Elhamdulillahi rabbil alemin vel akıbetulilmuttakin essalatu vesselamu ala resulune muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim.
Bugünkü dersimizi Ramazanı Şerifin Bayramı vesilesiyle bayramdaki görevlerimiz başlığıyla yapacağız. Ama tabii konuşacak olan biz değil, Kuranı Kerim olacaktır. Kuranı Kerimden konuşmadığınız zaman söylediğiniz sözlerin çerisinde uygun olmayanlarda oluyor. Duygusal şeyler oluyor. Gereksiz şişirmeler oluyor. İsra suresinin 23. ayetinden başlayacağız. Müslümanların yaptıkları bayram iki tanedir. Birisi Ramazan Bayramı diğeri de Kurban Bayramıdır. Ramazan ayında bir ay boyunca oruç tutuyoruz. Güzelliğini her gün yaşadığımız bir ibadet var. Bir ay sonra orucumuzu bozmak zorundayız. Bayramın birinci günü oruç tutmak haramdır. Dolayısıyla herkes yemek yiyebiliyor, içebiliyor. Birde herkesin evi misafir kabul etmeye hazırdır. Başka zamanlarda gelebilir miyiz, müsait misiniz, dersiniz. Bayramda hiç gerek yoktur. Gitmediğiniz zaman insanlar niye gelmediniz, derler. Çünkü herkes misafir kabul etmeye hazır vaziyettedir. Hatta bayramlar olmasa birçok akraba birbirini yıllarca görmeyecek. İstanbul gibi büyük şehirlerde bu daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. Hem Ramazan ibadetini yapmış olmanın sevinci ki o sevinci bütün Müslümanlar paylaşıyor. Ramazan orucunu tutanlar miskini doyuracak yiyecek de veriyorlar. Onları fakirlere vermek gerekir. Başka yerlere değil. Az önce Süleymaniye Vakfı olur mu diye bir arkadaşımız sordu. Vakfa olmaz ama vakfın bünyesinde fakirler olsa onlara ulaştırılmak üzere olur. O durumda biz aracılık yapabiliriz. Ama şuanda öyle bir durum yok. O zaman ve her zaman yapılacak şey tanıdıklarınızı seçmektir. Tanıdıklarınızı seçerken de en yakınlarınızı seçmektir. En yakından yakına gitmek lazım. Şimdi öyle bir bayram oluyor ki herkes az çok evinde bir şeyler bulunduracak durumda oluyor. Yani evini açtığına değiyor. Misafir bekleyebiliyor. Bu gerçekten çok güzel bir adettir. Dini bayramlar dışındaki bayramlarda bunlar olmuyor. Kimse kimseye gitmiyor. Evini açmıyor. Sadece dini bayramlarda oluyor. Kurban Bayramı da aynı şekilde hac ibadetine rastlayan günler bayram olarak kutlanıyor. Dolayısıyla orada da bütün Müslümanlar sevinci paylaşıyor. Çünkü kurbanlar kesiliyor ve diğer insanlara da veriliyor. Tüm İslam âleminde gerçek bir ziyafet oluyor. Burada da herkesin evi açık herkes misafir bekliyor. Toplumda bir kaynaşma oluyor. Tabii burada özellikle korumamız gereken kimseler var. Burada okuyacağım ayetler bayrama mahsus değil. Ama bayram vesilesiyle okuyoruz. Çünkü burada ki görevler senenin her günü her Müslümanın yapması gereken görevlerdir. Bayramda herkes kendini misafir kabul etmeye hazırlamışken yerine getirmek daha kolaylaşır. “Ve kada rabbuke ella tağbudu illa iyyahu ve bilvalideyni ıhsana” “rabbin şunu kesin hükme bağlamıştır; yalnız ona kul olacaksınız, ondan başka hiç kimseye hiçbir varlığa kul olmayacaksınız”(17/23). Bir şeyi tekrar hatırlayalım. Biz Müslüman olduğumuzu ifade etmek için ne diyoruz? Birinci bölümde “eşhedu la ilahe illallah” “Allahtan başka ilah olmadığına şahitlik ederim” diyoruz. Biz “eşhedu enneallahe vahidun ehad” ya da “eşhedu enneallahe 6:33 6:36 ehadun” demiyoruz. Yani ben şahidim ki Allah vardır ve birdir, demiyoruz. Bu kelimeyi söylemiyoruz. Niye bu kelimeyi söylemiyoruz? Çünkü bunu zaten herkes biliyor. Allahın var ve bir olduğunu bilmeyen yoktur. Biz “eşhedu la ilahe illallah” “Allahtan başka ilah olmadığına şahitlik ederim” diyoruz. Çünkü Allahın varlığı ve birliği için o kadar delil var ki çevrede, hiçbir hocanın öğretmesine gerek yok. Hiçbir kitaptan okumaya gerek yok. Kâinat kitabı bunu zaten söylüyor. Allahın varlığına sayısız delil olduğu halde, Allahtan başkasının ilah edinilmesiyle ilgili herhangi bir delil yoktur. Mesela bugün Hıristiyanlar var. Onların kendilerine tanrı edindikleri iki varlık var. Birisi İsa (a.s) o büyük peygamber. Diğeri de Cebrail (a.s) büyük melektir. Ama İsa’nın (a.s) ve Cebrail’in (a.s) tanrı olduğuna dair Hıristiyanların elinde hiçbir delil yoktur. Aynen onun gibi hangi grup Allahtan başka bir varlığı tanrı edinirse elinde bir delil olmaz. O zaman sen delilsiz olarak birisine nasıl tanrılık payesi verirsin. Onun için biz büyük bir kararlılıkla “eşhedu la ilahe illallah” “Allahtan başka ilah olmadığına şahitlik ederim” diyoruz. Mesela size Allaha inanmak deyince aklınıza ne gelir diye soralım. En yakın zamanda okuldan mezun olanlardan bir tanesi Yahya’dır. Kitaplarda bize Allah inancı nasıl öğretiliyor? Yahya: Allahın varlığına ve birliğine inanmak. Abdülaziz Bayındır: Allahın varlığına ve birliğine inanmak diye geçer. Şimdi nereden nereye gelmiş görüyor musunuz? Hâlbuki öyle bir şey yoktur. Allah’ı var ve bir kabul etmeyen zaten yok. Bugün tanrı üçtür diyen Hıristiyan âlemi öbürleri de Allah’tır diyor mu? Demiyor. Onun için Allahtan başka ilah olmadığına inanırım, diyoruz. Bu çok önemlidir. Görüyor musunuz nasıl bir kayma olmuş? Allahın varlığına ve birliğine inanmak değildir. Tevhid inancı o değildir. Allahtan başka ilah olmadığına şahitlik etmektir. Sadece inanmak değil. Öyle bir sağlam inanıyorsun ki şahitlik derecesindedir. O zaman Allahtan başka ilah yoksa ilah zaten kayıtsız şartsız kendisine boyun eğilen varlık demektir. Biz Peygamber Efendimize boyun eğeriz. Ama kayıtsız ve şartsız değildir. Allah boyun eğin dediği için Allahın bu emrinden dolayı boyun eğeriz. Elimizde delil var. Çünkü Allah bu benim elçim diyor. Onun elçisiyse onun sözünü getiriyor demektir ve boyun eğmek zorundayız. Annemize babamıza karşı iyilik yaparız. 10:24 10:26. Yetkililere de itaat ederiz ama kayıtsız şartsız değildir. Allah-u Teala yetkililerle nizaya(anlaşmazlığa) girmemize müsaade etmiştir. Çünkü “etiullahe ve etiur rasule ve ulil emri minkum” “Allaha itaat edin, elçiye itaat edin ve sizden olan yetkililere”(4/59). Burada durmuyor ve devam ediyor. “fein tenazağtum fi şey’in” “herhangi bir konuda onlarla nizaya girerseniz”(4/59). Burhan Bey Allah ile nizaya girilir mi? Burhan Bey: Hayır! Abdülaziz Bayındır: Peygamber ile? Burhan Bey: İmkânsız! Abdülaziz Bayındır: Girilmez. Peki, kiminle girilir? Yetkililerle girilir. “fein tenazağtum fi şey’in” “bir konuda onlarla nizaya girerseniz”(4/59). Yani anlaşamazsanız, uyuşamazsanız demektir. Demek ki uyuşmamak normaldir. Bu ne demektir yetkililere kayıtsız şartsız itaat yok. Uyuşamadığınız zaman ne yapacaksınız? “ferudduhu ilallahi ver rasuli” “Allaha ve resulune götürün”(4/59). Enes Hoca: 12:10 12:13 Abdülaziz Bayındır: Zaten bu ayetten de o anlaşılıyor yani. Yani Allah-u Teala diyor ki siz yetkililerle uyuşmayabilirsiniz. Uyuşmadığınız takdirde yapacağınız şey nedir? Anlaşmazlığın çözümünü Allah ve Resulune götürerek halletmektir. O zaman sonuç ne? Biz Allahtan başka hiç kimseye kayıtsız şartsız itaat edemeyiz.
