Bu akşam Tekasür Suresindeyiz. Kuran-ı Kerim’in 102. suresi. Bu surenin kısa meali şöyle: “İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla. Çoğaltma yarışı sizi oyaladı kabirleri boylayıncaya kadar. Hayır, gün gelecek anlayacaksınız. Hayır, hayır, gün gelecek anlayacaksınız. Hayır, keşke onu kesin olarak anlasaydınız. O alevli ateşi kesin olarak göreceksiniz. Sonra onu kesin olarak gözünüzle göreceksiniz. Sonra o gün nimetlerden sorguya çekileceksiniz.”
Tekasür kelimesi, karşılıklı olarak çokluk yarışı ya da çoğaltma yarışı olarak ifade edilir. Yani herkes malını çoğaltmaya, çevresini zenginleştirmeye, ilişkilerini çoğaltmaya, artırmaya gayret gösterir. Dikkat ederseniz, yani burada Müslüman, kafir ayrımı yok. Müslüman’ı da kafiri de herkes daha çok dünyalık peşindedir. Ne kadar çok kazanırsa kazansın doymaz. Daha fazla, daha fazla… Hedef hep dünyalık olduğu için zarar etmeye başlarsa bakarsın ki son derece umutsuzlaşmış, artık dünyadan umudunu kesmiş, böyle kendi içine kapanmış, çok kötü durumda.
Halbuki düşünecek olursak şurada yaşadığımız hayatla daha sonra yaşayacağımız hayatı kıyaslamak mümkün değil. Yani şurası, bir göz açıp kapayıncaya kadar geçecek bir hayat. Ama öbür tarafta sonsuz bir hayat var. Asıl yatırımın oraya yapılması lazım. Burası imtihan yeri. İmtihan yerinde çeşitli şartları, imtihanı yapan oluşturur ve sizi imtihana sokar. Sizin istediğiniz olmaz. İmtihanı yapanın istediği olur. O zaman size düşen tek şey ne pahasına olursa olsun imtihanı kazanmaktır. Üzülmek, çaresiz kalmak, şu bu falan değil. Başınıza gelenlerde hatanız varsa ondan dolayı hatanızı anlar, tövbe eder, bir daha da yapmazsınız. Hatanız yoksa demek ki Cenabı Hakk’ın bir imtihanıdır. Hepsi de imtihanı aslında.
Şimdi mesela bu günler Müslümanları çokça sıkan, üzen Gazze savaşı var. Gerçekten son derece üzücü. Elimizden gelen herhangi bir şey varsa elbette ki yapmak zorundayız. Ama onun dışında da herhalde oturup duracak değiliz. Onlar da bir imtihan veriyor biz de imtihan veriyoruz. Onların da yapacağı şey, imtihanı her ne pahasına olursa olsun kazanmak, bizim de yapacağımız şey her ne pahasına olursa olsun kazanmaktır. Çünkü herkes kendi vazifesini yapacaktır. Onlar orada büyük bir zafere ulaşsalar bizi sevindirirler ama sevabı bize gelmez. Herkes kendi yaptığının sevabını ya da günahını çeker.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemi düşünün, zaman zaman yiyecek bulamadığı için midesine taş bağladığı rivayet edilir. Ama öyle olduğu halde devamlı dik durmuş, asla umutsuzluğa kapılmamış, hep ileriye, hep ileriye gitmiştir. Bunlar bizim için çok güzel örneklerdir. “Sizi çoğaltma yarışı oyaladı.” Şunu da yapayım, bunu da yapayım diyerek insanlar kendilerini hayırdan hasenattan, ibadetlerden, ahiretle ilgili yatırımlardan engellerler. Halbuki bu dünyaya ne kadar zenginler gelmiş. Hangisi kaldı? Biz kalacak mıyız? O zaman öyleyse asıl yatırımı ahirete yapmak lazım. Bu dünyada yaptığımız her şeyin mutlaka ahirette bizim işimize yarayıp yaramayacağına bakmamız lazım. Mal kazanacaksak kazanalım ama ayeti kerimede olduğu gibi zekat için çalışan insanlardan olalım. Yani kazanmayı ucunda hep Allah rızası olacak şekilde yapalım.
