Bismillahirrahmanirrahim
Bugün Mumtahine suresinin son iki ayetini okuyacağız. Kuranı kerimin 60. Suresi 552. Sayfa. Burada AllahTeala şöyle buyuruyor;
“Ya eyyuhen nebiyyu: ey peygamber, ey nebi”
“İza caekel mu’minati yubayi’neke ala en la yuşrikne billahi şey’a: mümin kadınlar beyat etmek üzere sana gelirlerse Allah’a hiçbir şey ortak koşmamak”
“Ve la yesrikne: hırsızlık etmemek”,
“Ve la yeznine: zina etmemek”,
“Ve la yektulne evladehunne: evlatlarını öldürmemek”
“Ve la ye’tine bi buhtanin yefterinehu beyne eydihinne erculihinne: elleriyle ayakları arasından iftida ettikleri bir şey de yapmamak”
“Ve la ya’sineke fi ma’ruf: marufda sana isyan etmemek üzere beyat etmek üzere sana gelirlerse”
“Fe bayı’hunne: onlarla sözleş, onların beystını al”
“Vestagfirlehunnallah: onlar için Allah’tan bağışlanma dile”
“İnnallahe gafurur rahim: çünkü Allah gafurdur ve rahimdir (Çok bağışlar ikramı boldur)”(MUMTAHİNE 12).
Şimdi, bu ayeti kerimede beyattan bahsediliyor. Bu beyat konusu bugün için bağlılığını bildirmek yada bir şekilde seçim gibi düşünülebilir. Tabi tam seçim gibi değil. Çünkü bizzat gidiyor başkana bağlılığını bildiriyor,desteğini bildiriyor. Başkan da onun bağlılığını ve desteğini kabul ediyor.
Ey nebi!
Burada başlangıç olarak kuranı kerimde geçen nebi ve resul kelimelerinin farkından bahsetmek lazım. Mehmet Hoca sağolsun bu konuda iyi bir çalışma yaptı inşallah yakında neşredilecek duruma gelir. Kuranı kerimde geçen nebi ve resul kelimeleri; bunlar birbirinden farklı anlamlar taşıyor. Nebi: peygamber diye vasflandırdığımız zat olur. Resul de onun görevi olur. Elçiliği olur. Yani Allah’tan aldığını Allah’ın kullarına iletme görevi resullük ile alakalıdır. O görevi yapan kişiye de nebi denir. Yani resul elçi demek. Nebi de o elçilik görevini yürüten kişi demek. Peygamber(sav)’e çoluk çocuğuyla ilgili, eşleriyle ilgili, müminlerle ilgili, kendi yaptığı normal, elçilik görevi dışındaki görevleriyle ilgili konularda hitap yapıldığı zaman hep nebi kelimesi kullanılıyor. İşte burada da nebi kelimesi kullanılmış. Çünkü Peygamber(sav)’in devlet başkanlığı ile ilgili bir konu burası. Şimdi burada şuna dikkat etmemiz gerekir. Kadınlar devlet başkanına bağlılıklarını bildirmek için geliyor, ona beyat ediyorlar. Son derece önemli bir durumdur. Rivayete göre bu ayetler Mekke’nin fethi sırasında inmiş. Daha önce indiğine dair de rivayet var. Ama Mekke fethedildikten sonra Peygamberimiz kadınlardan beyat almıştır. Tabi erkeklerden de almış. Kuranı kerime baktığımız zaman Peygamber(sav)’in bize doğru intikal eden uygulamalarına baktığınız zaman kadın ile erkek arasında bir ayrım gözükmüyor. Mekke’yi fethetmiş olan Medine’ye hakim geniş bir bölgenin hakimiyetini ele geçirmiş olan Peygamber(sav) o günün Mekke anlayışı içerisinde büyük bir devletin başkanı. Fethettiği Mekke’nin hanımlarından kendisi için bağlılık sözü alıyor. Halbuki o Mekkeliler kadınları önemseyen insanlar değil. Hani türkçemizde elinin hamuruyla erkek işine karışma derler ya, Mekkeliler de ona benzer bir söz söylüyor kadınlar için. Şimdi onların bu sözü kuranı kerimde var. Kuranı kerim öyle bir kitap ki isterseniz tarih, isterseniz hukuk, isterseniz ahlak, isterseniz sosyoloji, isterseniz fen bilimleri, hakikaten C.Hakk oraya herşeyi koymuş. Mekkelilerin kadına bakışını bile koymuş. 43. Sureyi bir açın. Zuhruf suresi 17 ve 18. Ayetleri okuyacağız. 491. Sayfa kuranı kerimde.
“Ve iza buşşira ahaduhum bima darabe rahmani meselen zalle vechuhu musvedde: onlardan birisine Allah için örnekler verdiği bir kızı olduğu müjdelenirse”. Yani onlar putlarına Allah’ın kızları diyorlar. Ve onlara tapıyorlar. Ama öte taraftan birisinin kızının dünyaya geldiği haber verilince yüzü kapkara kesiliyor.
“Ve huve kazim: kızgınlığını içine gömmeye çalışıyor”. Burada yutkunup yutkunup duruyor diye mana verilmiş. Güzel bir mana. Yani kızgınlığını gizlemeye çalışıyor. Ama yüzü simsiyah kesiliyor. Çünkü kız çocuğı olmuş. Türkiye’de de vardır bazı yerlerde.
“E ve men yuneşşeu fil hılyeti: süsler içerisinde büyüyecek birini ben ne yapayım”. Süsler içerisinde büyüyecek olanı ben ne yapayım demiş oluyor.
“Ve huve fil hısami gayru mubin: çünkü o savaşma sırasında bir başarı gösteremez ki”(ZUHRUF 18). Düşmanla çarpışamaz ki ben ne yapacağım böyle kızı. Şimdi bakın, bizde elinin hamuruyla erkek işine karışma. Ona benzer bir ifade dğil mi? Süs püs içerisinde büyüyecek, kılıç kuşanamayacak, savaşa gitse başarılı olmayacak, ben böyle bir evladı ne yapayım? Şimdi bu derece kadının değersiz olduğu bir toplum. Bilirsiniz öldürüyorlardı da kız çocuklarını.
“Ve izel mev’udetu suilet: öldürülmüş kız çocuklarının niçin öldürüldüğü onlara sorulduğu zaman”(TEKVİR 8). Kuranı kerimde başka ayetler de var. Şimdi bu durumda olan bir arap toplumunda Peygamber(sav) kadın-erkek ayrımı yapmıyor. Muzaffer bir komutan olarak girdiği Mekke’de hanımlardan beyat alıyor. Yani onları çok önemsediğini göstermiş oluyor. Erkeklerle aynı seviyeye getiriyor. Bağlılık yemini. Ve serbestler, ister bağlılıklarını bildirirler ister bildirmezler zoraki bir bağlılık yok. Mekke’de SafaTepesinde, hani hacca gidenler bilir Safa ile Merve arasında say yapılıyor. Safa tepesinde Mekke’nin sosyetesi olan, yani önde gelen ailelerin hanımları Peygamber(sav)’in yanına gelmiş. Diğer hanımlardan da Hz.Ömer Peygamberimiz adına beyat almış. Çünkü tabi çok, hepsiyle de teker teker sözleşemez. Orada söylenenler bunlar; “ey peygamber”. Tabi onlar da inanmış artık mümin olmuşlar. “Mümin kadınlar sana beyat için gelirlerse onun şartları şu;
1- “En la yuşrikne billahi şey’a: Allah’a hiç bir şeyi oryak koşmayacaklar”.
2-“Ve la yesrikna: hırsızlık yapmayacaklar”.
