1.BÖLÜM
Geçen hafta dersi biraz uzatmış olduk. Bu bakımdan bazı kimseler yoruldular. Bu hafta şöyle yapacağız. Şimdi 45 dakika ders yapacağız. Sonra 15 dakika ara vereceğiz, sonra ikinci bölüm başlayacak. Bir de buraya gelenlerin soru sorma ihtiyacı var. Ayrıca internetten dinleyenler de soru sormak ve katılmak istiyorlar. Biraz sonra burada internetle ilgili çalışmalar yapılıyor. O çalışma tamamlanınca adresi bildireceğim. İnternetten dinleyenler oraya soruların soracaklar. Bir de sizlerden soru soranlar olacak tabi. Dersimizi inşallah bundan sonra iki bölümde yapacağız. Birinci 45 dakikada Kuran-ı Kerim okuyacağız her zamanki gibi. Anlamaya çalışacağız. İkinci 45 dakikada soru ve cevaba ayrılacak. Bu şekilde biraz daha belki aktif bir ders yapma imkanımız olur. Çünkü 90 dakika boyunca sadece ben konuşuyorum, siz konuşmuyorsunuz. Biraz da siz konuşmuş olursunuz ve internetleri başında soru sormak isteyenler soru sorar. Böylece dersi daha da heyecanlı ve canlı bir hale getiririz inşallah.
Geçen hafta Münafikun Suresinin 8. ayetine kadar okumuştuk değil mi? Bugün 9. ayetinden itibaren okumaya devam ediyoruz.
“Müminler mallarınız ve evladınız sizi Allah’ın zikrinden alıkoymasın.” Yani onlarla gereksiz yere eğlenerek, vakit geçirerek Allah’ın zikrinden uzak kalmayın.
“Bunu kim yaparsa onlar zarar etmiş olurlar. Size rızık olarak verdiğimiz şeylerden hayra harcama yapın. Sizden birine ölüm gelip çatmadan önce bunu yapın. O zaman şöyle diye, ya Rabbi keşke beni geciktirseydin yakın bir süreye kadar, biraz daha süre tanısaydın. Ben de harcama yapsaydım ve iyilerden olsaydım, olmaz mıydı birazcık daha süre tanısaydın demeden önce Allah yolunda hayra harcama yapın. Eceli geldiği zaman Allah hiçbir canı geciktirecek değildir. Allah yapmakta olduğunuz şeyden haberdardır.”
Ayetlere tekrar başlayalım. Burada çok önemli konular var. Bu iki ayette Allah yolunda harcama meselesi var. Bunu zaten sık sık her yerde duyuyorsunuz. Fakat her yerde duymadığınız bir husus var birinci ayette. Gerçi bizim derslerimizde zaman zaman anlatıyoruz ama. Her yerde duymadığınız bir husus var. O da ölümden sonra ruhun Allah’la konuşması. Tabi bunu deyince vücutla ruhun ayrı ayrı varlıklar olduğunun anlaşılması gerekiyor ilk olarak. Berzah alemi diye bir alemin varlığını kabul etmek gerekiyor iki. Berzah yani ölümle yeniden dirilme arasında geçen dönem. Buna berzah deniyor, dünyaya geliş engellendiği için. Kabir azabı dediğimiz şey bu arada anlaşılabilir. Ruhun halleri bu arada kavranabilir. Bu arayı iyi kavradığımız zaman Peygamber efendimizin bu konuları açıklayan hadislerini de kolay anlamamız mümkün olur.
İkinci ayette de yani Surenin son ayetinde de ecel konusu var. Ecel konusunda da biliyorsunuz bizim geleneğimizde birçok şartlanmalar var. Mesela ecel ne uzar ne kısalır denir değil mi? Hep duyarsınız onu. Halbuki ayetlerden ecelin kısaldığını öğreniyoruz. Ecel kısalabiliyor. Peki, hangi şartlarda kısalıyor? Hangi şekilde kısalmaz? Konu ile ilgili çok sayıda ayet var. Bu ayetleri nasıl anlayacağız? Yani mesela çocukluğumuzdan beri bize öğretilen şey ecel ne uzar ne kısalır. Öldürülen kişi eceliyle ölür. İnsanın ömrü bir saniye uzamaz ve kısalmaz diye öğretilmiştir. Acaba gerçekten öyle mi? Yani Kuran-ı Kerim açısından hadiseye baktığımız zaman gerçekten öyle mi?
Şimdi, önce biz ölümle birlikte meydana gelen o ruh hallerini tekrar anlamaya çalışacağız. Eğer vakit yeterse ecel konusuna geçeriz. Yetmezse ecel konusunu önümüzdeki haftaya bırakırız. Çünkü önemli olan bir şeyi anlamak değil mi?
“Müminler mallarınız ve canlarınız sizi Allah’ın anmaktan alıkoymasın.” Allah’ın zikrinden alıkoymasın. Allah’ın zikri neydi? Kuran-ı Kerim’di. Tabi namaz da Allah’ın zikridir. Kuran-ı Kerim Allah’ın zikridir, düşünmek de bir zikirdir yani Allah’ın ayetlerini düşünmek. Kainatı düşünmek, göklerde ve yerlerde olanları düşünmek de zikirdir. Ama bunların içinde asıl olan Kuran-ı Kerim’dir. Çünkü Kuran-ı Kerim üzerinde düşündüğünüz zaman doğrudan Allahü Teâlâ’nın sözleri üzerine düşünmüş olursunuz. Kuran-ı Kerim’i okumak da zikirdir, anlamak da zikirdir. Kafaya yerleştirmek de zikirdir.
Efendim işimiz gücümüz var Kuran okuyamıyoruz. Hayır öyle bir şey söylemeyin. Yani az da olsa okuyun. Her akşam bir ayet, iki ayet, üç ayet neyse, ne kadar olursa, beş ayet, on ayet. Efendim namaz Allah’ın zikridir. Namaz kılamıyorum diye bir şey olmaz. Biliyorsunuz Allahü Teâlâ namazı kazaya bırakmamamız için gereken bütün kolaylıkları göstermiştir.
Bakara Suresi 238. ayet. Orada diyor ki Allahü Teâlâ “Namazları koruyun, orta namazı da.” Arapçada çoğul en az kaçı gösteriyordu? Üç. Arapçada iki eşya için çoğul kelimesi kullanılmaz. Mesela bir adam der, iki adam, adamlar. Bir kalem, iki kalem, kalemler. Bir elma, iki elma, elmalar. Yani eğer çoğul kelimesini kullanıyorsa bir Arap üç ve daha fazlasını kastediyor. Mesela bizim dilimizde iki, çoğuldur. Ama Arapçada iki, çoğul değil, ona tensiye derler. Dolayısıyla namazlar denince en az kaç namaz anlaşılması gerekiyor Arapçada? En az 3 namaz. Bir de orta namaz ediyor. Oldu 4. 4’ün ortası var mı? 4’ün ortası olmaz. 2’yi bir kenara ayırırsın, 2’yi bir kenara ayırırsın ortada bir şey kalmaz. 3’ten sonra ortası olan ilk sayı kaçtır? 5’tir. O zaman namazlar demek ki en az 5 olur. 5’ten aşağı namaz olmaz.
