Bugün kuranı kerimin 64. Suresi olan Tegabun suresini okuyacağız. Tegabun demek karşılıklı olarak birbirini aldatmak demektir. Bu dünyada insanlar aslında ne yaptıklarının farkındadırlar. Karşılıklı olarak birbirini aldatıp yanlış durumlara düşebilmektedirler. Bu aldatmalarının gerçeği ahirette ortaya çıkacaktır. Her şey ortaya çıkacaktır. Yani bu dünyada insanlar birbirlerine yalan söylerler,bile bile yanlışın içerisine girerler ama yanlış yapmadıklarına dair de kendilerini de aldatmaya çalışırlar. Gerçek bütünüyle ahirette ortaya çıkacaktır.
Bismilkahirrahmanirrahim: iyiliği sonsuz ikramı bol Allah’ın adıyla.
Biliyorsunuz besmeleye çok değişik anlamlar verilir. En yaygın olanı: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla şeklinde olandır. Şimdi Rahman ve Rahim kelimesi türkçe olmadığı için aslında bu tercüme sayılmaz.
Rahman yanlızca Allah’ta olan bir özelliktir. Rahim Allah’ta da insanlarda da olabilir. Her ikisininde kökü rahmettir,merhamettir. Güçlü olan birisinin merhameti gereken yardımı yapmasıdır,ikramda bulunmasıdır. Allah da güçlü olduğu için Onun merhameti kullarına iyilikte bulunmadıdır. Rahman ve Rahim kelimeleri aradındaki anlam farkı sebebiyle rahmana öyle bir mana vermek lazım ki insanlar için o kelime kullanılamasın. Dolayısıyla biz buna iyiliği sonsuz şeklinde bir anlam verdik. Çünkü merhametten dolayı iyilik ve ikramda bulunuyor ama hiç bir varlık o özellikte olmamalı. İyiliği sonsuz dedik mi hiçbir varlığın iyiliği sonsuz değildir, bir noktaya kadardır ama AllahTeala’nın iyiliği sonsuzdur. Günahkar olan bir kul bile Allah’ın nimetleri olmazsa günahını işleyemez. İsyankar bir kul Allah’ın verdiği imkanlar olmazsa isyan edemez. Bu bakımdan AllahTeala herkese her varlığa sonsuz iyiliklerde bulunmaktadır.
Rahim kelimesine de “ikramı bol” diye anlam verdik. İkramı bol olma özelliği insanlar için de kullanılabilir. Bu bakımdan kelimenin arapça anlamına uygun bir anlam olarak rahmana iyiliği sonsuz, rahime ikramı bol manası verince besmelenin anlamı; iyiliği sonsuz ikramı bol Allah’ın adıyla başlarım şeklinde oldu.
“Yusebbihu lillahi ma fis semavati vel ard: göklerde ne var yerde ne varsa hepsi Allah’a boyun eğer”. Şimdi göklerde olanları anladık. Yerde olan insanın dışındaki canlılarıda anladık. Peki insan Allah’a boyun eğer mi? Yani kafirleri kabul edelim,firavunu,Ebu Cehil,Nemrutu bunlar Allah’a boyun eğer mi? Ulema arasında ihtilaf vaki oldu, bir gurubu eğer dedi bir gurubu eğmez dedi. İkisi de doğru. Eğer diyen de doğru söyledi eğmez diyen de doğru söyledi. Yani Firavun Allah’a boyun eğer mi eğmez mi? Allah’a boyun eğmeseydi ölmezdi değil mi? Öldü işte. Zorunlu kulluk var, gönüllü kulluk var. Zorunlu kulluk insanların mutlaka yapması gereken şeydir. İşte Allah istediği zaman dünyaya getirir, istediği cinsiyette getirir, istediği aklı imkanları verir. Bir de Allah’ın koyduğu kanunlara uymazsa insan yaşayamaz. Yiyecek, içecek, temiz hava alacak, vücudundaki kan dolaşımı Allah’ın koyduğu kurallara göre olacak.Gönüllü kullukta insanlar isyan ederler. Yoksa zorunlu kullukta bir problem olmaz.
“Le hul mulku: mülk onundur”. Mülk dediğimiz zaman aklımıza ne geliyor türkçede; mal, varlık. O zaman mülk onundur dersek gökler onun, yer onun, içinde bulunanlar, bütün varlıklar onundur. Peki şimdi şu bardak benim mülküm olsa bu bardakta istediğim gibi tasarrufta bulunabilirmiyim? Yani bu bardağı istediğim şekilde kullanabilirmiyim? İstersem atar kırarım değil mi? İstersem satarım. İstetsem kullanırım, istersem bir başkasına veririm. Ne demektir? Bu bardak üzerinde benim tam yetkim var demektir değil mi? Çünkü benim. İşte göklerin ve yerin mülkü de Allah’ın elinde olduğu için üzerimizde tam yetkisi vardır. İstediğini yapabilir, bu konuda ona hiç engel çıkaracak bir güç, varlık yoktur. Peki güçlüdür de nasıl davranır?
“Ve le hul hamdu: hamd da onundur”. Hamd şöyle: yaptığı şeyi güzel yapma manasına geliyor hamd. Ne yaparsa güzelini yapar. Yaptığını güzel yapma özelliği de yanlız Allah’da olur. Allah’ın dışındaki varlıklar bazı şeyleri güzel yapabilirler ama bazılarını da yanlış yaparlar değil mi? Hatta güzel yapayım derken hata da yapabilirler. Ama Allah’ın yaptığı her şey güzeldir. İyi yapar yaptığını. Yani mülk onun elindedir diye öyle yanlış işler de yapmaz. Ne yaparsa en güzelini yapar.
“Ve huve kulli şey’in kadir: O herşeye kadirdir.”
Şimdi bu “hamd” var, “şükür” var “medih” var. Bu kavramları iyi kavramak lazım.
Medih bizim türkçedeki övgüdür. Övgü. Adama diyorsun ki ya maşallah senin annen baban çok iyi, zengin, iyi eğitim görmüş, güzel bir aileye mensupsun. Bu şimdi bir övgümüdür? Övgüdür, adqmı övüyorsun. İyi bir aile çocuğu diyorsun değil mi? Peki o anne babanın çocuğu olmak bu kişinin tercihimidir? Aslında o zaman bu insanı övmüyoruz. Yani çünkü kendi yaptığı şeyden dolayı övmüyoruz. Diyorsunuz ki ya maşallah boyun uzun,düzgün bir vücudun var falan. Güzel de bu onun elinde mi? İşte bu sadece övgüdür buna medih denir. Şimdi deseniz ki adama maşallah çok güzel yazı yazıyorsun. O güzel yazıyı yazmak O kişinin fiilimidir? O kişinin fiili olduğu için bu da hamddir. Yani kişiyi yaptığı bir iyişeyden dolayı övüyorsunus. Kendi yaptığı fiilden dolayı övüyorsunuz. Mesela güzel bir yemek yapıyor bir hanım, ya maşallah ne kadar güzel yemek yapıyorsun diyorsunuz,bu bir hamddir. Şimdi o güzel yemeği siz yiyesiniz diye yapmışsa ya çok teşekkür ederim dersiniz. Bunu adı da şükürdür. Bir iyiliği sizin için yapmışlarsa bu şükürdür. Sizin için de yapmış olabilir başkası için de yapmış olabilir ama yaptığı şeyden dolayı birini överseniz bu hamddir. Kendi yapsın yada yapmasın herhangi bir şeyden dolayı överseniz bunun adı da medihdir. O zaman şükürde bulunduğunuz zaman, ya Rabbi sana şükür dediğiniz zaman Allah’a hem hamdetmiş olursun hem de Allah’ı meth etmiş olursunuz. Elhamdulüllah dediğiniz zaman da eğer size yapılmış bir nimetden dolayı, mesela yemek yediniz elhamdulillah dediniz; o hem şükürdür hem hamddır. Allah’ı methetme imkanı varmı? Yok. Niye yok? Allah ancak hamd edilir methedilmez. Şundan dolayı yok:Ne kadar yaratılmış olan varsa, ne kadar gördüğümüz görmediğimiz şeyler varsa hepsini yapan o. Onun yapmadığı bir güzellik bulamazsınız ki Onu methedesiniz. Yani şimdi şöyle anlatayım; kişiye diyorsunuz ki sen maşallah iyi bir ailenin çocuğusun ama iyi bir ailenin çocuğu olmak O kişinin elinde olan bir şey değil ki. Allah için böyle bir şey söz konusu olamaz. Bildiğimiz bilmediğimiz ne vsrsa hepsini yapan yaratan Allah olduğu için Allah ile ilgili yaptığımız her türlü övgü aynı zamanda hamddir. Herşeyi O yapmıştır. Onun için “lehul hamdu” dediğimiz zaman: her şeyi güzel yapma Allah’a mahsus bir özelliktir demiş oluyoruz. Ama Allah’ın dışındaki varlıklar bazı şeyleri güzel yapabilirler, bazı şeyleri de kötü yaparlar. Mesela Peygamberimiz(sav)’in de yanlışları kuranı kerimde yer alır. Ama AllahTeala’nın hiç bir yanlışı olamaz, öyle bir şey söz konusu değil. Bir şeyi biz belki şer gibi yanlış gibi görebiliriz ama bizim göremediğimiz çok hayırlı çok güzel tarafları vardır.
