MUTAFFİFİN SURESİ
“Bu Kur’an en sağlam olana iletir. Uygun işler ve davranışlarda bulunan müminlere de müjde verir; Onlar için gerçekten büyük bir karşılık vardır. (İsra Suresi 17/ 9. ayet)
Şimdi Mutaffifin Suresinin 18. ayetinden itibaren okumaya başlıyoruz. Burada Allah-u Teala şöyle buyuruyor. “Kellâ inne kitâbe-l-ebrâri lefî ‘illiyyîn” “Hayır, bazılarının zannettiği gibi değil, şimdi bu dünyada Allah’ın yolundan çıkanlar kendilerini daha çok Allah’ın yolunda zannederler. Yoldan çıkanlar, kendilerini daha çok Allah’ın yolunda zannederler, bu konuda ayetler var biliyorsunuz, zaman zaman okuyoruz. “İnnehumuttehazuşşeyatine evliya-e min dunillahi (min dunillahi-videoda yok) veyahsebune ennehum muhtedun.” “Şeytanları kendilerine evliya edinirler, ama kendilerini doğru yolun ortasında kabul ederler.” Araf 7/30) Müslümanları da bunlar kafayı yemiş derler, o şekilde. İşte bunlar gerici yobaz ne bileyim. Hoş olmayan vasıflarla vasıflandırırlar ki, bu surenin sonuna doğru, onların sözlerinin bir kısmı nakledilmektedir.
“Yeşheduhul mukarrebûn-21. ayet” “Yakınlaştırılmış olanlar o kitaba şahitlik ederler. Yani oradaki kayıtlara melekler şahitlik eder, her bir kayda.”
“İnnel ebrâra le fî naîm-22. ayet” “Şurası bir gerçek ki iyiler elbette ki nimetler içerisinde olacaklardır.”
“Alel eraik-23. ayet” “Tahtlara kurulmuş olarak, şöyle tepe noktaları hep” “yenzurûn” “çevrelerine bakarlar”
“Ta’rifu fî vucûhihim nadraten naîm-24. ayet” “Onların yüzlerinde, o nimetlerin güzelliğini anlarsın. Yani yüzlerine baksan, ne kadar güzel nimetlerle karşılaştıklarını yüzlerinden anlarsın, nimetlerini görmeye lüzum yok. O neşe yüzlerinden akar.”
“Yuskavne min rahîkın mahtûm-25. ayet” “Rahik’ten ikram edilir onlara. Rahik’te çok kaliteli şarap demektir. Mahtum da mühürlü.”
“Hitâmuhu misk-26. ayet” “Mühürü miskten” Yani o mühür kısmı da miskten yapılıyor. Öyle tapadan falan değil, mantardan değil miskten” “Ve fî zâlike fel yetenâfesil mutenâfisûn” “İşte birbirleriyle yarışacak olanlar bu konuda yarışsınlar. O nimetleri elde etmek için yarışsınlar.
Şimdi yukarıda ki ayetlerde el-ebrar kelimesi geçti. İyiler. İyiler kimdir? Herkes kendisine göre benden daha iyisi olmaz der. Şöyle bir şey anlatırlar: Bir adam aklını hiç beğenmezmiş. Dünyanın en iyi akıllarını bir yere koymuşlar. Demişler ki, gel buradan hangisini beğenirsen onu sana vereceğiz. Bakmış, bakmış, bakmış, gene kendisininkini almış. Şimdi kim iyidir dersen, kendinden başka iyi yoktur. Ya ben kendimi hiç beğenmiyorum dese de inanmayın, o kendisini başkasından üstün görür. Peki Allah-u Teala’nın iyi dediği kim. Önemli olan o. Allahın iyileri anlattığı bir ayet var:Bakara-177’ymiş.
Burada diyor ki: “Leysel birra en tuvellû vucûhekum kıbelel maşrıkı vel mağrib”-2/177 “İyilik, yüzünüzü doğu yada batı tarafına çevirmek değildir.” Ne olacak doğulu, biz batılıyız falan, yok bunlar iyilik değil. Biz nerde yaşıyoruz, siz nerede …? Nerede yaşarsan, yaşa. İyi olmak başka bir şey.
