Euzu billahi mineş şeytanir racim
Bismillahirrahmanirrahim
Geçen hafta Talak suresinin ilk üç ayetini okumuştuk. Bu ayetleri kısaca bir tekrarlayalım. Sonra devamını okuyalım.
“Ya eyyuhen nebiyyu iza tallaktumun nisae fe tallikuhunne li iddetihinne ve ahsul iddeh: ey peygamber kadınları boşadığınız zaman iddetleri içerisinde boşayın”.
Yani öyle bir zamanda boşayın ki hemen iddetlerini saymaya başlasınlar.
“Ve ahsul iddeh: iddeti de sayın”.
“Vettekullahe rabbekum: rabbiniz Allah’tan korkun”
“La tuhricuhunne min buyutuhinne ve la yahrucne: onları evlerinden çıkarmayın onlar da çıkmasınlar”
“İlla en’yetine bi fahişetin mubeyyineh: açık bir fahişelik yapmış olurlarsa başka”.
“Ve tilke hududullah: bu Allah’ın koyduğu sınırladır”
“Ve men yeteadde hududullahi fe kad zaleme nefseh: kim Allah’ın sınırlarını aşarsa kendini kötü duruma sokmuş olur, kötülüğü kendine yapmış olur”.
“La tedri leallallahe yuhdısu zalike emra: bilemezsin belki Allah bundan sonra bir durum ortaya çıkaracaktır”(TALAK 1).
Demek ki erkekler eşlerini boşamak isterlerse iddetleri içerisinde boşamaları lazım. Bunun dışındaki boşamayı AllahTeala’nın gösterdiği boşama olarak kabul etmek mümkün değil. İddetleri içerisinde olması lazım. İddetleri içerisinde olması için de kadının adetli olmaması gerekir. Yani şöyle söyleyelim, eşi boşadığı andan itibaren kadın kendi başına kalmalı. Yani eşiyle ilişkiye girecek durumu olmamalı. Kadın adetliyse zaten kendi başınadır. Çünkü adetliyken ilişki yasaktır. Adetten temizlendikten sonra eşi onunla ilişkiye girmişse kendi başına olamamış demektir. Dolayısıyla kadın adetten temizlenmiş olduğu bir zamanda eşi onunla ilişkiye girmediği bir zamanda boşamalıdır. Allah’ın emrettiği bu. Eşlerini boşamak istediğiniz zaman iddetleri içerisinde boşayın. Yani kadın adetli olmasın, adetinden temizlenmişse eşiyle ilişkiye girmemiş olması lazım o temizlik dönemi içerisinde. Sonra iddeti erkek sayıyor. O kadını evinden çıkarmayın. Yani o ev hala o kadının evi sayılıyor. O kadını evinden çıkarmayın kendileri de çıkmasınlar. Yani ben babamın evine gidiyorum diye çekip gitmesinler. Açık bir fahişelik yapmış olursa başka. İddeti sayma görevi erkeğe verilen bir görev. Adeti kadın görüyor sayma işi erkeğe ait. Çünkü o süre içerisinde erkek karısıyla yakından ilgilenme durumunda olacak. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Kim bu sınırları aşarsa kendine kötülüğü yapmış olur. Yani evden çıkarır, araya yabancılar girer, ailenin yeniden birleşmesi imkanı ortadan kalkar. Kadın çıkar, aynı durum olabilir. Erkek eşinin iddetini saymaz, geri dönmeye niyeti vardır süreyi kaçırmış olur. Kadın da tekrar razı olmayabilir. Kadın bu süre içerisinde kendi başına beklemesi rahminde çocuk olup olmaması ile ilgili değil. Bunu da ayetten anlıyoruz;
“La tedri leallallahe yuhdısu ba’de zalike emra: bilemezsin belki AllahTeala bundan sonra bir şey ortaya çıkaracaktır”.
Aralarındaki gerginlik ve kırgınlık ortadan kalkacak, aile belki yeniden kurulacaktır.
“Fe iza belagna ecelehunne fe emsikuhunne bi ma’rufin evfarikuhunne bi ma’rufin”
Kadınlar bekleme sürelerinin sonuna geldiler. Artık son gün.
“İster güzellikle tutarsınız ister güzellikle onları ayırırsınız”.
“Ve eşhidu zevey adlin minkum: sizden güvenilir iki kişiyi de bu duruma şahit getirin”.
Yani hem işin başında hemde sonunda şahit getirin ki yarın ihtilaflar çıktığı zaman halletmek mümkün olsun.
“Zalikum yuazu bihi men kane yu’minu billahi vel yevmil ahir: bu size verilen öğüttür, içinizden Allah ve ahiret gününe kim inanıyorsa böyle yapar”
“Ve men yettekıllahe yec’al lehu mahreca: kim Allah’tan korkarsa Allah ona çıkış yaratır”(TALAK 2).
“Ve yerzukhu min haysu la yahtesib: hiç beklemediği yerden Allah ona rızık verir”
“Ve men yetevekkel alallahi fe huve hasbuhu: kim Allah’a güvenip dayanırsa O Ona yeter”.
“İnnallahe baligu emrihi: Allah Teala işini sonuna ulaştırır, hiç bir işini yarım bırakmaz”
“Kad cealallahu li kulli şey’in kadra: Allah herşeye bir ölçü, standart koymuştur”(TALAK 3).
Talakın ölçüsü de budur.
Buraya kadar anlatılanlar kişinin karısını bir kere boşamasıdır. Adetli olmadığı bir zamanda, ilişkiye girmediği bir zamanda bir kere boşuyor. İddeti bitinceye kadar bekliyor. Sonunda kararını veriyor. Ya dönüyor ya ayrılıyor. Şahit getiriyor. Kadını evden çıkarmıyor, kadın da çıkmıyor. Erkek iddeti sayıyor. Bütün bunların tamamı erkeğin karısını bir kere boşamasıdır. Bakara suresikin 229. ayetinde AllahTeala;
“Et talaku merretani”, buyuruyor; “o talak iki keredir”.
Yani Talak suresinde anlatılan şekildeki talak iki keredir. Bir insan bu şartlara göre karısını bir kere boşar. Vaz geçer. Ya geçmez. Ayrılırlar yeniden aralarında nikah kıyarlar. Bir kere daha boşar. Artık üçüncü kez boşarsa bu şartlara uyulmaz. Yani Talak suresindeki anlatılan şekildeki talak iki keredir.
“Fe in tallakaha: eğer bundan sonra erkek karısını üçüncü kez boşarsa”
“Fe la tahıllu lehu min ba’du hatta tenhika zevcen gayrahu: eğer erkek karısını üçüncü kez boşarsa artık bundan sonra kadın o erkeğe helal olmaz bir başka erkekle evlenmedikçe”(BAKARA 230).
İşte kuranı kerimde anlatılan talak bu. Bunun dışına çıkldığı zaman Allah’ın koyduğu sınırların dışına çıkılmış olur. Allah’ın koyduğu ölçünün dışına çıkılmış olur. O ölçünün dışına çıktığınız zaman da,o iş olmaz.
“Kad cealallahu li kulli şey in kadra”(TALAK 3).
Yani bir insan öyle karısına seni üç talakla boşadım demekle kadının birden fazla boş olması mümkün değildir. Bir talakla boş olabilmesi için bu sözün Talak suresinde anlatılan şartlar altında söylenmiş olması gerekir. İşte, falan yerd gidersen boşsun, şunu yaparsan boşsun, bunu yaparsan boşsun şeklindeki sözler de kuranı kerimde anlatılan, sünnet de anlatılan talakşa uymaz. Yani çok enteresan bir şey, hakikaten şaşırtıcı bir şey. Kuranı kerimin bu mükemmel talak sistemi, herkese şapka çıkartacak, çok tabii, mahkemede ailelerin birbirinin kirli çamaşırlarını ortaya dökmesine engel olucu bu güzellikteki bu talak sistemi tümüyle ortadan kalkmış, birisinin canı sıkıldığı zaman seni üç talakla boşadım dedi mi aile tümüyle yıkılmış oluyor, tekrar geri dönme imkanı olmuyor. Yada diyor ki; işte sen bu eve girersen boşsun diyor karısına yada eve girersen üç talakla boşsun diyor. Bu defa o evi değiştiriyorlar ki kadın eve girsin. Yada diyor ki babanla konuşursan,annenle konuşursan üç talakla boşsun diyor, annesiyle babasıyla ebediyen konuşamıyor. Yada babanın evine gidersen boşsun diyor, kadın babasının evine gidemiyor. Gidiyor pencerenin altında oturuyor, annesi pencereden konuşuyor O da aşağıdan konuşuyor falan. Bunlar son derece rahatsız edici şeyler. İşte adam çıkmış ağaca bu ağaçtan yere inersem karım üç talakla boş olsun demiş. Ne yapacak ağaçta kalamaz. At getirmişler, yere değil atın üzerine indim o zaman kurtuldum falan gibi.