“Ve huve ala kulli şey’in kadir: Allah herşeye kadirdir”. Gücü herşeye yeter. Herşeyin ölçüsünü koyan O’dur. Standartları belirleyen O’dur. Her şeye bir ölçü koymuştur.
“Huvellezi halakakum: sizi yaratmış olan O’dur”.
“Ve minkum kafiru ve minkum mu’min: sonra bakarsınız ki sizin bir kısmınız Allah’ı görmezlikten geliyor ama bir kısmınızda Allah’a inanıyor,güveniyor”.
“Vallahu bima ta’melune basir: halbuki Allah yapmakta olduğunuz herşeyi de görüyor”(TEGABUN 2). İsyan edenin de ne yaptığını görüyor, itaat edeninde. İman edenin de ne yaptığını görüyor, kafir olanında. Herşey Allah’ın gözleri önünde cereyan ediyor. Ama insanlar farkında değil. Herşeyini borçlu olduğu Allah’ı görmezlikten gelir bir çok kimse.
“Halakas semavati vel ard: gökleri ve yeri o yaratmıştır”.
“Bil hakkı: hak olarak yaratmıştır”.
Şimdi bir vahdeti vücutçuluk var biliyorsunuz. Vahdeti vücutculuk yani tüm varlığın aslında tek bir varlık olduğu. Bunu farsça olarak hemo ost derler. Herşey O’dur. İnsanları Allah’ın bir parçası sayma mantığı vardır. Böyle olunca her şey tanrı haline gelmiş oluyor. Meşhurlardan birisine şöyle bir şiir mal edilir, gerçekten O demiş mi dememiş mi bilmiyorum;
Ve mel kelbu vel hıziru illa ilahuna
Ve mel ilahu illa rahibun fi keniseti
Köpek de domuz da bizim tanrımızdır diyor. Tanrı kilisedeki papazdır diyor. Şu vahdeti vücutçuluk dediğimiz odur. Bizim tasavvufun bir çok bölümünde yaygın bir şekilde inanılır. Her şey Allah’ın bir parçası. Dolayısıyla göklerin ve yerin bir hakikatı yok. İnsanların bir hakikatı yok, bunlar bir gölge. Gölgedir diyenler vahdeti şuhud. Gölgeyi de kabul etmeyenler vahdeti vücut. E herşey O olduğu zaman imanın da bir anlamı olmuyor küfrün de değil mi?
La mevcude illallah: Allah’tan başka bir varlık yoktur sözü işte vahdeti vücut. Bunu bazı yerlerde zikir şeklinde çekerler. Bir çoklarıda ne yaptığını bilmez. Tasavvuf kelimesinin tarifini soruyorsun, tasavvuf sufileşme. Sufi kelimesi yani bu kelimenin kökü arapçada yok. Herhalde yunanca Sufustaiye’den gelmiş oluyor. Filosofi yada. Felsefeden gelmiş bir şey. Arapçada tasavvuf diye bir kelime yok. Sonradan öyle bir kelime oluşturulmuş. Tasarruf başka. Tasavvuf. Şimdi bazıları da saflıktan diyor. O saflıkta sad-fa-vav önce sad, sonra fa, sonra vav gelir. Halbuki tasavvufta sad- vav-fa gelir. Yani fa vav dan sonra gelir tasavvufta. Onun için bazıları suhuuf kelimesinden gelir demeye getirirler. Yani yün; o zaman yünleşme. Yok hiç kimsenin öyle düşündüğü yok. Ondan dolayı, yok efendim yün hırka giyerlerdi de ondan. Sadece onlar mı giyiyor yün hırkayı herkes giyiyor. Onun için bu tamamen felsefenin bir başka şekilde ki belki ona safsata demek gerekir felsefe de değil. Sofisteiyenin şeyi ne? Laf ebeliği yani. Sofistaiye diyorlar; içinde bir şey yok ama bir laf ebeliği olan bir şey. Yani tasavvuf diye bir kelime arapçada yok. Daha kelimesi bile arapçada yoksa neyini araştırıyorsunuz? Sonradan sokuşturulmuş.
Neyse şimdi, derler ki bu göklerin yerin bir gerçeği yoktur derler. Peki Allah öyle mi diyor.
“Halakas semavati vel arda bil hakkı: gökleri ve yeri hak olarak,bir gerçek varlık olarak yaratan O’dur”. Demek ki gerçek varlıkmış. Muhittin İbni Arabi hepsi birdir der. İşte az önceki söylediğim şiiri ona mal ederler. Onu söylememiş olsa bile Onun inancı odur yani onda şey yok. Efendim İmam Rabbani’de bundan biraz farklı olarak vahdeti şuhud yani herşey Allah’ın gölgesidir, gölgeler alemi. O da herhalde Eflatun’dan mı geliyor? Eflatun’da öyle bir düşünce mi var? İdeler. (Salondan bir şey söylendi, anlaşılmıyor21:33 – 21:41 arası). Görüntü işte, gerçeği yoktur,onun bir yansımasıdır. İdeler. O zaman o biraz farklı şeyler. Neyse. Şimdi bunlar bu şekilde söylüyorlar ama AllahTeala ne diyor; gökleri ve yeri hakk olarak yaratmıştır. Gerçek bu. Sonra AllahTeala bizi muatap alıyor,emir veriyor, yasak koyuyor ceza veriyor. Bizde Allah’ın bir parçasıyız diyen insanlar, şimdi bu el benim parçamdır değil mi? Şimdi elime diyorum; şunu yaparsan seni keserim ha! Yapıyor, parmağımı kesiyorum. Bana ne derler? Deli derler başka bir şey demezler.
“Halakas semavati vel arda bil hakki: gökleri ve yeri gerçek olarak yaratmıştır AllahTeala”
“Ve sevverekum: ve sizin biçiminizi belirlemiştir”. Şeklinizi şemalinizi,suretinizi belirlemiştir.
“Ve ahsene severekum: ve suretlerinizide çok güzel yaratmıştır”. Şimdi bakın insandan daha güzel varlık yoktur, diğer varlıklarla karşılaştırın. Benzerlikler var mı? Mesela ceylanın gözlerini insana benzetebilirsiniz ama hiç ayaklarını başka taraflarını, tüylerini benzeten yoktur. Arslanın kuvvetini belki benzetme olarak alırsınız ama yırtıcılığını kimse benzetmek istemez değil mi? Bir de yeryüzünde medeniyet kuran tek varlık insandır. Bakın biz şimdi insanların icat ettiği aletlerle bütün insanlara hitap ediyoruz küçücük bir salondan. Bunu yapacak insandan başka bir varlık yoktur. Şimdi insan maymundan gelmiştir diyorlar, peki maymunun kurduğu hangi medeniyet var? Benzerliklerden hareket ediliyor. O da ayakta geziyor, bir takım şeyleri benziyor. Benzerlikten hareket edilmez farklılıktan hareket edilir. Hayvan ile insan arasında anatomi açısından tabiki benzerlik vardır. Yapı olarak benzerlik vardır da insanın farklılaşması ne zaman oldu biliyorsunuz. Ne zaman oluyor? Ana rahminde ruh üflendiği an oluyor. Yoksa anatomide bir farklılık söz konusu değil. Yani o önemli bir şey değil. Farklılık olabilir de önemli değil. Asıl farklılık ruh sahibi olmasıdır insanın. Maymun ile insan birebir benzeşse bile insanı asıl farklılaştıran ruh maymunda yok. Onun için şeyde”sümme cealekum halkan ahar” buyururken AllahTeala ana rahminde insana ruhun üflendiği anı bize haber veriyor.