“Ve lâ kinnel birra” “Ama iyi kişi şudur” İyi kişi şudur, dikkatle dinleyin. “Men âmene billâhi vel yevmil âhir” “Allah ve Ahiret gününe inanan kimsedir” “vel melâiketi” “meleklere” “vel kitâbi” “kitaba” “ven nebiyyîne “ve peygamberlere inanan kimsedir” “ve âtel mâle” “malını veren kimsedir.” Malı vermek çok zor bir iştir. “alâ hubbihî” “mala karşı olan sevgisine rağmen, mal sevgisi doğuştandır. Bak küçücük bir çocuğa oyuncak verin, elinden alamazsınız. İnsanlarda bu zaten vardır. Onun için Kuran-ı Kerim’de mal biriktirin diye emretmez. Bunu herkes yapıyor zaten. Allah’ın emrettiği malınızı harcayandır. Harcayın. “ve âtel mâle” “malını verir” “alâ hubbihî” “o mala karşı olan sevgisine rağmen” Niye? çünkü ben Allah’ı daha çok seviyorum diyor ya, o zaman göster. Kime verir? “zevil kurbâ” “en yakınlarına verir” En yakınlarına iyilik yapmak, dünyanın en zor işidir. İnsanlar zor günlerinde yanlarında en yakınlarını görmek isterler. Ellerine 3-5 kuruş geçti mi onlardan hemen kaybolurlar. Nimeti paylaşırken başkalarıyla, külfeti paylaşırken, en yakınlarıyla. “vel yetâmâ” “Yetimlere verirler” Çünkü yetimlere verdiğin zaman bir reklam tarafı yok ki. Allah rızası için o “vel mesâkîne” “Miskinlere verirler, yani çaresiz kalmış kimselere verirler” “vebnes sebîli” “ve yolda kalanlara verirler” “ves sâilîne” “isteyenlere, ihtiyaçlarını bildirenlere verirler” “ve fîr rıkâb” “ve boyunduruk altında olanlara, yani kölelere ya da köleleştirilmiş kimselere verirler, onları kurtarmak için.” İyiler başka ne yaparlar? “ve ekâmes salâte” “namazı ayakta tutarlar.” Ne demek namazı ayakta tutmak? O namazı sürekli kılarlar demektir” “ve âtez zekâh” “ve zekatı verirler” “vel mûfûne bi ahdihim izâ âhedû” “birisiyle taahhüde giriştiği zaman, bir yükümlülük bir yük altına girdiği zaman, birisine bir söz verdiği zaman onu yerine getirir.” “ves sâbirîne fîl be’sâi ved darrâi ve hînel be’si” “zor durumlarda ve de zarar gördüğü sıkıntılı durumlarda, zarar gördüğü bir zamanda, zarara uğramışsın, zor durumdasın ve ani baskın var, hiç beklemediğin durumlar olmuş, bütün bu durumlarda sabrederler. Yani güçlerini sonuna kadar kullanıp, ileriye doğru yürümeye çalışırlar. “ulâikellezîne sadakû” “işte sadık olanlar budur, yani özü sözü doğru olanlar bunlardır” “ve ulâike humul muttekûn” “kendilerini koruyanlarda bunlardır.” Demek ki iman olacak, ibadet olacak, hayır hasenata harcamaları olacak, sabırı olacak ve verdiğiniz sözü de yerine getireceksiniz. İşte o zaman iyi adam olursun. Hiç bir şey yapmadan iyi adam olmak yok.
Tekrar Mutaffifin süresine dönüyoruz.
İşte iyilerin kaydı illiyyun da tutulur. İlliyyun nedir, bilir misin? O, mühürlü bir defterdir. Ona yakınlaştırılmış melekler şahitlik ederler. “İnnel ebrâre le fî naîm” 83/22 “İyiler elbette ki nimetler içinde olacaklardır.”
