Bugün 30. cüzün ilk suresini okuyacağız Allah nasip ederse. Nebe Suresi. Kuran-ı Kerim’in 78. Suresi.
Nebe, yükseklerden gelen haberler anlamına gelir. Nebi, o haberi veren kişi demektir. Resul de onu tebliğ eden kişidir. Nebi, vahiy alan; resul de o alınan vahyi tebliğ eden kişidir. Nebilerin hepsi resuldür. Yani her nebi resuldür. Allah’tan aldığı vahyi insanlara bildirmek zorundadır. Ama her resul, nebi değildir. Mesela, Yasin Suresinde “Onlara örnek olarak o şehrin halkını ver. Hani onlara resuller gelmişti. Onlara iki tane resul göndermiştik, ikisini de yalanladılar. Onu üçüncüyle destekledik.” Bu resuller peygamberin gönderdiği resuller. İsa aleyhisselamın gönderdiği elçilerdi. Yani her nebi resuldür ama her resul nebi değildir. Resul, birinin sözünü diğerine ulaştıran kişidir. Ama nebi, haber alan kişidir. İşte Allahü Teâlâ’dan yani yücelerden haber alanlar ile onu tebliğ edenler farklı olabilir. Yani peygamberin resulleri olur. Peygamber birisini görevlendirir, git şurada şu ayetleri oku der, onlar peygamberin resulü olur. Tıpkı Antakya’ya gelen resuller gibi.
Peygamberimiz s.a.s. için “hatem ül enbiya” ifadesi kullanılmıştır Kuran-ı Kerim’de. Yani “nebilerin sonuncusu”. Ama Kuran’da “hatem ül rusül” diye bir ifade yoktur. Yani resullerin sonuncusu diye bir ifade yoktur çünkü resullük hiçbir zaman bitmez. Siz herhangi bir ayeti anlar, gider herhangi bir kişiye anlayacağı şekilde anlatırsanız o konuda resul olursunuz. Çünkü Peygamberimiz de olsaydı o işi yapacaktı. Haber alma yani vahiy alma değil alınmış vahyi tebliği etme manasındadır resullük. Onun için Kuran-ı Kerim’in ayetlerinde görürsünüz “en nebiyyül resul” ya da “er resulün nebi” diye geçer. Yani hem resul hem nebi. İşte peygamberler hep öyledir. Hem resuldür hem nebidir. Ama peygamberlerin ümmeti sadece resul olabilir, başka bir şey olamazlar. Yani Allah’tan alınan emirleri insanlara tebliğde aracı olabilirler.
Şimdi, bazı kitaplarda işte nebi, önceki peygamberin getirdiği kitapla amel eden; resul, ayrı bir şeriatı olan gibi birtakım açıklamalar yaparlar. Bunlar kabul edilebilecek şeyler değil. Yani bunların hiçbirisi tutarlı değil. Mesela, Muhammet sallallahu aleyhi ve selleme Kuran-ı Kerim resul ve nebi kelimesini kullanıyor. Ne yapıyor, hangi şeriat? İşte müstakil şeriat sahibi. Allah’ın kendisine kitap verdiği. Her defasında söylüyoruz, çok enteresan yani bunun nasıl olduğunu anlamak da oldukça zor. Ama bakıyoruz ki yani birçok konunun Kuran’la ilişkisi tarih içinde kesilmiş. Şimdi konumuza devam ediyoruz.
İşte bu bir nebe. Yani nebinin gelip haber verdiği bir şey. Yücelerden alınan bir haber. Sıradan bir insanın vereceği bir haber değil. “Birbirlerine neyi soruşturup duruyorlar?” O ona soruyor, o ona soruyor. “O büyük haberi mi? Öyle ki onlar o konuda ihtilaf içerisindedirler.” Şimdi aslında asıl büyük haber Kuran-ı Kerim’dir. Allah’ın kitabıdır. Yani Nebi sallallahu aleyhi ve sellemin getirdiği asıl haber budur. Asıl istediği şey putlarını bırakıp Allah’ın dinine gelmeleridir.