Dün Almanya’dan Katolik üniversitesinin hocaları gelmişti. Hangi üniversiteydi? Mustafa Bey: Tübingen Üniversitesi. Abdülaziz Bayındır: Mustafa Bey tercüme etti bizde konuştuk. Yarın akşamda beraber olacağız inşallah. Orada en yaşlıları bir soru sordu. Mezheplerin dinde yeri nedir, dedi. Bende o mezhep âlimlerinin görüşleri yalnızca kendini bağlar, dedim. Çünkü madem o görüşün kuran ve sünnete uygun olduğu kanaatinde öyleyse uygulasın. İkinci kişiyi bağlamaz. O ikinci kişide kuran ve sünnete uyduğu kanaatine varırsa oda o işi yapar. Ama bizde mezhepler başlı başına bir emir kaynağı haline gelmiş. Yani bunu mezhep imamları benim dediğim gibi söylemişlerdir. Ama onların görüşünü beğenirsiniz beğenmezsiniz o ayrı bir konudur. Ama bu insanlar kendi görüşlerini anlatırken böyle anlatmışlardır. Bir katılımcı: 14:12 14:14. Abdülaziz Bayındır: Ben bu kanaatteyim diyor. Sen bunu yap demiyor. Onun için onlar her bir görüşün üzerine kendi damgalarını vurmuşlar. Mesela Ebu Hanife şöyle şöyle der. Şafii böyle böyle der. Ahmed bin Hanbel böyle böyle der. Niye bunu söylüyorlar? Orada demiş oluyorlar ki bak bu benim görüşüm, bu Allahın sözü ya da Peygamberin sözü değil. Bu bir insan sözüdür. Ama yanlış olan daha sonra o insan sözü Allahın ve Peygamberin sözünü bastıracak şekilde anlaşılmıştır. O zaman ne olmuş oluyor? Onlara itaat farz, isyan haram haline geliyor. Onun için “eşhedu ella ilahe illallah” konusu son derece önemlidir. Bize emredilen Allahtan başka ilah olmadığı hususunu içimize sindirmek olduğu halde okullarda, üniversitelerde, her yerde okutulan bu değildir. Okutulan Allahın varlığına ve birliğine inanmaktır. Sanki başka inanan yokmuş gibi. Kitaplarda hep böyle yazılıdır. Maalesef şu kaymayı görüyor musunuz? Yani mesele zemininden tamamen kaymış. Ortada İslam diye bir şey yok işte. Allah merhamet ediyor da yürüyor. Bizi dinleyen vatandaşlar delillere bakıyorlar. Söylenenlerin mantıklarına uyduğuna bakıyorlar. Bunlar doğru söylüyor diyorlar. Fakat şimdiye kadar o dokunulmaz olan o kutsallaştırılmış olan insanların görüşlerine ters düşünce önce bir irkiliyorlar. Burada bir yanlışlık mı var acaba diye. Tabii bu da yavaş yavaş geçecek inşallah.
“Ve kada rabbuke ella tea’budu illa iyyahu” “rabbin şunu kesin karara bağlamıştır yalnız ona kulluk edeceksiniz”(17/23). Yani kayıtsız şartsız yalnız Allaha boyun eğilir. Onun dışındaki emirleri dinleme konusu kayıtlı ve şartlıdır. “ve bilvalideyni ıhsana” “ve anneye babaya iyilikte bulunmanızı Allah hükme bağlamıştır”(17/23). Ömer Bey bizde nedir anneye babaya? Bir katılımcı: İtaattir. Abdülaziz Bayındır: İtaat burada kime emrediliyor? Bir katılımcı: Allaha emrediliyor. Abdülaziz Bayındır: Peki, anneye babaya? İhsan yani iyilikte bulunmak emrediliyor. Anneye babaya da itaat edin denseydi şirk olurdu. Çünkü ikinci bir emir kaynağı ortaya çıkardı. İtaat değil iyilikte bulunmaktır. Siz bir insan olarak kendi vazifelerinizi yapacaksınız. Annenizin babanızın kulu falan değilsiniz. Sadece Allahın kulusunuz. Anneniz babanızda Allahın kuludur. Dolayısıyla onlar şirke de düşebilirler. Yoldan da çıkabilirler. Yanlışta yapabilirler. Allahın sana emrettiği onlara karşı iyi davranmaktır. Ama sen, toplumda kendi rolünü yapacaksın. O rolünü devam ettireceksin. Burada da ciddi bir kayma var. Anneye babaya ihsan neye dönüşmüş itaate dönüşmüş. Buda ciddi bir kaymadır. Yahya: Lokman suresinde bir ayet var. Ondan kaynaklanıyor olabilir. Abdülaziz Bayındır: Lokman suresinin 14 ve 15. ayetini açalım. “Ve vassaynel insane bivalideyh”(31/14) burada “vassaynel” kelimesi “kada”(17/23) ile aynı manaya geliyor. Yani o ayete atıfta bulunuluyor. “İnsana annesine ve babasına karşı tavsiyede bulunduk” (31/14). Yani bu konuda emir verdik. Buda ihsanda bulunma emridir. “hamelethu ummuhu vehnen ala vehniv ve fisaluhu fi ameyni” “annesi onu binbir güçlükle taşımıştır. Doğumdan sonra annesinden ayrılması iki yıl içerinde olur” “enişkur li ve livalideyk” “bana teşekkür et annene babana da”(31/14). Allah nasıl karşılıksız veriyorsa anne baba da çocuklarını karşılıksız büyütür. Çocukları beslersiniz büyütürsünüz tam size yarayacak hale gelir ve ona bir bardak su getir deseniz, baba hep beni görüyorsun diye cevap verirler. İşte böyledir. Sana hiç bir şey vermez. Tamamen fedakârlıktır. Hz Ömer’in bu konuda çok hoş bir sözü var. Ya rabbi beni evladıma muhtaç etme diye dua ediyor. Bir katılımcı: 20:20 20:25 Abdülaziz Bayındır: Şöyle düşün; hep evladına vermişsin. Almak ne kadar zordur. Bundan dolayı Allah-u Teala Annene babana iyi davran diye emrediyor. Arada psikolojik bir engel çıkmasın. “ileyyel masir” “dönüşünüz banadır”(31/14). “Ve in cahedake ala en tuşrike bi ma leyse leke bihi ılmun” “eğer bana bir şeyi ortak koşman konusunda seninle tartışırlarsa”(31/15). Yani didişirlerse oğlum falan efendiye git, ona teslim ol derlerse “fela tutı’huma” “onlara itaat etme” “ve sahıbhuma fid dunya mağrufa”(31/15). Böyle diye de ilişkiyi kesme. “Yine dünya işlerinde onlara geleneğe uygun, Allahın emirlerine uygun davranışta bulun”(31/15). Yine de iyi ilişkilerini sürdür. Yine onlara arkadaşlık et, dostluk yap. Yani dinin en ağır yasağını çiğnemenizi isteseler de o emrini tutmayacaksınız ama yine de iyilik yapmaya devam edeceksiniz. Dün gece saat 11-12 civarında bir arkadaşım telefon etti. Seninle bir şeyi dertleşmek için aradım, dedi. Babam küçük olsa döveceğim, dedi. Hiç laf dinlemiyor, dedi. Bizim hanım benden daha çok ona hürmet ediyor. Bende elimden geldiği kadar hürmet ediyorum. Fakat bakıyorsunuz ki evden çıkıp perişanlık içerisinde köye gitmiş. Buraya getiremiyoruz. Bu iş kolay olsaydı, Allah annenize babanıza iyilikte bulunun diye emir vermezdi, dedim. Bu iş o kadar kolay değil. Sabırlı olacaksınız. Dolayısıyla Allah bir konuda emir veriyorsa bu işin zor olduğunun da işaretidir. O zaman çok dikkatli olmak lazımdır. Onlar ne yaparsa yapsın böyledir. Bakın Allah en ağır şeyi söylüyor. Müşrik olun bile derler, diyor. Ki Allahın hiç affetmeyeceği bir suçtur. Onu dinleme yine ona karşı iyi davranışını sürdür. Demek ki bayramda da en fazla iyilik yapacağımız bunlardır. Ya Hocam sen bilmiyorsun, bizim aileye gidilmez. Onlar şöyledir, böyledir. Ben irtibatı kestim, yok. Allah burada en kötü örneği veriyor. Gideceksin ve iyi ilişkilerini devam ettireceksin.