“Alel erâiki” “Tahtlara kurulmuşlar”, “yenzurûn” 83/23 “şöyle çevrelerine bakarlar” “Ta’rifu fî vucûhihim nadraten naîm” “O nimetlerin tazeliği, güzelliğini yüzlerinde anlarsın. Yüzlerine baktığın zaman, ne kadar büyük nimetler içinde olduğunu anlarsın. Her tarafları gülüyor çünkü”
“Yuskavne min rahîkın mahtûm-83/25” “Mühürlü bir şaraptan, çok kaliteli bir şaraptan içirilirler. Tabi bu sarhoş eden cinsten değil”
“Hitâmuhu misk” “Mührü de miskten yapılmış”
“ve fî zâlike fel yetenâfesil mutenâfisûn” “İşte birbirleriyle yarışacak olanlar, bu konuda yarışsınlar, cennet nimetlerine ulaşmak için yarışsınlar.” Bir ayet-i Kerime’de Cenab-ı Hak diyor ki ” Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhes semâvâtu vel ardu” “Rabbinizin bağışlamasını ” Al-i İmran suresinde olacak, Al-i İmran 133, “Hz. Ömer’in dediği gibi herkes beni geçti, çok güzel, Allah razı olsun. 68. sayfa “ve sariu ilâ mağfiretin min rabbikum” “Rabbinizin bağışına koşuşun” “ve cennetin” “ve cennete koşuşun” Yani onun için yarışın. “arduhâ es-semâvâtu vel ard” “Genişliği gökler ve yer kadar olan cennet”. Şimdi yarışa giriyorsunuz. Ödülü ne? “Genişliği gökler ve yer kadar olan cennet.” Peki bunun hepsi kime verilecek? Yarışı kazanana değil mi? Genişliği gökler ve yer kadar, gökler diyor, gök demiyor, hayal etmesi mümkün olmayan bir şey değil mi? Hayal etmemize imkan yok, orada bu dünya ne kadar kalır? Nokta filan değil, hiçbir şekilde gösteremezsin. Ne noktası. Uzunluğu ne kadar, o yazmıyor, genişliği diyor, yarışacaksan onun için yarış, çalışacaksan onun için çalış, fedakarlık yapacaksan onun için yap. Geçen de bir hanım geldi vakfa, ciddi bir psikolojik bir bunalım içerisinde. Sebebi neydi, şimdi çok net hatırlamıyorum ama, kocasıyla ilgiliydi galiba şikayeti, neyse. Şimdi ona dedim ki, haa, intihar etmeyi düşünüyorum falan gibi bir takım şeyler söyledi, dedim ki “biraz gayret göster, şey yap, şimdi sana deseler ki dedim. şu Süleymaniye camisinin minaresinin üstteki alemine dokunursan, sana bir trilyon para vereceğiz. Onun için gayret gösterip antremanlara başlar mısın? Bir trilyon YTL, bir milyar da deseler yapar da, bir milyar YTL çok, çok çok büyük bir sermaye. Yaparım dedi. Ama dedim, oraya çıkıyorum derken, düşüp ölmekte var. Eee olsun dedi. E peki dedim, bu bir trilyonla kabil-i telif olmayan ahiret var. Bir katrilyonda değil, bin katrilyonda değil. Allah orada o kadar büyük nimet sana gösteriyor ki işte genişliği gökler ve yer kadar. Peki sen bunun için niye fedakarlıkta bulunmuyorsun? Sen boş ver başkalarını, başkalarının ne yaptığından sana ne? Senin ne yaptığın önemli. Sen kocandan sorumlu değilsin, falandan filandan da sorumlu değilsin. Sen kendinden sorumlusun. Kendine baksana! Şimdi bakın, çok küçücük şeyler için ahiretimizi zâyi ederiz.
