Naziat Suresine gelmiştik. Bu surede ahiretle alakalı birtakım ciddi hatırlatmalar var. Sure şöyle başlıyor. “Dalarak çekip çıkaranlara, kolayca işi halledenlere, kolayca yüzüp gidenlere, yarışta başarı kazananlara, işleri çekip çevirenlere yemin olsun.”
Şimdi buradaki ayetle nelerin kastedildiği hususunda tefsirlerde farklı görüşler var. Ama genelde kabul gören bunların melekler olduğudur. Şimdi önümde meal yok bugün. Burada melek diye yazıyor mu? Burada şu var. “And olsun o daldırıp çıkaranlara, usulcak çekenlere, yüzüp yüzüp gidenlere, derken yarışıp geçenlere ve bir iş çevirenlere.” Şimdi bunu şey yaparken tefsirlerde dalarak çekip çıkaranlara, kafirlerin ruhunu çıkarırken söke söke çıkaranlar; kolayca işi halledenlere, Müslümanların ruhunu alırken kolaylıkla alanlar; kolayca yüzüp gidenlere, işte Allah’ın adını tespih edip duran bütün melekler olarak geçiyor.
Mesela şimdi bu önümdeki Diyanet İşler Başkanlığının mealinde canlıları boğarcasına şiddetle çekip alanlara, can alanlara, can alanlar melekler değil mi ölenler için? “And olsun ruhları şiddetle çekip çıkaranlara…” Bu da Ömer Nasuhi Bilmen’in meali. Genellikle bu böyle.
Şimdi, daha önce de bunun benzeri geçmişti El Murselatı Orfen Suresi açıklanırken. Burada meleklerin müennes olduğu düşüncesi var. Yani el melaike, tamam cemi olması sebebiyle müennes olabilir yani dişi olabilir. Ama Kuran-ı Kerim meleklere dişilik yakıştıranları ne yapıyor? Reddediyor değil mi? Nereden biliyorsunuz diyor, yaratılırken orada mıydınız siz? Bir de melaike kelimesi Kuran-ı Kerim’de erkek isimlerin aldığı nitelemeleri alır: Vel melaiketül mukarrabun denir.
Yani bunu Arapça bilenler ancak ne dediğimi anlarlar. Ama burada tabi bilen var, bilmeyen var. Bilmeyenlere bunu izah etmemin bir anlamı yok. Çünkü bu dille alakalı bir olay. Dolayısıyla buradaki naziat, melekler olamaz. Tefsirlerde melekler diye geçiyor. Genellikle melekler olamaz. Çünkü melekler dişi varlıklar değildir. Meleklerle ilgili bütün nitelemeler Kuran-ı Kerim’de erkek varlıkların nitelenmesi gibidir. O zaman melekler değilse ne olur? İnsan da olamaz, çünkü insan da erkektir. Yani kelime yapısı olarak bizim Türkçemizde erkeklik dişilik yok da anlamamız biraz zor olur ama mesela Fransızca olsaydı hemen anlardınız. Masculen, feminen gibi. Ya da Arapçayı anlardınız. Birçok dillerde vardır bu.
O zaman burada iki manadan birisini tercih etmek gerekir. Mesela “naziat”ı kadınlar diye anlamlandırabilirsiniz. O zaman şöyle bir mana verirsiniz. “Söke söke alan kadınlar önemlidir. Kolaylıkla iş başaran kadınlar önemlidir. İşlerini çabucak ve tam olarak yapanlar önemlidir. Yarışta başarılı olan kadınlar önemlidir. İşlerini çekip çeviren kadınlar önemlidir.” dediğiniz zaman arkadan gelen sadece kadınlarla ilgili değil, herkesi ilgilendiriyor. Yani kelimenin yapısına bakarak bunu kadınlara tahsis etmek isteyenler olabilir ama arkası ona uygun değil. O zaman yapılacak şey buna nefis anlamını vermektir. Nefis kelimesi dişi bir kelimedir. Yani müennes dediğimiz bir kelimedir. Hem erkek için hem kadın için kullanılır. Erkeğin de nefsi vardır, kadının da nefsi vardır.
