Euzu billahi mineş şeytanir racim,
Bismillahirrahmanirrahim.
Bugün yine Tegabun suresinde, surenin son ayetlerindeyiz. 14. Ayetten itibaren okuyalım. Elimizdeki kuranı kerimin 558. Sayfası. Yanında kuran olmayanlar orada kuran var alabilirler.
“Ya eyyuhellezine amenu: müminler”
“İnne min ezvacukum ve evladikum aduvven lekum: şurası bir gerçektir ki eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır”.
“Fahzeruhum: onlara karşı dikkatli olun”
“Ve in ta’fu ve tasfehu: eğer bağışlar görmezlikten gelirseniz”
“Ve tagfiru: suçlarını örterseniz”
“Fe innallahe gafurur rahim: şüphesiz ki Allah da gafur ve rahimdir”. Allah da insanların suçlarını görmez ve onlara ikram da bulunur. Suçlarını bağışlar ve ikramda bulunur.
Şimdi burada bazı şeyleri iyi anlamak gerekiyor. Bir insan inancını değiştirebilir. Yani kafirken müslüman olabilir. Müslümanken kafir olabilir. Çünkü şartlar, beklentiler, arzular, hedefler değiştikçe insanların inancında da değişme olabilir. Nice dindar insanın zamanla dinden iyice uzaklaştığını görmek, nice din düşmanı olanların da zamanla dindar olduklarını görmek mümkündür. Çünkü dindarlık ve dinsizlik kişinin kendi kararıyla ortaya çıkar. Fakat bir insan inancını değiştirdiği için eşini, çocuklarını, çevresini, akrabasını değiştiremeyebilir. Yani bu inanç değiştirmek kadar kolay değildir. Evet ayrılma konusunda herhangi bir problem yok. Bak ne diyor AllahTeala; şurası bir gerçek ki eşlerinizden ve evladınızdan size düşman olanlar vardır. Yani aynı inancı paylaşsanız bile sizi düşman görebilir. Mümkün bu, olur. E peki ne yapacağız? Yapacağımız şey;
“fahzeruhum: onlara karşı dikkatli ol”. Kendinizi koruyun.
“Ve in ta’fu tesfehu: ama affeder yanlışlarını görmezlikten gelir”,
“Ve tagfiru: ve bağışlarsanız”,
“Fe innallahe gafurur rahim: bilin ki Allah da gafurdur ve rahimdir”. Allah da çok bağışlar ve çok da ikramı vardır. Bağışlamakla kalmaz ikramda da bulunur. Yani AllahTeala’ını size öğütlediği budur.
Şimdi bizim geleneğimizde çok farklı şeyler var. Fıkıh kitaplarımızda şu vardır; karı kocadan bir tanesi eğer kafir olursa nikah derhal düşer. Yani artık bunlar birbirlerine yabancı olurlar. Kadın kafir olursa yada koca kafir olursa aralarında nikah kalmaz. E şimdi inanç da öyle bir şeydir ki insanlar yani kısa süreliğine dinden çıkıp tekrar girebilirler. Böyle şeyler olabiliyor. İnsan dinden çıkmasını gerektiren bir suç işleyebiliyor, bir müddet sonra ben ne yaptım deyip pişman oluyor. Sonra bakıyorsunuz ki tekrar tevbe etmiş ve müslüman olmuş. E peki nikah düştüyse tekrar kendiliğinden geri gelmez. Öyle olunca da tutarlar nikah tazeleme diye bir uygulama yaparlar. Bazı camilerde bakarsınız perşembe günleri genellikle nikah tazelenir. O nikahı tazeliyenler de onu arapça olarak söylerler, cemaat de bir şey anlamaz. Zannederler ki dua yapıyor. Amin falan der bazısı. Bazısı tekrar eder. Ne oldu, nikah tazeledik.