“Ve ileyhil masir: dönüş de Ona’dır”(TEGABUN 3).
Şimdi bu materyalist anlayışta ruh ve kalp yok. Şümdi ruhu inkar etmezseniz insanın maymundan geldiğini iddia edemezsiniz. Önce ruhu inkar edeceksiniz ondan sonra işi tamamen anatomi, yani vücut yapısının benzerliğine indirgiyeceksiniz ondan sonra da artık bir takım şeyler söyleyebilirsiniz. Fakat bugün müslümanlar gerçekten çok zavallı durumdalar. Batılılar ellerindeki maddi imkanları kullanarak müslümanlar üzerinde müthiş bir propaganda gücüne sahip oldular. Bakın bizim çoluğumuz çocuğumuz, küçüğümüz,büyüğümüz herkes çılgınca ingilizce öğrenme gayreti içerisinde. Öğrense eline ne geçecek? Bir kaç tanesi belki bir iş bulacak o kadar. Ondan sonra bir insan çocuğunu batılı mekteplerde okuttu mu kendini mutlu hissediyor. Hele orada doktora master yaptınmı tamam. İşin hiçbir şekilde kabul edilemeyecek asla ve kata kabul edilemeyecek tarafı da batıya gidip tefsir doktorası, fıkıh doktorası, hadis doktorası, islami ilimler doktorası yapmaktır. Buna kesinlikle ve derhal son vermek mecburiyetindeyiz, bir saniye bile bekleyemeyiz. Arapçayı öğrenmez ingilizceyi öğrenir, sanki dini kaynaklar ingilizceymiş. Dinini daha doğru dürüst öğrenmeden gider orada fıkıh doktorası, tefsir doktorası, bilmem ne doktorası yapar gelir buraya ilahiyat fakültelerinde hoca olarak derse başlar. Ondan sonrada felaketin biri bin para. Sadece Türkiye’de değil her tarafta böyle. Bu batılılar kurana Allah’ın kitabı demezler Muhammed(sav)’i Allah’ın peygamberi olarak kabul etmezler. Böyle bir insanın yanında ne öğrenirsiniz? İşte bugün sıkıntılarımızın temellerinden birisi bu. Onun için bazıları din adına doktora yapar ruhun yokluğunu ıspat için. Bir çoklarıda unvan verirler. Öyle yaparsanız tabi ki islam ülkesinde insanın maymundan geldiğini rahatlıkla tartışabilirsiniz. Ruhu devre dışı bıraktıktan sonra gerisi kolay. Öyle yaparsanız şirkin bir anlamı kalmaz. Öyle yaparsanız kuranı tarihe hapsedersiniz. Peygamberimiz(sav) de tarihi bir kişilik olur. Çünkü batılı için kuranı kerim herhangi bir kişinin yazdığı kitaptır. Herhangi bir kişinin yazdığı kitap ta kendi imkanlarına ve şartlarına göre yazdığı birşeydir. O zaman kuran Muhammed’in kitabıdır diyorlar yani O yazmıştır diyorlar yada yazdırmış zihninde olanları. Şimdi bu mantıktaki insanlar Peygamberimizin okur yazar olmadığını da kabul edemezler. Çünkü onun yazması lazım . Yani sinekten yağ çıkarırcasına bir takım sonuçlara ulaşmaya çalışırlar. Hicri 7. asırda Mekke ve Medine şartlarına göre oranın tarihi, sosyal, kültürel imkanlarıyla yazılmış bir kitap. Efendim şimdi o kitap iyi, değerli. O kitaptan bazı prensipler alabiliriz ama hükümler alamayız. Çünkü önce Muhammedin kitabı olcak Allah’ın kitabı değil. Ve malesef batılıların bu fikri sanki doğru birşeymiş gibi bugün canla başla savunan savunuculara sahip islam aleminde. Ondan sonra da şunu net olarak söylüyorlar; kuranı kerim ile hiçbir probleminizi halledemezsiniz. Kuranı kerim sadece ninemin ramazanda hatim indirmesine yarar o kadar. Biz bunları halkın karşısına islam alimi pozisyonunda çıkan bazı kimselerin ağızından duyuyoruz malesef. Tabi halkın karşısında bukadarı söylenmez. Onun için müslümanların kuranı kerimi keşfetmesine çok büyük ihtiyaç var. Bu çok önemli. Allah’a şükür son derece rahat ve kendisine gayet güvenen bir şekilde hepsine de diyoruz ki; buyurun gelin tartışalım. Ama köşe bucak kaçıyor, toplantıları kendi aralarında yapıyorlar. Fakat kurtulamayacaklar. Kuranı kerimin okunduğu yerde bu fikirlerin hiç bir şekilde barınması mümkün değildir. Allah’a şükür Türkiye’de kuranı kerim okunmaya başlamıştır.
Bu pazar günü Süleymaniye Vakfı olarak Bolu’da bir toplantı yaptık. O toplantıya giderken doğrusu ben bir masanın etrafında oturacağız, bir kaç kişi konuşup geleceğiz diye düşünüyordum. Yani böyle 5-10 kişi olursa çok büyük bir başarıdır diye düşünüyordum. Mustafa Çavdar Bey onu da düşünmüyordu, beraber gittik. Onun o kadar da ümidi yoktu. Çünkü bir hafta önce oraya gitmişti o kadar da ümidi yoktu. Oraya gittik, buradan oldukça büyük bir salondu değil mi? Buranın iki katı büyüklükte diyebileceğimiz bir salondu. Ve buradaki cemaatten daha çok insan vardı orada. Bundan epeyce çoktu yani. En iyisi de gelenlerin her birisi gerçek anlamda dinlemek için gelmişti. Ve seçme bir topluluktu. Böyle sokaktan toplanmış bir topluluk değil. Sonuna kadar canı gönülden dinlediler ve bizi mutlu ettiler. Tabi onlarda son derece memnun oldular. Döndük geldik. Elhamdulillah kursnı kerim okunmaya başladı Türkiye’de artık bu yanlış düşüncelerin barınma ihtimali yok. Bugün olmasa da yarın bunlar yok olmak zorundalar başka çareleri yok. Hiç kurtuluş yok.
“Ya’lemu ma fissemavati vel ard: Allah göklerde ve yerde ne varsa onları bilir”
“Ya’lemu ma tusirrune ve ma tu’linun: gizlediğiniz şeyi de bilir Allah açığa vurduğunuzu da”.
İnsanların bir çoğu iki kimlik taşır. Birisi gerçek kimliğidir onu gizler. Birisi de açığa vurduğu kimliktir. AllahTeala’dan herhangi birisini saklamak mümkün değil.
“Vallahu alimun bi zatis sudur: Allah insanların içinin neye sahip olduğunu gayet iyi bilir”(TEĞABUN 4). İçinizde ne olduğunu çok iyi bilir Allah.
“Elem ye’tikum nebeullezine keferu min kablu: daha önce kafir olanları haberi size gelmedi mi,duymadınız mı başlarına neler geldiğini?”
“Fezaku ve bale emrihim: yaptıklarının vebalini tattılar”. Bu dünyada kaybettiler. Ahirette kurtulacaklar mı? Yok.
“Ve lehum azabun elim: onlar için acıklı bir azap da var”(TEĞABUN 5). Bu dünyada kaybettiler ama kurtulamadılar, acıklı bir azap da var onlar için.
“Zalike: bunun sebebi şu”;”fe ennehu kanet te’tihim rusuluhum bil beyyinat: onlara gelen elçiler açık açık delillerle gelirlerdi”.
“Fe kalu e beşerun heydunena: dediler ki bir adam mı bizi yola getirecek, bize yol gösterecek olan bu mu?”. Allah’ın emirleri olduğunu es geçerek sanki o insan kendisine çağırıyormuş gibi bir hava verdiler.
“Fe keferu: ve kafir oldular”
“Ve tevellev: yüz çevirdiler”
“Vestegnallah: AllahTeala da bunlara ihtiyacı olmadığını gösterdi”. Yani bazıları zanneder ki ben gidersem herşey kaybolu. E git, sen gitmiş olursun başka hiç bir şey olmaz. AllahTeala var. Allah’ın sana ihtiyacı yok ki.