O zaman şu manayı vermek en uygun olanıdır. “Söke söke alan nefisler önemlidir.” İster kadın olsun, ister erkek olsun. Yani hakkı alırken söke söke alırım diyor ya. Yani başkasına zulmetmek manasına değil. Hakkını almak için söke söke alan nefisler önemlidir. “İşlerini kolaylıkla yürüten nefisler önemlidir. Kolayca iş başaranlar önemlidir.” Artık bizim Türkçemizde bunda nefis kelimesini kullanmaya lüzum yok. Türkçeden o hemen anlaşılıyor. Ben Arapça açısından kullandım onu. “Bir işi çekip çevirenler önemlidir. Bir yarışta başarılı olanlar, yarışlarda öne geçen kimseler önemlidir.” Bütün bunlar çok ciddi gayret gerektiren şeylerdir.
Bütün bunlar dünya açısından son derece önemli şeylerdir. Söke söke de olsa bir hakkı alabiliyor ya da kolay bir şekilde problemi çözüyor. İşi çok çabuk bir şekilde başarıyor. Yarışta önde koşuyor ve işleri çekip çeviriyor. Bunlar dünya açısından son derece önemli şeylerdir. Şimdi bunlar önemli, şüphesiz önemli. Ama bir de ahireti de düşünmek lazım. Bu derece önemli iş yapan insanlar ahireti de düşünmeliler.
“O sarsan şiddetli bir şekilde sarstığı gün, arkasından bir artçı sarsıntı gelir. İşte o zaman kalpler korku içerisinde olacaktır.” O depremi yaşayanlar bunun ne olduğunu bilirler. “Gözleri öne inmiş, yapacak bir şey yok, teslimiyet gösterirler. Bugün böyle olur.” Böyle bir gün gelecek. Şimdi bu insanlar böyle diyorlar. Şimdi bu “yekulüne” sözü yine Arapça açısından ifade edeyim çünkü Arapça bilenlerin çok dikkatle dinlediğini görüyorum. Gerçekten oldukça önemli bir şeydir. “Yekulüne”nin faili cemmüzekker zamiri olan vav. Yani bir zamirdir. O zamir, yukarıdaki bir şeyi gösteriyor. Kimi gösteriyor? İşte o işleri yapanları. O zaman demek ki onlar nefisler.
Şimdi yukarıdaki kelime nefis itibarıyla müennes. Ama insan olarak düşünürseniz o nefsi temsil eden o zaman müzekker olur. “Yekulüne”de bizim az önce yapmış olduğumuz tefsirin son derece yerinde olduğunu gösterir. Şimdi bu kadar başarılı olan insanlar şunu söylüyorlar. “Şimdi o kabir çukurunda, kabir çukuruna atıldıktan sonra tekrar geriye mi çevrileceğiz?” Öldük, o çukura girdik. Çukurdan tekrar çıkarılacak mıyız? “Yani şimdi biz çürümüş kemikler haline geldiğimiz zaman mı bunu yapacağız? O zaman mı olacak?” Yani öleceğiz, et diye bir şey kalmayacak, kemikler de çürüyecek, sonra tekrar geri çevrileceğiz öyle mi? Şimdi bu olmayacak da diyemiyor, çünkü bu kadar başarılı olan insanlar zeki insanlardır. Meseleyi anlayan, kavrayan insanlardır. “O zaman öyleyse bu, kişiyi zarara sokan bir tekrardır.” Yani yeniden hayata döneceksek işimiz çok kötü. Ahiret için bir hazırlık yapmış değiliz. “Bu olacak. Burada sadece bir emir verilir.” Yani “kün” der Cenabı Hak, her şey biter. O, bir emre bakar. “Bakarsınız ki hepsi uyanmışlar, hepsi meydandadır.”
