Abdülaziz Bayındır:
Elhamdülillah Elhamdülillahi Rabbil alemin Vel akibetül müttekın Vessalatü vesselamü ala resulina muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain
Bugün Mearic suresine devam ediyoruz. Otuz Altıncı ayetteyiz. Burada Allahu teala şöyle buyuruyor: sayfa numarası 570
“Fe mâ lillezîne keferû kıbeleke muhtıîn “
“O kafirlere ne oluyor, sana doğru hızla koşuyorlar.”
“Anil yemîni ve aniş şimâl”
“Sağdan ve soldan”
“ızîn”
“Gruplar halinde”
“E yatmeu kullumriin minhum en yudhale cennete naîm”
“ Onların her birisi nimetlerle dolu cennete girdirileceklerini, sokulacaklarını mı ümit ediyor?”
“Kellâ, innâ halaknâhum mimmâ ya’lemûn”
“ Hayır biz onları, bildikleri şeyden yarattık.”
“Fe lâ uksimu bi rabbil meşârikı vel megâribi innâ le kâdirûn”
“Doğuların ve Batıların Rabbine yemin olsun, Biz onlara elbette ki güç yetiririz gücümüz yeter”
“Alâ en nubeddile hayren minhum”
“Onları daha iyileriyle değiştirmeye” daha iyileriyle değiştirebiliriz.”
“ve mâ nahnu bi mesbûkîn”
“Bu konuda hiç kimse bizden kaçıp kurtulamaz.”
“Fe zerhum yehûdû ve yel’abû”
“Bırak onları dalsınlar daldıklarına, oynasın eğlensinler”
“hattâ yulâkû yevme humullezî yûadûn”
“Kendilerine söz verilen o güne kavuşuncaya kadar öyle yapsın”
“Yevme yahrucûne minel ecdâsi sirâan”
“Kabirlerinden yarışırcasına çıkacakları gün”
“ke ennehum ilâ nusubin yûfîdûn”
“Sanki ibadet için dikili taşlara doğru koşuşur gibi çıktıkları zaman”
“Hâşi’aten ebsâruhum”
“Gözleri önlerine düşmüş” yani gözlerini açacak halleri yok.
“terhekuhum zilleh”
“Onları bir aşağılık, perişanlık hali tamamen kapsayacak.”
“zâlikel yevmullezî kânû yûadûn”
“Bu onlara vadedilmiş olan bir gündür”
Şimdi buraya kadar olan ayetler, bir insan tipinden bahsediyor. Müslümanların zihinleri bir konuda net değil. O da şu: Müşrik başka, Kafir başka zannediliyor. Hâlbuki Kur’ân’ ı Kerim’e baktığımız zaman her müşrik kafir, her kafir de müşriktir.
“Ehli Kitap müşrik midir, değil midir?”, diye sorduğunuz zaman “Ehli Kitap müşrik değildir” derler. “Üç tane Tanrı iddia ediyor”, “Yok o ehli kitap’ dır, ama kafirdirler.”Müşrik deyince aklına ne gelir? Mekkeliler, Mekkeli müşrikler ve onlara benzeyen puta tapan insanlar. Sonra bir soru soruyorsunuz, diyorsunuz ki; “Peki kafirler müşrik değil mi?” “Evet müşrikler kafir ama her kafir müşrik değil” derler. Öyleyse Allah şirkin dışındaki günahları affedebileceğini söylüyor. İnnallâhe lâ yagfiru en yuşrake bihî…” (Nisa 116) “Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz” “ve yagfiru mâ dûne zâlike” “bunun dışındakini bağışlar” “li men yeşâu.” “bağışlayacağı şahıslar için bağışlar”
“O zaman kâfirler de bağışlanır mı?” dediğiniz zaman tabi şaşırıp kalıyorlar. Şimdi kâfir kelimesi, küfür, kâfir yani kâfir; örten kişi demektir. Yani gerçekleri örtüyor. Şirk’te Allah’la kendi arasına aracı koyan kimsedir. Şimdi şöyle bir koridor, koridora bir duvar yaptığınız zaman duvarın arkası ile duvarın önü arasında ara yerde bir yer işgal eder duvar değil mi? Yani koridoru ikiye böldüğünüz zaman koridorun üst tarafı ile alta tarafının arasında bir duvar olur. Öyle değil mi? Şimdi insanlar da kendileri ile Allah arasında bir aracı düşündükleri zaman o aracı kendileriyle Allah arasında bir duvar oluşturmaz mı? Cevap yok. Anlaşılmadı demek ki. Allah’la kendi aralarında bir duvar oluşturur. Çünkü aracı koyuyor ya o aracı bir arayı kesen bir varlık haline geliyor. Peki, Allah’la kendi arasındaki o aracı aynı zamanda bu şahsı örtmüyor mu? Ya da şöyle söyleyelim, aynı zamanda o koridorun arka tarafını kapatmıyor mu? Yani hem örtüdür, hem aracıdır değil mi? Aracı olması açısından baktığınız zaman şirk olur. Yani bir şahsı bir varlığı ya da kişinin kendi nefsini Allah’ın yerine koyduğu zaman birçok konuda o kendine örtü olur, bir de Allah’a ortak saymış olur. Çünkü Allah’la benzer özelliklerde düşündüğü için.