Şimdi evvela şunu çok iyi bilmek zorundayız ki karıkocadan birinin kafir olmasıyla nikah düşmez. Öyle bir şey yok. Karı kocadan birinin kafir olmasıyla nikah düşmez. Onlar birbirlerine yabancı hale gelmezler. Dolayısıyla nikah tazelemeye hiç bir zaman ihtiyaç yok. Çocukluğumda Erzurum’da büyük bir camii vardı, Lala Paşa camii. O camide vaaz dinlemeye gidiyordum. Vaaz dinlemeyi çok severdim o zaman. E biraz da arapça öğrenmiştik tabi. Şimdi vaiz bir eski müftü. Vaazın sonunda derdi ki; “Allahumme inni uceddulul imane ve nikahe bi kavli la ilahe illallah Muhammeden resulullah: ya rabbi la ilahe illallah Muhammeden resulullah diyerek imanımı ve nikahımı tazeliyorum”. Tabi o zaman pek bir şey anlamıyordum ne demek istiyor bu adam yani. Şimdi tamam, la ilahe illallah ile iman tazelenir de nikah nasıl tazeleniyor. Değil mi yani. Nikah tazelenir mi la ilahe illallah ile. Millet de ondan tekrarlayıp söylüyorlardı. Sonra bazı camiilerde gördük. Şimdi bizim bitişiğimizde bir cami vardı. Oranın bir imamı var iki eşinin olduğunu söylüyorlardı. Bir de müezzini var yarım eşi var. Yarım eşi dememin sebebi şu; adamın eşinin kalbi delik iki adım yürüyemiyor, yani o manada. Şimdi imam perşembe günleri nikah tazeliyor. Diyor ki; “uşhidikum zevvectu zevceteyye imraateyye iyyaye”. Bir de cemate de tekrar ettiriyor. Benimle beraber tekrarlayın diyor. Herkes de tekrarlıyor. Uşhidukum zevvectu zevceteyye imraateyye iyyaye”. Manası şu: sizi şahit tutuyorum, benim iki eşimi kendime nikahladım. Orada bekarlar da aynı şeyi söylüyor. Bizim müezzin de aynı şeyi söylüyor. Esas işin tuhaf tarafı imam izinli olduğu zaman perşembe akşamları müezzin de aynı şeyi yaptırıyordu. Geçiyor diyor ki; uşhidukum zevvectu zevceteyye imraateyye iyyaye; sizi şahit tutuyoru, iki eşimi kendime nikahladım. Hakikaten tam bir, bak gülüyorsunuz. Gerçekten gülünecek bir olay. Bu mubarek din böyle gülünç şeylere fırsat verir mi? Ama veriyorlar.
Şimdi gerçekten milletin ezberini bozmaya başlafık. İyi mi kötü mü? Eh,bazıları için kötü olabilir. Bunun kötü yansımaları da olur. Şimdi bir yerde bu hafta bir toplantı da iki konuşma dinledim. Kuranı kerime göre fetva çıkarmaya çalışıyor. Biraz acemice olduklarını gördüm ama başlangıçta öyle olur ama sonra yavaş yavaş düzelir. E bu acemice tavırlar içerisinde bir takım yanlış fetvalar da olur. Ama önemli olan şu; kurandan çıkarılacak yanlışlık şimdiye kadar gelenekte kemikleşmiş yanlışlıklarla kıyas kabul etmeyecek kadar az olur. Onlar da yavaş yavaş metodu kavrarlar ve yanlışlar yok denecek kadar azalır. Ama şimdi bakın akşamdan sabaha eş değiştirmek kolay mı? Bir adam bir kere evleninceye kadar canı çıkıyor zaten, kadın yada erkek. E ama akşamdan sabaha insan inancını değiştirebiliyor. Şimdi kuranı kerimde firavunun eşi örnek verilir. Firavun kafir, eşi mümin müslüman bir hanım. Asiye. Nuh(as) ile eşi örnek verilir. Nuh(as) bir peygamber eşi kafir. Kuranı kerimde kafirlerle evlenme hiç bir şekilde tavsiye edilmez. Ama kafirlerle evlenildiği takdirde nikahın geçersizliğine dair herhangi bir ayet yok. Bir ayeti kerimeyi bağlantılarından kopararak delil alırlar
“La hunne hıllun lehum: Mumtahine 10. Ayeti. Bu ayet tamamen kadınların boşanma hakkı ile ilgilidir. Bağlantısından koparırsanız öyle olur. Yani kadının boşanma hakkını elde etmesinden, kararını vermesinden sonra kocasının ona artık helal olmadığını ifade eden ayeti, kadınların boşanma hakları zaten ellerinden alındığı için fıkıhta, e bu ayeti nerede kullanacaklar? Bu ayeti işte karı kocadan biri kafir biri müslüman olursa birbirlerine helal olmaz diye böyle cımbızlamasına alarak fetva verirler. Peygamber(sav)’in kızı zeynep azılı din düşmanı olan Ebul As ile evliydi. Peygamberimiz Bedir savaşında