Hakikaten, galiba bugün veya dün bir gazeteci yazmış; İsrail’in sayısını veriyor, küçücük bir azınlık. Etrafındaki arapları veriyor, müslümanların sayısını veriyor çok büyük bir insan kitlesi. Ondan sonra sizin elinizde petrol gibi bir silah var diyor. Çok büyük bir silahınız da var. Paranız var istediğiniz silahı üretebilirsiniz. Neden diyor bir avuç İsrail’e laf anlatamıyorsunuz. Ondan sonra da taşı gediğine koyuyor, diyor ki; tabi siz hala hocaların, mollaların peşinden giderseniz, yani islam diyemiyor. Çünkü Türkiye’de öyle bir şey söyleyemiyor. Olscağınız budur. İşte, bu yoldan vazgeçin. Modernleşin falan diye nasihatlerde bulunuyor. Şimdi buna sebep olan kim? Biz sebep oluyoruz değil mi? Yani şimdi kuranı kerimdeki talakın mükemmelliğine bakın fıkıh kitaplarımızda anlatılan talaka bakın. Ben geçen hafta bir şey söylemiştim, içinizde hiç okuyan oldu mu? Hanefilerin meşhur fıkıh kitaplarından olan El-Hidaye’yi hiç okuyanınız oldu mu? Arapça bilenleriniz var, içinizde okuyan oldu mu? İbret için okuyun lütfen. Arapça bilenler lütfen okuyun. Çünkü okumazsanız bizim burada anlattıklarımız havada kalır. Yani bizim iddiamız gibi ortada kalır. Okuyun. En meşhur fıkıh kitabıdır hanefilerde. Şu okuduğum ayetlerden hiç birisini bulamayacaksınız. Peygamber(sav)’in Abdullah Bin Ömer hadisi vardır. A.Bin Ömer karısını boşamış. Babası Ömer Peygamber(sav)’e gelmiş durumu anlatmış. Bizim Abdullah karısını adetliyken boşadı demiş. Peygamberimiz de sinirlenmiş. Söyle Ona karısına dönsün demiş. Kadın temizlensin o temizlik süresi geçsin bir daha adet görsün temizlensin boşamak istiyorsa ilişkiye girmeden o temizlik döneminde boşasın demiş ve bu ayeti okumuş. Allah’ın emrettiği boşama budur demiş. Bu hadis de yok. Ve bu konuda en sahih hadistir. E peki ayet yok, hadis yok ve bir boşama sistemi ortaya koyuyorsunuz. O zaman suç islamiyette mi müslümanlarda mı? Yani bugünkü halimiz. Belki bir çokları haklı. Haklı da hırsıza hiç kimse suç bulmuyor da suçu ev sahibine buluyorlar. Yahu islamiyete bu yapılır mı dediğimiz zaman, aman bunu deme diyorlar. Peki ne diyeyim? Bravo adamlara helel olsun çon iyi yapmışlar mı diyeceğim. Allah’ın ayetleri ortada. Açıp siz talak sistemini kuruyorsunuz talak suresi yok orada. Almak zorunda kaldıkları ayetleri de büyük fıkıh kitaplarında mesela Mebsut’da, Elbedaüs sanai’de bazı ayetleri almak zorunda kalıyorlar, onlara da ilavelerle anlamını başka tarafa çekerek alıyorlar. Çünkü Talak suresini almamak yetmiyor. Öbürlerini de doğru bir şekilde alırsanız yine o sistem tutmuyor. Bunu sadece hanefi mezhebi böyle yapmış olsa iyi. Şafii de aynısını yapmış, Maliki de aynısını yapmış, Hanbeli de aynısını yapmış. Ahmed B.Hanbel’e ne oluyor? Sen hadisçisin. İmam Malike ne oluyor? Sen meşhur bir hadisçisin. İmam Şafii’ye ne oluyor sen iyi bir arapsın. Peygamber efendimizin soyundan bir kişisin. Mekke’de yetişmiş bir insansın. Çok iyi yetişmiş bir insansın. Aslında ben bu işin tarihini çok merak ediyorum. Burada televizyona çıkan bazı hocalar haklı olarak vatandaşlarımız tarafından tepki görüyorlar. Bu tepki son derece haklı. Ama onların kırdıklarıyla bunların kırdıklarını karşılaştırın bakalım hangisi daha fazla. Onlara kimse hoca deyipte sadece dalga geçiyor. Önemsemiyor onların görüşlerini. Ama islam alemi bu dört büyük mezhep dediğiniz zaman akan sular duruyor. Öyle değil mi? Akan sular duruyor. Onun için biz güçlerimizi birleştirmek zorundayız. Yani yıllardır şu derslerimize devam eden sizler bile yani büyük çoğunluğunuz buraya giriyorsunuz çıkıp gidiyorsunuz. En fazla bir selamlaşıyorsak o kadar. Yahu bu basit bir iş mi? Burada kenetleşmemiz lazım. İslam aleminin kurtuluş projesi bu. Başkası var mı? Varsa lütfen söyleyin. Ama yok. Yani bir lokale bile böyle gelindiğini zannetmiyorum. İrtibatlar kesiliyor, nasıl olsa,işler yürüyor. Tamam elbette ki yürür, hiç şüphesiz. Allah rızası için yapılan hiç bir iş kalmaz. Ama biz birbirimize destek verirsek, o zaman çom daha güçlü yürür. Düşünsenize, bakn biz bu hizmetleri yürüten insanlar olarak, Allah razı olsun Ensar Vakfı verdi de bu salonda rahat rahat oturuyoruz. Kendimizin böyle bir imkanı yok. Hepiniz biliyorsunuz. Ondan sonra karşımızda bize direnenlerin ellerinde üniversiteleri var, radyoları var, televizyonları var, gazeteleri var, holdingleri var, var da var, sayamayacağınız kadar var. Sizde uzaklaşırsanız bu işler nasıl yürüyecek lütfen hesabını kendiniz yapın bakalım. Bu basit bir olay olsa tamam. Peygamber(sav)’i hatırlayın. O insanlar uzakta dolaşsalardı herhalde hiç birisi Mekke’den Medine’ye hicret etmek zorunda kalmazdı. Rahatlıkla Mekkelilerle anlaşırlardı. O zaman Peygamberimizi rahatlıkla da devre dışı bırakabilirdi Mekkeliler.
“Zalikum yuazu bihi men kane yu’minu billahi vel yevmil ahir: işte bu içinizden Allah ve ahiret gününe inanan ve güvenenler için verilmiş bir öğüttür”.
“Ve men yettekıllahe yec’al lehu mahreceen: kim Allah’tan korkar,saygılı olur, Allah’tan çekinirse Allah Ona mutlaka bir çımış yolu oluşturur”(TALAK 2) .
“Ve yerzukhu min haysu la yahtesib: hiç hesap etmediği bir yerden Allah Ona rızık verir”.
“Ve men yetevekkel alallahife huve hasbuhu: kim Allav’a güvenip dayanırsa Allah Ona yeter”.
“İnnalehe baligu emrihi: Allah her işini sonuna ulaştırır”.
“Kad cealallahu li kulli şey’in kadra: Allah herşeye bir ölçü koymuştur”(TALAK 4).
Şimdi de bir başka şeyi size söyleyeceğim. Bakın neler oluyor. Hani bir Allah’ın kulu da karşımıza çıksın da desin ki şunu yanlış yapıyorsunuz. Bunu yapmıyorlarda sadece arkadan dedikodu ediyorlar. Bakın şimdi bir başka şey.
“Vellai yeisne minel mahıdı min nisaikum inirtebtum fe iddetihunne selasetu eşhurin: hayızdan umudunu kesmiş olanlar, eğer bunların ne kadar iddet bekleyeceği konusundan şüpheniz varsa onların iddeti üç aydır”.
Hayızdan kesilmiş kadınlar. Hayızdan kesilmiş kadın hamile kalır mı? Kalmaz! O zaman demek ki bu üç ay hamilelikle alakalı değil. Çünkü kadının hamile olup olmadığı testlerle, şununla, bununla anlaşılır. Bu olay sadece ailenin devamı için ortamın hazırlanmasıyla alakalı.
“Vellai lem yahıdne: ve hayız görmeyenler için de üç aydır”(TALAK 4).
Hayız görmeyenler için. O kısım nasıl tercüme edilmiş. Mehmet Bey sizin mealde ne yazıyor?
