“Euzubillahimineşşeytanirracim, Bismillahirrahmanirrahim.”
“Elhamdulillahi rabbil alemin vel agibetu lil muttakin vessalatu vesselamu ala rasuluna muhammedin ve ala alihi vessahbihi ecmain.”
Geçen hafta en son Necm Suresinin 25. ayetini okumuştuk. Şimdi 26. ayetten itibaren okumaya devam ediyoruz.
“Ve kem min melekin fissemavati la tuğni şefaatuhum şeyen illa min ba’di en ye’zenallahu limen yeşau ve yerza, göklerde nice melekler, onların şefaati hiç bir şeyi gideremez.” Yani hiç bir ihtiyacı karşılayamaz. “Ancak Allah’ın izin vermesinden sonra bir ihtiyacı karşılar” oda “limen yeşau, Allah’ın istediği kişi için, ve yerda, ve razı olduğu kişi için. Yani şefaat Ancak Allah’ın istediğinin Allah’ın istediği kişiye yapacağı şefaat olur. O zaman bizim anladığımız manadaki şefaat nedir? Biz halk arasında şefaat dediğimiz zaman ne anlarız?
Katılımcılar: Anlaşılmıyor.
Yani birisi geliyor, kurtarıyor. Mesela, deniyor ki Peygamberimiz işte ümmeti, ümmeti diye yalvaracak, secdelere kapanacak ve Cenabı Hak da hadi sana ümmetini bağışladım diyecek.
Katılımcılar: Anlaşılmıyor.
O şekilde anlatılıyor, yani Peygamberimiz bizi kurtaracak deniyor. Peygamberimiz kurtaracak. Kurtarma kelimesi kullanılıyor değil mi? Kimden kurtaracak?
Katılımcı: Allah’tan.
Allah’tan kurtaracak. Allah’tan kurtaracak ifadesi Peygamberimiz’in Allah’tan daha merhametli olmasını gerektirmez mi? Daha merhametli olur değil mi? Haşa..! Halbuki merhametli olan Allahu Teala’dır. Allah’tan kurtaracak, Allah’tan daha güçlü olmasını gerektirmez mi? Çünkü güçlü olması lazım ki ondan kurtarsın. O zaman bu ikinci bir tanrı demektir. Şimdi Hıristiyanlar İsa bizi kurtaracak dedikleri zaman İsa’yı ikinci tanrı yapıyorlar. Ve bizi kurtarmaya gücü yeter ifadesini de kullanıyorlar. Şimdi bizimkiler gücü yeter diyemiyorlar da efendim naz eder, orası naz makamıdır, Allah da onu kıramaz, Haşa sanki Cenabı Hak böyle duygusal davranacak, kulları arasında birisini diğerine üstün görecek, kayırma yapacak falan gibi. Pekiyi o kayırmayı bulamayan adamın suçu ne? Birisi bulmuş birisi bulamamış. İnsanlar ahireti de dünya gibi düşünüyorlar, birileri torpil buluyor, ileri geçiyor, öbürü bulamadığı zaman geçmiyor. Halbuki insanların tamamı Cenabı Hak’ka eşit mesafededir. Hepsi Allah’ın yarattığı kişilerdir. Hepsi Allah’ın kuludur ve Allah hepsine şah damarından daha yakındır. Hepsinin her halini herkesden daha iyi bilir.
Şimdi genellikle Peygamberimiz (s.a.v.) için şefaat derler. Öncelikle Hıristiyanlar’dan bahsedelim. Çünkü Hıristiyanlar’dan bahsetmek kolay. Onlarla ilgili ne söylesen millet sizi alkışlar. Ama Müslümanlar’dan bahsettiniz mi külahları değiştirmek gerekir. Şimdi diyorlar ki, Allah diyorlar yücelerdedir, biz aşağı seviyedeyiz. Ne kadar yalvarsak yakarsak sesimizi Allah’a duyuramayız. O zaman birisi araya girmeli, bizim sesimizi duyup Allah’a duyurmalı. O birisi Allah’ın yakını olmalı. Şu şeydeki resim vardı, nerede o resim, onu gösterelim? Burada varsa burada gösterelim. Onun resmini de yapıyoruz, orada yok galiba, o resim orada yok. Pekiyi varsa burada vardır. Şimdi kitaplarda görmüşsünüzdür, yani şöyle bir tavan gibi bir yer çiziyorlar, onun üzerine Allah’ı yazıyorlar, en alt tarafta insan ne kadar yalvarsa yakarsa sesini oraya ulaştıramıyor. Araya kuzu giriyor, kuzu da İsa (a.s.). Bu insanların isteklerini Cenabı Hak’ka ulaştırıyor. Dolayısıyla bu aracı olmadan isteklerimiz Allah’a ulaşamaz ve bu aracı ile giden istekler de reddedilmez. Çünkü bu aracı kabul ettirir, ettirmeye gücü yeter. İnançları böyle.
Şimdi o zaman bir düşünün, Hıristiyanlar dua ediyorlar, her yerde. Dünyada şu kadar milyar Hıristiyan var. Birisi Kazakistan’da Kazak Hıristiyanlar var değil mi? Ben Almaata’da şeylerini gördüm, çok görkemli kiliseleri var. Birisi Kazak diliyle yalvaracak, orada Almanlar da var birisi Almanca yalvaracak, birisi Rusça yalvaracak. Ha buldum! Bak şurdan şöyle bir gösterelim de şöyle görebilirseniz bu Hıristiyanlar’ın sitesinden alınmıştır bu resim, burada şey yapıyorlar. Ataullah görebiliyor musun? Görülüyor hah. Şimdi yukarıda Kutsal Tanrı demişler yani Allah, şu çizginin üstü, bu çizginin altı da günahlı insan buradan ne kadar yalvarsa yakarsa en fazla yakaranın sesi yükseliyor ama yukarıya dokunmuyor, arada gene bir boşluk kalıyor. Tanrı’nın haberi olmuyor yalvarmalarından yakarmalarından. Şimdi öbür resmi de çıkar. Neyse sen onu buluncaya kadar ben konuşmaya devam edeyim.
Şimdi dünyada çeşitli diller konuşuluyor, bütün bunların sesini Allah duyamıyor ama kim duyuyor?
Katılımcı : İsa duyuyor.
İsa duyuyor. Değil mi? Hah işte burada, şimdi bakın araya kuzu yerleştirilmiş. Görüyor musunuz kuzuyu? Kuzu İsa (a.s.) oluyor arada, gördünüz mü?
Katılımcıar: Evet.
İşte burada siz de görün. Kuzu İsa (a.s.). Ataullah sen görüyor musun? Şimdi şu kutsal Tanrı ile günahlı insanın arasına kuzu girince -kuzu İsa (a.s.)- aradaki boşluğu dolduruyor.
Katılımcılar: Anlaşılmıyor.
Uydu görevi evet. İşte günahlı insanla yani Tanrı ile günahlı insan arasındaki boşluğu İsa dolduruyor.
Katılımcılar: Anlaşılmıyor.
Dil problemini de hallediyor tabii. Bir de burada şunu çok iyi kavramamız lazım, Tanrı üst tarafta insan onun dun’unda. İnsan edna en alt katta yani. Tanrı’nın dun’unda, insanın fevkinde bir şey var. Yani insanın üstünde tanrının altında. Kim? İsa. Şimdi İsa arabulucu olduğu için birini bir yere arabulucu koyarsanız hem öbür tarafla arasının iyi olması lazım hem sizinle değil mi? Onun için İsa bir yönüyle Tanrı’ya benziyor, bir yönüyle insana benziyor. Öyle olması lazım ki aracı olsun. Ondan dolayı da diyorlar ki İsa yüzde yüz Allah’tır, yüzde yüz insandır diyorlar. Ve ama Allah’ın seviyesinde değil onun aşağısında bakın. Kur’an’ı Kerim’de geçen “Min dunillah” kelimesi bu bakımdan çok önemlidir. Müslümanlar bu kelime üzerinde hiç durmamışlardır. Bu “Dun” son derece önemlidir, şirkin asıl tanımı o “dun” kelimesi içerisindedir. Allah’ın aşağısında ama insanların üstünde. Tamam mı burada gördünüz.
Katılımcı: Yalnız şöyle bir yorum yapılıyor hocam. Allah kullarıyla muhatab olurken aracı kullanıyor, Cebrail olsun, Resul olsun. Allah’a ulaşmada da bir aracı olması gayet normal olarak yorumlanıyor.