3-“Ve la yeznine: zina yapmıyacaklar”
Peygamber(sav) Safa tepesinde zina yapmayacaksınız, hırsızlık yapmayacaksınız dediği zaman Ebu Sufyan’ın karısı diyor ki Hint. Hz Hamza’nın şehid edilmesi olayından hatırlarsınız. O Hint’i orada cezalandırmıyor. Peygamber(sav) diyor ki; hırsızlık yapmayacaksınız Hint diyor ki; Ya Muhammed, Ebu Sufyan cimrinin tekidir. Ben şimdi ev masraflarından onun cebinden haberi olmadan para alıyorum bu hırsızlık sayılırmı diyor. İhtiyacından fazlasını alma bir şey olmaz diyor Peygamber(sav). Ondan sonra; “zina etmeyeceksiniz” şartını söyleyince gene Hint söze karışıyor; o ne söz diyor. Hiç hür kadın zina eder mi? Hiç öyle şey olurmu diyor. Şimdi düşünebiliyormusunuz, bize okullarda,camilerde, çeşitli konuşmalarda Mekke toplumu anlatılırken akla gelmedik ne kadar pislik varsa onların üzerine atarlar. Ondan sonra….. (15:30 ile 16:01 arası video sesi bozuk). …. Burada esas olan insanların inançlarındaki bozukluğu düzetmektir. Yoksa işin fıkıh tarafına bakarsanık ki ben özellikle öğrencilerime bunu okuturum fakültede. Fıkıh ile ilgili bir çok konuda ancak bir kaç düzenleme yapılmıştır, o kadar. Yani çok köklü dğişikliklere gerek görülmemiş. Köklü değişiklik inançta. İslamın insan ilişkilerine getirdiği bir durum da var, onu yetiştiriyor geliştiriyor. Tabi burada olduğu gibi çok değersiz olan bir kadının bir devlet başkanıyla bizzat yüzyüze gelerek ona bağlılığını bildirecek konuma getiriyor. Yani demek istediği çok önemlisin demiş oluyor. Senin bağlılığını bildirmen çok önemli demiş oluyor. Şimdi bugün bizim kadının seçme seçilme hakkı diye söylediğimiz şeyden daha ileri bir seviye. O seçime giden hiç kimsenin görmediği yerde zarfın içerisine koyduğu o seçmen pusulasını getiriyor sandığın içerisine atıyor. Onun bütün ilişkisi orada bitiyor. Ama burada öyle değil. Bak bizzat devlet başkanının karşısına çıkıyor onunla konuşuyor. Onunla adeta pazarlık yapıyor.
“Vela yaktulne avladehunne: evlatlarını da öldürmemek üzere. İşte düşük yapmak, çocuk aldırmak falan o zaman da var tabi. Usuller bugünkü gibi gelişmiş olmaz ama var.
“Ve la ye’tine bi buhtanin yefterinehu beyne eydihinne ve erculihinne: elleriyle ayakları arasında olan bir iftirayla iftirada bulunmamaları”. Yani mesela başkasından kazandıkları çocuğu kendi kocasının çocuğu gibi göstermemleri. Yada birisine iftira etmemeleri. Çeşitli işte kovuculuk, yalan, söz taşıma gibi işlerde bulunmamaları.
“Ve la ya’sineke fi ma’ruf: hiç bir marufda sana isyan etmemeleri”. Şimdi burada, bak Mehmet Hoca nebi ile resul kelimelerinin farkını ortaya çıkarman ne güzel oldu. Eğer burada resul olsaydı “Ve la ya’sineke fi ma’ruf” kelimesi kullanılırmıydı? “Men yutiır resule fe kad ataallah” der keser atar. “Elçiye itaat eden Allah’a itaat etmiş olur”(NİSA 80). Çünkü elçi kendiliğinden konuşmaz. Elçi Allah’tan aldığı sözü insanlara ulaştırır. O kadar. Dolayısıyla o söz elçinin sözü dğildir Allah’ın sözüdür. Sen bizzat Allah ile konuşamıyorsun Allah’ın sözünü o getiriyor sana. Onun için o elçiye itaat Allah’a itaattir. Elçiye zeval olmaz derler türkçemizde. Fakat nebi olunca yani insan olan Muhammed(sav) olunca bu kendi insani ilişkilerinde yanlışlar yapabilir. Elçilik görevi konusunda hiç bir yanlışlık olmaz. Ama insan olarak, nebi olarak bir takım hatalar yanlışlar yapabilir. İşte burada da diyor ki; marufda sana isyan etmemek üzere. Maruf aklın, bilginin, geleneğin doğru geleneğin ve kuranın gereği olan şeylerdir. Yani objektif kurallar. Doğru davranışlar. Doğru davranış yaptığın zaman sana isyan etmeyecek. Yanlış yaparsan karşına çıkacak demektir bu. Değil mi? Tekrar ediyorum. Resul olsa kayıtsız şartsız itaat. Çünkü resul vasfıyla olduğu zaman, elçi vasfıyla. Çünkü orada elçilik vasfıyla konuştuğu zaman tamamen Allah’ın sözleridir, orada hiç bir itiraz söz konusu olamaz. Zaten o olduğu gibi maruftır. Ama bir insan olarak, devlet başkanı olarak bir takım hatalar yapabilir. O zaman doğru davranışlarında karşı çıkmayacak, yanlış yaparsa o zaman karşı çıkabilir. Dolayısıyla bizde hulefa-i raşidin dönemini bir kenara bırakırsak ondan sonra devlet başkanlığı sistemini çok ciddi bir biçimde eleştirmemiz gerekir. Denetim mekanizmasının kuranı kerimde istendiği şekilde yapılmadığı gözlemleniyor. Öyle bir hukuki mekanizma olmalı ki insanlar devlet başkanlarını marufa aykırı davranışlardan dolayı hırpalayabilecek bir pozisyonda olmalılar. Bu kuranı kerimin emri. Ama biz tarihte görüyoruz ki bırakın onu, eğer tarihte yazılanlar doğruysa tabi, adamın tavırlarından hoşlanmadığı zaman kellesini alabilen devlet başkanları olmuş. Bu sistemi kurmak bizlerin vazifesidir. O da imtihanın bir parçasıdır. Kuranı kerime bakarsanız kuranda hiç bir devlet sistemini görmezsiniz. Şimdi bir çokları çıkıyor diyor ki; kuran aslında demokrasiyi emreder. Ben şimdi onlara diyorum ki siz bu kelimeleri gidinde Suudi Arabistan’da konuşun bakayım. Orada da dersiniz ki aslnda kuran kraliyeti emreder dersiniz orada. Ama öyle bir şey konuşun ki her yerde konuşasınız. Böyle birilerine yaranmak için konuşmanın bir anlamı yok. Kuran ne demokrasiyi emreder ne krallık sistemini emreder ne oligarşiyi ne de bir başkasını. Ha kuranın asla ve kat’a kabul etmeyeceği tek bir sistem vardır o da teokrasidir. Teokrasiyi hiç bir şekilde kuran kabul etmez. Ama şimdi çıkarlar müslümanları teokratik idare taleplisi olarak suçlarlar. Teokrasi nedir? Teokrasi: Allah adına insanların yönetildiği bir sistemdir. İyilik yaptığınız zaman diyeceksiniz ki bu Allah’ın insanlara lutfudur, kötülük yaptığınız zaman da “ne yapayım kardeşim iyi olsaydınız öyle olurdu, siz demek ki buna layıksınız Allah beni sizin başınıza musallat etmiş. Benim elimde ne var!”. Teokrasi bu. Peki islam tarihinde teokratik idare olmamış mı? Olmuş! Bu idareyi meşrulaştırmak için de kuranı kerimdeki meşiyet ile irade kelimeleri arasındaki anlam farkı ortadan kaldırılmıştır. Şimdi ne demek istediğimi biraz açayım. Meşiyet kelimesi bir şeyi isteyip var etmektir. Hani “ve lev şaallahu le amene fil ardı kulluhum cemia: eğer Allah’ın meşiyeti olsaydı yeryüzünde bulunanların tamamı inanırdı mümin olurdu”(YUNUS 99). Bu ne demek? Yani Allah diyor ki mümin ol, o imanı kişinin kalbinde yaratıyor. Yani kişinin bir etkisi yok burada.