“Henüz adet görmeyen”
Henüz adet görmeyen kimdir? Çocuk değil mi? Çocuk! Çocuk nasıl kocası tarafından boşanır? Çocuk nasıl iddet bekleyecek? Başka meal var mı? Bizdekinden farklı. Bizdeki meallerin dışındakini diyorum. Elimizdeki meali demiyorum, o zaten bende var. Var mı farklı bir meal? Tabi biz buraya aynı mealleri yığınca vakıfta 40-50 çeşit meal vardı, herkes herşeyi okuyordu. Burada o imkanı kaybettik malesef. Hep aynı mealler. Süleyman Ateş’in ki biraz açık. Ali Bulaç ne diyor? “Henüz adet görmemiş olan”. Henüz adet görmemiş nedir? Çocuk değil mi? Çocuk evlendirilir mi? Evlendirilir mi? Evlendirilir, evlendirilir! Bizim dört mezhebin dördüne göre de erkek çocuk da kız çocuğu da evlendirilir. Daha yeni doğmuş çocuk dahi. Evlendiriliyor. Yeni doğmuş iki tane çocuk, anneleri babaları onları birbirleriyle evlendirebiliyor. Yada yeni doğmuş çocuğu 90 yaşındaki bir adamla evlendirebiliyorsun. Delillerinden birisi bu ayet. Şimdi size başka bir şey sorayım. Kız çocuğu için bu çocuk adet görmüyor denir mi? Çocuk zaten adet görmez ki. Peki kim için adet görmüyor denir? Buluğa ermiş bir, adetten kesilmiş için denir, bir de hasta olup düzenli adet görmeyenler için denir. Yani kadınlar der ki ben adet görmüyorum, henüz menapoz yaşına ulaşmadan genç yaşta iken ne yaparlar? Tedavi olurlar değil mi? Şimdi bazı hanımlar vardır yani iki ay, üç ay, iki ayda bir, üç ayda bir adet görür. Hatta iki ayda bir, üç ayda bir gördüğü de diğer normal adetlerden de değildir, biraz farklı. Şimdi bir kadının iki ayda bir adet gördüğünü yada üç ayda, senede bir adet gördüğünü düşünün. Bizim fukaha burada şöyle diyor; kadın iki senede bir adet görüyorsa bu gene adet görüyordur, üç adet görecek kadar kocasının evinde bekleyecek. Altı sene. Ya burada bütün meselenin ne olduğunu Allah anlatıyor zatwn. Ailenin yeniden kurulması meselesi. Altı sene niye beklesin. Ve evden çıkmayacak. O zaman bu düzenli adet görmeyenlerle ilgili bir hükümdür. O da üç ay bekleyecek bitecek. Çünkü çocuğa adet görmüyor kelimesi kullanılmaz. Onun için orada “lem yahıdne’ye” Süleyman Ateş “lem ma yahıdne” manası vermiş. Kelimenin anlamını değiştirmiş.
Çocukların evlendirileceğine dair fetva verenlerin tek dayanağı Peygamber(sav)’in Aişe validemizle evlenmesidir. Onunla ilgili rivayetler çok farklı. Bazıları 17 yaşında olduğunu söylüyorlar, bazıları buluğ yaşında, bazısı 9 diyor. Fakat bu ayetlerin Peygamberimizin evlenmesi Mekke’de olmuş bu ayetlerin tamamı Medine’de inmiştir. Ve Nisa suresinin 6. Ayeti, lütfen açarmısınız. 4. Sure 6. Ayet. 78. Sayfa
“Vebtelul yetama hatta iza belagun nikaha: yetim çocukları denemeden geçirin”.
Ne zamana kadar? Ne yazıyor Süleyman Ateş’in mealinde? “Nikah çağına varıncaya kadar” Süleyman Ateşi’in meali değil mi? Peki nikah çağı diye bir çağ var. E çocuk evlendiriyorsanız nikah çağı diye bir çağ olur mu? Olur mu Bekir Bey? Daha yeni doğmuş bir çocuk yani nikah yaşı diye bir şey yok. Dört mezhebin dördüne göre nikah yaşı diye bir mefhum yok. O zaman bu ayetteki nikah çağı ne oluyor? Tamam buluğ değil ama nikah çağı diye bir çağdan bahsediyor Allah değil mi? Nikah çağı diyor. En azı buluğ olmuş oluyor. Allah nikah çağı diyor, buluğ çağı demiyor. Nikah çağı dediği için ayeti kerime üzerinde biraz durursak rüşd de bu işin içerisine sokulabilir. Yani diğer ayetlerle karşılaştırırsak. Ama orada ihtilaf olur. Birisi der ki buluğdur, birisi der ki reşit olmadır oradada ihtilaf olabilir. Ama buluğun altına inemezsiniz. Yani çocukların evlendirilmesine buralardan fetva veremezsiniz. Peki neden tek olay anlatılıyor, sadece Aişe validemiz anlatılıyor da bunu ikinci bir olayı yok. İkinci bir örneği neden yok? Yok işte, öyle bir örnek yok. (Salondan bir şey söylendi duyulmuyor 34:20). O kısmı söylemiyorum yani kitaplar çocuklar evlendirilir derken Aişe validemizi delil gösteriyorlar. İşte o anlattığınız da onun delil olamayacağını şey yapmış oluyor. Ben de şunu söylüyorum; o tartışmalara gerek yok. O Mekke’de olan uygulamadır. Bu kuranı kerimdir. Kuran buluğ çağı dediğine göre o uygulama varsa da kalkmış demektir, tamam mı? Birisi ıspatlasa ki çocukmuş Aişe validemiz. Gene hüküm değişmez. Dolayısıyla çocuğa hayız görmüyor denmez. Buluğa erdikten sonra eğer bir problemi varsa o zaman hayız görmüyor denir, öyle değil mi doktor bey? Çocuğa hayız görmüyor denir mi? Zaten görmez bunu söylemenin bir anlamı yok ki. AllahTeala hayız görmeyen “vellai lem yahıdne” diyerek hayız görmeyenler diyor. Kuranı kerimdeki hangi ayetlere bakarsanız, mesela nikah ile ilgili olarak kadınlar fail yapılmıştır. Az önce okuduğumuz ayetlerden birisinde “Fe in tallakaha fe la tahıllu lehu min ba’du hatta tenkiha zevcen gayrahu”(BAKARA 230) “tenkiha” derken kadın nikahlanıncaya kadar bir başka erkekle. Kadın nikahlanıncaya kadar deyince bu boşanmış bir kadındır. Kendi nikahın tarafı oluyor. Çocukların evlendirilmesi caiz diyenler onu nikah tarafı yapamıyorlar onu velisi ancak evlendirir diyorlar. Gene “fe taduluhunne…. ezvacehunne” diyor. Nikahın faili gene kadın. Bir çok ayetler var. Hatta burada, tabi uzatmak istemiyorum konuyu da ama, kuranı kerimin ayetlerinin tamamında çocuğun evlendirilmesine dair en küçük bir delil bulunamayacağı gibi çocuğun evlendirilemeyeceğine dair doludur deliller. E şimdi çocuğu evlendiriyorlar, niye? Efendim ihtiyacı varmış. Bende şimdi tabi bu işi şakaya şeh yapıyorum. Ha çocuk ağlıyor susturmak için evlendiriyorlar demek ki. Bu çocuk çok ağlıyor, niye ağlıyor? Canı evlenmek istiyor da onun için ağlıyor. Öyle demek gerekecek yani.
Ben şimdi bizim muhataplarımızın yerinde olsam ben de hop oturup hop kalkarım. Ya kardeşim bunların hiç mi doğru yaptıkları şey yok diyecekler. Var arada sırada. Yani tabi doğru yaptıklarını anlatmıyoruz. Yanlışları anlatınca onlar duyuluyor. Yoksa yaptıkları doğrular da elbette az değil. Ama yaptıkları yanlışlar affedilir cinsten değil.
“Vellai yeisne minel mahıdı min nisaekum: kadınlarınızdan hayızdan kesilmiş olanlar”. Boşanmış kadınlardan.
“inirteptum: bunlar nasıl iddet görecek diye şüphe ederseniz”
“fe iddetuhunne selasetu eşhurin: onların iddeti üç aydır”.
Zaten o üç hayız da aşağı yukarı üç aya tekabül eder.
“Vellai lem yahıdna: hayız görmeyen kadınlar da öyle”.
Yani böyle altı ayda, bir senede, iki senede bir hayız gören kadınlar var, onlar kocasının evinde üç hayız bekleyecekler. Bir ömür beklemesi de gerekebilir, o değil. Üç ay bekler ve tamam iş biter. Çünkü tekrar ediyorum bizim fıkıh kitaplarımızda genellikle bu iddet kadın hamileliği ile ilgili gibi gösterilir. Öbürünü de söylüyorlar yani ailenin yeniden kurulma ihtimalinden de bahsediyorlar. Fakat bir anda üç talakla seni boşadım dediğiniz zaman her şey bittiği için onunda bir anlamı kalmıyor.