“Namazları koruyun ve orta namazı da. Allah için namaza duran kimseler olun ya da Allah için dik durun, eğilmeyin. Eğer korkuya kapılırsanız yürüyerek ya da binili olarak namaz kılın.” Yani bir insan niye namaz kılamaz? Vaktim yok. E, falan yere gideceğim. Gitmeden olmaz der. E tamam vaktin yoksa, namazın kazaya kalacağından korkuyorsan, mutlaka da gitmen gerekiyorsa yürüyerek namazını kıl diyor Allah. Yürüyerek kıl. Otobüsteydim, inip de kılamadım ne yapayım, kaza… Yok, otobüsteyken kıl.
Ne diyor? “Eğer korkarsanız…” Peki, korku ne? Korku da başına hoşlanmayacağın bir olayın gelme endişesidir. Yani iyi şey olmayacak, iyi olmayacak benimle ilgili. Bu sebeple herkes kendi korku korkusunu kendi takdir eder. Çünkü birisinin çok korktuğu şey, öbürüsü için hiç korku olmayabilir. Herkes kendine göre belirler bunu. Korkun varsa tamam yani, senin işini aksat demiyorum ki diyor Allahü Teâlâ değil mi? O zaman yürüyerek kıl. O zaman binili olarak kıl. Arabanın direksiyonunu kullanıyorsan direksiyonda kıl. Yolcuysan oturduğun yerde kıl. Ama kılacaksın, kazaya bırakmak diye bir şey yok.
Biliyorsunuz Nisa Suresinin 101 ve 102. ayetlerinde okumuştuk, burada şimdi o ayetleri okuyamayız. Bütün dersi ona ayırmak lazım. İsteyenler bizim arşivimizde vardır, internetteki arşivimizde, cd olarak da satılıyor burada, alıp dinleyebilirler. Eğer bir savaşta olursanız 1 rekata düşüyor namaz. Yolculukta 2 rekatsa savaşta 1 rekat. Ama kazaya ruhsat yok, namazımızı kazaya bırakmayacağız. İşte bırakmamamız için gereken bütün kolaylıkları Allahü Teâlâ göstermiş. Bunları bilip ona göre yapmalıyız.
Bir de namazlarda hepinizin de bildiği gibi kılmak zorunda olduğumuz hangisidir? Namazların sadece farzlarıdır. Bazıları itiraz ediyor. Süleymaniye Camiinde sabah namazından sonra bundan birkaç hafta önce Pazar günü namazları genellikle ben kıldırıyorum ve namazdan sonra birkaç kelime okuduğumuz ayetleri açıklamaya çalışıyorum. Orada namazların farzını kılmamız esastır dedim. Birisi hemen olur mu, Peygamberimiz sünneti yok mu? E tabi izah etmeye çalıştık. Ben tatmin olmadım dedi, kalktı gitti. Dedim kardeşim ben seni tatmin etmek zorunda değilim, ben sadece anlatırım. Yani tatmin etme olayı yoktur. Sorarsın, delilleri nedir dersin, anlatırız. Kabul edersin, etmezsin senin bileceğin iş. Bunu söyleyenler çok çıkıyor. Efendim sünnetler ne olacak? Ben size sorayım o namazları vaktinde kılmadığınız zaman neyi kılıyorsunuz? Sünnetleri mi kılıyorsunuz? Sadece farzları kılıyorsunuz. Madem sadece farzları kılıyorsunuz vaktinde kılsanız ne olur? Çünkü başka bir zamana bıraktığınız zaman farzları kılıyorsunuz, o zaman vaktinde kıl. E vaktim yok diyorsun. Yani Allah’ın verdiği aklı kullanırsan meseleyi anlarsın. Bak Allah kazaya bırakmaya müsaade etmiyor. Kılmak zorunda olduğun da sadece namazın farzlarıdır.
“Güvene geldiğiniz zaman, kendinizi güvende hissettiğiniz zaman, rahat hissettiğiniz nokta da Allah’ın öğrettiği gibi zikir yapın.” Yani namaz kılın. “Öyle bir şekil öğretti ki siz önceden bunu bilmiyordunuz.” Yani Allah’ın öğrettiği gibi kılın. Yani normal kılarsınız. Bu korku durumu geçtikten sonra artık yürüyerek kılmazsınız, oturarak binek üzerinde kılmazsınız… Tabi yürüyerek kıldığınız zaman, binek üzerinde kıldığınız zaman kıbleye dönemezsiniz değil mi? Ne tarafa gidiyorsanız o tarafa. Ama güven içinde olduğunuz zaman da tam olarak namazı kılarsınız, kıblenize dönersiniz, kıyamını, kıraatini her şeyini tam olarak yaparsınız.
(Bir dinleyicinin konuşması, anlaşılmıyor.)
Uçakta zaten namazını kılıyorsun. Yani uçakta herhalde pilota şuraya çek namaz kılacağım deme imkanın yok değil mi? Namazı orada kılmazsan kazaya kalacak, o da bir korku, değil mi? Namazın kazaya kalması da bir korku değil mi? Onu da uçakta olduğunuz yerde kılarsınız.
Tekrar ayete döndük yani Münafikun Suresindeki ayete döndük. “Müminler mallarınız ve evladınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa onlar kaybetmiş olurlar.” Yani namaz kılmanıza çocuklarınız engel olmasın, Kuran okumanıza engel olmasın. Onlar engel olmazlar da siz engel sayarsınız. Malınız mülkünüz yani işinizi de yapacaksınız, ibadetinizi de yapacaksınız. O problemi kendi kendinize çözdükten sonra hayata tatbik etmek çok kolay. Önemli olan beyninizde o problemi çözmektir. Ben bunu böyle yapacağım dedikten sonra hiç kimse sizi engelleyemez. Aksi takdirde zarar edersiniz.
“Size rızık olarak verdiğimiz şeyden de harcayın.” E ancak bana yetiyor. Sana daha azı da yeter. Bir lokma eksik ye, o fazla şeyi, o lokmayı ihtiyaçlıya ver. “Sizden birine ölüm gelmeden önce.” Düşünün biz bu vücudu ne kadar beslersek besleyelim, öldüğümüz zaman ne olacak? Toprak olacak. O zaman fazla beslemeye gerek yok. İhtiyaç olduğu kadar beslersek fazlasını da fukaraya veririz. Zaten fazla beslediğiniz zaman da sıkıntı oluyor. Ondan sonra yok efendim rejim gibi bir şeyler yapmaya başlıyoruz. Onla uğraşacağına bir kısmını da fukaraya ver, o da rahat etsin, sen de.
“Sizden birine ölüm gelip çatmadan önce harcayın.” Peki, ölüm ne zaman gelir çatar? Biliyor muyuz? Bilmediğimize göre o zaman elinizde olan fırsatı hemen kullanmamız lazım. Yarın yaparım demeyeceksin çünkü yarın yaşayacağını bilmiyorsun. Şu anda yapmak lazım. Yarın yaşarsak yarın da yaparız inşallah.