Ebul As’ın esir alnması üzerine kızını geri göndermesi karşılığında onu serbest bırakmıştı. O da kızını Mekke’den Medine’ye gönderdi. Hicretin 7. Yılında Ebul As müslüman oldu ve geldi hiç bir nikaha gerek kalmaksızın eşiyle yaşamaya devam etti. Peygamber(sav)’den müslüman olan bir kadın için kocan da müslüman oldu mu diye sorduğu yada müslüman olan bir erkek için hanımın da müslüman oldu mu diye sorduğu vaki değil. Bu sebeple aralarını ayırdığı bir kimse yok. Ama ayırmadığı kişiler çok. E şimdi bu kitap ve sünnetin şahadetiyle ortada olan, çok açık olan hükümlere rağmen fıkıh kitaplarında bu var. Şimdi bu ne demek? Bugün bütün dünyada insanlar islama yöneliyorlar. Her tarafta var. Ama bu yönelişte evlilere deniyor ki; sakın ha müslüman olmayın. Manası o bunun. Çünkü karı kocadan biri müslüman olur, öbürü kalırsa aile bozulur. Müslüman olana diyorlar ki; sen artık eşinle zina eder hale geldin. O da tabi acayip bir hal. Ne yapsın şimdi? Onun için bu konularda doğruları söylemek zorundayız. Elhamdulillah yavaş yavaş da yayılmaya başlıyor. Yani kuranı kerime göre yeni bir sayfa açtık Allah’a çok şükür, bu sayfa üzerine devam ediyoruz. Hamdolsun şimdi bu salonu dolduruyorsunuz siz bu sıcak temmuz akşamı. Fakat yani edindiğimiz bilgilere göre bu kuranı kerimün etkisi çok geniş bölgelere yayılıyor. Mehmet hoca nerede. Oradasın. Sana Kaşgar da mı sordular geçen anlattığını. Kaşgarlı Mahmud’u bir çoğunuz bilirsiniz. Ben şimdi senden aklımda kalanları anlatacağım da detaylar sendedir tabi. Mehmet Hoca bizim vakıftaki hocalardan. Kendisi esasen Doğu Türkistanlı. Memleketine gidip akrabalarını ziyaret etti. Geçen hafta yoktun değil mi? Yoldaydın belkide. Geldiydin ama buraya gelmemiştin. Tamam. Kaşgar’a gidiyor. Kaşgar esasen senin memleketin değil değil mi? Sen Karakaşlısın. Kaşgar 500km kadar uzakta bir yer. Oraya gidiyor orada Mehmet hocaya burayı soruyorlar. Bizim burada yapılan çalışmaları soruyorlar. O da acaba ne diyecekler diye yani Mehmet hocanın burayla ilgili olduğunu bilmiyorlar da Türkiye’den geliyorsun senin oradan haberin varmı diye soruyorlar. Ve burayla ilgili epeyce bir şey biliyorlar değil mi? Bayağa bilgi sahibi olmuşlar. Sonra konuşuyorlar ve diyorlar ki; peki biz oradaki bilgilere nasıl ulaşabiliriz? Çok da memnun oluyorlar değil mi? Konuşmadan sonra. Oradaki bilgilere nasıl ulaşabiliriz? Mehmet hoca da diyor ki internet vasıtasıyla ulaşırsınız. Bizim burada internet yok. Yani demek ki internet olmadığı halde, internete uzak bir bölge olmasına rağmen burada yapılan çalışmaların etkisi işte, kaç günde gittin sen buradan oraya? Sadece gidiş 5 gün mü? Beş günde gittiği yerde ki bunun büyük bir kısmı uçakla sonra karayolu vasıtasıyla. Buradan Kırgızistan’a kadar uçakla değil mi? Ondan sonrası da karayoluyla. Ki Kırgızistan ile Türkiye arasında 6 saatlik bir saat farkı vardır. O kadar uzak bir yer. Bende gittim biliyorum orayı. Yani C.Hakk etkisini halk ediyor hamdolsun, çok şükür. Ama bu doğruları söylemek zorundayız. Bunu şunun için söylüyorum; etrafın şeyine bakmayın, siz birer doktor gibi doğruları söylemeye devam edeceksiniz. Hastaların rahatsızlığı ne kadar fazlaysa doktora o kadar çok hakaret ederler. Ama ne zaman da iyileşirlerse bu defa da bir tepsi baklavayla doktorun yanına gelirler. Onun için siz birer doktor gibi kuranı kerimi iyi anlayarak, tamı tamına da uyarak insanlara Allah’ın kitabını anlatın sizin karşınızda bir kişi olabilir ama şundan emin olun ki etkisi o bir kişi ile kalmaz. Çünkü bu Allah’ın kitabıdır. Allah’ın kitabı o kadar etkili birşeydir ki o kişi etkilenmese bile bu bir yağmur gibidir. O taş olsa bile onun üzerinden kayar onun etrafındaki toprak parçasında bitkiyi bitirir. Yani etkiyi C.Hakk şey yapıyor.