“imma yebluğanne ındekel kibera ehaduhuma ev kilahuma fela tegul lehuma uffiv ve la tenher huma” “o anne babadan biri ya da her ikisi senin yanında yaşlı bir hale gelirlerse onlara öf deme”(17/23). Çünkü yaşlandıkça çocuklaşırlar. İşte dün akşam ki arkadaşta tam çocuk oldu bu, diyor. Çok doğal bir şeydir bu. “Ve men nuammirhu nunekkishu fil halg” “kimin ömrünü uzun edersek onu yaratılışta geri çeviririz”(36/68). Yani çan eğrisine benziyor. Elimize bir kitap alalım. kitabın sayfalarını açmadan kitap üzerinden tasvir yapalım. Kitabın sol alt köşesi çocukluk dönemi olsun. Sol alt köşeden yukarıya doğru gidildikçe olgunlaşma dönemi başlar. Sol üst köşeden sağ üst köşeye kadar olan kısım da olgunlaşma dönemi olsun. Sağ üst köşeden aşağıya doğru inildikçe geri dönüş başlamış olur. Yaşlandıkça yani sağ tarafta aşağı inildikçe tıpkı gençlikteki yani sol taraftaki yaşın davranışlarını gösterir. Sanki bu kişi 18 yaşında bir delikanlı gibi davranır. Normal işte geri gidiyor. Sorun şu ki sol taraftaki yaşındayken güçlü kuvvetli idi, şimdi zayıf ve güçsüz. Aşağı doğru inildikçe yani kitabın sağ alt köşesine yaklaştıkça davranışlar çocukluk dönemi gibi olmaya devam ediyor. Çocuk olsa kolaydır. Çocuğun bir istikbali var, ona yatırım yapabiliyorsun. Bunun istikbali falan yok. Çocuk gittikçe güçlü kuvvetli hale geliyor. Bu gittikçe zayıflaşıyor ve güçsüzleşiyor. Onun için Allah-u Teala oraya 26:03 26:04 diyor. Yani ömrün en rezil dönemi diyor. Allahın ifadesi budur. Yani anne babamız o dönemi yanımızda geçirebilir. Dolayısıyla yine yapacağımız şey onlara karşı öf bile dememektir. “ve la tenher huma” “o ikisini de azarlama”. “ve kul lehuma kavlen kerima” “onlara kerim söz söyle”(17/23). Yani ikramlı, ikramiyeli söz söyle diyor. Bir şey söyleyeceksin, arkasındanda onun ikramiyesini vereceksin. Yani onun hoşuna gidecek onu rahatlatacak sözler söyle diyor.
“Vahfıd lehuma cenahaz zulli miner rahmeti” “merhametinden dolayı onlara alçakgönüllülük kanatlarını indir”(17/24). Onlara kol kanat ol. Onları koru. “ve kur rabbirhamhuma” “de ki ya rabbi sende bunlara merhamet et, ikram et”(17/24). “kema rabbeyani sağira” “tıpkı bunlar ben çocukken bunlar nasıl beni besleyip büyüttülerse o zaman bana gösterdikleri merhamete karşılık sende onlara merhamet eyle”(17/24). Burada bir şey anlatayım. (HADİSİN ORJİNALİ). Peygamberimize (s.a.v) soruyorlar. Ya Resulullah annemiz babamız hayattayken onlara karşı yapacağımız iyilikleri biliyoruz. İşte ayetten öğrendik. Peki, onlar öldükten sonra yapacağımız iyilik var mı? Diyor ki onlar için dua edersiniz. Günahlarının bağışlanmasını istersiniz. Her namazımızda bunu yapıyoruz değil mi? Ne diyoruz? “Rabbenağfirli” “ya rabbi beni affeyle” “ve livalideyye” “annemi babamı da” “ve lilmué’minine” “bütün müminleri” “yevme yekumul hısab” “hesabın kurulduğu gün”(14/41). Sonra şöyle devam ediyor. Eğer onların verdikleri sözler varsa onu yerine getir diyor. Onların arkadaşlarına karşı iyi davran. Çünkü hayatta olsaydı arkadaşlarıyla görüşecekti. Dostlarıyla iyi geçin. Bir de annenin babanın akrabasına karşı da iyi davran. Bir katılımcı: 29:05 29:09. Abdülaziz Bayındır: Yaşıyorsa tabii. Yaşamıyorsa yapacağın bir şey yok. Demek ki yani bayramda anne baba olayı önemlidir. Tabi her zaman buna dikkat etmeliyiz sadece bayramlarda değil. Mesela burada kabirleri ziyaret et diye bir şey yok. Bir katılımcı: 29:40 29:45. Abdülaziz Bayındır: Mezarlığa gitmeyi engelleyen bir şey yok. Mezara gidelim. Ama annemizin babamızın kabrini ziyaret etmek gibi bir görevimiz yok. Mezara gitmek şunun içindir bize ölümü hatırlatacak. Şimdi biz ziyaret ediyoruz. Bir daha ki bayrama da bizi ziyarete gelebilirler onun için ayağımızı denk alalım. Asıl mesele odur yani. Bir katılımcı: Ama genelde yapılan onları ziyaret etmektir. Kendimize ibret almak için değil. Abdülaziz Bayındır: Gitmişken selam veriyoruz. ‘Esselamu aleykum dara kavmin muminin’ deniyor. Müminler yurdunun sakinleri size selam olsun. Burada bunu yanlış değerlendirenler var. Selam kelimesinin anlamı; yaşayan bir insana selam verirseniz selamette, huzur içinde, güvenlik içinde ol anlamındadır. Ölen için ise ahretin selamet olsun demektir. O zaman bu dua olmuş oluyor. Peygamberimiz duayı sayıyordu ya işte bu odur. Ey müminler yurdunun sakinleri güven içinde olun. Bazıları sen onlara selam veriyorsun selamını alacaklar mı diyorlar. Almalarına gerek yok ki. Ben onlara dua ediyorum. Onların dua etme durumları geçti artık. Yaşayanlar selamun aleykum dediğinizde aleykum selam diye karşılık verirler. Tabi ben sana iyilikte bulunuyorsam, yaşıyorsa oda bulunacak. Öldüyse yapacağı bir şey yok zaten. Bir katılımcı: 31:28 …bayramda herkes anasına babasına… 31:47. Abdülaziz Bayındır: Önce öleceklerini düşünüyorlar ki ondan sonra bayramda çılgınlık yapmasınlar diye öyle yapıyorlar. Bir katılımcı: 31:57 32:00. Abdülaziz Bayındır: Tek taraflı konuştukları için rahat konuşur. Cevap veren yok.