Şimdi tabii Allah’ı insandan uzak sayarsanız öyle olur. Ama Allahu Teala ne diyor? “Ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid, kişiye biz şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16). Şah damarıyla insanın arasında bir boşluk olur mu? O araya bir boşluk sokarsanız o kişi yaşar mı? Yani şah damarıyla kalbi arasın bir boşluk koyarsanız, şöyle ince bir jilet geçirseniz ne olur? Kişi anında ölür. Onun için mesela şeyde de ayette de tefsirde de genellikle çok çabuk alel acele mana verirler. Zaten bizim müfessirler hiç bir zaman kendileri olmazlar yani Kur’an’ı Kerim’i tefsir eden insanlar hiç kendileri değildir hep tarihte yaşarlar. Mesela, “Vellezine yunkuzune ahdallahi minba’di misakihi ve yektaune maemerallahu bihi en yusale ve yufsidune fil arz” (Rad 13/25). Şimdi bu ayeti nasıl tefsir ediyorlar? “Vellezine yunkuzune ahdallahi minba’di misakihi, Allah’la sözleştikten sonra verdikleri sözü bozanlar.” Ne deniyor burada, tefsirlerde ne deniyor? Şu en son çıkan şeyi getirsene, bu Diyanet’in yayınladığı tefsiri, birinci cilt birinci cilt. Şimdi bir ayeti kerimeyi açanlar bakar bizden önceki müfessirler ne demiş, hiç Allah ne demiş diye düşünmezler. Ayetler arası ilişki kurarak bundan ne anlaşılır diye düşünmezler. Yav ben mecbur muyum falanca kişi gibi düşünmeye? Biz kafamızı şuna buna kiraya mı vermek zorundayız? Ve o falanca kişi de mutlaka ölmüş olması lazım, hayattaysa zaten bir ilmi değeri yoktur. Öleceksiniz ki kıymete binesiniz. Şimdi mesela siz tabipsiniz, çok ölenlerle karşılaşmıssınızdır. En berbat adamlar öldükten sonra kıymetlenirler değil mi? Rahmetli ne kadar kıymetliymiş de tanımıyormuşuz meğer diyeceksiniz.
Şimdi bunlar düşünüyorlar ki; İsa (a.s.) bu kadar geniş çoğrafyaya yayılmış olan bütün Hıristiyanlar’ın isteklerini duyuyor değil mi? Ve bütün o dilleri anlıyor, herkesin isteğini karşılayabilecek bir imkana sahip ama Allah duymuyor. Şimdi bu zaten Tanrı olur değil mi? Başka bir şey söyleseler de bu Tanrı olur. Ve Allah’tan güçlü bir Tanrı. O Allah’ın oğlu diyorlar. Ama öyle bir oğul ki babayı emekli etmiş. Dükkana o oturmuş, tezgahta o var. Baba emekli. Ama şimdi bütün tapular onun üzerinde olduğu için yine işleri onunla yürütmek zorunda. Şimdi burada, geçen hafta okuduğumuz kısımla birleştirirsek, geçen hafta şeyi okumuştuk hatırlarsanız. “Efera eytumul late vel uzza, Lat’ı ve Uzza’yı gördünüz mü? Ve menates salihetel uhra, üçüncü diğeri olan Menat’ı?” (Necm 53/19-20). Diğer üçüncüsü olan Menat’ı gördünüz mü? Lat, Menat, Uzza neyi hatırlatıyordu bize?
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Benden duyduklarını anlatma sen, geleneksel olarak neler duydun?
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Hah! bunu da geçen hafta buradan duydun. Yani insanlar Lat, Menat, Uzza dediği zaman tarihte olsun diğer yerlerde olsun neyi hatırlarlar? Putları hatırlarlar değil mi yani Araplar’ın en önemli putlarıdır bunlar Lat, Menat, Uzza. Şimdi burada diyor ki: “Elekumuz zekaru ve lehul unsa, erkek sizin de dişi Allah’ın mı?” (Necm 53/21). O zaman bu Lat, Menat, Uzza ne olur? Hem dişi olur hem Allah’a maledilmiş olur. Onlar neyi Allah’a malediyorlardı, hangi dişileri? Melekleri değil mi? Onunla ilgili ayet ne idi? “İnnellezine la yu’minune bil ahirati leyusemmunel melaikete tesmiyetel unsa, ahirete inanmayanlar melekleri dişi adlarıyla adlandırırlar.” (Necm 53/27). İşte bunlar birer melek. Yani Mekkeli’lerin taptığı putlar birer melek. Onlara göre melek. Ve kim? Ve Allah’ın kızları. Aracı tabii. Onlar Allah’ın kızlarını aracı koyuyor, Hıristiyan’lar oğlunu aracı koyuyor. Bizimkiler neyi aracı koyuyor? Dostlarını, Allah’ın dostlarını. Allah’ın dostları diyerek aracı koyuyorlar. Çünkü o aracılar Allah’a yakın olması lazım. Aynı şeyde yani, “mindunillah” insanların üstünde ve Allah’ın aşağısında olması lazım. Bu arada. Siz onlardan isteyeceksiniz, onlar Allah’tan isteyecek. Şimdi bu ayeti kerimede Mekkeli müşrikler de şefaata inanıyorlar mı idi? Neydi onların şaffati? Yani bu putlara, Allah’ın kızı dediği bu varlıklara niye tapıyorlardı? “Ha ulai şufeauna indallah, bunlar Allah yanında bizim şefaatçilerimizdir.” (Yunus 10/18). E pekiyi bunlar ahirete inanmıyor. “İnnellezine la yu’minune bil ahirah” diyor Allah. “Leyusemmunel melaikete tesmiyetel unsa.” E ahirete inanmıyor..? Bizimkiler şefaat derken ahiretteki şefaati kasdediyorlar değil mi? Pekiyi bunlar şefaat derken neyi kasdediyorlar? İsteklerinin Allah’a ulaştırılmasını. Şimdi denir ki, ya bana bir şefaatçi ol da şu belediye başkanı işimizi yapsın. Yani aracı ol. Bu dünyadaki istekleri için aracı yapıyorlardı, şefaatçi yapıyorlardı. İşte burada Allahu Teala diyor ki: “Ve kem min melekin fissemavati la tuğni şefaatuhum şey en, göklerde nice melekler vardır onların şefaatleri hiç bir şeyi gidermez.” Yani bunlar isteklerini kabul ediyorlar yani sizin bu üç tane, dört tane, beş tane melek diyorsunuz, çok sayıda melekler var. Gerçi bunlar bir şey ifade etmez ama onlar kendi zihinlerinde bir melek oluşturuyorlar. Bunların şefaatlerinin bir anlamı yoktur. Şefaat edecek olurlarsa Allah izin verdikten sonra şefaat ederler. Ve Allah’ın istediği kişiye şefaat ederler, Allah’ın razı olduğu kişiye. O zaman bütün yetki kimde? Allah’ta. Allah şefaat et diyecek ki etsinler, şuna şefaat et diyecek ki etsinler. Pekiyi bizdeki şefaat mesela Mekkeli müşriklerdeki şefaat anlayışı ne? Gidiyorlar Uzza’ya rüşveti veriyorlar yani cebine parayı koyuyorlar. Onun rüşveti de o, karşısında bir kurban kesiyor, bir secdeye kapanıyor. Bu onun manası yani birisine cebine bir para koyuyorsun git belediye başkanıyla aramı düzelt. Orada para işi görüyor, burada da ibadet işi görüyor. Esas mesele üst tarafla ilişkiyi düzeltmektir.
Şimdi gidiyorlar, benim işimi yukardakiyle düzelt diyor değil mi Mekkeli müşrik? Ve onun da düzelteceğine inanması lazım. Allah devre dışı. Çünkü o istedi mi yapacak. Hıristiyanlar da öyle. E bizdekilerin anlayışı da bu şekilde değil mi? Ama Allah’ın istediği kişi Allah’ın istediği kişiye şefaat edecektir dediğiniz zaman bizim şefaat anlayışı ortadan kalkıyor.
Yahya Şenol: Rad suresinde aynı ayet var.
Ha Rad suresinde var. Pekiyi onu oku! Nasıl tefsir etmişler?
Yahya Şenol: Gerek Allah’a ve gerekse kullara verdikleri sözden dönen, yaptıkları anlaşmaları bozan, akraba konu komşu ve diğer insanlarla ilişkiyi kesen, fakir fukarayı gözetmeyen, yeryüzünde fesat….
Ha bak şimdi orada kal! Gerek Allah’a gerek insanlara verdikleri sözden dönen… Şimdi o ayetin benzeri bir ayetin mealini veriyor ki hep öyle yaparlar. Şimdi şuradan bir okuyalım, bakalım ki böyle bir manayı vermek mümkün mü? “Vellezine yenkuzune ahdallahi min ba’di misagıhi” Ahdallah nedir? Allah’a karşı üstlenilen bir şey, taahhüt edilen yani bir görev üstlenmissin Cenabı Hak’ka bir söz vermişsin. O sözü güçlü bir şekilde verdikten sonra bozanlar “Ve yekteune ma emerallahu bihi en yusal, Allah’ın birleştirmesini emrettiği şeyi kesenler.” Allah akrabayı ziyareti emrediyor mu, ayetlerde var mı böyle bir şey?
Yahya Şenol: “Ve ita izil kurba…..
“Ve ita izil kurba” başka. Onlara yardımda bulunmak. Ama şurada yazılan şekli bir okur musun?
