DERS : Ramazan Özel / Oruç ile İlgili Ayetler -4
Euzubillahi mineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabbil Alemin Vessalatü vesselamü Ala Rasuluna Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bakara Suresinin 269. Ayetindeyiz, 268, bu şeyle ilgili olarak hani Ramazan dolayısıyla zekat ve sadakalarla ile ilgili ayetleri bir gözden geçiriyoruz, bu meseleyi anlamaya çalışıyoruz. Geçen hafta Bakara Suresi 268. Ayete kadar okuduk. Şimdi oradan itibaren okuyalım, Bismillahirrahmanirrahim;
“Yué’til hıkmete mey yeşâé’, ve mey yué’tel hıkmete fegad ûtiye hayran kesîrâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulul elbâb.”
Bakara 269, 268 i okumuştuk, okumadık mı geçen hafta? (Geçen hafta, 267 yi mi okumuştuk) Öyle mi yaptık? Peki 268 i okuyalım. O zaman 267 den başlayalım öyleyse;
“Yâ eyyuhellezîne âmenû enfigû min tayyibâti mâ kesebtum” “Müminler kazandığınız şeylerin temizlerinden harcayın”
Şimdi mesela tarlaya gider üretim yaparsınız, bozulacak olanlarını hemen tüketirsiniz değil mi? Sağlam olanları da depoya atarsınız. Depoya bozulacak olanlar atılır mı? E şimdi Allah Rızası için yapılan harcama da depolamadır. Asıl bizim olan o, çünkü ebedi hayatta bizim işimize yarayacak. O zaman Allah Rızası için yapacağımız iyiliği mallarımızın iyilerinden yapalım, sevdiğimiz şeylerden yapalım, onun için Allah-u Teala öyle diyor;
“Yâ eyyuhellezîne âmenû enfigû min tayyibâti mâ kesebtum” “Kazandığınız şeylerin temizlerinden harcamada bulunun.” Fakir fukaraya veriyorsunuz ya öyle kötülerini falan vermeyin iyilerinden verin. Çünkü orada asıl muhatap fakir fukara değil, sen onu Allah Rızası için veriyorsun o zaman Allah’ın Rızasını düşünerek, sahip olduğun her şeyi zaten o veriyor Onun için verdiğinden dolayı en iyisini vermeye çalış.
“ve mimmâ ahracnâ lekum minel ard” “Ve sizin için yerden çıkardığımızdan da verin.”
Kazandıklarınızın iyisinden, şimdi burada bir “kazanmak” kelimesinden bahsediliyor, demek ki bir gelir söz konusu oluyor. Kazandıklarınızın iyisinden, bir para kazanırız bir de ticaret malları falan yaparız. Para kazanırsanız paranın iyisi kötüsü olmaz zaten hepsi de aynıdır ondan harcamada bulunursunuz, ticaret mallarınız varsa onun iyisi kötüsü olur ya da hayvanlarınız varsa iyisi kötüsü olur. Yahut işte birtakım ürünler varsa onların da iyisi kötüsü olur, Allah için harcıyorsanız onların iyilerinden harcayın diyor.
“ve lâ teyemmemul habîse minhu” “O kazandıklarınızın pis olanlarına yönelmeyin” “tunfigûne” “harcayacağınız şeyler pislerinden olmasın” “ve lestum biâhızîhi illâ en tuğmidû fîh” “Böyle bir şeyi harcamayın ki siz onu göz yummadan almazsınız.”
Yani isteyerek almazsınız, hadi canım peki o da olsun, oluversin diye göz yumarsanız başka. Yoksa öyle isteyerek almazsınız. Ha isteyerek almayacağınız şeyi Allah Rızası için vermeyin.
“vağlemû ennallâhe ğaniyyun hamîd” “Şunu çok iyi bilin ki Allah zengindir.”(Bakara 2/267)
Allah size o malı verdiği gibi fakire de verir ama birinizi zengin birinizi fakir yapmıştır ki ikinizi de denesin. Birisi fakirlikle denenir birisi zenginlikle denenir. Aslında fakirlikle denenmek zenginlikle denenmekten daha kolaydır. Çünkü elinize ne kadar çok imkan geçerse o kadar çok günah kapıları açılır, elinizdeki imkanlar azaldıkça günah kapıları da azalır.
Mesela Müslümanlar Peygamber (S.A.V) zamanında öyle bolluk ve bereket için de değillerdi. Peygamberimizin vefatında bile zırhı rehindi bir yahudinin yanında biliyorsunuz. Neye karşılık rehin? Yiyeceğine karşılık. Yani bugün karnını doyurmak için bir eşyasını rehin bırakan kaç kişi var? Ve Türkiye’nin dört büyüklüğünde bir devletin de başkanıydı Peygamberimiz. Türkiye’nin dört büyüklüğünde bir devletin başkanıyken yiyecek için zırhını rehin vermek durumunda kalmıştı. Fakat o zamanlar müthiş başarılara imza atmışlardı Müslümanlar. Peygamber Efendimizden sonra dünya Müslümanlara açıldı. Çok zengin oldular, aşırı derecede zengin oldular. Ve fethettikleri her yerden ganimetler geliyor, mal mülk son derece çok , o zaman ne yaptılar? Birbirlerini yemeye başladılar.
Hz. Ebubekir’ in üç yılı savaşlarla geçti. Hz. Ömer camide öldürüldü. Hz. Osman evinde öldürüldü. Hz.Ali öldürüldü. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin öldürüldü. Binlerce sahabe birbirini öldürdü. Şimdi siz bizim yakın geçmişimize bakın. Bir Başbakan idam edildi diye, aradan kırk yıl geçmiş, kırk beş yıl geçmiş milletin içinden çıkıyor mu bunun acısı? Çıkmıyor değil mi? Kaldı ki o başbakanın öyle öbürleri kadar özelliği falan yok. Ama halkın seçtiği bir başbakan öldürüldüğü için insanların içinden çıkmıyor ama orada Peygamberimiz (S.A.V)’nin en değerli sahabileri bunlar ve bunlar birbirlerini öldürüyorlar.
Şimdi zenginlik mi daha iyi fakirlik mi? Hz.Ömer’in bir sözünü naklediyorlar, diyor ki;
“Yoksulluğa sabrettik ama zenginliğe sabredemedik.” Zenginlikte sabretmek gerçekten çok daha zordur. Çok dikkatli olmak lazım, çünkü insan kendisini çok kolay kaptırıyor. Bir kere zaten canınız birçok şeyi istiyor önünüze açılıyor, etrafınızda eskiden hiç tanımadığınız yeni dostlarınız oluşur ve onlarda sizi sürekli başka taraflara çekmeye çalışırlar. Ondan sonra da iş giderek zorlaşır.
Şimdi gerçekten çok akıllı olmak zorundayız, bu dünya hiç birimize kalmıyor. Hz.Ömer’i öldüren, Hz. Osman’ı öldüren, Hz.Ali’yi öldüren, Hz.Hüseyin’i öldüren bu insanlar neredeler? Onlar ölmediler mi? Ellerine ne geçti, ne kazandılar? Bütün dünya bizim olsa ahrete götüreceğimiz nedir? Görüyorsunuz işte bütün insanlar boşu boşuna gidiyorlar, eğer iyi bir amelle gidiyorlarsa ne güzel. Ama aksi taktirde ebedi bir sıkıntı.
“Metâun galîlun summe meé’vâhum cehennem” “Birazcık faydalanma sonra da varacağı yer cehennem.” (Ali İmran 3/197)
Çok uyanık olmak zorundayız. Şimdi o açıdan belki bizim vakfımız en iyi günlerini yaşıyor. Ben bazen korkmuyor da değilim, imkanlarımız genişlerse bir takım yanlış şeylerde olabilir, çok dikkatli olmak lazım. Çünkü imkanlarımız genişlediği zaman daha önce hiç yanımıza uğramayan insanlar bu defa yanımızdan ayrılmamaya başlarlar. Çünkü burası bir itibar yeri olur. O açıdan Peygamber (S.A.V.) bize çok büyük bir örnek. O Hulefa-i Raşidin dediğimiz dört büyük sahabiye bakın, baştan beri Peygamberimizin en yakınları onlar olmuş adeta bir zırh gibi şey yapmışlar. En zor günlerinde nasıl beraberse en iyi günlerinde de beraber olmuşlar. İşte Ebubekir, Ömer, Osman , Ali. Bakın en baştan beri beraberdirler, bunlara dikkat etmek lazım.