Ama görüyoruz ki Allah rızası olmasa da olur. İnsanların asıl hedefi mal kazanmak, dünyalık kazanmak. Ama mesela, birçok kimsenin zengin olduğunu kaybettikleri zaman öğreniyoruz. İşte bakıyorsunuz bir hayır için, bir hasenat için kimseye bir şey söylediğin zaman hiç mi hiç duymuyor. Duvara söylüyorsun sanki. Ama ne zaman kaybediyorsa o zaman geliyor ha şunu… Ya kardeşim bu dünyada sen zaten öleceksin. Her an öleceğini düşünerek ahirete birtakım yatırımlar yapsana. Ahirete kim götürmüş ki malını?
“Kabirleri boylayıncaya kadar böyle yaptınız.” diyor Allahü Teâlâ. Ölünceye kadar hep daha çok olsun dediniz. Peki, öldünüz ne olacak? Ne oldu? Neyi götürdünüz kendinizle beraber? Bunlara çok dikkat etmek lazım. “Hayır, hayır, yakında öğreneceksiniz.” Yakında öğreneceksiniz. Ama o zaman çok geç olacak. Hiçbir anlamı olmayacak ki. Yani bu böyle gitmez. Yaptığınızın yanlış olduğunu, çoğaltma yarışına girmek değil Allah yolunda en önde olma yarışına girmek lazım. “Evet, evet yakında öğreneceksiniz, bu böyle gitmeyecek.” Bu çoğaltma yarışına girmenin boş bir yarış olduğunu yakında öğreneceksiniz. “Keşke bunun yanlışlığını çok kesin olarak bilseydiniz.” Zaten düşünseniz bilirsiniz, yani şurada ne kadar ömrünüz var? Öbür dünya ne kadar? Hani babalarımız, hani dedelerimiz. Ben sizin en büyük rabbinizim diyen firavun nerede? Hazinelerinin anahtarları bir topluluk tarafından taşınamayacak kadar fazla olan Karun nerede? Kim bu dünyada kalmış ki biz kalalım? Onun için bunu kesin olarak bilmemiz lazım. Asıl yatırımın ahiret yatırımı olduğunu bilmek lazım. Bu dünyada iyiyle kötüyle, güzelle çirkinle, her şeyle imtihan ediliriz. Ama mutlaka kazanmaya odaklanmamız lazım.
“Şurası bir gerçek o cehennemi mutlaka göreceksiniz, o alevli ateşi mutlaka göreceksiniz. Sonra o ateşi aynel yakin göreceksiniz.” Bizzat çıplak gözünüzle göreceksiniz. “O çıplak gözle gördüğünüz gün sorguya çekileceksiniz size verilmiş olan nimetlerden.” Şu daha çok, bu daha çok olsun diyorsunuz ya. Elde ettiğiniz her ilave nimet, yarın size sorulacaktır. Ona göre düşünün.
Şimdi burada cehennemin görüleceğinden iki kere bahsedilmektedir. Yani ister Müslüman olsun, ister kafir olsun. Cehennemi görme bakımından Müslüman’la kafirin bir farkı yok. Cehenneme girme bakımından fark var. Görme bakımından fark yok. Şimdi burada iki yerde diyor ki Allahü Teâlâ, “O alevli ateşi kesinkes göreceksiniz.”. İkincisi de “Sonra bizzat şu gözünüzle -aynel yakin- göreceksiniz.”. O zaman demek ki birincisi bizatihi görme değil, yani doğrudan doğruya cehennemi görme değil. O alevli ateşi bizatihi görme değil. Fark var.