Şimdi bu tefsir şekli, bizim tefsirlerde gördüğümüz bir şekil değil. Bunu yapmamızın sebebi şu. Üstteki ayetlerle alttaki ayetler arasında bir uyum olması lazım. Yani ilk ayetler, sonraki gelen ayetleri destekler mahiyette olmalı. Yani o sonra gelen ayetler, ilk ayetlerin bir sonucu olmalı. Şimdi biz bunu melekler olarak alırsak ki Arapça bakımından son derece yanlıştır. Tekrar ediyorum çünkü melaikenin sıfatı müzekkerdir. “el melaiketül mukarrabun” diye Kuran-ı Kerim’de geçiyor. Dolayısıyla melaikeyi cemi müennes gibi görmek doğru değil. Bu, Kuran-ı Kerim’e de aykırı olur.
Şimdi bunlar meleklerse işte şöyle anlam veriliyor. “Bağırta bağırta adamların canını alan melekler ya da kolayca insanların canını alan melekler, Cenabı Hakk’a tespihle boyun eğen melekler, yarışta önde giden melekler, işleri çekip çeviren melekler, bütün bunlara ant olsun.” Ant olsun da bundan sonra gelen ayetlerin meleklerle ilgisi yok ki. Melekler de yarışma da yok. Ondan sonra o gün şöyle, “yekulüne” diyecekler. Melekler mi diyecek? E burada öyle hayali bir şey takdir edeceksiniz. O zaman doğrusu buradaki nefislerdir yani. “Ven nüfisun naziati, en nüfusin naşitati, ven nüfusin sabihati.” Bu şekilde tercüme etmemizin sebebi şu içimizde Arapça tefsir üzerinde çalışan arkadaşlarımız da var yani Araplar da var içimizde. Onların da belki Türkçeyi çok net anlayamayabilirler. Onun için o şekilde söylüyorum. Yani “ven nüfusin naziati, ven nüfusin naşitati, ven nüfisin sabihati” dediğimiz zaman buradaki nefisler nefis olması itibarıyla müennes, hem erkeği hem de kadını temsil ettiği için de müzekker olur. Yani temsil ettiği mana itibarıyla müzekker olur. Dolayısıyla “yekulüne” sözü uygun düşer orada.
Karışıklığı önlemek için tekrar meal verelim. “Söke söke iş bitirenler…” Başkasının hakkına tecavüz değil yani böyle bir işe yapıştı mı sonuna kadar gidiyor ve işi bitiriyor, ondan sonra geliyor. Yani “garkan” diyor, dalma. İşin içine dalıyor, böyle işi bitiriyor ondan sonra çıkıyor. “Söke söke iş bitirenler.” Bu da şey olduğu için, kasem olduğu için burada onun önemine dikkat çekilmiş oluyor: “Söke söke iş bitirenler önemlidir.” Bazı insanlar da çok kolay bir şekilde hallederler yani büyük bir kabiliyettir. Bu da çok önemlidir. Şimdi böyle olması, bunu yapan kadın da olabilir, erkek de olabilir demektir. İnsanlığın hangi ferdi olursa olsun. Bir işin içine girdi mi o işi halletmeden çıkmaz. Bu ayetin birinci kısmı. Yada bir işi kolay bir şekilde halleder. Bu da ikinci ayet. Böyle hızlı bir şekilde hareket eder. Buna ves sabihati sebhane, ibadet edenler, boyun eğenler diye de mana verilebilir ama ayetin gelişi o manayı vermemizi engelliyor. Yani bir işte zaman geçirmeden hemen işin içine girişen ve çabucak işi halletmeye yönelenler. Ve yarışta başarılı olanlar. İster kadın olsun ister erkek olsun. Çünkü biz bu dünyada Allahü Teâlâ tarafından bir yarış ile emredilmekteyiz.