“Birbirlerine neyi soruyorlar, o büyük haberi mi?” Tabi şimdi bir kişi geliyor. Ben Allah’ın peygamberiyim diyor. İçlerinden birisi kalkıyor ben Allah’ın peygamberiyim diyor. Bu onlar için gerçekten çok büyük bir haber. Neden büyük bir haber? Çünkü bugünkü Tevrat’ta da dikkatle incelendiği takdirde ortaya çıkıyor ki son gelecek peygamber Mekke’de ortaya çıkacak. Peygamberliğini esasen Medine’de yayacaktır. Ama bunu bulabilmek için iyi uzmanlaşmak lazım ve tercümelerden okumamak lazım Tevrat’ı. Aksi takdirde izleri takip etmek zorlaşıyor. Kabe’den, zemzemden, etrafındaki dağlardan, sonra Medine’den, Medine’nin yanındaki dağlardan hepsinden bahsediyor.
Yahudiler son peygamberin Medine’de asıl görevini yapacağını kitaplarından öğrendikleri için 4 Yahudi kabile gelip Medine’ye yerleşmiş. Orada gelecek peygamberi bekliyor. Bunlar Beni Kaynuka, Beni Kureyza, Beni Nadir bir de Beni Oreyt kabileleri. Bunların Medine’ye gelişlerinin asıl gayeleri bu olduğu için Araplara karşı sürekli bunun propagandasını yapıyorlar. İşte son peygamber gelecek, biz onunla birlikte olacağız, sizin haddinizi bildireceğiz diye sürekli propaganda yapıyorlar. Bu son peygamber gelince neden İsrailoğullarına gelmedi diye kıskandılar. Halbuki yine İbrahim aleyhisselamın soyundan geliyor. Sadece Hz. Yakup’un soyundan değil. İnanmadılar. Halbuki bekledikleri peygamberin o olduğunu biliyorlardı.
Fakat burada şöyle bir şey ortaya çıktı. Bunlar sürekli o peygamberin propagandasını yaptıkları için zihinleri buna hazırladılar. Bir peygamber beklentisi içine soktular bütün insanları. Bütün insanları derken yani Mekke ve Medine çevresindeki, onların temasta bulundukları kişileri. Çünkü Medine Şam’a doğru giden ticaret yolunun ortasında yer alan bir şehir. Dolayısıyla bütün Mekkelilerin Medine’yle, bütün Medinelilerin Mekke’yle yakın alakası var. Mekke büyük panayırların kurulduğu bir yer. Medine de ticaret yolları üzerinde bulunan bir şehir. Dolayısıyla yakın alakaları var. Bundan sonra gelecek peygamberin Mekke’den çıkacağını da biliyorlar. Fakat inanmadılar, kafir oldular. Kıskançlıklarından dolayı, bilmediklerinden dolayı değil.
Bunlardan 3 kabile cezalandırıldı ve Medine’den sürüldü. Beni Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kureyza. Dördüncü kabile sonuna kadar Medine’de kaldı. Beni Oreyt kabilesi. Bunlara hiç dokunulmadı çünkü problem çıkarmadılar. Müslüman olmadılar ama problem de çıkarmadılar. Gerçi daha sonra artık onlar da Müslüman oldu ve Medine’de bir Yahudi kalmadı. Ama peygamberimiz vefat ederken zırhının bir Yahudi’de rehin olduğunu biliyoruz değil mi? İşte o Yahudi Beni Oreyt kabilesinden olan bir Yahudi’ydi. Bunu Allah rahmet eylesin Muhammet Hamidullah tespit etmiş.
Şimdi, Medine’de Yahudilerin içinden çıkacak bir peygamber ve bütün Arapların zihninde bu beklenti var. O kendi içlerinden çıkınca onlar için de şaşırtıcı bir şey oluyor. Ve bu büyük bir haber. Medineliler diyor ki o Yahudiler, biz bununla sizi ezeceğiz, şey yapacağız. Fakat bunlar da şok oluyor tabi Mekke’dekiler. Bir de Mekke, İbrahim aleyhisselamın soyundan gelen insanlardan oluşuyor. İşte İsmail aleyhisselam Nuh tufanından sonra kumlar altında kalmış olan Kabe’nin bulunduğu yere gelince orada ne Kabe vardı ne de bir yerleşim. Meleklerin göstermesiyle İbrahim aleyhisselam Adem aleyhisselam tarafından yapılan Kabe’nin temellerini buldu ve o temelleri yükseltti. Onun için Kuran-ı Kerim’de İbrahim aleyhisselam Kabe’yi yapan diye tanımlamaz Allahü Teâlâ. Duvarlarını yükselten diye tanımlar. “Hani İbrahim o beytin temellerini yükseltiyordu, İsmail de öyle.” O beyt zaten vardı ama yıkılmıştı.