Peygamberimizin s.a.s. bir hadisi var. Buhari’de geçen bir hadis. “Ölmüş olan bir kişi müminse, cennetlik bir insansa ona denecek ki sen cehennemdeki yerine bir bakar mısın? Orası senin için hazırlanmıştı. Ama senin iyi davranışların dolayısıyla Allah onun yerine sana cennette şurayı verdi.” Hem cenneti görür o anda, hem de cehennemi. Hem cennette gideceği yeri görür, hem de cehennemi görür. O zaman bu cehennemin, cennetin kendisi değil, görüntüsü. Çünkü birincisinde aynel yakin demiyor yani çıplak gözle demiyor. Yine gözünüzle görüyorsunuz da o cennetin kendisini değil. Arada bir fark var. Sonra onu aynel yakın göreceksiniz. Ne zaman? İnsanların sorguya çekildiği gün. Zaten cehennem, o alevli ateş, sorgu yapılacak yere yaklaşacak. “Gören her göz için cehennem ortaya çıkarılmıştır.” Yani o hesap günü, zaten hesap yapma mahallinin hemen yanına cehennem getirilecek, dolayısıyla görecek gözü olan herkes gibi, bütün varlıkların gözü var zaten gözü açılacak. Herkes orada aynel yakin görecektir. Peki, orada aynel yakin yani bizzat çıplak gözle cehennemi görecek. O zaman ondan önce nerede görecek cehennemi? Kabirde, kabir aleminde görecek. Berzah aleminde görecek.
Şimdi burada biliyorsunuz bir süreden beri Türkiye’de işte kabir azabı var mı, yok mu bir sürü tartışmalar var. Kuran-ı Kerim’de kabirle ilgili o kadar çok ayet var ki. O kadar çok ayet var ki oradaki azapla ilgili çok sayıda, oradaki nimetlerle ilgili çok sayıda ayet var. Yani bunun tartışmasına gerek yok ki. İşte bakın bu surede de ne diyor Allah? Kesinlikle göreceksiniz diyor ve iki kere görmekten bahsediyor. Birisi baş gözüyle yani cehennemin o alevli ateşle bizim aramızda herhangi bir şey olmaksızın. Şu anda ben sizi nasıl görüyorsam o şekilde. Öbürü de ruhlar aleminde görmektir. Yani öldükten sonra ruhumuzun görmesidir. Tabi oradaki nasıl bir görme? Öbürüsü gibi olmadığı belli. Belki Cenabı Hak, işte bir pencere açılır cennete cehenneme deniyor, o şekilde bir gösterme olabilir. Ama mutlaka görülecektir.
Şimdi burada bazı şeyleri sık sık tekrarlamak zorunda kalıyoruz. Gerçi epey zamandır bunu bırakmıştık ama. Şimdi söyleyeceğim şeyi. Kabir azabı konusunu epey zamandır konuşmadık. Geçen sene uzun uzun konuşmalar yapmıştık. Şimdi onu tekrar hatırlatmakta fayda var. Yani burada ders dinleyenlerin büyük bir çoğunluğu şunu çok iyi biliyor. İnsanlar ana rahminde vücut yapısını tamamladıktan sonra ki bu 15 ve 16. haftalara doğru oluyor. Ana rahminde insanın vücut yapısı tamamlandıktan sonra vücudun bütün öğeleri, bütün organları tamamlandıktan sonra Cenabı Hak ona ruhundan üflüyor. O ruhun üflenmesiyle o ana rahmindeki cenin, insan oluyor. İnsan olduktan sonra ana rahminde 6 ay daha kalıyor. Bunlar ayetlerde var. Bunu daha önceki sohbetlerde ayetlerle ortaya koymuştuk.