“vağlemû ennallâhe ğaniyyun hamîd” “Şunu çok iyi bilin ki Allah çok zengindir” Sizden birini diğerine muhtaç ediyorsa öbürüne veremeyecek durumda olduğu için değil. Herkesi çok zengin edebilir ama o taktir de de imtihan olmaz. Burası imtihan yeri cennete gittiğiniz zaman herkes çok zengin olacak, işte Ayet-i Kerimede diyor;
Şeyde olması lazım ayet… Bu akşam bizim arkadaşlar da neyse hafız olanlar hiç yok buralarda , kendi kendilerine bazıları izin almışlar. Bazıları benden izin aldı bazıları da kendilerinden izin almışlar galiba.
“Ve sâriû ilâ mağfiratim mir rabbikum ve cennetin arduhes semâvâtu vel ard” Diyor Allah-u Teala. “Yarış yapın diyor, bir bağışa doğru ve genişliği gökler ve yer kadar olan cennete yarışın.” (Ali İmran 3/133)
Şimdi Ali-İmran Suresi 133. Ayet.
““Ve sâriû ilâ mağfiratim mir rabbikum” “Rabbinizin bağışlamasına doğru yarışın” “ve cennetin arduhes semâvâtu vel ard” “genişliği gökler ve yer kadar olan cennete doğru yarışın.”
Şimdi yarışma yapıyorsunuz, İsmail, ödülü ne? Genişliği gökler ve yer kadar olan cennet. Peki ödül kaç kişiye verilir? Kazanana verilir değil mi? Yani bir kişiye verilir. Sadece bir tek kişi alacak değil ki, bunu kazanan herkes alacak demektir, bu yarışı kazanan herkes alacak. Bu yarışı yani cennete gitmeyi hak eden herkes alacak. Nasıl bir cennet? Genişliği gökler ve yer kadar olan bir cennet. Yani siz şu dünyada birkaç metrekare için birbirinizi yiyorsunuz bu dünyanın tamamı güneşin yanında nedir? Çok küçücük bir şey. Güneş, yıldızların yanında nedir? Ve milyarlarca galaksi var değil mi? Samanyolu galaksisinin yanında güneş sistemimizin değeri nedir?
Şurada bir şey asılıydı duruyor mu o? Samanyolu galaksisi diye bir resim vardı, temsili resim. Şeyde şu kapının girişinin karşısında.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Gökler ve yerler derken hocam, yerlerin
A.BAYINDIR: Gökler ve yer, yerler değil.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Yerse mesela.
A.BAYINDIR: Yerse dünya.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Yeryüzünün metrekaresi mi?
A.BAYINDIR: Yer dediğin zaman, yeryüzü tabii , dünyanın tamamı.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Hocam zaten Dünya küçük, küçük dünya diyorlar.
A.BAYINDIR: Kim diyor başkalarını boş ver sen ne diyorsun? Dünya küçük diyor musun sen?
KATILIMCI: Dünya küçüldü gibi geliyor bana uzay çağında.
A.BAYINDIR: Öyle mi? Yav kardeşim şimdi senin böyle bin metrekarelik iyi bir yerde bir arsan olduğu zaman ne yapıyorsun? Kendini büyük bir zengin saymıyor musun? Yani bırak şimdi o küçük müçük meselesi hikaye herkes dünyaya sahip olmak için yarış yapmıyor mu?
KATILIMCI: Değiştirilecek o.
A.BAYINDIR: İşin o tarafını düşünme şimdi o hayal ettiğin taraf. Sen şu yaşadığına bak. Bu dünyada yaşayan kişiler için bu dünya çok önemli değil mi? Ve insanlar bu dünya için birbirlerini öldürmüyor mu? Asıl mesele o. Şimdi öbürleri şöyle diyorlar bilmem ne. Böyle diyenlerden hiçbir tanesi gidip de mesela aya çıkanlar şurada ben oturuyorum daha geri gelmiyorum demiyor ki. Bir bardak su bile yok.
KATILIMCI: Şimdi genişliği gök ve yer arası kadar…(gerisi anlaşılmıyor)
A.BAYINDIR: Genişliği gökler ve yer kadar, arası değil. Gökler ve yer kadar. Neyse ben bunu getirdim göstereyim bak sonra siz kendiniz şey yaparsınız.
Şimdi şu Samanyolu galaksisinin dörtte biri yani çok küçük bir bölümü bu. Samanyolu galaksisinin çok küçük bir bölümü. Bizim güneş sistemimizi burada bir nokta olarak gösteremiyor. Dünyayı değil güneş sistemini, şurada diyor ki; şurada bir ok çizmiş diyor ki; “bizim güneş sistemimiz burada bir yerde.” Burada bir yerde, gösteremiyor yani nokta olarak da gösteremiyor. Dünyayı zaten hiç gösteremiyor, güneş sitemini de gösteremiyor. Ay, dünya bilmem gezegenler falan, daha Marsa gidemedik bilmem nereye gidemedik diye üzülüyorsun ya önemli değil üzülme gidersin yarın bir gün. Sabırlı ol. Şimdi burada bir yerde diyor. Şimdi bir tane şey var burada, şuraya bırakayım isteyen bakabilir.
Şimdi Taşkın Tuna diye bir yazar var, O’nun Uzay…neydi ? “Uzayın Sırları” diye bir kitabı var, şimdi orada samanyolunu şöyle anlatıyor; diyor ki;
“İstanbul’dan Erzincan’a kadar uzanan bir harita çizin” diyor. “Genişliği de yüz altmış kilometre olsun, bunun üzerinde bizim güneş sistemimizin işgal edeceği yer bir susam tanesi kadar olmaz.” Diyor. Dünyaya o da yer veremiyor, şimdi sen küçücük haritada nasıl vereceksin? Burada bir yer, İstanbul’dan Erzincan’a kadar uzayan yüz altmış kilometre genişliğindeki haritada bizim güneş sistemimiz –bu Samanyolu galaksisi ile alakalı- ancak bir susam tanesi kadar yer işgal ediyor. Peki böyle birinci kat semada böyle kaç tane galaksi var? Yüz milyarın üzerinde olduğu söyleniyor.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Bunların hepsi birinci gökte değil mi hocam?
A.BAYINDIR: Bunların hepsi birinci gökte, ikincisi ondan çok daha büyük, üçüncüsü ondan da büyük, dördüncüsü zaten daha büyük. Çünkü böyle şimdi birincisi en küçük, en merkezde dünya, gittikçe ne yapar? Anormal şekilde büyür.
Şimdi, ebedi kalacağın – Cenab-ı Hak cümlemize nasip etsin- cennetin büyüklüğü, işte bu ayet ne diyor? “Rabbinizin mağfireti konusunda yarışın” yani Allah’ın affını kazanmak için.”Genişliği gökler ve yer kadar.” Gökler ve yer. Yer bir tane zaten, gökler yedi kat. Genişliği o kadar olan bir cennet. Uzunluğu ne kadar? O yok ama geniş, geniş. Genişliği o kadar. Allah öyle bir saltanat veriyor ki orada da istediğiniz her şey var, ne arzu ederseniz var. Demek ki oralarda bir yerden bir yere intikalde kim bilir, artık ışık hızından daha hızlı bir hızdır herhalde. Bilemiyorum. Bir de zaten zaman mefhumu yok ki. Sonsuz bir hayat, ya işte zamanım geçti , işe geç kaldım, borçlar ödenecek, çek-senet davası , hiçbir şey yok yani.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Orada namaz da yok değil mi hocam?
A.BAYINDIR: İbadet de yok tabii. Ama yine etten kemikten oluşan bir vücutla oradasınız, yine yiyorsunuz içiyorsunuz ve yine uyuyorsunuz, dinleniyorsunuz.
Ee şimdi o zenginlik var, ee birde burada üç beş kuruş para kazanıyorsun herkesin gözü onun üzerinde , ee biraz Allah’a şükür karnımızı doyuramıyorduk şimdi şöyle güzel bir, iyi bir lokantada karnımı doyurayım üzerine de bir tatlı. Birde bakıyorsun midene dokundu. Biraz sonra bakıyorsun şişmanlamışım, Allah Allah bir perhiz yapalım diyorsun, bu defa yemekleri kendine haram ediyorsun. Kardeşim bakıyorsun işten güçten kendine vakit ayıramıyorsun, gece hesap, acaba falanca ne oldu, şu korku bu korku derken bunun bir psikolojik tatminden öteye sana faydalı olan hiçbir şeyi yok. Bakıyorsun ki asgari ücretle geçinen de karnını aynı miktar yiyecekle dolduruyor sen de.Onun senden farkı onun sıkıntısı az, senin sıkıntın anormal. Bir aybaşı geldi mi, şu işçilerin parasını nasıl vereceğim diye kıvranıp duruyorsun. Ee kardeşim böyle bir zenginlik var bir de ebedi zenginlik var. Böyle bir zenginlik olmasın değil, olsun ama mala köle olmamak lazım.Yani bu dünya biz onu sırtlanalım diye yaratılmış değil sırtına binmemiz için yaratılmıştır. Taşıyamazsın sırtına alırsan, sırtına bin. Nedir? Allah sana bir mal mülk vermişse ye, tabii israf etmemek şartıyla ve yedir. Çünkü o malı veren böyle diyor Onun dediği gibi yaparsan hem mutlu olursun hem de malın da artar. Allah-u Teala diyor ki işte;
“lein şekertum leezîdennekum” “Hele bir şükredin, elbette ki artırırım.” (İbrahim 14/7) diyor. Malı arttırmanın en kestirme yolu.