Şimdi, Cenabı Hak Hıristiyanlarla ilgili bir ayette şöyle diyor: (Bakara 146) “Kendilerine kitap verdiklerimiz, o peygamberi kendi evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar.” Yani Muhammet sallallahu aleyhi ve sellemin Allah’ın peygamberi olduğunu o kadar iyi bilirler ki. Kim? Kendilerine kitap verilenler. Kitap verilenler iki kısımdır. Bir kısmı ümmidir. O kitabı bilmez. Yani kitapta ne yazdığını bilmez. Tıpkı Müslümanlar gibi sevap kazanmak için okur, anlamak için değil. Onlar birtakım kuruntulara kendilerini kaptırırlar bizim Müslümanlarda olduğu gibi. Günde şu kadar şu sureyi okursan, arkasından şu olur diye birtakım hayallerle okur giderler, hiç anlamak akıllarından bile geçmez.
Ama asıl olan o kitapta ne olduğunu bilenlerdir. Kitapta Cenabı Hak ne emrediyor, onu bilenlerdir asıl olanlar. Onun için Tevrat’ı ve İncil’i bilenler Peygamber sallalluhu aleyhi ve sellemi kendi öz evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar. Çünkü Peygamberimizin özelliğini Tevrat’ta ve İncil’de bulurlar. Öz evladını tanımanın manası da şu. Siz bir milyon insanın içinde kendi evladınızı görseniz tanır mısınız tanımaz mısınız? Hiç şüpheniz olur mu bu benim evladım mı değil mi diye? İşte o şekilde şüphesiz olarak tanırlar.
Hatta Hz. Ömer bir rivayette Yahudi iken Müslüman olan Abdullah bin Selam’a diyor ki Allah böyle buyuruyor, Muhammet s.a.s. Medine’ye geldiği zaman onun Allah’ın peygamberi olduğunu tanıdınız mı? Diyor ki ya Ömer evladımda şüphem olabilir ama Muhammet’in Allah’ın peygamberi olduğunda asla şüphem olmazdı diyor. Ondan daha önemli diyor. Çünkü belki annesi başka birisinden kazanmış olabilir. Orda akla gelecek bir şüphe vardır. Ama Muhammet sallallahu aleyhi ve sellemin Allah’ın peygamberi olduğu hususunda hiçbir şüphe yok. O derece net ve kesin olarak tanıdık demiş.
“Onların bir grubu bile bile hakkı gizlerler.” Şimdi bunlar kafir, gerçeği gizleyenler. “Hak, Rabbinden gelendir. O zaman şüpheye düşenlerden olma.” Şimdi bundan sonra gelen ayet için esasen bu iki ayeti okudum. Burada Cenabı Hak diyor ki “Herkesin tutturduğu bir yön vardır, o oraya gider.” Şimdi bu insan inanmak istemiyor, gerçeği de anlamış, kendine göre bir hayat tarzı tutturmuş orada kendini mutlu hissediyor, orada yürür. Bir başkası da bir başka yolda, o başka yolda yürür. Allah’ın istediği, insanların gelip de doğru yolda yürümesi ama gelmiyorlar. Baskı da yasak. Peki ne yapacağız ya Rabbi? Bu adamlar, bu insanlara baskı yapmayı yasakladın. Peygamberimize s.a.s. diyor ki “Sen bu insanların zihinlerinde oluşan o bilgiyi harekete geçir.” De ki kitabınızda görmediniz mi ya da işte şunu bilmiyor musunuz? Kendi zihinlerindeki bilgilerle Kuran arasında irtibatı kur ve onlara doğruyu anlat. “Sen sadece doğruları anlatan kişisin.” Tezkirde bulunursun yani onların zihinlerindeki bilgilerle Kuran’daki bilgilerin mutabakatını anlatırsın. Onların zihinlerindeki bilgi, tabiattan elde edilen bilgidir. Yani Allah’ın yarattığı kitaptan elde edilen bilgidir. Bu da Allah’ın indirdiği kitaptır. İkisi arasındaki bütünlüğü göster. Tezkir, o demek. Sen sadece o bütünlüğü gösterirsin.