“Vallahu ganiyyun hamid: Allah zengindir ve yaptığını da çok güzel yapar”(TEĞABUN 6).
Şimdi, insanların kafir olması nasıl? Bir örnek ortaya koyalım da tam olarak aklımıza yerleşmiş olsun.
Bakara suresi 159. Şimdi bakın bir kafirlik türü var burada. Bu kafirlik türü müslümanları bekleyen kafir türüdür. Çok dikkatle dinleyelim. Bizde genellikle bu tür şeyler söylenince hep dışarıdaki insanlar düşünülür,değil. Önce kendimizle ilgili düşünmemiz lazım. Çünkü hiç birimizin garantisi yoktur bu konuda. Önce kendimiz.
“İnnellezine yektumune ma enzelna min el beyyinati vel huda: indirdiğimiz açık ayetleri ve gerçeği gösteren ayetleri gizleyenler,görmezlik edenler”,
“Mim ba’di ma beyyennahu lin ninnasi fil kitabi: bu kitapta onu insanlara açıkladıktan sonra gizleyenler”. Şimdi kuranı kerimin bir çok ayeti malesef gizlenmiştir. Bir çok müslümana ayet okuduğunuz zaman şimdi onun zamanı değil, şimdi okuyupta ortalığı karıştırma gibi şeyler söyler ve rahatsız olur.
“Mim ba’di ma beyyennahu ninnasi fil kitabi: bu kitapta onu biz insanlara açıkladıysak vakti gelmiştir demek diyor değil mi? Ayet öyle diyor. Ondan sonra gizleyenler.
“Ulaike yel’anuhumullah: Allah onlara lanet edecektir”. Yani Allah onları dışlayacaktır.
“Ve yek’anuhumul lainun: lanet edeceklerde lanet edecek”(BAKARA 159). İnsanlar da dışlayacaklardır. Melekler de dışlayacaktır ki gelecek onlar aşağıda.
“İllellezine tabu ashu be beyyenu: ama tevbe eder, durumunu düzeltir ve ayetleri açıklarsa o başka.
“Ve ulaike etubu aleyhim: Ben onların tevbesini kabul ederim”.
“Ve enet tevvabur rahim: ben tevbeleri çok kabul edenim, ikramım da boldur”.
Ama o gizleyenlere ne diyor Allah bakın, Mehmet Bey dikkatle bakın. Gizliyor Allah’ın ayetini göstermek istemiyor. Bu falanlar için, bu filanlar için.. Bir ayet okuyorsun diyor ki o müşrikler için. İyi ya işte senin durumun ona uyuyorsa anla ki sen de onlardansın. Tamam elbette müşrikler için, durumu ona uyan o ayetin gurubuna girer. Yoksa insan anasından ne müşrik doğar, ne kafir doğar. Müslümanlığı kabul edecek şekilde doğar.
“İnnellezine keferu: o kimseler ki kafir olmuşlardır”. Yani ayetleri görmezlikten gelenler için söyleniyor. Onlara kafir diyor Allah bakın.
“Ve matu ve hum kuffaru: bu halde ölürlerse”
“Ulaike aleyhim la’netullahi: Allah’ın laneti onların üzerinedir”. Yani Allah onları dışlayacaktır.
“Vel melaiketi: meleklerin laneti de”. Onlar da dışlayacaktır.
“Ven nasi ecmain: ve tüm insanların laneti”(BAKARA 161).
“Halidine fiha: sürekli o lanet altında kalacaklardır”. Sürekli dışlanmış olarak kalacaklardır.
“La yuhaffefu anhumul azab: onlardan azap hafifletilmeyecektir”
“Ve la hum yunzarun: onlar gözetilmeyeceklerdir de”(BAKARA 162).
“Ve ilahukum ilahun vahid: sizin ilahınız bir tek ilahtır”
“La ilahe illa hu: ondan başka ilah yoktur”
“Errahmanur rahim: rahmandır ve rahimdir: iyiliği sonsuz, ikramı boldur”(BAKARA 163).
Demek ki Allah’ın ayetlerini gizlemek de neymiş? Kafirlik alametiymiş. Ya açıklayıp tevbe etmek gerekecek, yada o şekilde ölürse Allah da onu dışlayacak, insanlar da ve melekler de. (Salondan bir şey söylendi anlaşılmadı 43:40-43:50 arası).
Şimdi, Mehmet Bey diyor ki Allah’ın ayetlerini okuyoruz diyor. Hemen adam bir başka meşguliyet buluyor. Dükkandaysa rafları düzeltmeye kalkıyor, ne zaman gideceksin diye. Ya efendim çocuğuyla çoluğuyla meşgul oluyor, hep başka taraflara kayıyor. Şimdi bunun cevabını kurandan okuyayım sana. Hiç ben cevap vermeyeyim bak ne imiş.
Enam suresinin baş tarafını bir açın. 6. Surenin. 4. Ayet:
“Ve ma te’tihim min ayetin min ayati rabbihim: onlara rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmeye görsün”. Allah’ın ayetlerinden bir ayeti onlara okumaya gör.
“İlla kanu anha mu’rudin: ille de ondan yüz çevirirler”(ENAM 6). Oldu mu cevap?
Bismillahirrahmanirrahim,
Şimdi dersimizin ikinci bölümüne başlıyoruz. İkinci bölüm biliyorsunuz soru cevap şeklinde. İlk soruyu Müsemma kardeşimiz sordu. Ben tekrarlayacağım.
SORU: “Yusebbihu” kelimesine boyun eğer diye bir mana verdiniz. Halbuki o “tesbih” idi. Niye böyle bir mana verdiniz?
CEVAP: “Sebeha” yüzmek manasındadır. Denizin üzerinde insanın yüzmesi, gökte bulutun yüzmesi,geminin yüzmesi yüzme manasındadır. “Sebbah” derler yüzücü anlamına. Şimdi yüzmek; böyle kolayca akıp gitmek anlamına kullanılır. “Yusebbihu lehu: kolayca akıp gider onun için”. “Allah için kolayca akıp gider”. Dediğimiz zaman akla gelen şudur; askerde komutan bağırır, mesela Fatih’e öyle söylemiştir Allah bilir. Fatih diye bağırdığı zaman ne diyordun Fatih? Emret komutanım! Uzaktan mı bağırıyordun emret komutanım diye? Koşmuyormuydun yanına? Koşa koşa gidiyordun yanına bir selam çakıyordun Fatih Çavdar Eskişehir emret komutanım diyordun değil mi? Hemde en yüksek sesinle. Bu ne demektir? Yani emrine hazırım demektir değil mi? Emret dedikten sonra. O zaman komutan yat sürün dese ya pantalonumu yeni ütüledim komutanım diyebilirmisin? Yer çamurlu, itiraz yok derhal yatacaksın. Koş derse koşacaksın değil mi? İlave bir emir tekrarı yapıyorsun, anlayıp anlamadığınıda karşı tarafa ifade ediyorsun. İşte o hızla emre koşmak olunca bunun adı ne oluyor? Kısacası itaat, boyun eğmek oluyor.
Şimdi suyun üzerinden akıp giden bir de toz toprak vardır, saman çöpü falan. Onlar akıp gittiği zaman tertemiz kalır değil mi? Onun için tesbih kelimesi noksanlıklardan arınma manasına da kullanılır. Onun için “yusebbihi lehu ma fissemavati vel ard: göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ın eksiksizliğini haykırırlar”. Onun için yerine göre anlam veriliyor. Yani “yusebbihu” ya boyun eğer dememizin manadı o. Şimdi anlaşıldı mı?