İşte oraya İsmail aleyhisselam yerleşince çevre kabilelerden birisinin kızıyla evlendi. Orada işte zemzem suyu tekrar bulundu ki zemzem suyundan bahsediyor Tevrat. Zemzem suyu bulundu. Orada tekrar yerleşim oldu. Tabi Kabe’nin, Arafat’ın, Mina’nın, Müzdelife’nin orada olması, hac olayının öteden beri olması sebebiyle orası artık insanların çok önemli bir dini merkezi oldu. Kuran-ı Kerim’e bakın, Kuran’ın üzerinde durduğu tek mescit Mescit-i Haram’dır, Mekke’deki mescittir. Geçen haftaki dersin sonunda da anlatmaya çalıştık işte Kudüs’te bir Mescit-i Aksa oluşturmaya çalışıyorlar. Böyle bir olay yok. Ha, Kudüs Yahudilerin kıblegahıdır. Bu tamam. Ama mescit olarak Allahü Teâlâ’nın üzerinde durduğu Mekke’deki Mescit-i Haram’dır.
Oranın kainatın merkezi olduğu anlaşılıyor. Suudi Arabistan’da bir astronomi alimi var. Çok güzel konuşmalar yapıyor. Kuran-ı Kerim konusunda bayağı ilim sahibi bir kişi. Adını hatırlayamıyorum da. Bazen rastlıyorum, dinliyorum. Bir gün şunu anlattı. Dedi ki bütün kıtalara Suudi Arabistan Krallığı ilim adamlarını gönderdi. Her taraftan Mekke’ye kıble açılarını tespit edip ilan etmeleri için yani çalışma yapmaları için görevlendirdi. Yapılan çalışma sonucu Mekke’nin mevcut kara parçalarının tam orta noktası olduğu ortaya çıktı dedi. Bu gayet normal bir şey. Çünkü Kuran-ı Kerim’de oraya Ümmül Kura deniyor, Anakent deniyor. Yani tüm şehirlerin anası adı veriliyor. Dolayısıyla merkezde olması çok tabidir.
Peygamber s.a.s. oranın dik üstünde Beyt-i Mamur’un olduğunu ifade ediyor ki El Beytül Mamur, Kuran-ı Kerim’de de geçer. Şimdi insanlar Kabe’nin etrafında, biz Kabe’nin etrafında dönüyoruz. Melekler Beyt-i Mamur”un etrafında dönüyor. Her ne kadar mevcut astronomi anlayışına aykırı olsa da ben Kuran-ı Kerim’e baktığım zaman bütün kainatın Kabe’nin etrafında döndüğünü şahsen tespit ediyorum. Yani bu astronomik çalışmalar birtakım varsayımlara dayalı olarak yapılır. Dünyayı merkez alarak bir çalışma yapılırsa farklı olur. Başka yeri merkez alarak yapılırsa farklı olur. Birtakım varsayımlar çünkü hiçbir astronomi alimi kainatın dışına çıkıp da gözlem yapmış değil ki.