“Sen onların tepelerine dikilecek değilsin.” Hadi Müslüman ol, hadi Müslüman ol diyecek değilsin. Yani Müslüman olana kadar baskı yapacaksın. Hayır. Müslümanlık insanların isteğine kalmış bir şeydir. E peki ne yapacağız ya Rabbi? Belki bu benim kardeşim olabilir, babam olur, anam olur, ortağım olur değil mi? Komşum olur, biz bunlarla birlikte mi yaşacağız? Evet, birlikte yaşacaksınız. Ne yapacağımızı bu ayette söylüyor Allahü Teâlâ. “Herkesin kendine göre tutturduğu bir yol vardır. Siz hayırlı işlerde yarışın.” İnsanlığın hayrına olan şeylerde yarışın. Onları Müslümanlığa çekemezsiniz ama o insanlığın hayrına olan şeylerde yarışmak onların hesabına gelir çünkü dünyada itibar kazanılır. Sizin de hesabınıza gelir, bu yarışta siz kazançlı çıkarsınız.
O zaman demek ki insanlara zorla Müslümanlığı anlatma imkanımız yok ama yapacağımız şey nedir? Hayırlı şeylerde yarışmak. Şimdi bu yarışta yarışa girdiyseniz bazen gayrimüslim kazanacak bazen sen kazanacaksın demektir. Ama gayrimüslim de kazansa sen de kazansan, insanlığa yeni bir çıkış yolu gösterdiğin için diyelim ki işte interneti icat etmişsin, diyelim işte otomobili icat etmişsin, elektriği neyse artık. Bunlardan bütün insanlar yararlanmıyor mu? Neticede büyük bir hayra vesile olacaksın. İcat eden kim olursa olsun herkes istifade edecek.
Onun için bakın Allahü Teâlâ bize yarışı emrediyor, bu yarışta önde gelenler önemli ama bunlar ahireti de düşünsünler, sadece dünya değil ki diyor. Bak hem yarışa şey yapıyor hem de bak böyle bir gün de gelecek, bu kabiliyetlerinizle, aklınızla bunu da düşünün diyor. Yani insanların zihinlerinin sürekli hareketli olmasını istiyor ki o hareketli olan zihin bir nokta sonra gerçeğe daha kolay teslim olur.
Evet, demek ki Müslümanlar, bir Müslüman toplum, yani Müslüman toplum aslında çok dinli bir toplumdur. Neden çok dinli? İnsanları zorla Müslüman yapamıyorsun ki.
Şimdi birisi internetten “zecire” kelimesiyle ilgili bir şey göndermiş. Şimdi bu ez zecir, tardum bi savt, sesle bir şeyi reddetmek. Yani ses anlamına geliyor zecire, bir komut. Evet de olur, hayır da olur. Evet, bir komut bekleniyor yani. Onun için ben burada fe innema zeciretun vahide dedim, bekledikleri bir komuttur. O komut geldiği zaman her şey olacak. Artık o komut ol da olabilir, öl de olabilir değil mi? İki şekilde de olabilir.
Şimdi, işte burada yarışa girenlere Cenabı Hak bir önem verdiğini belirtiyor. Bakın mesela şimdi o ayetle, az önce okuduğum ayetle bu ayeti birlikte okuyalım. Hatta tekrar şu cümleden başlayalım. İslam toplumu çok dinli bir toplumdur. Niye çok dinli? E insanları zorla Müslüman edemiyorsunuz. Baskı da yapamıyorsunuz. Kafir oldu diye ülkenizden de kovamıyorsunuz, o sosyal hayatını sürdürüyor. Ha, gelenekte bunun tersi oluşmuş. O ayrı bir konu. Ama Kuran-ı Kerim’de ve sünnette böyle bir şey yok. adam Müslümanken kafir olsa bile Cenabı Hak ne diyor? Onlara Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti vardır diyor. Sürekli olarak o lanetle kalacaklardır. Sonra da tövbe edip iyi iş yaparlarsa o başka. Demek ki kendilerine kalacak ki tövbe etsinler, iyi işler yapsınlar. Bir adama 3 gün sana müsaade, 3 gün içinde tövbe ettin ettin, yoksa seni keseceğiz dediğiniz zaman adam Allah için tövbe eder mi? Yani gerçekten dönüş mü yapar yoksa kelleyi kurtarma hesabı mı yapar? Bizim gelenekte bu olmuş. O zaman insanlara baskı yaparsanız insanları münafık yaparsınız. Bunun da kimseye bir faydası olmaz.