Ruh, hani bilgisayar örneğini vermiştik. Bazı insanlar yani bizi dinlerken hangi kafayla dinliyor gerçekten anlayamıyorum. Bir bilgisayar mühendisi bu konuşmaları dinlemiş, biz ruhu bilgisayara yüklenen program gibi anlatınca sanki yüzde yüz bir bilgisayar gibi düşünmüşüz diye anlıyor. Ya böyle bir insan olur mu yeryüzünde? Yani Ahmet, aslan gibidir dediğimiz zaman Ahmet, şimdi yırtıcı hayvan mıdır diye söylenir mi? Hangi yönden söylüyoruz biz bunu? Bir meseleyi anlatmak için bir örnek verilir. Adam tutturmuş yani bir iki kere de eposta göndermiş. Yani bu bilgisayar örneğini veriyorsun ama bunda şu var, bu var. Ya kardeşim, mesele iyi anlaşılıyor ama diyor. E tamam bizim zaten maksadımız meseleyi anlatmak. Yani ben sana insana bilgisayar diyebilir miyim? Kim der? Diyor ki bilgisayar aptal bir alettir falan. Tövbe estağfurullah. O zaman hadi hiçbir zaman bir kimseyi bir başkasına benzetmeyin. Teşbih denen bir şey ortadan kalksın. Bir adam bir adama benzetir, odun kardeşim der. O zaman hadi odun dedi, sobaya atacağım, yakayım mı diyeceksiniz yani. Ya hakikaten bizi bazı dinleyenler bir hata nasıl bulabilirim diye dinliyorlar. Aman ne yapayım da bir şey… Ya kardeşim bul tabi. Hata bul da akıllı insanlar gibi bul hatayı.
Bu arada şunu da size söyleyeyim. Bugün internete bir yazı koyduk. Bahattin Sağlam diye bir hocanın, bir de meali var belki okumuşsunuzdur. Bakara Suresinin 171. ayetiyle ilgili olarak bize bir tenkit yazmış. O tenkitte bizim Arapça bilmediğimizden, düşüncesizliğimizden, anlayışsızlığımızdan, fikirdeki fakirlikten dolayı yanlışlar yaptığımızı, 5 büyük yanlış yaptığımızı yazmış. Biz de o yanlışlarımızı yani neler olduğunu yazdık ve o ayeti kerimenin doğru mealinin nasıl olacağını yazdık. Bugünden itibaren Süleymaniye Vakfı sitesinden onları okuyabilirsiniz. Bizi tenkit edenlere teşekkür ederiz. Allah razı olsun. Buradan Bahattin Sağlam’a da teşekkür ediyorum. Kendisi zahmet etmiş ve böyle bir tenkit yazısı yazmış.
Şimdi tekrar konuya dönüyoruz. Bu insana üflenen ruh, bilgisayara yüklenen programa benziyor. Bilgisayarın bir mekanik yapısı var, elimle dokunduğum bir yapısı var. Elimle dokunamadığım bir elektriği var değil mi? Elektriğe dokunsam çarpar değil mi? Bilgisayarın elektriği insanın vücudundaki canlılık gibidir. Vücudun canlılığı ana rahmindeki ilk döllenmeden itibaren ve o insanın ilk yapısı oluştuğu andan itibaren zaten vardır ve devam edip gidiyor. Bazıları ruhla canlılığı birbirine karıştırıyor. Hatta çokları karıştırıyor. Vücut orada gelişiyor. 15. 16. haftasına gelmiş olan vücut tamı tamına bir insan görüntüsünü kazanıyor bütün organlarıyla birlikte. Tabi ki canlı. O zaman vücuda üflenen tıpkı bu bilgisayar yapılıp bittikten sonra buna yüklenen program gibi. Üflenen ruh öyle. Bu programı yüklemezseniz bu bilgisayar diğer elektrikli aletlerden farklı olmaz. Hem de bir işe yaramayan bir elektrikli alet olur. İnsana da o ruh üflenmezse diğer hayvanlardan bir farkı olmaz. Çünkü o ruh üflendiği an Allahü Teâlâ diyor ki Müminun Suresi 14. ayetinde “Sonra onu bir başka mahluk olarak oluşturduk.” diyor. Farklılaşma ruhun üflenmesiyle başlıyor.