Yahya Şenol: Akraba konu komşu ve diğer insanlarla ilişkilerini kesen…
Diğer insanlarla ilişkilerini kesen… Şimdi günahlar arasında belli bir sıralama vardır. Tabii ki ilişkileri kesmek doğru bir davranış değildir ama bakın sonuç ne geliyor? Diyor ki: “Ulaike humul hasirun, bunlar kaybetmişlerdir.” Bunlar kaybetmişlerdir diyor. Kaybedenler kimdir Kur’an’ı Kerim’e göre? Sadece müşriklerdir değil mi? “İnnallahe la yağfire en yuşrake bihi.” (Nisa 4/48). Kaybedenler bunlardır. Öbürlerinin hepsi affedilebilecek günahlardır. “Ve yağfiru ma dune zalike limen yeşa’ (Nisa 4/48). Öyleyse, kaybetmişler deniyorsa, burada efendim ona buna verdiği sözü bozmuş, akrabayı ziyaret etmemiş gibi af kapsamına girebilecek günahlarla açıklanamaz bu ayet. Ya nasıl açıklanır? Allah’a verdikleri sözden cayanlar çünkü her insan yeryüzünde – defalarca ayetlerden okuduk- Allah’ın varlığına ve birliğine inanır. Sonra onu bozmaya başlar.
Yahya Şenol: “Elesti bi rabbukum….”
“Elesti bi rabbukum galu bela…” Ama bu geleneksel anlayışa göre değil, Kur’an’ı Kerim’deki anlayışa göre. Şimdi tabii onun ne olduğunu dinleyenler bizim diğer sohbetlerde ve kitaplarda bakar bulurlar, konuyu dağıtmamak için tekrarlamıyorum. Allahu Teala’ya bir söz vermiş yani “Elestu bi rabbukum, ben sizin rabbiniz değil miyim?” diyor Allah. Çevrede gördüğünüz bütün ayetler yani kevni ayetler size bunu gösteriyor. İnsanlar da evet diyor. İşte diyor ki: “En tekulu yevmel kıyameti inna kunna an haza gafilin, sonra kıyamet günü kalkıp diyesiniz ki bizim bundan haberimiz yok.” (Araf 7/172). Diyemeyeceksiniz. Yav biz şirki bilmiyorduk. Yo yoo biliyorsunuz. “Ev tekulu innema eşrena abauna min kablu ve kunna zurriyyeten min ba’dihim efe tuhlikuna bima falun yubdirun,” ya işte bizim, biz kalktık, anamız babamız müşrik, biz de onların soyundan gelen insanlarız, ne gördüysek onu yaptık, bize gerçeği ters gösterenlerin yaptığından dolayı bizi helak edecek misin falan da diye savunamayacaksınız. İşte “Vellezine yenkuzune ahdallah” budur. Ama siz bunu, bakın işte tefsir. Yani bütün tefsirler böyledir. Sadece bu değil.
Cenabı Hak’kın af kapsamına soktuğu günahı burada zikrediyor ama sonuç affedilemeyecek bir sonuç çıkacak, olur mu öyle şey? O zaman Kur’an içerisinde çelişki olur. “Ve yekteune ma emerallahu bihi en yusal, Allah’ın vas edilmesini emrettiği şeyi keserler.” Allah’ın vas edilmesini emrettiği nedir? “İyya kena’ budu ve iyya kenestain” dir. “Ya Rabbi kulluğu yalnız sana yapar, yardımı yalnız senden isteriz.” İşte araya birisini soktuğun zaman kesersin. Zaten kesmek nedir? Kelle ile vücudun arasına bıçağı sokmaktır. Başka bir şey yok. Allah’la senin arana birisini soktun mu ilişki kesilmiştir. Zaten gerçekten de öyledir. Madem Allah’la ilişkilerini bu şahıs yürütecektir daha seni Allah ne ilgilendirir. Bu şahsı razı et yeter senin için.
Evet, şimdi benzeri şey müslümanlarda da var. “İnnellezine la yu’minune bil ahirati le yusemmunel melaikete tesmiyetel unsa, ahirete inanmayanlar melekleri dişiler gibi adlandırırlar.” (Necm 53/27 den devam). Bizde de gelenek olarak melekler hep dişi kabul edilir. Böyle bir gelenek yerleşmiş. Mesela bir erkeğe melek adı verildiğini duydunuz mu? Ama melik derler.
Katılımcı: Melek gibi adam derler.
Melek gibi adam der de, e kız gibi delikanlı da diyorlar yani.
Katılımcılar: Anlaşılmıyor.
Şimdi o Rıdvan’ın melek ismi olduğunu bilmezler onlar.
Katılımcı: Haberleri yok.
Evet. “Vema lehum bihi min ilm, bunların buna dair bir bilgileri yok. İn yettebiune illezzan, bunlar sadece zanna tabi oluyorlar. Ve innezzanne la yuğni minel hakkı şeya, ama zan gerçekten herhangi bir şeyi ortadan kaldırmaz.” Yani ona olan ihtiyacı ortadan kaldırmaz. Zanla herhangi bir şey elde edilemez.
“Fea’riz an men tevella an zikrina, bizim bu hatırlatmamızdan yüz çevirenlerden sen de yüz çevir.” Şimdi bu hatırlatma kelimesi çok önemli. Bunun üzerinde sık sık duruyoruz. Zaten Kur’an’ı Kerim duruyor, o vesileyle duruyoruz. Peygamberler’in görevi tezkir değil mi? Tezkir, “Fe zekkir innema ente müzekkir, sen hatırlat sen sadece bir hatırlatıcısın.” (Gaşiye 88/21). Neyi hatırlatabiliriz? Bilmediğin bir şeyi hatırlatabilir miyim sana? Bildiğini hatırlatırım değil mi? Onun için Peygamberler insanlara bildiklerini söylüyorlar. Yani aklınızı çalıştırın işte burada da söylüyor. Meleklere kız diyorsunuz, nereden biliyorsunuz kız olduğunu? Bu sizin sadece zannınız. Adam düşünecek, ya gerçekten öyle ya. İşte bu hatırlatma. E bunlar Allah’ın kızı diyorsunuz, nereden biliyorsunuz Allah’ın kızı olduğunu? Sonra kafanızı çalıştırsanıza, kızı kendinize yakıştıramıyorsunuz, Allah’a yakıştırıyorsunuz.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Tabii aynı tekrarlar. Kendinize yakıştıramıyorsunuz, Allah’a yakıştırıyorsunuz. Kendinizin kız çocuğu olduğu zaman yüzünüz kararıyor ama Allah’a kızlarla yaklaşmaya çalışıyorsunuz. Bu ne akıldır. İşte fezekkir sen hatırlat. Yani Peygamberler insanları kendilerine dönmeye çağırıyorlar. Kafanı çalıştır, aklını kullan, bak işte! diyor. Düşündüğün zaman bunu anlayacaksın. Pekiyi aklını çalıştıran insan bunlara inanır mı? İnanmaz. İsa’nın Allah’la kul arasında aracı olacağına inanır mı? Bir insanın bir anda milyarlarca kişinin isteğini duyduğunu, tasnif ettiğini ondan sonra dilleridir, şudur budur hepsini katagorilere ayırarak Cenabı Hak’ka ulaştırdığını hangi akılla adam kabul eder? Ölmüş bir adam, İsa (a.s.) aynı anda kendisine yönelen binlerce isteği, milyarlarca isteği duyacak, bütün onları tasnif edecek ve Allah’a ulaştırıp o işi sonuçlandıracak. Sonuçlandırana kadar da zaten bir kaç milyar istek yığılacak bu arada. Bir akıllı adam bunu düşünebilir mi? Peygamberler hatırlatma görevi yaparlar. Kafanızı çalıştırın bu olmaz, yanlıştır derler. Ama doğru inançtan uzaklaştığınız zaman tezkir yoktur. Ne vardır? Telkin vardır. Bu böyledir, buna böyle inanacaksın, böyle kabul etmen lazım, buna senin aklın ermez, bu akıl işi değil, bu başka bir saha, orada baskı, zorla kabul ettirme. O zaman kişiyi kişiliğinden uzaklaştırır kendine köle eder.
Dün bir kadın telefon açtı. Almanya’dan. Bizim bu tarikatçılık kitabını okumuş. Hocam dedi, dört senedir tarikattayım, tarikattaydım. Deprosyana girdim, bunalımlar geçirdim, çok sıkıntılar geçirdim dedi. E niye? Söylenenleri kabul etmem gerektiğini söylüyorlar, bir türlü içim yatmıyor, bu defa kendimi günahkar sayıyorum, zorlanıyorum vücudum buna tepki gösteriyor ve bunalıma giriyorum. Sizin kitabı okudum, kuşlar gibi oldum, hürriyetime kavuştum. Şimdi düşünüyorum hocam dedi, gerçekten bu insanlar bu sözleri söylediler mi sana dedi? E tabii söylediler. Allah, Allah e bu kadar saçma olur mu? Şimdi uyandın da bu kadar saçma olur mu diyorsun. Niye geçen sene yaptıklarına saçma demiyordun? Ve dikkat edin, bir insan mesela sigaradan, sigarayı bırakan kişiler vardır. Artık tamamen kendilerini ondan uzaklaştırdıktan sonra derler ki, yav ben ne aptalmışım o şey içilir miymiş o pislik derler değil mi? Bütün günahları terk edenler aynı şeyi söyler. Yav amma da aptalmışım bunlar yapılır mı? Ama işte o günahın içindeyken hiç aptallık ta gelmez adama, çok da zevkli gelir.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Bütün bit’adlar öyledir, zordur terketmek.