Halbuki yarışacaksan bunun için yarış kardeşim! Bak, genişliği gökler ve yer kadar olan “cennet” diyor, ve ebedi cennet. Ve orada sen “lehum ma yeşaune inde rabbih” Rableri katında tasarladıkları her şeyi yapma hakkı da verilecek bu insanlara. Ne yapmayı tasarlıyorsan yap. Bu dünyada tasarladığımız her şeyi yapamıyoruz değil mi? Ama orada var. “İnne ashabel cennetil yevme fi şuğlin fakihun” Cennetlikler bugün kendilerini mutlu edecek meşguliyetler içerisindeler. Öyle boşu boşuna yatmak yok orada da yani. Ama mutlu edecek meşguliyetler. Şimdi bazıları düşünüyor, diyor ki “ya şunu getir, getirdi; bunu..” ya “canım sıkılır” diyor cennette canın sıkılmaz! Seni mutlu edecek meşguliyetler içerisinde olacaksın. Evet, e sonsuz cennet böyle olur zaten. Bak, genişliği gökler ve yer kadar diyor, Allah’u Teala. “uiddet lil muttakîn” Muttakiler için hazırlanmıştır. Evet “sabiku”, evet, öyle 541.sayfa. 11.ayet Hadid suresi. Ha yirmi bir mi? Yanlış yazmış, doğru. Burada da diyor ki; “sabiku aynı şey, sabiku ila mağfiretin, min rabbikum ve cenneh”. Müsabaka yapın, yarışın, Rabbinizden olan mağfirete ve cennete yarışın. “Ardu ha ke ardissemai vel ard.” Genişliği gökler ve yerin genişliği kadardır. Göğün değil, göklerin, yedi göğün ve yerin genişliği kadardır. “Uiddet lillezine amenu billahi ve rusuluhi”. Allah’a ve elçilerine inananlar için hazırlanmıştır. Zalike fadlullahi yu’tihi men yeşaa’. Bu Allah’ın ikramıdır ki, Allah’ın dediğini yapanlara verecektir. “Vallahu zul fadlil azim” Allah büyük bir ikram sahibidir. Onun için işte, Mütaffifin suresinde de “ve fi zalike fel yetenafesil mütenafisun” İşte yarışacak olanlar bu konuda yarışsınlar diyor. Yarışa girecekseniz cennete götürecek işlerde yarışın. “Ve mizacuhu min tesnin” O cennet şarabının katkısı da tesnindendir. Tesnin’den katılır onun içerisine. Tesnin ne? “Aynen yeşrebu bihel mukarrabun” O öyle bir çeşmedir ki Allah’a yaklaştırılmış olanlar içer. Yani çok değerli kişiler içer. Ondan katılır. E şimdi sen bundan kattın, e biraz daha gayret gösterirsen, sürekli tensinden içebilecek konuma gelirsin. innellezine ecremu kanu minellezine amenu yerhakun. O günaha dalmış olanlar inananlara gülüyorlardı, dünyadayken. Gülüyorlardı inananlara. Ve iza marru bihim yetegamezun.
Müminler onların yanından geçtiği zaman kaş-göz işareti yapıyorlardı, senin ki geldi gene. Ve izen galebu ila ehlihimun galebu fekihin. Yandaşlarının yanına döndükleri zamanda mutlu bir şekilde dönüyorlardı. Gene seninkini alaya aldık. Çok hoşlarına gidiyordu, çok seviniyorlardı. “ve iza raevhum galu inne haulai iddâllun.” Onları gördükleri zaman da, “galu” şöyle diyorlardı: “inne haulai iddâllun.” Yahu bunlar, bunlar şaşkın. Hepsi sapık ya. Bunların bir şeyden anladıkları yok. Şaşkın insanlar onlar. “vema ursilu aleyhim hafizin.” Halbuki onlar Müslümanları korusun diye görevlendirilmiş değillerdi. Niye bu kadar ilgileniyorlar ki? Yani bu Müslümanlar madem sapık, madem böyle niye bu kadar sizin ilginizi çekiyor? Niye bu kadar gözünüz üzerinde bunların? Çünkü hepsi de biliyor ki, bunların yaptıkları doğru. Okullarda çalışkan öğrencilere ne derler? İnek derler, ama sonunda hep o inekler kazanır. Niye biliyor musunuz? Kendi tembelliğini örtmek için karşı tarafa hakaret ediyor. Bunlar da aynı şekilde. Ya niye bu kadar ilgileniyorsunuz ki Müslümanlarla? Ne alıp veremediğiniz var? “Fel yevmellezine amenu minel küffari yedhakun.” Bugün inananlar o kafirlere güleceklerdir. Şimdi gülme zamanı müminlere geldi. Son gülen ne yapar, iyi güler. İşte son gülen mümin oluyor. Alel araiki yenzurun. Koltuklara tahtlara kurulmuşlar çevrelerine bakıyorlar. Ha, onlara bakıyorlar burada.Yani cennetten cehennemliklere bakıyorlar. Hel suvvibel küffaru ma kanu yefalun. Şu kafirler, şöyle merak edip, bir bakayım hele. Şu kafirler yaptıklarının karşılığını almışlar mı yoksa almamışlar mı? İşte bizim mahallede şöyle birisi oturuyordu bakayım hele o, a işte o da şu bak bak bak falan da, filan da orada. Tabi o da bunu görüyor. Vay be, şu gericiye bakın o da nereye gitmiş diyor. Zaten en büyük mahrumiyet o. Beğenmediği bir kişinin en güzel yerde olduğunu görüyor, lan ben burada olacak adam mıyım? Tamam başka gideceğin yer yok, istediğini söyle. Ne söylersen söyle.