“Ve ulatul ahmail eceluhunne en yada’ne hamlehunn: hamile kadınların bekleme süreleri de doğum yapıncaya kadardır”. Yani ne kadar sürerse.
“Ve men yettekıllahe yec’al lehu min emrihi yusra: kim Allah’tan korkarsa Allah onun işinde bir kolaylık oluşturur”(TALAK 4).
Şimdi, bir başka iddet daha vardır, o da ölüm iddetidir. Kocası ölen kadınların beklemesi gereken iddettir. Bir gariplik de burada var. Evlerinden çıkmasınlar, siz de çıkarmayın hükmü sadece boşanmış kadınlarla ilgili okuduk. Ve bunun sebebi de ailenin yeniden kurulma ihtimali. Ama talaka verilen yeni şekil sebebiyle bu tamamen kaybolmuş. Bu defa bu hüküm fıkıh kitaplarında kocası ölmüş kadınlara taşınmış. Kadının kocası ölmüşse onun işini görecek kimse olmayacağı için, gündüzün evden çıkarsa da gece çıkamaz. Niye? Bu ayetten dolayı. Allahallah! Ya onunla ilgili ayet açık. İsterseniz o ayeti de açalım madem bu işe girdik, tam olarak yarım bırakmayalım. Çünkü ben bazen anlaşılmıştır diye çabuk geçiyorum anlaşılmıyor, o da bir işe yaramıyor. Bakara 234. 39.sayfa.
“Vellezine yuteveffevne minkum: sizden vefat etmiş olanlar”
“Ve yezerune ezvacen: geriye eşler bırakmış olanlar”.
Yani geriye eşler bırakarak vefat etmiş olanlar.
“Yeterabbasne bi enfusihinne erbeate eşhurin ve aşra: bu eşler kendi başlarına dört ay on gün beklerler”.
Kendi başlarına ne demek? Evlenmeden yani. Dört ay on gün beklerler.
“Fe iza belagne ecelehunne: sürelerinin sonuna ulaştılar mı”.
Bak bu dört ay on gün. Öbürü üç ay. Üç hayız yada doğuma kadar. Bu dört ay on gün. Bunun iddeti farklı. Kocasıbölmüş çünkü.
“Fe iza belagne ecelehunne: sürelerinin sonuna ulaştılar mı”
“Fe la cunahe aleykum fi ma fealne fi enfusuhinne bil ma’ruf: kendi başlarına marufa uygun olarak yapacakları bir şeyden dolayı size günah yoktur”.
Yani evleneceklerse evlensinler. Dört ay dolduktan sonra. Marufa uygun olması şartıyla. Yani kurana, sünnete, geleneğe uygun olması şartıyla.
“Vallahu bi ma ta’melune habir: ne yaptıklarından Allah haberdardır”(BAKARA 234).
Şimdi burada onları evlerinden çıkarmayın var mı? Onlar da çıkmasınlar var mı? Her bir ayet en az ikinci bir ayetiyle açıklanıyordu ya. Öyle değil mi? En az iki tanedir. Şimdi bakalım ikinci ayetinde ne diyor. Sayfayı bir çevirin. 240. Ayet;
“Vellezine yuteveffevne minkum” bak o ayet ile aynı
“Ve yezerune ezvacen” işte müteşabih bu. Birbirine benzeyen iki tane ayet. Aynı kelimelerle görüyormusunuz? Yada benzer kelimelerle.
“Vasiyyeten li ezvacihim metaan ilel havle gayre ihrac: eşleri için vasiyette bulunsun ölenler (Ölme durumunda olanlar) bir yıl bu hanımı evden çıkarmayın bir yıl geçimini temin edin diye”.
Çıkarmayın! Böyle vasiyette bulunmalı.
“Fe in hacerna”. Böyle bir vasiyette bulundu kocası vefat etti. Ama kadınlar çıkarsa;
“Fe la cunaha aleykum: size bir günah yoktur”.
Çıkarlarsa çıkarlar. Çıkarmayın! Ama çıkarsa çıkar. Şüpheli bir tarafı kaldı mı? Kaldı mı? Yok! Kocası ölmüş o evde bekleyeceksin. Niye? Talak ile ilgili hükümleri madem boşanmış kadınlara uygulayamıyoruz, bari kocası ölmülere uygulayalım. Çünkü öylesine sistemleri alt üst etmişsin ki her şey birbirine karışmış. Hakikaten bunları anlatmak bana hiç zevk vermiyor. Ama mecburen anlatıyoruz. Yarın Allah’ın huzurunda bunun hesabını vereceğimiz için.
Hacca gidiyorduk kara yoluyla. Benim kafilede bir karı koca var. İkisi de yaşlı. Bağdat’a kadar gittik, Bağdat’ın dış kısmında henüz şehre girmeden şöyle arabayı bir kenara çektik, otobüsleri. Altı tane otobüsümüzü. Uygun bir camii vardı. O caminin imkanlarından yararlanarak akşam ve yatsı namazlarımızı kılacağız ondan sonra Bağdat’a gideceğiz. Bağdat’a gidersek akşam namazı geçecek. Neyse orada millet namaz kıldı. Bağdat-Musul karayolu da uçak pisti gibi öyle hızlı gidiyor ki arabalar. Zaten son model mercedesler, benzin de çok ucuz olduğu için beygir gücü çok yüksek arabalar. Uçak gibi gidiyorlar. Bizim hacılardan birisi hiç gerek yokken oradan karşıya geçmiş. Karşıya geçerken de arabanın birisi vurmuş adamı öldürmüş. Erkek öldü kadın kaldı. Şimdi bizim bazı ulemaya göre kadın, orası bir yerleşim bölgesi ya. Kadın orada iddetini beklemek zorunda. Çünkü geriye üçgünden fazla mesafe var, gideceğimiz yere de üç günden fazla mesafe var. Yani 90 km diyorlar ya. Onun için orada oturacak iddetini bekleyecek. Kocası ölmüş ya. Çıkamayacak çünkü. Çıkarmayın, çıkmasınlar hükmünü hoş ona değil de ona uyguluyorlar ya. Orada nereye bırakacaksınız? Dilini bilmez, bir şey yapmaz, yabancı bir yer. Zaten kadına vurulacak en büyük darbe de odur. Kocası ölmüş. Neyse kadını aldık götürdük haccını yaptı geri getirdik. Burada evlatlarına teslim ettik. Orada da tabi vefat eden hacıyı bizim Bağdat’da ki görevlilere teslim ettik onlar cenazesini kaldırdılar. Biz de devam ettik yolumuza. Şimdi bakın neler ortaya çıkıyor görüyormusunuz? O kadını biz orada bırakacağız, kadın orada dört ay on gün bekleyecek. Yerleşim bölgesi ya. Oradan çıkamayacak, biz de çıkaramayacağız. Orada kalacak.(salondan bir şey söylendi duyulmuyor 48:03). Hayır. Eşi öldüğü zaman kadın neredeyse orada. Yani eşinin öldüğü yere gitmesi gerekmiyor. Kadın bulunduğu yerden dışarı çıkmıyor. Eşi nerede ölürse ölsün kadın evinden dışarı çıkmıyor. İşte bu hükmün, işte bakın kuranı kerim ne diyor; vefat etmek üzere olan birisi eşi için vasiyette bulunsun, bu kadını bir yıl çıkarmayın ve ihtiyaçlarını karşılayın. Kendi çıkarsa problem yok. Ayet öyle söylüyor. Ayetlerin hükümlerini birbirlerine karıştırdığınız zaman neler ortaya çıkıyor. Ve AllahTeala bu konuyla ilgili hükümlerde sürekli vurgularını yapıyor. Bakın;
“Zalike emrullah: bu Allah’ın emridir”.
Yukarıda işte Allah inanana nasihatta bulunur. Daha yukarıda Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sonra Allah’ın ölçüsü budur. Daha nedesin? O kadar çok şey yapıyor, hepsi aşılmış malesef.
“Enzelehu ileykum: onu Allah size indirmiştir”.
“Ve men yettekıllahe yukeffir anhu seyyiatihi: kim Allah’tan korkarsa,Allah’a karşı saygılı olursa,Allah’ın emirlerini yerine getirirse Allah onun günahlarını örter”.
“Ve yu’zım lehu ecra: ve onun ecri de büyüktür”(TALAK 5).
Yani insanlar günahsız, hatasız, kusursuz olmazlar. Zaten büyük günahlardan kaçınırsanız küçüklerini AllahTeala örteceğini bildiriyor. Müttaki olur, büyüklerinden sakınırsanız ki müttakilik o dur, tskva o dur, ve AllahTeala da o kişinin seyyiatını diğer günahlarını örter. Ve ona verdiği ecri mükafatı da büyütür. Böylece dersimizin birinci bölümünün sonuna gelmiş olduk
SORULAR VE CEVAPLAR
Euzu billhi mineş şeytanir racim
Bismillahirrahmanirrahim
Şimdi dersimizin ikinci bölümüne başladık. Bu da soru cevap bölümü. Şu anda iki tane soru var burada. Evet sorular geliyor.