Şimdi düşünün sizi vücudunuzdaki bir hücrenin içerisinde büyük ilim adamlarının yer aldığını kabul edin mesela. Öyle farz edin ki işte dünya kainat içinde bir hücre büyüklüğünde değil. Ondan çok çok daha küçük. E şimdi ondaki ilim adamları sizin vücudunuzun merkezini nasıl belirleyecekler? Bütün gördükleri bir hücre, başka bir şey gördükleri yok. O hücreyi de tümüyle tanımaları mümkün değil. Ya da şöyle söyleyelim. Siz şu odanın içinde olun, dışarıya çıkmayın. Şu Ensar Vakfı binasının merkezini nasıl belirleyeceksiniz? Birtakım varsayımlarda bulunacaksınız. Bu odaya göre varsayım yapacaksınız değil mi? Dolayısıyla astronomi alimlerinin yapabileceği bu. Bundan başka bir şeyi zaten yapamazlar. İsteseler de yapamazlar. Ama yapabilecekleri bir şey var. Bu kainatı yaratanın Allah’ın kitabına bakmak. Mesela şu binanın planını bulsalar, projesini bulsalar merkezini tespit etmek zor olmaz değil mi? Eh, kainatın planı, projesi Cenabı Hak’ta, Allah’ın kitabına bakacaksınız, başka şeyiniz yok.
Şimdi, Mekkeliler İbrahim aleyhisselamın soyundan oldukları için kendilerini İbrahim dininden kabul ediyorlardı. Ondan dolayı sürekli hac ve umre ibadetlerini yapıyorlardı. Kuran-ı Kerim’e baktığımız zaman mutlaka namaz kılıyor olmaları gerekiyor. Zaten Cahiliye Dönemi’yle ilgili tarihi bilgilerimiz çok az. Bazıları sanki İslam’ın ihtiyacı varmış gibi İslam’ı yüceltmek için Cahiliye Dönemi’ne tu kaka etmişler. Birçok bilginin bize gelmesini engellemişler. İslam o kadar yüce ki onu yeryüzünde gölgeleyebilecek hiçbir şey yok. Siz onlarla ilgili doğru bilgileri ortaya koyun bu İslam’ın aleyhine değil. İbrahim aleyhisselam Cenabı Hakk’a dua ediyor. Geçen hafta da kısaca bahsetmiştik. “Ya Rabbi o namazı benim sürekli kılmamı nasip eyle, soyumdan gelenlerin de öyle.” Dolayısıyla Mekkelilerin mutlaka namaz kılıyor olması lazım. “O oruç size farz kılındı, sizden öncekilere farz kılındığı gibi.” dediğine göre mutlaka oruç tutuyor olmaları lazım. Ha, bozmuşlar o başka. Zaten asıl mesele o bozuklukla mücadele etmektir, başka bir şey değil.
İşte bu Mekkeliler kendilerini çok dindar kabul ediyorlardı. İbrahim aleyhisselamın soyundan kabul ediyorlardı. Dolayısıyla Mekke de bölgenin önemli bir dini merkezi. Kendilerini çok dindar kabul ediyorlar. O kadar dindar kabul ediyorlar ki hac sırasında Harem’in dışında olduğu için Arafat’a çıkmıyorlar. Gerekçeleri de şu. Biz Arafat’a çıkarsak Arafat’a değer vermiş oluruz. Yani Arafat kutsanmış olur bizimle. Halbuki biz Harem’den başka hiçbir yere değer vermemek durumundayız. Harem sınırları Mina’da biter. Onun için çıkmıyorlardı. Çıkarsak Arafat kutsallaşır diye. Onu da bekliyorlardı Mina’da, siz gidin gelin. Diğerleri gidip geliyorlardı.
Şimdi böyle bir toplum, kendini çok dindar kabul eden bir topluma bir peygamber geliyor. O peygamber de çok güvendikleri bir insan. Çok değer verdikleri bir insan diyor ki ben peygamberim ve birtakım haberler veriyor ki bunların dünyasını alt üst ediyor. Beyinlerini parçalıyor, zihinlerini alt üst ediyor. Siz müşriksiniz diyor. Siz müşriksiniz deyince nasıl olur biz müşrik değiliz, kabul etmek istemiyorlar. İşte siz şöylesiniz böylesiniz. Asıl büyük haber bu. Bütün dünyalarını alt üst ediyor. Bir kısmı inanıyor, bir kısmı inanmıyor. “Hayır, yakında öğrenecekler.” Yaşayanlar da öğrendiler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemi Mekke’de bırakmadılar. Medine’ye göç etmek zorunda kaldı. Medine’de İslam gelişti, bir müddet sonra gelip Mekke’yi fethettiler. Peygamber efendimize karşı çıkanların büyük bir bölümü Müslüman oldu. Çoluk çocukları Müslüman oldu, olmayanlar da mahvolup gittiler. Dünyaları da bitti, ahiretleri de bitti. Gördüler, bu dünyadayken gördüler, ahirete kalmadan. “Evet, bu böyle gitmeyecek, öğrenecekler.”