Dolayısıyla bir Müslüman toplumda her türlü din mensubu olabilir ve kimliklerini açıkça ifade edebilirler. O zaman bunların arasında bir yarış olması lazım. E bu yarışa girdiği zaman kimisi söke söke alacak, dalacak bir işin içine yarışta kazanmak için, orada meseleyi halledecek. Kimisi çok kolay bir şekilde halledecek. Kimisi çabucak hareket edecek. Kimisi yarışta birinci gelecek. Kimisi işleri güzel organize edecek. Bütün bunların hepsi çok önemli şeylerdir. Yani yarışa girdiniz mi bu olacak. Bunu yapanlar Müslüman da olacak, gayrimüslim de olacak. Buradaki hitap Müslüman olmayanlara.
İşte burada diyor ki Allahü Teâlâ, tamam bu güzel, güzel de bak bir gün gelecek. Bu böyle gitmiyor. O şiddetle sarsan sarstığı gün, arkasından artçı bir sarsıntı gelecek. O gün kalpler gırtlaklara kadar çıkacak, korku içinde olacak. Gözleri öne eğilmiş olacak.
Şimdi bu aslında hem kıyamet sahnesidir hem ölüm sahnesidir. Yani ölmek üzere olan bir insanları düşünün. Ölüm sarsıntısı adamı ciddi bir şekilde sarsar, arkasından tekrar ikinci bir sarsıntı gelir. Sonra herkes korkar. Ya ne yapalım, bir doktor bulalım, birisi gelsin okusun. Aman bir hoca, aman şu falan. Milletin eli ayağına dolaşır. Yani bu herkesin başından geçecek bir olaydır aslında. Böyle bir gün gelecek.
Şimdi bunlar şöyle diyorlar. O kadar yarışa girmiş, başarmış olan bu insanlara diyorlar ki yahu “O çukura girdiğimiz zaman tekrar geriye çevrilecek miyiz?” Bana açıkça dinsiz olduğunu söyleyen birisi demişti, öldü şimdi adam, epey zaman oldu öleli. Demişti ki hoca düşünüyorum da eğer ahiret varsa bütün ömrü ibadetle geçirmeye değer. E tabi dedim şu ömrümüz 50 sene, 100 sene, bilemedin 150 sene. Yahu hoca bırak Allah’ını seversen dedi 150 milyon sene olsa ne yazacak? İsterse trilyon seneler olsun, trilyonlarca sürsün. Matematikte bir kaide vardır. Sonsuz karşısında bütün rakamların değeri sıfırdır. Dolayısıyla ahirette, eğer ahiret varsa bu dünya ne kadar yaşarsan yaşa tüm ömrünü ibadetle geçirmeye değer. Bu öyle bir kumardır ki bunun kadar kazançlı bir kumar olmaz dedi.
Şimdi neden kumar kelimesini söylüyor? Yani ahiret olmasa bile bu ömrü ibadetle geçirmek yine karlı demiş oluyor. Ya varsa? O adam zaten açıkça dinsiz olduğunu söylüyor. Ben o adamdan bahsediyorum. Bir Müslüman’dan bahsetmiyorum şimdi. O şahsın bakışı, o buna kumar diyor. Yani kumarda kaybetme tehlikesi var ya. Hadi diyor ömrümü ibadetle geçirdim, ahiret yok. Kaybedebilirim ama ya kazanırsam diyor. Böyle bir kazanç elde edilemez diyor, böyle bir kumar, böyle bir kazanç hayal edilemeyecek bir kazançtır diyor. O kadar büyük bir kazançtır diyor. Ben de ona dedim ki şu kumarı bir oyna da görelim dedim. Yanımdan ayrıldı gitti. Ama bu şahsın bu sözü bu ayetlere ne kadar uygun düşüyor değil mi? Onun için anlattım ben bunu.