“Ölüm gelip çattığı zaman o kişi der ki…” Yani öldükten sonra der ki “…Ya Rabbi belli bir süreye kadar bana bir müsaade etseydin de kalsaydım dünyada. Sadaka verseydim de iyilerden olsaydım.” İnsan öldüğüne göre kim konuşuyor Allah’la? Ruhu konuşuyor değil mi? Çünkü insan ruhla bedenin birleşmesinden oluşan bir varlıktır. Ruh ve beden.
Batılılar ruhu kabul etmiyorlar. Çünkü ruhu kabul etseler işleri bozuluyor. İşte materyalist zaten, materyalist felsefe. Şimdi bu evrimciler var ya, işte insan maymundan gelmedir falan diyorlar ya, evrimcilerin bütün gayreti insanın maddi vücudunu maymuna benzetmek değil mi? İnsan birebir maymunla aynı vücuda sahip olsa maymunla aynı mı olur? Olmaz. Niye? Çünkü ruhu var insanın, onun yok. Maymundaki canlılıktır. Bak insanda bir canlılık var, bedende bir canlılık var. Ruh o değil. Bu maddi vücuttaki canlılık, ruh değil. O bedenin içine giren, uyuduğumuz zaman çıkıp giden, öldükten sonra da çıkıp giden, yarın ahrette vücut yeniden yaratıldıktan sonra tekrar gelip girecek olan, mahiyetini bilmediğimiz şeydir ruh. Allah’ın üflediğidir ruh.
İnsanoğlu, Secde Suresinin 7. ayetinde “O Allah yarattığı her şeyi güzel yaratmış olandır. İnsanı yaratmayı da tin’den yani sulanmış topraktan başlamıştır.” Sulanmış topraktan ne olur? Çamur olmaz, hayat olur. Yağmur yağmazsa ot biter mi? Bitkiler oluşur mu? Ağaçlardan meyve alır mısın? İşte o biten ot, oluşan bitkileri sen yemek olarak yersin, sebze olarak yersin, salata olarak yersin. Ondan sonra hayvanlar onu kendi yemleri olarak yer, mesela koyun yer, keçi, sığır, deve. O ottan aldığı, o suyla toprağın birleşmesinden oluşan şeylerden aldığını vücudunda gıda haline getirir, süt olarak içersin, et olarak yersin, başka şeyler olarak yersin. Dolayısıyla toprak suyla birleşmezse hayat olmaz. Olur mu? İşte tin odur. Toprakla suyun birleşmesi halidir. Oradan oluşan gıdaları biz yeriz, vücudumuzda bir öz oluşur. Ya da anamızın babamızın vücudunda bir öz oluşur. O özden bizim tohumumuzu Cenabı Hak yaratır değil mi? İşte o da o çamurdan gelir. Toprakla suyun birleşmesinden.
İnsanı yaratmayı tinden, işte o suyla birleşmiş topraktan başlatmıştır. Başlangıç oradan sonra bir sürü safhalarına geçiyor. İlk noktası o topraktan gelen gıdadır. Biz de topraktan besleniriz, bütün bitkiler de. Bitkiler kökten beslenir, biz ağızdan besleniriz. Ağızdan beslendiğimiz için her tarafa yürüyebiliriz. Dolayısıyla her taraftaki gıdalardan alırız. Ama kökten beslenen sadece o bölgede olandan alır. Bir yere gidemezler.
“Sonra insanın soyunu bir özden, zayıf bir sudan oluşturmuşuzdur.” Sonra tabi o su ananın suyu ile birleşiyor rahimde, çeşitli safhalardan geçiyor, organları tamı tamına yerine gelince, bütün organların yaratılışı tamamlanınca “Ona ruhundan üfledi Allah.” Kendi ruhundan üfledi. İsa aleyhisselam için de ruhumdan üfledim ifadesi kullanılıyor Kuran’ı Kerim’de. Sanki o farklıymış gibi değerlendiriliyor. Biz de aynı. Yani İsa aleyhisselama Allah kendi ruhundan üfledi de bize başka ruhtan mı üfledi? Herkese aynı, değişen bir şey yok.
“Ondan sonra sizin için işitme, görme ve kalpleri yarattık.” Tabi bu üç özellik, görünüşte hayvanların da var da bizdeki dinlediğimiz seslerin anlamlarını kavrıyoruz, cümle olarak zihnimize yerleştiriyoruz, orada depoluyoruz bir bilgi olarak zamanı geldiğinde kullanıyoruz. Yani işitmemiz öyle. Sıradan bir hayvanın birtakım sesler işitmesi şeklinde değil. O seslerin içine anlamlar yükleyerek işitiyoruz.
Görmemiz var, sıradan bir görme değil, olayların arkasındaki birtakım görünmeyen şeyleri de fark ediyoruz. Mesela elinde bıçakla gelen bir kişi bizi korkutuyor. Ama hayvan, elinde bıçakla gelen kasabı görüyor, ondan korkmuyor. Halbuki arkadaşı hemen orada az önce kesilmiştir. İnsanda bir basiret vardır yani o gördüğü kısmı değerlendirir ve ondan neler olabileceğini, arka planını, ilerisini, gerisini değerlendirecek şekilde görme var. Basiret var.
Bir de insanların kalbi var. O kalp kafamıza uygun oluyor da olmuyor da. Yani bizim asıl kumanda merkezimiz kalp. Kafa değil. Eğer kalbimiz aklımızla uyumlu bir şekilde çalışırsa o zaman hep doğru şeyler yaparız. Ama akla uymayabilir. Arzularına da uyar insanlar. Onun için kalp dönektir. Bakarsınız bir kere akla uygun yapmış, bir kere de duygularına uygun yapmış. Ana karar merkezi kalptir. Akıl da kalbin danışmanı gibidir. Danışmanın verdiği bilgilere uyar da uymaz da. Eğer kalp, akla uygun hareket edecek olsa yanlış şey yapma şansı yoktur, yanlış yapmış olsa bile bir müddet sonra farkına varır ve düzeltir. Ama duygularına uyduğu zaman, tabi akıl bir başka şeyi söyler, kendi başkasını yapar. O zaman da aslında vicdan azabı dediğimiz bir rahatsızlık ortaya çıkar.
İşte bu diğer hayvanlarda yok. Mesela bir hayvanın diğer hayvana aşık olduğu görülmemiştir. Bir hayvanın diğerine şiir yazdığı ya da hayvanların medeniyet kurduğunu ben bilmiyorum. İnsanoğlu medeniyet kuruyor, kitaplar yazıyor, geçmiş bilgileri geleceğe naklediyor. İşte şurada bir şeyler yapıyoruz. İşte bunu yapan insanların kalbi var, kafası var. İnsanlarda sadece akıl olup da kalbi olmasaydı, karar merkezi kalp olmasaydı insanlar hiçbir yanlış iş yapmazlardı. O zaman imtihanın bir anlamı olmazdı. Asıl karar merkezi kalp olduğu için kişi kararı orada veriyor. Aklına uygun karar verirse gönlü de rahat eder, dünyası da ahireti de iyi olur. Ama duygularına uygun karar verirse yanlış yaptığını çok iyi bilir. Bile bile yanlış yapar ve cezayı hak eder. İşte bu, insanlarda olur, başka varlıklarda olmaz. Onun için insanın kalbi vardır, ruhu vardır. Yani açık farklardan bir tanesi.