“Rabbukum ea’lemu bima fi nufusikum” “rabbiniz içinizde ne olduğunu çok iyi bilir”(17/25). Yani samimisiniz, değil misiniz? Rol mü yapıyorsunuz? Bunu Allah çok iyi bilir. “in tekunu salihine feinnehu kane lil evvabine ğafura” “eğer siz iyi insanlar olursanız Allah-u Teâlâ yani hata yaptığı zamanda dönüp hatasından tövbe edebilen ve doğruya yönelmeye çalışanları da bağışlar”(17/25). Yani sizden kusursuz olmanız beklenmiyor. Tabii kusursuz olmak güzel bir şey ama ideal o. İnsansınız, hata yaparsınız. Bir örnek vereyim. Musa’yı (a.s) anlatırken “Ve dehalel medinete ala hini ğafletim min ehliha fevecede fiha raculeyni yagtetilan” diyor. “Musa (a.s) şehre girdi. Halkının habersiz olduğu bir vakitte”(28/15). Çünkü sarayda yaşayan kişinin insanların kendisini tanımasından rahatsız olur. Yani kimse beni tanımasın bilmesin diye düşünür. “Sonra iki kişinin birbirine ölesiye vurduklarını görüyor”(28/15). Kıyasıya dövüşüyorlar. “haza min şiatihi ve haza min aduvvih” “birisi Musa’nın (a.s) kabilesinden yani israiloğullarındandı, diğeri de düşman olan kavimden yani kıptilerdendi”. “festeğasehullezi min şiatihi alellezi min aduvvihi” “kendinden olan düşmana karşı bundan imdat istedi”(28/15). İmdat diye bağırdı. Oda yetişti tabii. “fevekezehu musa fekada aleyh” “Musa ona bir yumruk yapıştırdı adamda öldü”(28/15). Adamın işini bitirdi. Ondan sonra “kale haza min ameliş şeytan” “bu bir şeytan işi dedi”. “innehu aduvvum mudıllum mubin” “o düşmandır. Açıkça saptırıcı bir varlıktır”(28/15). Sonra Cenabı Hakka döndü. “Kale rabbi inni zalemtu nefsi fağfirli” “ya Rabbi ben yanlış yaptım beni affet dedi”. “feğafera leh” “allahta onu affetti”. “innehu huvel ğafurur rahim” “Allah gafur ve rahimdir”(28/16). “Kale rabbi bima en’amte aleyye felen ekune zahiral lilmucrimin” “ve şöyle söyledi. Ya Rabbi sen bana bu nimeti verdin ya asla günahkarlara arka çıkmayacağım”(28/17). Burada günahkâr kimdir? Kendi dostudur. Bu dostunun sebebine karşı tarafa vurdu ve karşı tarafı öldürdü ya. Kendi kabilesinden olan kişidir. “Feasbeha fil medineti haifey yeterakkabu” “bir şehirde sabahladı. Korkuyor ve çevresini gözetliyor”(28/18). Acaba birisi gelip beni yakalayacak mı diye tedirgindi. “feizellezistensarahu bil emsi yestasrihuh” “dün ondan yardım isteyen kişi yine imdat diye bağırıyor”(28/18). Baktı ki aynı adam. “kale lehu musa inneke aeğaviyyum mubin” “Musa, sen gerçekten apaçık bir azgınsın dedi”(28/18). Günahkârdan da öte yani apaçık bir azgın. Az önce onlara arka çıkmayacağına söz verdi mi? “Felemma en erade ey yebtışe billezi huve aduvvul lehu” “yine de öbürüne yumruk vurmaya dayanamadı ve yumruk vurmaya yöneldi”(28/19). Bak dün yaptığından tövbe etti. Allaha bir daha yapmayacağım diye söz verdi. Ve adama da sen apaçık bir azgınsın dedi. Onu da söyledi. Fakat adamın durumuna dayanamadı. Yine düşmana bir yumruk vurmak için hazırlık yapınca bu defa karşı taraf ne dedi? “kale ya Musa eturidu en taktuleni kema katelte nefsem bil ems” “dün bir adamı öldürdün şimdi beni de mi öldürmek istiyorsun dedi”(28/19). Burada size asıl anlatmak istediğim herhalde anlaşıldı değil mi? Yani Musa (a.s) gibi bir zat. Ama henüz peygamber olmuş değil. Fakat Allah-u Teala ona hikmet vermiş. Yani doğru karar verebilme kabiliyeti vermiş(28/14). Ya Rabbi ben, bana verdiğin nimet sayesinde günahkârlara arka çıkmayacağım demesine ve tövbe de etmesine rağmen ne yaptı? Yine hatasını yaptı. Bu neyi gösteriyor? Bu bize işte insan budur diye gösteriyor. İnsan bu, koskoca bir peygamberde olmuş tabii. Sıradan bir insanı Cenabı Hak peygamber yapmıyor. Bir peygamberi çeşitli şartlar içerisinde yetiştiriyor. O zaman esas olan suçu işledikten sonra hatanı kabul etmektir. Siz kendi kendinize bakın. Olmuyor mu? Bundan sonra bir daha şöyle yapmayacağım diye kendi kendinize karar verirsiniz. Bir de bakarsınız ki yapmışsınız. Öyle değil mi? Bir ara kendimi kaybettim dersiniz. Ya da tutamadım kendimi dersiniz falan. İnsanlarda bunlar olur. Allah koskoca bir peygamberden örnek gösteriyor. Ama hemen gerçeği anladığınız zaman tövbe etmeniz gerekiyor. İşte evvab budur. Yani hatırladığınız zaman derhal suçunuzu itiraf edip ya Rabbi beni affet diyeceksiniz. İşte burada da o anlatılıyor. “Rabbukum ea’lemu bima fi nufusikum in tekunu salihine feinnehu kane lil evvabine ğafura” “Rabbiniz sizin içinizde olanları çok iyi bilir. Eğer iyi kişilerseniz o evvab olanları yani yaptığı hatalardan dönebilenleri bağışlar. Hem de çok bağışlar” (17/25).