Yunus 99, 221. sayfa. İşte burada diyor ki;
“Ve şa’e rabbuke le amene fil ardı kulluhum cemia: eğer senin rabbin isteseydi yani rabbinin meşiyeti olsaydı yeryüzünde bulunanların tamamı inanırdı”. Yani Allah zorlasaydı demektir bu. Yani sizin iradenize bağlı kalmaksızın kalbinizde Allah iman yaratacak olsaydı mümin olurdunuz. Böyle bir şey olmaz diyor.
“E fe ente tukrihun nase hatta yekunu mu’minin: insanların mümin olması için onları sen mi zorlayacaksın?”.
“Velev yeş’a allah: bazı insanlar var ki kafirliği öylesine özümsemişler ki onlara melekleri indirsek, ölüler kalkıp konuşsa, herşeyi önlerine delil olarak döksek inanacak değiller. Ancak Allah’ın meşieti başka”. Yani Allah onları zorla imana sokacak olursa başka. Allah da kimseyi zorla imana getirmez. Ama Allah’ın bir de iradesi vardır. Herkesin mümin olmasını ister. İrade bir şeyi istemektir sadece. Meşiyet de isteyip yerine getirmektir. Yapmaktır.
“İnnema emruhu iza arade şey’en en yekule lehu kun fe yekun: bir şey istediği zaman ol der”(YASİN 82). O ol demezse meydana gelmez. Sadece istemesiyle meydana gelmez. İrade ile olmaz. Ama meşiyet ol ile iradenin birleşmiş şeklidir.
Şimdi mesela yine hepinizin bildiği bir ayete gelelim. Bakın yani en kolay tarafından hep o ayete vurgu yapıyoruz. Sizin için de iyi olur. Bir yerlerde açıp okumanız kolaylaşıyor, o bakımdan. 14. Surenin 4. Ayetini açın. 256. Sayfa.
“Ve ma erselna min rasulin illa bi lisani kavmihi: gönderdiğimiz her peygamberi mutlaka kendi kavminin diliyle göndeririz ki”
“Lubeyyine lehum: onlara açık açık herşeyi anlatsın”.
“Fe yudilullahu men yeşau: ondan sonra Allah meşiyeti olanı saptırır”. Yani sapıklıkta kalmak isteyip de o konuda davranışta bulunanı saptırır.
“Ve yehdi men yeşa: yola gelmek isteyip de çaba göstereni de yola getirir”.
Yani şimdi bu meşiyet; Allah kendi meşietiyle insanı saptırmaz. Ama insanın meşieti varsa o zaman Allah’ın da meşieti olur. Yani insan yola gelmek için bir çaba gösterirse Allah da onu yola getirir. İnsan yola gelmek istemiyor, batılda saplanıp kalmak istiyorsa meşiyetini o yönde kullanıyorsa Allah da onu orada bırakır. Yani Allah kimseyi zorla yola getirmez. O zaman imtihanın bir anlamı olmaz. Ben yola gelmek istiyorum diyeni yola getirir deyip de gereken çabayı göstereni. Sadce lafla da olmaz. Ah keşke biz de müslüman olsak ne güzel falan..öyle yok. Öyle ah keşkesi yok. İstiyorsan gel ol kardeşim. Gelirsin namazına başlarsın, tevbeni edersin, zekatını verirsin Allah da seni yola getirir. Çaba göstermeden hiç bir şey yok.
Şimdi bu böyle iken, irade ile meşiyet kelimeleri arasındaki farkı kaldırmışlar. Taa o zamanda yani, en başta. İrade ile meşiyet arasında Ehli Sünnet’e göre hiç bir fark yoktur diyorlar. Bir de adına Ehli Sünnet diyerek herkesin ağızını kapatıyorlar. Ehli Sünnet değilmisin gibi milleti suçlama şeyiyle ortaya çıkıyor. İrade ile meşiyet arasında bir fark yok. Öyle olunca bakın bu ayete nasıl mana vermişler;
“Biz her gönderdiğimiz peygamberi ancak bulunduğu kavmin diliyle gönderdik ki onlara iyice açıklasın. Sonra da Allah dilediğini sapıklıkta bırakır”. Dileyeni değil. Sonra da Allah dilediğini sapıklıkta bırakır dedim mi adamın fonksyonu yok. Böyle dersen teokratik idareye kapı aralarsın. Yani zamanında yapılmış olan çok büyük hatalar var. O büyük hataları mutlaka düzeltmek zorundayız. Şimdi yanımda Enes Hoca var. Enes Hoca Doğu Türkistan’ın şu anda en meşhur hocalarından bir tanesi. Şuanda belki en meşhuru. Buradaki bizim arkadaşlar da öyle. Günde 3000 kişi kadar değil mi? O kadar oldu mu, 3000 oluyor mu? Evet. Günde 3000 kişi o arkadaşlarımıza internet vasıtasıyla sorular soruyorlar, cevaplar alıyorlar. Ve ayda 30 GB’ın üzerinde bilgi alınıyor bizim o sitemizden. Bu arkadaşlarımızın idare ettiği siteden. Şimdi bana bir şey anlatmıştı kendisi. Diğerleri de anlatmıştı. Dört arkadaş çalışıyor orada. Doğu Türkistan’da hataları tespit etmişler. Şimdi benim size anlattığım yanlışları tespit etmişler. Ya ne yapalım? Kurana yönelelim demişler. Demişler ama problemlerini kurandan çözecek kadar bir çalışma yapılamamış. Ondan sonra ne oldu? Tekrar eskiye dönmüşler. Çünkü bu bir slogan olarak olmaz ki. Çok güzel, dağın tepesine çıkarsınız. Çıkarsınız, bir şekilde çıkarsınız. Orada kalmak çıkmak kadar kolay olur mu? Şimdi, burada bu tenkitleri yapıyoruz da bir de doğrusunu göstermek lazım değil mi? Allah’a çok şükür biz burada doğruları da gösterme fırsatı bulduk. Çok şükürler olsun. Hemen her konuda nasıl davranılması gerektiğini de gösterebiliyoruz. Herhalde en büyük sıkıntıları atlattık değil mi? Yani en zor konuları C.Hakkın yardımıyla hallettik bugüne kadar. İnşallah bundan sonra da. Tabi bu şeye benziyor. Bir yere yol yapmak gerekirken oradaki kayalıkları delmeyi, viyadükleri yapmaya benziyor ama onun üzerindeki ince işi var. O daha çon vakit alır. Biz henüz ince işini yapmaya fırsat bulamadık. Ama inşallah bunu hep beraber yapacağız. Sadece burada yani 8-10 kişilik ekibin başarabileceği bir iş değil. Burasa yüzlerce insanın çalışması lazım. Yani hepiniz buna ne ölçüde destek verebilirim diye kendinizi sonuna kadar zorlamak zorundasınız. Bunu kafanıza iyice yerleştirin. Nasıl olsa yürüyor. Ben görüyorum, buraya geliyor arkadaşlarımız nasıl olsa yürüyor. Bunun sıkıntısını kim çekiyor hiç kimsenin umurunda değil. Bu olmaz. Herkes ben ne kadar destek verebilirim diye düşünmek zorundadır. Yoksa bu ağır yük başka şekilde yürütülmez. Çok ciddi manada ağır bir yük.