Bu ruh, Zumer Suresinin 42. ayetinde Cenabı Hakk’ın belirttiği gibi, ha şunu da söyleyelim ruh, vücuda üflendiği andan itibaren nefis adını alır. Ne demek? Vücudun etten kemikten oluşan kısmının adı da nefis, vücuda üflenen ruh da nefis. Çünkü artık özelleşiyor. O ruh, o vücudun oluyor. O beden de o ruhun oluyor. İkisi birbirinin. Yani bu ruh tekrar bu bedenden başkasına girmez. Ahirette yeniden dirilme, bu kişinin tohumlarından olur ve bu kişinin bu dünyadaki taşıdığı özelliklere sahip yeni bir vücut oluşmadan o ruh gelip oraya girmez. Onun için bununla tam özdeşleştiğinden dolayı ruha da nefis diyor Kuran, vücuda da nefis diyor. Onun için diyor ki “Allah nefisleri ölümü sırasında çeker alır.” Demek ki ölen bir nefis var. Nefisleri, nefsin öldüğü sırada çeker alır diyor bakın. Nefsi, nefis öldüğü zaman çeker alır. O zaman bir tane ölen nefis var, bir de çekilip alınan nefis var. Ölen nefis vücuttur, çekip alınan nefis de ruhtur. “Ölmüş olan nefsin nefsini de alır uykusunda.” Yani uykuda da çekip alınan bir nefis var, bir de ölmemiş olan nefis var. Ölmemiş olan nefis etten kemikten oluşan vücut, çekip alınan nefis de ruh. Yani biz uyuduğumuz zaman ruhumuz vücudumuzdan çıkıp gidiyor.
Biz şimdi kolay anlaşılsın diye buna ruh diyoruz. Ama ruh kelimesini kullandığınız zaman bu defa reenkarnasyoncuların hemen zihinleri karışıyor. İşte başka bedene gider mi diye. Ama Allahü Teâlâ her ikisine de nefis kelimesini kullandığı için reenkarnasyon düşüncesini kesin olarak kesip atmış oluyor.
Uyuyan kişinin ruhu da vücudundan ayrılıyor, ölen kişinin de ruhu vücudundan ayrılıyor. Uyuyan kişinin ruhu uyanınca geri geliyor, ölen kişinin ruhu artık geri gelmiyor. Geri gelmeyince ne oluyor? Kişinin durumuna göre o berzah yani berzah kelimesi engel manasına geliyor. Berzah kelimesi 23. Surede geçiyor. Bir daha hatırlamak için bir daha açın lütfen. Çoğunuz zaten biliyorsunuz onu. Yani bilgilerimizi tazelemek için açıyoruz. Müminun Suresi 99. ayet. Şimdi burada kafirlerden bahsediliyor yukarıdan beri. “Onlardan birine ölüm geldiği zaman…” Yani öldüğü zaman. Hangi nefis ölüyor? Etten kemikten oluşan nefis ölüyor. Tıpkı şu bilgisayarın artık çalışmaz hale gelmesi gibi. Bilgisayar çalışamayacak hale geldiğini anlayınca ne yapıyorsunuz? İçindeki programı almıyor musunuz? Bütün bilgileri almıyor musunuz? Vücudun da bütün bilgileri o ruhta. “Onlardan birine ölüm gelip çattığında -yani o kafirlerden birine- der ki…” Bütün bilgiler onda ya. Şu anda sizin öğrendiklerinizden hiçbir şey unutmayacaksınız. Ne biliyorsanız, yani uyuyup uyandığınız zaman bilgilerinizi unutmuşsanız, öldüğünüz zaman da unutmuş olursunuz. Diyor ki “…ya Rabbi beni geri çeviriniz. Terk ettiğim yerde…” Nereyi terk etmiş? Dünyayı. O zaman ölmüş değil mi artık? Bitmiş her şey. O zaman bir nefis var ölmüş, bir nefis var konuşuyor. Ve insanlar da çift. Allah her şeyi çift yaratıyor ya. İşte bu da çift. Ve bunu Cenabı Hak, bizi ana rahminde çiftleştirdiğini de bildiriyor. Yani bu çiftleşme dediğimiz ruh ile bedenin çiftleşmesi. Yoksa erkekle dişinin çiftleşmesi değil.