Dolayısıyla mesela işte Hristiyanlar üç tane Tanrı olduğunu iddia ederler. İsa’yı Allah’la kendi aralarına aracı koyarlar. Kendi, Allah’la kendi aralarını kapattığı için kâfir olmuş olurlar, ona Allah’ın özelliklerini verdikleri içinde müşrik olmuş olurlar. Dolayısıyla bir açıdan kâfir, bir açıdan müşrik. Yani kendilerini o hayali örtüyle örtmelerine baktığınız zaman kâfir, başka şeye ona ortak koştuklarına baktığınız zaman da müşrik, o açıdan bakarsanız müşrik.
Şimdi, bir şey daha bizi yanıltıyor. İşte bazı kimselerin Allah’a inanıyor olması, Ahiret gününe inanıyor olması, hesap gününün var olduğunu söylemesi, işte “Muhammed Allah’ın peygamberidir” demesi, bazen bizi yanıltabiliyor. Buna Şeytanı örnek veriyoruz. Epey zamandır ki vermedik. Sık sık örnek veririz. Allah Şeytan’a emir veriyor. Tabi sadece Şeytana değil, Meleklere emir veriyor: “üscüdu li Adem” “Ademe secde edin” diyor. Hepsi secdeye kapanıyor. Onların arasında bulunan iblis kapanmıyor. Allah-u Teâlâ diyor ki : “ Secde etmeni engelleyen ne oldu sana emri verdim neden secde etmedin?” diyor ki:
“Beni ateşten yarattın, onu da çamurdan yarattın, ben ondan daha hayırlıyım” diyor. E sana emri veren Adem değil ki; Allah. Seni yaratan o emri veriyor. Şimdi Şeytan kâfir mi oldu, müşrik mi? Yoksa günahkâr mı? Kafir’de, müşrik’te, günahkarda hepsi hepsi oldu. Ne derseniz tutar. Şimdi Şeytan:
“Ben ondan daha hayırlıyım böyle bir emir olmaz” derken, kendini Allah’a karşı şart ileri sürebilecek bir konumda görmüş oluyor değil mi? Öyle değil mi? Yani benim şartlarıma uyarsa kabul ederim, yoksa yok. Şimdi sizin işçileriniz size karşı şart ileri sürse ne dersiniz? Sen benim ortağım mısın ya? Bir dakika burada şartları ben koyarım.
Dinleyici: “Hiçbir şey söylemeye gerek yok hocam, kulağının dibini arayacan”
Abdülaziz Bayındır: Tamam kulağından tutacak, atacakta, ona da bir gerekçe bulması lazım. Bak Allah kulağından tutup atmadı. Secde etmediği zaman dedi ki: “Niçin secde etmedin?” Önce şeyini aldı, ifadesini aldı. Ondan sonra “Ben daha hayırlıyım, beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın” deyince Cenab-ı Hakka karşı, yani:
“Bu ne biçim bir şey böyle bir emir mi verilir? Emir şöyle verilmesi lazım, bu yanlış bir emir” dediği zaman, kendisini o yönden Allah’la eşit seviyede hatta daha üstün görmüş oldu işte o zaman cezayı hak etti. O zaman Allah kulağından tuttu attı. Ne dedi?
“Yıkıl oradan” dedi “Orada büyüklenmeye hakkın yok. Kendini ne zannediyorsun.”