“İnne rabbeke huve a’lemu bimen zalle an sebilihi, senin rabbin yolundan çıkanı çok iyi bilir. Ve huve a’lemu bi menihteda, kimin yola geldiğini de çok iyi bilir.” O zaman bakın, dalle, ihteda, failleri kim? Kişi değil mi? Kişi. Dalle, ihteda. Allah kimin yoldan çıktığını çok iyi bilir. Yoldan çıkan o kişinin kendisi. Yola gelen de kişinin kendisidir. Ama hidayet ya da sapıklığı onaylayan kim? Yani sapıklığa, hidayete karar veren kim? Allah. Onun için “yehdullahi limen yeşa.” Bakın, “Allah hidayete erdirir.” Kimi? Limen, o kişiyi ki yeşau ister. Allah isteyeni yola getirir, hidayete erdirir. “Ve yudillu men yeşa, isteyeni de yoldan çıkarır.” Yoldan çıkmayı sen istedin, hidayete gelmeyi sen istedin. Mesela, “İnnekela tehdi men ahdedde” diyor Peygamber (s.a.v.)’e “sen istediğini yola getiremezsin.” Devamı neydi? “Ve huve a’lemu bil muhtedin. Sen insanları yola getiremezsin ama Allah isteyeni yola getirir.” O kimin yola geldiğini çok iyi bilir. Niye? Çünkü sen yola gelmiştir zannedersin, o münafıktır. Vela kinnallahe Allah yola getirir. Kimi? Men o kişiyi ki yeşau ister. Yola gelmek isteyeni Allah yola getirir. Çünkü gerçekten isteyip istemediğini Allah bilir. Ve huve a’lemu bil muhtedin. Tamam mı? Yola gelmiş olanları da en iyi bilen Allah’tır. Bunun gerçekten böyle bir isteği var mı yok mu? Onu Allah bilir sen bilemezsin ki sen dış görünüşü itibariyle bu adamı dört dörtlük zannedersin ama ayette belirtildiği gibi, humul aduvvu fahzaruhum dediği gerçek düşman olur. Hani bir şiir vardır,
Dime düşmene düşmen elinde silahı ola
Veli müşkil budur sureti haktan gele
Yani elinde silahı olan düşmana ne düşman diyorsun o zaten belli. Asıl düşman sureti haktan gelendir.
Şimdi bütün bu ayetlere de hep zamanında bu mezhepler oluşmuş, müfessirler mezheplerin peşinden gitmişler. Hem fıkıh mezheplerinin peşinden gitmişler hem akaid mezheplerinin peşinden gitmişler. Yav kardeşim sen bari ayakta dur. Bunlar gider bunlar genellikle şeydir. Hakim ideolojinin hizmetçileridir genellikle. Sen niye bunların peşinden gidiyorsun? Sen Kur’an’ı Kerim’e hizmet ettiğini söylüyorsun. Hadisçiler de öyle yapıyorlar, peşlerine takılıp gidiyorlar mezheplerin. Sana ne? bu defa ayetin manalarını o beyleri razı edecek şekilde saptırıyorlar. Yeşa’nın faili men’e gitmez Allah’a gider. Bi Cebriye, niye çünkü insan, hadis uydurmak çok kolay, Kur’an’ı Kerim’e bir şey sokuşturmak zor. “Es saidu saidun fi batlu umbihi ve şakiu şakiun fi batlu umbihi.” Adam annesinin karnında iyi yada kötü daha dünyaya niye geliyor? Eee canım Allah’ın bilgisi işi değiştirmez. Allah’ın bilgisi değişir mi? Eee o zaman ne oldu? Bir sürü ayeti kerime anlamsız hale geldi. Onlar anlamsız hale geldiği için ayetlerin manası bozuluyor. “Yehdullahi menyeşa, Allah istediğini yola getirir.” Mesela “Vema erselna min rasulin illa bi lisani kavmihi li yubeyyine lehum, her Peygamberi kendi kavminin diliyle göndermişizdir ki onu açık açık anlatsın.” (İbrahim 14/4). Güzel bu gayet güzel buraya kadar ama ondan sonra, “fe yuzillullahu men yeşa, Allah istediğini saptırır, ve yehdi men yeşa’, istediğini yola getirir.” Yav Allah istediğini saptıracak istediğini yola getirecektiyse niye Peygamber gönderdi? Değil mi? Niye Peygamber gönderdi? O Peygamber o kavminin diliyle gelse ne olur, gelmese ne olur? Neyi açıklayacak onlara? Arapça’ya aykırı olarak, buna Arapça’ya aykırı olarak verilen manalardır bunlar. Halbuki Arapça’ya uygun mana, “Vema erselna min rasulin illa bi lisani kavmihi, her Peygamberi kendi kavminin diliyle göndermişizdir.” Yani o kavminin dilini konuşan kişi olarak “li yubeyyine lehum, onlara açık açık anlatsın, fe yuzillullahu men yeşa, bundan sonra Allah isteyeni sapıklıkta bırakır.” Doğru mana bu. Arapça’ya uygun olan mana bu. Çünkü zamir en yakınına gider, Arapça’da öyle bir prensip vardır. “Ve yehdi men yeşa’, isteyeni de yola getirir. Ve huvel azizul hakim. Allah her şeyi bilir.” Çünkü bilir ne demektir? Yani yola gelmek isteyeni de bilir, sapıtmak isteyeni de bilir. “Hakimdir.” Doğru karar verir, yanlış karar da vermez. Ve huvel azizul hakim mi? Ha! O güçlüdür doğru karar verir, tamam. Şimdi doğru mana bu. Ama öbüründe şimdi sen şurdan bi okurmusun o meali? Elinizdeki meallere de bakın, İbrahim Suresinin 4. ayeti.
Yahya Şenol: “Biz gönderdiğimiz her bir Peygamberi kendilerine apaçık anlatsız diye ancak kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah kimi dilerse saptırır kimi dilerse de doğru yola iletir. O azizdir hakimdir.”
Evet Diyanet Vakfının yayınladığı meal, yok bu şey imiş Beşir Eryarsoy, Ahmet Ağırascan. Hepsi de öyle farklı olan var mı? İşte bu anlayış İslam alemini bitirmiştir. Sonra da şunu söyler bizim ulema, “İnnellahe yebsukul rızka limen yeşau yektır.” Şimdi bakın nasıl bir insan tipi ortaya çıkıyor. Allah dilediğini yola getirir dilediğini saptırır dendiği zaman artık benim uğraşmamın bir anlamı kalıyor mu? Ben ne yaparsam yapayım neticede, neticeye ben etki etmeyeceğim. Anamın karnında Said isem Said olacağım Şaki isem şaki olacağım. Uyraşsam ne uğraşmasam ne?
Katılımcı: Suçlu Allah hocam.
Suçlu Allah tabii haşa!
Katılımcı: Aynen onu yazan da var.
Kitaplar öyle yazıyor, yazan da var ne demek, yazmayan yok. Ben onu söylüyorum. Siz yazan da var diyorsunuz, yazmayan yok.
Yahya Şenol: Burada on tane meal, onu da öyle.
A işte on tane meal, onu da aynıymış. Buradan bakıyor. Sizin elinizdeki mealler de öyle değil mi? Elmalı da öyle imiş.
Katılımcılar: Anlaşılmıyor.
Yasin, öyle bir soruyu sormak sana yakışmaz. Sen Arapça bilen bir adamsın. Bak, bak orda teşa var. Teşa’nın faili ente’dir zaten. Teşa ile yeşa aynı olur mu?
Katılımcılar: Anlaşılmıyor.
Kardeşim teşa var yeşa var, teşa ile yeşa aynı olur mu?
Katılımcılar: Anlaşılmıyor.
Teşa başka yeşa başka. O ente zaten açıkça. Biz yeşa’dan bahsediyoruz, sen teşa’dan bahsediyorsun.
Katılımcılar: Anlaşılmıyor.
Ha söyle söyle hangi ayet? Oku oku! Ayeti oku! “Futul mülke men teşa” mı?
Katılımcılar: Anlaşılmıyor.
Bizim burada anlattığımız o muydu? Ondan mı bahsettik az önce?
Katılımcılar: Anlaşılmıyor.
Şimdi konuşacağım şeye bağlayabilirsin ama az önce konuştuğuma bağlayamazsın onu. O mülk kelimesi mülk. O ayrı bir konu. Bu hidayet meselesi. Şimdi, bak şimdi soruyu sorarken tam dikkatli bir şekilde, mesela sen şimdi Arapça bilen bir insan olduğun için sana öyle karşı çıktım ama burada diğerleri sorsaydı o cevabı vermezdim. Şimdi orada bakıyorsun mülk kelimesi var teşa var zaten ente faili. Şimdi bir taraftan böyle var siz ne kadar uğraşırsanız uğraşın neticeye etki edemiyeceksiniz. Böyle bir insanı yarışa sokabilir misiniz? Sokulabilir mi böyle bir adam yarışa. E ne olacak neticen zaten belli. Neticesi şimdiden belli olan yarışa niye gireceğim değil mi? Ondan sonra ikincisi, bak şimdi sen o itirazını söyleyeceğini yapabilirsin Yasin. Şimdi söyleyeceğini yapabilirsin. Çünkü görünüşte ona ters düşecek o ayeti kerime.