Şimdi bu evrim, bu tip şeyleri zaman zaman ısıtıp ısıtıp sunuyorlar. Çünkü adamların hiçbir şeyi kalmamış. O evrimciler mecburen ruhu inkar etmek zorundalar. Çünkü ruhu inkar etmezseniz evrim teorisi diye bir teoriyi ortaya atamazsınız. Hadi insanı maymuna benzettin. Peki, ruhunu ne yapacaksın? O zaman ruha yok diyeceksin ki teoriyi oturtasın bir noktaya. Kaldı ki insanın fizik yapısını bile benzetemiyorlar, o kadar uğraşıyorlar. Bir de benzetseler de önemli değil. İnsanı farklılaştıran bir kalp ve ruh vardır. Mesela maymunların kurduğu hiçbir medeniyetten bahsedilmez. Ama insanlar sürekli değişen ve gelişen bir yapı içindedirler.
Buradan şunu anlamaya çalıştık. Ana rahminde vücut yapısını tamamlayıncaya kadar canlı mı cansız mı? Canlı ama ruh yok. O ruh, vücudun yapısı tamamlandıktan sonra üfleniyor. Üflenince yeni bir varlık ortaya çıkıyor. Üfleninceye kadar ana rahmindeki cenin, evrimciler rahat etsin, bizim açımızdan diğer hayvan ceninlerinden hiçbir farkı yok. Ama ne zaman ki ruh üfleniyorsa işte o zaman farklılık başlıyor.
İşte o ruh her gün vücudu terk ediyor. Zumer Suresi 42. ayette nefis kelimesini kullanıyor burada ruh için. Nefis de deniyor, ruh da deniyor. “Allah nefisleri öldürür…” Ne zaman? “…nefsin ölümü zamanında.” Yani burada ikisi birbirinden farklı kelimeler, vefat ettirir, müteveffe. Vefat demek işin tamamlandı, gel demek. Yani ahde vefa, verdiğin sözü yerine getirmek demek. İşi tamamlamak manasına. “Allah nefisleri vefat ettirir…” Ne zaman vefat ettirir? “…ölümü sırasında.” Ölen ne? Ölen de nefis, vefat eden de nefis. Nefsi öldüğü zaman vefat ettirir ne demektir o zaman? Bir insanda iki tane nefis var demektir. Birisi vücuda canlılığı veren o can, öbürü de ruh. O zaman şöyle mana vereceğiz. Vücut öldüğü zaman Allah ruhu vücuttan çeker alır. “Ölmemiş olan kişinin ruhunu da alır uykusunda.” O zaman demek ki uyuduğumuz zaman da ruhumuz çıkıp gidiyor, öldüğümüz zaman da ruhumuz çıkıp gidiyor. Ölen nasıl oluyor acaba diyorsanız siz kendiniz bakın, uyuduğunuz zaman nasıl oluyorsa işte öyle oluyor. Hepimiz aslında her gün ölüyoruz.
(Aslında bir farkı var. Öldüğümüzde can da çıkıyor, uyuduğumuzda can var.)
Elbette. Uyuduğumuz zaman vücut canlı ama ruh çıkıp gidiyor. Öldüğümüz zaman vücut cansız, ruh çıkıp gidiyor. Uyuyan kişinin vücudu canlı olduğu için tıpkı sabahleyin evinden çıkıp dolaşan insana benziyor. Akşam eve geliyorsunuz değil mi? Bazen de akşamı beklemeden de geliyorsunuz. Gece uyanıyor ya insan.
(Bir dinleyicinin konuşması, anlaşılmıyor.)
Onu da kolay açıklarsın yani ruhu beraber miydi değil miydi onu biz bilemeyiz. O baygın durumda olduğuna göre onun yanına gelmiş olmaz. Öyle anlaşılır burada. Vücut öldüğü zaman ruh çıkıp gidiyor, aynı yıkılmış olan bir evde duramazsınız değil mi? Sabahleyin dolaşıyorsunuz, eviniz eğer ayaktaysa akşam geliyorsunuz eve. Eviniz ölmüş, yıkılmışsa akşam eve gelemiyorsunuz. Yeniden yapılmasını bekliyorsunuz. İşte vücut öldüğü zaman da ruh tekrar gelemiyor. Onun için Allah diyor ki “Ölümüne karar verdiği ruhu tutar…” Ne zamana kadar? “…belli bir süreye kadar tutar.” O belli bir süre sonra tekrar vücuda geri gönderecek o ruhu. O süre ne? Yeniden yaratılacağı zaman. Vücut yeniden yaratılınca.
Şimdi de Müminun Suresi 99. ayetini açalım. Yukarıda yanlış iş yapan insanları anlatıyor ve burada diyor ki “Onlardan birisine ölüm gelip çattığı zaman der ki ya Rabbi beni geri çeviriniz.” Şimdi ruh her gün gidiyor, tekrar vücuda geri dönüyor ya alışmış vücuda. Bakıyor ki geri gidiş yok. Öldüğünü anlıyor tabi. “Ya Rabbi beni geri çeviriniz.” diyor, çok da saygılı oluyor. Çevir demiyor, çeviriniz diyor. Peki kim diyor, vücut öldüğüne göre bunu söyleyen kim? İşte ruh. Canlılığın dışında bir şey bu.
“Terk ettiğim dünyada belki iyi bir iş yaparım.” Allahü Teâlâ diyor ki “Hayır, asla dönüş yok. Bu onun söylediği sözdür. Arkalarında engel vardır…” Yani dünyaya dönmelerine. Vücutlarına dönmelerine engel vardır. Ne zamana kadar var? “…yeniden dirilecekleri güne kadar.” Yani bu vücut yeniden yaratılacak ya, etten kemikten oluşan bu vücut yeniden yaratılıncaya kadar ruh orada kalacak, dönmeyecek. Yeniden yaratılma olduğu zaman ruh gelecek vücuda girecek. “Nefisler çiftleştiği zaman.” Yani ruhla vücut birleştiği zaman. O zaman ruhla vücut birleşiyor.
“Sur’a üflenmiştir…” Yasin Suresinde “…bakarsınız ki kabirlerinden kalkmışlar Allah’ın dediği yere doğru hızla gidiyorlar. Diyecekler ki ya ne oldu, bizi uykumuzdan kim uyandırdı?” Çünkü her gün uykusundan uyandığı için onu biliyor. Ölüp yeniden dirildiğinin farkında değil. Zannediyor ki uykusundan uyanmış. “Bu, Rahman’ın vaat ettiği ve peygamberlerin haklı olduğu durumdur.”