Evet demek ki bizim asıl yarış yapacağımız şey “genişliği gökler ve yer kadar” dediğimiz zaman bunun genişliğini hayal etmemize ihtimalimiz yok bu bir tek kişiye verilen cennet. Nereden anlıyorsunuz? Ayetten işte. “Onun için yarış” diyor. Yarıştın kazandın, ödülün ne? Bu işte. Ve ebedi hayat. Yani bir insana Cenab-ı Hak dese ki “dile benden ne dilersen”, böyle bir şey dilemek insanın aklından geçer mi?
SALONDAN KATILIMCI: Bir tane daire isterim.
A.BAYINDIR: Bir tane daire istersin yav acaba bir tane de iyi bir araba istersem çok olur mu dersin. Öyle diyor işte bak, ne diyor bak iyice dinle ayeti bir daha okuyayım hatta elinizdeki mealden okuyayım;
“Rabbinizin bağışlamasına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete..” Koşun değil, koşuşundur bu yarışın niye koşun demiş. Mealde koşun demiş, yarışın olması lazım. Yarışın diye var mı meal? Burada koşun demiş, yarışın olması lazım. Yarışın diyen meal var mı? Hah yarışın. Elinizdeki meal hepinizin aynı bendeki mealden galiba. Seninkinde ne diyor? (Koşun diyor.)
Şimdi yarışma yaptığınız zaman kazanana verilir değil mi ödül? Burada kazananlar çok olduğu için hepsi alacak. Sonuncu da alacak birinci de alacak. Tamam ama bir kalite farkı olabilir, muhakkak olur çünkü Allah-u Teala diyor ki;
“Unzur keyfe faddalnâ bağdahum alâ bağd” “Bir bak bakalım” diyor, bunu da İsra Suresinde söylüyor, İsra kaçıncı ayet, İsra 21. Ayetmiş. “ bunlardan birini yani insanlardan birini diğerinden nasıl farklı yaratmışızdır” (İsra 17/21)
Yani herkesin diğerinden bir farkı var. İşte biri zengin, biraz daha zengin, öbürü daha da zengin, biri akıllı, öbürü daha da akıllı. Böyle bir sürü farklar var insanlar arasında. Diyor ki;
“ve lel âhıratu ekberu deracativ ve ekberu tefdîlâ” “Şurası kesin, ahretteki derece farkları daha büyük, üstünlükler daha belirgindir”(İsra 17/21)
Şimdi herkes cennete gider ama herkes aynı değil. Nereye göre belirleniyor? Burada yaptıklarımıza göre. O zaman öyleyse bizim ana hedefimiz Allah’ın emirlerini yerine getirmek olmalıdır. Onun dışında başka şey değil. Ana hedefimiz o olmalı. Şimdi tekrar Bakara Suresindeki ayetlere dönüyoruz.
“Allah Hamittir de” diyor. Hamit, yaptığı şeyi güzel yapan demektir. Allah neyi yaparsa en güzel şekilde yapar yani Neylerse güzel eyler. Allah’ın yaptığı her şey güzeldir, yerindedir, doğrudur. Yani Cenab-ı Hak burada “mallarınızın iyilerinden verin” diyorsa arkasından daha iyisini kazanacaksınız. Şimdi şöyle bir balık avladığınızı düşünün –mesela sizler bu işi daha iyi bilirsiniz denizcisiniz- oltanın ucuna solucan takarsak ne gelir misinaya? Hangi büyüklükte balık gelir? Ondan biraz büyüğü işte istavrit falan. Peki istavrit takarsak? “Lüfer gelir” Lüfer takarsan? “Kofana gelir”. Kofana gelir, bak ne kadar çok şey atarsak yani şeye bağlı, oltanın ucuna bağladığın şeye bağlı.
Bir öğretmen anlatıyordu, diyor ki şeydeyim. Fethiye’de öğretmenlik yapıyorum, alıyorum küçük bir şey , bu sarıkanatlardan alıyorum diyor. Bu şey var ya ,çinekop, onun büyüklerinden oltanın ucuna bağlıyorum, gidip bir yere bırakıyorum onu akşama da gidiyorum düşmüş olan balığı çekiyorum. Beklemiyorum başında diyor. Eee büyük büyük balıklar yakalıyorum, götürüyorum herkes hayret ediyor “yavv sen bu balıkları nasıl yakalıyorsun?” Ee tabii siz kardeşim kıymıyorsunuz balıklara bir şey vermiyorsun ki solucan koyuyorsun tabii ki yakalayacağın en fazla şeydir, belki bir çinekop yakalarsın ama ben öyle yapmıyorum ki. Bazen de diyor lüfer de koyuyordum bulduğum zaman ona göre daha büyük balık yakalıyorum.
İşte bu bir örnektir. Allah rızası için ne kadar çok verirsen Allah sana o kadar çok verir. Ne kadar iyisini verirsen Allah sana o kadar iyisini ve fazlasını verir.
“Eşşeytânu yeıdukumul fagra ve yeé’murukum bil fahşâé’” “Şeytan size fakirlik vaat eder yani sizi fakirlikle korkutur” (Bakara 2/268)
Mesela şimdi ben burada anlattım, kendi kendinize dersiniz ki “ya iyi madem böyle oltanın ucuna ne kadar çok bağlarsan o kadar çok kazanıyormuşsun, hayal edersiniz ki ben şöyle bir bin lira vereyim.” Hemen biraz sonra şeytan gelir der ki; “tamam kardeşim çok güzel de ee şurada sen bu salonda kaç kişi var? Elli kişi , herkes bin lira verse bu ne demek ya bir servet, sen beş yüz ver yeter.” Tamam çok haklı. Sonrada derki; “ tamam beş yüz senin o kadar çok verecek yerin var ki şimdi sen buraya verirsin yarın başkası da isteyecek ona ne vereceksin o zaman , iki yüz ellisini oraya ayır oraya daha sonra verirsin.” Sonra da gene derki; ”Bayram geliyor çoluğa çocuğa bir şeyler alacaksın.” İndire indire elli liraya indirir, sonra da vereceğin yerden tam geçerken ters geçersin “ben daha sonra veririm” dersin. İş orada biter. Onun için şeytana pabuç kaptırmamak lazım çok dikkatli olmak lazım.
“Şeytan size fakirlik vaat eder yani sizi fakirlikle korkutur” “ve yeé’murukum bil fahşâé’” “ve kötü şeyler yapmanızı sizden ister, çirkin şeyler yapmanızı ister.” “vallâhu yeıdukum mağfiratem” “Allah size bağışlanma sözü veriyor.” Elbette herkesin günahları vardır, Allah günahlarınızı bağışlamaya söz veriyor. “minhu” “kendi atkından bir bağışlama” “ve falda” “ikramda bulunmaya söz veriyor.” Siz Allah için hele yapın bakalım sizin günahlarınızı bağışlarım ve ikramda da bulunurum ayrıca. Yani siz Allah için bir şey vereceksiniz de karşılığı az olacak, hiç olur mu öyle şey. Ama yalnız Allah rızası için olması lazım başka bir şey için değil. “vallâhu vâsiun alîm” “Çünkü Allah’ın imkanları geniştir O her şeyi de bilir.”(Bakara 2 /268)
“Yué’til hıkmete mey yeşâé’” “Allah hikmeti o konuda gayret gösterene verir.” Ne demek hikmet? Doğruyu yanlıştan ayırt edebilme kabiliyeti demektir.
SALONDAN KATILIMCI: Yerli yerinde karar veren demektir.
A.BAYINDIR: Eee tabii, doğruyu yanlıştan ayıran adam ne olur doğru karar vermiş olur değil mi? Hikmet sahibi adam, doğru karar verebilen adam. Yüzde yüz doğru olmayabilir elbette yani insansanız elbette yanılırsınız ama genellikle doğru karar verirsiniz.
Şimdi bunun için gereken kabiliyeti elde etme gayretinde olursanız haramlardan kaçınırsınız, Allah’ın emirlerini yaparsınız. Allah artık orada size doğru karar verme kabiliyetini verir.
“ve mey yué’tel hıkmete” “Kime de bu hikmet verilirse” “fegad ûtiye hayran kesîrâ” “Elbette ki çok büyük hayır verilmiştir kendisine, çünkü doğruyu görebilir.”