“İnnallahe yebsutur rızka limen yeşau veyaktir.” Şimdi burada yeşa’nın failini de Cenabı Hak’ka verirler. “Allah dilediğine rızkı bol verir dilediğine daraltır” diye mana verilir. Şimdi bu insan tipinin hayattaki başarısını düşünün. Rızkı da Allah isterse bollaştıracak, isterse daraltacak, hidayeti de Allah isterse verecek, isterse vermeyecek. O zaman sen ne oluyorsun? Ne oluyorsun? Rüzgarın önündeki gazel gibi oluyorsun değil mi? Bununla yarışa girer mi bir insan, buna inanan insan yarışa girer mi? Ama açın meallerinizin hepsinde öyledir. Hangi ayetler bir şey yapsana, bulsunlar.
Katılımcı: İsra 29, Bakara 245.
İsra 29 muş, orayı bir açın. Çok yerde var ama.
Katılımcı: İsra’da değil, Bakara 245.
Ha Bakara 245 açın. Çok yerde var da yani bir tanesi yeter canım.
Katılımcı: Asıl İsra 30, tam okuduğumuz.
İsra 30 mu? Pekiyi İsra 30’u açalım o zaman. İsra 17. Sure 30. ayet.
“İnne rabbeke yebsudur rızka limen yeşau veyektır. İnnehu kane bi ibadihi habiran basira.” Ben şimdi benim elimdeki mealden okuyacağım. “Rabbin rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Şüphesiz ki O kullarından haberdardır, çok iyi görür.” Farklı bir meal var mı? Şimdi siz bu insan tipiyle bu gün yarışın bakalım, problemlerinizi çözün bakalım çözebiliyor musunuz? Ama şimdi burada okuyacağız biraz sonra bu günkü dersimizde. “Ve en leyse lil insani illa ma saa.”
Katılımcı: Hocam 29’unda Peygamberimiz’in şeyi var, biraz önce okuduğunuz ayetin 29’unda.
“Vela tecal yedeke mağluleten ila unkike vela tebsudha kullel besti vetekude malumen mahsura.” Yani “elini boynuna bağlama” yani cebinde yılan olmasın bizim Türkçe’mizdeki gibi. Ondan sonra da “büsbütün de açma o zaman kendini ayıplar tamamen kuşatılmış bir vaziyete gelirsin.”
Katılımcı: Yani şeyse burada o zaman bizim hareketimizle, Peygamber’in hareketiyle hasretini çekmek kısmı nasıl oluyor?
Tabii şimdi o manaları verdiğiniz zaman da bir çok ayetle uyuşmuyor. Ben şimdi bu günkü dersimizdeki bir ayeti kerime ile karşılaştırmak istiyorum. Yani bu Necm Suresindeki bir ayetle. Burada 39. ayet. “Ve en leyse lil insani illa ma saa. Leyse lil insan, İnsanın kendisine ait değildir.” Yani bu benim diyeceğim bir şey sadece kendi çalışmanla ortaya koyduğun şeydir. O zaman bununla öbür ayet arasında bir uyuşma var mı? Çünkü Allah istediğine verecek, istediğine vermeyecek. Halbuki doğru mana nedir?
Katılımcı: Hocam 39 ile 40?
İşte onu şey yaptık zaten, onu okuduk şimdi biz. “İnnallahe yaksıkul rızk, Allah rızkı yayar.” Yani herkesin önünde, şeyde Fussilet Suresinde belirtildiği gibi yeryüzünün rızıklarını dört günde yarattı yani dünyayı iki günde dünya üzerindeki rızıkları da dört günde oluşturdu. “Sevaen lissailin, onu araştıranlar için eşit uzaklıkta.” Herkese eşit uzaklıkta rızık. Gidersin çalışırsan elde edersin, yoksa yok. Çalışmazsan değil.
Katılımcı: Hocam! Yani Allahu Teala ol deseydi olmaz mıydı neden böyle bir zaman diliminden söz ediliyor?
Bizim Cenabı Hak’kı sorgulama diye bir görevimiz yok. Allah böyle yapmış böyledir. Şimdi Allah’ın gücüyle kudretiyle delil getirmeye kalkarsan hayatta hiç bir şey yapamazsın. O zaman da dersin ki, Allah yani niye ben bu kadar okuyorum ki bir üniversite imtihanlarını kazanmak için gece gündüz çalışacağım, Allah kazan der kazanırım dersin olur biter değil mi? Hiç bir şeyin anlamı kalmaz o zaman.
Katılımcı: Hocam nasibi nasıl anlayacağız?
Nasibi sonra anlayacaksın. Önce bu dersi anla ondan sonra nasibi anlayacaksın. Bunu bir anla da ondan sonra nasibi anlarsın.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Şimdi bak Allah diyor ki: “Allah rızkı yayar. Limen yeşau, isteyen için, ve yahtiru, ve gücü yeten için.” Hem isteyeceksin hem gerekli kudrete sahip olacaksın.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
E yaktıru lehu zaten.., kadere aleyhu dediğin zaman zaten daraltmış olur. Lehu da zaten mahsuftur orada.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Ve yaktiru leh.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Kadere ala’dır sıtmak, lehu değil. Şimdi “ala kulli şeyin kadir” başka “kadere aleyhi” başkadır. Bak! “Ve kadere aleyhi rızkahu feyekulu rabbi ehanen.”
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Şüphesiz ki var. Ona geleceğiz.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Tabii şimdi ona geleceğiz zaten, netice oraya gelecek. Onun için ben az önce Yasin’e dedim ki sen o ayeti kerimeyi unutma çünkü oraya da geleceğiz. Şimdi bu işin tek yönü yok. Şimdi bir yönü var, bir kere Allah yaymış. Bak! “Yebsutu” yaymış. Şimdi şu tarlada bir rızık koymuş Cenabı Hak. Ama kimin için? İsteyen için. Kimin için? Gerekli güce sahip olan için. Yani orada o rızkı kazanmak için gereken güç neyse ona sahip olacaksın. Ve isteğin olacak. O zaman bu seni çalışmaya zorlar mı? Bu seni yarışa sokar mı? Ama yayan Allah’tır. “Yebsut.” Yayan Allah’tır. Yayan O olduğu için istediği kadar yaymıştır. Bu tarlaya bire on verim koyar, öbür tarlaya bire yüz koyar, öbür tarlaya bire bin koyar. Fakat önündeki tarla ne olursa olsun eğer sende o çalışma isteği yok, gereken güç yok ise hiç bir şey elde edemezsin. Onun için “tu’tilu mulke men teşa, mülkü istediğine verirsin.” (Ali İmran 3/26). Yani istediğinin önüne çok güzel şeyler koyarsın. Şimdi akşam önünüze her evde bir sofra gelir yersiniz. Sofraya ne gelirse onu yersiniz değil mi? Ama sofraya ne gelirse gelsin siz yemezseniz, ya da canınız yemek istiyor da yiyemiyorsanız, dişlerinizde apseler var, mideniz bozuk falan yiyemiyorsanız bunun bir anlamı yok. Ama yiyebiliyorsanız, yemeğe de istekliyseniz önünüzde ne varsa ancak onu yersiniz. O önünüzde olan da ev sahibinin size koyduğudur. Ondan dolayı derler ki: “misafir umduğunu değil bulduğunu yer” derler. Şimdi şey de öyle, Cenabı Hak istediğine istediği kadar koyar. İşte bir yerde bir kuyu açarsınız su çıkmaz, öbür yerde açarsınız petrol çıkar. Onu Allahu Teala koymuştur. Ama sende o istek ve kudret olmazsa ne olursa olsun ondan istifade edemezsin. Onun için bu işin iki tarafı var, iki ayağı var yani.
Katılımcı: Gücü yetmeyenler nasıl faydalanır hocam?
E gücün yetmezse yapamazsın ki o işe güç yetirebilmen lazım. Yani o işi yapabilmen lazım. Güç dediğin o iş için gerekli bilgi ve donanımdır.
Katılımcı: Pekiyi, adam çok çalışıyor ama işi iyi gitmiyor. Ama onun altında alıyorsunuz o da Allah’ın takdiri oluyor yani.