Şimdi genellikle burada bu nebi-i azim kıyamet olarak da geçer bazı tefsirlerde o büyük haber, kıyamet. Tamam kıyamet de büyük bir haberdir, doğru. Ama asıl büyük haber peygamberin kendisi ve getirdikleridir. Kıyamet onun içinde bir parçadır. Şimdi buna kıyamet deyince bazıları inanıyor, bazıları inanmıyordu. Şöyle de diyorlar işte Müslüman olanları ahirete inanıyordu, olmayanlar inanmıyordu. İbrahim aleyhisselamın soyundan gelenlerin ahirete büsbütün inanmamaları mümkün değil. Onlar içinde inanan vardır, inanmayan vardır. Bugün Türkiye’de ben Müslüman’ım deyip de ahirete inanmayanları siz tanıyor musunuz? Var mı tanıdıklarınızdan? Ben Müslüman’ım dediği halde? Var değil mi? Ha bitti, aynı şey, orada da olmaz, burada da olmaz. Orada da ben İbrahim’in dinindenim dediği halde ahirete inanmayanlar olur.
Ahirete kim inanmaz? Diyor ki Allahü Teâlâ “O ahireti saldırgan ve günaha dalmış olanlardan başkası yalanlamaz.” Çünkü ahiret varsa yandık der, büsbütün yandık. Yani işlediği haltları çok iyi bildiği için hesabını veremeyeceğini düşünür. İnkar ederek kurtulacağını zanneder.
Evet Kuran-ı Kerim’de böyle insanlar var. Şu anda bakın bir ayet okuyayım. Bugünkü insanları bu ayette bulacaksınız. Casiye Suresi 24. ayet. “Şu yaşadığımız hayatın dışında bir hayat yok dediler. Ölürüz ve diriliriz.” Bak, ölürüz bunu anladık. Peki “diriliriz”den ne anlayacaksınız? Ne anladınız? Bu dünya hayatımızdan başka hayat yok. Reenkarnasyon. Ölürüz, tekrar hayat buluruz. Nerede? Bu dünyada. “Bizi helak eden zamandır.” Yaşlanıyoruz ve helak oluyoruz. “Onların bu konuda bir bilgileri yok. Sadece zannediyorlar, bir hayal yürütüyorlar.”
Çünkü insanoğlu ebedi hayat için yaratıldığından bakın 90 yaşındaki bir adam bir ev yaptırsa ne der? Çok sağlam yapın der. Belki hiç içine girmeyeceksin. Çünkü ölmeyi hesabına katmaz. Kendinize bakın. Herhangi bir hesabı ölüme göre yapabiliyor musunuz? Öleceğinizi bildiğiniz halde, mümin olduğunuz halde ölecek gibi mi davranıyorsunuz, ölmeyecek gibi mi davranıyorsunuz? Nasıl? Çünkü bizi Allahü Teâlâ ebedi hayat için yaratmış. Dolayısıyla bu dünya hiç kimseyi tatmin etmez. Bu dünya hayatı hiç kimseyi tatmin etmez.
Zaten görüyorsunuz bakıyorsunuz ki birçok iyilikler yapıyorsunuz o kötülük diye algılanıyor. Ya bir yerde bu iyiliğimin karşılığını almalıyım diyorsunuz değil mi? Bazı kimseler işte kötülük yapıyor, ispat edemiyorsunuz. Bir yerde bu adam cezasını almalı diyorsun. Aksi takdirde böyle olmaz. Dolayısıyla herkesin zihinsel arka planında ahiret inancı vardır. Ahiret inancı sizi tatmin eder. Ama başka şey tatmin etmez.