Tekrar başa geliyorum.
Şimdi irade ile meşiyet arasındaki farkı kaldırınca bu ayete şu manayı vermişler. Elinizdeki meallere bakın. Yani bizim en büyük kolaylığımız şu; ıspatlamamız çok kolay. İşte buyur kardeşim bak. Hangi meale bakıyorsan bak. Arapça biliyorsan bildiğin bütün tefsirlere bak. Bunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Şimdi elinizdeki meallerden okuyun. Bak ne yazıyor. Defalarca bu ayeti okumuştuk.
“Biz her gönderdiğimiz peygamberi ancak bulunduğu kavmin diliyle gönderdik ki onlara iyice açıklasın”.
Peygamberimiz Mekke toplumuna, arap toplumuna geldiği için dili neydi? Arapça. Yoksa arapçanın kutsallığından falan değil. Türk toplumuna gelseydi türkçe olurdu. Avrupa’da bir topluma gitseydi hsngi topluma gittiyse onun diliyle olurdu. Neden o dil?
“Yubeyyine lehum: onlara herşeyi açıkça anlatsın diye”.
Ondan sonra ne diyor? Bak,iyice açıklasın. Sonra. Oradan takip edinğ mealden takip edin.
“Sonra da Allah dilediğini sapıklık içinde bırakır”.
Peki hadi bakalım Allah dilediğini sapıklık içinde bırakır, dilediğini de yola getirir. Hidayete erdirir. Peki peygamberin gelmesinin bir anlamı kaldı mı? Var mı bir anlamı? Yani gelmeseydi de olurdu! Yani madem Allah dilediğini sapıklıkta bırakıyor dilediğini yola getiriyor, insanların hiç bir iradesi yok. İşte meşiet ve irade kelimelerinin arasında bir fark yoktur dedikten sonra iş bu noktalara gelmiş. O zaman da bu ayetleri okuduğunuz zaman anlayamıyorsunuz. Halbuki yanlış bu. Sonra Allah dileyeni sapıklıkta, yani dileme de basit bir dileme değil, istiyor ona göre de davranış yapıyor. Yada yola gelmek istiyor bir çaba gösteriyor. Öyle sadece oturmuş bende işte müslpman olmak istiyorum. Öyle laf yok! İstiyorsan gereğini yaparsın. O kadar. O zaman da Allah seni yola getirir. İşte irade ve meşiet kelimeleri aynı manayadır diyorlar. Aynı manayadır demek be demek biliyormusunuz? Hani şöyle bir adamın şah damarını jilet ile kesmek gibi bir şeydir. Dışarıdan baktığınız zaman pek de bir şey gözükmüyor. Yani sanki sapasağlam bir şey yapılmamış. Bu adama ne oldu? Ne güzel pehlivanlar gib yürüyordu, AllahAllah falan. İşte müslümanlara ne oldu deniyor. Ne olacak kardeşim şah damarı koparılmış. Gayet basit bir şey. İrade ve meşiet kelimeleri aynı manayadır dedim mi bitiyor işte. Çünkü insanların bütün şeyini ortadan kaldırıyorsunuz. Aktivite, yani uğraşmama ne luzum var diyor adam. Ondan sonra da idareciler tabi kendi yaptıkları suçları rahatlıkla C.Hakka yükleyebiliyorlar. Ne yapalım Allah böyle istemiş. Tabi yanlış idareciler. Hepsi öyle yapmış değil elbette. Ama bizde bir kötü husus var, birisi eskiden yapmışsa babam öyle yapmış oğlu da öyle devam ettiriyor. Ya baban hata ettiyse? Ya baban hata ettiyse ne olacak? Ona bakılmıyor. Yok canım o adamları biliyormusunuz nasıl insanlardı falan filan. İyiyse Allah onun karşılığını elbet verecektir. Kötüyse de cezasını verecektir. Onun ne mükafatını ben vereceğim ne de cezasını. Allah’ın huzurunda ben kendi hesabımı vereceğim. Elimde Allah’ın kitabı var. Ya onlar yanıldıysa. Yanılmış tevbe de etmiş olabilirler.
İşte şimdi, her defadında ortaya koyuyoruz ki bir çok konu kaybedilmiştir. Şimdi kadınlar gününde söyleniyor, falanca gününde seçme hakkı verildi falanca zamanda seçilme hakkı verildi deniyor. Geçende bir toplantıdaydık. Ben diyorum ki kuranı kerim bütün problemlerimizi çözer. Bir başka ilahiyatçı diyor ki yok kardeşim öyle şey mi olur. İşte diyor gök kubbenin altında söylenmemiş söz yoktur. Öyle sloganlar. Tamam kardeşim işte ben de Allah’ın kelamından bahsediyorum. Yani söylenmiş söylenmemiş. Söylenmiş sözden bahsediyorum. Bunu ben çözüyorum desem bu sözü söyle. Ben çözerim desem tamam. Ben kuranı kerim çözer diyorum. Değil mi? Tabi bu da Allah’ın sözü. Ondan sonra yok dedi işte bizim ulemamız bütün çalışmaları yapmış bitirmiş falan. Şia’nın bilmem hangi kolu hangi asırda batıdan şu kadar zaman önce kadınların devlet başkanı olacağını söylemiş miş. Dedim ben hiç bir yere gitmem, ne falanca ne filanca kuranı kerimin Neml suresi var. Orada Belkıs’ın devlet başkanlığı methedilerek anlatılıyor. Ve çok detaylı bilgiler veriliyor. Allah’ın kitabı dururken falanca adam, doğrumu söylemiş yanlış mı söylemiş ben ne bileyim. Değil mi? Allah’ın kitabı var. Allah’ın kitabını yeniden keşfetmemiz lazım. Arada sırada hatırlatıyorum, tekrar hatırlatmam lazım. Bu Allah’ın kitabını önce hocaların keşfetmesi lazım. Kuranı kerimi ezberlemek demek kurandan haberdar olmak demek değildir. Kurandan haberdar olabilmek için problemi kuranı kerime göre çözmek gerekir. Mesela şimdi bizim bazı arkadaşlarımız da 1994’den beri her pazar toplaşırdık bizim vakıfta,şimdi artık olmuyor. Arkadaşlar bazı görevlere getirildiler. Bazı zamanlarda oluyor. Ekonomik problemleri sırf kuranı kerime göre çözerdik. Hala da oluyor. Ama şimdi zamanı belli değil. Ne zaman olduğu belli değil. Bugün şöyle bir problem var, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı işsizlik problemi var. Nasıl çözülür? Hadi ilgili ayetlere bakalım. İhracatı nasıl arttırılabilir, ithalat nasıl şeyyapılabilir, işte şu ne olur, bu ne olur? İlgili ayetleri bulalım. Ve hiç bir gün problemi çözmeden kalktığımızı da hatırlamıyorum. Şimdi biz bunu ezbere konuşmuyoruz ki. Ha bu konularla ilgili yazdıklarımızı malesef çok özet olarak internet sitemizde var. Diğerlerini koyacak kadar vaktimiz olmuyor ki. Bütün zamanımız şey yapıyor. Bir yerlerde konuşurken bana diyorlar ki çok özet konuşuyorsun. Ya kardeşim o kadar çok malzeme var ki bir an önce piyasaya sunulsun istiyoruz ama karşı taraf da haklı. Bunları malesef şey yapamıyoruz tabi. Onların, o yapılan çalışmaların belki %5’ini bile yazıya dökmüş değiliz. Ama şunu biz çok net olarak görüyoruz ki hangi problem olursa olsun kuranı kerime göre çözülür. Hemen çözemeyebilirsin. Çözebilmek için problemi çok iyi bilmen lazım bir kere. Mesela iktisadı çok iyi bilen arkadaşlarımız geliyor. Benim onlar gibi bilmem mümkün değil. Problemi çok güzel bir şekilde ortaya koyuyor, bütün detaylarıyla ortaya koyuyor. İlgili ayetleri buluyorsunuz diyor ki bu ayetin manasında bir yanlışlık var galiba. Bakıyorsun hakikatwn yanlışlık var. Adam konunn uzmanı ya hemen farkediyor. Bakıyoruz hakikaten bir yanlışlık yapılmış mealde. Sen de öğreniyorsun o arada. Bir kere çok iyi uzman. Problemi çok iyi ortaya koymak lazım. İyi çalışmak lazım. O zaman her konuda kuranı kerimden çare bulmak mümkün.