Onun için bir ifadesini almak lazım. Şimdi burada bu Şeytan kendisini Allah’la eşit yani bir konuda eşit gördüğü için sanki Allah’ın ortağı gibi olmuş oldu. Bir de onun bu eşit olarak, kendini orada eşit gibi görmesi aslında kendine bir perde oldu. Gerçekleri görmesine engel oldu. Yani düşünemedi ki yaratıcı Allah, yaratılmış olan benim. Yaratıcı istediği emri verir. Dolayısıyla kendi nefsi, kendine engel olmuş oldu ve Cenab-ı Hakk’ı bir konuda görmezlikten geldi. Yani onun nefsi bir perde oldu kendini kâfir yaptı. Yani kâfiri şöyle günlük hayatımızda, kâfiri anlamak istersek, nankör dememiz lazım. Yani birisine bir iyilik yaparsınız, size teşekkür etmez, sonrada der ki “Ne yapmışsın ki?” Ya da hiç görmezlikten gelir ve sana karşı nankörlük yapar. İşte kâfir nankördür aynı zamanda. Her şeyini Cenab-ı Hakka borçlu olduğunu biliyor Şeytan ama buna rağmen Allah-u Teâlâ’yı layık olduğu şekilde görmek istemiyor. Şimdi burada Şeytan Allah’ı inkâr ediyor mu? Yani “Allah yoktur” mu diyor? Yok öyle bir şey yok. Allah yoktur falan dediği yok. Peki “Allah iki tanedir” mi diyor. Onu da söylemiyor. Sonra Allah-u Teâlâ onu kovduğu zaman diyor ki “Bunların yeniden dirilecekleri güne kadar bana müsaade et” Ne zaman yeniden dirileceğiz? Ahirette. Peki Şeytan ahireti kabul etmiyor mu? Ediyor. Ondan sonra zaten meleklerle beraber. Şimdi bizim geleneksel din anlayışımıza göre bakarsanız, bunun adına Şeytan demeyin, böyle bir insana ne dersin? Deyin ne cevap verirler? Yani bak, birisi Allah’ı var ve bir kabul ediyor, ahiret gününü kabul ediyor, meleklere inanmış, doğru yolun ne olduğunu da biliyor. Çünkü sen doğru yolun üstünde oturacağım diyor. Doğru yolun ne olduğunu da biliyor. Böyle bir varlığa ne dersiniz? Henüz peygamberden haber yok, kitaptan da haber yok henüz, öyle deyin. Peygamberden, kitaptan haber yok, şunun için söylüyoruz. Çünkü Şeytan bu konuşmayı yaptığı zaman bir peygamber yok, bir kitap ta yok. O zaman imanın,
Dinleyici: Zorlamalı müşrik olur, kafir, günahkar olur da biraz müşrik, zorlamalı olmuyor mu?
Abdülaziz Bayındır: Kâfir nasıl olur?
Dinleyici: Kâfir oluyor da günahkârda oluyor ama müşrik biraz zorlayarak gibi geliyor
Abdülaziz Bayındır: Tamam peki, bu tepkiniz iyi oldu, tekrar ona gelirim. Ben de kâfir zorlamalı diyeceksin diye bekliyordum. Tamam, ona tekrar gelelim madem iyi anlaşılmamış. Bu tip tepkileri verin ki ben ne olduğunu anlayabileyim.
Şimdi, imanın altı tane şartını biz biliyoruz. İşte Allah’a inanmak, ahiret gününe inanmak, meleklerine inanmak, kitaplarına inanmak, peygamberlere inanmak ondan sonra işte kadere inanmak. Şimdi Şeytan Allah’a inanıyor, meleklerin zaten içerisinde inkar diye bir şey söz konusu değil, kitap gelince henüz bir kitap inmiş değil, İnanması gereken peygamber henüz yok, ahiret gününü kabul ediyor. E kaderi de hani Cenab-ı Hak onu ateşten yaratmış, öbürünü de çamurdan yaratmış, Allah’ın yaratıcılığını da kabul ediyor. Şimdi, “Bu şartlardaki bir insana ne dersiniz? diye sorsanız, “E bu Müslümandır” derler. Müslüman. “Kardeşim ama Allah’ın bak bir tek emrini kabul etmiyor”, “e canım o kadar da olur.” Oluyor muymuş? Kabul etmediği emir de nasıl bir emir? Allah’tan başkasına secde etme emri. “Canım dinin temeli değil ki, bu teferruattır” der geçersiniz. Dinin temeli mi? Hatta “Allah’tan başkasına secde et”, Allah’tan başkasına secde edilir mi? Birisi diyor ki; “Şeytan en iyi muvahhittir. Çünkü Allah’tan başkasına secdeyi reddetmiştir.” Ya o emri veren kim sen ona baksana. Şimdi, Şeytan neden müşrik? Şeytan karar verme konusunda kendisini Allah’la bir tutuyor. Yani senin bir memuruna sen bir emir veriyorsun, diyorsun; “şunu şöyle yap”, diyor ki; “o öyle yapılmaz. Bunun böyle olması lazım” diyor. “Niye öyle olması lazım?”