Şimdi, burada bu bitti de yalnız, bu arada geçen hafta Mustafa bey bir şey söylemişti de gelirken aklıma geldi. Burada Mustafa çok da, sizin soyadınız neydi? Ha Mustafa Kırca Bey’di. Bu cenabı hakkın ahrette görülüp görülmeyeceği konusuyla alakalı şey yapmıştı da gelirken aklıma geldi. Daha önce aklıma gelseydi biraz daha şey yapardım. Sure bittiğine göre onunla ilgili birkaç ayete bakalım. Şimdi bu surede, şu okuduğumuz surede bir ayet var. 15.ayet: “Kella innehum an rabbihim yevme izin le mahcubun. Hayır, onlar o gün rablerinden mahçup olacaklardır. Mahçup kelimesi Türkçedeki anlamda değil. Türkçede utanacaklar manasına gelir de Arapçası o değil. 15.ayet “le mahcubun”. Mahrum da değil. Hicab kelimesi var, hicab, perde. Perdelenmiş olacaklardır. Rablerinden perdelenmiş olacaklardır, mahşer yerinde. Perdelenince göremiyorlar tabii. Nasıl perde, gözlerine mi perde çekildi, başka ne oldu, onu Allah bilir tabi. Ama perdelenmiş olacaklar. “Sümme innehum, le salul cehim.” “Sonra onlar elbette ki, cehenneme sokulacaklardır. O zaman öyle anlaşılıyor ki bu, mahşer yerinde olan bir olay. Perdeleneceklerdir Rablerinden.
Şimdi bir de Kıyamet suresini açalım. 75. Sure, 579. Sayfa. Şimdi baştan başlayalım. “Kella” Hayır, hayır, “bel tuhibbunel acileh”. Siz hemen olandan hoşlanıyorsunuz. Aman şimdi bir şeyler olsunda sonra neme lazım. Ne olur olmaz, geriye bir şey bırakmak istemiyoruz. “ve tebeunel ahirah”, gerisi terk ediyorsun yada ahreti bir kenara bırakıyorsun “vücuhum, yevme izin nadirah” O gün bazı yüzler vardır ki, ter ve tazedir, taptazedir, güler. Öbür ayette olduğu gibi. “Tealuf fi vücuhihim naedraten neim yüzlerine işte o gerçi cennete girmiş değiller bunlar ama geleceklerini bildikleri için, hani ayeti kerime de var ya. “ve amma men utiye kitabehu bi yeminihi, fesevfe yuhasibu hisaben yesira ve yankalibu ila ehlihi mesrura” Defteri sağ tarafından verilen kolay bir hesap verecek ve ailesine mutlu olarak sevinçli olarak dönecektir. İşte bunlar, bir kısım yüzler vardır ki, gülüyor, ter-i taze “ila rabbiha nadirah” Rabbine bakacaklardır. Rabbine bakacaklardır “ve vücuhun yevme izin basirah “ Bir kısım yüzlerde vardır ki, öyle yani, kara çalınmış ekşimiş, pusarmış, böyle bir acayip. “Kazunni inni feale bi ala fakirah” Oda sanki beli kırılacakmış gibi zanneder. Beli kırılacakmış yani, birisi vurup belini kıracakmış gibi düşünün. Demek ki , işte burada anlaşılıyor ki, öbür ayette “bunlar Rablerinden perdelidirler” Kella innehu ma rabbihi yevme izin le mahcubun. Defterlei siccin de olan o kötüler, perdelidirler dediğine göre, orada onlar perdeli ifadesini kullanıyor. Burada da Rablerine bakacaklardır ifadesi olduğu için, ahirette müminler Cenab-ı Hakkı göreceklerdir. Şimdi büyük bir çoğunluk böyle inanır. Ama sadece mutezile “len terani” ayeti kerimesine dayanarak, hani Musa aleyhisselam “Rabbi erni enzur ileyk ve Rabbi erni enzur ileyk” diyor ya, ya Rabbi bana görün kendini bana göster, sana bakayım diyor. O da “len terani” beni asla göremiyeceksin diyor, şimdi mutezile uleması da ona dayanarak diyorlarki , Allah hiçbir zaman görülemiyecek. Şimdi o tabi dünya ile ilgili olan bir olay