Peygamber (S.A.V.) den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif var “İttekû firasetel mü’mini feinnehü yenzuru binurillâh” “Müminin ferasetinden sakının çünkü o Allah’ın nuru ile görür.” Şimdi feraset şu, yani bu yırtıcı hayvanlar için kullanılan bir kelimedir aynı zamanda.
SALONDAN KATILIMCI: At için kullanılıyor.
A.BAYINDIR: Feres başka feres değil feraset. At için de kullanılıyor da esas yırtıcı hayvanlar için kullanılır.
Şimdi şöyle bir Aslanı düşünün avını takip eder, tam hedefine getirdiği an ne yapar? Bir sıçrayışta onu alır. O zamana kadar av olup bitenin farkında değildir, sıçrar, onu alır çıkar. Şimdi feraset de budur , siz mümin olarak takip edersiniz, edersiniz hemen neticeyi yakalarsınız yani gerçeği yakalarsınız. “Allah’ın nuruyla görür.” Ne demek? Hedefini takip ederken kendisini hedefe kilitler başka şeylerle meşgul olmaz yani günahla meşgul olmadığı için zihni dağılmaz. Başka şeylerle meşgul olmadığı için hedefi tutturur.
(Salondan bir katılımcı günahla ilgili bir şey soruyor ama anlaşılamıyor.37:18)
A.BAYINDIR: Elbette. Günah çünkü bir motorun yatağına dökülen şey gibidir, kum gibidir yani. İnsanın çalışmasını engeller, zihin dağılır, vücudun organlar arası ilişkileri bozulur. Allahın nuru ile görmek odur. Yani Allah’ın emirlerine uygun bir şekilde hareket etmek demektir. Tabii burada esas büyük günahlardan kaçınmaktır, küçük günahlardan kaçınmak ta iyi ama Allah’ın asıl istediği büyük günahlardan kaçınmaktır. Çünkü “büyük günahlardan kaçınırsanız küçükleri görmem” diyor.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Fıtrata aykırılıktan mı oluyor?
A.BAYINDIR: Fıtrata aykırı tabii. Yaratılışa aykırı. Çünkü o günah yaratılışı bozan şeydir. Ondan dolayı işlenen günah insanın içini karartır, rahatsız eder. O insan kim olursa olsun. Yapılan doğru bir işte kişiyi mutlu eder içini sevinçle doldurur, kendi hayatınızda bunu hep görürsünüz. Yani bunu görmek için Müslüman olmaya da gerek yok. Her insan yaptığın iyiliğin mutluluğunu içinde duyar, yaptığı kötülüğünde sıkıntısını duyar. Görürsünüz bakarsınız ki mesela filmlerde vardır, adamın biri cinayet işler, Müslüman falan değildir fakat o vicdanı kendisini o kadar rahatsız eder ki, aslında kaçmak için bütün planları kurmuştur hatta kaçmıştır rahatsızlığından dolayı gider teslim olur cezamı çekeyim der. Çünkü vücut onu reddediyor ama birincisinde öyle, ikincisinde öyle, üçüncüsünde de artık zevk almaya başlar olur bir ölüm makinesi. Fakat her zaman da yanlış yaptığını bilir. Onun için Peygamber (S.A.V.) buyurmuştur ki;
“Müftüler sana fetva verse bile sen kendi nefsine bak”
Geçenlerde birisi telefon açtı, bir yerlerden aldığı fetvayla bazı faizli işler yapıyor, beni bir iftara davet etti ondan dolayı gitmedim. Telefon etti “hocam bu akşam geliyor musun?” dedim “yok gelmiyorum.” “O zaman ben san özel bir iftar daveti yapayım.” Dedim “Faizden vazgeçersen olur.” “Yaa hocam bu bir görüş meselesi, siz böyle diyorsunuz falan hocalarda böyle diyor.” Dedim ki; “Peki sen ne diyorsun, sen bu işi bilen bir insansın, sana göre faiz midir değil midir?” dedim hiç cevap vermedi. Hiçbir şey söylemedi, değildir diyemiyor, evet de diyemiyor. Evet dese kendi kötü duruma düşecek değildir dese yine kendi kötü duruma düşecek.
Yani sizin en iyi şeyiniz kendi vicdanınızdır. Peygamberimiz diyor işte “ kendi nefsine danış, müftüler sana fetva verseler bile nefsine danış.”
SALONDAN BİR KATILIMCI: Sessiz kalması bile onun evet imasıdır hocam.
A:BAYINDIR: İma değil itiraf o, ne iması, itiraf. Cevap veremedi çünkü bu böyle demektir. Bir söz vardır “Marazı hacette sükut ikrardır.” Yani “Marazı beyanda sükut ikrardır.” Yani cevap vermesi gereken bir noktada susuyorsa kabul etmiş demektir.
Evet şimdi hatalı bir iş yaparsınız, söylediğiniz yalanla insanları kandırırsınız ve onlar sizin doğru şeyi yaptığınıza inanıp sizi alkışlayabilirler de. Kendiniz kandırabilir misiniz? Olur mu, kandıramazsın yani dolayısıyla Cenab-ı hak bir ayette diyor ki Kıyamet Suresinde;
“Belil insânu alâ nefsihî basîrah, Ve lev elgâ meâzîrah.” “Hayır, insanoğlu kendi aleyhine açık bir delildir.” (Kıyamet 75/14-15)
Yani dışarıda bir belge aramaya gerek yok ki kişinin kendi içinde vardır yani suçlu olup olmadığına dair şey. Bir sürü mazeret sayıp dökse bile kendisi bilir bir mazereti olup olmadığını, çok iyi bilir. Ondan dolayı ahrette cehenneme gidenlere Tebareke Suresinde Cenab-ı Hak orada bildiriyor;
“kullemâ ulgıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ” “Cehennemin içerisine her bir bölük atıldığı zaman cehennem bekçileri onlara şunu soracak.” “elem yeé’tikum nezîr” “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” “Gâlû belâ” “Evet” “gad câenâ nezîrun” “gerçekten bir uyarıcı geldi.” “fekezzebnâ” “ama biz yalan sarıldık” “ve gulnâ mâ nezzelallâhu min şeyé’, in” “Dedik ki Allah bir şey indirmemiştir, Allah bana niye karışsın ki bana ihtiyacı mı var” (Hep söylerler ya Allah benim içkime niye karışsın Allah benim ibadetime mi muhtaç? Demiyorlar mı?) “ve gulnâ mâ nezzelallâhu min şeyé’, in” “İşte Allah şu ayette şöyle buyuruyor, yok ya Allah öyle demez, Allah bir şey indirmiş değildir dedik.” “in entum illâ fî dalâlin kebîr.
“ “Siz büyük bir sapıklık içerisindesiniz, çok aşırı gidiyorsunuz, çok ileri gidiyorsunuz, öyle o kadar da yapmayın” “Ve gâlû lev kunnâ nesmeu ev nağgılu” “ Diyeceklerdir ki; ah keşke söz dinleseydik, bize yapılan uyarıları keşke dinleseydik ya da aklımızı çalıştırsaydık.” (Uyarıya lüzum yok yani aklını çalıştır zaten senin kendi vicdanın bir mihenktir onu anlarsın.) “ma kunnâ fî ashâbis seîr.” “Öyle yapsaydık şu cehennemliklerin içinde kesinlikle olmazdık.” “Fağterafû bizembihim” “Suçlarını itiraf ettiler.” (Halbuki bu dünyada hiç kabul etmiyorlardı.) “fesuhgal liashâbis seîr” “Cehennemlikler defolsun gitsinler.”(Mülk 67/8-11)
İşte böyle, insan bilir, insan kendinin en güçlü delilidir.
“ve mey yué’tel hıkmete fegad ûtiye hayran kesîrâ” “Kime de doğru karar verme kabiliyeti verilirse çok büyük bir hayır verilmiş olur” “ve mâ yezzekkeru illâ ulul elbâb” “Ama bunu ancak içi temiz olanlar kabul ederler” (Bakara 2/269)
İçinde fitne, fesat şu bu falan filan varsa onlar hep işin üç kağıdındadırlar. Hep kurnazlık ederler ve de kaybederler. Şimdi birisinin şöyle bir sözü benim çok hoşuma gitmişti bir çok yerde tekrarlıyorum, o da babası ona tavsiye etmiş, demiş ki;
“Oğlum en büyük hile dürüstlüktür.”
En büyük hile dürüstlüktür. Hile yapar bir kere kazanırsın dürüst olur her keresinde kazanırsın.
BİR KATILIMCI: Bir daha hocam baştan söyleyin.