Size daha önce anlatmıştım. Reenkarnasyon konusunda bir televizyon programına çıkmıştım. Canlı yayın, orada dinleyiciler de var. Ben reenkarnasyonun olmadığını söylediğim zaman tam karşımda oturan bir hanım dedi ki ben reenkarnasyona inanıyorum dedi. Neyse reklam arası verildi, yanıma geldi. Dedi ki ben dinsizim. O dinsizim kelimesini sanki canlı yayında söyledi diye hatırlıyorum ama yanlış olabilir. Yani ben ateistim dedi. Yani ben tanrı tanımam. Ben ona dedim ki hanımefendi siz ateist falan değilsiniz, siz Allah’a kesin olarak inanıyorsunuz öyle değil mi dedim. Elbette dedi. Ben Allah’ıma kurban olayım, ben ona olmuşum dedi. Böyle bir kollarını kavuşturdu, ay dedi ben onu hatırladığım zaman çok mutlu olurum. Ona ben kurban olurum, ona her şeyim feda falan. Sonra dedi ki ben 45 yaşındayım. Çünkü en az 65 yaşında gösteriyordu. Dedim ki siz aslında reenkarnasyona inanmıyorsunuz değil mi dedim. Fakat çok güzel olmak istiyorsunuz. Çok uzun yaşamak istiyorsunuz. Ulaşamadığınız birtakım hedefleriniz var, bunlar ulaşmak istiyorsunuz, bunları gerçekleştirebilmek için zihninizde bir reenkarnasyonu düşünüyorsunuz öyle değil mi dedim. Evet öyle dedi.
Bak dedim, kainatta ölen her şeyin yeniden yaratıldığını görmüyor musun? Mesela bitkiler kışın ölüyor, baharın yeniden yağmur yağınca yaratılıyor. Bu oluyor. Bunun bir delili var. Ama şu insanın şu … (anlaşılmıyor) dönüştüğünün bir delili yok. Yeniden yaratılan bitki hangi bitkiyse o aynı. Bir başkasının şeklinde yaratılmıyor. Elma tohumuysa elma, buğday tohumuysa buğday, yonca ise yonca, değişmiyor. Sen dedim hiç Kuran’ı okudun mu? Yok dedi. Ha, şunu söyle ben Allah’a kurban olayım ama peygamberi kabul edemem dedi. Ha işte problem bu. Çünkü senin davranışlarını değiştirecek olan peygamberin getirdiğidir. Allah’ın varlığı seni tatmin ediyor, sığınmak istiyorsun, yardım istiyorsun, her şey…
Ona demedim de ateistlerin bütün istedikleri şu. Allah bana her şey versin ama emir vermesin. Bütün istedikleri odur. Çünkü o emir peygamberle geliyor. Hiç Kuran-ı Kerim okudunuz mu dedim. Yok dedi. O zaman Kuran okuyun dedim. Söz verdi, okudu mu okumadı mı bilmiyorum.
İşte burada da aynı, bakın iddialar değişmiyor. Diyorlar ki bizim sadece bu dünya hayatıdır. Ölürüz, tekrar diriliriz. Nasıl diriliriz? Başka bir bedende. Hep farklı bedenlerde geliyor. Çünkü ölümle kendini tatmin edemiyor. Kendini tatmin edebilmek için hayal kuruyor. Allah da diyor ki “Onlar sadece bir hayal kuruyorlar, başka bir şey yaptıkları yok.” Çünkü bir delilleri yok. Ama ahiretin olacağını ispatlamak için o kadar çok delil var ki. Yani ölen bütün kainat yeniden diriliyorsa insanoğlu da bir bitki gibidir. “Allah sizi bu topraktan bir bitki gibi bitirmiştir.” Bizim bitkiden farkımız şu. Bitki sabittir, şu topraktadır. O toprakta eğer bir şey varsa var, yoksa kurur gider. Ama insan öyle değil. İnsan gıdasını kainatın her yerinde alır. İhtiyaçlarını her taraftan karşılar. Ama o da bitki gibi sadece topraktan beslenir, başka bir yerden değil. Bütün maddeleri topraktan gelmiştir. Ölünce aynen bitki gibi tekrar toprak olur. O zaman bunun yeniden dirileceğini kabul etmek hiç de zor değildir. Demek ki reenkarnasyonun da Kuran-ı Kerim’de ayeti varmış. O zaman böyle diyorlardı ama hepsi bunu söylemiyordu. Ahireti kabul edenler de vardı.