SORU: Kuranı kerim dersi alan yahut hafızlık yapan bir bayan adetli olduğu zaman dersine ve hafızlığına devam edebilir mi? Yani kuranı eliyle tutabilir mi? Yoksa ara verip temizlendikten sonra mı hafızlığına devam etmelidir?
CEVAP: Bu konu sık sık soruluyor biliyorsunuz. Konuyla ilgili geniş bilgi almak isteyenler bizim internet sitemizde, süleymaniyevakfı.org adlı sitemizde bununla ilgili bir kitap var. Bütün deliller orada var. Mezheplerin tamamında değil ama, hanefi, şafi ve hambeli mezhebinde abdestli olmayanların kuranı kerimi tutması haram sayılmıştır. Cünüp yada hayızlı olanın da kuranı okuması haram sayılmıştır. Fakat bu konuda dayandıkları sağlam bir delil yok. En sağlam delilleri Hz.Ali’ye nispet ettikleri bir hadistir. Demiş ki ; ”
kane lenanuhu an kıraetil kurani şeh’un leysel cenabetu: Peygamber(sav)’i kuranı okumaktan hiçbir şey engellemezdi, cünüplük hariç”.
Yine gene zayıf bir hadiste hayızlı ve cünübün kuran okumasını Peygamberimizin yasakladığı bildiriliyor. Peygamberimiz cünüpken kuran okumamış olabilir. Gerçi Ali onun cünüp olduğu nereden bilecek. Hani Aişe validemiz derse anlarız. Eşlerinden birisi söylese anlarız. Zaten o zaman yıkanmakla meşguldür. Ve kendiyle alakalı bir fiildir, siz böyle yapmayın dememiş ki. Bu konuda sahih sayılan rivayet budur. Öbürü zayıftır. Ama kuranı kerime baktığımız zaman kuranı kerimde AllahTeala abdest almayı
“iza kuntum iles salati fagsilu vucuhekum: namaza kalktığınız zaman”(MAİDE 60)
diyor. Abdest de gusul de kuranda namaz kılan ile ilgili bir farzdır. Kuran okuyan ile ilgili olan da:
“fe iza kare’tel kur’ane festeiz billahi mineş şeytanir racim: kuran okuduğun zaman euzu billahi mineş şeytanir racim de”(NAHL 98).
Tek emir budur, başkası yok. Dolayısıyla yani detaylı bilgi almak isteyenler bizim süleymaniyevakfı.org sitesinde bütün delilleri görebilirler.
Sonuç olarak ister hayızlı ister cünüp olsun, ister abdestli ister abdestsiz olsun, herkes kuranı kerimi eline alıp okuyabilir. Bunu malikiler söylüyor. Malikiler diyor ki hayız kadının elinde değildir. İstesede yıkanamaz. Dolayısıyla hayızlı kadın uzunca bir süre kurandan uzak kalmaz. O kuranı kerimi okuyabilir derler. Eğer ihtiyacı varsa eline de alabilir diyor. Cünüp için de benzer şeyi söylüyor; ihtiyacı varsa ertelemez. Yani o anda bir ayete bakmak durumundaysa alıp bakar. Okuması gerekiyorsa okur diye bunu malikiler söylüyorlar sadece. Ama sonuç olarak kuranı kerimi alıp okumayı engelleyen, yasaklayan kuranda herhangi bir ayet yok. Bir ayeti kerimeyi yanlış yotumluyorlar onları burada defalarca izah ettik. Onu okumak isteyen gene siteye baksın. Ne sahih bir hadisi şerif var ne de ayeti kerime var. Abdest de sadece namaz kılma ile ilgili olan bir emirdir. Yani ister hafızlık yapsın ister yapmasın, ister öğretmen olsun, ister ne olursa olsun, kuran okumak istiyorsa adetliyken bir kadın kuranı kerimi eline alıp okuyabilir.
SORU: 22 Mart 1303 tarihli murabaha nizamnamesinin 1. Maddesi bugünkü dille şöyledir. Bunu Dr. Mehmet Dayı bey soruyor:
Bu tüzüğün yayınlanma gününden başlayarak.
Bu 1800’lü yılların sonları oluyor. Bu 1303, 1887 evet. Bu 1303 Rumi 1303. Hicri de değil. İkinci Abdulhamit dönemi.
Bu tüzüğün yayınlanma gününden başlayarak her türlü adi ve ticari borçlar, faizinin tavanı yılda %9 olarak belirlenmiştir.
Osmanlı sultanları Yavuz’dan itibaren haife sıfatını taşımaktadırlar. Halife’nin Allah’ın büyük günah olarak vasıflandırdığı faize onay vermesini anlayamıyorum.
CEVAP: Onları bu faiz dedikleri aslında bugünkü faiz değil. Faiz; feiz, bereket demek. Bu kadar bereketini alırlar manasına. Tabi o bereket demekle kurtarsmazsın işi. Zinaya aşk dediler kurtaramadılar ribaya da bereket manasına faiz dediler, bu defa o kelime riba yerine geçti. Osmanlılarda faizcilik oldukça yaygındır. Bu konuda bizim sitede bir kitap var. Ticaret ve Faiz diye. O konuda yaptığımız bir çalışmanın özetidir. 150 sayfalık bir özettir. Çalışmanın kendisi 500 sayfa kadardır. Uğraşıyoruz bu yaz tatilinde inşallah onu bir gözden geçirebilirsek bastıracağız. İnşallah orada da göreceksiniz, mezhepler faiz konusunda kuran ayetlerine yer vermemişlerdir. Mezhepler derken tamamını bahsediyorum. Zahiri mezhebi hariç. Kuran ayetlerine yer vermemişlerdir. Konu ile ilgili Peygamber efendimizin hadislerinin de konuyu asıl ilgilendiren kısımlarını bir kenara itmişler detayda olanlarını merkeze almışlardır. Onun için fıkıh kitaplarının riba ile faiz ile ilgili bölümleri hiç anlaşılmaz. Kimse anlayamaz. Zaten faizi tarif eden doğru dürüst tarif eden bir mezhep de yoktur. Tarif bile yapamamışlardır. Yani orası tam bir fulu bir alandır. Öyle hale getirdikleri için Peygamber efendimizin konu ile ilgili hadislerini alakasız taraflara çektikleri için ortada büyük bir boşluk kalmıştır. O boşluğu kendi içtahatlarıyla doldurmuşlar. Dolayısıyla faiz açısından tam bir felaket. Zaten o felaketi bugün finans kurumlarında da görüyoruz. Çünkü ciddi bir zihin karışıklığı var islam aleminde faiz konusunda. Çok ciddi bir karışıklık var. Her konuda olduğu gibi bunun da sebebi kuranı kerime yer vermemektir. En fazla kullandınları ayet “Ve harreme riba” ayetidir. Ayetten sadece cımbızla bir kelime çekiyorlar. “ve harreme” diyorlar; Allah ribayı haram kılar. Bazıları “ve hallahul harreme riba” diye alır; Allah alışverişi helal faizi haram kılmıştır kısmını alır da birinci kısım üstünde durmaz. Çünkü faizi alım satımın alt başlığı yapmışlardır. Bu tabi zor bir konu. Fakültede talebelere okuturken de en az notu bu dersten alıyorlar, çünkü zor anlıyorlar bunu. Burada fazla üzerinde durmayacağım. Ama kolay anlaşılır bir kaç tane örnek vereyim. Faiz haram. Bu haramı bir şekilde aşmanın yolunu bulmuşlardır. Peygamberimizin hadislerini bir kenara koydunuzmu kolay. Şimdi tutmuşlar Peygamberimiz diyor “ki kim bir satışta iki satış yaparsa ya küçüğünü alır yada faize girer”. Bu olayı veresiye satışlar için oraya paslamışlar bunu. Alış veriş sahasını da sıkıntıya sokmuşlar. Onun detayları kitabımızda var inşallah okursunuz çıktığı zaman. Şöyle yapmışlar: mesela emniyet sandığı. Emniyet sandığı diye banka vardı. Bir kaç sene evveline kadar çalışıyordu. Osmanlı zamanında kurulmuş bankalardandır bu. Orada bir tane cep saati. Çoğunuz bilirsiniz köstekli saatler vardı, bugün hala bazı yerlerde var. Orada bir cep saati bulunduruyorlar. Birisi geliyor diyor ki;
– Benim 10 altın borca ihtiyacım var.
– Tamam, ne zaman ödeyeceksin?
– 6 ay sonra öderim.
– Tamam, sana %10’dan veririz.