A.BAYINDIR: Başa mı alayım? “Hile yapar bir kere kazanırsın dürüst olur her zaman kazanırsın.” Hilede bir kere kazanırsın ikincisinde farkına varırlar çok zor duruma düşersin ama dürüst olursan her zaman kazanırsın. O zaman en büyük hile değil mi? Yani hile kelimesinin anlamı “çıkış yolu” demektir. Şimdi siz üç kağıtçılık gibi anlarsanız yanlış olur. Hilenin kelime anlamı odur.
SALONDAN KATILIMCI: Hileyi kazanmak için yaparlar ya hani, dürüst ol her zaman kazan yani hile yapmana gerek yok kazanman için.
A.BAYINDIR: Yok bu “hile” kelimesinin iki anlamı var; bir , böyle bizim bildiğimiz hile , o kelimenin gerçek manası asıl sözlük anlamı çıkış yolu bulmaktır. Şimdi o yanlış çıkış yolu bulduğu için ona hile diyoruz. Dürüst ol her zaman kazan, hile yapıp bir kere kazanacağına dürüst ol her zaman kazan. Çevrenize bakın yani size gelip de hile ile sizden bir şey alanları bir daha yanınızda görmek istiyor musunuz? Yanınıza yaklaştırmazsınız bile. Ama dürüst olursa, adam zarara düşse bile, yaa bu adam dürüst olana yardımcı olalım dersiniz değil mi? Yani kazanamasa bile ona destek vermek istersiniz. İşte bunu kavrayabilmek için de insanın içinin temiz olması lazım, samimi olması lazım, gerçekten dürüst olmayı istemesi lazım. İstemeden olmaz.
“Ve mâ enfagtum min nefegatin ev nezertum min nezrin feinnallâhe yağlemuh” “Hangi harcamayı yaparsanız yapın Allah onu çok iyi bilir.” “ve mâ lizzâlimîne min ensâr” “Ya da bir adakta bulunsanız, bir harcamada bulunsanız Allah bilir. Yanlış yapanların yardımcısı olmaz.” (Bakara 2/270)
Zalim neydi? Yanlış yapan kişi.
“İn tubdus sadegâti feniımmâ hî” “Verdiğiniz sadakaları açıkça verirseniz ne iyi, ne hoş, ne güzel”
Çünkü buna ihtiyaç var, açıkça sadaka vermezsen millet sizin hakkınızda dedikodu eder “şuna bak dünya kadar malı var kimseye beş kuruş koklatmıyor” derler. Ne iyi ne hoş ne güzel, ama;
“ve in tuhfûhâ ve tué’tûhel fugarâe” “Fakirlere verirken gizli verirseniz” “fehuve hayrul lekum” “sizin için daha hayırlıdır.”
Mesela diyelim ki Süleymaniye Vakfına yardım ediyorsun, bunu açıktan yapın. Bunun bir zararı yok açıktan yapın çünkü burada bir şey yok. Burada Süleymaniye Vakfı bir tüzel kişilik olduğu için burada utanılacak bir şey yapılacak bir şey yok. Burada yapılan hizmetler de bellidir ama bir fakire veriyorsanız onu üzmemek lazım. Ona gizlice verirseniz çok daha iyi olur. Çünkü o rahatsız olur kişiliği şey yapar, birisinden almak kolay değildir. Vermek çok güzel çok kolayda ama almak çok zordur. Hele bazı bu işe kendini alıştırmış olanlar var onlar ayrı ama vecih insanlar aç kalmayı almaya tercih ederler. O zaman onları üzmeden yardımcı olmak lazım.
“ve yukeffiru ankum min seyyiâtikum” “Allah sizin kötülüklerinizin üzerini örter böyle yaparsanız” “vallâhu bimâ tağmelûne habîr” “yapmakta olduklarınızdan da haberdardır.” (Bakara 2/271)
Bak şimdi bir hayır yapıyorsunuz, Allah rızası için yaptığınız hayra Allah ne kadar karşılık vermeyi vaat ediyor? Bire yedi yüz ve daha fazlasını, bir de ne vaat ediyor burada? Günahlarınızı örtmeyi. Daha ne istiyorsun? Hem maddi olarak kazançlısın hem manevi olarak kazançlısın. Bunun şuuruna ermek lazım.
“vallâhu bimâ tağmelûne habîr” “Allah ne yaptıklarınızdan haberdardır.”
Şimdi bu geçen hafta bir şey söylemiştik de bir de şey var; ayetler faizle, zekatı karşılaştırıyor. Mesela bir sayfa daha çevirin bu şeyden, 276. Ayet;
“Yemhagullâhur ribâ ve yurbis sadegât” (buradaki riba faizli işlem o manada) “Allah faizli işlem yapılan piyasayı daraltır, faizli piyasada darlık meydana getirir, sadakalara da artış ve bereket verir.” (Bakara 2/276)
Şimdi burada baktığınız zaman anlamak gerçekten zor. Faiz olduğu zaman mesela faizciler ne diyor? Diyorlar ki şimdi burada bin kişi var, herkesin cebinde ortalama beşer yüz lira parası olduğunu düşünün. Hani birisinde beş bin lira vardır birisinde beş lira vardır ama ortalama beşer yüz lira paraları olduğunu düşünün. Bu beşer yüz lira ile hiçbirisi bir iş yapamaz değil mi? Ama şuraya bir banka kurar, bin tane beş yüz lira ne yapar? Beş yüz bin lira yapar. O bin tane beş yüz lirayı burada bir bankaya toplarsak ve de her birisine de birer tane kredi kartı versek parayı biz burada kullanırız onlarda o kredi kartıyla ihtiyaçlarını karşılarlar, para bizde olur. O zaman burada beş yüz bin liralık bir sermaye olur, bu beş yüz bin lira ile iş yapılabilir. Şurada birisi elli bin lira ile fabrika açar, burada birisi yüz bin lira ile ithalat yapar, beri tarafta bir başka yüz bin lira ile falan. Dolayısıyla piyasada gerçekten bir hareketlenme başlar.
Şimdi hareketlenme başlar da bu defa piyasada herkesin artık bankaya bağlı olması gerekir çünkü her alışveriş yapan kişi bir POS makinesi taşımak zorunda kalır. Kredi kartını devreye sokmayalım da bizim bildiğimiz şekilde geleneksel olarak düşünelim. Şimdi herkesin elinde altı yüz lirası olsun, beş yüzünü bankaya vermiş olsun, ceplerinde yüz lira kaldı. Şimdi para bankaya toplaştığı zaman bu dedikleri işler gerçekten olur. Hakikaten beş yüz bin lira iyi bir sermayedir, küçücük bir şey düşünün, bin kişilik bir kasabada çok ciddi bir sermayedir değil mi? Yani küçük bir yerde iyi bir sermayedir ve o küçük yerde bir çok işler yapmaya fırsat verir. Verir de bu para piyasadan çekildiği an -çünkü bankada toplaşması için piyasadan çekilmesi lazım- bu defa parasını bankaya yatıran insanlar artık kasaba, bakkala şuraya buraya artık eskisi kadar gitmez olurlar. Artık onlara para az gitmeye başlar. Dolayısıyla onlar teker,teker kapanırlar.
Ondan sonra bu beş yüz bin lira piyasadan alındı mı, diyelim ki yüzde on faizle alındı, geriye ne kadar verecek banka? Beş yüz elli bin lira verecek peki bu parayı piyasaya sunduğu zaman ne kadar geriye olur. Yüzde yirmi ile verse altı yüz bin lira piyasadan çekecek. Şimdi piyasanın bütün parası zaten beş yüz bin lira, bir sene sonra piyasa bankaya yüz bin lira borçlu olacak. Yani piyasada milletin cebindeki üç beş kuruş ta çekilmiş olacak. İki sene sonra daha fazla para, üç sene sonra daha fazla para. Şimdi banka piyasaya para veriyor, beş yüz bin lira veriyor, hani banka dese ki “kardeşim sen şurada bir iş yeri açtın mı kazancının yarısını bana vereceksin.” “Sen şurada bir tarlaya buğday mı ektin, buğdayın dörtte birini alırım” “Sen şuraya efendim fasulye ektin onu alırım” derse bu kolay. Daha önce hiç fasulye ekemiyordum şimdi ekiyorum, bir tonun iki yüz elli lirasını bankaya veririm niye vermeyeyim ki. Ama bir afet gelir de fasulye giderse banka da katlanması lazım bunun zararına. Öbür taraftan bir iş olur da kazanmazsam onun da katlanması gerekir. Ama öyle değil.