Geçen hafta Trabzon’dan Cevat Demirtaş Hoca’nın sorularıyla meşgul olmuştuk dersimizin ikinci bölümünde. Cevat Hoca bu hafta aynı konu ile ilgili tekrar soru sormuş. Yani Hoca ama yaman hoca. Öyle kolay kolay pes etmiyor. İlim esasen bu şekilde ortaya çıkar. Bizim vakıfta haftanın her günü çok güzel ilmi tartışmalar olur. İşte bizim bu Enes Hoca,Servet Hoca,Yahya, diğer arkadaşlarımız. Yani işte 10-15 kişi bazen 20 kişiye çıkar bazen daha az olur. Duruma göre. Ama hergün çok güzel tartışmalar olur. Herkes hür bir şekilde herşeyi söyler. Şimdi biz burada bir şey söylüyoruz, aslında o mutfakta pişiyor biz sunuculuğunu yapıyoruz. Siz zannediyorsunuz ki bu yemekleri hep ben pişirdim. Şimdi mutfaktakini görmüyorsunuz ya. Şimdi böyle Cevat Hoca gibi de sert kayalara çarpınca daha da iyi oluyor. Bakalım neler söylemiş.
Burada diyor ki; Sayın Hocam. Soruma sizin bir sözünüzle başlamak istiyorum. Bidat ve hurafenin önünde iki engel vardır. Biri akıl diğeri vahiydir. Biz aklı din nakil dinidir diyerek aklı devre dışı bırakmışız. Vahyi de anlamayız diye devre dışı bırakmışız. Yani din nakil dinidir diye, nakil derken kitap ve sünnet anlaşılır. Yani kuran ve hadis. Din nakil dinidir diyerek aklı devre dışı bırakmışız. Vahyi biz anlamayız diyerek de nakli devre dışı bırakmışız. Böylece dine bidat ve hurafe karışmış. İşte böyle diyorsunuz ya bu sözü çok önemsiyorum. Sayın Hocam, internette ecel ile ilgili dersinizi dinledim. Ayetlerde anlayamadığım aklımda soru işareti oluşturan yönlerini size sordum. Yine siz canlı yayında cevap verdiniz. Zevkle dinledim ve çok memnun oldum. (Demek ki şimdi de dinliyor herhalde). Konu ile ilgili soru işaretleri yine de devam ediyor. İşte bu kötü, ben bitti zannediyordum.
Ahzab suresi 16. ayette sizin ömür kısalır ama uzamaz düşüncenizi sanki doğruluyor gibi.
Bu ayeti okumuşmuyduk? Bir daha bakalım. 33. sure Ahzab. Biz bu ayeti okumamıştık. Ahzab 16. ayet. Bu ayeti kerimeler Hendek savaşı ile ilgili. Yukarıdan alayım ki konu anlaşılsın. 420. sayfa. Şimdi o hendek savaşını biliyorsunuz Mekke’de ki müşrikler, Hayber’de ki yahudiler, o arapların en büyük kabilelerinden Gatafan kabilesi ve diğer araplar çok büyük bir orduyla Medine’ye gelmişlerdi. Peygamber efendimiz de oraya bir hendek kazdırmıştı. Orada çok çetin savaşlar olmuştu. Çok zor durumlarda kalmıştı müslümanlar. Peygamber efendimiz yahudilerle anlaşmıştı, münafıklarda Peygamberimizden yana görünüyorlardı zaten. Daha sonra münafıklar yan çizdiler, yahudiler düşmanla işbirliği yaptılar. Derken müslümanlar hem içeriden hem dışarıdan çon ciddi sıkıntılarla karşılaştılar, sonra da Allah’ın lutfuyla zafere ulaştılar. O andaki durumları anlatan ayetler. AHZAB 10
“İz caukum min fevkıkum: onlar size üst tarafınızdan geliyorlardı”
“Ve min esfele minkum: alt taraftan da”.
“Ve iz zagatil ebsar: gözler dönmüş”.
“Ve belagatil kulubul hanacire: kalpler boğaza dayanmış”. Yüreğim ağızıma geldi derler ya çok korkudan dolayı. Yani yürekler ağızlara gelmiş.
“Ve tezunnune billahiz zununa : Allah ile ilgili bir takım zanlara girdiniz”(AHZAB 10) Allah bize yardım etmeyecek galiba. Bu iş artık buraya kadarmış gibi çeşitli düşüncelere kapıldınız, evhama kapıldınız.
“Hunalikebtuliyel mu’minun: müminler orada ağır bir itihandan geçirildiler”
“Ve zulzilu zilzalen şediden: şiddetli bir sarsıntıyla sarsıldılar”(AHZAB 11).
“Ve iz yekulul munafikune vellezine fi kulubihim maradun: o gün o münafıklar ve içlerinde hastalık olanlar şöyle diyorlardı”,
“Ma vaadenallahu ve resuluhu illa gurura; şimdi mesele anlaşıldı, demek ki Allah ve Resulu bize sadece boş bir vaad de bulunmuş”(AHZAB 12). Aldanmışız. Baksana hiç yardım etmiyor. Haşa. Bir çok kimse böyle noktalara gelir, işleri bozulur.
“Ve iz kalet taifetun min hum; ya ehle Yesrib! La mukame lekum ferciu: bir gurup da çıkmış diyor ki; ey Medineliler! Artık size bugün durma yok, dönün dayanamazsınız”.
“Ve yes’tezinu ferikun minhumun nebiyye:onlardan bir gurup peygamberden izin istiyor, cepheden kaçmak için”.
“Yekulune inne buyutena avratun: diyorlar ki; evlerimiz korumasız, açık”,
“Vema hiye bi avreh: korumasız değil”. Herkesin evi ne ise onlarınki de öyle, gereken tedbirler alnmış.
“İn yuridune illa firara: sadece kaçmak istiyorlar cepheden”(AHZAB 13).
“Ve lev duhılet aleyhim min ahtariha: hendeğin çevresinden onların yanına girilseydi”
“Sümme suilul fitnete: kendilerine fitne çıkarmak istenseydi”
“La atevha vema telebbesu biha illa yesira: mutlaka o fitneyi yaparlardı.Ama orada da çok az kalırlardı”(AHZAB 14)
“Ve le kad kanu ahedullahe min kablu: halbuki bunlar bundan önce Allah ile sözleşmilerdi”
“La yuvellunel edbar: gerisin geri dönmeyeceğiz diye söz vermişlerdi”Dönmek yok! Ölmek var dönmek yok diye.
“Ve kane ahdullahi mes’ula: Allah’a verilen söz elbetteki bir gün sorulur”(AHZAB 15).
“Kul len yenfeakumul firaru: de ki kaçmanın size bir faydası olmaz”.
“İn ferartum minel mevti evil katli: ölümden yada öldürülmekten kaçarsanız”
“Ve izen la tumetteune illa kalila: o takdirde çok az bir şekilde orada metalanırsınız”(AHZAB 16) yani geçinirsiniz.
Şimdi bu ayeti kerimeyi herhalde cevat hoca şöyle anlamış; öldürülmekten yada ölümden kaçarsanız çok az bir rahat yüzü görürsünüz sonra da tekrar ölürsünüz. Ben şimdi bu ayeti öyle anlamıyorum. Bunlar ölürüz yada öldürülürüz diye kaçıyorlar. Kalsalar öldürülecek değiller ki. Burada ömrün uzaması yada kısalması sözkonusu değil. Ölüm korkusuyla kaçıyorlar. Kaçsanda ne kadar yaşayacaksın? Ölüm pisikolojisi, yoksa burada ecel ile alakalı bir şey yok. Siz öyle birşey görüyormusunuz? Ecel ile ilgiki bir şey yok.
Ondan sonra ne diyor? Bu diyor “sanki düşüncenizi doğruluyor gibi”. O da tam emin olamamış, sanki diye ifade ediyor. “Ama Ankebut 53, Şura 14, Nahl 61, Muminun 43, Ali imran 154 numaralı ayetleri beraber okuduğumuz zaman ömrün hiç bir sebeple uzamadığı gibi kısalamayacağı da anlaşıyor”.
Şimdi okuyalm bakalım, hepsini beraber okuyacağız. Zaten az önce İlhan Bey de Ali imran 154’ü getirdi, halbuki geçen hafta bunu da okumuştuk ama şimdi de hep birlikte okuyalım görürüz.
Ankebut 53:
“Ve yesta’ciluneke bil azab: senden acele ile azap istiyorlar”. Yani başımıza gelecek azap neyse gelsin.