Şimdi 10 altın, yazıyor. Teminatlarını alıyor, imzasını alıyor ama para orada duruyor, kasada. Altın kasada duruyor, sonra getiriyor o köstekli saati. Ben size kösteksiz saati göstereyim en iyisi. Ama o asılı biliyorsunuz. Diyor ki şimdi, on altına bir altın alacak ya! Faiz. Bu saati sana bir altına sattım diyor. Bedelini altı ay sonra verirsin. O 10 altın 6 ay vadeli. Tamam diyor aldım. Teslim alıyor. Bir altın imzalıyor, 10 altın faizsiz borç, 1 altın saatin bedeli. Ondan sonra da diyor ki; ben bu saati bankamıza hediye ettim diyor. Bankaya hediye ettikten sonra, o zaman al şu 10 altınını git diyor. Şimdi adam oradan 10 altın ile gidiyor, borcu ne kadar? 11 altın. Böyle çalışıyor o. Öbürü geliyor 100 altın alıyor ona da aynı saati 10 altına satıyorlar. Bir başkası geliyor 1000 altın borç alıyor ona da 100 altına satıyorlar aynı saati. Akşama kadar kaç kişi borç almaya geliyorsa bu saat o kadar kişiye satılıyor onlar eğer bankaya hibe etmzlerse parayı alma şansları yok. Onun için mecburen hibe ediyorlar. Burada faiz var mı, yoo. Ne olacak. İşte faizsiz almış oradaki borcu saati de almış hibe etmiş. Burada bir şey yok diyor. Şimdi buradaki emirler buradaki meselelerle ilgilidir. Yani uygulama öyledir. Ve işin daha kötüsü para vakıfları vardır Osmanlılarda. Zenginler vakıf yaparlar. O vakfın gelirleriyle medreselerin masrafları için harcanır. İşte, hoca yetiştirilir, vaiz yetiştirilir falan. Fakir fukaraya da yardım edilir. O vakıftan da bu usulde borç alınır. Ama onlar saat kullanmaz. Feteva-i Ali Efendi diye bir kitap vardır, fetva kitabı. Genellikle onu kullanırlar. Başkası da olabilir. Şimdi gelir birisi benim 500 altına ihtiyacım var, kefilini getirir,teminatını verir, her şeyi verir. Ondan sonra Padişahımız efendimizin emri var onu onikiden yukarısı caiz değildir. Yani 10 altın verip 12 altın alacaksın. Çok sayıda şeyleri vardır, burada %9 en düşüğü. Ben %9’u ilk defa görüyorum. Gerçi ilk çıkan (salondan müdahale edildi duyulmadı 1:05:12) hah o doğru işte. Onu onbuçuktan, onu onbirden, onu onikiden. Öyledir genellikle. %9’u ilk defa görüyorum ama ilk çıkan, Osmanlıların ilk çıkardığı kağıt para “kaime-i nakdiye-i mutebere” adı altındaki kağıt para %8 faizlidir. Yani vatandaşa kağıt para dağıtıyor %8 de devlet faiz veriyor,tahvil. Neyse şimdi, birisi geliyor vakfa diyor ki vakıfa;
– İşte benim 500 altına ihtiyacım var.
– Tamam.
– Ne kadar?
– Padişahımızın emri var onu onikiden yukarıya caiz değildir.
– Peki.
O zaman bir yıl vadeli aldığı için 500 altına 100 altın vermesi lazım. Yani 500 altın alacak bir yıl sonra 600 altın ödemesi lazım. Buna da “muammeleyi şeriyye” deniyor. Meşrulaştırma işlemi. Tamam diyor şu borcunun altını imzalıyor. Ondan sonra kefilini getiriyor, teminatını veriyor. Tabi o 500 altın kasada duruyor. Ondan sonrada diyor ki şu Feteva-i Ali Efendi’yi sana bedelini bir sene sonra ödemek üzere 100 altına sattım diyor. O da teslim aldım diyor akiti imzalıyor. Şimdi 500 altın faizsiz borç yüz altın da kitap bedeli. 600 altın borçlandı. Sonra kitabı vakfa hediye ediyor ondan sonra 500 altını alıp gidiyor. Peki bir sene sonra bu adam 500 altını getiremezse ne olacak? Getiremezse teminatlarını paraya çevirebilir yada kefilden istenir. Ama bir ikinci yol daha var. Gelirler aynı muameleyi tekrar yaparlar. Bu defa vadeyi uzatır bir 100 altın daha. O zaman 600 altın olduğu için 120 altın daha koymaları gerekir. Ve böylece hiç faizsiz bir şekilde hayatlarını yürütmüşlerdir. Osmanlı’da bu çok yaygındır. Ve İstanbul’da bir arkadaşımız araştırma yaptı, doktora yaptı. 5600 küsür kadar bu şekilde iş yapan para vakfı vardı. 5600. O kadar banka şubesi var mı bugün? Sadece İstanbul’da. 5600 kadar. Allah durup dururken bir toplumu batırır mı? Demiyormu C.Hakk;
“İnnallahe la yugayyiru ma bi enfusihim: Allah bir topluma verdiğini değiştirmez, onlar kendilerinde olanı değiştirmedikçe” (RAD 11).
Allah verdiği nimeti almaz ki. Niye alsın? Sen sebep oluyorsun. Anlatabildim mi? Ve bugün, son cümle; Vakıflar Bankasının sermayesi bu para vakıflarının parasıdır. Şu andaki Vakıflar Bankası.(salondan bir şey söylendi duyulmadı 1:09:03 – 1:0914).
Şimdi burada bu işin fetvasını veren sultan değil, şeyhulislam veriyor. Bizim yere göğe koyamadığımız Ebu Suud Efendi’nin maruzatında bunun fetvaları vardır. Ondan sonra, Ebu Suud Efendi’den önce Selçuklularda da vardı bu. Feteva-i Kadihan vardır. Özkentli Mahmut El Özcentli, Özkentli diye geçer. Bir türk fakihi olan Kadihan ki eski büyük fakihkerle yani Hidaye sahibi ile Beda’us Senai sahihiyle aynı dönemde yaşamış kişidir. Onun kitabında bu konu çok detaylı olarak yer alır. Ama çok ilginçtir aynı dönemde yazılan diğer kitaplarda bu reddedilir. Ve orada şu ifade de vardır; Peygamberimiz bunu emretmiştir diye. Peygamberimiz emrettiyse bunu sen mi duydun ondan? Kimden öğrendin. Ben şunu anlıyorum; eski kitaplar yani benim.yorumum öyle, eskiden kitaplar elle yazılıyordu o şekilde çoğaltılıyordu. Bunu Mahmut El Özcendi’nin yazmış olması mümkün değil. Çünkü o dönemde herkes reddederken o yazmışsa büyük bir kavga çıkardı orta asyada. Böyle birbşey yok. O zaman onun kitabına birisi daha sonradan eklemiştir. Ve Osmanlıların tek dayanağı da Feteva-i Kadihan’dır. Şimdi siz kuranı kerimi devre dışı bırakırsanız hadisleri de devre dışı. Zaten Peygamberimizin veda hutbesinde söylediğini hiç bir fıkıh kitabı almaz. Yani tamamı felaket. Bizede burada malesef felaket telallığı düşüyor. Doğruları söylemek zorundayız. Malesef öyle.(1:11:22-1:11:29 arası salondan söylenen duyulmadı).
Günümüzde işi hallettiler. Eskiden artık bu muammele-i şeriyye, şu, bu falan filan ile en azından bir kitap araya sokuşturarak faize fetva veriyorlardı. Şimdi de işi kökten hallettilet. Diyorlar ki bir insan borcunu geciktirirse, efendim o para bende olsaydı onu çalıştıracak şu kadar kar elde edecektim beklenen karı kaybettirdiği için onu bu adamın ödemesi lazım. Zaten faizi de böyle tarif etmiyorlar mı Mehmet Bey? Tanımı bu! Efendim diyor beklenen karı kaybettirdiği için bu adam ben bunu isterim diyor. Ve bugün Türkiye’de de diğer yerlerde de finans kurumları artık faizin adına kar kaybı demeye başladılar. Yani öbürleri gene hiç olmazsa araya bir şey sokuşturuyorlardı artık ondan da kurtuldu millet. E peki şimdi diyorum ki bu arada zarar ettiyseniz ne olacak? O zaman o adamın borcunu silecekmisiniz? İyi ki adam ödememiş o para da gidecekti ne yapacaksınız onu? Hiç duymuyorlar. Kulakları her zaman duymuyor zaten. Normaldir. Ve bugün bu noktaya gelindi. Artık öyle alım satıma da gerek yok kağıt üzerinde aldım sattım, ne alan var ne satan var işi yürütüyorlar. Ve çok büyük bir felaket bekliyor bunları, bunu çok açıkça söylüyorum. Şimdi bugünkü kurumlar alıyorsa onlar diyorlar ki biz laikiz diyorlar bizim faiz haramlığı diye bir kavramımız yok diyor, o yasayı koyan otorite öyle diyor. Ama beri taraf diyor ki faiz haramdır haşa! Diyerek bunu yapıyor. Biz burada müslümanlarla ilgili konuşuyoruz. Başkalarının durumy farklı. Ne dediğimi anlamışsınızdır. Fazla şeye gerek yok.