Bunu her zaman söylüyorum, o etrafınızda bir çok cemaatler var, tarikatlar var,ne bileyim hocalar var. Onlara söyleyin o derslerini yaparken her derste bir yada iki ayetin mealini, ayeti de anlamaya çalışsınlar. Bir veya iki tane. O bir müddet sonra onun verdiği zevkle onların şekli değişir. Bir kısmı çizdim oynamıyorum der çeker gider, bir kısmı da iyice anlar kuranı kerimi ve doğruya yönelir. Cami imamlar, Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda onlara görev vermiş ama bir çok yerde yapılmadığını görüyoruz. Cemaatin teşviki çok önemlidir bu hususta. Namazdan sonra bir ayet, iki ayet, üç ayet, beş ayet, anlamaya çalışsınlar. Yani çok olması gerekmez. Bir ayet anlasınlar yeter. Öyle damlaya damlaya göl olur. Kuranı kerimin önemini insanlar kavradıktan sonra gerisi de gelir. Neyse şimdi birazcık ara veriyoruz. Aradan sonra tekrar devam edeceğiz.
2.BÖLÜM
Dersimizin ikinci bölümüne başlıyoruz.
Bismillahirrahmanirrahim.
İrade ve meşiyet ile ilgili ilk okuduğumuz ayeti kerimeyi bir daha,okuyalm. Onun devamı ayeti aradığım oymuş farkına varamamışım. Birinci ayeti okumuştum ikincisini okumamışız. 221. Sayfada Yunus suresinde. 99. Ayet. Onu okumuştuk ama bir daha okuyalım. Okumadan önce şunu tekrarlayayım. Şimdi önce şunu anlatayım tekrar. Az önce anlattım ama. Çünkü önemli bir konu. Bir de çoğunuz arapça bilmiyorsunuz aklınızda kalmaması normaldir. Meşiyet demek bir şeyi isteyip yapmak demektir. Meziyet başka. Benzerlere bakma sen bu meşiet bu. Meşiyet bir şeyi isteyip yapmak. Allah’ın isteyip de yapamayacağı şey var mı? (50:26-50:40 arası video sesi bozuk). Bizim bir şeyi istediğimiz zaman o istediğimizi yapabilmemiz için gücümüz olması lazım değil mi? Ayağa kalkmak istiyorum mesela. Zorluyorum kalkamıyorum. Ayaklarım tutmuyor. (50:53-51:28 e kadar video sesi bozuk).O zaman Allah’ın bir konuda meşiyeti olursa o iş olur. Yani hiç bir şeye ihtiycı yok. Ama bizim bir konuda meşiyetimiz oluşması için ne gerkir? Allah’ın da meşiyeti gerekir.(51:52-52:25’e kadar video sesi bozuk). Meşiyet bir şeyi isteyip de var etmek. Ama AllahTeala mesela biz yola gelmek istersek bizi yola getireceğini söz veriyor. “yehdi ileyhi men enab” diyor; yola gelmek istiyen birisi varsa Allah onu yola getirir”(RAD 27,ENAM 149). Sen gelmek iste, bir gayret göster Allah o konuda sana söz veriyor, yola getirir. İşte “ve ma teşaune” arkadaşımızın hatırlattığı ayeti kerime. Mesela onu da bir açın da meallerden okuyun bakayım ne anlayacaksınız. İşi o kadar uzatmayacaktım ama uzatmış olalım. Hakikaten bu çok zor bir konu. 581. Sayfayı lütfen açın. 30. Ayet. Bendeki mealde ki çoğunuzda bu meal var.
“Allah dilemeyince dilemezsiniz”.
Aslında dileyemezsiniz diye mana vermek lazım. Buradaki mana biraz düşük bir mana. Ne yazıyor sizinkinde, aynısı mı? Aynı meal mi? Farklı meal var mı? Ne yazıyor. ”
Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz”.
Ne demektir bu? Bakın dikkat edin meşiyet yok. Halbuki ayetin metninde meşiyet var. Bu ne demektir? Ayetin manası? Yani siz birşey yapmak istersiniz Allah da o gerekli şartları yaratmazsa olmaz demektir. Ama Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz dediniz mi bu irade manasınadır. İnşa değil meşiyet. Meşiyet. Allah’ın da isteyip yapması aynı şey. Meşiyet: bir şey isteyip yapmak. Allah için de aynı kulniçin de aynı. Ama Allah’ın farkı şu; Allah bir şeyi istedimi yapar. Onun o şeyi yapması için hiçbir şeye muhtaç değildir. Ama kul istediği bir şeyi yapabilmek için Allah’ın onayına muhtaçtır. İşte o meşiyet ile iradeyi karıştırmaktan kaynaklanıyor. Yani siz bir şey yapmak istediniz Allah da onu isteyecek ki siz yapasınız. Bana bir soru sormak istedin. Soru sormak için gerekli gücü, sestellerinin çalışması, kafanı bu tarafa çevirmen,havanın sesi iletimi, bütün bunları AllahTeala yaratmıyor mu? Allah o anda onu yaratmazsa senin yapacağın bir şey yok demektir. Dolayısıyla sen bir şey yapmak istediğin zaman Allah da onun olmasını istiyorsa olur. Ama irade nedir? İrade sadece istemektir. Mesela çok güçsüz bir adam bile kolunu kaldıramaz yanına gelen adama der ki; sana şimdi yumruk vurdummu yere uzanırsın der. Şimdi içinden vurmak ister. Ama vuramaz ki. AllahTeala irade ettiği şeyi yapamayacak güçte değildir haşa. Bir şeyi isteyip de ol dediği zaman onun olmaması mümkün değil. Ama ol demediği istekleri de vardır. Mesela “vallahu yuridu en yetubu aleykum: Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister”(NİSA 27). Et ne mani var ki dersin ama burada irade kelimesi var. Ne demektir? Siz tevbe edin ki kabul etsin. Bu o demektir. Yoksa orada meşiet yok. Meşiyet odumu kesin artık, biter iş. Olay biter. Ama irade onun için AllahTeala’nın irade sıfatı ikiye ayrılmıştır. Birisi tekvini iradedir,birisi teşri iradedir. Tekvini irade ister ve ol der, oluverir. Ama teşri irade ister fakat ol demez. Herkesin mümin olmasını ister fakat insanları buna zorlamaz. Yani meşiyeti olmaz orada iradesi olur. Nisa suresi 26. Ayete bakın. 83.sayfa. Onu bir anlarsak gerisine gerek kalmaz. Bak; “yuridullahu” burada irade bu meşiyet değil.
“Yuridullahu: Allah irade eder”. Neyi irade eder?