Şimdi tekrar Nebe Suresini dönüyoruz. “Hangi şeyden soruyorlar, o büyük haberden mi?” Çünkü yücelerden geliyor, Allah’tan gelen bir haber. Öyle bir haber geliyor ki karşılığını vermek mümkün değil. Cevap veremiyorsunuz. Şimdi mesela bugün siz de aynı olayı yaşıyorsunuz. Birilerine gidiyor Allah’ın bir ayetini okuyorsunuz. Adam dindarlığıyla övünüyor, bulunduğu bölgede en dindar adam, en iyi hoca, en iyi Müslüman olarak geçinen bir kişiye Allah’ın bir ayetini veriyorsunuz, söylüyorsunuz, adamın bütün hayatı alt üst oluyor. Sizi susturmak istiyor, cevap vermek istiyor, verme imkanı yok. Eziliyor. O zaman Mekkelilerin yaptığı gibi hakaret ediyor. Saldırıyor, kafir diyor, birtakım şeyler söylüyor. Zaten bütün peygamberlere kafir denmiştir. Bizim peygamberimize de denmiştir. Yani sen babalarının dinini terk ettin demişlerdir.
“Onlar bu konuda muhtelif, bir kısmı kabul ediyor, bir kısmı kabul etmiyor. Hayır, bunu öğrenecekler.” Evet bugün de aynı. Siz Kuran-ı Kerim’i anlayıp yaşamaya, insanlara anlatmaya devam edin, herkes bunu öğrenecek. Kuran’ın ne demek olduğunu öğrenecek. Allah’a şükür bugün elimizde çok geniş imkanlar var. Bütün dünyaya yayma işte… Şurada konuşuyoruz bütün dünya dinleyebiliyor. Bu imkanlardan iyi yararlanırsak kısa sürede Allah’ın kitabını tüm dünyaya yayarız. Yani şunu da kafanıza iyice yerleştirmeniz lazım. Resullük bitmemiştir, kıyamete kadar devam eder.
Ama bazı din istismarcıları ki şunu da unutmayalım yine en fazla yapılan istismar din istismarıdır yeryüzünde. Çünkü insanlarda dindarlık duygusu çok kuvvetlidir. En ateistinde de işte az önce bir ateisti anlattım size. İnsanlarda din duygusu çok kuvvetlidir ve bu müthiş sömürülür. Din istismarcılarından mesela şunu duyarsınız. Kuran-ı Kerim’de nebilik bitmiş, resullük bitmemiştir der ondan sonra ben resul olarak Allah’tan vahiy alıyorum der. Din istismarcılarından şunu duyarsınız. Ama bunlar öyle ufak tefek istismarcılar değil, çok ciddi istismarcılar. İstismarın en büyüğünü yapabilmek için epeyce bilgi sahibi olmak lazım. Yani mesela şimdi bir adama diyorsunuz ki şimdi şu uçağı öyle bir ayarla ki uçağın yolcuları Ankara üzerinden geçerken uçak orada düşsün. Bunu herkes ayarlayabilir mi? Çok iyi uzman olmak lazım değil mi? İşte insanları dinden saptırabilenler de böyle çok iyi uzmanlardır. Yoksa öbürlerini kimse dinlemez.
Şimdi bunların bir kısmı diyor ki efendim Kuran-ı Kerim’de “ve hatemen nebiyyin”, nebilik bittiği belirtiliyor ama resullük bitmemiştir. Dolayısıyla biz de resul oluyoruz ve hala vahiy alıyoruz der. Ya işte nebilik o vahiy almasına derler. Resullük onu tebliğdir. Resullük bitmemiştir ama Allah’ın kitabını okuyarak insanlara anlatırsan ancak o zaman… Kendinden bir şey katarsan yanarsın. Katamazsın. Neyse o. Resullük bu. Bir kısmı da diyor ki efendim diyor bizim ilahiyat fakültelerimizde ders olarak okunuyor bunlar, şu anlattığım şeyler. Efendim diyor nebi ile veli arasındaki fark nedir biliyor musunuz? Ne? Nebi vahyi Cebrail aracılığıyla alır, veli Allah’tan doğrudan alır diyor. Bak şimdi bu, ilahiyat fakültelerinde ders olarak okutuluyor diyor.