Peki, kabir azabı ne? Şimdi bakın burada bu ruh, başına kötü bir şeyler geleceğini anlamış değil mi? Onun için ya Rabbi beni geri çeviriniz diyor, güzel şeyler yapayım. Bir de bu Münafikun Suresinde okuduğumuz ayetle aynı anlamda bakın. Tekrar okuyalım. Diyor ki Allah bakın bu Münafikun Suresinin 10. ayetinde “Size rızık olarak verdiğimiz şeyden harcayın, sizden birine ölüm gelmeden önce.” Öldünüz o zaman ne olacak? O zaman Cenabı Hakk’a sığınacak. Ya Rabbi diyecek ölmüş vücudun ruhu. “Ya Rabbi kısa bir süre, çok az, birazcık daha süre tanısan olmaz mı? Malımdan harcasam.” Çünkü artık o mal bitti. Bütün dünya onun olsa da şu andan itibaren o mal onun demezler. Mirasçılarının derler değil mi? Onun için öyle şeyler yapın ki her zaman sizin olsun. Mirasçıya mal bırakmayın değil, bırakın tabi. Ama sizinle beraber de götürün ahirete. Onun için harcamak lazım.
“Biraz geriye bıraksan da sadaka versem, iyilerden olsam.” Ne diyecek Cenabı Hak? “Eceli geldiği zaman Allah hiç kimseyi asla geriye bırakacak değildir.” Yani bitti. Artık uzatması falan yok bu işin. Öyleyse başımıza bu durum gelmeden önce hazırlığımızı yapalım. Her gün uyuduğumuz gibi bir gün uyuyup uyanmayacağız, o uyanma ahirette olacak. Ama o aradaki o pişmanlık da duyulacak. İşte kabir azabı o olmalı. İşte Peygamber efendimizin bize haber verdiği durum ruhun ölümle yeniden vücuduna gireceği kıyamet günü arasındaki durumu olmalı. “Allah yapmakta olduğunuz şeyden haberdardır.”
Şimdi ikinci bölümde sadece sorularınızı cevaplandıracağız.
2.BÖLÜM
Dersimizin ikinci bölümünde soru cevap. Yine Kur’an’ı Kerim’leriniz yanınızda olsun. Çünkü cevabı verirken ayetleri okumamız gerekebilir.
Soru: İsra Suresi 85. ayeti nasıl anlamamız lazım?
Cevap: Bu sorunun cevabını peygamberimiz de verememiş, sen bana soruyorsun ama. Onun için cevabını vermek kolay. “Sana ruhu soruyorlar. De ki ruh Rabbimin işlerindendir, emrindendir. Size bu konuda çok az bilgi verilmiştir.” Allah ruhundan üflemiştir ifadesi kullanılanca bazıları bunu vahdeti vücudun delili sayıyorlar. İşte insan da Allah’ın bir parçası var diye. Halbuki göklerde ve yerde Allah’ın olmayan hiçbir şey yok ki. Biz de Allah’ınız. O zaman allah kendi ruhundan üfledi derken ruhundan üflemiştir derken -kendi kelimesini biz katıyoruz- yani onun önemli bir şey olduğunu söylüyor. Ruhun önemli bir şey olduğunu söylüyor. Yoksa haşa Allah’ın bir parçası diye bir şey olmaz. Burada da “Rabbimin işlerindendir o.” Ya da “Rabbimin emrinde olan bir şeydir. Size bu konuda çok az bilgi verilmiştir.”
Şimdi bu ayeti kerimeyi okuduğum zaman Rasim Hoca aklıma geliyor. Rasim Hoca kendisi Azeri, felsefe hocası, Moskova’da yetişmiş, Azerbaycan’da oranın en önde gelen aliminden birkaçından birisi ve bizim de Rusya ile ilişkilerimizi sürdürüyor. Oranın tüm şeyini gayet iyi bilen bir hoca. Kendi ifadelerini ben onun adına aktarayım. Yanlış bir şey söylersem hemen itiraz eder zaten.
Bu ayeti kerimeyi okuduğu zaman birkaç yıl kendine gelemedi doğrusu. Etkisi altında kaldı bu ayetin. Bizim için fazla bir şey ifade etmiyor çünkü biz konuyu fazla bilmediğimiz için. Dedi ki ruh konusunda yazılmış bütün klasikleri, bütün kitapları okudum. Fakat dedi keşke 30 sene önce bu ayeti okusaydım bu kadar vaktimi kaybetmezdim. İşte ruhla ilgili bütün her şey bu ayet özetliyor.
Yani ruh konusunda sizin fazla bir bilginiz yok. Allah da bu konuda çok az bir bilgi vermiştir diyor. O çok az bilgiyi bir önceki derste anlatmaya çalıştık. Belki hala ulaşamadığımız, kavrayamadığımız ayetlerde birçok bilgiler daha vardır. Yani bir önceki derste anlattığımız neydi? Ruh insana ana rahminde vücudun bütün organları tamamlandıktan sonra üfleniyor, o tamamlanıncaya kadar vücut canlı olduğu için canlılık başka bir şey, ruh başka bir şey. Uyuduğumuz zaman vücudumuzdan çekip gidiyor, uyandığımız zaman geliyor, öldüğümüz zaman tekrar gidecek, yeniden dirildiğimiz zaman tekrar vücudumuza girecektir. Bu kadar.
(Bir dinleyicinin konuşması, anlaşılmıyor.)
Kabir azabı tabi hadisi şeriflerde var. Birçok kimse bu ayetler üzerinde düşünmediği için kabir azabını hemen çalakalem inkar ediyor. Yoktur diyor. Bu ayetlerde ölümle yeniden dirilme arasında ruhun konuşmalarından, gördüğü bazı sıkıntılardan bahsetmiyor mu? İşte o sıkıntıların daha geniş açılımını hadisi şerifler sağlamış oluyor. Ama bu tür hadislerde belki uydurmalar da olabilir. O da mümkündür. Ama bir kabir azabının varlığı kesin. Ama şeklini şemalini ancak Peygamber efendimizin bildirdiği gibi bilebiliriz. Başka bilemeyiz.
Soru: Adem aleyhisselamdan bu tarafa geçen bir zaman var. O zaman ölenlerle kıyamete çok az bir zaman kala ölenler arasında kabir azabı noktasında bir zaman farkı var. Bunu nasıl anlamalıyız?
Cevap: Evet, bu soru da güzel yani. Konunun anlaşılması için bu güzel sorular daha iyi oluyor. Tekrar ediyorum. Adem aleyhisselam ilk insan. Ölen en son insanla ikisi arasında binlerce sene olacak. Ya da belki de milyonlarca, bilmiyorum. Ama uzunca bir süre geçiyor. Peki, o zaman ölen insanla en son ölen insan arasında bir kabir azabı konusunda bir dengesizlik yok mu? Soru o değil mi?
Biraz önce ruhu anlatırken Yasin Suresinden ayetler okumuştum. O ayetleri tekrar okuyalım. “Sur’a üflendi bir de bakarsınız ki kabirlerinden kalkmışlar Rablerine doğru -yani Allah’ın emrettiği yere doğru- böyle hızla gidiyorlar, akın ediyorlar.” Zaten oraya giderken de biliyorsunuz kişinin yanında iki tane melek var. Birisi ….., birisi şehit. Kaf Suresinde Allahü Teâlâ bildiriyor. Yani bu dünyada da yanımızda iki tane melek var ya, sevapları günahları yazan melekler. Yeniden dirildiğimiz zaman onlar yanımızda. Birisi bizim gideceğimiz yeri gösteriyor. Şuradan gidilecek toplama yerine. Birisi de yanımızda ömür boyu tuttuğu kayıtları almış. Mahkemeye götürülen bir insan gibi götürülüyor.