“Yubeyyine lekum: size bir şey açıklamayı irade eder”. Başka neyi irade eder?
“Ve yehdiyekum: sizi yönlendirmeyi,sizi yola getirmeyi irade eder”. Nereye?
“Sünenellezine min kablikum: sizden öncekilerin gittiği doğru yola sizi getirmeyi irade eder”. İrade var ama burada meşiyeti yok. Mesela Yunus suresindeki olduğu gibi. 221. Sayfa. Mesela orada Allah sizin yola gelmenizi irade eder dedi,irade eder dedi. Şimdi burada da verilen manayı okuyalım 99; ” Eğer rabbin dileseydi(yani irade etseydi) yeryüzünde kim varsa hepsi yola gelirdi”. Şimdi irade ile meşiyet arasındaki farkı ortadan kaldırırsanız bu iki ayet birbiriyle çelişmez mi? Öbür ayette yola gelmenizi irade eder. Orada verilen manaya bakalım. Benim kelimelerimle değil. Bak; “Allah sizlere bilmediklerinizi bildirmek ve sizden öncekilerin yollarını göstermek ve hayra erişinizi görerek günahınızı bağışlamak istiyor”. Hayra erişinizi görerek yani yola geldiğinizi görerek günahınızı bağışlamak istiyor”. E burada ne diyor; “Allah isteseydi kim varsa hepsi top yekün yola gelirdi. E orada istiyor burada isteseydi.(salondan bir şey söylendi duyulmuyor 1:00:20). İşte ben onu anlatmaya çalışıyorum. Kader meselesi sonradan ortaya çıkarılmış şeydir. Tabi ince bir mesele olduğu için anlatmakta zorlanıyorum. Ama zannedersem anlayan anlıyor. İşte Allah’ın meşiyeti hidayet konusunda yoktur. Yani hadi yola gel deyip de adamı yola getirmez C.Hakk. Ama kişi yola gelmek isterse Allah onu yola getirir. İstek insandan kaynaklanacak, onun için gerekli faaliyeti gösterecek ve Allah da yola getirecek. Dolayısıyla bu meşiyet ile irade arasındaki farkı ortadan kaldırdığınız zaman bakın ayetler de anlaşılmaz oluyor, dikkat ediyormusunuz? Dolayısıyla “yehdullahi men yeş’a” şeklinde geçen yerler ile kim meşiyet ederse yani kim yola gelme isteğini gösterir, gayret gösterirse Allah onu yola getirir. Ama buna Allah istediğini yola getirir diye bir mana vermişler ve işte herşey bitmiş. Buraya nereden geldik? Başlangıçta öyle temel makas değişimleri yapılmış ki ve bu bize Ehli Sünnet akidesi diye, işte Maturidiler böyle düşünür. Eşariler öyle düşünür. Şimdi bu kelimeyi duyarken bazılarınız hafiften böyle tüyleriniz dikenlenmeye başlamış olabilir. Ne yapalım? Yani doğruyu söyleyeceğiz. Kim ne derse desin. Şimdi bir insan kendisine ehli bidat dermi? Yani ben bidatçıyım der mi insan? Nadiren böyle, birkaç tane böyle tipler söyleyebilir. Ama normal insanlar ben bidatçıyım demez. Tabiki sünniyim diyecek tabiki doğru yoldayım diyecek. O önemli değil. Biz kendi kendimize gelin güvey oluruz da acaba Allah kabul ediyor mu? Asıl mesele o. Onun için buray şeyden geldik tekrar oraya dönelim. O ayetleri de okumayalım çok fazla vakit geçti. Yakında bir türlü çıkaramadığımız bir kitabımız var, hep yakında diyoruz olmuyor. Kitap yazmak çok zor. Bir de zorluk şuradan kaynaklanıyor; biz bir şeyi yazdığımız zaman eskilerin hatalarını da düzeltmeye çalışarak yazıyoruz. Öyle olunca sıkıntı bir iken bin oluyor. İşte şuraya bak, şuraya bak, sadece kuran ayetlerinden yaz, öyle bir şekilde yaz ki halk da anlasın. Sokaktaki adam da anlasın dedim mi büsbütün iş çıkmaza giriyor zorlaşıyor. Zaman çok harcamak gerekiyor. İnşallah yakında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar diye bir kitap çıkacak. Orada bu meşiyet ve irade konusu bir bölümde yazılı olacak, bunu inşallah görürsünüz.
Şimdi tekrar bakalım. Mumtahine suresinin 12 ve 13. ayetlerine.
“Ya eyyuhen nebiyyu: ey peygamber”.
“İzacaekel mu’mimatu yubayi’neke: mümin kadınlar sana geldikleri zaman”. Niçin geliyorlar?
“Sana beyat etmek için”. Yani bir devlet başkanına destek vereceklerini göstermek için geliyorlar. Kadınlar. Kadının seçme ve seçilme hakkı ne seçme seçilmeden çok daha ileri. Bunu zaten seçilmiş kabul ediyor Peygamber efendimiz. Yani öyle seçme seçilme hakkı yok. Bir insana önem vermek için seçilmesi mi gerekiyor? Onun insan olması yeter önem vermek için. Sen şimdi millet vekilini seçiyorsun Ankara’ya, bunlardan kaç tanesi başbakan ile görüşme imkanı buluyor? Ama bakın Peygamberimiz(sav) muzaffer bir komutan olarak mekkeye vardığı zaman hanımlardan birebir bağlılık, o da,kendi gönüllü olarak geliyorlar. Kimseye zorlama yok. Evet, onlar bağlılklarını bildirirken tabi Peygamber efendimizin de talepleri oluyor. Ayeti kerimeyle, objektif. Seçme seçilme hakkı ile kıyas kabul etmeyecek kadar ileri bir nokta burası. Sana geldikleri zaman ne diyecekler? Bir kere ben müminim diye gelmiş değil mi bu? Mümin kadın diyor. Müminim diye geldiysen şarrı var. Allah’a ortak koşmayacaksınız, birinci şart bu. İki: hırsızlık yapmayacaksınız. Az önce söylediğim gibi Hz.Hamza’nın şehid edilmesine sebep olan Hint bu beyat edenler arasında. Yok sen şuydun falan,düne ne bakıyorsun bugün neysen o, tamam. Mümin oldunya tamam. Hint diyor ki; ya Muhammed(sav) diyor Ebu Sufyan cimri bir adamdır diyor. Ben de ev masrafları için cebinden para çalıyorum. Bu hırsızlıkmıdır diyor. Peygamberimiz diyor ki; ihtiyacından fazla alma bir şey olmaz.
Sonra “Ve la yeznine: zina etmesinler”. Bunu söylediği zaman Peygamber Efendimiz yine Hint atılıyor. Epeyce kadın var onların arasında Hint. Üst sosyeteden bir hanım tabi. Ebu Süfyan’ın karısı. O ne biçim söz diyor. Şu hürriyete bakın. Daha yeni orayı fethetmiş olan bir kişinin karşısına çıkıyor o ne biçim söz diyor. Hiç hür kadın zina eder mi? Biz hür kadınlarız cariye değiliz ki zina edelim. O toplumda hür kadınlar zina etmiyorlar. Çok ayıp bir şey yani zina. Çok istisnayi durumlar olabiliyor. Ama cariyeler zaten toplumda horlanmış.Belki bir çeşit itibar arıyorlar o yollarla. Gerçi kuranı kerimin onlara getirdiği haklar ayrı. Ona girmeyelim. Onu öğrenmek isteyenler Muhammed suresiyle ilgili kastleri dinlerlerse oradan şey yaparlar. Muhammed suresinin baş tarafında.