Peki, ben piyasa olarak fasulye üretirim, mal ithal ederim, efendim buğday üretirim, bir takım imalat yaparım, her şeyi yaparım peki para üretebilir miyim? Benim üretemediğim şeyi benden istiyorsun. Benim gücüm yetmez ki, piyasanın beş yüz bin lirasını altı yüz bine çıkarmaya benim gücüm yetmez. Birinci sene benden alıyorsun piyasadan yüz bin liraya alıyorsun, ikinci sene onu iki yüz bin liraya çıkarıyor, üçüncü sene üç yüz, dört, beş sene sonra artık piyasada şu fabrika kapanmak zorunda, bu dükkanlar kapanmak zorunda herkes işsiz kalmak zorunda ve artık geçinemedikleri için birkaç sene evvel burada ağa olan insan şehirde maaşlı iş aramak zorunda kalır.
Şimdi ne oldu burası? Söndü, söndü. Büzüştü, büzüştü ve söndü gitti. Peki, onun yerine bu beş yüz bin lira gene piyasadan toplansaydı aynı şekilde, aynı şekilde işletilseydi ama faizli değil, karından pay isterim. Tamam burada beş kişi on kişi zarar ederdi, ben zararına katlanırdım ama burada yüzde doksan kar ederdi ve çok ciddi kazançlar elde ederdik, bu artan üretimi de götürürdük büyük şehirlerde satardık, zararı olan da şey yapmazdı, hiç kimsenin de işi bozulmazdı, müthiş bir gelişme olurdu, büyüme olurdu.
Şimdi faizli olarak parayı verdiğiniz zaman adamın üretemeyeceği bir şeyi istiyorsunuz geriye. Ama Allah rızası için zekat verdiğiniz zaman geriye bir şey istemiyorsunuz, öyle değil mi? Birisine yüz lira veriyorsunuz o adam o yüz lirayla gidiyor hemen bakkala borcunu ödüyor derhal. Elli lira borcu var onu ödüyor elli lirası ile de çocuğuna ayakkabı alıyor, aaa tamam Allah bin bereket versin. Ama para hemen piyasaya giriyor. O ayakkabıcı parayı başka yerde kullanıyor, bakkal başka yerde kullanıyor, onun verdiği orada, orada, orada. Hani size ara sıra örnek veriyorum ya, şimdi şurada bin kişi olsa herkesin birbirine yüz lira borcu olsa. Ben şimdi birinci kişiye yüz lira borç versem on dakika sonra burada kimsenin kimseye borcu kalmaz. Çünkü o ona borç öder, o ona, o ona, o ona on dakika sonra bir bakarsınız ki bu bin kişinin tamamı rahatlamış. Ve o bininci kişi de bana olan yüz lira borcunu öder, benim cebime yüz lira girer sadece benim yüz lira on dakika dolaşarak bütün piyasayı rahatlatır.Öyle değil mi? Bu gerçek.İşte bak bir sürü insan rahatladı.
Böyle olmadığını düşünün. Yine burada bin kişi var ben birinci kişiye zekat veriyorum, öyle kabul edelim. Ya da bin liralık mal verdiğimi de düşünelim çünkü ben bu bin liralık malı verdiğim zaman bu mal orada tüketileceği için beri tarafta o malın üretilebilmesi için bütün mekanizmaların çalışması lazım. Üretim mekanizmaları çalışacak, işte o bin liralık malı alırken ben piyasadan alırken para vermişim, birisi işçisine para verecek, birisi hammaddecisine verecek, birisi nakliyeye verecek, birisi enerjiye verecek, birisi şuna verecek, birisi buna verecek yine o hareketlenme başlayacak. O zaman bakacaksınız ki birisi şu malı üretmiş, birisi bu malı, birisi şunu birisi bunu. Çünkü para bir yerde durmaz ki kan gibi dolaşır hangi kapıyı çalarsa onun işini görür. (Video burada kesilip hemen yeni bir bölüm başlıyor 1:00:20)
Şimdi banka paraları topladı, o az önceki kasaba örneğini düşünelim, soruyu tekrarlayayım “bu banka zenginleşiyor piyasa fakirleşiyor ama bu banka giderek zenginleşiyor. Banka giderek zenginleşiyor da aslında onun da bir sürü riskleri vardır. Vermiş olduğu krediler bir müddet sonra batmaya başlar çünkü bu piyasa artık geriye ödeyemeyeceği için, batan krediler bankaları ciddi sıkıntıya sokar, bir. (salondan bir katılımcı enflasyonu hatırlatıyor.) Tabii ben şimdi enflasyonu katmıyorum, katarsak sabaha kadar konuşmamız lazım ben çok kısa ve özlü olarak işi bitirmeye çalışıyorum. Yoksa bunlar tabii saatlerce şuradan grafiklerle falan anlatılması gereken bir meseledir. Şimdi batmadığını düşünün ve bütün paraları aldı, piyasada da batık yok ki; batık mutlaka olur böyle bir piyasada. Şimdi Türkiye’nin son zamanlarını şey yapın nice insanlar aldıkları kredileri ödeyemediler, bu herkesin bildiği bir şeydir. Çünkü piyasayı daraltıyorsunuz, daraltıyorsunuz adam ödeyemiyor artık. Gel al, neyle alacaksın. Gayrimenkullerini al, gayrimenkul para değil ki para lazım sana. Şimdi bankada para birikti, para biriktiği zaman bu para piyasada o parayı kullanan birisi varsa o para bir işe yarar. Piyasada onu kullanan yoksa bankanın parası neye yarar? Hiçbir işe yaramaz, o zaman ne yapıyor bu defa bu banka buradan kalkıyor bu parayı o büyük şehre gönderiyor. Onun için küçük şehirlerdeki paralar hep büyük şehirlere doğru çekilir. Kanın ayaklardan kollardan çekilmesi gibi. Bakarsınız ki ayaklar felç olmuş, kollar da felç olmuş çalışmıyor. Çünkü kan çekilmiş ya bir şey kalmamış. Ondan sonra büyük şehirlere gider, bir müddet sonra büyük şehirde de orayı da iyice sömürür orada da artık yiyecek kimse yok. Şu anda Türkiye’nin durumunda olduğu gibi. Çekile, çekile en son devlete vermeye başladılar, çünkü en zengin devlet oldu artık vatandaşa kredi mredi verilmiyor. Şimdi artık devlet de verecek halini kaybetti aslında şimdi devlet ne diyecek şu anda “vermiyorum. Ne yapacaklar, bankalar ne yapacak?
İşte diğer ülkelerde toplanan paralar kendi ülkelerinde kullanılamaz hale geldiği için bu defa bütün dünyada dolaşan bir sermaye. Şimdi bu sermaye de hani bir yere yağmur yağdığı zaman normal bir şekilde yağarsa çok faydalı olur. Ama mesela bu akşam televizyonda gösteriyordu Beykoz’a yirmi dakikada büyük oranda yağmur yağdığı için ne yapmış? Sel olmuş felaket. İşte bu büyük sermaye bir yere giriyor, onun için borsalar oluşturuldu artık bunlar riske de girmiyorlar. Bir giriyor, bir de çıkıyor çöl haline getiriyor, kendisi de aslında onun pek faydasını görmüyor. Artık girecek yer bulamıyor, dünya daralıyor onlar için. Sonra da artık büyük devletlerin vesayeti ile küçük devletleri sömürmeye başlıyorlar. Bir müddet sonra artık onu da yapamayacak hale gelecekler. O zaman da ne olacak? “Kardeşim biz artık parayı kullanmıyoruz, sizin paranıza ihtiyacımız yok biz takasla bu işi halledeceğiz” derseniz bankalar patır patır batar. Yani onların işi de kolay değil, onların da sahaları giderek daralıyor. Şimdi şu anda devlet ben para almıyorum ya da borcumu ödemiyorum derse? Bankaların hali ne olur. Kalakala bir tek devlet kaldı başka bir şey kalmadı yani, üç beş tane büyük zengin bir de devlet kaldı. Şimdi görüyor musunuz nasıl daralıyor? Veya Türkiye’de küçük köyler boşaldı, küçük kasabalar boşaldı, küçük şehirler boşaldı. Bu neye benziyor, kan ayaklardan dizlere kadar çekildi bilmem ne!