“Ve lev la ecelun musemmen la caehumul azabu ve le ye’tiyennehum bagteten ve hum la yeş’urun: eğer eceli musemma olmasaydı,(yani belirlenmiş bir süre olmasaydı) mutlaka azap gelecekti. Bu azap onlara mutlaka gelecektir hiç beklemedikleri anda ve onlar farkına varmayacaklardır”. Şimdi burada herhalde Cevat Hoca eceli musemmayı o kişilerin eceli diye anlamış. Eceli musemma,o değil. Neyin eceli? Azabın eceli! Azap için belirli bir süre var. Nuh(as)’ı hatırlayın. Ne demişti? Azap gelmeden önce tevbe edin demilti değil mi? Azap gelmeden önce. Tevbe ederseniz Allah sizi yaşatır dememişmiydi? Bak ayeti okuyalım karşılaştıralım.
Şimdi Cevat Hoca da açsın şu Nuh suresini. 571. sayfa.
“İnna erselna nuhan ila kavmihi: Nuh’u biz kavmine biz elçi gönderdik”
“En enzir kavmeke min kabli en ye’tiyehum azabun elim: onlara o elim azap gelmeden önce kavmini uyar”(NUH 1). O azabın gelme zamanı var değil mi? Allah onun zamanını belirlemiş. Diyelim o azap ne zaman gelecek? İşte falan tarihte, mesela Nuh(as)’ın dönemine göre düşünelim. 950 sene yaşamış Nuh(as). Ona bir bin sene daha ilave edin. 950 sene kavminin içinde yaşamış. Dielim ki O 1000 yılında dünyaya gelmiş olsa, o döneme göre 1000 yılında bize göre değil. Çünkü bizdeki takvim İsa(as)’a göre hazırlanmış takvimdir. Şimdi 1950’de azap gelecek, öyle düşünün. Nuh(as) ne diyor; bu azabın eceli. O acıklı azap gelmeden önce kavmini uyar diye Allah diyor ki Nuh’u kavmine gönderdik. Bak yani anlaşılsın diye söylüyorum tabi, 1950’de azap gelecek, azap gelmeden önce kavmini uyar. Onun için gönderdik diyor. O’da geldi kavmine ne dedi?
Dedi ki; “kale ya kavmi: ey kavmim”,”inni lekum nezirun mubin: ben sizi apaçık uyaran bir kişiyim”(NUH 2)
. Bak açıkça, gizlisi kapalısı yok. Azap gelecek. Hani biz 1950 diyoruz ya ama,tarihini Nuh(as)’da bilmez. Allah bunu bildirmez. Tabi gemi yaparken hayat devam ediyor.
“Eni’budallahe: Allah’a kul olasınız diye geldim” diyor.
“Vettekuhu: Ondan korkun,Ondan çekinin”.
“Ve etiun: bana itaat edin”(NUH 3) yani dediklerimi yapın. Çünkü Allah’ın elçisi ya. Allah’ın sözlerini insanlara aktardığı için Ona itaat etmek Allah’a itaat etmektir değil mi? Öyle yapın ki,
“Yagfir lekum min cunibukum: Allah sizin günahınızı bağışlasın”.
“Ve yuahhırkum ila ecelin musemma”. Şimdi, 1950’de Nuh tufanı olacak ve bütün insanlar ölecek mesela. Sadece inananlar kalacak. Bir de Nuh(as)’ın ailesi. Yeni doğmuş olan da ölecek bin yaşındaki de ölecek, o zamana göre değil mi? Nuh(as) 950 yaşadığına göre onlar da öyle uzun yaşıyorlar demektir.
“Ve yuahhırhum ila ecelin musemma”. Şimdi mesela diyelim ki 15 yaşında bir delikanlı var. Onun eceli musemması 1000 sene, o gün. Ama 15 yaşındayken Nuh tufanı olursa ne olacak? Ölüp gidcek! İşte Nuh(as) mesela O delikanlıya demiş oluyor ki; bak beni dinle itaat et Allah seni eceli musemmana kadar yaşatsın. Ne kadar yaşatsın? 1000 yaşına kadar yaşarsın demektir yani. Ben o rakamları anlaşılsın diye veriyorum.
“İnne ecelallahi iza cae”Allah tufan zamanı geldi mi, Allah’ın belirlediği o zaman geldi mi
“La yuahhar: orda geriye bırakılmaz”. İşte o zaman artık siz de ölürsünüz onunla beraber. Tabi o tufanın gelmesi bunlarında ömürlerinin kısaltılması demektir aynı zamanda. İnanmayanların.
“Lev kuntum ta’lemun: keşke bunu bilseydiniz”(NUH 4). İşte biz de bunu müslümanlara anlatmaya çalışıyoruz; keşke bilseydik diye. Şimdi o ayetten sonra bu ayeti tekrar okuyalım Ankebut suresi 53. Bakın aynı şey görülecek.
“Ve yesta’ciluneke bil azab: biran önce senden azabı istiyorlar”. Mesela Nuh(as)’dan da istiyorlardı, ne zaman bu azap? Bekleyin ben de bekliyorum.
“Velav la ecelin musemmen: Allah o azap için bir süre tanımasaydı”
“Le cae humul azab: şimdiden gelirdi o azap onlara”. Ama bir süre tanındı. Herşeye bir program koymuş Allah,her şeye bir ölçü koymuş. O süre dolmadan azap gelmez. Şimdi istiyorlar,aslında Allah o süreyi tanımasaydı şimdi onların başına azap yağardı. Peki şimdi yağsaydı hemen öleceklerdi.
“Vele ye’tiyennehum bagteten lehum la yeş’urun: o azap onlara ansızın hiç farkında olmadıkları bir anda gelecektir”(ANKEBUT 53). Şimdi burada ömrün uzanması kısalmasına dair bir işaret var mı? Nuh suresindeki ayetin aynısı. Sadece bir ifade şeklinde değişiklik. Şimdi bakalım bu.
Şimdiye kadar iyi gidiyor, bundan sonra bakalm şimdi.
Şura 14, 42.sure, 485. sayfa;
“Ve ma teferreku illa min ba’di ma caehumul ilmu bagyen beynehum: insanlara o ilim geldikten sonra aralarında birbirlerini kıskandıkları için parça parça oldular”. Yani doğrular ortaya çıktıktan sonra kıskançlık sonucuyla bunlar parça parça oldular.
“Ve lev la kelimetun sebakat min rabbike ila ecelin musemmen”. Bu da aynı ayet; “eğer Allah’tan daha önce bir söz geçmiş olmasaydı belli bir süreye kadar”. Yani gelecek azabın bir süresi var. Aynen Nuh tufanı gibi düşünün.
“Le kudiye beynehum” bir önceki ayetin aynısı; “elbetteki aralarında iş bitirilirdi”. Yani hemen şimdiden olurdu. Allah öyle bir şey belirlemiş. Bu o azap için bir süre belirlemektir insanlar için değil.
“Ve innellezine urisul kitabe mib ba’dihim fe li şekkin minhu murib: onlardan sonra kitaba mirasçı olanlar” o kitaba ki bu Musa, İsa, İbrahim(as) bu peygamberler ile ilgili bu ayetler. Bizim Muhammed(as) ümmeti ile ilgili değildir. “Bu konuda şüphe içerisinde kıvranıp durmaktadırlar”(ŞURA 14).
Bu da Nuh(as)’ın olayıyla aynıdır. Hani onlar parça parça olup dinden uzaklaştılar Allah bunun için belli bir süre belirlemeseydi şimdiden bunların hesabı görülürdü demiş oluyor. O belirli süre bu adamlar içi değil, o gelecek azap için olan belirli bir süre.
Ondan sonra Nahl 61, 16. sure, 274 .sayfa. Tabi rakam farklı olabiliyor.
“Ve lev yuahızullahun nase bi zulmihim: Allah insanları yaptıkları günahlar sebebiyle yakalasaydı”,
“Ma tereke aleyha min dabbetin: yeryüzünde kıpırdayan bir tek canlı bırakmazdı”. Çünkü herkesin yaptığı bir sürü suçlar var, günahlar var.
“Ve lakin yuahhıruhum illa ecelin musemmen: ama onları belli bir ecele kadar geciktirmektedir Allah”.