Şimdi tekrar ayeti kerimeye gelelim.
“Ya eyyuhellezine amenu inne min ezvacukum ve evladikum fahzeruhum: eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır, onlara karşı dikkatli olun”
“Ve in ta’fu ve tesfehu: affeder görmezlikten gelir”
“Ve tagfiru: ve bağışlarsanız” yani kusurlarına bakmazsanız
“Ve innallahe gafurur rahim: şunu da billin ki Allah da bağışlar üstelik de ikramda bulunur”.
Bu arada küçük bir haber daha vereyim ilaveten; bu hafta gene diğer bir arkadaşımız Mekke’den geldi. Bir haftalığına gitmişti, on günlüğüne. Mekke’de de buradaki çalışmalar bayağa tartışılıyormuş. Kuranı kerimle gittiğiniz zaman gerçekten çok etkili oluyorsunuz.
“İnnema emvalukum ve evladukum fitneh: şunu bilin ki evladınız ve mallarınız birer fitnedir”(TEGABUN 15). Yani birer imtihan vesilesidir. Yani bu dünyada mal sahibi olmak istersiniz, evlat sahibi olmak istersiniz, tamam bunlar çok güzel şeyler. Ama bunların herbirisi birer sıkıntı birer imtihan kaynağıdır. Evladınız, yakınlarınız sizi cehenneme de götürebilir cennete de götürebilir. Yani bazı insanlar onları razı edeceğim diye Allah’ın rızasını kaybederler. Bunu asla kaybetmemek lazım. Bizim için esas olan Allah’ın rızasıdır. Bir numara o dur. Diğerleri ondan sonra gelir. Bazı insanlar mal kazanacağım diye kendilerini feda ederler. Gecelerini gündüzlerini kaybederler, namaz kılmazlar, bir takım ibadetlerinden fedakarlıkta bulunurlar fakat o mal kendilerine yaptığı kadar hizmet yapmaz. Onun için hiç bir zaman mala mağlup olmamak lazım. Bu dünya sırtına binmek için yaratılmıştır. Bu dünyanın sırtına binerseniz rahatsınız ama dünyayı sırtlanmaya kalkarsanız yandınız. Dünyayı sırtlanmayacaksınız. Dünyanın sırtına bineceksiniz.
“Vallahu indehu ecrun azim: Büyük ücret AllahTeala’nın yanındadır”TEGABUN 15). Yani asıl alacağınız karşılık Allah’tandır. Onu siz almaya çalışın.
“Fettekullahe mestea’tum: gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkun. Gücünüz yettiği kadar nedir? Şimdi mesela ramazanda oruç tutuyoruz değil mi? Yolcu olur yada hasta olursa ne yapar? Oruç tutmayabilir. İşte gücü yettiği kadar budur. Namaz kılıyoruz, ayakta kılamayacak durumdaysak oturduğumuz yerde kılacağız. Gücümüz yettiği kadar budur. Oturduğumuz yerde kılamıyorsak bir yere yaslanarak kılacağız. Ne kadarına gücümüz yetiyorsa o kadarını yapacağız. Ayeti kerimede de var;
“Ve in hıftum fe ricalen ev rukbana”(BAKARA 239) eğer korkuyorsanız bir yerde de gidiyorsunuz, korkunuz var. Hangi korku olursa olsun. Gideceğiniz yere yetişememe korkusu olur, yağmur korkusu olur, karanlığa kalma, her şey olabilir. Çünkü korku kişilere göre değişir. Korkunun ortak bir tanımı olmaz. Birisinin çok korktuğu şey diğeri için zevk sebebi olabilir. Mesela şimdi, sabahleyin camiden gelirken görüyorum, ileriden bir köpek gözüküyor. Birisi bu sokağın başından çıkıyor taa uzaktan bağırıyor; hoşt hoşt hoşt. Çünkü adam korkuyor. Şimdi o öyle bağıra bağıra duruyor sağda solda kendini saklamaya çalışıyor, arkadan bizi görünce biraz cesaretleniyor biraz yürümeye başlıyor falan. Zavallı hayvan şaşırıyor bu adam ne diyor diye acaba. Ondan sonra bir başkasını görüyorsun aynı köpeği görüyor çağırıyor yanına başlıyor köpeği sevmeye. Birisinin korktuğu diğeri için farklı bir şey. Dolayısıyla korkunun bir tanımı olmaz. Herkes kendine göre korkuyu tanımlar.