“Ve ati zelkurba hakkahu” “akrabana da hakkını ver”(17/26). Onlarla ilişkiyi kesmeyeceksin. Gideceksin, geleceksin. Bayramlarda da normal zamanlarda da görüşeceksin. Bunu yapmak gerekiyor. İnsanlar genellikle zor zamanlarında akrabalarını yanında görünmek isterler. Ellerine bir fırsat geçince o imkânı akrabalarına göstermemeye çalışırlar. Yani zorlukta beraber ama nimette ayrı olmak isterler. Bu yanlış bir davranıştır. Nimette beraber olalım ki zor zamanda da onları yanımıza çağırmaya hakkımız olsun değil mi? “Ve ati zelkurba hakkahu vel miskine vebnes sebili” “akrabana hakkını ver, miskine de”(17/26). Miskin neydi? Geçen hafta anlatmıştık. İşini kaybetmiş ve çaresiz kalmış kişidir. Yani iş olsa yapacak ama yapamıyor. Demek ki öncelikle onları korumak gerekiyor. Bu gün bir arkadaş söyledi. Ayetlere baktım. Kuranı Kerimde fakir kelimesi az yerde geçiyor. Gerçekten o dedikten sonra düşündüm. Yani fukaraya yardım iki veya üç ayette geçiyor. Ama miskin çok sayıda ayette geçiyor. O kadar çok geçiyor ki saymadım ama çok geçiyor. O arkadaşın hatırlatması üzerine araştırdım. Fakirin belli bir hayat tarzı vardır. Ona göre kendisini ayarlamıştır. Evi ona göredir. Masrafı ona göredir. Ama miskin öyle değildir. Kuranı Kerimde geçen hafta okumuştuk. Bir gemi sahibine Allah miskin diyor(18/79). Adam gemi çalıştırıyor. Bir hayat seviyesi var. Evini ve masraflarını o işe göre ayarlamış, çocukları o hayata alışmış. Gemisi elinden alındığı zaman yapacak işi kalmıyor. Allah-u Teâlâ bu gibi insanlara yani işini kaybetmiş çalışma potansiyeli olanlara yardım edilmesini söylüyor. Böyle bir duruma düşen insanlar son derece sıkıntılı bir haldedir. Ben bu durumu yaşadım. Üniversitedeyken burs alıyordum. Bir gün bursu almaya gittim. Erzurum da çok kimse bizi tanıyor. Arkadan bunlarda burs alırsa fakir fukara ne yapacak diye bağırıyorlar. Bilmiyorlar ki hiçbir şey yok. Bir iki kişiye söyledim baktım inanmıyorlar. Niye söyleyeyim? Vazgeçtim. Fakülteyi bitirene kadar hiç kimseye bir şey söylemedim. Hatta açılış töreninde cebimde beş kuruş para olmamasına rağmen beni en zengin ilan ettiler. Erzurum’a zenginler çocuklarını göndermiyorlardı. Bir tane zengin var o da ben diye biliyorlardı. Diyemedik ki beş kuruşumuz yok. Herkeste gelip senden para istiyor. Nasıl vereyim? Yok. Ama o bana çok büyük ders olmuştur, hamd olsun. Hakikaten çok zor bir şeydir. Onun için Allah-u Teala devamlı bu tür insanlara yardım etmeyi emrediyor. Bir katılımcı: yüzlerinden anlarsınız, diyor(2/273). Abdülaziz Bayındır: Evet yüzlerinden anlarsınız diyor. Bir katılımcı: Bu durum öğrencilerde daha çok oluyor. Abdülaziz Bayındır: Öğrencilerde olur. Herkeste olur. Adam işini kaybettiği zaman… Yani herkesin başından zaman zaman bu tip olaylar geçer. Yani az ya da çok herkesin başından geçer. “Ve ati zelkurba hakkahu vel miskine vebnes sebili” “bir yakınına, miskine ve yolda kalmışa”(17/26). Gerçekten yolda kalmak da çok kötüdür. Tanıdığınız yok. Ne yapacaksınız? Siz gidip evinizde yatıyorsunuz. Hiç olmazsa yatak parası vermiyorsunuz. Adam yolda yatacak, imkânı da yok yani. “ve la tubezzir tebzira” “israf da etme yani saçıp savurma”(17/26). İyilik yaparken de kendine de bir şeyler ayır. Kendini zor durumda bırakma. Mesela çok güzel hikayeler anlatırlar. Bunlar vaazlarda çok iyi gider. Ama hayatı ne hale getirir, orası ayrı bir konudur. Hz Ömer şöyle yapmış. Hz Osman böyle yapmış. Hz Ebubekir de böyle yapmış. Hiçbir şeyleri kalmamış. Bir tane peştamal sarmış evinden çıkamamış. Niye? Çünkü elbisesi yokmuş. Kapıdan geçerken Ebubekir’den ciğer kokusu gelmiş. Birisi; biz acımızdan ölüyoruz, Ebubekir ciğer yiyor demiş. Yok onun açlıktan ciğeri yanıyor demişler. Bu hikayeler en büyük Mitolojilere taş çıkartır. Ciğer kebabı yiyormuş. Böylece insanları heyecana getiriyorlar. Onlarda bende bir Ebubekir olayım diyor. Elinde avucunda ne var ne yok veriyor. Ondan sonra eyvah ortada kalıyor. Bir katılımcı: Ciğerde kalmıyor. Abdülaziz Bayındır: Ciğerde kalmıyor. Bir katılımcı: Bir Ebubekir bulsa yardım eder. Abdülaziz Bayındır: Daha Ebubekir bulamıyor tabii. Bir katılımcı: 46:33 46:38. Abdülaziz Bayındır: İnandırıyorlar tabii. Bakıyorsun ben bunu yapamam diyorsun tamamını bırakıyorsun. Allah “saçıp savurma” diyor. Devamı da geliyor zaten. “İnnel mubezzirine kanu ıhvaneş şeyatin” “saçıp savuranlar şeytanların arkadaşlarıdır”. “ve kaneş şeytanu lirabbihi kefura” “şeytan rabbine karşı çok nankördür”(17/27).
“Ve imma tuğridanne anhumubtiğae rahmetim mir rabbike tercuha” “bir yakının, bir miskin sana geldi. Senden yardım istiyor ama verecek bir şeyin yok. Bir yerden gelecek diye bir beklentin var. Gelirse veririm diye düşünüyorsun”. “fekul lehum kavlem meysura” “kolay bir söz söyle”(17/28). Beklentin varsa inşallah olur, yaparız falan diye biraz karşı tarafı ümitsiz bırakma… Beklentin olmandan da söyleme. Beklentin varsa söyle.
“Ve la tec’al yedeke mağluleten ila unukıke” “elini boynuna bağlı yapma” (17/29). Elin ensende olduğun zaman kimseye bir şey veremezsin değil mi? Bizde böyle demezlerde mesela cebinde akrep olmasın derler. Her dilin kendine göre terimidir. Burada da elini boynuna bağlanmış olarak tutma diyor. “ve la tebsutha kullel bestı” “büsbütünde açma”(17/29). Şimdi gördün mü? O hikâye olmuyormuş, yanlışmış. “Büsbütün açma” diyor. Allahın emri budur. Çünkü sana ve ailene yetecek. Bunları bir kere ayıracaksın. “fetak’ude melumem mahsura” “Kendini ayıplayacak hale getirmiş olursun. Ve hasret içerisine sokulmuş olursun”(17/29). Hep verirsin sonra ne olursun? Ya ben ne aptalım kardeşim dersin. Yiyeceğimi bile verdim, aç kaldım. “Mahsur”da şu elini dizine vurup vay be tüh kafaya bak diye verdiğimiz tepkidir. Hasret içerisine girersin. Ah keşke demeye başlarsın. Onun için diyoruz ki yapma.
“İnne rabbeke yebsutur rizka limey yeşau ve yakdir” “rabbin rızkı yayar”. “limey yeşau” “bir şeyler yapana”(17/30). Ne demek olur ‘bir şeyler yapan’? Çaba sarfeden, gayret gösteren anlamındadır. Allah gayret gösterenin önüne rızık imkânlarını açar. “ve yakdir” “bir de gerekli güce sahip olan”(17/30). Mesela miskin gayret gösteriyor ama yapacak imkânı yok. Yok, yani nereye gidiyorsa geri çevriliyor. Sadece gayret yetmiyor. Bir de imkânların olması lazım. Bir katılımcı: Hocam mealde ‘dilediğine’ diye geçiyor. Abdülaziz Bayındır: O mealleri hiç okumamış olun. Bendeki meali okuyayım bakın. “Rabbin rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır”. Bunu duyan bir adam ne olur? Çalışır mı? Yatar, bekler. Ama işte o meşiyet ve irade kelimeleri varya o kelimelere farklı mana verdiniz mi tüm sistemi bozuyorsunuz. Ben Süleymaniye camisinde vaaz ederken kelimeleri kullanmaya çok dikkat ederdim de bazen farkına varmadan ağzımdan çıkardı. Mesela adalet kelimesini kullansaydım namazdan sonra hocam zaten biliyorduk senin bizim partiden olduğunu diye gelirler. Hangi parti? Düşünürdüm. Adalet partisi. Demek ki ben adalet kelimesini kullanmışım derdim. Hak desem öbürü geliyor. Çok dikkat ederim de bazen kelime gerekiyor, farkına varmadan kullanıyorsun. Yani kelimelerle yeni manalar yüklediğiniz zaman işler gerçekten değişiyor. Kuran da ki bir şeyler yapma kelimesini, isteme yani dileme manasına çevirmişler. Ne kadar büyük bir fark değil mi? “İnne rabbeke yebsutur rizka limey yeşau ve yakdir” “Allah rızkı yayar, bir şeyler yapan ve gerekli imkânlara sahip olana”(17/30). İmkânların var çalışmazsan yine bir şey olmaz. İstediğin kadar çalış imkânların yoksa yine bir şey olmaz. Sen her gün git gemiyi çalıştır. Tertemiz yap. Yük bulamazsan ne olacak. Öyle değil mi? “innehu kane biıbadihi habiram basira” “o kullarından haberdardır ve her şeyi görür”(17/30). Demek ki ister bayramlarda olsun ister başka zamanlarda olsun ne cimrilik edeceğiz, ne de büsbütün saçıp savuracağız. Mutlaka bize de bire şeyler kalması lazım. Hayatın yani sosyal statümüzün devam etmesi gerekiyor. Ve Allahın ortaya koyduğu imkânlardan yararlanmak içinde elimizden gelen gayreti göstermemiz lazım.