Şimdi orada hızla giderken tabi insanlar uyanmışlar, farkında değiller. “Dediler ki eyvah, vay başımıza gelenler.” Şaşırdılar, çünkü hiç görmedikleri bir yer. Hani Hababam Sınıfı’nda görmüşsünüzdür. Akşam yatarken alıyorlar öğrenciyi bodruma indiriyorlar, 4 kişi 4 tarafından tutuyor, farkında değil. Uyanınca nerdeyse kafayı yiyecek gibi oluyor. Ben öldüm mü diyor. Burası kabir mi? Aynen onun gibi yeniden dirilen kişi Allah Allah! Hiç görmediği bir yer. “Vay başımıza gelenler, uykumuzdan bizi kim uyandırdı?” Burada uyku kelimesi önemli.
Bir de Peygamber sallallahu aleyhi ve selemin konuyu anlatan hadisleri var. Peygamber efendimiz diyor ki “Yaşadığınız gibi ölür, öldüğünüz gibi de dirilirsiniz.” Arafat’ta bir hacı attan düşmüş, başı yarılmış ve ölmüş. Peygamber efendimiz demiş ki “Bunu yıkayın, kefenleyin, başını ve ayaklarını kapatmayın. Bir de koku sürmeyin. Çünkü bu yarın kabrinden lebbeyk diyerek kalkacaktır.” Çünkü kabrinden doğrulurken kendisinin Arafat’ta olduğunu zannediyor. Yani farz et ki işte Arafat’a çıkmışsınız, şöyle 5 dakika bir kestireyim. Uyandığınız zaman başka bir yerde mi düşüneceksiniz kendinizi? İşte nasıl öldüyseniz öyle dirilirsiniz. Akşamleyin yatarken bir şeyler yaparım diye hesap ediyorsunuz sabahleyin kalktınız mı ilk işim şunları yapayım. Öldükten sonra dirilme de aynı. Farkı yok.
Peki, bu arada geçen zaman? O zamanın tamamı kabir azabı olmaz ki. Tamamı kabir azabı olsa bunlar der mi ki kim bizi uyuduğumuz yerden uyandırdı? Bir de şuna bakın. Hiç vakit geçmemiş gibi anlarsınız. Ama bir vakit geçmiş. Şimdi mesela gece rüya görürsünüz, uzun yıllar geçer. Rüyanızda gerçek azaplar çekersiniz. Bir de uyanırsınız, elhamdülillah rüyaymış dersiniz değil mi? Gerçek mutluluklar da yaşarsınız. Hatta uyandığınız zaman keşke biraz daha uyusam dersiniz. Gözlerinizi kapatırsınız ama bitmiştir artık. Şimdi bütün bunları gördüğümüz zaman işin farklılaştığını anlamamız lazım.
Şimdi bir de hastaları takip edin. O çok ızdıraplı hastalar seher vaktinde rahatlarlar. Sabaha yakın bakarsınız ki ızdırapları rahatlamış, uyumaya başlamışlar. Hep şöyle der insanlar. Bu gece hiç uyuyamadım, sabaha doğru uyumuşum. İşte burada da ahretin sabahına doğru herkes uyuyacak, ondan sonra ya iki dakika uyuyacaktık, bizi kaldırdınız ya. Zor geçmişti bu gece. Onun için ne diyorlar. “Ya iki dakika uyuyacaktık niye kaldırdınız? Bizi uykumuzdan kim uyandırdı.” Dolayısıyla süre ne kadar uzun olursa olsun o geçen sürenin insan farkında olmadığı için aslında eşitlik var. Anlatabildim mi? Yani ilk ölen insanla en son ölen insan arasında herhangi bir eşitsizlik söz konusu olmaz.
(Hocam zaman mefhumu var mı ki?)
Zaman mefhumu uyuyan bir kişi için olmaz. Ahirette zaman mefhumu tabi ki var. Kıyamet dediğimiz yani dünyanın tüm şeklinin değişmesinden sonra 50 bin yıl geçeceği belirtiliyor ayetlerde. Ahirette de cennete gittiğinizi düşünün orada da sabah akşam var. Ziyafet yemekleri sabah akşam yenecek orada da. O arada da atıştırdığınız şeyler hariç. Yani o Kuran’ı Kerim’de Meryem Suresi 62. ayette var. “Adn cennetlerine gireceklerdir. Allah onu kullarına vaat etmiştir. Gaybda vaat etmiştir” Yani insanlar onu görmüyorlar, sizin bilginiz dahilinde değil. Belki gaybda ibadet eder manasına da gelir mi? Yani içten, samimiyetle Allah’a kulluk edenlere vaat olunmuştur diye de belki mana verilebilir. “Allah’ın vaadi yerine getirilecektir. Orada boş söz işitmeyecekler, hep mutluluklar, güzellikler, selamet, esenlikler hep güzel şeyler bulacaklardır.” Asıl söyleyeceğimiz kısım burası. “Onların orada rızıkları vardır…” Ne zaman? “…sabahleyin ve akşam.” Sabahleyin de yemek var, akşamleyin de. Yani sabah ve akşam kavramları var tamam mı?
Ayrıca orada uyku da var. Dolayısıyla bizim yani bildiğimiz bu vücut var bir kere. Etten kemikten, topraktan yaratılmış vücut var. Bu vücudun acıkması yani sürekli beslenmesi gerekiyor. Ama ne var? İhtiyarlamıyor, hastalanmıyor, şişmanlamıyor, hiç böyle sıkıntılara lüzum yok, hep mutluluklar, güzellikler… Uyuma da bir zevk değil mi? Duhan Suresi 56. ayette “Cennette ölüm yok, ölümü tatmayacaklar birinci ölüm hariç.” Cennette birinci ölüm tadılacak, ikinci ölüm tadılmayacak. Birinci ölüm hangisi, her gün tattığımız. Uyku. O zevk veriyor değil mi insana? Demek ki zaman varmış değil mi? Ama ölüm falan olmadığı için ihtiyarlama da yok, zarar etmek de yok. Ne zamanın varlığı ile yokluğu, sadece bize zevk vermesi açısındandır. Onun dışında yok. Fark etmiyor.
(Bir de Mümin Suresi 46. ayet var.)
Ha, evet, doğru. O firavun ailesiyle ilgili olan bir ayettir. Kabir azabına bu ayet delil getirilir. Gerçi bu kabirle ilgili, buradaki sabah akşam kavramı ahretle ilgili bir kavram değil. “Onlar ateşe gösterilirler, ateşe arz edilirler sabah ve akşam. O saat geldiği zaman da denir ki şu firavun ailesini en şiddetli azaba sokun.” Buradan tekrar kabir azabına dönmüş olduk. Ben bunu bir çeşit nezarethanede bekletilmeye benzetiyorum. Yani bir yerde bekliyorsunuz. 5 yıldızlı bir otelin lobisinde odalarınızın hazırlanmasını da bekleyebilirsiniz. Siz onu beklerken eğer firmanız çok iyi, kaliteli bir firmaysa size şerbetler sunarlar. Hizmetler verirler, rahat ettirmek için her şey… Siz keyfinize bakın, eşyalarınızı merak etmeyin, biz odalarınıza çıkartırız, biraz sonra anahtarlarınız dağıtılacak derler. Orada beklersiniz. Peki, hapse atılacaksa nerede bekler? Nezarethanede bekler. Yani kabir onun gibi bir şey. Onun için biz bütün masraflarımızı yapalım da şimdiden, ön ödemeli kampanya gibi onun ödemesini şimdiden yapalım da ona göre kendimizi hazırlayalım.