Güç yetmenin değişik şeyleri vardır. Güç yetmek demek fiziki güç değildir esas. Mesela bak o “tu’til mulke men teşa”daki mülk kelimesi çok önemlidir. Mülk melikliktir, idaredir, yönetimdir. Bu günkü ifadelerle teşebbüstür. Şimdi teşebbüs gücü riskleri de, tehlikeleri de, zararları da göğüsleyen bir güçtür. Siz ne kadar zararı, ama mantıklı bir şekilde tabii, akıllı bir şekilde zararı da düşüneceksiniz, kârı da düşüneceksiniz. Orada o tehlikelerden geçerek kazanmanın bütün yollarını ortaya koyacaksınız, tabii ki esaslı kazancı siz elde edersiniz. Ama işçi ve memursanız ben kardeşim ona buna karışmam, ben otuz tamam maaş tamam beni ilgilendirmez derseniz sizinki de ancak o kadar olur. Tamam mı? Onun için o mülk kelimesi çok önemlidir. “Tu’til mulke men teşa ve tenziul mulke mimmen teşa ve tuizzu men teşau ve tuzillu men teşa’ bi yedikel hayr.” (Ali İmran 3/26). Şimdi o yaratılıştan olan bir kabiliyettir, onu herkes şey yapamaz. Dolayısıyla Cenabı Hak sana ne kadar kabiliyet vermişse o kadarını kullanırsın. Ama sen o kabiliyeti kullanmazsan dünyanın en büyük kabiliyetine sahip olsan da bir şey elde edemezsin. Yani bunun iki yönü var. Hem sen elinden gelen gayreti göstereceksin hem de Cenabı Hak sana ne kadarını vermişse o kadarını. Ondan dolayı mesela, “fe minen nası menyegulu rabbena atina fid dünya, kimi insanlar derler ki ya rabbi bize bu dünyada ver, ve ma lehu fil ahirati min halak, bunun ahirette bir payı yok.” (Bakara 2/200). Dünyada bir payı var mı? Ona da bir şey demedi bak! Bir şey demedi. İnsanlardan kimisi yarabbi bana dünyada ver der. Ver demekle vermez Allah. “Ve min hum men yekulu rabbena atina fid dünya hasaneten ve fil ahirati haseneten ve kına azaben nar, kimisi de der ki ya rabbi bana bu dünyada güzellik ver ahirette de güzellik ver ve beni cehennem azabından koru.” (Bakara 2/201). Ona da bir şey vermez. “Ulaike lehum nasibun mimma kesebu, bunların kazançlarından bir payları var.” (Bakara 2/202). Hadi bakalım çalışın. Çalışın. Sadece lafla olmaz. İstiyeceksin elbette Ya Rabbi bana ver, “yeşa” var ya istiyeceksin. Ama bir de “yaktir” işte “kesebe.” Tamam mı? Kesb ile kudret aynı şey değil mi yani? Kudretin fiile geçmiş şekli değil midir kesb? “Ulaike lehum nasibun, işte senin nasibin burada, mimma kesebu, kazançlarından bir pay vardır onlara.” Çalışacaksın kazanacaksın. Yani dünyayı da istiyorsan çalışacaksın, ahireti de istiyorsan çalışacaksın, hem dünyayı hem ahireti istiyorsan gene çalışacaksın. Bu mantıkta olduğun zaman seni kimse tutamaz. Değil mi? O zaman çalışırsın. Ama tutar da bu ayeti kerimelere Allah istediğine rızkı genişletir, istediğine daraltır dersen senin müslüman böyle yangelir yatar. “Ya aman kardeşim ya sıkma canını Allah ne demiş o olur.” Allah ne demiş o olur. Allah ne demiş ki? Ne demiş ki Allah kardeşim? Sen tembelliğini Cenabı Hak’ka niye fatura ediyorsun?
Katılımcı: Ayrıyeten bir de Allah’a iftira attığı için günahtır.
Ayrıca bir günahtır tabii. Ama şimdi ben bu meallerden size niye gösteriyorum bunu? Problemin yapısal hale geldiğini göstermeye çalışıyorum. Tamam mı? Yani tefsirlere böyle geçmiş kardeşim. Biz insanlara diyoruz ki meal oku. E burada bunu okuyacak, bakacak ki: Allah istediğine rızkı bol verir istediğine daraltır diyor. Öbür tarafta kişiye çalıştığından başkası yoktur diyor. Amma da çelişkili kitapmış diyecek. Ve az önceki ayeti mesela, Allah kafirlere pek öyle fazla akıl vermemiş onun için bizi yormuyorlar. Keşke çok zeki olsalar da bizim burnumuzu yere sürtseler belki daha çabuk aklımız başımıza gelir.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Yok yok! Bu açıdan sürtmüyorlar, başka açıdan sürtüyorlar.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Şimdi Turan Dursun ne yaptı, onun kitaplarını okumadım. Belki sürtmüş olabilir. Şimdi birisi size sorsa, getirdi mesela sizden birinize dedi ki: Ya bak bu Kur’an Allah’ın kitabı diyorsunuz değil mi? Evet amenna, şüphen mi var? Evet şüphem var. Sen kafirsin. Tamam, ben zaten kabul ediyorum kafirliği de sen benim şüphemi gider ben müslüman olacağım diyecek adam. Ondan sonra da size okuyacak ayeti. İbrahim Suresinin 4. ayetini okuyacak. Diyecek ki, Allah her ümmete bir Peygamber göndermiş mi, o Peygamberleri kendi diliyle göndermiş mi, açıklasın diye, e tamam buraya kadar anlıyorum. Ondan sonra Allah istediğini saptırıp istediğini yola getirecek. E Allah beni zaten saptırmış sen beni niye yola getirmeye çalışıyorsun ki?
Şimdi geçenlerde şeyde, bazı arkadaşlar bizim talebelerden duyuyor bu tip konuşmalarımızı. Talebeler de herhalde tam anlatamıyorlar, iyi dillemiyor bazısı tabii o anda kafa başka şeyle meşgul. Kayseri’ye liman isteyen milletvekili gibi müdahele edenler çıkıyor arada sırada. Şimdi geçenlerde bir arkadaş diyor ki ya sen şu “yeşa” failini Allah’a vermeni pek doğru bulmuyorum. Niye bulmuyorsun dedim? İşte bir iki örnek vermeye kalkıştı. Dedim bak! Şimdi siz şöyle mana veriyorsunuz geleneksel olarak. Allah istediğini yola getirir, istediğini saptırır değil mi? Evet. Pekiyi. Allah kimi yola getirir? Allah diyor ki: “İnnallahe la yehdil kavmel kafirin.” (Maide 5/67) diyor. Şimdi dedim Mekke toplumunu bir düşün. Nasıl olmuşsa Peygamber Efendimiz’i müslüman yapmış. Ha orada dersiniz ki: Zaten O puta tapmamıştı, zaten saf Allah inancına sahipti ve mü’mindi. Doğru gerçekten onun gibi bir çok kimse de vardı Mekke’de. Hiç bir zaman için şirke düşmemişti, doğru. O zaten mü’mindi, tamam. Ama kaç kişiydi bunlar, birkaç kişiydi. Şimdi Allah diyor ki: “Allah kafirleri yola getirmez.” Değil mi? Allah istediğini yola getirir diyorsun ya, kimleri ister diye soracaksın değil mi? Kafirleri yola getirmek istemez. Ayet işte “İnnallahe la yehdil kavmel kafirin. Allah kafir toplumu yola getirmez.” (Maide 5/67) “İnnallahe la yehdil kavmel fasikın. (Münafikun 63/6) Fasıkları da yola getirmez. Zalimleri de yola getirmez. Pekiyi Mekke’de kimi yola getirecek o zaman? Diye soruyorsun, kimi yola getirecek Mekke’de? Zaten bunlar yola gelmiş. E zaten yolda onlar. Kimi yola getirecek? Sonra dedim şu ayete nasıl mana verirsin? “Ve yehdi ileyhi men enab.” Ona ne mana vereceksin? “Allah o tarafa yöneleni yola getirir.” (Rad 13/27). Yani bir gayret gösteriyor adam, şimdi yoldan gidiyorsunuz adamın birisi yolun altına yuvarlanmış. Ve çıkmak istiyor, beni bir tutar mısın diyor. Onu tutarsınız değil mi? Ama şimdi siz orada “ya hemşehrim gel çıkarayım.” Git işine dediği zaman sen ne yapacaksın? “Ne halin varsa gör” diyeceksin, başka yapacağın bir şey yok. Onun için; adam kafirlikte direniyorsa Cenabı Hak tabii ki yola getirmez. Ama çıkmak için gayret gösteriyorsa Allah onu yola getirir. Şimdi gördünüz mü, soru kaldı mı? Yasin tamam mı soru kaldı mı? Tamam.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Kardeşim, bunu senden çöz diyen yok ki ben sana tefsirlerden bahsediyorum yav. Bizim ulemamızdan bahsediyorum. Sana çöz diyen yok! Problemi görün! Ama burada şurada bulunan cemaatin bu konuda çok ciddi etkileri olduğuna inanıyorum.
Katılımcı: Rad 11’de..
Söyle, söyle!
Katılımcı: Tabii Allah istediğini yapar ama Rad 11’in ikinci paragrafında,
Haa, “İnnallahe la yuğayyiru ma bi kavmin hatta yuğayyiru ma bienfusihim” o mu? E tamam işte bu her şeyi çözüyor.“İnnallahe la yuğayyiru ma bi kavmin, Allah bir toplumda olanı değiştirmez.” Ne zamana kadar? “Onlar kendilerini değiştirinceye kadar.” O zaman sen kendin değiş, işte yarış. Ve bunlar bakın ne kadar birbirine uyuyor, görüyor musunuz Bekir bey? Ama siz Allah istediğini saptırır, istediğini yola getirir dediğiniz zaman zihniniz karıncalanmaya başlamıyor mu?