“Ve la taktulu evladekum haşyete imlak” “aç kalacağız diye evlatlarınızı öldürmeyin”(17/31). Geçim endişesiyle evlatlarınızı öldürmeyin. Bakabileceğin kadar çocuk mantığı var. Tabii çocuğun olmazsa başkadır. Ama olduktan sonra işte bunu aldıralım, bilmem ne falan… Bazen bana telefon ederler. Hocam? Ne var? Bir yanlışlık oldu. Kadın hamile kaldım der. Bir hata oldu. Sen evli değil misin? Evet. Nasıl hata oldu? Hamile kalmak istemiyorsan kolaydır. Kocan başka odada yatsın, sen başka odada yat. Yoksa hata değil bu doğal bir şey. Yani Allahın verdiği nimettir. “nahnu nerzukuhum ve iyyakum” “onlara rızkı verecek olan size rızkı verecek olan da biziz”(17/31). Bakın Allah-u Teâlâ yağmuru yağdırmadığı zaman ne yaparsanız yapın, hiçbir şey kalmıyor. Yağmur yağdığı zaman bitki bitiyor. Ama bir dolu bastırırsa yine bir şey kalmıyor. Veya bir soğuk vursa ya da bir sıcak vursa yine bir şey kalmıyor. Dolayısıyla Allah vermedikten sonra herhangi bir şey sahibi olmamız mümkün değildir. “inne katlehum kane hıt’en kebira” “çocuklarınızı öldürmeniz büyük bir hatadır”(17/31).
“Ve la takrabuz zina innehu kane fahışeh” “zinaya yaklaşmayın”(17/32). Zina etmeyin demiyor. Yaklaşmayın diyor. Mesela ateşle yaklaşmayın diye bir söz vardı değil mi? Benzin istasyonunda ateş yakmayın demezler. Ateşi yaktığınız zaman zaten her şey biter. İş işten geçer. Ateşle yaklaşmayın derler. Rıfat, bir arkadaşıyla beraber Bahreyn de fuara katılmıştı. Orada bakmış ki içkiler dolaşıyor. Buda bir Arap’a ya sen içki içiyorsun demiş. İçki haram değil ki demiş. Niye değil? Allah kaçının demiş. Haram kıldım dememiş. Oradan ağabey şuna bir şey anlat diye beni aradı. Telefonu verdi Arap’a. Dedim sizin orada benzin istasyonları var mı? Sorulur mu yani Petrolun çıktığı bir yerde. Tabii ki var dedi. Peki, orada ne yazıyor? Ateş yakmayın mı yazıyor yoksa ateşle yaklaşmayın mı yazıyor? Tamam, anladım anladım, kapat dedi. İçki içmeyin demekten yaklaşmayın daha ağır bir emir değil mi? Burada da zina etmeyin değil zinaya yaklaşmayın diyor. Arada bir mesafe bırakacaksınız. Çünkü o noktaya geldikten sonra kendini tutamayabilirsin. Onun için Peygamber Efendimiz karşı cinsle baş başa kalmayı yasaklamış. Zina çirkin bir şeydir. Allah-u Teâlâ “zina fuhuştur”(17/32) diyor. Çok çirkin bir davranıştır. “ve sae sebila” “ve kötü bir yoldur” (17/32).
“Ve la taktulun nefselleti harramallahu illa bil hakk” “Allahın haram yani dokunulmaz kıldığı bir canı öldürme. Haklı bir gerekçeyle olursa başka”(17/33). Haklı gerekçede Allahın caiz gördüğü gerekçedir. Öyle sen kendi kafana göre haklı gerekçem var diyemezsin. Allahın koyduğu kurallara göre haklılık olur. Ya savaş sırasında olabilir. Ya adam öldürmüş olabilir. Anarşiyle meşgul olan yine anarşide de adam öldürme söz konusu falan. Allahın haklı gördüğü sebepler dışında öldürme. Bir katılımcı: 58:06 58:12. Abdülaziz Bayındır: Onlara nefis kelimesi kullanılmıyor. Gerçi mümkün olabilir. “Kullu nefsin zaikatul mevti summe ileyna turceun” “Her canlı ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz”(29/57). Yok, burada da kastedilen insandır. Gerçi nefis o manada da kullanılıyor ama Kuranı Kerimde ben hatırlamıyorum. Yani Arapçada sizin dediğiniz manada kullanılıyor. Yani can anlamındadır. Yahya hayvanlar manasında kullanılan bir ayet hatırlıyor musun? Ben hatırlamıyorum. Ama yanlış olabilir yani. Hatırlayan varsa söylesin. Üzerinde araştırmış değilim. Yanlış çıkabilir. Bir katılımcı: Hayvana ötenazi yapıyor. İnsana 58:51. Abdülaziz Bayındır: Evet. Yani Kuranda geçen ayetler içerisinde hayvanlara nefis kelimesinin kullanıldığını ben şahsen bilmiyorum. Ama çıkarsa söylersiniz. Enes Hoca: Devamında insan olduğu söyleniyor. Abdülaziz Bayındır: Ayetin tamamından insan olduğu belli zaten. “ve men kutile mazlumen fekad cealna liveliyyihi sultanen” “kim mazlum olarak öldürülürse”(17/33). Yani haksız yere öldürülürse “onun velisine bir yetki vermişizdir”(17/33). Burada şöyle bir şey var. Bir yakınınız haksız yere öldürülmüşse olayı mahkemeye götürürsünüz. Yargıda bir kere tespiti gerekir. Tespitten sonra katili öldürme hakkı öldürenin yakınına ait bir haktır. Yani cellât falan değil. Ben değil de cellât öldürsün diyebilirsiniz ama hak yakınına aittir. Al şu kılıcı şu adamı öldür denir. Burada da muhteşem bir sistem var. Adam son ana kadar öldürmek isteyebilir de kılıcı kaldırır, vuramaz. Çünkü asıl istenen affetmesidir. Affetmesi için bütün koşullar sağlanıyor. Çünkü yargı sırasında insan biraz rahatlar. Ölümüne karar verilir. Ondan sonra infaz edilecek olur. Bakarsınız ki o son ana kadar adam kararlıdır. Son anda vazgeçer. Haklı sebep, birisi birisini öldürdüğü zaman yargıda o kişinin öldürülmesine karar verince haklı sebep doğuyor. Savaş sırasında da şöyle oluyor. Allah-u Teâlâ ne diyor? “Feiza lekitumullezine keferu fedarber rıkab” “Savaşta düşmanla karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun”(47/4) diyor. Bir de adam eşkıyalık yapıp adam öldürmüşse öldürülüyor. Yani Kuranı Kerimde hangi olaylardan dolayı ölüm cezasının verileceği bu saydıklarımızdır. Bir katılımcı: 01:01:05 01:01:08. Abdülaziz Bayındır: Kişi o anda bu şahsı öldürmüş olabilir. Yani diyelim ki birisi sizin bir yakınınızı kasten öldürdü siz de onu öldürdünüz. Yine iş yargıya intikal eder. Yargı