“Fe in fıhtum fe ricalen ev rukbana: eğer korkarsanız namazınızı yürüyerek kılabilirsiniz yada binili olarak kılarsınız”(BAKARA 239).
– Şimdi otobüste geliyoruz otobüs durmuyor efendim. O zaman dur kardeşim burada ben ineceğim, ben başka otobüsle gelirim, namazımı geçiremem.
Hiç gerek yok öyle kabadayılaşmaya. Durmuyorsa durmaz, o zaman otobüsün gidişine oturduğun yerde kıl namazını.
– Ya abdest yok!
O zaman bir toz bulursun, toprak parçası yada binmeden yanına ihtiyaten hemen bir teemmüm al otobüsün gidişine namazını kıl. Ne diyor çünkü AllahTeala;
“Fe in fıhtum fe ricalen ev rukbana: korkuyorsanız yürüyerek namazını kıl, yolda giderek”(BAKARA 239). Hem varacağım yere varmam lazım hem de namazımı geçirmemem lazım diyorsan yürüyerek kıl. Yada vasıtaya binmiş olarak. İşte gücünüzün yettiğince Allah’tan korkun bu. Yani ne kadarına gücünüz yetiyorsa onu yapın. Gücünüzün yetmediğinden Allah sizi sorumlu tutmaz zaten.
“La yukellifullahu nefsen illa vus’aha: Allah hiç kimseyi gücünün yettiğinden fazlasıyla sorumlu tutmaz”(BAKARA 286)
“Vesmeu: dinleyin”
“Ve atiu: ve itaat edin”(TEGABUN 16). Yani Allah’ın kelamını dinleyin, Allah’ın peygamberini dinleyin, doğruları dinleyin ve itaat edin. İnsan öğrenir de yapmazsa yine bir faydası olmaz. Yani çok iyi yemek pişirmesini bilyorum diyor diyelim bir hanım. Tamam doğrudur. Ben aşçılık yarışmasında dünya birincisi olmuştum. Doğrudur. Yemek pişirmezsen senin birinciliğini ben ne yapayım. Pişir de görelim değil mi? Dolayısıyla efendim ben bu dinin kurallarını çok iyi bilirim! Tamam. E uygula. Bildiğin kadarını uygula ki bilmediğini de öğrenebilesin.
Şimdi bu arada hatırlatayım, dersimizin ikinci bölümünde soru cevap faslı başlayacak. Ataullah kaydetmeye başladı soruları. Demek ki geliyor. Soru soranlar için sü[email protected] adresine sorularını sorsunlar internetin başında dinleyenler. Buradaki sizler de sorularınızı sormak için burada arkadaşlarımız kağıt hazırladılar. Yanınızda kağıdınız yoksa o kağıtlara sorularınızı yazabilirsiniz. Tabi konuşma sırasında da soruları cevaplandırırken de soru sorabilirsiniz de bazen zaman dar olunca elimizdeki yazılı soruları cevaplamak için sizin sözlü sorularınızı alamıyoruz. O bakımdan yazılı soruları sıralamaya koyuyoruz da sözlü sorular sıralama dışı kalıyor. Bazen sıra gelmiyor. O bakmdan böyle bir uyarıda bulunmuş olayım.
“Ve enfiku hayran li enfusikum”
“Ve enfiku: harcamada bulunun” infakta bulunun. Sizin için hayırlı olsun. Yada kendinize ait malları harcayın. O da olabilir. ENFİKU’nun mefulu yaparsınız HAYR kelimesini. Hayr kelimesi mal manasına da gelir. “Ve enfiku hayran: mal harcayın” “li enfusikum: kendinize ait olan”. Yani kendi malınızdan harcamada bulunun. O mana da verilebilir. Yada “enfiku yekun hayran le enfusikum” da olabilir. Harcamada bulunun Allah yolunda harcayın ki sizin için hayırlı olsun.