“Fe iza cae eceluhum: ecelleri geldiği zaman”
“La yeste’hırune saaten ve la yestakdimun: ecelleri geldiği zaman ne bir saat öne alınır ne de geriye bırakılır”(NAHL 61). Bak ecel geldiği zaman. Zaten Nuh suresinde de geçiyor. Ecel geldiği zaman ileri geri alınmak yok. Ama ecel gelmeden affedilebiliyor değil mi? Yani Nuh(as)’ın oğlunu geçen hafta örnek vermiştik. Henüz Nuh(as)’ın oğlunun kurtulma ümidi vardı, ben dağa sığınırım demişti. O zaman Nuh(as) oğlunu çağırdı; gel oğlum kurtuluş yok bugün dedi. O da dağa sığınır kurtulurum dedi kararlılığını gösterdi. Sonra ecel gelince yani o tam tufan olayı başladı hemen oğlunu dalga aldı götürdü ve öldü. Ecel geldi mi kurtuluş yok. Gelmeden önce bir saniye bile önce olsa kurtulma ümidi var. Buradaki ecel kişinin eceli burada. Gerçi burada azabın eceli de olur, öyle de anlayabiliriz burayı. Tabiki ecel belli bir süre, adı konmuş yani rakamı balirli bir süre manasına geliyor. İşte öbür ayetlerde insanların yaptıkları hatadan dolayı bu süre aşağıya doğru çekilebiliyor. Onu ayetlerde gördük, açıkça görüyoruz. Uzadığına dair ben bir delil bilmiyorum. Bilen varsa. (1:13:40’dan 1:14:05. Saniye arası salondan bir şey söyleniyor ama duyulmuyor). Tamam, Yasin suresini okuyalım daha sonra. Şu bitsin buradaki insicamı bozmayalım onu da okuyalım olur mu? Daha sonra okuyalım.
Mu’minun suresi 43.ayet, 23.sure, 346.sayfa;
“Ma teskibu min ummetin eceleha ve ma yeste’hırun: Şimdi bunu yukarıdan itibaren başlamak lazım ki konuyu tam olarak anlayalım.
Bu da gene gelen azaptan bahsediyor. Yani bir topluma gelen azaptan bahsediyor. Bu Nuh(as) ile ilgili değil mi? Bakarmısınız. 23 de Nuh’u gönderdik diyor 23. Ayette.
“Ve kad erselna nuhan ila kavmihi” diye. Orada devam edip gidiyor Nuh(as) ile ilgili. Bakalım arada değişiyormu? Başka bir yere. Değişiyor, 31’de değişiyor.
“Sümme enşe’na min ba’dihim karnen aharin: arkalarından başka nesiller var ettik”. Ad kavmi değil mi? Tamam.
“Fe erselna fihim resulen minhum eni’budullahe ma lekum min ilahin gayruh e fe la tettekun”(MUMİNUN 32)aynı şekilde karşılıklar veriyorlar Hud(as)’a. Şimdi ondan sonra diyorlar ki,mesela bu 38. ayette; “İn huve illa raculuniftera keziben: bu Allah’a yalan iftirasında bulunan bir adamdır”
“Ve ma nahnu lehu bi mu’minun: ona inanmayacağız” diyorlar. Yani dikkat ediyormusunuz insanlara ağır gelen peygambere inanmak. Allah’a inanmak çok kolay. Çünkü insanların her saniye Allah’a ihtiyacı var bunu herkes biliyor. Allah bize herşeyi versin ama emir vermesin istiyorlar. Peygamber geldi mi Allah’ın emrini getiriyor. O sıkıntıyı o doğuruyor. Onun için peygamberi kabul etmek istemiyorlar. Peygamber olmazsa istediğini yap. Değil mi yani. Yasak koyan birisi olmayacak sen istediğini yapacaksın. Ondan dolayı diyorlar ki işte o zaman Hud(as) ne diyor?
“Rabbinsurni bima kezzebun: bana karşı söyledikleri yalanlar sebebiyle yada beni yalanlamalarına karşılık bana yardım eyle ya Rabbi”(MU’MİNUN 39)diyor. Allah da ne diyor;
“Amma kalilin le yusbihunne nadimin: yaknda bunlar pişman olacaklar”(MU’MİNUN 40)diyor.
“Fe ehazethumus sayhatu bil hakkı fe cealnahum gusaen: onları gerçek bir ses tuttu, kurumuş otlar gibi oldular” kupkuru,kapkara.
“Fe bu’den lil kavmiz zalimin: zalimler topluluğu defolsun gitsin”(MU’MİNUN 41)
“Summe enşe’na min ba’dihim kurunen aharin: sonra arkalarından topluluklar oluşturduk”(MU’MİNUN 42). Şimdi burada bir topluluğun yok olması. Hud(as) inanlar ile birlikte çekip gidiyor, o kalan kavim yok oluyor. İnananlar kurtuluyor.
Şimdi burada bakalım Nuh(as)’ın söylediğine benzer bir söz de Hud(as) söylemiş olabilir. Başka ayetlerde vardır yani Hud(as) “yuahhirhum ecelin musemmen”. Yani Hud(as) ile ilgili bakarsanız. Çünkü bütün peygamberler kavimlerine bunu söylemişlerdir. Yani burada da Hud(as)’ın olayı, Nuh(as)’ın olayı gibi. O azap geldiği zaman inananlar oradan çıkıp gidiyor, hayatlarının kalan kısmını yaşıyorlar. İnanmayanların da tamamı yok oluyor. Onun için hiçbir ümmet ecelini öne alamaz, geriye de bırakamaz. Ama biz burada insanların öne alınıp geriye bırakmasından bahsetmiyoruz. Allah’ın öne almasından geriye bırakmasından bahsediyoruz değil mi? Bak “yuahhirhum ecelin musemma ” diyor “Allah sizi eceli müsemmanıza kadar yaşatsın”. Yoksa insanın kendisinin uzatma kısaltma imkanı yok. Toplumlar da uzatıp kısaltamaz. “Vema yuammeru min muammerin vela yunkasu min umurihi illa fi kitap” Fatır suresinde 11. ayette. Yani “Ömrünü yaşayanın yaşaması yada ömründen kısaltılması bir kitapta kayıtlı olmazsa olmaz” diyor Allah Teala. Buda aynen Nuh(as)’ın olayının bir başka tekrarı.
Şimdi Ali İmran 154, 3. Sure, geçen hafta bu ayeti okumuştuk yine okuyalım. Çünkü bu ayet en konuyu anlamada en önemli olan ayet gerçekten. Evet 145. ayet de var, orayıda okumuştuk geçen hafta. 145. Ayette diyor ki Allah;
“Ve ma kane li nefsin en temute illa bi iznillahi kitaben mueccela: hiç bir nefsin Allah’ın onayı olmadan ölmesi söz konusu değildir ve eceli de yazılmış olduğu halde”. Ömrü kısaltıldığı zaman da yazıyla kaydediliyor, ömrünü tam yaşadığı zaman da yazıyla kaydediliyor. Zaten burada asıl bahsedilen şu; Yunus(as)’da olduğu gibi o son noktaya gelmeden tevbe ederse ömrünün kalan kısmını da yaşayabilir, asıl mesele o. Tevbe etmezse zaten gene yazılmış olarak ölecek.
“Summe enzele aleykum min badil gammi emaneten nuasen: savaştan sonra diyor Allah sizin üzerinize, tabi büyük sıkıntılar geçirdiler. Galioken mağlup hale düştüler, Peygamberimiz yaralandı, çok sayıda müslüman şehid oldu. “Sonra Allah sizin üzerinize bir güven, bir huzur ve tatlı bir uyku hali indirdi” öyle bir hal verdi.
“Yagşa taifeten minkum: sizden bir gurubu kaplamış tatlı bir şekilde uyudular”.
“Ve taifetun kad ehemmethum enfusuhum: bir başka gurup da canlarının derdine düşmüşlerdi”.
“Yezunnune billahi gayral hakkı zannel cahiliyyeh: Allah ile ilgili yanlış düşünceler içerisinde, cahiliye düşünceleri içerisindeydiler”.
“Yekulune hel lena minel emri şey: bu işten bizim elimize ne geçti ki? Ne sahibi olduk dediler” elimize ne geçti?
“Kul innel emre kullehu lillah: de ki bütün işler hepsi Allahın”. Benim dediğiniz malların sahibi de Allah’tır. Hepsi Allah’ın.
“Yuhfine fi enfusehum ma la yubdune lek: içlerinde sana açamadıkları bir şeyi gizliyorlar, aslında bunlarda iman problemi var”.
“Yakulune lev kane lena minel emri şey’in ma kutilna hahuna: şöyle derler; bundan bizim faydamız olsaydı burada öldürülmezdik”, çünkü yakınları öldürülmüş ya.