Diyorlar ki “Efendim Ermeniler falan yeri istiyor, Kürtler filan yerde devlet kurmak istiyor.” Sen kardeşim oraları boşaltırsan bir başkası doldurur. Hem vermem diyorsun hem gitmiyorsun oralara, oradan kaçıyorsun. Onun için bu sistem, faizli sistem kadar kötü bir sistem olamaz. Ondan dolayı Allah-u Teala ne diyor;
“Feil lem tef’alû feé’zenû biharbim minallâhi ve rasûlih” “Eğer faizcilikten vazgeçmezseniz Allah ve Rasulu ile savaş halinde olduğunuzdan haberiniz olsun.” (Bakara 2/279)
Şimdi Irak, Amerika ile savaş yaptı ne hale geldi. Allah ve Rasulu ile savaş yapan daha kötü hale gelir değil mi? Şimdi ahlak kaybolur, mesela şimdi batıda en büyük sıkıntı, nesil yok. Kime teslim edeceğiz bu ülkeyi? Yani giderek bütün her şeyinizi kaybedecek hale geliyorsunuz, bir taraftan zenginleşip rahatladık diyorsunuz, mesela siz orta halli bir kişisiniz, işin bir başka faizin dışında anlatıyorum bunu. Akşama kadar işinizi yaparsınız akşam eve gelirsiniz hanım, çocuklar güzelce neşeyle ara da sırada dövüş kavga da olur ama hiç olmazsa aynı evin içerisinde olursun. Bazen bir yere komşuya gidersin bir şeyler yaparsınız, komşuluk ilişkileri, dostluk ilişkileri falan gayet iyi. Ama biraz zenginleşmeye başladınız mı akşam eve gelmemeye başlarsınız, çoluk çocukla irtibatınız kesilir. Eve geldiğiniz zaman hemen doğru yatağa. Biraz daha zenginleşti mi, akşam hanım gider bir yerde o kulüpte oyun oynamaya başlar, bir takım sosyeteye karışır, çocuklar da bakıcının elinde kalır, aile artık parçalanmıştır. Karşılıklı sevgi, saygı, muhabbet kaybolmuştur.
Şimdi bu zenginlik bir genişleme mi, daralma mı? Bir müddet sonra işini kaybedip parasız kalmaya başladın mı aileyi de toparlayamazsın. Bunlar derler ki; “baba işlerin iyiyken bizi hiç tanımıyordun, şimdi niye tanır hale geldin.” Ya da bazıları derler ki; “iyi ki fakirleştik ya hiç olmazsa yüzünü görüyoruz.” Onun için sistemi bozmamak lazım, tamam zenginleşmenin bir şeyi yok tabii ama sistemi bozmadan, dünyaya kendini kaptırmadan, çoluk çocukla, çevrenle, şunla bunla ilişkiyi bozmadan, doğru bir şekilde. (salondan faiz oranlarının kaç olması gerektiği soruluyor.) Faizin yüzde sıfırın üzerine çıkmaması lazım. Eğer bir ülkede faiz varsa o ülke er geç batar.
Tamam şimdi soru cevap faslı, ne orada bir şeyler çıkartıyorsunuz.
SALONDAN KATILIMCI: Zekatta kırkta bir verme zorunluluğumuz var mı yani şu açıdan soruyorum herkes maksimum kırkta bir vereceğiz diye algılamış, kırkta iki versek, kırkta üç versek.
A.BAYINDIR: Sen kırkta kırk ver canım.
SALONDAN KATILIMCI: Böyle bir tahdit var mı?
A.BAYINDIR: Peygamberimiz (S.A.V) ‘in kırkta bir şekilde sözleri var hadisleri var, kırkta bir çok ciddi bir rakamdır zekatta. Çünkü kazançtan vermiyorsun maldan veriyorsun. Zekatı maldan verdiğin zaman, zarar ettiğin sene de veriyorsun. Onun için kırkta bir çok ciddi bir rakamdır. (Vergiyi kardan ödüyorsun değil mi?) Vergiyi kardan ödüyorsun , bir de kar hesapları öyle bir karmaşık hesaptır ki. Maliyet hesapları yapacaksın, gerçi onu faturalarla şunla bunla ayarlıyor ama şirketlerde kendi aralarında bir takım şeyleri ayarlayarak vergi vermedikleri gibi devletten alacaklı hale de getiriyorlar kendilerini.
Şimdi biz bundan herhalde yirmi sene olmuştur, yirmi sene önce “Türkiye’de Zekat Potansiyeli” diye bir toplantı yapmıştık, düzenlemiştik İstanbul’da. Devlet Planlama Teşkilatı uzmanlarını davet ettik onlara dedik ki, yani sizde bulunan envantere göre bir hesap yapın. Tabii Türkiye’de bir zekat envanteri yok, çünkü zekat envanteri olduğu zaman bütün tarım ürünleri, hayvanlar, bütün ticaret malları, hepsi hesap edilmesi lazım. Ama D.P.T.’nın elinde bulunan mevcut envantere göre bir zekat hesabı yapmıştık, kırkta bir üzerinden. Turgut Özal’da Başbakandı o zaman, o zaman ilan edilen bütçenin tam dört katı zekat çıktı Türkiye’de. Bütçenin dört katı. O burada kitap olarak vardı ama kaybolmuş mu bilmiyorum.
SALONDAN KATILIMCI: Açık falan kalmaz, bir anda fazla çıkar.
A.BAYINDIR: Açıkta kalmaz kapalı da kalmaz.
SALONDAN KATILIMCI: Kayıtlı olan mallardan değil mi?
A.BAYINDIR: Kayıtlı olan, zekat envanteri zaten çıkarılmış değil ki Türkiye’de. Onun için çok ciddi bir şeydir bu. Bir de en iyi tarafı şu; zekatta elinizdeki maldan isteniyor tıpkı az önce faiz olayında olduğu gibi ama devlet vergiyi para olarak istiyor. İşadamları çok iyi bilirler, mal olarak isteseler vermek çok kolaydır. Ama para olarak istediğin zaman para bulamıyor adam vergi dönemlerinde ciddi bir para darlığı ortaya çıkıyor piyasada. Şimdi bu kolaylık da var, parası olandan para olarak alacaksın, parası olmayandan mal olarak alacaksın. Efendim bu malı ne yapalım diyorlar. Kardeşim ciddi bir planlama yaparsınız mesela bugünkü şey üzerinden düşünün piyasanın en büyük müşterisi kim? Devlet.
Peki piyasadan ne alıyor devlet? Mal alıyor. İşte tamam zekat olarak aldın uygun bir şekilde bir planlama yaparsın, onu oraya, onu oraya. Piyasadan alacağın malların şeyi azalır.
SALONDAN KATILIMCI: Hocam bilgisayar ortamında çok basit olur bu tür şeyler.
A.BAYINDIR: Zaten asırlardır uygulanmış bir sistemdir yani daha yeni terk edilmiştir. İsmet Paşa zamanında öşür alınıyordu. Kaç sene, elli senelik bir dönemdi o terk edildiği dönem, bilemedin altmış sene olsun. Asırlarca uygulanmış, başarıyla uygulanmış bir sistemdir. Evet ne soruyorsun, sor bakalım?
SALONDAN KATILIMCI: Ben konuyla alakalı hem değil, benim bir teyzem bir savaşta kocasını kaybetti, kendi ifadesiyle bir abisi yok, nafakasını temin eden biri yok yani. Öğretmenlik yapıyor, on arkadaşıyla aldıkları maaşı her ay birine veriyorlar, bu sırayla herkes parasını alıyor. On kişi on aylığına yani beş yüz lira alıyorsa bugün kendisi beş bin lira alıyor. On ay sonra yine aynısını ödemiş oluyor.(Altın toplantıları gibi) Gerekçe olarak şunu söylüyor yani kızların çeyizine atıyorum, bizim orada yüklü kılınmıştır. Bunun bir hükmü var mı?
A.BAYINDIR: Evet şimdi tekrar edeyim soruyu. Yani diyor ki; teyzem öğretmen, on arkadaş kendi aralarında toplaşmış maaşlarını her ay bir kişiye veriyorlar. Böylece topluca ihtiyaçlarını görüyor. Bunun bir sakıncası yok, yapılabilir, hayır sakıncası yok.
Peki burada bir soru gelmiş;
SORU: Ben Ehli Kitap tabirini anlayamıyorum, şöyle ki kendilerine hak din tebliğ edilmiş kişiler, bu dine şirk katınca niçin müşrik olmuyorlar da Ehli Kitap oluyorlar, öyleyse şu anda bizim toplumumuzda Müslümanlığa da şirk karıştıranlar da Ehli Kitap mı oluyor, bu kafir olmaktan daha mı iyidir, bu durum bu kişiler için bir açık kapı bırakır mı? Sorumu tekrarlıyorum, Ehli Kitap müşrik değil midir?
CEVAP: Şimdi Kuran-ı Kerim’de Ehli Kitap müşrik olarak bildiriliyor. Mesela Tevbe Suresinin 31. Ayetini bir açın, Tevbe dokuzuncu sure 31. Ayet;
“İttehazû ahbârahum ve ruhbânehum erbâbem min dûnillâhi” “Onlar din bilginlerini ve din adamlarını Allah’la kendi aralarına koyarak Rab edindiler.”
Bu, ne olur, neyin tarifi bu? Şirk.
“vel mesîhabne Meryem” “Meryem oğlu Mesihi’de öyle yaptılar”
Rabbimiz İsa demiyorlar mı? Bu şirktir değil mi?