“Çünkü bana böyle bir emir veremezsin, bana böyle bir emir vermeye hakkın yok” diyor sana. Sen ona ne dersin? “Benim ortağım mısın?” dersin “ya çalışırsın ya gidersin. Sen benim ortağım mısın?” dersin. Yani “Burada kararları ben veririm” dersin. “Ben de karar veririm” dediği zaman, o zaman senin işçin olmaktan çıkar ortağın olur. Öyle değil mi?
Dinleyici: Şirk Allah’la kendi arasında bir sınır koymak demektir.
Abdülaziz Bayındır: Sınır koymak değil. Sınır koymak değil. Kendini orada bir konuda Allah’la kendini eşitlemek. Yani sizin bir şirketiniz olsun bir milyar hisseli şirket. O bir milyar hissede, bir hissenin, bir pay sahibi olan kişi de sizin ortağınız olmaz mı? İşte Cenab-ı Hakkın sonsuz özelliklerinden ama yalnız Allah’a mahsus olan özelliklerden bir tanesini kendi üzerinde görüyorsa o şahıs kendini o açıdan Allah’a ortak görüyordur. Ama Allah tada olan insanlarda da olan özellikler var onlar değil. Yalnız Allah’a mahsus olan özellikler. Şimdi Allah orada Şeytana emir veriyor. Şeytanda emir verme makamında olan Allah’a karşı diyor ki; “Bu yanlış bu emir.” “Niye yanlış? “Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.” Şimdi anlatabildim mi?
Dinleyici: Kâfir olmuş.
Abdülaziz Bayındır: Kâfir olmuştur. Onu tanımıyor, kendini de karar verme konusunda Allah’la eşitliyor. Diyor ki; “Bak bu emir yanlıştır, böyle olması lazım” diyor. Birisi sana, senin çalıştırdığın bir adam bu yanlış böyle olması lazım derse, sen doğru bir emrine, doğru bir emrine bu yanlış derse o zaman sen benim ortağım mısın demez misin?
Dinleyici: Allah’la kul arasındaki …
Abdülaziz Bayındır: İşte insan Allah’la kul arasında ikinci bir varlıkta olabilir, kişinin kendi nefsi de olur. Bunu da sık sık söylemeye çalıştık. Ayeti kerimede var:
“E raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu”
“Kendi hevasını kendi Tanrısı yapanı görmedin mi?”
Şimdi birçok kimse vardır ki, şimdi esas o konuya geleceğim, onun hazırlığını yapıyorum çünkü ayetler o konuyla alakalı. Birçok kimse vardır ki, görünürde Müslüman gibi gözükür. “Kur’ân’ ı kerimin emirleri muhteşemdir, çok güzeldir” der. Kendi aklına uyanlar için bunu söyler. Kendi aklına hesabına gelmeyen emirleri için;
Canım bunlarda bu devirde olmaz, bunlar bu devirde uygulanmaz. O o zamanmış” diyerek devre dışı bırakır. İşte o da müşriktir. O neyi Tanrı yapıyor? Kendi nefsini Tanrı yapıyor. Yani Allah’ın emirleri ile ilgili karar verme yetkisinde görüyor kendisini. Yani Tanrı illa bir başkası olması gerekmez ve insanların büyük bölümü kendi nefsini Tanrı yapar. Çok büyük bölümü. Allah öyle diyorsa, ben de böyle diyorum der. Ya da onu diyemezse ki birçok kimse onu diyemez. İnsanların %99,9 u böyle açıkça Cenab-ı Hakka karşı koyma cesaretini gösteremez, tıpkı Şeytan gibi yapar. Sanki başka bir şeye karşı koyuyormuş gibi davranır. Yani Şeytan sanki Ademi beğenmiyormuş gibi davranıyor, ben ondan daha üstünüm diyerek. Aslında emri Adem vermemiş ki Allah vermiş. Beğenmediği Allah’ın emri. Dolayısıyla şimdi siz birisine dersiniz ki “ya namaz kıl kardeşim, Allah emretmiş “, “ya sende çok fazla üzerime geliyorsun der.” Nedir bu? Bir Şeytani bir tavırdır. “Bu emri ben vermiyorum, kardeşim bu Allah’ın emri”, “Ben Allah’ın emrini tutmuyorum” demek işine gelmez. O emri, önce senin verdiğin emir haline getirir, ondan sonra karşı çıkar. Tamam mı? “Bu hocalarda, her şeye karışıyor kardeşim” falan. Emri hocalar vermiyor ki, tıpkı aynı Şeytanın yaptığı gibi Şeytan ne diyor? “Bu Adem den ben üstünüm” diyor ya. Adem’den sana ne? Adem mi dedi ki gel bana secde et ki konuşuyorsun öyle. Bu tıpkı kedinin yavrusunu yemeden önce onu fareye benzetmesine benzer. Yani bir şeyi önce akideleştiriyor sonra karşı çıkıyorsunuz. Şimdi mesela Türkiye’de bir başörtüsü yasağı var. Siz hiç duydunuz mu şimdiye kadar “Biz Allah’ın emrine karşı çıkıyoruz” diyen bir kimseyi? Bak yıllardır, yıllardır başörtüsü yasağı uygulanıyor. Bu yasağı uygulayanlardan herhangi birisinin “Allah’ın emrine biz karşı çıkıyoruz” dediğini hiç duydunuz mu? Öyle demez, ne der? İşte “Bu kızların görüntüleri şöyle”, “Bu işte şu siyasi simge”, “Bu devirde bu olmaz”, “işte batıya karşı ne”, bunların tamamı işte Şeytani bir yorumdur. Yani önce ne diyor? “Ben ondan daha hayırlıyım” diyor. İşi şeye pas ediyor; Adem’e pas ediyor sonra karşı çıkıyor. Yoksa “Ya Rabbi ben senin emrine karşı çıkarım” diyebilecek buna cesaret edebilecek kafir çok az bulunur. Çünkü herkes Allah’ın gücünden kudretinden emindir. Kendine göre mantıklı bir gerekçe bulur. Ondan sonra karşı çıkar.