“Vela yaktulne evladehunne: çocuklarını öldürmesinler”. Orada da hint yine atılıyor; biz doğurduk büyüttük sen de öldürdün diyor. Savaş da çocuğu mu ölfürüldü neydi? Öldürülmüştü galiba savaşta sırasında. Yani o savaşlardaki ölümleri söylüyor orada. O sırada Hz. Ömer katıla katıla gülüyor onun bu tavırlarına.
“Vela ye’tine bi buhtanin yefyerinehu beyne eydihinne erculuhinne: elleri ayakları arasında bir iftirayla da gelmesinler”. Başkasıyla ilişkiye girip kazandıkları çocuğu kendi kocalarının çocuğu gibi göstermesinler. Yada ona buna iftira atmasınlar.
“Vela yasi’neke fi ma’ruf: hiç bir marufta sana karşı gelmesinler bu kadınlar”. Maruf demek; aklın, geleneğin, kitabın istediği yani doğrular. Hiç bir doğru davranışta sana karşı gelmesinler. Bunun anlamı nedir? Yanlış yaparsan sana da karşı gelebilirler demektir. (1:09:20-1:09:35 arası salondan bir şey söylendi duyumuyor). Evet o ayeti de okuruz inşallah, şunu bir bitireyim. O önemli bir şey. Bakın Allah’ın peygamberine ne diyor Allah: sana doğru yaptığın konularda karşı çıkmayacaklar. Yanlış yaparsan kadının da erkeğin de karşı çıkma hakkı var. Yani şimdi sivil itaatsizlik..(1:09:59-1:10:13 arası video sesi bozuk) . Maruf dediğiniz zaman belli, objektif,açık,doğru güzel şeylerde sana karşı çıkmayacaklar. Aklın,mantığın, geleneğin gerektirdiği, işte kitap ve sünnete aykırı olmayan tavırlar. Yanlış oldu mu, sana karşı çıkarlar. Geldiler, bu şekilde sana bağlılıklarını bildirirlerse…. (1:10:45-1:11:04 arası video sesi bozuk)..Şimdi bizim toplulumumuzda elinin hamuruyla erkek işine karışma derler falan. Ama AllahTeala öyle demiyor. (1:11:11-1:11:19 arası video sesi bozuk).
“Vestagfirlehunnallah: onlar için Allah’tan bağışlanma dile”. Yani ya rabbi sen bunların günahlarını bağışla de. Bakın Peygamberimiz kimsenin günahını bağışlayamaz. Kiliseye geliyorlar papaz insanların günahını bağışlıyor. Kendini Allah’ın yerine koyuyor. Allah’a dua et. Yani onlar için Allah’tan bağışlanma dile. Ya rabbi sen bunların günahlarını affet de.
“İnnallahe gafurur rahim: Allah gafur ve rahimdir”. Yani şurası kesin ki Allah çok bağışlar ve ikramı boldur.
Şimdi gelelim senin söylediğin “atiullahe ve atiul resulehu innehu minkum”, neredeydi Yahya o. Nisa’mıydı, Maide’miydi? 88. Sayfayı açıyoruz. Şimdi bu ayeti kerimeyi okuyalım. Sayfanmın sonundaki ayet.
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, peygambere de itaat edin. Sizden olan ululemrede(yani yetkililerede). Sonra bir şeyde çekiştiniz mi hemen onu Allah’a ve resulüne arz edin. Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanan müminlerseniz”(NİSA 59).
Çekişme kiminle olur? Yöneticiyle! Yöneticiyle. Buradaki çekişme yöneticiyle. Bu ayette o. Ama tabi mealden onu anlamanız zor. Çünkü okurken anlamak çok zor. Şimdi o kafalarda olmadığı için meale de yansımıyor. Şu ayetin metninde okuyayım size. Özellikle mealden okudum. Bakayım nasıdır diye. Peki farklı mealler var mı? Şimdi;
“Ya eyyuhellezine amenu: müminler”. Tabi müminler dendiği zaman kadın erkek hepsi dahil. Ve tekrar ediyorum burada öyle seçilmişler falan filan yok.Toplumdaki yanlış davranışlardan her bir fert zarar göreceği için, ha mesela Osmanlı’da bu çok uygulanmıştır. Kamu aleyhine olan her türlü davranışta her vatandaş yetkili sayılır. Osmanlı bunu uygulamıştır sonuna kadar. O konuyu mahkemeye götürür, sonuna kadar takip eder ve bu hakka sahiptir. Onun için zaten, (1:15:03 de salondan bir şey söylendi, duyulmadı). Tabi tabi dava açma hakkı. Yani savcılık yoktur yargı hukukunda. Savcılık yoktur, Osmanlı derken ben Osmanlıyı incelediğim için söylüyorum. Doktora tezim o dur. Osmanlı yargı hukukudur. Gerçi o islam hukukunun eski Hanefi mezhebinin tam bir devamıdır. Ne bir yenilik var ne nir artı ne de eksi. Kamu aleyhine olan davranışların her birinden her vatandaş zarar göreceği için, her bir vatandaşın dava açma hakkı vardır. Savcı yok ama her vatandaş gerektiğinde savcı yetkisiyle donatılmıştır. Öyle olduğu için hiç kimse sana ne diyemiyor. Hiç kimse yanlış davranış yapamıyor ve son derece huzurlu bir toplum. Yani şimdi burada biz tenkit ediyoruz, tenkidimiz kuranı kerimle karşılaştırdığımız zaman ortaya çıkandır. Yoksa başka toplumlarla karşılaştırdığımız zaman değil. Kuranı kerimdeki o ideal sistemin kaldırılmış olmasından dolayı şikayetçi oluyoruz. Şimdi burada ne diyor Allah; müminler Allah’a itaat edin, elçisine itaat edin. Bak burada nebi yok. Resul var; elçisine itaat edin ve sizden olan yetkililere de.
“Fe in tenaza tum fi şey’in”. (1:16:45-1:16:55 arası video sesi bozuk). ….ama yetkililerin başında “atiur” yok,arapça bilenler dikkat etsin. “Atiullahe ve atiur resul” onlar “ve ulil emri minkum”atıf edatıyla. Çünkü o yetkililere itaat Allah ve Resulü’nün emrine uygun olması ile kayıtlıdır. Allah ve resulüyle biz çekişebilirmiyiz? Ona itaat etmek zorundayız. Şimdi devam ediyoruz. İyice ortaya çıksın. Kaydını, şartını şimdi gör sen.
“Fe in tenaza’tum fi şey’in: herhangi bir konuda nizaya girerseniz”. Kiminle? Yetkiliyle. Nizaya girebileceksiniz demektir, öyle bir ortam olması lazım. İşte bunun hukukunu yapmak müslümanlara aittir. Allah bunun prensibini koymuş. Az önce söyledim de biraz atladık. Kuranı kerimde yani islamın asla kabul edmeyeceği tek devlet sistemi teokrasidir. Onun dışındaki her türlü sistemi kabul edebilir. Önemli olan adil olunması, insanların hukukunun yerine getirilmesidir. Teokraside hukuk diye bir şey olmaz çünkü. Adam gelir seni döver Allah sni böyle takdir etmiştir der, ikram eder Allah takdir etmiştir der. Bişey yok. Hani adam hırsızlık yapmış yakalamışlar, getirmişler karakola. Niye çaldın demiş karakol komutanı? Komutan ben ne yapayım, bu benim kaderimmiş demiş. Benim elimden ne gelir. Ya kusura bakma ben de işte boş bulundum sordum demiş. İçeri girmiş kalın bir sopa almış gelmiş başlamış buna vurmaya. Ne yapıyorsun komutan! Ben ne yapayım benim elimden ne gelir bu da benim kaderimmiş demiş. Evet demek ki yöneticilerle sürtüşmeye girilebilecek. Öyle bir ortam oluşması lazım. Öyle bir durumda anlaşmazlığı neye göre çözecksiniz?