Soru: Vefat eden kişilerle irtibat kuruluyor mu?
Cevap: Biz rüyada birçok kimselerle görüşüyoruz. Gerçekte görüşülüyor mu ben o konuda Kuran’dan bir ayet hatırlamıyorum. Siz hatırlıyor musunuz? Fakat bu rüya tabirleriyle uğraşan insanlar şunu söylerler. Eğer rüyada ölmüş bir kimseyle konuşursanız onunla yaptığınız konuşmayı yorumlamaya gerek yok, olduğu gibidir derler. Biz de bunu günlük hayatımızdan yaşıyoruz. Yani daha önce ölmüş olan birçok kimseyi rüyamızda görüyoruz, konuşuyoruz. Bazı şeyleri tartıştığımız, görüştüğümüz oluyor. Ha bu gerçekten o mu değil mi onu bilemeyiz tabi. Ben Kuran’ı Kerim’den herhangi bir şey hatırlamıyorum, arkadaşlarım da hatırlamıyorlar.
Rüya nedir? Rüya var bir kere, bu kesin. Yusuf aleyhisselamın gördüğü rüya var. Hani 11 tane yıldız, güneş ve ayı bana secde ederken görüyorum diyor. 46 yıl sonra da babası, bir kardeşi, annesi ya da teyzesi geliyorlar, ona saygıyla önünde eğiliyorlar. Diyor ki Allah benim rüyamı çıkardı, hak yaptı. Peygamber efendimiz rüya görüyor ki Mescidi Haram’a güven içinde girmiş, saçlarını kısaltmış ve tıraş ettirmişler. Allahü Teâlâ ayette diyor ki “Elbette ki Allah elçisinin rüyasını tasdik etmiştir, mutlaka oraya gireceksiniz güven içinde ve saçlarınızı tıraş ettirerek.” Aynen çıkacak diyor.
Mesela Yusuf aleyhisselamın rüyası aynen çıkmamıştır. Yıldızlar yerine ne çıktı? Kardeşleri değil mi? Güneş ve ay yerine annesi ve babası. Bazen semboller şeklinde rüyada görülür. Bazen de olduğu gibi. İşte Peygamber efendimizin rüyasında olduğu gibi çıkar. Bazen de Yusuf aleyhisselamın bulunduğu yerin kralının rüyası biliyorsunuz, işte 7 arık inek 7 semiz ineği yiyor, 7 yeşil başağı da 7 kuru başak. Bu rüyayı gören mümin bir insan değil. Ama olduğu gibi çıkıyor. Olduğu gibi değil yani yoruma göre çıkıyor. Çünkü rüyayı yorumlayanlar sembollerden hareket ederek bir yoruma ulaşmaya çalışırlar. 7 arık inek 7 semiz ineği yiyorsa inekler ne zaman arık olurlar. Ot olmadığı zaman değil mi? Semiz ineği arık inek ne zaman yer? Ha, o zaman demek ki 7 yıl tabiatta bitkiler iyi olacak. Bu 7 yılın mahsulü gelecek 7 yılda yenecek diye bir yorum yapıyor. Sonra 7 yeşil başak, kuru başak meselesi de yeşil başak yağmurların bol olacağı, kuru başak da iyi bir mahsulün alınmayacağını gösteriyor. Böyle bir yorum yapıyor ve aynen çıkıyor.
İbrahim aleyhisselamın gördüğü rüya var, aynen çıkıyor. Oğlunu kestiğini görüyor. Allahü Teâlâ rüyasını tasdik ederek kesmek üzere yatırıyor. Sonra Allah bir kurbanla onu azat etmiş oluyor, kurtarmış oluyor.
Şimdi rüya var. Ama rüya yerine insanların günlük hayatında gördükleri şeylerin hayallerine gelmesi de var. Hani bir delikanlı bir kıza aşık olur, gündüz hayalinde gece düşünde derler. O da var. Hasta olursunuz hep böyle rahatsız edici şeyler görürsünüz. Karabasanlar olur bilmem neler olur. Onlar da var hayatta, bütün bunlar var. Peki, rüya nasıl görülüyor? Nasıl görülüyor, ben şöyle anlıyorum. Yani doğru değil. Şimdi bak buraya kadar olanları ayetlerle anlattık onda şüphe yok. Ama bundan sonrasını yorum yapacağım. Doğru da olur yanlış da olur. O bir yorum.
Biraz önce ruhun hallerini öğrenmedik mi? Şimdi bu ruh, uyuyanın ruhu çıkıp gidiyor. Öleninki de çıkıp gidiyor. Uyanınca geri geliyor, öleninki kalıyor. Nereye gidiyorlar bunlar? Aynı yere mi farklı yere mi? Ne anlıyorsunuz buradan? Aynı yere gittikleri anlaşılıyor. Aynı yere gidiyorlarsa görüşüyorlardır herhalde. Yani bir ruh başka bir ruhla görüşüyordur herhalde aynı yere gidiyorlarsa. Belki ruh, gittiği yerin neresi olduğunu bilmediğimiz için, belki de dolaşıyor. Sonra öyle bir yerde ki vücutla da çok yakın alakası var, adamı şöyle bir ittiğiniz zaman hemen o ruh geri geliyor. Dolayısıyla rüyanın ruhla görülmüş olması gerekir diye düşünüyorum.
Soru: Kabirde Peygamberimize selam veriliyor. Yani orada ruhla ilgili bir konu olabilir mi?
Cevap: Kabir sırasında diyor ki selam veriyor Peygamber efendimiz, “Müminler diyarının topluluğu size selamlar olsun.” diyor. O ruhlar olabilir. Ben onu da şöyle düşünüyorum. Ruhun vücutla nasıl yakın alakası varsa öldükten sonra vücut parçacıklarıyla da alakalı olabilir. Yani onu da şöyle hayal ediyorum. Olabilir diyorum çünkü kesin bir şey söyleyemiyoruz, bu hadisi şerif onu da gösteriyor. Mesela eviniz yıkılsa orayı da yeniden yaptırmayı ümit ediyorsanız başından ayrılır mısınız? Sürekli orayla ilgilenirsiniz değil mi? Dolayısıyla bu yeniden dirilme vücudun parçacıklarıyla olacak. Onu geri çevirmeye kadirdir diyor Allah. Geri çevirme derken tekrar meni haline dönüşmesi. Demek ki bu vücut nasıl şeylerden geçecek ki eski haline dönecek, ordan tekrar bir tohum olacak, yeniden bir vücut oluşacak. Büyük bir ihtimalle ruh bu vücudun oluşumunu takip ediyor olabilir. Onunla yakın alakası olabilir. Nasıl uyuyan birini dürtüklediğiniz zaman hemen uyanıyorsa, yani bir yakın alakası açısından diyorum, orada da yakın bir alaka olabilir. O kabirde selam verdiğiniz zaman o ruhlar duyuyor olabilir. Zaten o şekilde hadisler de var.