Dinleyici: Hocam inandıktan sonra mı sapıttınız Allah-u Teâlâ, Kur’ân’ da bir şey var, o buna mı delalet eder?
Abdülaziz Bayındır: İşte inandıktan sonra sapıtma böyle olur. Şimdi insanlar mesela tövbe edersiniz. Artık bundan sonra Müslümanca davranmaya karar verirsiniz. Fakat birçok alışkanlığınız da sizi zorlar. Bu defa hafif hafif, hafif hafif o alışkanlıklardan şöyle kıyısından şuna değmiş, buna değmemiş gibi başlarsınız. Ondan sonra da bu defa yeni bir din ortaya koyarsınız. “Yav kardeşim, yani anladık, namazımızı kılalım, orucumuzu tutalım ama bu da benim hayatım ya. Kendi hayatıma da ben kendim karar veriyim müsaadenizle” falan diye konuşur. Ondan sonra dini ikiye ayırır, işte ibadetler şöyle, bunlar böyle. Çünkü öbür şekilde yaşamak hesabına gelmez. Allah’ın bütün emirlerine uyan insanlar için de bu defa “siz de çok bağnazlık ediyorsunuz, çok sıkıcı oluyorsunuz, bu insanlar onun için kaçıyor, birazcık yumuşak davransanız işte herkes Müslüman olur falan gibi. Kendi namaz kıldığı halde, oruç tuttuğu halde, bir takım şeyler yaptığı halde, Müslümanlıkla ilişkisi hiç kalmamıştır farkında bile değildir. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın emirlerine uyarsın veya uymazsın. Uymadığın takdirde Adem (a.s) gibi “Ya Rabbi, ben yanlış yaptım” dersen günahkar olursun. Adem (a.s) da Allah-u Teâlâ’nın emrini yerine getirmedi. Şu ağaca yaklaşmayın dedi, o ağaçtan yedi Şeytana uyarak. Yani Şeytan’da Allah’ın emrini yerine getirmedi Adem’de. Ama Adem kendini savunmadı. Havva’yla birlikte yedikten sonra “Rabbena zalemna enfusena.”
“Ya rabbi kötülüğü biz kendimize yaptık. Biz ne yaptıysak kendimize yaptık kendimiz ettik, kendimiz bulduk.” diye hatasını kabul etti. “Ben hatalıyım” diyen kişi ne demiş oluyor. Emri veren, doğru vermiştir diyor değil mi? Ben hatalıyım deyince ya rabbi senin emrin doğrudur diyor bu bir itaattir. O günahı işlemiş olsa bile “Ya Rabbi, senin emrin doğrudur” demek bir itaattir değil mi? Ama Şeytan öyle yapmadı. Şeytana da bir emir verildi, o secde etmedi fakat bu defa savundu. “Yaptım yaptım ama hele bir sor ki niye yaptım?” dedi. E niye yaptın? E ben ondan daha hayırlıyım da ondan yaptım.
Dinleyici: Afedersiniz hocam ama (burası anlaşılmıyor ) ..devam etmek.