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Bu zaten şeyde, mesela; İsa gelecek diyorlar. E buyursun gelsin. Eğer çay kaldıysa derim ki bir bardak çay da İsa’ya ver derim. Tamam getir ne olacak? Mehdi gelecekmiş, o da buyursun gelsin, bir bardak da o içsin. Yav niye geliyor bu adamlar? Ne işleri var? Yok efendim işte milleti kurtaracaklarmış. Yav nasıl kurtaracak? Allah diyecek ki: “İnnallahe la yuğayyiru ma bi kavmin hatta yuğayyiru ma bienfusihim. İnsanlar kendini değiştirmeden Allah bir toplumda olanı değiştirmez” diyecek, e bunlar gelip ne yapacak? Allah’tan daha mı merhametli olacaklar? Görüyor musun?
Bunlar hepsi, şeyde var bu, Mecusilik’te var bu Mehdi beklentisi. İşte Hıristiyanlık’ta, Yahudilik’te var. Neden var? Şeyde de Sabiilik’te de var. Niye var biliyor musunuz? Bunların hepsinin geçmişlerinde de bir Peygamber var. “Ve inmin ummetin illa hala fiha nezir” Her toplumun geçmişinde mutlaka bir uyarıcı bir Peygamber vardır. Şimdi o Peygamberler’in hepsi benden sonra gelecek Peygamber’e inanacaksınız diyorlar. E şimdi normal Peygamber geldimi bir sürü külfet yüklüyor, adamların keyfini kaçırıyor. Ama öyle birirsi gelmeli ki, bunların keyiflerini kaçırmayacak hayallerini gerçekleştirecek olsun. Onun için bu Mehdi beklentisi, şey beklentisi… Ama bizimkiler de onların peşine takılmış gidiyorlar.
Katılımcı: Mehdi gelecek İslam Alemi dünyaya hakim olacak.
Haa İslam Alemi dünyaya hakim olacak, Hıristiyanlar’la barışacaklarmış. Haçı kıracakmış İsa geldiği zaman. E ne olacak haçı kırsan ne kırmasan ne? Önemli olan o insanların kalbindeki inancın düzelmesidir.
Katılımcı: Bolluk ve zenginlik olacakmış.
Bolluk, zenginlik olacak, zekat verecek… Hep kendi hayallerini gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Cenneti bu dünyaya getirmeye çalışıyorlar.
Evet. Yani problemler büyük. Evet gençler size çok şey düşüyor. Ben şimdi sizin zamanınızda bana bunları böyle okuyanlar olsaydı kimbilir şimdi ne olacaktı? Dişimizle tırnağımızla, dayak yiye yiye bu noktalara geldik. Millet bizi sıkıntıya soktu. Cevap verememek milletin sorduğu sorulara, onlar mecbur etti bu, dedi ki yav bir durun bakalım yav hep falan ne demiş, filan ne demişe bakıyoruz, bir kere de Allah ne demişe bakalım dedik, Elhamdulillah rahatladık çok şükür.
Evet, şimdi esas konuya geliyoruz. Eğer vakit bitmediyse.
“Velillahi ma fissemavati vema fil ard, göklerde ne var yerde ne varsa hepsi Allah’ındır.” Mesela şimdi bak bu ayet de Bekir bey! Ayetlere doğru mana verirsen hepsi birbirini tamamen doğruluyor. Ama bir değiştirdin mi iş bozuluyor. “Liyeczi yellezine esau bima amilu, kötülük yapanı yaptığı kötülüğe karşı cezalandırsın diye.” Tam tuttu mu şimdi az önceki manalarla? “Ve yeczi yellezine ehsenu, iyi davrananları da, bil husna, daha iyisiyle mükafatlandırsın diye.” (Necm 53/31). Bak kötülük yapanı yaptığı kötülüğe karşılık, iyilik yapanı daha iyisiyle.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Hah bravo en iyisiyle, daha iyisi değil. Şimdi “el husna” diyor tabii. “Husna min” demiyor. “El husna” diyor, doğru sağol! En iyisiyle.
Katılımcı: Başka ayette “el ziyadeh” var.
“El husna vel ziyadeh, iyilik yapana en iyisi, bir de ilavesi vardır.” Şimdi, Bir ayette Allah ne diyor? “Ve cezau seyyietin seyyietun misluha, yapılan bir kötülüğün karşılığı tıpkı onun dengi bir kötülüktür.” Onsa on. Devamı neydi?
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
“Ve mencae bil haseneti felehu aşru emsala, kim bir iyilik yaparsa ona onun on katı vardır.”
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
“Ve mencae bis seyyieti fela yucza illa misliha, kim bir kötülük yaparsa sadece yaptığının dengiyle cezalandırılır ama iyilik yapan on katı.” (Enam 6/160). Bir başka ayeti kerimede de işte “meselüllezine yunfikune emvalehum fi sebilillah, mallarını Allah yolunda infak edenler, kemeseli habbetin enbitet seb a senabil, bir buğday tanesi gibidir ki yedi sümbül yedi başak bitirmiştir, fi kulli sunbuletin bi etu habbet, başakta yüz tane vardır.” Ne oldu? Bire yediyüz oldu. Ve ziyadesi geliyor. “Vallahu yuzaıfu bi men yeşa’, Allah istediğine ya da isteyene katlar.” (Bakara 2/261). İkisi de olabilir bu ayeti kerimede. Bunun katlarını verir. Bakın kötülüğe bire bir ama iyiliğe en iyisi.
Şimdi en önemli kısım geliyor. Bu işin en önemli kısmı geliyror. Onun için sıkı durun, tu demiyeceğim ben artık. Sıkı durun. Şimdi iyi davrananlar kimler? Onun tanımını da Cenabı Hak bize bırakmamış. Şimdi bize şunu söylerler, efendim derler normal bir kişinin hasenesi tarikatta olanın seyyiesi sayılır.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Hah… Bravo. Neydi bir daha tekrarla!
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Hasenatul ebrar, iyilerin haseneleri yani iyi davranışları Allah’a yakın olanların günahları sayılır. Yani artık onlar iyice şey yapmışlar, iyiden iyiye artık kendilerini çok daha yüceltmiş kimseler. Ama Allah’ın söylediği ne? Çünkü o tabii değil, o bir rol yapmadır. İnsanlara karşı rol yapar, o arka taraftan gene çevirdiği üçkağıdı çevirir. Allahu Teala diyor ki, İyi davrananlar kimler? “Ellezine yectenibune kebairal ismi velfevehişa, iyi davranış gösterenler yani ahsanu grubuna girenler, en iyiyi hak edenler ismin büyüklerinden kaçanlardır.” İsim nedir? isim günahtır, yani kişiyi hayırlardan uzaklaştıran şeydir isim. Mesela şeyde, Cenabı Hak içki için “gul fihima ismun kebirun vemenafiu linnas” diyor. “Her ikisinde de büyük bir isim vardır ama insanlar için de menfaatler vardır.” (Bakara 2/219). Şimdi bu ismi de açıklıyor bir başka ayette: “İnnema yuriduşşeytane en yugia beynekumul adevete vel bağza efil hamrı vel meysiri veyusuddekum an zikrillahi ve anissalah,” yani “aranıza kin nefret sokar sizi Allah’ın kitabından ve namazdan uzaklaştırır.” (Maide 5/91). Yani kötülüklere teşvik eden iyiliklerden uzaklaştıran şeydir isim. Dolayısıyla günahtır. Haa bu günahları, günah ama günahların büyüklerinden kaçınanlar. Hepsi de günah fakat bunların bir büyükleri var. Büyük günahlardan kaçınanlardır iyi davranış yapanlar. Küçük günahları yapmış olabilirler. Onun için “illellemem” diyor Allah. Lemem’i yapabilirler. Yani o da günah, o da günah. O lemem’i yapabilir, o küçükleri yapmış olabilir. Ama büyük günahlardan kaçarlarsa ki bunlar neler? Adam öldürmek.
Katılımcılar: Anlaşılmıyor.
Şirk büyüğün büyüğü, onu oraya katmayalım. Çünkü Allah onu asla affetmiyor. Ondan kesinlikle kaçınmak lazım. Ama tabii en başta şirk geliyor. Onu saymak lazım, o bir… Zina, mesela zina için Cenabı Hak ne diyor? “Vela tekrabuzzina innehu kane fahişeten vesae sebila, zinaya yaklaşmayın” (İsra 17/32). diyor. Zina etmeyin demiyor bakın, zinaya yaklaşmayın diyor. Arada bir mesafe var. Çünkü o çirkin bir şeydir. Ve kötü bir yoldur. Adam öldürmek, “Vemen yektul mu’minen muteammiden fecezauhu cehennemu haliden fiha, kim kasden bir mü’mini öldürürse cezası ebedi cehennemdir.” (Nisa 4/93). İşte faiz, “fe’zenu bi harbin minallahi ve rasulihi, Allah ve Rasuliyle şavaşta yüz yüze olduğunuzu bilin” (Bakara 2/279) diyor. Savaştan kaçmadır. Ki bu tabii çok önemli bir şey. Mü’minlerin savaştan kaçtığınız zaman mü’minlerin hayatını tehlikeye atmaktır ki bu bir tek mü’min değil çok sayıda mü’mini öldürmek gibi bir olaydır. Namuslu kadına zina iftirasında bulunmak. Onun hayatını evet, Açlık korkusuyla evladımızı öldürmemiz falan…
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Yok! Gıybet girmiyor büyük günahlara, girmez. Büyük günahlara girse millet yandı.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
“Es sebiul mubidat” evet kişiyi böyle batıran yedi şeyden kaçının diye şey yapılıyor. Yedi tane saydık mı? Şimdi baştan bir dedik gerisini devam ettiremedik.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Namaz emirdir, bunlar yasaklar. Yasaklardan bahsediyoruz.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Yoo… Faizi saydık. Yalan yere şahitlik var.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Tabii hadislere göre rivayet değişiyor, neyse şimdi büyükler belli zaten. Bir de bu büyük yasakların evrensellik özelliği de vardır. Dünyanın hemen her yerinde insanlar bunları kötü sayarlar.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Evrensel kötülükler. Yani var mesela şimdi bakın, faize bakın. Faiz bu dünyanın her yerinde yasaktır. Şaşırmadınız değil mi? Her yerinde dünyanın bütün bölgelerinde faiz yasaktır. Sadece devletin müsaade ettiği kişiler, devletin müsaade ettiği kadar faizcilik yapabilirler. Kendiliğinden yapamazlar. Devletin kontrolünde yapabilirler. Ama mesela ticaret devletin kontrolünde değildir. Devlet ticarete müdehale ettiği zaman millet feveran eder. Olur mu, müdehaleci piyasa, bilmem ne, falan filan, haklıdırlar gerçekten. Ortalık karışır. Onun için bütün dünyada faiz yasaktır. Ondan dolayı bankalar çok sıkı denetlenirler. Bankaların bütün dünyada, ticaret yapması da yasaktır.