“Fe rudduhu ilallahi ver resul: Allah ve resulüne götürün olayı”. Yani kitap ve sünnete göre çözün, falan alimin görüşüne göre değil. Kitap ve sünnete göre. Öyleyse her şeyden önce islam aleminde vatandaş ve devlet arasındaki sürtüşmeleri sonuca bağlayacak özel mahkemelerin olması gerekir. Ve bu mahkemeler de sadece kitap ve sünnete göre hüküm verecek mahkemeler olmalı.
“İn kuntum tu’minune billahi vel yevmil ahiri”. Şimdi nasıl? Bizim sen kitapları aç oku, fıkıh kitaplarını bu ayeti şurada bitirirler; “fe in tenaza’tum” kısmı hiç yoktur. Hiç bir yerde göremezsin, ben göremedim. Görebilen varsa gelsin haber versin. Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin, sizden olan yetkililere de. Gerisi? Canm ben hafızmıyım! Bak güzel bir şey daha hatırlattın; “minkum” kısmı da yok. Sizden olan kelimesi de yok. Yetkililere. “Atiullahe ve atiur resul ve ulil emri”. Bir çok yerde öyle ama bazılarında da “minkum” var. Ondan sonrası ya? Canım ben hafızmıyım? Hani demiş ya;”la takrabus salat” niye namaz kılmıyorsun diye sormuşlar birisine. Ya kardeşim görmedin mi kuranı kerimde Allah ne buyuruyor? Ne buyuruyor? “La takrabu salate” diyor. “Namaza yaklaşmayın diyor”. Allah böyle demişken ben nasıl yaklaşırım? İyi ama orada bir ifade daha var; “ve entüm sukara” var; sarhoşken. E canım ben hafızmıyım demiş, o kadarını nereden bileyim.
Şimdi burada bir soru soruldu. Peygamberimiz kadınlarla yüz yüze görüşmüşmüdür? Haremlik varmıydı o zamanlarda? Şimdi de varsa olması gerekmez mi?
Bu haremlik selamlık islamın emri değil. Bak şimdi hanımlar burada oturuyor. Siz burada oturuyorsunuz. Herhalde biz burada Allah’ın kitabını anlatırken yanlış yapmamaya çalışırız. (1:21:25-1:21:32 arası video sesi bozuk)..hatta bazı erkeklerin giyecek elbisesi olmadığı için yani iç çamaşırları falan olmadığı için Peygamberimiz derdi ki; hanımlar siz başınızı hemen kaldırmayın secdeden de erkekler kalksın ondan sonra siz kalkın. Şimdi dolayısıyla normalde haremlik selamlık diye bir şey yok ama haremlik selamlık iki tarafı da rahat ettirir. Bu tabii bir şeydir. Şimdi burada bakın hanımlar örtülü basılı. Siz sonderece rahatsınız. Onlar da rahat olmak ister. Mantoyla oturacak, biraz sonra havalar sıcaklanacak, başını açmak isteyecek, rahat,oturmak isteyecek. Bu da olmaz. İşin tabiatında var bu haremlik selamlık. Yoksa yani dinin emri olarak değil. Anlatabildim mi? Peygamber efendimiz tabi karşılıklı konuşuyor.
“Ey Muhammed onlar için bağışlanma dile. Allah gafur ve rahimdir”(MUMTAHİNE 12). Allah bağışlar ve merhamet eder.
“Ya eyyuhellezine amenu”. Son ayeti okuyoruz.”Müminler”
“La tetevellev kavmen gadıballahu aleyhim: Allah’ın gazap ettiği bir toplumu kendinize veli edinmeyin”. Yani başınıza geçirmeyin. Sizin hakkınızda karar verme yetkisi onlara vermeyin.
“Kad yeisu minel ahira: bunların ahiretten bir ümitleri yok”. Allah’ın gazap ettiği. İşte münafıklar da, ehli kitap olsun, diğer kafirler olsun. Bunların ahiretten bir ümitleri yoktur.
“Kema yeisel kuffaru min ashabil kubur: kafirlerin ölenlerden ümitlerini kestikleri gibi”(MUMTAHİNE 13). Yani ölenin, kafirlerin bir gurubu tabi hepsi değil. Bazıları ahireti de kabul eder. Mesela hıristiyanların içerisinde bir kere vaftiz oldun mu cennet garanti. Bunlara ahirete inanmıyor denmez. Ama ahireti hiç kabul etmeyen kafirler de var. O zama bu insanlar öldü mü bitti. Bütün ilişkileri kesildi. İşte bu kafirler ölenlerden ümitlerini kestikleri gibi ahiret kaygısı olmayan bu kafirleri başınıza geçirmeyin, o zaman size yapacaklaru kötülüğü de bırakmazlar. Başka ayetlerde geçmişti.
Şimdi çok az bir vaktimiz var. Bir görüşmenin kısa bir özetini size sunayım. Vaktimiz aslında bitmiş ama daha sonraki zamanlarda unuturum. Bu cumartesi günü bizim İstanbul Ünivetsitesinin davetlisi olarak gelen Avrupa Birliği’nin kültürler arası diyalog, üniversiteler arası ilişkiler,erasmus programı falan, bir takım programları var. O program çerçevesinde bizim fakülteye bir Alman profosör geldi bu hafta sonu, geçtiğimiz hafta Pazartesi günü gitti. Kendisi luteryen. Hıristiyanlık uzmanı yani. Aynı zamanda da papazlık yapıyormuş. Ama iyi bir uzman gerçekten. Çünkü ben bir çoklarıyla karşılaştım ama bunu hepsinden daha dolu buldum. Onu Cumartesi günü vakfa çağırdık. Vakıfta üç saat kadar süren karşılıklı soru cevaptan oluşan bir sohbet yaptık. Onu inşallah montajı yapılırsa internetten yayınlayacağız. O sohbet sırasında canlı da yayınladık. Belki bir rastlayan olursa dinlet diye. Ama montajı yapıldıktan sonra inşallah yayınlayacağız. Burada asıl size söylemek istediğim kısım şu; şimdi o zat luteryen. Martin Luter duymuşsunuzdur. Yani protestan. …(1:26:23-1:28-24 arası video sesi bozuk)…fazla derindi galiba. Dedim ki yani sohbetin işte üç saatlik sohbetin sonunda. Dedim ki buraya kadar olandan tam net olarak şunu anladım. İncil bir tarafta, yani bugünkü haliyle incil. Bizim o kadar tenkit ettiğimiz falan, bu günkü haliyle. Bir tarafa kiliseler bir tarafa öyle mi dedim, bütün kilise? Evet öyle dedi. Şimdi, orada başka şeyler, şu ayeti okuyacaktım ama epeyce arkadaşlar var hepsi de uzman arkadaşlar hepsi bir şey soruyor orada. AllahTeala diyor ki;
“Kul ya ehlel kitab lestum ala şey’in hatta tukıytum tevrate vel incil: deki ey ehli kitap. Tevrat ile incili ikame etmezseniz, uygulamazsanız sizin hiç bir temeliniz olmaz”(MAİDE 68). 1:29:24-1:29:33 arası video sesi bozuk)… hakikaten insan her defasında, ben bunlarla çok karşılaştım aslında, ne kadar doğru yolda olduğumuzu net bir şekilde görüyoruz. Ve orada şöyle bir baktım elinizde üç beş kuruş para var diye kendinizi bir şey zannediyorsunuz. Hiç bir şey yok.