Şimdi, ne diyor burada? “O çukura atıldıktan sonra geri mi çevrileceğiz?” Düşünüyor çünkü, bu sıradan bir adam değil. O yarışlara girmiş, başarmış, böyle üretici bir zekaya sahip olan bir insan. O anlattığım kişi de öyle. Sahasında başarılı olmuş yani önde gelenler arasında olmuş. “Çürümüş kemik olduğumuz zaman mı?” Bak, başkaları diyor ki bu kemikleri kim diriltecek diyor. Bu onu demiyor çünkü bu üretici bir insan olduğu için bunun olabileceğini anlıyor. “Yani şimdi çürümüş kemikler haline geldikten sonra tekrar mı diriltileceğiz?” Allah Allah diyor ve düşünüyor. Bu iş böyle gidiyorsa “O zaman öyleyse bu çok zararlı bir dönüş olur.” Çünkü biz ona göre hazırlık yapmadık ki. Bir hazırlığımız yok. Çok büyük bir zarar, ebedi hayatı kaybetmiş olacağız. Meseleyi iyice kavrıyor.
“Bu sadece bir komuta bakar.” Zaten başarılı insanlar her şeyin Cenabı Hakk’a bağlı olduğunu çok iyi bilirler. Ama kendilerini yenemedikleri için bile bile yanlışın içine girerler. “O sadece bir emre bakar. Bir de bakarsın hepsi uyanmışlar, uyanık haldedirler.” Hani öldükten sonra dirilmeyi Cenabı Hak ne yapıyordu? Uyuyup uyanmaya benzetiyordu değil mi? O zaman bakarsınız ki hepsi böyle.
Şimdi, burada şu var. Kuran-ı Kerim’in anlattığı ahiret sahneleri o kadar net anlaşılır şeyler ki tamı tamına bilimsel gerçek. Yani ahireti Cenabı Hak bilimsel bir gerçek haline getiriyor. Yeniden dirilmeyi. Bunun için birtakım şeyler söylüyor, “Embetekum minel ardi nebata.” diyor. “Sizi bu topraklardan bir bitki gibi bitirmiştir” diyor. Bizi bitkiye benzettiğine göre ki öyleyiz zaten. Yani toprakla suyun karışımından oluşan yiyeceklerle besleniyoruz. E bitki de toprakla sudan besleniyor. Ondan gelenlerle besleniyoruz. Bizden çıkan her parça da tekrar toprak oluyor. Yani topraktan gelen yiyeceklerle vücudumuz büyüyor ve toprak oluyoruz. Öldükten sonra da toprak oluyoruz.
Bütün bitkiler mesela şöyle düşünün. Şimdi bir ağaç, ağacı kestiniz. Yani o ağacı insan gibi düşünün. Ya da kesmediniz de rüzgar devirdi. Devirdikten sonra onun üzerini de örttünüz. Yani bir kimseyi kabre gömmek gibi. Örttünüz. O ağaç orada çürür değil mi? Peki, o ağacın yerine bir başka aynı cinsten bir ağaç biter mi bitmez mi o toprakta? Nereden biter? O ağacın nesinden biter? Tohumundan, küçücük bir tohumu orada onla beraber onun içine girmiştir, tekrar biter. Şimdi biz ölen ağacı yere gömmeyiz. Çünkü ağacın parçalarından yararlanırız. Ağacın tohumunu bildiğimiz için tohumu yere gömeriz, toprağın içine ama, tıpkı bir insanı defnetmek gibi tohumu defnederiz. Yani açarız toprağı, tohumu içine koyarız, üstünü de örteriz. O tohum onun içinde çimlenir. Aynı ağaç biter oradan. Belki 20 metre yüksekliğinde kabaca bir ağaçtır, onun bütün parçaları yanmıştır ya da kereste yapılmıştır, şu olmuştur bu olmuştur. Ama küçücük bir tohumundan aynı ağaç tekrar topraktan çıkar.
