuna girdi. Kıskançlık öyledir, ben daha iyi olayım. Bende olsun başkasında olmasın. Bütün günahların kaynağı budur. Hep üstte olma arzusu. Adem a.s.’a secde etmeyince Cenabı Hak ne dedi? Emrettiğim halde niye secde etmedin? Ne dedi, dedi ki “Ene hayrun min…” Ben ondan hayırlıyım dedi. Şimdi insanlar ne yapar, bize kimler derler kardeşim, bizim soyumuz sopumuz belli, biz işte, biz yaptık mı şöyle yaparız, biz vurduk mu şöyle ederiz. Biz bilmem ne falan filan. İşte şeytan da orada öyle dedi. Haddi aştı. Peki Adem a.s. haddi aştı mı? O da aştı. O da Allah’u Teala’nın yasakladığı meyveden yedi. Onu yemesinin sebebi ne? Onu o hale getiren kimdi? Şeytandı. Şeytan şeyden, cinlilerdendir. Adem a.s. insandandı. O insanı öldürme imkanı olsaydı belki öldürürdü Adem a.s.’ı. Çünkü Adem a.s.’ın iki oğlundan biri diğerini kıskanarak öldürmüştü çünkü. Ama şeytan Adem’i öldüremediği için fısıldayarak yoldan çıkardı. Daha sonra insanlar, ne zaman ihtilafa düşüyorlar biliyorsunuz değil mi? Peygamber gelmeden ihtilafa düşmek yok. Tıpkı şey gibi, sofrada oturur yemek yersiniz, işte oğlum-kızım bir bardak su getir dersiniz, bakarsınız ki, baba hep beni görüyorsun der. O zamana kadar hiç problem yoktur. Emir verdiğiniz zaman problem çıkar. Kuran’ı Kerim indiği zaman, Allah’ın kitabı indiği zaman bir problem… bir peygamber geldiği zaman problem çıkar. Neden? Birileri üstün olmak ister. Şimdi, Medine’de biliyorsunuz dört tane Yahudi kabilesi gelip oraya yerleşmişti. Oraya yerleşmelerinin sebebi, bu günkü Tevrat’ta da var, son peygamberin Mekke’de çıkacağı, Medine’ye hicret edeceği, orada dinini yayacağına dair çok açık ifadeler u günkü Tevrat’ta da var. Şu anda bütün şeye rağmen var. Oradaki sevr dağı vardır, o yedi mescitlerin olduğu yerin o arka tarafı. İşte o bölgeye geleceği dağın ismiyle yazılı. Şimdi, Yahudilerden dört kabile demişler ki: Bu peygamber gelecek, biz gidelim oraya, o peygamber geldiği zaman onun desteğini de alır hakimiyet kurarız. Şimdi buradaki maksat peygambere uymak mı? Hayır. Onu kullanarak hakimiyet kurmak. İşte dini insanlar iki şekilde algılar: Birisi kendi hakimiyetinin unsuru olmak için dine yapışır, birisi Allah’a kul olmak için yapışır. Hakimiyetinin unsuru olmak için yapışan kişi dindar değildir, dini istismar eden kişidir. Şimdi, Peygamber s.a.s. geldi Medine’ye. Yahudiler yıllarca onun için gelip oraya yerleştiklerinden hep propaganda yapıyorlardı: Bir peygamber gelecek, işte göreceksiniz biz şöyle yapacağız, böyle yapacağız. Ne zaman ki o beğenmedikleri Araplardan peygamber çıktı bu defa üstün olma arzusuyla o peygambere inanmadılar. Yani üstünlüğü kaybedeceğiz diye korkusuyla inanmadılar. Yani şimdi Arapların emrine mi gireceğiz. Olur mu? İnanmadılar. İşte inanmamanın sebebi hep böyle. Allah sistemi böyle kurmuş. Şimdi şeyi açın bakalım Bakara suresinin 250. ayetini açın. Burada ne diyor mealden okuyorum: O işaret olunan peygamberler, biz onların bazısını bazısından üstün kıldık, içlerinden kimi var Allah konuştu, bazısı… Videonun devamı yok? Konuşma burada bitti…