Abdülaziz Bayındır: Hatamızı anladıktan sonra devam edersek, insanlar sürekli kendilerini hatalı görmek istemezler. Bir noktadan sonra kendilerini haklı görmeye başlarlar ve o zaman da Şeytanlaşırlar. Çünkü sürekli hatalı görse, kendini sürekli hatalı görebilse bu iyidir de bu kolay değil bu çok zor bir şeydir. Çünkü herkes kendisine bir savunma mekanizması oluşturur. Allah’a karşı savununca da Cenab-ı Hakka kafa tutmuş olur ve o zaman da müşrik olur ve bir çoğu da müşrik olduğunun farkına bile varmayabilir. İşte şimdi, okuduğum ayetlere tekrar başlayacağım baştan yani bu bir hazırlık mahiyetindeydi.
Kur’ân’-ı Kerimin 570. Sayfasında Mearic Suresi 36. Ayetden itibaren
“Fe mâ lillezîne keferû” “Şu kafirlere ne oluyor?”
“kıbeleke muhtıîne” “sana doğru böyle boyunlarını uzatıp koşa koşa geliyorlar” sen de zannediyorsun ki dinlerini öğrenmek için geliyorlar. Yok canım kavga seyretmeye geliyorlar. Başka yerlere laf yetiştirecek, senden aldığı sözle birisini gidip susturmaya çalışacak onun için geliyor öyle Müslümanlık falan onun umurunda bile değil. Onun için bu kâfirlere ne oluyor? Sen peki madem inanmıyorsun burada ne işin var. Kabul de etmek istemiyorsun gelmişsin koşa koşa “Dur bakalım, hele ne konuşacaklar? Bugün kime ne diyecek? Mesela; şimdi siz bir Müslümanın hatasını ortaya koyduğunuz an, “ha işte bak gördün mü, bak ben bunun için bu namazımı kılmıyorum” demeye başlar. Şimdi kendini haklılaştıracak, ya sana ne bu adam mı emretti sana namaz kıl diye. Kendini haklı gösterecek bir takım şeyler arıyor, mekanizmalar. Hele onu Kur’ân’ ı kerimden buldu mu muhteşem olur. Kur’ân’ a uymak için ayetler aramıyor, muhatabını susturmak için arıyor. Ondan dolayı sana geliyor koşa koşa, kafir. “Anil yemîni ve aniş şimâli ızîn”
“sağdan ve soldan gruplar halinde senin konuşmalarını dikkatle takip ediyorlar.”
Şimdi bazen böyle sizi çağırır konuştururlar, bu şeye benzer, Erzurum’da bazı kimselerde ben görürdüm, getirir çağırır oradan çocuğu, verir 25 kuruş, “şu amcana bir söv bakayım” der. “Git şu adama bir söv bakayım”, kendi sövemiyor ya ona sövdürecek. Şimdi bunlar da kendileri hoşlanmadıkları şey yani bir affedersiniz, horoz dövüşü yaparak zevk alıyorlar. Horozlar dövüştürüyorlar ha seninkileri gene birbirine girdirdik beri tarafta şey yapıyorlar şimdi senin yanına geliyorlar, bu defa senden yana gibi gözüküyorlar ki şey yapsınlar. Sen zannediyorsun Müslüman “lan beni de dinliyor ne kadar da güzel.” Benim başıma bu tür olaylar çok gelmiştir de o bakımdan. Bakıyorsun ki adam senin etrafında uzunca süre şey yapıyor “Ne iyi diyorsun ya maşallah dört dörtlük” çok iyi bakıyorsun gün geliyor “ben buyum” diyor. “ha Allah Allah sen baştan beri o muydun” “evet” “Allah Allah” Yani ne zaman o sizin konuşmanız ona dokunmaya başlarsa o zaman başlıyor feveran etmeye o zamana kadar çok iyi “oohh gördün mü bak ben de diyordum dinlemiyorlardı”
“E yatmeu kullumriin minhum en yudhale cennete naîm”
“Şimdi bunların her birisi cennet, nimetle dolu cennete gireceklerini, sokulucaklarını mı zannediyor?”
Çünkü bunlar cenneti de inkar etmez, Şeytanın inkar etmediği gibi. Cehennemi de inkâr etmez. Burada asıl konu Kur’an’ ın istediği hayat onlara uygun düşmüyor. Ama kâfir olarak gözükmekte hesaplarına gelmiyor. Asıl mesele o.