Onun için yere göğe koymadıkları Muhittin İbn-i Arabi’nin El Futuhhatul Mekkiye’sinde şu vardır. Peygamber, duvarın kerpiç tuğlası, ben altın tuğlasıyım der. Aynen bunu yazar. O hatem ül enbiyadır, ben hatem ül evliyayım. Onunla benim aramdaki fark gökle yer arasındaki farktan daha fazladır der. Kendini göklerin üstünde görür. Kendi ifadeleri. Ve millet bunu adam yerine koyar. Bunun için doktoralar yapılır, bunun üzerine çalışanlar ilahiyat profesörü olur. İlk cümleyi niçin söylediğimi anladınız mı? Uçak olayında yani.
Birkaç gün önce Amerika’dan bir telefon geldi, o vesileyle haberdar oldum. Gazetelerin birisinde yazıyor İmam Rabbani demiş ki İbn-i Mesut’un rivayeti dolayısıyla Kuran-ı Kerim’in son iki suresi Felak ve Nas Surelerinin Kuran’dan olmadığını düşünerek namazda okumuyordum, farz namazlarda okumuyordum. Fakat keşifte bana peygamberimiz bildirdi ki bunlar Kuran sureleridir. Onun için okumaya başladım. Ondan sonra da diyor ki keşifle diyor hadis alınır. Büyük bir cemaatin lideri söylüyor, orada yaşayan bir cemaatin lideri.
(İzleyicilerle konuşmalar) İşte bu Kuran’ın üzerinde bir şüphe doğurmak. Böyle hayallerle işi yürütüyorlar işte. Ne belirlemesi? Neresi doğru ki orası yanlış olsun? Önceden neymiş? Doğrudur.
Dolayısıyla din adına istismarlar her zaman devam edecektir. Bunun sonunu alamazsınız. Çünkü Allahü Teâlâ herkese cehenneme gitme hürriyetini vermiştir. Allah’ın verdiği hürriyeti bizim engellememiz mümkün değil. O hürriyeti kendimiz için kullanmayalım uğraşalım da. Yani cehenneme biz gitmemeye gayret gösterelim. Giden gider ne yapalım?
Keşif, yani hani perdeler açıldı, kapılar açıldı derler ya. Keşifle ilgili bir tek delil var. O da Kaf Suresinde. Tek delilleri o. Bakın orada ne diyor? 22. ayet. Yukarısından okuyalım. “Sura üflendi. Bu sözü verilen gündür. Herkes gelir, yanında yol gösterici ve şahidi…” Yani şu dünyada bizimle beraber bulunan iki tane melek var ya. Kabirden çıktığımız zaman onlar yine yanımızda olacaklar. Birisi amel defterlerimizi taşıyacak, birisi toplantı yerini gösterecek, gel şuradan gidiyoruz diye. “İnançsız olan insanlar diyecek ki sen bu konuda gaflet içindeydin. Kendi kendini aldatıyordun. -Allahü Teâlâ demiş olacak- Senin perdeni kaldırdık.” Yani artık ahireti görüyorsun. Ahireti perdeleyen birtakım dünya menfaatleri vardı. İşte burada perdeni açtık, ahirette söylenen bir söz.
Şimdi onlar bu dünyada açıyorlar ve bu ayeti delil getiriyorlar. Hiç olacak şey mi? İyi ki bir keşif kelimesi geçmiş Kuran-ı Kerim’in bir tek yerinde. “Bugün gözün keskindir.” Yani kıyamet gününde bütün gerçekleri göreceksin ama neye yarayacak ki? Ondan sonra “Onun yakınında bulunan diyecek ki işte yanımdaki, suçlu hazır.” Sanık hazır diye bağırıldığı gibi mahkemede. Ve devam ediyor.
Evet, dersimizin birinci bölümünü burada bitiriyoruz.