Şimdi biraz önceki ayette ne oldu? Hiç bir nefis Allah’ın izni olmadan ölüm de kayda geçmeden ölmez. O zaman orada ölenler nasıl öldüler? Hepsi Allah’ın onayı ile öldü. Onaylı. Ve hepsinin de eceli yazılmış bir şekilde öldü. Yani ölme zamanı gelmiş olanlar öldüler. İster taptığı yanlış sebebiyle ömrünü kısaltmış olsun ister olmasın. Değil mi? Şimdi burada diyor ki; bunların hepsi, savaşa gitmek bir yanlışlık değil. Savaşa gidenler doğru bir iş yaparak gidiyorlar. Yani tevbe etmeyi gerektirecek bir durum yok orada.
“Kul lev kuntum fi buyutikum: de ki siz evlerinizde otursaydınız da savaşa çıkmasaydınız”
“Le berelezine kutibe aleyhumul katlu ila masaciihim: öldürülmeleri kendilerine yazılmış”. Çünkü ölüm şekli de değişmiyor. “Öldürülmeleri yazılmış olanlar oradan çıkar o düştükleri yere gelirlerdi”. Yani Mekke ordusu gelmeseydi, Medine’den de siz Uhud’a çıkıp gitmeseydiniz o ölecek olanlar teker teker evlerinden çıkar o Uhud’da ölü düşecekleri yere gider ve orada öldürülürlerdi. Öldürülürler ifadesi yok yani ölürlerdi. Gerçi burada öldürülür var da kütibi aleyhi katli ifadesi var da oraya geldikleri zaman öldürülürlerdi ifadesi yok. Peki madem savaş olmasaydı da bunlar gidecek aynı yerde öleceklerdi o zaman savaş niye?
“Ve li yebteliyallahu ma fi sudurikum: Allah sizin içinizde olanı iyice imtihanla denesin diye”. Yani sizin imanınızı denemesi için.
“Ve li yumahhısa ma fi kulubikum: içinizdeki bazı günahları da temizlemesi için”. Onun içindir savaşı şey yapması. Yoksa savaşa çıktınız diye öleceksiniz diye bir şey yok. O ölüm için, ver insan için Allah’ın belirlediği süre vardır. Kişi yanlış davranışıyla o süreyi öne almışsa tevbe ederek tekrar eski haline Allah’ın çıkarması için tevbe edebilir. Yani çıkartılabilir. Ne zaman bu süreyi hiç bilmediğimiz için bizim açımızdan önemli değil. Öldüysek zamanı mutlaka gelmiştir ki ölmüşüzdür. Bir saniye daha geciktiremeyiz. İster ömrümüz kısaltılmış olsun ister tam yaşamış olalım. Ölme yerini de Allah belirlemiş.
“Vallahu alimun bi zatis sudur: Allah kalplerde olanı bilir”. Bilmiyorum anlaşılabildimi?
SORU: Hastalığa, kanser ve ölümcül hastalığa yakalandıktan sonra tevbe kabul olur mu?
CEVAP: Şimdi ben size bir soru sorayım. Doktorlar bazı hastalara diyorlar ki şu kadar ömrün kalmış. O hastalardan daha uzun süre yaşayanı tanıyormusunuz tanımıyormusunuz? Abdullah Beder’in babasına doktorlar 15 gün süre vermişler 35 sene yaşamış. Ama yine bir onbeş gün içinde ölmüştür. 15 gün dediğin 2hafta. Son 15 günde ölmüş. Şimdi bu ne demektir? Doktorlar bir tahmin yürütüyorlar kendilerine göre. Bu tahminler ellerindeki imkanlara göre söyledikleri sözlerdir. Burada göremedikleri bir takım şeyler olur. Olabilir. Yada tahmin etmedikleri bir tedavi olabilir. Tabi değişik tedavi olabilir. Bunların söyledikleri şu şartlar olursa bu olur. Kendi bilgilerine göre vardıkları sonuç. Bu bir yorumdur. Öyle değil mi Mehmet Bey? Bu bir yorumdur. Herkesin yaptığı yorum doğru da olur yanlış da olur. Yani her türlü yorumda hata olabilir. Doktor o anda yapmış olduğu tetkike göre bir yoruma varıyor. Şimdi bu yorumların yanlış da çıkabileceği bilindiğine göre, hiç kimse de ölümü kendisine yakın etmez. O zaman ölümcül hastalığa da yakalansa yaptığı tevbe ne olur? Geçerli olur.
Şimdi arkadaşımızın söylediği ayetlere bakalım. Yasin suresini açıyoruz. 36.sure. Bir bak bakalım 68 mi? Sen 68. Ayeti diyorsun. Ayet 68 de soru 36. Tamam sende haklısın. Tamam.
Şimdi burada “Ve men nuammirhu nunekkishu fil halk: küme uzun ömür verirsek onu vücutça geriye çeviririz”. Bu ömrü uzatmak değil, uzun ömür vermek. Biz 100 sene yaşıyor, 950 sene kavminde kalmış,sonra ne kadar kalmış onu bilmiyoruz. Bazıları da genç yaşta ölüyor. Kime uzun ömür verirsek yaratılış itibariyle geri çeviririz. Yani şöyle bir çan eğrisi yaparlar ya. Şöyle çıkar yuvarlar tekrar geriye döner. Bu şu demektir; insan doğar, yaşar, güçlü bir hale gelir, çok güçlü bir zamanı olur sonra yavaş yavaş tekrar geriye döner nihayet çocuklaşır. Çocuklaşır. E çocuk değildi ki çocuk muammelesi edesiniz. Yaşlıdır ama çocuk gibi tavırlar takınır. Bazen mesela bir küçücük çikolata verseniz dünyalar onun olur çocuk gibi. İşte kime uzun ömür verirsek o tekrar çocuk gibi yani ne yapar? O güçlü kuvvetli vücut tam tutmaz olur. Yürüyemez olur. Artık çocuklar gibi debelemeye başlar falan. Günahkarlarla hiç alakası yok her(Salondan bir şey söylendi duyulmuyor1:32:05-1:32:08 arası) insan. Akıllanmayacaklar değil, bunu düşünmezler, mesele o. Yani düşünün bakın herkes böyledir. Yani bu hayat böyle devam etmiyor, uzun yaşasanız da tekrar çocuklaşırsınız ve bir gün ölürsünüz. Bunu düşünmezler mi, bunu düşünürsek görürüz. Yoksa bu imanla küfürle alakalı bir olay değil. Yani insan uzun yaşadığı zaman belli bir noktadan sonra artık güçsüzleşmeye çocuklaşmaya başlar.
“El yevme nahtimu ala evfahihim: o gün onların ağızlarını mühürleriz”
“Ve tekellimuna eydihim: bize elleri konuşur”.
“Ve teşhedu erculuhum: ayakları şahitlik eder”.
“Bima kanu yeksibun: kazandıkları şeyler”(YASİN 65). Yani o inkar etmeye kalkışacak ahirette. Bu dünyada ne ise orada da aynı. Orada da yalan söylemeye kalkışacak Allah’a karşı. O zaman da Allah onu ağızını susturacak elleri diyecek ki; ya Rabbi benimle böyle yaptı. Ayakları diyecek benimle şuraya gitti.
“Ve lev neşau: biz bunu yapmak isteseydik dünyada yapardık”.
“Le tamesna a’yunihim: gözlerini silerdik” yani gözleri böyle görmez olurdu.
“Festebekus sırata: yolda birbirleriyle yarışa sokardık onları”.
“Fe enna yubsirun: nereyi görecekler hiç bir yeri görmezler” (YASİN 66) bu defa pat küt düşe kalka şey yaparlardı.
“Ve lev neşau: yapmayı isteseydik şöyle yapardık”
“Mekanetihim : onları oldukları yerde yerin dibine geçirirdik”
“Fe mastedau mudiyyen : ne ileri geçip gidebilirlerdi”
“Vela yerciun: geriye dönebilirlerdi”.
Biz bunları yapmıyoruz. Onlara göz verdik, kulak verdik, akıl verdik, imkan verdik, hareket yapıyorlar, herşey verdik ama sonunda bunlarda yanlış davrandılar. Dolayısıyla bunun ömürle, ecelle alakası bir alakası yok. Peki, vaktimiz de dolmuş oldu.