diyorki, işte ben şimdi şu dağa bakacağım, eğer yerinde durursa sen görebilirsin Oraya dağa bakınca tuz buz oluyor ve Musa aleyhisselam da baygın olarak yere düşüyor. Şimdi bu olayı esas alanlar, yani Mutezile diyorlar ki göremiyecektir insanlar gerçi bu dünya ile alakalı bir hadisedir. Bu ayeti kerimeyede şöyle bir mana veriyorlar ki, ter-i taze olan bir takım yüzler vardır Rablerini bekleyeceklerdir. “Nazire, intizar manasında” Rablerini bekleyeceklerdir. E peki beklediler de bir şey göremezlerse o zaman ne olur? Bekle bekle bir şey yok. Asırlardır bekliyor, hiçbir şey yok. Ne olur o? Mutsuzluk olur değil mi? Yüzünde nimetin tazeliğini göremezsin ki. Ama burada Rablerine bakacaklardır. İla kelimesi zaten ona mani oluyor. “ila rabbiha nadirah” Öbür anlayışa mani oluyor, bir de o mahçupturlar, perdelidirler ifadesiyle bunu birleştirdiğiniz zaman, ahirette Cenab-ı Hakkın görülebileceği anlaşılıyor. Ama nasıldır bilemiyoruz tabi. Ne bilelim. Evet 60. surenin son ayeti diyor,
Enes Hoca. Al-i İmran suresi 77. Ayet değil mi? “innellezine yeşterune bi ahdillahi ve imanihim semenen galilen ulaike la halaga lehum fil ahirah vela yukellimuhumullahu ve la yenzuru ileyhim yevmel kıyameh vela yuzekkihim ve lehum azabun elim” Burada diyor ki, Allah’ın ahdini satanlar bu iştira kelimesi satma manasına da alınır, satın almak manasına da alınır. Yani Allah’a verdikleri sözü birkaç paraya satıyor, yani bir menfaat görüyor. Şimdi işte tamam ya Rabbi beş vakit namazımı kılacağım diyor, namaza giderken bakıyor ki başka bir şey var takılıp onun peşine gidiyor. Mesela cumaları söz veriyor, ya Rabbi söz bundan sonra beş vakit kılacağım. Sonra hemen ilk vakitten başlıyor aksatmaya. Yani bir menfaati çıktığı zaman Cenab-ı Hakkın emirleri ikinci planda kalıyor. Şunu bir yapayım da, sonra tevbe ederim. Sonra zor tevbe edersin. Evet “bi ahdillahi ve imanihim” Allah’a karşı üstlendikleri sorumluluğu ve yaptıkları yeminleri birkaç paraya satanlar “semenen kalile”. “ulaike la halaka lehum fil ahirah” Onların ahirette alacakları bir pay yok. “vela yukellimuhumullahu” Allah onlarla konuşmayacak. “vela yenzuru ileyhim” Allah onların yüzlerine bakmayacak. “vela yevmel kıyameh” Kıyamet günü Allah onların yüzlerine bakmayacak. “vela yuzekkihim” onları tezkiye etmeyecek yani onları aklamayacak. “ve lehum azabun elim” onlar için acıklı bir azap vardır. Bir de bir hadis-i şerif rivayet edilir, ama o hadis ne derece sahih, değil onu bilmiyorum. Dediğim gibi daha önce aklıma gelseydi, bakardım ama sadece şöyle gelirken baktım. İşte insanlar kıyamet günü Cenab-ı Hakkı görecekler ayın ondördü gecesi işte ayı gördükleri gibi yani kimse kimseye engel olmayacak manasına, ama onu bilemiyoruz tabi. Görmenin keyfiyeti nedir nasıldır, o ahretle alakalı. Allah-u Teala ile alakalı bir şey. Onu bilmeye imkanımız yok. Ama genelde bu mutezilenin dışındakiler Cenab-ı Hakkın görülebileceğini kabul ederler. Mutezilede görülmez derken o da bir ayeti kerimeye dayanıyor. Yalnız mutezilenin yorumu bana fazlaca tatminkar gelmiyor. Ha bu arada bir şey daha söyleyeyim bugün duydum. Şimdi bizimle ilgili her yerde ileri geri konuşuyorlar.