“Kellâ” “Hayır hiç ummayın” Ben falancayla beraberim filanın arkadaşıyım filanın dostuyum bunlarla bunlar sizi kurtarmaz. Yok biz falancanın soyundanız hiç kurtarmaz. Bizim etrafımız zengin şu kadar kalabalık şu kadar adamımız var. Biz bu surenin başında okumuştuk. Hani şurada 11.ayette sayfanın başında günahkâr kişi ister ki o günün azabından dolayı eşini fidye olarak versin. Bir insan eşini fidye olarak verir mi? Kendi eliyle verir mi? Ama o gün o kadar ağır baskı altında olacak ki bunu vermek al aman alın da beni şey yapın eşini veriyor. Kardeşini verir. Ve bağlı olduğu aileyi verir annesi babası kardeşi kim varsa hepsi bütün sülalemi alın. Hani sen dünyada ırkçılık yapardın. Ne oldu? Ne oldu? Hani sen o ırkın için ölürdün. Niye şimdi kendini kurtarmak için hepsini veriyorsun. Bak demek ki can daha tatlıymış değil mi? Malın için gece gündüz uğraşıyorsun, yeryüzündeki bütün insanları vermesi mümkün olsa hepsini verecek yeter ki kendi canını kurtarsın. Çektiği acının ağırlığını görüyor musunuz? Tabi malı mülkü de olsa bir o kadar da olsa, yeryüzünün tüm malı mülkü onun olsa, bir o kadar da olsa gene verecek.
Şimdi sen oradan öyle “Ben falancayla beraberim filan beni kurtaracak E canım işte biz onların şu kadar” öyle bir şey yok sen kendin, kendin gayret göstereceksin öyle övünmeyle bilmem kalabalık etmekle, şununla bununla olmaz. Siz cehennemin karşısında protesto gösterisi yapmaya kimse müsaade etmezler. Şeyde o mahşer yerinde de miting yaptırmazlar adama. Herkes tir tir titrer orada. Onun için aklımızı başımıza toplayıp bugünden itibaren “yok efendim ben falan yerdeyim, filan yerdeyim, şunu yapıyoruz, bunu yapıyoruz” başkalarının yaptıklarıyla övünmenin kimseye bir faydası yok, sen ne yapıyorsun? Adama kimin evladısın diye sormazlar, bunu sorsalar hepimiz peygamber evladıyız.
Birisine sormuşlar demişler ki “içki içer misin?”
“Yok canım” demiş, “akşamdaaan akşamaaa”
“Namaz kılar mısın?” “Elbette” demiş. “Bayramdan Bayrama, Bayramdan Bayrama .”
Şimdi ahirette sorsalar ki “Sen kimin soyundasın?” “Adem aleyhisselam” diyecek babam o. Peygamber çocuğu olmak varken, başkasının adını mı söyleyecek şimdi orada? Ama sormazlar ki? Sormazlar. Sen nesin? diye sorarlar. Çünkü sen bu dünyaya gelirken, ne anneni seçtin ne babanı, ne ırkını seçtin, ne dilini, ne devrini, ne bölgeni hiçbir şeyi seçmedin. Bunları hazır buldun. Belli şartlarda imtihana girdin, ya kazandın ya kaybettin. O kadar. Kazandıysan sen kazandın kaybettiysen sen kaybettin. Annen Baban kim olursa olsun. Sen tek başına hesap vereceksin. Bu dünyaya tek başına gelmiştin ahirete de tek başına gideceksin. Yani kabirden tek başına kalkacaksın.
“Kellâ, innâ halaknâhum mimmâ ya’lemûne.”
“Biz onları bildikleri şeyden yarattık.”
İşte bir meni parçasından, elinize bulaşsa kirli diye “ee bir yıkayım ellerimi” falan dersiniz, elbisenize bulaşsa bu giyilmez hemen yıka.. Kendini ne o kadar yüksek görüyorsun ki? İşte o bildiğin şeyden yaratılmışsın.
“Fe lâ uksimu bi rabbil meşârikı vel megârib”
“Doğuların ve batıların rabbine yemin ederim.”
Şimdi doğular ve batılar diyor. Güneş hep aynı noktadan doğup batmaz biliyorsunuz. O 23 derece 27 dakikalık meyil sebebiyle Mart’tan Eylül’e kadar, Eylül de değil mi, doğuş yerleri ve batış yerleri sürekli değişir. Gider gelir. Neyse tarihlerini yanlış söylemiş olabilirim, bunlar ta şeyden çok eskiden öğrendiğimiz şeyler olduğu için ama devamlı değişir. Onu gözlemlerimle biliyorum, çok iyi biliyorum. Bakarsınız ki mesela şu Süleymaniye de Süleymaniye camisinin bahçesine çıktığınız zaman bir gün şöyle Ümraniye taraflarından doğar, bir başka zamanda bakarsınız ki Beyoğlu sırtlarından doğar. Arada koskoca bir şey var. Doğduğu yer değişince battığı yer de değişir. Onun için doğuların ve batıların Rabbine, bütün bunları yapan eden sistemi kuran Allah-u Teâlâ. (Yazıcıdan not: ayetin “innâ le kâdirûn” kısmını okumadı ama manasını veriyor)Yemin olsun diyor biz bunlara kadiriz. İnsanlar kendilerini belli bir güce sahip oldukları zaman Tanrı zannederler. Her şey onlardan soruluyor. “Alâ en nubeddile hayren minhum” “Onların yerine onlardan daha hayırlısını getirmeye kadiriz.” Şimdi nasıl yapar, Cenab-ı Hak bu değişikliği? Şöyle yapabilir: Nuh aleyhisselama inanmayanların tamamı yok oldu değil mi? İnananlar geldi çoğaldı onların yerini doldurdular. Bu olabilir. Peki, peygamberimizin zamanında nasıl oldu? Mekke’nin halkı nasıl değişti? Ölen öldü, kalanlar da Müslüman oldu değil mi? Ya da şu olur, babası kâfir olur, oğlu Müslüman olur, kızı Müslüman olur bugün Türkiye’de yaşanılan olay gibi nasıl olsa evlatlar babaların yerine geçecek onlar da bir gün çekip gidecekler. Bu da olur.