“Ve men yuka şuhha nefsihi: kim nefsinin cimriliğinden korunursa”. İnsanların yaratılıştan bir cimriliği vardır. Onun için kuranı kerimin hiç bir ayetinde mal biriktirin diye bir ayet yoktur. Çünkü o mal biriktirme insanın tabiatında var zaten. Onu söylemeye gerek yok. Ama kuranı kerimin çok sayıda ayetinde harcayın vardır. Harcamak biraz zor gelir. Tabi o zoru Allah rızası için başarabildiniz mi çok güzel bir noktaya gelmiş olursunuz.
“Ve men yuka şuhha nefsihi: kendi nefsinin cimriliğinden kim korunursa”
“Fe ulaike humul muflikun: işte onlardır umduklarına kavuşacak olanlar”(TEGABUN 16 ). Bu cimriliğin hiç kimseye faydası olmaz. Çünkü bu malı veren Allah diyor ki harca. Harcarsanız daha çok verir. Diyor ki;
” Le in şekertum le ezidennekum”: şurası kesin diyor AllahTeala; “eğer şükrederseniz kesinlikle arttırırım”(İBRAHİM 7). Yani eğer siz size verilen malı Allah’ın istediği gibi kullanırsanız, kendi nefsiniz için kullanın bunda hiçbir sakınca yok. En temizinden giyinin. En temizlerden yiyin. Kendinizi bir kenara atın değil. Öyle fakirizm falan yok müslümanlıkta. Ama başkalarına da verin. Başka insanlara da Allah rızası için verin. AllahTeala “Vela tec’al yedeke maglulaten ila unukıke: sen elini boynuna bağlı yapma”(İSRA 29). Yani türkçe tabiriyle cebinde yılan olmasın. Her dilin kendine göre bir kullanım şekli vardır. Arapçada elini boynuna bağlama: şimdi böyle duruyor, böyle olunca ya elim cebime gitmiyor kardeşim burada para yok, ne yapayım kusura bakma der gibi. Bazıları da işte cebinde yılan olmasın der türkçemizde. Değişik tabirler vardır. Böyle olma.
“Ve la tebsutha kullel bastı: büsbütün de açma elini”. Yani herşeyini de verme. Sana da bir şey kalsın. Herşeyini verirsen
“Fe tak’ude melumen mahsura”(İSRA 29) bu defa herşeyini verirsin sana harcayacak bir şey kalmaz, ya tüh gördünmü? Şimdi para da yok karnımız da aç, iş güç de yok ne yapacağız? Kendi kendinizi ayıplar ve sıkıntılar içerisinde kalırsınız. Böyle değil. Ne büsbütün saçıp savurmak var ne de eli sıkı olmak var. İkisinin ortası.
“İn tukrıdullahe karden hasenen yudaıfhu lekum: eğer Allah’a güzel bir borç verirseniz o size onu kat kat geriye verir”(TEGABUN 17).
Yani şimdi faize mal verenler var biliyorsunuz. Veriyor, yüzde kaç? 10, 20 tamam iyi. Peki yüzde yüz, yüzde ikiyüz, yüzde üçyüz faize veren duydunuz mu hiç? Yok! Allah öyle istiyor. Bana borç verin diyor ben size bunların katlarını iade edeyim. Yüzde kaç? Onu söylemiyor, katlarını. Kaç kat olduğunu söylemiyor. Sizin samimiyetinize göre. Borç diyor, çünkü borcu geri almak üzere veririz değil mi? E sen Allah rızası için veriyorsun. Aslında görünürde gidiyor. Birisine borç verdiğin zaman falanca gün ödeyeceksin diye bir anlaşma yapıyorsun. Ama Allah’a borç verdiğin zaman öyle bir anlaşma yok. Yani Allah rızası için birisine bir yardımda bulunduğun zaman. Allah’ın dini için yardımda bulunduğun zaman; bunu yapın diyor Allah’a böyle bir karzı hasen verirseniz, karzı hasen; yani verirken yanlız Allah rızasını gözeterek verdiğiniz şeydir, başka bir şeyi değil. Yardım yaptığınız yerden bir teşekkür beklemeyeceksiniz. Çünkü yanlız Allah için veriyorsunuz. Öyle yapın Allah size bunun katlarını versin. İade etsin. Başka,
“Ve yagfir lekum: bir de sizi bağışlasın ayrıca”. Günahınızı da bağışlasın.
“Vallahu şekurun halim: çünkü Allah şekurdur”(TEGABUN 17). Yani Allah daha çok teşekkür eder insana. Hani diyor ya “İn şekertum le ezidennekum” diyor değil mi? “Siz şükrederseniz elbette arttırırım”(İBRAHİM 7). Allah size sizin şükrünüze daha büyük teşekkürle karşılık verir.