Zina, evet bu gün bir takım şeyler var ama ne olursa olsun, bakın her yerde bir adamın zina ettiğinin söylenmesi, mesela işte dün Maykıl Ceksın ile ilgili olay bütün haber kanallarını meşgul etmişti Amerikada. Bir zina duyurusu. Bu insanların fıtraten uzaklaştığı bir şey. İşte adam öldürmek aynışey, hırsızlık aynı şey, namuslu kadına iftirada bulunmak aynı şey, falan. Yani bir evrensel yönü vardır.
İşte diyor ki Allah: Hepsi de yasak. Ama mesela yasaklardan birisi, “Gul lil mü’minine yeğuzzu min ebsarihim veyehfezu furucehum zalike ezka lehum. Mü’minlere söyle gözlerini sakınsınlar ve namuslarını korusunlar bu onlar için daha temizdir.” (Nur 24/30). Şimdi bu da bir yasak. Ama daha temizdirle bitiyor. Ama öbürleri gibi büyük yasak değil. Şimdi siz kendinize bakın, akşama kadar işte gözümüzü sakındıramıyoruz falan filan dersiniz doğru. Günah mı günah doğru. Bakma diyor Allahu Teala bakma! O da doğru. Ama burada diyor ki: “Yasaklandığınız şeylerin büyüklerinden sakınırsanız, küçüklerini” zaten bir başka ayette diyor Nisa Suresi 31. ayeti kerime: “İntectenibu kebaira ma tunhevne anhu nukeffir ankum seyyietikum, yasaklandığınız günahların büyüklerinden kaçınırsanız o küçüklerin üstünü örter göstermeyiz.” Yani Allah dört dörtlük insan istemiyor. Zaten olamazsın ki dört dörtlük. Küçüklerin üstünü örterim diyor.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
İşte neden istisna edilmiş, büyük günahlar büyük olmayan günahlar işte istisnayı munkatta bu.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Haa o istiğfar konusu ayrı bir konu. Orada istiğfar var.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Tamam istiğfar var. O istiğfar konusu işi değiştirir. Yani fuhşu yapmazlar yani tevbe ettiyse tevbe zaten günahı götürür. Şimdi burada işin başka boyutunu söylüyor ayeti kerime.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Şimdi ona geleceğiz zaten, ona geleceğiz sonrada tevbe etmeden ölürseye geleceğiz şu anda niyetimiz o. Oradan da tekrar şefaate döneceğiz.
“İnne rabbeke vasiul mağfirah, rabbinin bağışı geniştir, huve a’lemu bikum, sizi çok iyi tanır, izenşeekum minel arzi, sizi yeryüzünden şeyetti, neşet ettirildi, büyüttürüldü,” yani bizi topraktanız. Ama birkaç safhayla. Anamız babamız yemek yiyor, onların vücutlarında tohum oluşuyor sonra topraktan gelen yiyeceklerle biz saksıda büyümüş bir çiçek gibi büyüyoruz. “Ve enbateha nebaten hasena” (Ali İmran 2/37) dediği gibi Cenabı Hak’kın, güzel bir bitkiyi bitirmek gibi. Sonra da bir insan olarak dünyaya geliyoruz ama sürekli topraktan besleniyoruz. “Ve izentum ecinnetun fibutuni ummehatikum, ve annenizin karnında siz cenin haldeydiniz,” diyor. “Fela tuzekku enfusekum, kendinizi temize çıkartmayın.” Haa… Kendinizi temize çıkartmayın, ben şöyleyim böyleyim demeyin. Bakın Allah büyük günahları işlemedinizmi küçüklerini görmeyecek. “Huve a’lemu bimenitteka, korunanı Cenabı Hak çok iyi bilir.” Şimdi buradan şeye intikal edelim, fazla zamanımız kalmadı. Konunun asıl en can alıcı noktasına.
Bir ayette Allahu Teala diyor ki, şimdi bunlar büyük günahlar bir de büyüklerin büyüğü var: Şirk: “İnnallah la yağfiru en yuşreke bihi” (Nisa 4/48). Şimdi burada bir kere büyük günahları işlemedin mi küçük günahları zaten Allah örtüyor. Onu yok sayıyor. Pekiyi büyük günahları işledin ama şirk işlemedin. “İnnallah la yağfiru en yuşreke bihi, Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, ve yağfiru ma dune zalik, onun altında kalanı bağışlar, limen yeşa’, istediği kişi için bağışlar.” Pekiyi burada istediği dememiz gerekiyor çünkü bağışlama fiili var ortada. İsteyen derse adam tevbe etmiş olur, zaten o tevbe burada tevbe konusu değil, o garanti olur, burada tevbe söz konusu değil. Şimdi adam tevbe etmiş olsa zaten bağışlar değil mi? Şirkten tevbe etse Allah şirki bağışlamaz mı? Haa, o zaman ne anlayacağız? Bu adam tevbe etmeden ölmüş, onu anlayacağız. Değil mi? Adam tevbe etmeden ölmüşse ama şirk günahını da işlememiş, diğer bütün günahları işlemiş. Bunun için de bir bağışlanma ümidi var. Çünkü diyor ki: “İnnallah la yağfiru en yuşreke bihi, Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Ama bunun altında kalanı istediği kişi için bağışlar.” Şimdi ahirette mahşer meydanına geldik. Büyük günah işlememiş olanlar küçüklerinden sorumlu olacak mı? İşte ayetler! Pekiyi sorumlu olunacak günahlar hangileri öyleyse? Büyükler. Ve Allah istediği kişi için istediği kişiyi şefaatçi ettirir diyor ya! O zaman bu şefaat olayı kimin için geçerli olur? Büyük günahı işleyenler için. Peygamberimiz ne demiş?
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Hah. “Şefaatihi ehlil kebairi min ummeti. Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenler için.” Ama şirk günahı işleyenler için değil. Pekiyi Peygamberimiz kurtaracak değil. Allah ben istediğimi bağışlarım diyor ya, o büyük günah işleyenlerden şu gurubu ben bağışladım diyecek. Ya Muhammed gel bunlara bağışladığımı söyle.
Katılımcı: Hocam, bu türbelere doluşanlar….
Ha türbelere doluşma işi, türbelerden bir şey isteme işi, onu araya koyma işi şirke giriyor. O bağışlanmayacak günah. Bağışlanmayacak günah o. Türbelerden, yatırlardan, büyüklerin ruhlarından bir şey istemek o bağışlanmayacak günaha giriyor. Ama lotoyu dolduranlar bağışlanacak günaha giriyorlar.
Katılımcı: Hocam, şefaat işini şöyle mi anlamak gerek diye düşünüyorum: Diploma töreninde kalan birincinin, ikincinin diplomasını vermek için….
Tabii yani diploma töreni gibi yani. Ama burada diploma demeyelim de bağışlanma diyelim. Mesela madalya takma deyin. Şimdi herkezin şeyde varya “ve izes suhufu nuşirat” (Tekvir 81/10) sayfalar dağılıyor. Şimdi herkezin sayfaları dağıldı. Büyük günah işlemeyenler sayfalarını aldılar. Neresi? Cennetin falan mahallesine, hadi Allaha ısmarladık, kahvaltıya beklerim diyor. Şimdi e burada bu grup duruyor ki bunlar sayfalarını almamışlar. E bir grup da soldan aldı, onlar da Cehenneme gidiyor. Burada bir grup var büyük günah işlemişler böyle sereserpe bekliyorlar. Şimdi Cenabı Hak bunların da bir kısmını affediyor, şirk işlemedikleri için. Şirk işleyenler de zaten almıştır diyor. E bunların sayfalarını da gel sen dağıt. Falanca buna sen dağıt, sen dağıt. İşte odur bu şefaat odur. Yoksa Allah bağışlamıştır, kimse araya ricacı giremez.