Bunu da 35. Surenin (Fatır Suresi) 11 ayetinde Allahü Teâlâ bizim yaratılışımızı anlatıyor. Biliyorsunuz Allah nasip ederse bu konuda Almanlarla bir anlaşmamız var, bir sözleşmemiz var. Ana rahminde çocuğun gelişimi, insan hayatının başlangıcı konusunda inşallah Stuttgart’ta Tübingen’de birçok toplantılar yapacağız. Kuran-ı Kerim’deki bilgiler onlar için son derece ilginç geliyor ve cazip geliyor. Ben de bu arada kendimi de hazırlamış oluyorum yani sizlerin bana soracağı sorulara hazırlanarak. Zaten sadece biz değil inşallah epeyce bu konunun uzmanıyla beraber hazırlanacağız Allah nasip ederse. Diyor ki Allahü Teâlâ burada: “Allah sizi topraktan yaratmıştır, sonra nutfeden -yani döllenmiş yumurtadan.”. Çok ilginçtir, nutfe, inci anlamına geliyor. Döllenmiş yumurtanın resmine bakın, tam bir inci. Topraktan geliyor ve döllenmiş yumurta. “Sonra sizi eşler halinde oluşturdu.” Nerede? Ana rahminde. Neyle eşleştiriyor? Ruhla bedeni. “Herhangi bir dişinin rahminde taşıdığı şey, doğurduğu, mutlaka Allah’ın bilgisiyle olur” Rahminde neyi taşıyor, neyi doğuruyor, Kesin olarak Cenabı Hakkın bilgisiyledir.
Şimdi buradan neyi anlıyoruz? Bu çiftleşme ana rahminde oluyor. Bir kere daha olacak. Nerede? Topraktan yeniden yaratıldığımız zaman. Onu da Cenabı Hak, Tekvir Suresinde “Nefisler çiftleştirildiği zaman.” yani ruh bedene girdiği zaman. Yeniden yaratılmış olan beden.
Şimdi işte burada vücuttan ayrılmış olan ruh, bütün bilgiler ruhta olduğu için meseleyi gayet iyi anlıyor. Diyor ki “Ya Rabbi beni geri çeviriniz. Terk ettiğim dünyada belki iyi bir şey yaparım.”. Cenabı Hak ne diyor? “Asla.” diyor. Böyle bir şey yok. Bunu aklından çıkar. “Bu bir söz.” Söylüyor işte, anlamsız. “Yeniden dirilecekleri güne kadar arkalarında bir berzah, bir engel var.” Yani program yükleyeceğiniz bilgisayar yok artık. Bozuldu, yükleyemezsin ki. Yani ruhun gideceği vücut öldü. Artık oraya gidecek bir şeysi yok. Kabre gelse, kabirde beklese de vücuda giremeyecektir. O zaman kalktı, alnını bilmem merteğe vurdu falan, bunlar hikaye. Ama kabir azabı hikaye değil, gerçek. Çünkü gerçek, azap değil mi? Biz rüyalarımızda hiç gerçek azabı tatmıyor muyuz? Uyandığımız zaman çok şükür ki rüyaymış dediğimiz olmuyor mu? İşte ruhun çekeceği de budur.
Şimdi bunu, kabir azabını gösteren birçok ayet var. Daha önce okumadığımız ayetlerden bir tanesini daha okumuş olalım. Enam Suresi 93. ayet. “Allah’a karşı bir yalan uydurandan daha zalim kimdir?” Allah’la ilgili yalan uyduruyor. Kendisini kutsal göstermek için, üstün göstermek için, iyi göstermek için Cenabı Hakk’ın adını kullanarak Allah adına olmayan şeyleri söylüyor. “Ya da bana vahiy geliyor.” yani Allah bana bildiriyor bazı şeyleri diyor. “Halbuki ona hiçbir vahiy bildirilmiş değildir.” Yani Allah kimseye peygamberden başkasına herhangi bir şey bildirmez.