SORU: Kadının ölümü halinde erkeğin evlenme durumu nasıl olur?
CEVAP: Eş bulursa evlenir bulamazsa dul kalır. Yani erkeğin iddet beklemesine gerek yok. Bulduysa evlenir iddet beklemesine lüzum yok. Bulamazsa bekler. Yani erkeğin iddet beklemesi diye bir şey yok. Kadının iddet beklemesi var.
SORU: Şimdi Amerika’dan sorulan soru Ömer Germinligil sormuş. Burada yani A.B.D’de cuma namazı çoğu camide iki defa kılınıyor. Şu anda öğlen vakti 1:30 gibi.
Demek ki cuma günü sormuş bu soruyu. Öğlen namazının vakti 1:30 gibi. Tamam doğru.
İlk cuma namazı saat 2’de. İkincisi 3’de kılınıyor. İkinci namaz için yorumunuzu rica edeceğim.
CEVAP: Peygamber(sav)’den beri hiç bir mescidde iki tane Cuma namazı kılınmış değil. Yani Cuma namazı insanların toplu halde kıldığı namazdır. Bir kere kılınır ikinci kez kılınmaz. Ben bu ikinci kılınan namazın Cuma namazı yerine geçeceğini kabul edemiyorum. İkinci kez gidenler öğlen namazını kılabilir.
İkinci soru Osman Memiş. Osman Memiş adında bir hacı arkadaşımız vardı ama O mu başkasımı bilemiyorum tabi. Soy isim benzerliği de olabilir.
SORU: İsteyerek intihar eden çocuğun durumu ne olur?
CEVAP: Çocuk buluğ çağına girmemiştir. Buluğ çağına girmemişse zaten sorumluluğu da yoktur.
SORU: Kuranda geçen kabenin korunmuşluğunu nasıl anlamalıyız?
CEVAP: Kabe korunmuş diye varmı?
“Ve men dahalehu kane amine: oraya giren güven içinde olur”(ALİ İMRAN 97).
Kabe korunmuş diye bir ifade yok. Giren kişi güven içerisinde olur diyor Allah.
Kabe bir çok kez saldırılarla yıkılmış, insanlar kılıçtan geçirilmiş, bir çok defa sel baskınına maruz kalmıştır. Yani bu olmuş. Mesela Haccac kabenin çevresini kuşatmış mancınıklarla kabeye taşlar atmış Abdullah B. Zübeyr’i öldüreceğim diye. Yapmışlar yani. Kabenin duvarlarını yıkmışlar bu tip olaylar olmuş. Yani bu tür şeyler oluyor. Kuranı kerimde de var.
“Vela tukatiluhum indel mescidi harami hatta yukatilukum fih: mescid-i haramın yanında onlarla savaşmayın. Onlar sizinle savaşırlarsa başka”
“Fe in katelukum faktulukum: eğer mescid-i haramın yanında savaşırlarsa onları öldürün”(BAKARA 191).
Bu mescid-i harama saygı gösterecek olan insanlardır. İnsanlar o saygıyı göstermiyorlarsa tabiki orada gereken durum olmaz. Biliyoruz Peygamber(sav)’den önce orası müşriklerin ibadet yaptığı yer haline getirilmişti. Bugün de bir çok yanlış şeyler yapılıyor oralarda. Ama bu her hükmün istisnası vardır. Genelde orası güvenli bir beldedir. Yani büyük çoğunlukla güvenli bir beldedir. Diğer yerler gibi değildir.
SORU:Cahiliye dönemindeki araplar kuranı kerimdeki ruh kavramından neyi anlıyorlardı. Onlar öldükten sonra dirilmeye inanmadıklarına göre, onlara göre ruh neyi ifade ediyordu?
CEVAP: Öldükten sonra dirilmeye inanmamaları diye bir şey var ama bu konuda kesin değiller. Bir kere İbrahim(as)’ın soyundan gelmiş insanlar ha yapıyorlar, umre yapıyorlar, Allah’tan bir çok beklentileri var. Dolayısıyla onların kafaları çok karışıktı. Kafalarının karışıklığını kuranı kerimden öğreniyoruz. AllahTeala diyor ki, mesela çoğumuzun bildiği bir surede;
“Amme yetesaelun: bu Kureyşliler birbirlerine neyi soruşturup duruyorlar”(NEBE 1).
O ona soruyor, o ona soruyor.
“Anin nebeil azim: o büyük haberi mi?”(NEBE 2).
Yani kıyamet haberini mi?
“Ellezihum fi hi muhtelifun: öyle ki onlar o konuda farklı görüşlere”(NEBE 3) birisi ya olur, birisi olmaz, ya olmamalı falan diye . Bir ayet bu.
Bir başka ayette;
“Vema yukezzibu bihi: yeniden dirilmeyi inkar etmez”
“İlla kulli mu’tedin esin: saldırgan günahkardan başkası onu(ahireti) inkar etmez”(MUTAFFİFİN12).
“İza tutla aleyhi ayatuna kale esatirul evvelin: onlara ayetlerimiz okunduğu zaman bu eskilerin masalları derler”(KALEM 15).
“Kella bel rane ala kulubihim ma kanu yeksibun: hayır, bunların yaptıkları şey kalplerinin üzerinde pas tabakası oluşturmuştur”(MUTAFFİFİN 14).
Bu pas tabakasından dolayı böyle yapıyorlar. Yani aslında ahiretin olması gereltiğini çok iyi biliyorlar. Ama saldırgan, günaha dalmış bir de ahiret olursa eyvah! Halim ne olacak. En iyisi inkar et kurtul. İnkar edip kurtulma da olmuyor. Onun için
“La yezalu bunyanuhumullezi benev ribeten kulubuhum: o kurdukları bina içlerinde şüphe binası olmaya devam eder”.
“İlla en tekattaa kulubuhum: kalpleri parça parça oluncaya kadar”
Yani ölünceye kadar.
“İlla en tekattaa kulubuhum: ancak kalpleri parça parça olursa, o zaman şüpheleri gider”(TEVBE 110).
Yani zaten ölmüş olurlar, ahiretin hakikat olduğunu anlamış olurlar. Yani ayeti kerimelere baktığımız zaman Mekkelilerin bu konuda net olmadıkları belli. Zaten onun için okunan ayetler onları çok sıkıntıya sokuyor. Tabiatlarına uygun şey söylüyor Peygamber(sav), yani kuranı kerim. Bakıyorlar doğru ama hesaplarına gelmiyor. Onları sıkıntıya sokuyor. (1:20:03 salondan bir şey söylendi, duyulmuyor). Evet, tabi Allah’a yaklaşma arzuları da var. Mesela putlara niye tapıyorsunuz dendiği zaman diyorlardı ki;
“Ma na’buduhum illa li yukarribuna ilallahi zulfa: biz bunlara niye kul oluyoruz ki (Çünkü bunları Allah’ın kızları kabul ediyorlar) Allah’a daha çok yaklaşalım diye bunlara kul oluyoruz”(ZÜMER 3).
Yani hedefimiz Allah’tır diyorlardı. Ondan sonra;
“Ha ulai şufeauna indallah: bunlar Allah’ın yanında bize şefaat edecek”(YUNUS 15)
diyorlardı. Dolayısıyla yani ahireti inkar mümkün değil. Mümkün olmadığı için de çok büyük sıkıntılar içine girmiş oluyorlar. Yani böyle bir,kurtuluş için yok diyerek kendilerini kandırmaya çalışıyorlardı.
SORU: R.Korkmaz sormuş. Rahmi Korkmaz mı başkasımı bilemiyorum. İslam devletlerinde müslümanların zekatlarını müminlerin emiri toplar, Beytül Mal’den sarf eder. Darul harp olan yerlerde bu zekatlar nasıl toplanıp, nasıl dağıtılır? Harp Emirlerinin Beytül Mal oluşturma hakkı varmıdır?
CEVAP: Müslümanlar eğer bir yönetim oluşturamamışlarsa kendi aralarında kurdukları organizasyonlarla toplarlar. Allah’ın emrettiği yerlere de dağıtırlar. Bir devlet teşkilatı varsa, yani devlet olarak teşkilatlanmışlarsa tabiki devlet toplayacaktır. Ama ayeti kerimede “vel amiline aleyha”(TEVBE 60) diyor. Yani “zekat için çalışan kişiler”. Çalıştırılan kişiler demiyor. Yani insanlar her zaman her yerde devlet kuramazlar. Bir de şu var müslümanlar her şart altında yaşayacak olan insanlardır. Adam Moskova’da müslüman olmuşsa ülkesini terkedecek değil. Amerika’da olmuşsa terkedecek değil, Çin’de olmuşsa terk edecek değil. Orada da dinin emirlerini yaşayacak. Ne kadar imkanı varsa o kadar yaşayacak. Yani ayetdeki emirler her halukarda uygulanak emirlerdir. Tarihi uygulamalara uygun düşer de düşmez de ama her zaman uygulanabilir.