İşte insanların yeniden yaratılışı da öyle. Sen bunu görmüyorsun çünkü bunun oluşması, yeniden yaratılışı için henüz şartlar oluşmuş değil. Onun şartlarının nasıl oluşturulacağı zaten daha önceki derslerimizde anlatmıştık ayeti kerimelerle.
Bakın şu Kaf Suresinin 9, 10, 11. ayetlerini okuyalım. O insanların yeniden yaratılmasından önce de bir yağmur vardı. O ayeti bulsana onda. Şimdi şartlar oluşmamıştırın daha önce anlatmadığım bir kısmını anlatacağım. Bizde Enes Hoca ve Abdurrahman Hoca birlikte bu ahiret sahneleriyle ilgili bir çalışma yapıyorlar ama çalışma herhalde bir seneden önce sonuçlanmaz. İnşallah ben de merakla bekliyorum. Her hafta onları dinliyoruz. Çalışmanın seyri çok güzel, inşallah çok hayırlı neticelere varacak.
“Gökten bereketli bir su indiririz ve onunla bahçeler bitiririz ve hasadı yapılmış taneli bitkiler, bir de hurma ki göğe set çekmiş, göğe doğru uzayıp gitmiş. Onun üst üste binmiş tomurcukları vardır. Kullara rızık olsun diyedir bu. O yağmurla ölü bir toprağa hayat veririz. İnsanların yeniden topraktan dışarı çıkması tıpkı bu bitkilerin çıkması gibi olacaktır.” Şimdi Allah bilimsel hale getiriyor mu? Hayali olmaktan çıkıyor, bilimsel bir gerçek haline dönüşüyor. Buldun mu o ayeti? Neyse bulduğun zaman okuruz.
Demek ki siz ne kadar başarılı olursanız olun hayat bu dünyadan ibaret değil. Ahireti de var. O zaman iki tarafı da düşüneceksiniz. Cenabı Hak bu dünyada insanlara kolaylıklar veriyor. Şimdi Enes Hoca’nın bulacağı ayet şu. İnsanlar ölüyor biliyorsunuz. Bütün, en son insan da öldükten sonra bunu şöyle düşünün. Yani o bulana kadar bir hazırlık olsun diye söylüyorum. Benim çiftçilik hayatım yok. Şimdi Abdurrahman Hoca gülecek, o çok iyi biliyor. Ben bazı cümleleri yalan yanlış söylüyorum, o tashih ediyor. Ama amcamın çocukları büyüyene kadar 3 sene yazları onun yanına gitmiş kalmıştım. Az çok haberim olmuştu o zaman.
Şimdi, tarlaya tohum atılıyor. Tohum atıldıktan sonra oraya tapanlama dedikleri bir işlem yapılıyor. Yani tarlanın tamamı dümdüz hale getiriliyor. Bütün tohumların üzeri kapatılıyor. Yani tohum tamamen atıldıktan sonra yapılan işlem bu. İşte şimdi insanların da toprağın içine atılmaları, toprağa insan tohumu atılması gibi. Ama herkes kendi olarak çıkacak, onu şey yapmayalım. En son insan öldükten sonra da tarlanın tapanlanması gibi bütün dağlar yürütülecek. Sonra denizler yeryüzünü kapsayacak ve yeryüzü tekrar bataklık hale gelecek. Sonra o bataklık tıpkı Adem aleyhisselamın yaratılması zamanında olduğu gibi üstü kuruyacak. Sonra da tekrar yağmurlar yağacak yani aynen bir tarlaya tohum attıktan sonra sulama mecburiyeti olduğu gibi insanlar da aynen o şekilde. Ondan sonra insanlar bir bitki gibi ama tabi bitki değil yani insan olarak, o yapı çünkü o zaman oluşabilecek ki insanı şey yapabilecek. Mesela şimdi deniyor ki laboratuvarda çocuk yapma dönemine girildi deniyor. Tamam işte bütün bunlar yeniden dirilişin olabileceğinin bilimsel birtakım verileridir.
Peki, böylece dersimizin birinci bölümü bitti.