Soru: Soru anlaşılmıyor.
Cevap: Şimdi kabre girdiğiniz zaman, insanları niye kabre gömerler biliyor musunuz? Meydanda kalmasın diye. Meydanda kalırsa köpekler gelir, bilmem ne yapar falan. Kabre gömülür ki insanın onuruna saygı olsun. O da toprağın içinde zaten toprak olacaktır. Onun üzerinde bir bina yapmak caiz değildir. Çünkü onun insana faydası yok, ölene hiçbir faydası yok, kalanlara zararı var. Şimdi şu kabirleri yapıyorlar, Medine’ye gittiğiniz zaman orada Beki Kabristanı vardır. O Beki Kabristanı Peygamberimiz Medine’ye gelmeden önce de Medine Kabristanıymış. Senede binlerce hacı gömülür oraya hala orası kabristan olarak kullanılır. Çünkü yapılanma yok. Ama bir yapılanma olsun iki sene sonra oraya bir kişiyi gömemezsiniz öyle değil mi? Yani yaşayanlara zararı oluyor, ölene faydası yok. Dolayısıyla bu haramdır.
Soru: Mezar yeri satın almak da haramdır o zaman hocam?
Cevap:Mezar yeri satın alma olayı biraz farklı. Yani yeri sizin mülkünüz olsun diye vermiyorlar. O satın alma, kullanma hakkı şeklinde oluyor. Yani orada yapılan masrafları eşit karşılamak için yapılan bir uygulama gibi gözüküyor.
Soru: Namazın 5, vaktin 3 olduğu konusunu sormak istiyorum.
Cevap: Vakit de 5’tir, namaz da 5’tir. Ama Kuran-ı Kerim’e baktığımız zaman -bu konu bizim internet sitesinde var mıydı Yahya?- internet sitesinde görürsünüz. Namazların birleştirilmesi ile ilgili yazı da var. Kuran-ı Kerim’e baktığımız zaman -ilgili ayetlere geçmeyeceğim, vakit bitmek üzere, sadece yerini söyledim, internette var.- orada öğlen namazının başı var yani ayetlerde öğlen namazının başı var, güneşin batıya kaymasından itibaren diyor. Ama öğlen vaktinin bittiği an ayetlerde belli değil. İkindi vaktinin sonu var, güneşin batmasından önce diyor. Ama başlangıcı yok. Peygamberimizin hadislerinde başı sonu var yani ikindi işte her şeyin gölgesi bir mızrak olduğu zaman da öğlen namazını kılmış, ikindi olduğu zaman da kılmış. Peygamberimizin hadislerine baktığımız zaman çoğu zaman öğleni öğlen vaktinde, ikindiyi ikindi vaktinde kılmış ama bazen bu iki namazı bazen birincinin vaktinde bazen de ikincinin vaktinde kılmış. Buna da birleştirme diyoruz.
Yine akşam namazının başlangıcı var, güneşin batmasından itibaren ayette geçiyor. Ama akşam namazının son vakti Kuran-ı Kerim’de yok. Yatsının ilk vakti yok, son vakti var. Yani akşamla yatsının ara vakti Kuran’da yok, öğle ile ikindinin ara vakti yani birbirini ayıran vakitler Kuran-ı Kerim’de yok. Bundan dolayı da Peygamberimiz bazı durumlarda öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı birleştirmiş. Şiiler diyorlar ki namaz 5, vakit 3. Ama yine onlar namazı 5 ayrı vakitte kılmaktır esas olan, özürsüz olarak birleştirmek mekruhtur da derler. Şiiler de 5 vakit kabul ederler. Sadece birleştirme imkanı verdiği için öyle oluyor.
Soru: Peygamber efendimiz kabre girerken selam veriyor ama sen ölülere işittiremezsin diyor ayet?
Cevap: Peygamber efendimiz kabre girerken selam veriyor ama mesela Fatiha okumuyor, İhlas Suresini okumuyor. Ölülere işittirmek değil ki, size selam olsun demek bir duadır. Selam ne demek? Yani huzur içinde olun, güven içinde olun, sıkıntısız olun demek. Bu bir dua değil mi? Selam odur, yoksa onların aleyküme selam demesini beklemek değil. Karşılıklı görüşme, konuşma değil. Selam verdiğiniz zaman kişiye diyorsunuz ki esen kal, mutlu ol, güven içinde ol, huzur içinde ol. Bu bir dua değil mi? Mesela eve girdiğiniz zaman selam veriyoruz, birisi cevap versin diye mi veriyoruz? Yani bu evde huzur içinde olayım, güven içinde olayım, mutlu olayım falan diye veriyoruz. Cennete girilirken de selam deniliyor. Ha, karşıdakine selam dediğiniz zaman karşıdakinin güvenlik, esenlik içinde olmasını istediğimiz zaman o da buna karşılık dua etmiş oluyor size de selam olsun demekle.
Soru: İnancı zayıf bir şahıs soruyor. Dünyanın birçok yerinde aynı anda binlerce insan ölüyor. Azrail aynı anda hepsinin canını nasıl alıyor?
Cevap: Ahirette ona sorsun. Yani nasıl alıyorsa alıyor. Şimdi bu bize göre. Bakın şu anda insanoğlunun ulaştığı teknoloji bile ben burada konuşuyorum. Şimdi Çin’den, Amerika’dan, Hollanda’dan, Almanya’dan, dünyanın her yerinden şu anda dinliyorlar. Aynı anda dinliyorlar. Bu bir ışık hızı. Melekler de nurdan yaratılmış, nurun hızı ne kadar onu bilmiyoruz tabi. Yani nura da ışık diyebilirsiniz. Ama o farklı bir varlık. Mesela o farklı bir nur. Çünkü gece lambaları söndürdüğümüz zaman melek orada oluyor ama ortalık aydınlık olmuyor. Bizim bildiğimiz bir nur değil. Bilmediğimiz bir şey. O zaman onun ulaşımının nasıl olduğu bizim kendi kurallarımızla olmaz.
(Birçok lambayı bir anda söndürüyoruz yani)
Tabi on binlerce lambayı bir anda söndürürsün. Yani biz bunu buna göre anlarız. Burada ne kadar lamba var? Bir düğmeye basarak söndürebiliriz. Ama bildiğimiz bir olay değil ki. Zaten Azrail aleyhisselamın can almasıyla ilgili hadisi şeriflerde şöyle anlatılır. Azrail aleyhisselam 4 tane melekle birlikte gelir. O meleklerin birisi sağ bacaktan, birisi sol bacaktan, birisi sağ koldan, birisi sol koldan böyle çeker göğüste birleşir ve son anda Azrail aleyhisselam göğüsten çıkarır onu. Yardımcıları da var tek başına değil.
Peki, böylece dersi bitirdik.