“ve mâ nahnu bi mesbûkîn.”
“Biz mesbuk olmayız.”
Yani kimse bizi geçemez. Yani kimse bizim elimizden kaçıp kurtulamaz.
“Fe zerhum” “o zaman onları bırak” bırak “yehûdû ve yel’abû” “dalsınlar daldıklarına, eğlensinler” “hattâ yulâkû yevme humullezî yûadûn” “Kendilerine söz verilen günlerine kavuşuncaya kadar.”
Peki bunlar kafir olmuş oluyorlar mı? Oluyorlar değil mi? Peki öldürüyor muyuz? İslam aleminin en büyük hatası odur. Bir insan dinden döndüğü zaman öldürün diye, peygamber efendimize bir hadis mal etmişler o kadar ayete rağmen. Bunu da fıkha yerleştirmişler. Dinden döndü mü öldüreceksin. Yani herkes Müslüman kalmak zorunda kardeşim. Kâfir olma hürriyeti yok. Size şunu söyleyeyim. Bir yerde kâfir olma hürriyeti yoksa Müslüman olma hürriyeti de yoktur. Bunu manası ne? Ya kardeşim ben Müslümanım diyen bir adam ciddimi söylüyor şakadan mecbur kaldığı için mi söylüyor nereden bileceksin?
İnanmak kalp işidir. Bu iş baskıyla olmaz. Bugün inanan yarın vazgeçebilir. O zaman sen baskı yaptığın zaman adam inanmadığı halde inandım diyecek, her tarafı münafıklar dolduracaklar. Ama Allah ne diyor bakın. Bırakın onları eğlensinler, dalsınlar dalacaklarına. E belki de akılları başlarına da gelebilir. Kendilerine söz verilen güne kavuşuncaya kadar öyle yapsınlar. Evet, insanlar inançlarını özgürce söylemek zorundadırlar, söyleyebilmeliler. O insanın şüpheli birtakım şüpheler içerisinde olduğunu bilirseniz kendisine doğruları anlatma fırsatınız olur. En azından tartışırsınız, adamın yola gelme ihtimali olur. Aksi takdirde kişiliksiz hale de gelir. “Yevme yahrucûne minel ecdâsi sirâan”
“Süratle böyle yarışırcasına kabirlerinden çıkacakları gün” demek ki insanlar şöyle kabirlerinden çıkacaklar şaşıracaklar, ne olacak “hadi falan yere gidiyorsunuz” hızla o tarafa doğru gidecekler.
“ke ennehum ilâ nusubin yûfîdûn”
“Sanki dikili taşlara doğru koşuşuyorlar. Hani taptıkları taşlara doğru koşuşuyor gibi.” Hızla gidiyorlar.
“Hâşi’aten ebsâruhum”
“ama hiç ümitleri yok. Şöyle gözlerini öne indirmişler kimseye bakacak halleri yok.”
“terhekuhum zilleh” “kendilerini bir zillet kapsamıştır”, bir alçaklık, ümitsizlik bedbinlik, çok şey kötü durumdalar.
“zâlikel yevmullezî kânû yûadûn”
“işte onlara söz verilip duran gün bugündür.”
Aklı başında olan insan bunu bugünden görür. Ama duygularınızı öne alırsanız işiniz zor. Aklınızı öne alırsanız işiniz çok kolay olur. Ebetteki duygusuz olmaz. Duygular aklın kontrolünde olmalıdır. Evet dersimizin birinci bölümünü böylece bitirmiş oluyoruz. Namazımızı kılalım, çayımızı içelim ikinci bölümle devam ederiz.