bu kişinin gerçekten ölümü hak ettiği kanaatinde olursa öbürünü suçsuz sayar. Niye sen kendi kendine infaz ettin diye bir takım ufak tefek cezalar verir ama katil saymaz. Bir de kan davası olayı vardır. Kan davası bundan çok farklıdır. Kısasta sadece katil cezalandırılır. Ama kan davasında katil değil. Katilde olabilir, akrabasından birisi de olabilir. Yani suçsuz insanlarda olabilir. Kısas kan davasına imkân vermez. Az önce de söylediğim gibi kısasa karar verilebilir ama çoğu zaman uygulanmaz. Size daha önce söylemişimdir. İstanbul Müftülüğünde mahkeme arşivleri vardır. Adı da İstanbul Mahkemeleri Arşividir. Çünkü dünyanın bu konuda en büyük arşivlerinden bir tanesidir. Ben yirmi seneden fazla o arşivin yönetimini yaptım. Orada doktora yaptım. Çok sayıda araştırmacıya yardımcı oldum. Bu kadar süre içerisinde bir tane kısas davasının açıldığını gördüm. Adamın öldürüldüğünün kaydına rastlamadım ama bir tek kısas davasına rastladım. Bu karar öyle bir şey ki uygulandığı zaman katil olmayı düşünen rahat hareket edemiyor. Ben öldürürsem bende ölürüm diyor. Bu baştan caydırıcı oluyor. Enes Hoca: Kısasta hayat vardır. Abdülaziz Bayındır: Evet Allah-u Teâlâ kısasta sizin için hayat vardır diyor. Kısas olduğu zaman kan davası zaten imkânsızlaşıyor. Dolayısıyla adam öldürme olayları hemen hemen bitiyor. “ve men kutile mazlumen fekad cealna liveliyyihi sultanen” “kim haksız yere öldürülmüşse onun velisine bir yetki vermişizdir”. “fela yusrif filkatl” “o zaman adam öldürmede israf etmesin”(17/33). Katilin dışında birisini öldürmesin ya da öldüreceği zaman adama işkence çektirmesin. Zaten o hâkim gözetiminde olur. Gerekli şartları falan vardır. “innehu kane mensura” “çünkü o yardım görmüştür”(17/33). Yani yapılan yardımında değerini bilsin. Az önce söylediğim gibi son ana kadar maktulun yani öldürülen kişinin ailesinden yani mirasçılarından herhangi birisi kısası uygulayabilir. Diyelim ki bir adamı öldürmüşler. Adamın da annesi, babası, karısı, üç tane oğlu ve iki kızı olsun. Sekiz kişi oldu. Bu sekiz kişiden herhangi birisi ben bağışladım desin. Yani sekizde biri canlı kalsın, diğer taraflar ölsün diyor. Yapabilir misin Mustafa? Mustafa: 1:04:34 1:04:37. Abdülaziz Bayındır: Canlı kalmaz ama. Canlı kalması için tamamının bağışlaması gerekir. Dolayısıyla yani orada da müthiş bir merhamet gizli görüyor musunuz? Zaten orada olan oluyor. Öldürülmesine karar verilmiş. Tepesine kılıcı yiyeceğini de görüyor. Bağışlanınca bu defa birbirlerine düşman olan bu iki grup birbirinin can dostu olmaya başlar. Bu defa öbür tarafa diyette ödeyecek. Diyet, 4,25 kg altındır. Kaç lira eder?
“Ve la takrabu malel yetimi illa billeti hiye ahsenu” “yetimin malına yaklaşmayın en güzel şekilde yaklaşırsanız başka”(17/34). En ‘güzel şekil’ olayı şudur? Yani siz bir yetime bakıyorsunuz. Baktığınız yetimin malı da varsa aynen bal tutan parmağını yalar misalidir. Sizin malınız yoksa beraber karnınızı doyurursunuz. Yersiniz içersiniz. Yani normal harcamaları yaparsınız. Eğer sizin de malınız varsa aynı çatı altında yemeyi yasaklamıyor. Ama yemezseniz iyi olur. Mesela sekiz kişilik ailede birisi yetim diyelim. Onun payını da babasından kalan maldan ya da annesinden kalan maldan katarsınız. Evde sekiz kişiyseniz sekizde bir oranında onun malından katıp yersiniz. Tabii ki hep birlikte yiyeceksiniz. Onu ayıracak değilsiniz. Belki zor geçiniyorsunuzdur, o zaman tamamını da onun malından alıp yiyebilirsiniz. Çünkü sen ayakta kalmazsan bu çocuğa bakamazsın ki değil mi? Ama daha fazlası yok. “hatta yebluğa eşuddeh” “rüşdüne erinceye kadar”(17/34). Buluğ çağına yani o malı kullanacak duruma geliyor. O zamana kadar iyi davranın. Artık ondan sonra malını teslim edince o da artık yetim olmaktan çıkıyor. Ondan sonrası yetim olsa burası hep yetimle dolu olurdu. Bende yetim sayılırım. “ve evfu bil ahd” “taahhütlerinizi yerine getiriniz”(17/34). Yani bir yere söz verdiyseniz sözünüzü yerine getirin. Bir görev üstlendiyseniz yapın. “innel ahde kane mes’ula” “çünkü bu taahhütler sorulacaktır”(17/34). Söz verip niye yapmadın diye sorulacaktır.
“Ve evful keyle iza kiltum vezinu bilkıstasil mustekim” “ölçtüğünüz zaman kileyi tam olarak yerine getirin ve doğru teraziyle tartın”(17/35). Yani ölçüyü tam yapın, tartıyı da tam yapın. “zalike hayruv ve ahsenu teé’vila” “bu daha hayırlı ve sonucu bakımından daha güzel olur”(17/35).
“Ve la takfu ma leyse leke bihi ılm” “bilmediğin bir şeyin arkasına düşme” (17/36). Bazen iki kişi aralarında konuşur. Hemen birisi gelip ne konuştunuz, ne konuştunuz diye merakla sorar. Sana ne? Bilmediğin bir şeyin arkasına düşme. “innes sem’a vel basara vel fuade kullu ulaike kane anhu mes’ula” “kulak göz ve kalp tüm bunlar kendi yaptıklarından sorumludurlar”(17/36). Çünkü bilmediğin bir şeyin arkasına düştüğün zaman orada bir takım konuşmaları dinlersin. Sorumlu olursun. Bir takım görmemen gereken şeyi görürsün. Sorumlu olursun. Onlarla ilgili bir takım tahminlerde bulunursun sorumlu olursun.
“Ve la temşi fil ardı meraha” “yeryüzünde öyle şımarık şımarık da yürüme” “inneke len tahrikal arda” “sen yeri yaramazsın”. “ve len tebluğal cibale tula” “boyun dağlara da ulaşmaz”(17/37). Neysen osun. Boyun iki metreyse iki metresin. 1,5 metreyse 1,5 metredir. Ne yaparsan yap boyun erişmez.