Ve halimdir. Yumuşak davranır. Ve sizi bağışlar.
Şimdi bir ayeti kerimede AllahTeala diyor ki;
“Yemhakullahur riba yurbis sadakat: Allah ribayı daraltır sadakaları genişletir”(BAKARA 276).
Şimdi şöyle bir düşünün. Şimdi ayeti kerimede C.Hakk diyor ki; Allah faizi daraltır sadakaları genişletir. Şimdi şurayı, ne kadar kişi var? Diyelim ki 100 kişi olsun şimdi burada. Bu yüz kişiden herbirinin diğerine 100 lira borcu olsun. Toplam borç kaç lira eder? 100 çarpı yüz ne yapar? 10 000 eder değil mi? Onbin lira. Eski şeyle on milyar lira. Şimdi herkesin yüz lira borcu var diğerine. Ben şimdi çıkarıyorum buradan Enes hocaya yüz lira veriyorum Allah rızası için. Şimdi Enes hoca, Servet hocaya olan borcunu öder. O ordan Mehmet beye, o oradan öyle, öyle o parayı o ona, o ona derken en son kişi de gelir Enes hocaya olan borcunu öder. Bir kaç dakika sonra burada hiç kimsenin borcu kalmaz değil mi? Öyle olmaz mı? Herkesin borcu biter. Sonuçta Enes hoca da eğer borcu varsa onu bana öder, benim o verdiğim yüz lira cebime geri gelir. Nedir, yaptığım ne? O yüz lira on dakikalığına cebimden çıkmış oldu, o kadar. Yada yarım saatliğine. Yarım saatliğine çıktı ama bu kadar insanı dolaştı yüz kişinin problemini çözdü, öyle değil mi? E şimdi bunu bütün toplum olarak düşünürseniz para birisine gittiğizaman birisine işçi ücreti olarak gider, öbürüne ekmek parası olarak gider, öbürüne meyva parası gider, öbürüne şu, öbürüne bu…kimin yanına giderse onun işini görür, ondan sonra öbür tarafa gider. Para öyle bir şey ki kendini yiyemezsin, elbise gibi giyemezsin, hiçbir fiziki ihtiyacını karşılamaz. İhtiyacını karşılamak için sen onu başkasına vereceksin, o ona, o ona öyle gidecek. Ama şimdi burada diyelim ki onbin lira para var. Herkesin toplam parası bu, salondaki toplam para onbin lira olsu. Siz ona onmilyon lira deyin, biraz rakamı yükseltelim. Yeni türk lirasıyla onmilyon olsun. Şimdi şurada bir banka kursak. Onmilyonla siz alış veriş yapıyorsunuz, işinizi görüyorsunuz,dükkana gidiyorsunuz, çünkü elinizde para var ondan ona, ondan ona. Ama şuraya bir banka kursak. Bu onmilyon liranın iki milyon lirasını bu bankaya mevduat olarak yatırdığınızı düşünün. Piyasadaki para kaç liraya düşüyor. Sekiz milyona düşüyor. Bu defa piyasada dolaşan para azalıyor o anda. Artık bu para bu bankadan kısa süreli olarak piyasaya girecek çıkacak. Ama girdiği zaman işte şimdiye kadar diyelim bin kişinin cebindeki paraydı şimdi iki üç kişinin cebine girip çıkacak. Bin kişinin cebindeki iki milyon lira bu defa üç beş kişinin cebindeki iki milyon olacak. Şimdi bu dengeyi bozacak mı bozmayacak mı? Bozacak değil mi? Piyasaya iki milyon lira olarak girecek faiz %10’sa iki milyon ikiyüzbin olarak çıkacak. Bu defa piyasadaki para yedi milyon sekizyüz bine düşecek değil mi? Bir giriş çıkışta. İkici, üçüncü, beşinci derken bir müddet sonra milletin cebinde para kalmayacak. Budefa bakkal dükkanını kapatmak zorunda kalacak. İnsanlar iş yapamaz hale gelecek, daralacaklar. Ve bir müddet sonra burada artık yaşanmaz deyip buradan başka yerlere göç etmeye başlayacak insanlar. Şimdi ne oldu faiz ne yaptı piyasayı? Daralttı bakın. Yaşanmaz hale geldi. Milletin boğazını sıktı. Halbuki onun yerine bir yüz lira sadaka olarak girince herkesi nasıl mutlu etti değil mi? Nasıl rahatlattı. Onun için yeryüzünde faizi ancak faizin ne olduğunu bilmeyenlere karşı insanlar savunabilir. Faizin savunulacak hiç bir tarafı yoktur. Çok kısa süreli geçici bir rahatlama, ondan sonra da sonu gelmez sıkıntılar. Onun için AllahTeala diyor ki; kim Allah’a karz-ı hasen verirse, hayır hasenatta bulunursa Allah ona katlarını verir.