Tabi konuşacaklar gayet normal. Onu ben normal karşılıyorum da, güya ben şöyle demişim: bu dört mezhepten her biri Hristiyanlarda ki Yuhanna, Matta, Marcus Luka gibidir demişim benden naklen. Ben de gelenlere dedim ki, ilk defa sizden duyuyorum böyle bir kelimeyi. Siz de duymadınız değil mi? Ama yani bunların yanlışlıklarını söylemek başka bir olay, zaten Yuhanna, Matta, Marcus Luka ne iş yapar? Onlar incili yazan kişilerdir. Bizde Kur’an-ı Kerim de yeni nüshalar oluşturanlar yok ki. Kur’an’ın falanca nüshası filanca nüshası diye bir şey yok. Tek bir Kur’an-ı Kerim’imiz var Allah’a şükür ikinci bir Kur’an yok. Dolayısıyla mezhepler onun arasında zaten bir ilgi kurup benzetme imkanı yok. Ama ben şunu her zaman söylüyorum. Hıristiyanlığı bozan bir Pavlus var. Bizde de var ama onlar kim? Ne zaman nasıl bulabiliriz. Hatta bir tane değil birkaç tane var. Bu konuda tabi, tarihi bilgimiz yeterli değil. Bir de tarihin o dönemi ile ilgili elimizde fazlaca bir belge yok. Ya işte fazla da fark etmiyor, bilsek ne olur, bilmesek ne olur.Allah-u Teala nasıl olsa onları biliyor. Ne gerekiyorsa onu yapacaktır. Bizim için lazım olan şu kitaptır. Hamdolsun ki bu kitap var elimizde. Buna uyarız ve peygamberin (SAV) örnekliği de var. Allah-u Teala “le gad kane lekum fi rasulullahi usvetul hasene” buyurmuş, sizin için Allah’ın elçisinde güzel bir örnek vardır demiş, örnek vardır demesi için örneklerin bu zamana kadar korunması da gerekiyor ve bunun korunduğunu da görüyoruz. Kuran’la birlikte sünneti de okuduğumuz zaman yanlışlar hemen çabucak ayıklanıyor. Zaten dikkat ediyorsanız, Allah’a şükür o kadar kolay problemleri hallediyoruz ki, Kur’an-ı Kerim’le hareket ettiğimiz için Yani bir çok kimse şaşırıp kalıyor. Yani siz bunu nasıl yapıyorsunuz diyor, nasıl yapıyorsunuz? Ya gayet kolay. Yani çeşmenin başını bulduğun zaman, aşağıda biz çeşitli sulara karışmış pis suları bulup da arıtmayla meşgul olmuyoruz. Arıtma tesisleri kurmaktır, bilmem işte orada çeşitli ölçümler yaptırmak, bir sürü adamlar çalıştırmak, öyle işlerle meşgul olmuyoruz. Gidiyoruz çeşmenin başında hangi bardağa akarsa, tertemiz içiyoruz, onlarla uğraşmıyoruz. Başkaları onlarla uğraşıyorlar. Sonra ne yaparlarsa yapsınlar, mikropsuz kalmıyor. Gene rahatsız oluyorlar. Yaptığımız, Kur’an-ı Kerim’den çeşmenin başından içmektir. Ondan dolayı çok kolay yani. Gereksiz yere enerji harcamadığımız için. Başkalarının hayret edeceği şekilde yapıyoruz, hamdolsun. İnşaallah herkes bunu keşfeder ki, yani son zamanlarda bu konuda bayağı bir ilerleme olduğunu düşünüyorum. Yani insanlarda Kur’an-ı Kerim’e yönelme, ilim adamlarında yönelme, araştırmacılarda yönelme gözüküyor. İnşaallah çok yakın bir zamanda çok güzel olacak diye düşünüyorum ve şimdi sizlere bir ara veriyoruz.