İlham olamaz mı efendim falan diyorlar. O ilham, her insanda olur ve o nedir? Yaptığınız bir iyiliğin zevkini duyarsınız, yaptığınız bir kötülüğün sıkıntısını duyarsınız. İlham budur. Ya da bir çalışma yaparsınız, Müslüman olun, kafir olun, bir noktaya kadar gayretinizi gösterirsiniz. O anda Cenabı Hak sizin zihninizi açar ve oradan ilerlersiniz. Ama ilham yoluyla Cenabı Hak kimseye bir satır yazı yazdırmaz. Diyor ki bana vahiy geliyor. Bana yazdırılıyor, bana indiriliyor falan. “Bu eskiden beri vardır.” Gazzali bunu sistemleştirmiştir. Gazzali’ye göre ilim öyle kitaplardan okumakla falan öğrenilmez. Doğrudan Allah’tan ya da meleklerden alırsın. İşte o çizgi devam edip gidiyor. Cenabı Hak burada ne diyor? Bundan daha zalim kim olabilir diyor değil mi?
“Bir de Allah’ın indirdiği gibi ben de indiririm diyen.” Canım Kuran-ı Kerim dediğin nedir? Bir hafta otursam yazarım diyenler de oluyormuş. “O zalimleri ölüm sarhoşlukları içerisinde bir görsen. Ölüm dalgaları geldiği zaman.” böyle işte sıkıntıları içinde bir görsen. “Melekler de ellerini uzatıyorlar, canınızı çıkarın bakalım diyorlar.” Yani bazen birisine tabancayı veriyor da sen kendini vur diyor ya. Onun gibi bir şey. Çıkarın canınızı. “Bugün alçaklık azabıyla cezalandırılacaksınız.” Siz misiniz Allah’a iftira ederek kendinizi insanların üzerine çıkarmaya çalışan? Şimdi alçaklık azabıyla cezalandırılacaksınız. Sizin hak ettiğiniz bu. Niye? “Allah’a karşı gerçek dışı sözler söylediğiniz için. Kendinizi Allah’ın ayetleri üstünde gördüğünüz için.” Çünkü bana da iniyor dedin mi artık o hafif kalıyor. Hatta tabi kendilerine inen daha sonra olduğu için öbürü artık demode olmuş oluyor. İşte bugün alçalma azabı göreceksiniz. Bu, daha kıyamet falan değil, işte o gün. Öldükleri günden itibaren başlıyor.
Tövbe Suresi 101. ayeti alalım. Burada Allahü Teâlâ şöyle diyor: “Bu çevrenizdeki Bedevilerden münafık olanlar vardır, bir de Medine halkından. Onlar münafıklıkta alışkanlık kesbetmişler.”. Yani bir dirençleri var, direnç gösteriyorlar münafıklıkta. Orada kendilerine yer edinmişler. “Sen onları bilemezsin.” diyor Allahü Teâlâ, Peygamber efendimize. Çünkü onlar böyle kendilerine yer edindikleri için fark edemiyorsun münafık olduklarını. “Biz onları biliyoruz. Onlara iki kere ceza vereceğiz.” Birincisi nerede? Bu hayatta. İkincisi? Kabirde. “Sonra da büyük azaba döndürülecekler.” İki kere azap: Birisi bu dünyada. Çünkü kendi kişiliklerini ifade edememekten büyük azap olur mu? Şimdi adam, ben müminim diyecek, namaz kılacak. Halbuki kafir. Gideceksiniz onu cihada çağıracaksınız, katılmak zorunda kalacak. Oğlunu, kızını dinini öğrenmek için okula göndermek zorunda kalacak. Bakacaksınız ki kendine en yakın evladı, kendinin düşman olduğu inancın en büyük savunucusu olmuş. Bundan daha büyük azap olur mu bir insana? Bir bu dünyada çekecek, bir de öldüğü zaman kabirde çekecek, bir de üçüncü azabı var. O da cehennemde çekeceği azaptır.