Bir de faiz,parasını faize verenler hep elinde fazla parası olan insanlardır. Faizli parayı kullananlar da, parayı topluyorsunuz, elinde para olanlardan topluyorsunuz o parayı da tekrar geri verme garantisi verenlere verir bankalar. Başkasına vermez. Onun için yüz lira borç verirse iki yüz lira teminat ister. O teminatı veremeyenlere vermez zaten. O zaman para ne olur? Sadece zenginler arasında dolaşır. Fukaradan tamamen çekilir. Halbuki sadaka, zekat verdiğiniz zaman zengine mi veriyorsunuz? Fukaraya veriyorsunuz değil mi? Fukaraya verdiğiniz zaman o fukara onunla gelip sizin dükkanınızın müşterisi oluyor. Falan yerde borcunu ödüyor, filan yerde gidiyor iş yapabiliyor, harekete geçiyor ve toplum top yekün gelişmenin ve zenginleşmenin yoluna giriyor. Aslında müslümanların iktisat ile ilgili kısımları çok zayıf. Türkiye’de ve diğer yerlerde iktisat dendiği zaman hep batının faizli iktisadı anlaşılır. O biriktirmeye yönelik bir iktisattır. Onun için adına kapitalizm denir. Ama islamdaki iktisat biriktirmeye değil harcamaya yönelik bir iktisattır. Çünkü esas olan harcamadır. Şimdi şu salon ağzına kadar para dolu olsa kimseye bir faydası olur mu paranın? Bu para piyasaya çıkar da dolaşırsa faydası olur değil mi? Dolaşmazsa hiç bir faydası olmaz. Tıpkı vücuttaki kan gibidir. Şimdi vücudunuzdaki kanı herhangi bir yerde bir süre bekletseniz ne olur? Çok ciddi sağlık problemi olur. Olmaz mı doktor bey? Kangren olur. Para da öyle. Parayı tutamazsınız, sürekli dolaşması lazım. Ama kapitalizm parayı tutmaya yönelik bir şeydir. Ama islamiyet harcamaya yöneliktir. Malı mülkü de düşünün. Ya sizin yiyeceğiniz belli,sınırlıdır. Yani karnınızı ne kadarla doyurabillirseniz o kadar. Halbuki bu yiyeceklere, giyeceğe, mala bütün insanların ihtiyaçları vardır. Onun için dolaşımına da mal dolaşımı, hizmet dolaşımı sürekli olmalıdır. Tıpkı nasıl kan midedeki hazmedilmiş yiyecekleri bağırsaklardan alıp, oradaki şeyleri, ne diyoruz ona? Emiyor oradan, vücudun her tarafına dağıtıyorsa para da aynı şekilde mal ve hizmetleri alıp ülkenin her tarafına dağıtması lazım ki ülke kalkınsın. Bakın bu faiz yüzünden küçük yerler hep boşalmıştır. İnsanlar hep büyük yerlere yığılmıştır. Anadolu bomboş İstanbul’da, büyük şehirlerde insanlar yolda gezerken birbirlerine çarpmadan gezemiyorlar. Hep bu yanlış ekonomiden dolayıdır. İşte müslümanların vazifesidir bu konularda çalışmak. Onun için hepimizin vazifesidir. Bu ilmi çalışma yapanlara yardımcı olmamız lazım. İslamı doğru dürüst anlatan, islamın iktisadıyla, hukukuyla, ahlakıyla, herşeyiyle insanlığa yol göstermesine yardımcı olmamız gereklidir.
“Alimul gaybi veş şehade: Allah gaybı bilir”. Yani görünmeyeni bilen Allah’tır. Görünenleri de o bilir. Biz görünenlerin ancak bir kısmını biliriz. Ve bizim bilgimiz son derece sınırlıdır. Allah’ın bilgisi tabi sınırsızdır.
“El azizul hakim: Allah güçlüdür ve doğru karar verir”(TEGABUN 18).