“Kullu zalike kane seyyiuhu ınde rabbike mekruha” “işte buraya kadar anlatılanlar var ya bunların kötüsü Allah tarafından çirkin karşılanmıştır”(17/38). Yani baştan beri anlatılanlardır. “Zalike mimma evha ileyke rabbuke minel hıkmeh” “işte bu rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdendir”(17/39). Yani doğru sözlerdir. Bunlar yerine getirilmesi gereken şeylerdir. “ve la tec’al meallahi ilahen ahara” “sakın allahla beraber bir başka tanrı oluşturma”. “fetulka fi cehenneme” “o zaman cehenneme atılırsın”. “melumem” “hem kötülenmiş olarak”. “medhura” “hemde böyle kovulmuş uzaklaştırılmış olarak”(17/39). Hani defol denir ya o şekilde olur. Bir katılımcı: ‘Allah ile beraber başka ilah edinme’ nasıl olur? Bir katılımcı: Allahtan başkasına tapma ile başladı sonunu da öyle bitirdi. Abdülaziz Bayındır: Allahtan başkasına kulluk etmemeyle başladı, Allahtan başkasına kulluk etmemeyle bitirdi. Çünkü en önemli husus odur. Bir katılımcı: Allah ile beraber başka ilah edinme derken 1:11:24 1:11:27. Abdülaziz Bayındır: Zaten Allah’ı herkes kabul ediyor. Müşrik nedir? Ortak koşandır. Ortaklık en az iki şey arasında olur. Birincisi devamlı Allah’tır. Allahın yanına ikinci bir ilah koymaya şirk denir. Mesela bir kişi benim canım ne isterse ben onu yaparım kardeşim derse kendi nefsini ilah edinmiş olur. Daha önce de anlatmıştım. Geçenlerde bir adam geldi. Dini konularda bir soru sordu. Cevapladım. Baktım ki adam biraz şüpheli bakıyor. Açtım kitabı gösterdim. Dedim bak burada böyle böyle yazıyor. Kitaba da baktı, okudu ve gördü. Dedi ki Gönenli ne derse ben onu yaparım. Allah rahmet etsin Gönenli Mehmet Efendi vardı. Hemen odadan dışarıya çıktı. Koştum arkasından yakaladım. Gel buraya dedim. Gönenli ne dedi? Daha sormadım ki dedi. Bir katılımcı: 1:12:32 1:12:48. Abdülaziz Bayındır: Burada anlatınlar hükümlere aykırı işler yapan insanlar olabilir. Günahkâr olmuş olabilir. Ama o aykırılığı Allaha rağmen doğru sayarsa o zaman onu ilah edinmiş olur. Mesela bir arkadaş burada anlatmıştı. İsmi şuanda aklıma gelmedi. Bir yerde konuşuyoruz diyor. Birisi şeyhim bana namaz kılma desin, kılmam demiş. Ne olmuş oluyor? Şeyhini ilah edinmiş oluyor. Ne deniyor? Şeyhin önünde mürid, gassalın önünde meyyit gibidir. Yani ölü yıkayanın önünde ölü gibidir. Hiç itirazı olmaz. Teslimiyet tam. İşte bu, onu tanrı edinmektir. Yine diyor ki sen şeyhinin rakı içtiğini görsen midesine süt olarak indiğine inanman lazım. Bir katılımcı: Hocam bizim orada bir mezar var. Şeyhinin kıtmiri yazıyor. Abdülaziz Bayındır: Doğrudur. Demek ki o kadar olabilmiş adam. Şeyhinin köpeği. Allah-u Teâlâ ne diyor? Allah ve Resulüne itaattir. Resule itaat aslında Allaha itaattir. Niye Allaha itaattir? Çünkü resul nedir? Elçidir. Resul, Allah böyle diyor diye konuşur. Resulün getirdiği odur. Başka bir şey değil ki. Sen Allah ile bizzat konuşamadığın için resul Allahın emrini sana getiriyor. O zaman resule itaat ederken Allaha itaat etmiş oluyorsun. Onun için kayıtsız şartsız Allaha itaat olduğundan dolayı o bir ilah yani. İlah kayıtsız şartsız itaat edilen kişidir. Şeyhin önünde mürid, gassalın önünde meyyit gibi derseniz bu tam bir kul olmuş olur. Bir ilahi vardı. Gel şefaat eyle kemter kuluna diye… Bu çok kötü kuluna gel şefaat eyle demektir. Kim şefaat istenen? Resulullahtır. Kimin kuluymuş? Bir katılımcı: Resulün… Abdülaziz Bayındır: Biz resulün kulu değiliz. Biz Allahın kuluyuz. Resulün ümmetiyiz. İşte bütün bunlar çığırından çıkarılmış şeylerdir. Tabii bu batıl inançlar değişik kalıplarla İslam’a giriyor. Mesela birisi ‘beni bende demen, ben bende değilim, bir ben vardır bende, benden içeru’ demiş. Hoşumuza gidiyor. Bu hulul inancıdır. Yani Allah benim içime girmiş inancıdır. Ben Allah’ım demiş oluyor adam. Bir katılımcı: Tüm dünyada bunu konuşuyor. Abdülaziz Bayındır: Evet. Allah benim içime girmiştir diyor. Yani ben Allah’ım demiş oluyor. Bir katılımcı: Beni insan olarak görüyorsunuz ama ben insan değilim yani. Abdülaziz Bayındır: Yani bunlara bakıyorsunuz ki bir sürü batıl değişik kalıplarla İslam’dadır. Adam birisi Köroğlu (a.s) veli midir, nebi midir diye sormuş bir hocaya. Hocam harıl harıl araştırıyor. Kızı gelip diyor ki ne yapıyorsun baba? Ya kızım bir şey araştırıyorum. Hayırdır? Köroğlu (a.s) veli midir, nebi midir diye sordular. Baba sen bilmiyor musun, dağda padişahımıza karşı gelen bir eşkıyadır demiş. Kızım ben o Köroğlu’nu biliyorum da bu (a.s) demiş. Şimdi bir (a.s) ile iş bitiriliyor. Falan Baba Hazretleri dedin mi, adamı susturabiliyorsun. Onun için çok akıllı olmak gerekiyor. Böylece bu hafta ki dersimizin sonuna geldik. Sorusu olan varsa sorabilir.
Haftaya Allah nasip ederse Ensar Vakfındayız. Tabii ramazan dolayısıyla dersimizi burada yaptık. Saatleri yediye alıyoruz. Ramazan dolayısıyla bunu geçişli yapmıştık. Bir katılımcı: Söz verdik yerine getiremedik. Bunun bir ceza… Abdülaziz Bayındır: Söz verip yerine getiremediysen o adama mazeretini söylersin. Bir katılımcı: Adamı da bulamadık. Öldüyse. Abdülaziz Bayındır: Bulamadıysan ya Rabbi beni affet dersin. Affet diyeceksin, başka yapacağın bir şey yok. Bir katılımcı: 1:17:45 1:17:50. Abdülaziz Bayındır: espri yapıyor hoca: Süleymaniye vakfına bir ev bağışlarsın.
Bir katılımcı: Sigara içmek günah mıdır? Abdülaziz Bayındır: Sigara içmek günahtır çünkü sigara içmenin çok zararlı olduğunu doktorlar söylüyor. İçerisinde bin çeşit zehir varmış. Allah-u Teala ne diyor? “yuhıllu lehumut tayyibati ve yuharrimu aleyhimul habaise” “temiz şeyleri helal pis şeyleri haram kılar”(7/157) diye genel bir kural koymuş. Bununda zararlı olduğunu söylüyorlar. O zaman biz ona bakacağız. Yani bu bir içtihatla olmuş oluyor. Yani Allah doğrudan doğruya buna haram demiş değil ama o prensibe uyuyor. Yarın birisi de çıkar ‘şu kadar içersen faydalı, bu kadar içersen zararlı’ der, o zaman ona göre içtihat olur.
Bir katılımcı: Annenin babanın 1:18:38 1:18:53. Abdülaziz Bayındır: Çoluklu çocuklu olup olmamak fark etmiyor. Eğer anneniz babanız varsa var. Yoksa yok. Anne baba olmuşsanız olmuşsunuz, olmamışsanız olmamışsınız. Bir katılımcı: Onların yaşlılığı döneminde hayatın rezil dediğiniz döneminde 1:19:06 1:19:07. Abdülaziz Bayındır: Onlara da akraba olarak yani Müslümanlar olarak yardımcı olacağız. Ne diyor? Miskinlere yardım edin diyor. Bir şey yapamayacak duruma gelmiş oluyorlar.
Bir katılımcı: 1:19:16 1:19:21. Abdülaziz Bayındır: Çocukların hakları var tabii. Çocuklar genellikle insanların istikbali olduğu için çocuğa herkes elinden gelen özeni gösterir. Genellikle öyledir yani. Allah hayırlı bayramlar nasip etsin.