“ve mâ umirû illâ liyağbudû ilâhev vâhıdâ” “Halbuki bunlara verilen emir bir tek İlaha kul olmak, başkasına kul olmamaktı.” (Ama bunlar başkalarına kul oluyorlar) “lâ ilâhe illâ hû” “Ondan başka İlah yoktur.” “subhânehû ammâ yuşrikûn” “Allah onların koştukları ortaktan uzaktır.”
O zaman bu Ehli Kitap –burada hem Yahudilerden bahsediliyor hem Hıristiyanlardan- çünkü “ahbar” ve “ruhban”. “Ahbar” Yahudilerin din bilginleri, “ruhban” da Hıristiyanların. Ne diyor? “Allah onların koştukları ortaktan uzaktır” Şimdi aynı sayfanın bir üstündeki ayet , 28 ve 29. Ayetlere bakalım bu soruya cevap olsun diye. Tabii vakit daraldı, onun için de sahura da kalkacaksınız onun için fazla tutmamak lazım ama bu soruya da cevap verelim.
“Yâ eyyuhellezîne âmenû innemel muşrikûne necesun” “Müminler! müşrikler bir pisliktir.”
Onlarda aynı, şimdi mesela Allah-u Teala Beyyine Suresinde şöyle diyor;
“İnnellezîne keferû min ehlil kitâbi vel muşrikîne” “Ehli Kitap ve müşriklerin kafirleri” “fî nâri cehenneme hâlidîne fîhâ “ “Bunlar cehennem ateşinde ebedi kalacaklardır.” “ulâike hum şerrul beriyyeh “ “Onlar yaratıkların en şerlileridir, en kötüleridir.”(Beyyine 98/9)
Şimdi buradan okuyoruz; “Müşrikler pisliktir.” “felâ yagrabul mescidel harâme bağde âmihim hâzâ” “Bu yıldan sonra Mescid-i Harama yaklaşmasınlar.” “ve in hıftum ayleten fesevfe yuğnîkumullâhu min fadlihî in şâé’” “Eğer siz bir fakir olmaktan korkarsanız Allah eğer size ikramda bulunacaksa bulunur, karşılığı kendi katından, bundan korkmayın” “innallâhe alîmun hakîm” “Allah bilir ve doğru karar verir.” (Tevbe 9/28)
Şimdi burada yukarıda bir müşrikler ifadesi, müşrikler deyince genelde şey anlaşılır yani bu Yahudi ve Hıristiyanların dışındaki müşrikler. Onlarda müşrik işte ayette söylüyor, terim manası ile müşrik. Ama bir de grup ismi olarak kullanıldığı zaman birisine “Ehli Kitap” deniyor çünkü onların elinde Allah’ın indirdiği bir kitap var. Gerçi bütün ayetler yok ama bazı ayetler var, temel ayetler kalmış. Şimdi burada diyor ki; bak bütün müşriklerle ilgili yukarıda söyledi “bu mescide yaklaşmasınlar” dedi, orada bitti.
“Gâtilullezîne lâ yué’minûne billâhi ve lâ bil yevmil âhıri” “Allah’a ve Ahiret gününe inanmayan.” “ve lâ yuharrimûne mâ harramallâhu ve rasûluhû” “Allah’ın ve Rasulunun haram kıldığını haram kılmayan.” “ve lâ yedînûne dînel haggı” “hak dini kendileri için din kabul etmeyen.” “minellezîne ûtul kitâbe” “Ehli Kitaba –bak müşrik kelimesi yok burada- onlarla savaşın” (Ne zaman kadar?) “hattâ yuğtul cizyete ay yediv vehum sâğırûn” “Böyle boyun eğinceye kadar size cizye verinceye kadar savaşın.” (Tevbe 9/29)
Bakın müşriklerle ilgili bu yok, neden yok? Çünkü bunların ellerindeki kitap, ne kadar ne olursa olsun, bunlara gene bir takım doğruları söylüyor yani referans vereceğiniz bir kitap var aç kitabına bak diyebiliyorsun. İşte buraya bundan iki ya da üç ay önce gelen Alman Martin’e biz burada söyledik. Şu benim oturduğum yerde konuşuyordu. Lutheryen Papazı ve Profesör. “İsa’yı siz Tanrı kabul ediyorsunuz, İncil’in neresinde var?” dedik. “Ee yok” dedi. Ama İncil İsa’yı Allah’ın peygamberi ve insan sayıyor, siz kendiniz bunun tanrılığına karar verdiniz.
Dolayısıyla eğer bugün şu ellerinde bulunan İncil’e uyarlarsa Peygamberimize inanma mecburiyetleri orada yazıyor. Bugün kü Tevrata uyarlarsa onda da yazıyor. Gerçi biraz kamufle etmişler ama gene de yazıyor dikkatle okunduğu zaman. Fakat diğer müşriklerin elinde böyle bir şey yok dolayısıyla onlar bunlara göre daha mazeretli. Bak, bunlar için Allah diyor ki; “cizye verene kadar savaşın” çünkü bunlar suçlu ama öbürleri, öbürleri sadece Mescid-i Harama yaklaşmasınlar o kadar bitti.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Bu müşrikler sadece Yahudi ve Hıristiyanları kapsıyor değil mi?
A.BAYINDIR: Yukarıdaki müşrik kelimesi, Mekke müşrikleri ve çevresindeki müşrikleri kapsıyor. Altındaki Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili “savaşın cizye verinceye kadar.” Mesela cizye emri diğer müşriklerle ilgili yok.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Ayet müşrikler derken Yahudi ve Hıristiyan. Mekkeli müşrikleri kapsamıyor değil mi?
A.BAYINDIR: Onların dışındaki müşrikler, Mekkeli müşrikleri kapsıyor tabii ki. Mekke de hacca gelen Mekkeli müşrikler zaten oranın yerlisiydi.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Mekkeli müşriklere de kitap verilmişti.
A.BAYINDIR: Yok, Mekkeli Müşriklerin kitabı yok.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Hz.Muhammed geldiğinde Kuran onlara indi işte.
A.BAYINDIR: Kuran-ı Kerimden bahsetmiyoruz biz. Tabii Kuran-ı Kerime inandıkları zaman Müslüman olmuş olurlar, yani Kuran-ı Kerimin dışında bir kitapları yok ama Yahudinin var mı? Hıristiyanın da var. Şimdi onların elinde bir kitap olduğu için ayet var biliyorsunuz;
“Ellezîne âteynâhumul kitâbe yağrifûnehû kemâ yağrifûne ebnâehum” “Kendilerine kitap verdiklerimiz, o peygamberleri kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.”(Bakara 2/146)
Çünkü kitaplarında Peygamberin özelliği var ama Mekkeli müşriklerin böyle bir kitabı yok ki. Öyle değil mi? Mesela onlarla ilgi de;
“Litunzira gavmem mâ unzira âbâuhum fehum ğâfilûn.” “Babaları uyarılmamış olan bir toplumu uyarman için seni gönderdik.” (Yasin 36/6) diyor.
Onun için Ehli Kitap daha kötü durumdadır ama bizim gelenekte Ehli Kitaba hiç hak etmedikleri bir yer verilmiştir. Yani burada soru sahibi haklı.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Yani müşriklerden daha mı?
A.BAYINDIR: Daha kötü durumdadırlar.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Sorusu anlaşılmıyor (22:35)
A.BAYINDIR: Şimdi elimizde bir müşrik metre yok, dış görünüşüne bakarak hareket edeceğiz onun dışında bir şey yapamayız.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Hocam şu anda Müslüman müşrikleri nasıl fark edebiliriz o zaman.
A.BAYINDIR: Onlarda Ehli Kitaptan bugün şirke düşmüş Müslümanlar Ehli Kitap gibi kabul edilir. Allah’la kendi arasına aracı koyan herkes müşriktir. Birisi ben müslümanım der, birisi ben Ehli Kitaptanım der, birisi ben hiçbirisinden değilim der; hepsi müşriktir.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Müslümanım dese de?
A.BAYINDIR: Müslümanım dediği zaman müşriklikten kurtarmaz ki Allah’la kendi arasına bir aracı koydu mu ilişki kesilir.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Hocam, kitap inenler Ehli Kitap, Kuran bize indi bizde mi Ehli Kitabız?
A.BAYINDIR: Şimdi elimizde kitap var da o ayrı bir terim. Bak mesela Yahudi ve Hıristiyanlarda müşrik olduğu halde onlara farklı bir terimle hitap ediliyor, diğer müşriklere farklı bir terimle hitap ediliyor biz Müslüman olarak kabul ediliyoruz. Yani çünkü karışmaması lazım.
Peki epeyce sizi işgal ettik.