Harp Emiri meselesi. Harp Emiri demek; bir ordu oluşmuş ve o da komutan olmuş. Bu kadar organizasyonu yapmış olanlar zaten bulundukları yere hakimiyet kurup devletini de kurmuş olurlar. Onun için böyle bir soruya da ihtiyaç kalmaz. Ama bazen kendilerini emir, halife, bilmem ne ilan eden insanlar var. Tabi bu bir çocuk oyuncağı gibi bir şey. Bir gurup başı olabilir ama öyle ben halifeyim, bilmem ne emiriyim diyen insanların o dediklerini gerçekleştirecek bir orduları, bir güvenlik güçleri olur ondan sonra bunu söylerler. Mesela Arafat’ta bakıyorduk, küçücük bir çadır var. Üzerinde bir levha. Anadolu Federe İslam Devleti. Neredeymiş! Almanya’daymış. Ya bu ne biçim devlet ki Almanların iki dudağı arasında bütün geleceğiniz. İşte ne hale geldiklerini gördük. Evcilik oyunu gibi oyunlarla müslümanları gülünç hale düşürmeye gerek yok. Böyle noktalarda nasıl yapılması gerektiğini Peygamberimiz Mekke’deki hayatıyla göstermiştir. Yapılabileceği yaparsınız. Ne kadarını yapabiliyorsanız o kadarını yaparsınız.
SORU: Kadın eşinden ayrılmak isteyince boşanmak nasıl gerçekleşir. Örneği varmıdır?
CEVAP: Malesef vakit doldu. Örneği var tabi. Bakara suresinin 229. Ayeti. Mumtahine suresinin 10. Ayeti. Nisa suresinin 35-36-. Ayetleri, hatta 34’de dahil edilebilir. Bu konuyla alakalı. Bu detaylı olarak bizim burada satılan Kuran Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar kitabında bu mesele geniş olarak anlatılıyor. Yani kadınların boşama hakkı geniş olarak bütün detsyıyla anlatılıyor. Kısaca Bakara suresindeki ayeti okuyayım. Kısaca oradan bir malumat edinelim.
“Ve la yahıllu lekum ente’huzu mimma ateytumuhunne şey’en illa en yehafa ella yukıma hududallah:(Diyor ki erkeklere) eşlerinize verdiklerinizden hiç bir şeyi almanız size helal değildir. Ancak karı ile koca Allah’ın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından korkarlarsa başka”(BAKARA 229).
Şimdi bu ayet boşama hakkıyla ilgili ayetlerin içerisinde geçiyor. Bir yukarısında da “ve lehunne mislullezi aleyhınne bil ma’ruf diyor. ” Kadınların aleyhinde olanın dengi onların lehinde vardır”(BAKARA 228). Yani talak hakkı kadınların aleyhindedir ama onun dengi bir hak da kadınlara Allah tarafından verilmiştir. Erkeğin talak hakkı varsa kadının da bir hakkı var. Ona denk bir hakkı var. İşte o kapsam içerisinde anlatıyor. Allah’ın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından korkarlarsa o zaman durumu kadın yetkili makama yada hakemlere taşır. Hakemler de bir tane kadının ailesinden bir tane de erkeğin ailesinden hakem gönderir,arayı düzeltmeye çalışırlar. Bakarlar ki bunların düzelme imkanı yok, o zaman “Fe in fıhtum:siz de korkarsanız”(BAKARA 229) ama bu korku “havf” eldeki bir delile dayanılarak meydana gelen korkudur, hayali korku değil. Siz de korkarsanız bunların birbirlerine karşı saygısını kaybettiklerini ki bir tanesinin kaybetmesi de yeter. İkisine gerek yok. Çünkü iki taraf da saygılı olacak ki aile yürüsün. Tek taraflı yürümez. Siz de korkarsanız;
“fe la cunaha aleyhima fi mefteted bih: o zaman kadının fidye vererek kocasından ayrılmasında ikisine de bir günah yoktur”(BAKARA 229).
O zaman kadına denir ki; tamam sen kocandan aldığın mehir ve hediyelerin tamamını yada bir kısmını, yapılan duruma göre yani o hakemler yada hakim belirler. Geri ver ve ayrıl. Yani verip ayrılabilirsin der son karar kadına aittir. Verirse ayrılır vermezse ayrılmaz. Bunun bir örneği var. Sabit Bin Kays’ın karısı Habibe bir gün Peygamber(sav)’in kapısına geliyor. Sabah namazına Peygamberimiz çıkarken bakıyor ki kapıda bir karartı bir kadın. Sen kimsin diyor. Ben Habibeyin Ya Rasulallah, Sabit Bin Kays’ın karısı. Peygamberimiz tanıyor. Hayırdır bu saatte? Diyor ki Ya Rasulallah ben Sabit ile birlikte olamayacağım. Artık onunla birlikte yaşamam mümkün değil. Tabi evveliyatı da var bu olayın. Arkasından Sabit geliyor Peygamber efendimiz diyor ki; bak karının seninle ilgili söyleyeceklerini söyledi. O da sesini çıkarmıyor. Diyor ki; Ya Rasulallah ondan aldığım bir bahçe var. O bahçe yanımda duruyor. Yani mehir olarak aldığı. Onu verebilirim. E peki diyor ver git babanın evine. Sabit’e sormuyor kabul edermisin etmezmisin diye. Zaten ayyette de öyle. Mümtahine suresinde de bu konu çok detaylı olarak örneklendiriliyor. Dolayısıyla kadın ayrılmak istediği zaman eşinden aldıklarını geri vererek ayrılır. Onun da usulü vardır. Erkek gibi ben boşadım demez ve bunun da bir sayısı da yok. Zaten fiilen öyle çok yapılabilecek bür şey değil. Bir çok mahkeme evresi geçecek, hakemler gelecek, aldığı malını iade edecek falan. Çünkü kadın evlenirken kocasından alıyor. Bakın kocasından aldığını iade ediyor. Kendinden değil. Sabit Bin Kays’ın karısından gelen rivayetlerden birisi de şu: Peygamberimize diyor ki; Ya Rasulallah Ondan ben bir bahçe almıştım, bir bahçe de ilaveten veririm yeter ki ayrılayım. Yok diyor sadece aldığın yeter diyor. Yani denge kuruluyor. Evlenirken erkek mal veriyor, kadın ayrılmak istiyorsa onu iade ediyor. Ama tabi belli usullerle. O şekilde bir boşama hakkı var.
SORU: Bir kişi memlenetinden ayrılıp İstanbul’a yerleşse kendine vatan etse. Sonra doğup büyüdüğü memleketine gitse seferi sayılır mı sayılmaz mı? CEVAP: Peygamberimiz(sav) nerede doğdu? Nereye yerleşti? Mekke’de doğdu ve Medine’ye yerleşti. Medine’den Mekke’ye gittiği zaman seferimiydi, değilmiydi? Üçüncü soru. Seferiydi! Bitti, daha cevap vermeme gerek var mı? Çünkü artık Medine’yi kendisine vatan edinmişti. Mekke Onun vatanı olmaktan çıkmıştı. Tamam mı? Yani nerede yerleşmeye karar verdiyseniz oradır sizin yeriniz. Doğduğunuz yer değil doyduğunuz da değil, kalmaya karar verdiğiniz yer.
Burada son bir soru var ama cevabı epeyce uzun ama sadece hızlıca okuysyım geçelim
SORU: Mehdilik veya İsa peygamberin geleceği ile ilgili var olan hadislerin veya bu olayın sahihliği nedir?
CEVAP: Valla İsa(as) geldi vefat etti gitti ve bir daha da gelmeyecek. Bunu nasıl olsa tekrar tekrar sorarsınız geniş vakitlerde anlatırız. Yani niye gelsin ki? Gelip de ne yapacak; kuranı kerimi anlatacakmış. Zaten var elimizde. Kurtaracakmış! Valla kurtarıcılık diye bir şey yok islamiyette
“İnnallahe la yugayyiru ma bi kavmin hatta yugayyiru ma bi enfusihim: Allah hiç bir kavimde olanı değiştirmez onlar kendilerini değiştirmedikçe”(RAD 11).
Biz adam olmadıktan sonra isterse bin tane İsa gelsin hiç bir işe yaramaz. Biz adam olduktan sonra hiç gelmese de olur.