Bir de Müslümanlar için, müminler için bir örnek verelim. Yasin Suresini ki 36. sure, o surenin 20. ayetini açıyoruz. Şimdi hatırlarsınız İsa aleyhisselam zamanında Antakya’ya, Antakya Hıristiyanlar için son derece önemli bir yer. Yani çok mühim bir yerdir Antakya. Tarihi açıdan İstanbul ile Antakya hiç karşılaştırılamaz. İstanbul küçücük bir köyken, kasabayken Antakya çok büyük bir şehirdi. Rivayetlere göre oraya İsa aleyhisselamın iki tane elçisi gidiyor. Cenabı Hak, üçüncüyle de onları destekliyor. İşte burada anlatılıyor tabi. Yani bu rivayetlere göre elçinin gittiği kesin de Antakya olduğu kesin değil. Rivayet dediğim işte bu kısım, işin bu tarafları. İsa aleyhisselamın elçisi olduğu Kuran-ı Kerim’de de yazmıyor. Ama önemli olan meselenin mantığıdır tabi.
Şimdi bu iki elçi gidiyor oraya. O insanlar bunlara direnç gösteriyorlar. Sonra şehrin uzak bir yerinden birisi koşa koşa geliyor. İşte bunun Habibun Neccar olduğu söyleniyor kitaplarda. Koşa koşa geliyor ve insanlara, oradaki insanlar diyorlar ki “Şehrin en uzak köşesinden bir adam koşa koşa geldi. Dedi ki ey kavmim şu elçilere uyun. Bakın bu insanlar sizden bir şey istemiyor. Bir ücret istemiyor. Sonra yolları doğru bak, gidişatları doğru görüyorsunuz. Ben niye beni yaratana kul olmayayım ki? Hepsi de biliyor yaratanın kim olduğunu. “Ben beni yaratana niye kul olmayayım. Bakın ona döndürüleceksiniz.” Ben Allah’tan önce başka ilahlar mı edineceğim?” Önceliği başka ilahlara mı vereceğim? “Rahman bana bir zarar vermek istese onların bana eşlik etmelerinin bana hiçbir faydası olmaz. Rahman’a karşı benim hiçbir sıkıntımı gideremezler.” Bunu siz de biliyorsunuz demiş oluyor. Yani öyle şeyler söylüyor ki kimsenin itiraz edemeyeceği şeyler. “Beni kurtaramazlar da. O zaman bana faydası olmayacak, beni sıkıntıdan kurtaramayacak bir şeyi beni yaratana tercih edersem apaçık bir sapık olurum.” Bak, siz sapıksınız demiyor, kendi üzerinden örnek veriyor nazik bir şekilde. Ama tabi anlıyorlar onlar. “Bakın ben sizin Rabbinize inandım.” Sizin Rabbiniz derken onlar da Allah’ın, Rableri olduğunu inkar etmiyorlar ki. Sizin Rabbinize inandım. “Beni dinleyin.” Tabi bunlar tutup adamı öldürüyorlar. Verecek cevapları olmayınca öldürüyorlar. “Bu adama dendi ki cennete gir.”
Şimdi hadisi şerif var ya. “Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçedir ya cehennem çukurlarından bir çukurdur.” O cennete gir. Şimdi bahçeye giriyor, o güzellikler içerisinde nimetleniyor ya, tam bir Allah yolunda öldürülen bir zat oluyor. Diyor ki “Keşke benim kavmim bilselerdi…” Hani bütün bilgilere sahip ya. Kendini öldürdüklerini biliyor. Onların dünyada kaldığını da biliyor. Ama hala onları düşünüyor. “Keşke benim kavmim bilselerdi. Rabbim beni affetti.” Benim de bir sürü günahım vardı ama bak affetti. “Beni de ikrama uğrayanlardan eyledi.” İşte bu da kabir nimeti. O zaman kabir azabı var mıymış? Nimeti? O da varmış.
Şimdi tekrar sureye gelelim ve dersimizi bitirelim. Tekasür Suresine. İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla. Çoğaltma yarışı sizi oyaladı, kabirleri boylayıncaya kadar. Hayır, gün gelecek anlayacaksınız. Hayır, hayır, gün gelecek anlayacaksınız. Hayır, keşke kesin olarak anlasaydınız bu yarışın anlamsız olduğunu. O cehennemi kesin olarak göreceksiniz. Sonra onu gözünüzle zaten göreceksiniz. Sonra o gün elinizdeki nimetlerden sorguya çekileceksiniz.